News - Haberler
Yarın günlerden Cumhuriyet Cumartesi...
Yarın günlerden Cumhuriyet Cumartesi... Hafta sonu kısıtlamalarında gazeteniz Cumhuriyet'e, Cumartesi günü de Cumhuriyet Cumartesi ekine ulaşabileceksiniz. "Her gün bir ekmek, bir Cumhuriyet..." Akrep dizisinin oyuncusu Demet Gül, Cumhuriyet Cumartesi'ye konuştu: Oyuncunun botoks yaptırmasına şaşırıyorumŞarkıcı İrem Derici ile ruh halini, onu mutlu eden şeyleri, korkularını, hayalini ve kırmızı çizgilerini anlattı. Oyuncu Gülsen Tuncer ile Galata'daki bol kedili, çok kitaplı evinde buluştuk. Dizi setlerinde olup biteni, Türkiye'yi, gençlerini konuştuk: Uzayı boşver, önce ayağın yere bassın...Yazar Kemal Varol anlattı: Yemek de yazı gibi özen istiyorTaylan Kümeli'den cilt dostu 10 besin...Fatih Türkmenoğlu, en sevdiği 5 cruise seyahatini yazdı. Psikoloji, sinema, televizyon, astroloji, stil, teknoloji ve daha fazlası için Cumhuriyet Cumartesi okuyun. /Archive/2021/2/19/121306453-screenshot1.png cumhuriyet.com.trÇamlı: 2 haftadır vaka sayılarıdüşmüyor
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Çamlı: 2 haftadır vaka sayıları düşmüyor İzmir Tabip Odası Başkanı Opr. Dr. Lütfi Çamlı, aralık ayına göre, kentte ciddi anlamda vaka düşüşü görüldüğünü ancak şubat ayı itibarıyla bu rakamın yüzde 8 ile 10’un altına bir türlü inmediğini söyledi. Opr. Dr. Çamlı, vaka oranlarını, “Aralık ayının ilk haftasına göre bakacak olursak, İzmir’de çok ciddi vaka düşüşü oldu. Bu düşüş şubat ayına kadar devam etti. Şu an şubat başına kadar bir plato görmekteyiz. İlk başta hızla başlayan düşüş yok. Aralık ayında günlük yapılan testte her yüz kişiden 37’si pozitif çıkıyordu. Şimdi bu oran yüzde 8 ile 10 arasında değişmekte. Yani her 100 testten 8 veya 10’u pozitif çıkıyor. 2 haftadır plato çiziyor, vaka sayılarında düşüş yok.” sözleriyle değerlendirdi. Vaka düşüşünün yoğun bakım ünitelerinde de azalmalara neden olduğunu dile getiren Çamlı, “Vaka sayıları çok ciddi azalmasına rağmen, yoğun bakım ünitelerinde yatan hasta sayısının düşmesine rağmen pandemi geçmiş değil. Hâlâ hastaneye yatan vakalar var. Üstelik mutasyon sorunu var. Vaka sayılarının düşmüş olması pandeminin bitmiş olduğu anlamına gelmiyor. Aşı enfeksiyondan yüzde yüz korumuyor. Ancak, ağır hasta olma ve ölümle sonuçlanacak vakalara gitmekten yüzde yüze yakın koruyor. Yoksa aşılı iken hasta olabilme ve virüsü başkalarına bulaştırabilme durumu söz konusu. Çok katı kurallara devam etmeli ve önlemleri artırmalıyız” diye konuştu. Çamlı ayrıca, son dönemde yapılan test sayısında ciddi bir azalma olduğunu, daha önce İzmir’de 15 bin test yapılırken, şimdi 3 bine yakın test yapıldığını, bunun nedeninin vatandaşın test yaptırmak için gitmemesine bağlı olabileceğini açıkladı. İZMİR / CumhuriyetKadıköy'de kağıt toplayıcıların barakalarına giren hırsızlar, cep telefonlarınıçaldılar
Kadıköy'de kağıt toplayıcıların barakalarına giren hırsızlar, cep telefonlarını çaldılar Kadıköy'de sokaklardan atık kağıt toplayarak geçimini sağlayan yaklaşık 40 kişinin kaldığı barakalara giren hırsızlar, uyuyan kağıt toplayıcıların cep telefonlarını alarak kayıplara karıştı. Polis, 13 adet cep telefonunu çalan hırsızları yakalamak için çalışma başlattı. Olay, saat 03.30 sıralarında Merdivenköy Mahallesi Çömlekçi Çukuru Sokak'ta bulunan barakalarda meydana geldi. Sokaklardan atık kağıt toplayarak geçimini sağlayan yaklaşık 40 kişinin kaldığı barakalara herkesin uyuduğu sırada giren hırsızlar, bulabildikleri cep telefonlarını alarak kaçtı. Uyandıklarında cep telefonlarının çalındığını fark eden kağıt toplayıcıları polise haber verdi. İhbar üzerine olay yerine polis ekipleri sevk edildi. Ekiplerin yaptığı incelemede 13 adet cep telefonunun çalındığını belirlendi. Polis, cep telefonlarını çalarak kayıplara karışan hırsızları yakalamak için çalışma başlattı.Telefonu çalınan kişilerden Mehmet Güney, olayla ilgili "Kağıtçıyız işte, burası kağıt toplayıcıların toplu olarak kaldığı yer. Yarım saat önce biri girmiş içeri, yirmiye yakın cep telefonu alıp gitmiş. Hepsi burada çalışan arkadaşların telefonu. 30-40 kişi kalıyoruz burada, nasıl olduğunun hiç farkına varamadık. Herkes ayrı yerde yatıyor, bekar evi. Adam girmiş içeriye yedi tane ayrı yatma yerinden şarjda olan bütün telefonları alıp gitmiş. Gördüğümüz kimse yok, şüphelendiğimiz kimse de yok. Kapılar açık ama normalde gece burayı bekleyen de var" şeklinde konuştu. DHAProf. Dr. Küçükosmanoğlu,‘kademeli normalleşmeyi’yorumladı: Falcılık gibi
Prof. Dr. Küçükosmanoğlu, ‘kademeli normalleşmeyi’ yorumladı: Falcılık gibi Yüzde 60 aşılamanın bir yılı bulacağına işaret eden İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Prof. Osman Küçükosmanoğlu, martta başlanacağı açıklanan kademeli normalleşmeyi eleştirdi. Küçükosmanoğlu, “İki hafta sonra açılacağız demek falcılık. Onun yerine, ‘vakalar bir hafta yüz binde 50’nin altına indikten sonra açılma olur’ gibi net konuşulması gerekir” dedi. İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu, mart ayında bölgesel olarak başlayacağı açıklanan kademeli normalleşme dönemine ilişkin, “2 hafta sonrasını işaret edip açılacağız demek falcılık oluyor. Vakaların azalacağını bilemezsiniz. Onun yerine, ‘vakalar bir hafta yüz binde 50’nin altında seyrettikten sonra açılma olur, 50’nin üzerine çıktığında şu tedbirler alınır, 100’ün üzerine çıktığında kapatılır’ gibi daha net konuşulması gerekir” dedi. Aşılama sürecinin de yavaş ilerlediğine dikkat çeken Küçükosmanoğlu, bu hızla toplumun yüzde 60’ının aşılanmasının 1 yılı bulabileceğini söyledi.Tedbirlerin bölgesel farklılıklara göre alınması gerektiğini salgının başından beri söylediklerini aktaran Küçükosmanoğlu, “Hatta tedbirler ilçeler gibi daha da indirgenebilir. Mesela bir köyde vaka sayısı çok düşükse veya yoksa orada okulun açılmasında bir sorun olmayabilir” dedi.Aşılamanın yavaş ilerlediğini söyleyen Küçükosmanoğlu, “Bakanın da kısmen itiraf ettiği gibi elimizde yeterli aşı yok. Gelen aşıların kullanılır hale gelmesi için bir süre geçmesi gerekiyor, aşıyı olduktan sonra ikinci dozunu olmanız için bir ay geçmesi gerekiyor, ikinci dozdan 2 hafta sonra da koruyuculuk olduğunu düşünürsek toplumun yüzde 60-70’inin aşılanması için neredeyse 1 yıla yakın bir süre geçmesi gerekiyor. Yani süreç yavaş ilerliyor” diye konuştu. Sarp SağkalAKP’li belediye başkanı52 yaşında aşıoldu
AKP’li belediye başkanı 52 yaşında aşı oldu Çorum’un Dodurga ilçesinin AKP’li belediye başkanı Mustafa Aydın 52 yaşında olmasına rağmen Covid-19 aşısı oldu. Daha 65 yaş üstü birçok yurttaş aşı için sıra beklerken 52 yaşında olan ve sağlık çalışanı olmayan Mustafa Aydın'ın aşı olması tepkilere neden oldu. Çorum’un Dodurga ilçesinin AKP’li belediye başkanı Mustafa Aydın (52), Çorum’da henüz 65 yaş üstü birçok yurttaşa aşı sırası gelmezken Covid-19 aşısı oldu. Sağlık çalışanı ve 65 yaş üstü olmayan Aydın’ın aşı olurken çekildiği fotoğraflarını sosyal medyadan paylaşması tepkilere neden oldu. Aydın, fotoğrafa “Bu güzel ve mübarek günde, Covid-19 aşımızı da olduk. Herkese sağlıklı günler dileğiyle...” notunu yazdı.KAÇAK VİLLA YAPTIRMIŞTIAydın, devlet arazisine özel havuzlu kaçak villa yaptırmıştı. Aydın’ın kaçak villası yurttaşların şikâyeti üzerine Çevre Şehircilik Müdürlüğü’nün kararıyla önceki gün kendi yönetimindeki belediye ekiplerince yıkıldı. Seyfettin MeteGenelkurmay Başkanı’nın yetkileriniönemliölçüde daraltan teklife muhalefetten tepki
Genelkurmay Başkanı’nın yetkilerini önemli ölçüde daraltan teklife muhalefetten tepki Muhalefet milletvekilleri, genelkurmay başkanına ilişkin yasa teklifinin görüşmelerinde TSK’nin Akar’a göre dizayn edildiğini söyledi. Astsubay kadrolarını belirleme yetkisinin bile bakanlığa verildiğine dikkat çeken vekiller, “Genelkurmay başkanı sadece uzman çavuş ve erbaşların atamasını yapabilecek” dedi. AKP’nin, “Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması nedeniyle uyum sağlanması” gerekçesiyle getirdiği Genelkurmay Başkanı’nın görev ve sorumluluklarını önemli ölçüde daraltan ve uzman erbaşların özlük haklarında bazı iyileştirmeler getiren yasa teklifi üzerindeki görüşmeler TBMM Genel Kurulu’nda sürüyor. Görüşmelerde teklif üzerinde konuşan muhalefet milletvekilleri, subay ve astsubay kadrolarının belirlenmesi yetkisinin bile Milli Savunma Bakanı’na verildiğine dikkat çekerek “Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları sadece uzman çavuşların ve uzman er, erbaşların tayin ve atamasını yapabilecekler. Genelkurmay başkanlarının tarihsel ve hiyerarşik önemi hiçe sayılmıştır” eleştirisinde bulundu.Yasa teklifi, Genelkurmay Başkanı’nın yetkilerinin önemli bir bölümünü Milli Savunma Bakanı’na devredilmesini öngörüyor. Buna göre Genelkurmay Başkanlığı tarafından belirlenen tüm kuvvet komutanlıklarındaki subay ve astsubay kadroları artık Milli Savunma Bakanlığı tarafından belirlenecek. Teklifle garnizon komutanlarını da Genelkurmay Başkanı değil Milli Savunma Bakanı belirleyecek. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) yabancı ülkelere gönderilmesi, seferberlik ilanı gibi konularda artık Genelkurmay Başkanı’nın değil Milli Savunma Bakanı’nın görüşü alınacak.Teklifle Genelkurmay Başkanı’nın yetkilerinin önemli ölçüde daraltılması, genel kuruldaki görüşmelerde muhalefet milletvekilleri tarafından da eleştirildi. CHP’li Özgür Ceylan, “15 Temmuz gecesi FETÖ’cülerle mücadele eden Kemalist subaylar Saray rejimi tarafından tasfiye edilmiştir. Teğmen rütbesini FETÖ elebaşının taktığı Serdar Atasoy ise 2020’de Saray tarafından generalliğe terfi ettirilmiş; yetmemiş, Kara Kuvvetleri İstihbarat Başkanlığı’na atanmıştır. Gelinen noktada Genelkurmay Başkanı’nı er, FETÖ’cüleri paşa yaptınız. Silahlı Kuvvetleri siyasetin dışında tutmak zorundayız, aksi halde daha çok hata yaparsınız” dedi.‘SÖZCÜYE DÖNÜŞTÜRDÜNÜZ’CHP’li Murat Bakan da teklifle Genelkurmay Başkanı’nın etkisizleştirildiğini belirterek, “TSK’nin beyni Genelkurmay Başkanlığı’nı, komuta merkezini, bitirdiniz, Genelkurmay Başkanı’nı basın sözcüsüne dönüştürdünüz. Hulusi Akar’a göre dizayn ettiniz orduyu. Genelkurmay’ın tabiri caizse kapısına kilit vurup atanmış Milli Savunma Bakanı’na bağladınız” diye konuştu.İYİ Partili Dursun Ataş da “Genelkurmay Başkanı, TSK’nin komutanı olup savaşta başkomutanlık görevini TBMM’nin manevi varlığı içerisinde Cumhurbaşkanı adına yerine getirir. Olası bir savaş halinde, başkomutan olan Genelkurmay Başkanı’nın yetkilerinin elinden alınması anlaşılabilir değildir” diye konuştu.AKP’Lİ YILMAZ, YASA TEKLİFİNİ SAVUNDUEleştirilere yanıt veren TBMM Milli Savunma Komisyonu Başkanı AKP’li İsmet Yılmaz, “Subay ve astsubayların atamaları, personelin liyakat durumu, safahatı ve hizmet ihtiyacı göz önünde bulundurularak kuvvet komutanlıklarınca çalışılmakta, Genelkurmay Başkanlığı’yla koordine edilmekte, ardından Milli Savunma Bakanlığı’na teklif edilerek Milli Savunma Bakanı’nın onayıyla yapılmaktadır. Dolayısıyla, subay ve astsubay atamaları üzerinden Genelkurmay Başkanımız da yetkilidir, Milli Savunma Bakanımız da yetkilidir” ifadelerini kullandı.TBMM Genel Kurulu’nda önceki gün yapılan görüşmelerde 49 maddelik teklifin ilk 8 maddesi kabul edildi. cumhuriyet.com.trSeçilmişlikten atanmışlığa giden sürecin mağdurlarından biri olan Prof. Dr. Raşit Tükel,‘Üniversiteler siyasi iktidarın güdümüne girdi’diyor
Seçilmişlikten atanmışlığa giden sürecin mağdurlarından biri olan Prof. Dr. Raşit Tükel, ‘Üniversiteler siyasi iktidarın güdümüne girdi’ diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP’li Bulu’yu Boğaziçi’ne rektör olarak atamasının ardından süren protestolar, ülkede rektörlük seçiminin nereden nereye geldiğini sorgulattı. Türkiye’de ilk rektör, Cumhuriyetin ilanından 10 gün sonra seçildi. İlk sırada seçilmesine karşın atanmayan Raşit Tükel, “Rektörlerin 12 Eylül darbesi öncesi 35 yıl seçilirken, şimdi Cumhurbaşkanı’nın ataması, özerkliğin kalktığının, üniversitelerin siyasi iktidarın güdümüne girdiğinin göstergesidir” dedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak AKP’li Prof. Dr. Melih Bulu’yu atamasının ardından başlayan protestolar sürüyor. Bulu’ya yönelik protestoların temeli Cumhuriyet kazanımlarının birer birer yok edilmesinden kaynaklanıyor. Cumhuriyetin ilanından 10 gün sonra şimdiki adı İstanbul Üniversitesi olan Darülfünun’a ilk üniversite rektörü seçildi. 12 Eylül darbesinin ardından YÖK’ün kurulmasıyla özerkliğine darbe vurulan üniversitelerin dönüşüm süreci başladı. AKP iktidarı ile birlikte darbe döneminin de gerisine gidilerek 2016 yılında çıkarılan KHK ile rektörlerin seçimle gelme koşulu kaldırıldı. Seçilmişlikten atanmışlığa giden sürecin mağdurlarından biri olan Prof. Dr. Raşit Tükel, “Üniversitelerde rektörler 12 Eylül darbesi öncesinde 35 yıl boyunca öğretim üyeleri tarafından seçilirken günümüzde rektörlerin Cumhurbaşkanı tarafından atanması, üniversitelerde özerkliğin tümüyle kalktığının, üniversitelerin siyasi iktidarın güdümüne girdiğinin en somut göstergesidir” dedi. 2015’te İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne ilk sırada seçilmesine rağmen atanmayan Prof. Raşit Tükel, akademideki değişim süreci ve Boğaziçi Üniversitesi protestolarına ilişkin sorularımızı yanıtladı.- 2015’te yapılan seçimde birinci olmanıza karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan, rektörlüğe Prof. Dr. Mahmut Ak’ı atamıştı. Bu, bir değişimin başlangıcı mıydı?2015’te İstanbul Üniversitesi rektörlük seçimi sürecinde yaşadıklarımız üniversitemize özgü değildi. Üniversitelerde uzun yıllardır rektörlük seçimleri sonrasındaki YÖK değerlendirmesinde sıralama değiştirilmekte, en yüksek oy alan adaylar alt sıralara kaydırılabilmekte ve Cumhurbaşkanı en çok oy alanların dışındakileri atayabilmekteydi. O dönemde İstanbul Üniversitesi’nde yapılan seçime yönelik antidemokratik müdahalelere karşı çıkmış, üniversite iradesini savunmuştuk. Oylarımızın takipçisi olarak sürdürdüğümüz o dönemdeki mücadele, yıllardır benzer rahatsızlığı yaşayan üniversitelerden gelen desteklerle büyümüş, güçlü bir ses olmuştu. Demokratik, özgür, özerk bir üniversite talebinin bu sesi, bugünlerde Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan kayyım rektör atamasıyla daha da güçlendi.‘TEPKİ YILLARIN BİRİKİMİ’- Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan atamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Öğrencilerin ve akademisyenlerin tepkisi neden bu kadar sert oldu?Boğaziçi Üniversitesi’ne seçim yapılmadan rektör atanması mevcut yasalara uygun ancak meşru ve kabul edilebilir değildir. Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanmasının öncesinde ve sonrasında çok sayıda üniversiteye benzer şekilde atamalar yapılmıştır, yapılmaya da devam edilmektedir. Boğaziçi Üniversitesi’ni diğer üniversitelerden ayıran, başta öğretim üyeleri ve öğrenciler olmak üzere üniversite bileşenlerinin bu duruma sessiz kalmamaları olmuştur. Boğaziçi Üniversite-si’nden çıkan bu güçlü sese, diğer birçok üniversitenin verdiği destek ve dayanışma mesajları, demokratik, katılımcı, özgür ve özerk bir üniversite talebinin bir ifadesi olarak alınmalıdır. Öğrencilerin ve akademisyenlerin tepkisi, üniversitelerde yıllardır sürmekte olan antidemokratik uygulamalara, üniversitelerin üniversite olmaktan çıkarılıp siyasi iktidarın güdümünde bir kurum olarak yapılandırılmasına güçlü bir tepki olarak görülebilir.- Atanmış rektöre tepkiler sürerken hukuk ve iletişim Fakültesi kurulmasına karar verildi. Bundaki amaç nedir sizce?Fakültelerin kurulma kararı, üniversite içinde konuyla ilgili değerlendirmeler yapılmadan, üniversite senatosunda görüşülmeden alınmıştır. Sonuçta, üniversite iradesinin tamamen dışında alınan bu karar, demokratik teamüllere aykırıdır. Ancak, 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçildikten hemen sonra değiştirilen 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, Cumhurbaşkanına üniversitenin teklifi ya da görüşü olmadan fakülte açma yetkisini vermektedir. Bu durumda, üniversitenin kararı ve hatta bilgisi dışında açılacak olan iki fakültenin Boğaziçi Üniversitesi’ndeki öğretim üyesi dengelerini değiştirmek dışında bir amacı görünmemektedir.‘SİYASİ İKTİDARIN GÜDÜMÜNDE’- Boğaziçi süreci akademinin geldiği nokta konusunda bize ne söylüyor? Özerklik ve akademik özgürlüklerin sonu mu?Üniversitelerde araştırma, üretme, yaratma, öğretme gibi bilimsel etkinlikler ancak tam bir akademik özgürlük ortamında mümkün olabilir. Akademik özgürlüğü sağlamanın koşullarından biri de akademik özerkliktir. Akademik özerklikten anlaşılması gereken öncelikle, üniversitelerin kendi üyelerinin demokratik usullerle oluşturdukları organlar eliyle yönetilmesi ve siyasi iradenin müdahalesinin dışında yer almaları olmalıdır. Bu doğrultuda, üniversitelerde eğitim veren, okuyan, araştırma yapan ve çalışanların, yani tüm bileşenlerin aktif katılımını sağlayan bir yönetim anlayışı hâkim olmalıdır. Dolayısıyla üniversite bileşenlerinin iradesini yansıtacak şekilde yapılacak rektörlük seçimleri üniversitelerde özyönetimin, diğer bir ifadeyle karar verme ve verdiği kararları uygulamada bağımsız davranabilmeyi ve dış baskılardan etkilenmemeyi garanti eden akademik özerkliğin önkoşuludur. Üniversitelerde rektörler 12 Eylül darbesi öncesinde 35 yıl boyunca öğretim üyeleri tarafından seçilirken günümüzde rektörlerin Cumhurbaşkanı tarafından atanması, üniversitelerde özerkliğin tümüyle kalktığının, üniversitelerin siyasi iktidarın güdümüne girdiğinin en somut göstergesidir.‘SAHİP ÇIKILMALI’- Akademinin durumu konusunda siyasilere neler söylemek isterdiniz?Eleştirel düşünmeyi öğrenme ve yaratıcılığı geliştirmenin üniversite eğitiminin temel amacı olması gerektiğidir. Üniversiteler kamusal konumlanışa sahip olmalı, toplumla ilişkilerini geliştirmeli, kâr ve ekonomik çıkar için değil toplumsal amaçlar ve toplumun gereksinimlerinin karşılanması için çalışmalıdır. Son olarak da üniversitelerine sahip çıkarak kurum dışından meşru ve liyakat uygun olmayan rektör atanmasına karşı çıkarak barışçıl biçimde tepkilerini gösteren akademisyenlere ve öğrencilere yönelik baskıların kaldırılmasını, bazı öğretim üyeleri ve öğrenci topluluklarının hedef gösterilmekten vazgeçilmesini ve anayasal haklarını kullanırken gözaltına alınan, tutuklanan ve konut hapsi ile cezalandırılan öğrencilerin serbest bırakılması talebini buradan ifade etmek isterim.KHK İLE KALDIRILDI15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra 29 Ekim 2016 tarihli 676 sayılı KHK ile 1992 yılı öncesine dönülerek üniversitelerde rektör seçimleri kaldırıldı. Yapılan düzenlemede, devlet üniversitelerinde rektörün, YÖK’ün önerdiği profesör olarak en az üç yıl görev yapmış üç aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanması koşulu getirildi. 2 Temmuz 2018’de kabul edilen 703 sayılı KHK ile daha da ileri giderek devlet üniversitelerine rektör, doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanmaya başlandı.İLK REKTÖR SEÇİMİ CUMHURİYET’İN İLANINDAN 10 GÜN SONRAOsmanlı döneminde 1870’li yıllarda Avrupa’daki örneklerine benzer şekilde kurulan ilk üniversite Darülfünun’a ilk rektör Cumhuriyet’in ilanından 10 gün sonra 1923 yılında seçildi. Türk eğitimci, yazar, hattat, siyasetçi İsmail Hakkı Baltacıoğlu Darülfünun Emini ‘seçilerek’ Cumhuriyetin ilk üniversite rektörü olmuş oldu. Rektörlük seçimlerini kaldıran iki önemli tarih var, 1981 ve 2016. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, 4 Kasım 1981 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile birlikte, devlet üniversitelerinde rektör, YÖK tarafından önerilen profesör olarak en az üç yıl görev yapmış üç aday arasından Cumhurbaşkanınca atanmaya başlandı. Böylece, 1946 yılında yürürlüğe giren 4936 Sayılı Üniversiteler Kanunu ile 35 yıldır uygulanmakta olan rektörlerin üniversitelerin profesörleri tarafından seçilmesi koşulu, 12 Eylül darbesinin sonrasında kaldırılmış oldu. 1992 yılında 2547 sayılı Kanun’da değişiklik yapılarak seçim geri getirildi. Ancak yasanın ilgili maddesi, üniversitelerde rektörlük seçimi sonucunda en çok oyu alan altı adayın YÖK’e bildirilmesi, YÖK’ün altı aday arasından üç adayı Cumhurbaşkanlığı’na sunması, cumhurbaşkanının da YÖK tarafından sunulan üç adaydan birini rektör olarak ataması şeklinde düzenlenmişti. Yasa değişikliği sonrasındaki ilk yıllarda seçim sonucuna bağlı kalarak rektör atamaları gerçekleştirilirken, 2000’li yıllarla yani AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte rektör atamalarında üniversite öğretim üyelerinin tercihleri dikkate alınmadan atamalar yapılmaya başlandı. Zehra ÖzdilekAKP’deki“Pelikancı”ekipte yer alan SelmanÖğüt’ün tartışmalıtezinin danışmanıProf. Selami Kuran dekan oluyor
AKP’deki “Pelikancı” ekipte yer alan Selman Öğüt’ün tartışmalı tezinin danışmanı Prof. Selami Kuran dekan oluyor Boğaziçi Hukuk Fakültesi’ne dekan olarak atanacağı öğrenilen Prof. Selami Kuran’ın, AKP’deki “Pelikancı” ekipte yer alan Selman Öğüt’ün kabul edilemez “benzerlikteki” yüksek lisans tezinin danışmanı olduğu ortaya çıktı. Boğaziçi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne dekan olarak atanacağı öğrenilen Marmara Üniversitesi Kamu Hukuku Bölümü Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Selami Kuran’ın, AKP’deki “Pelikancı” ekibin önde gelen isimlerinden olduğu öne sürülen Selman Öğüt’ün 2010 yılında teslim ettiği, akademik kriterler açısından kabul edilemez “benzerlikteki” yüksek lisans tezinin danışmanı olduğu ortaya çıktı.Medipol Üniversitesi ile ilişkisi kesilen Öğüt’ün, Marmara Üniversitesi’nden 2010 yılında tez jürisinden geçen, “The sea politics of the EU in the framework of 1982 un convention on the law of the sea” (Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi çerçevesinde AB’nin deniz politikası) başlıklı yüksek lisans tezinde “Turnitin benzeri Scribbr” adlı uygulama yüzde 51 oranında “benzerlik” tespiti gerçekleştirdi. Kaynak belirtmeden alıntılar kapak, içindekiler, tablolar ve kısaltmalar bölümleri hariç 130 sayfalık Öğüt’ün yüksek lisans tezinde tespit edilen yüzde 51 “benzerlik” oranının, akademik kriterler kapsamında geçerli olmadığı belirtildi. Tezin ilk 7 sayfasının bazı bölümlerinde, kaynak belirtilmeden özne veya yüklem değiştirilerek doğrudan kopyalayapıştır yapılarak intihal yapıldığı belirtildi. Tezin ilerleyen bölümlerinde ise tırnak kullanılmasına rağmen kaynak belirtilmemesi, uluslararası APA, MLA, Chicago gibi alıntı formatlarına uymuyor.Halihazırda Türkiye’deki tezlerde genel olarak kabul edilen benzerlik (intihal raporu) oranı yüzde 20. Bu açıdan bakıldığında tezin kendisi zaten özgünlük kriterini taşımıyor. Öğüt’ün yüksek lisans tezindeki intihali iddia olarak gündeme getirilmişti. Öğüt, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’a yeni tez jürisini şikâyet etmişti. WikiLeaks’in sızdırdığı maillere göre Öğüt, “Berat Abi” diye hitap ettiği Albayrak’a tezini inceleyen jürinin kendisini bırakmasını bir “mason” komplosu olarak nitelendirmişti.Konu ile ilgili bilgileri sormak için ulaşmaya çalıştığımız Öğüt, sorularımızı yanıtsız bıraktı. Öğüt’ün yüksek lisans tezi tartışma yaratırken, yeni kurulan Boğaziçi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne dekanı olarak atanacağı belirtilen Selami Kuran’ın, teze nasıl onay verdiği merak konusu oldu. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün tezlere ilişkin orjinallik raporunda “Benzerlik oranı yüzde 30’u geçmemelidir” maddesi yer alıyor. Raporda ayrıca, bu oranların üzerinde çıkan tezlerin belirtilen oranlar sağlanana kadar tez savunmasına alınmayacağı belirtiliyor.ÇİFTE PARTİLİ!Kuran’ın da Bulu gibi siyasi yaşantısıyla tartışmalı bir konuma sahip olduğu ortaya çıktı. Selami Kuran’ın, MHP MYK yedek üyeliğinin bulunmasının yanı sıra, 2015 genel seçimlerinde AKP’den İstanbul 3’üncü bölge milletvekilliği aday adaylığı listesinde yer aldığı belirtildi. Gizay ÇelikSendikalar, istihdamönlemlerinin‘nakdiücret’hariçdevamınıistiyor
Sendikalar, istihdam önlemlerinin ‘nakdi ücret’ hariç devamını istiyor Özellikle salgın nedeniyle kısa çalışma ödeneği kapsamına giren işçi sayısı artmaya devam ederken, iktidarın sürenin son kez mart sonuna kadar uzatıldığını açıklaması bu konudaki tartışmaları alevlendirdi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın önceki gün yaptığı “Kısa çalışma ödeneğinin süresini son defa olarak mart ayı sonuna, asgari ücretteki artış miktarı kadar yükselttiğimiz nakdi ücret desteğinin süresini de 17 Mart’a kadar uzattık” açıklamasını değerlendiren DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, salgın devam ettiği sürece ekonomik etkilerinin de devam edeceğine dikkat çekti.KOLAYLAŞTIRILMALIİşten çıkarma yasağı ile kısa çalışma ödeneğinin devam etmesi gerektiğini belirten Çerkezoğlu, şunları söyledi:“Pandemi devam ettiği sürece işten çıkarma yasağı da bütün istisnalar kaldırılarak devam etmeli. Ücretsiz izin dayatmasına da son verilmeli. Ücretsiz izindeki işçiye işsizlik fonundan nakdi ücret desteği olarak günlük sadece 47 TL veriliyor. Büyük mağduriyetler yaratıyor. Kısa çalışmanın da pandemi devam ettiği sürece yasal olarak devam etmesi gerektiği açık. Ancak kısa çalışmadan yararlanma koşullarının kolaylaştırılması, herkesin yararlanabilmesi, en düşük kısa çalışma ödeneğinin de en az asgari ücret olması gerekiyor.”Öte yandan “kısa çalışma” ve “ücretsiz izin” kapsamında olan işçilerin, bu nedenle emeklilik primlerinin ödenmemesi de bir başka sorun. Bunların kim tarafından karşılanacağı konusunda hükümet sessiz. Geriye dönük borçlanma çıkarılması halinde ise zaten zor durumda olan işçiye yeni bir yük daha gelmiş olacak.KOD 29 FIRSATÇILIĞIDİSK Başkanı Çerkezoğlu ayrıca, Kod 29’a dikkat çekerek işten çıkarma yasağındaki istisnaların mutlaka kaldırılması gerektiğini, suiistimal edildiğini vurguladı. İşverenler tarafından son dönemde sıklıkla kullanılan Kod 29, işten çıkarma yasağının istisnası kapsamında olan “ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranış” gerekçesinin kullanımı anlamına geliyor. İşçi haklılığını ispat etmek için yargı yoluna başvursa da mahkemeler yaklaşık 2 yıl sürüyor. Bu sürede işçi hem tazminatsız olarak işten atılmış oluyor hem Kod 29 gerekçesi gösterildiği için başka bir yerde iş bulabilmesi de çok zor hale geliyor. Mustafa ÇakırYüzlerce sanatçı, müzik tarihindeki en genişkatılımlıbildiriye imza attı
Yüzlerce sanatçı, müzik tarihindeki en geniş katılımlı bildiriye imza attı Müzisyenlerden Boğaziçi Üniversitesi direnişine destek geldi: "Özerk ve demokratik üniversitenin savunucusu olacağız." “Hayatın her alanında özgürlükleri ve evrensel insan haklarını savunan, her türden ayrımcılığa karşı duran müzik ve sahne emekçileriyiz” diyen müzisyenler, bir mesaj yayımlayarak Boğaziçili öğrencilere destek oldu. Toplam 252 isim ve grup metni imzaladı.‘ELİNİZİ ÜNİVERSİTELERDEN ÇEKİN!’İmza atan isimler arasında Zülfü Livaneli, Sabahat Akkiraz, Hüseyin Turan, Belkıs Akkale, Edip Akbayram, Arif Sağ, Erkan Oğur gibi usta sanatçıların yanı sıra Gaye Su Akyol, Kalben, Mehtap Meral, Sıla Gençoğlu gibi yeni jenerasyon isimler de bulunuyor. Yanı sıra Moğollar, mor ve ötesi, Gündoğarken, Bulutsuzluk Özlemi, Redd, Mozaik, Ezginin Günlüğü gibi gruplar da metne imza verenler arasında.Müzisyenlerin açıklaması ise şöyle: “Biz aşağıda imzası bulunan müzisyenler; hayatın her alanında özgürlükleri ve evrensel insan haklarını savunan, her türden ayrımcılığa karşı duran müzik ve sahne emekçileriyiz.Bu anlamda; özerk üniversiteleri, demokratik değerlere bağlı akademisyenleri ve uğradıkları haksızlıklara karşı anayasa ile güvenceye alınmış ‘haklı’ itirazlarını dile getiren değerli öğrencileri sahipleniyoruz.Hiçbir siyasi gücün, her ne sebeple olursa olsun üniversiteleri, akademisyenleri ve öğrencileri ötekileştirdiği, kendi fikrince dizayn etmeye çalıştığı yöntemlerini kabul etmiyoruz.Siyasi otorite, elini üniversitelerden, akademisyenlerden ve değerli öğrencilerden derhal çekmelidir.Tüm kamuoyuna bildiririz ki: Başta Boğaziçi Üniversiteliler olmak üzere baskılara direnen tüm üniversitelilerin yanında duracakve ‘Özerk ve Demokratik Üniversite’nin her zaman savunucusu olacağız!”İMZA ATAN İSİMLER ŞÖYLE:Adamlar, Ahmet Güvenç, Ahmet Özgül, Akın Eldes, Ali Ağrı, Ali Asker, Ali Kocatepe, Alper Yılmaz , Anıl Eraslan, Anıl Şallıel, Arel Koray Nalbant (Vera), Arif Sağ, Aslı Gökyokuş, Atila Taş, Attila Atasoy, Aydın Karabulut, Aydın Yagan, Aykut Gürel, Aylin Aslım, Aysun Kocatepe, Aysun Sökmen, Ayşe Tütüncü, Ayşenur Kolivar, Aytekin Ataş, Baba Zula, Babetna, Bahr, Banu Kanıbelli, Banu Kırbağ, Barış Ertürk, Batu Mutlugil, Belkıs Akkale, Bengü Berker, Berke Açabey (Yol Project), Birol Topaloğlu, Birsen Tezer, Bora Duran, Burhan Hasdemir, Burhan Şeşen (Gündoğarken), Bülent Ortaçgil, Bülent Şakrak, Cahit Berkay, Can Güngör, Canberk Karademir (Vera), Cem Adrian, Cem Akgün, Cem Aksel, Cem Öget, Cengiz Baltepe, Cenk Erdoğan, Cenk Ünnü (Pentagram), Ceyda Özbaşarel, Ceyhun Demir, Ceylan Ertem, Çağatay Çoker, Çağıl Kaya, Çağrı Erdem, Çamur, Defjen, Demet Sağıroğlu, Dengin Ceyhan, Deniz Ağan, Deniz Güngören, Deniz Özbey, Akyüz (Vega), Deniz Yılmaz, Derya Köroğlu, Diler Özer, Doğan Canku, Doğan Duru (Redd), Doruk Okuyucu, Duman, Dünyacan Yılmaz (Vera), Edip Akbayram, Ediz Hafızoğlu, Ege, Elif Çağlar Muslu, Emrah Karaca, Emre Tankal, Erdal Erzincan, Erdal Güney, Erdem Göymen, Erdoğan Emir, Erkan Oğur, Erkut Demiroyan, Eskiz, Esra Kayıkçı, Esra Üçcan, Evrim Özşuca, Ezel Akay (Mozaik), Ezgi Aktan, Ezginin Günlüğü, Ezhel, Feridun Düzağaç, Fırat Tanış, Flört, Fuat Ergin, Gaye Su Akyol, Gevende, Gökhan Özoğuz (Athena), Gökhan Şeşen (Gündoğarken), Gözde Öney, Gulê Mayêra, Gülce Duru, Güntaç Özdemir, Gürtuğ Gök, Güvenç Dağüstün, Hakan Özoğuz (Athena), Hakan Vreskala, Hakkı Erkal Öztürk, Hami Barutçu, Hayko Cepkin, Helak, Helin Erenler, Hikmet Akçiçek, Hivda Gökel, Hüseyin Güneş, Hüseyin Kurtulmaz, Hüseyin Turan, Hüsnü Arkan, Ilgıt Dağüstün, İlkay Akkaya, İlknur Yakupoğlu, Jehan Barbur, Kaan Öztürk, Kadri Karagöz, Kalben, Kemal Kahraman, Kemal Küçükbakkal, Keremcem, Kutsal Evcimen, Kül, Lalalar, Leman Sam, Levent Bursalı, Mahmut Çınar, Masis Aram Gözek, Mavi, Maviş Güneşer, Mazlum Çimen, Mehmet Demirdelen, Mehmet Gümüş, Mehtap Meral, Melek, Melis Danişmend, Melis Sökmen, Meriç Demirkol, Merih Aşkın, Mert Alkaya (Bulutsuzluk Özlemi), Mertcan Bilgin, Mertol Şalt, Merve Salgar, Metin Kahraman, Moğollar, mor ve ötesi, Mozaik, Muammer Ketencoğlu, Muharrem Temiz, Murat İlkan (Pentagram), Musa Baki, Musa Eroğlu, Mustafa Özaslan, Mustafa Şarbak (Vera), Mücahit Göker, Müge Çakarlı, Nadir Göktürk, Nejat Yavaşoğulları (Bulutsuzluk Özlemi), Nida Ateş, Nihal Saruhanlı, Nilipek, Nisan Ak, Niyazi Koyuncu, Nur Yoldaş, Nurettin Güleç, Nusaibin, Ogün Sanlısoy, Oğuz Aksaç, Onok Bozkurt, Onur Akın, Onur Çalışkan, Onur Yusufoğlu, Orçun Açabey (Yol Project), Orçun Sünear (Sattas), Ozan Çoban, Ozan Erkan, Ozan Tügen, Ozan Yagan, Özge Fışkın, Özlem Olgun, Özün Usta, Pamela Spence, Peyk, Redd, Sabahat Akkiraz, Sadık Gürbüz, Sait Bakşi, Saki Çimen, Saruhan Erim (Mozaik), Sedef Erçetin, Selçuk Balcı, Selda Öztürk, Selen Gülün, Serdar Keskin, Serhat Ersöz, Serhat Raşa, Sevinç Eratalay, She Past Away, Sıla Gençoğlu, Sıla Gerbağa, Sibel Köse, Sibil, Silver Kesici, Simge Pınar, Sinan Altıparmak, Siney Yılmaz, Son Feci Bisiklet, Soner Olgun, Suavi, Şanışer, Şehrazat, Şenay Lambaoğlu, Şevket Akıncı, Şevval Sam, Tamer Temel, Taner Öngür, Tarkan Gözübüyük (Pentagram), Tarık Aslan, Tevfik Fikret Tufan, Timuçin Gürer (Mozaik), Tolga Çandar, Tolga Sağ, Tolga Tüzün, Tuna Kiremitçi, Tuncer Duman,Turgut Alp Bekoğlu, Ufuk Beydemir, Ülkü Aybala Sunat, Ümit Olgun ve Paryalar, Vedat Sakman, Vedat Yıldırım, Volkan İncüvez, Volkan Yagan, Yaren Eren Budak, Yasemin Mori, Yaşar, Yaşar Kurt, Yeşim Salkım, Yılmaz Sütçü, Yonca Lodi, Yusuf Deniz, Zeki Açabey (Yol Project), Zeynep Casalini, Zeynep Kılıç, Zeynep Özyılmazel, Zülfü Livaneli. cumhuriyet.com.trOyuncu OnurÜnsal: 'Yemediğimiz hakaret kalmadı'
Oyuncu Onur Ünsal: 'Yemediğimiz hakaret kalmadı' Onur Ünsal şu sıralar çevrimiçi olarak izleyiciyle buluşan yeni oyunu “Babamı Kim Öldürdü” ile izleyici karşısında. Ünsal ile güncel meseleleri de sıcak bir şekilde ele alan oyun vesilesiyle bir söyleşi yaptık. Ünsal “eşitlik ve özgürlük kolayca öğrenilip savunulan şeyler değil” diyor. Moda Sahnesi’nin pandemi döneminde “Sahneden Canlı” konseptiyle izleyiciyle çevrimiçi olarak buluşturduğu, yönetmenliğini Kemal Aydoğan’ın yaptığı “Babamı Kim Öldürdü” adlı tek kişilik oyunda rol alan Onur Ünsal ile hem sahnede ve tiyatroda yalnızlığı konuştuk hem de oynadığı oyun üzerinden Türkiye’deki hayatı, bir anlamda buradaki yalnızlığımızı... Fransız yazar Edouard Louis’nin yazdığı bir hayli zor ve bir oyuncu için meydan okuyucu bir metin olan “Babamı Kim Öldürdü” babasının ardından onunla yüzleşen bir oğulun iç hesaplaşması olduğu kadar, yaşadığı ülkedeki sistemle de hesabını kesen bir isyankârın sahnedeki infilakı adeta.- Sahnede tek başına oynayan bir oyuncu boş bir salonda o yalnızlığı daha da derinden hissediyor mudur acaba? Ne diyorsun?Moda Sahnesi’nde çalıştığım sürede kendimi hiçbir zaman yalnız hissetmedim, burası ekibiyle, seyircisiyle etkileşimi bol bir yer. korona dönemindeki sahneden naklen yayınlarında da bu geçerli, tüm ekip yine orada ve yine aynı heyecanda. Oyunun finali itibarıyla hüzünlendiğim doğru, ancak seyirciler sosyal medyadan da bizi hiç yalnız bırakmıyorlar. Yalnızlıktan çok melankoliye benzer bir his: sanki dünyanın sonu gelmiş de biz bir avuç insan bir şeyler yapmaya çalışıyormuşuz gibi.ETKİLENMEMEK MÜMKÜN DEĞİL- “Babamı Kim Öldürdü” romanının (Türkiye’de Can Yayınları tarafından basıldı) yazarı Edouard Louis çok genç yaşta adını duyurmuş ve bugün Fransız edebiyatı içinde kendine şimdiden sağlam bir yer edinmiş bir yazar. Bir özelliği de solculuğu ve muhalif kimliği. Onun bu yanları yakın geldi mi sana?Buna dürüstlük adına hayır demeliyim, çünkü ben orta sınıf, kolejde ve Anadolu lisesinde okumuş, İzmirli ve ailesinden çoğu zaman destek görmüş, tiyatrocu olana kadar pek parasızlık görmemiş biriyim. Kalbi olan hiç kimsenin bu eserleri okuyup ya da dinleyip etkilenmemesi mümkün değil, ayrıca tiyatroyla profesyonel olarak ilgilenmeye başladığımdan beri hem felsefi hem sosyolojik hem sanatsal olarak bu sorunlarla (yoksulluk, sınıf ayrımı, ayrımcılık, faşizm) çokça hemhal olduk. Zaten Edouard’ın da en fazla istediği şey bu problemlerin görünür olması, benim hayatım da işe yaramış görünüyor. Ayrıca kendime solcu diyecek cesareti hiçbir zaman bulamadım. Eşitlik ve özgürlük kolayca öğrenilip savunulan şeyler değil, insanda bir olgunluk gerektirir, maceram devam ediyor.AŞIRI ZENGİNLEŞENLER- Edouard Louis bir yandan da eşcinselliğini gizlemeyen ve bunu ifade eden bir yazar. Otobiyografik bir yanı var yazdıklarının ve güncel politikayı da hiçbir zaman göz ardı etmiyor. Bu anlamda Babamı Kim Öldürdü Türkiye’deki izleyiciye neler söylüyor?“Eşcinsel nefreti = yoksulluk”. Bu, Edouard Louis’nin kurduğu en düşünülmüş cümle; üzerine en fazla düşünüp en az kelimeyle ifade edebildiği bir net bir cümle. Başta eşcinsellik olmak üzere her türlü ayrımcılığın yoksullukla büyük bir alışveriş içinde olduğunu müthiş ifade ediyor. 21.yüzyılda olmamıza rağmen, sürdürdükleri yoksul ve kötü hayatın sebebini hâlâ bilmeyenlere sunduğu bir hizmet bu. En baştaki cümleyi daha iyi anlamak için Edouard’ın ilk romanı (Eddy’nin Sonu)’nu okuyabilirsiniz; o zaman Türkiye’de eşcinsel nefretinin ve faşizmin neden sürekli pompalandığını; devletin sadece suç dağıtan bir organ haline gelip, ancak yoksulluk, öfke ve geleceksiz bir geçmiş vaat edebilmesiyle bağını çok daha iyi anlarsınız. Bu arada yoksulluk derken, birilerinin de aşırı zenginleştiğini unutmayalım.KRONOLOJİ KARMAŞASI- Oyuncu olarak senin için bu metnin zorlukları, meydan okumaları neler oldu?Yıl kronolojisi yerine, duygu ve fikir kronolojisiyle yazıyor olması, dolayısıyla yaştan yaşa atlamış gibi görünse de çok muntazam bir kompozisyonunun olmasını çok sevdik. Bunu seyirciye aktarırkenken de bizim ilk yaşadığımız kronoloji karmaşasını seyirci yaşamasın istedik. Bizi en çok zorlayan yerlerden biri bu oldu diyebilirim. Benden küçük birinin biyografisini sahnede benmişim gibi yaşayıp aktarmada birtakım sorularım oldu; ben bu işin neresindeyim, aktarıcısı mıyım, devrimcisi miyim, oyuncusu muydum... Edouard’ı mı taklit ediyorum gibi sorularım oldu, bu oynama tavrıyla çok ilgiliydi, bazılarını çözdük galiba. Edouard’ın yazdığı şeylere içlenmek ve tiyatroyu açamıyor olacağımız bilgisiyle prova yapmayı saymıyorum.AFRİKA’YA BAKIP ‘BİZDE SU YOK’ DEMEK- Geçenlerde Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan olaylar sonrası tutuklanan gençlerle ilgili sosyal medyadan tepkini dile getirdin. LBGTİ bireylerin ülkemizde sapkın olarak görülmesini nasıl karşılıyorsun?Sanırım söylemek istedikleri kelime sapkın değil, sapık; sapkın kelimesinin ne kadar pozitif şeyler çağrıştıran bir kelime olduğunu anlattılar ve benim de çok hoşuma gitti. Düşündüm, sizin de düşünmenizi isterim. Ama kastettikleri hakareti benim birçok yakından tanıyıp sevdiğim insanlara, iş arkadaşlarıma, ailemdeki kimi insanlara etmiş oluyorlar. Bu pek çoğumuz için böyle. Ne hissetmemiz bekleniyor ki? Gerçekten yemediğimiz hakaret kalmadı.- Pandemi dönemi tiyatrolar için bir hayli zor geçiyor. Bu kadar zor olması gerekiyor muydu gerçekten, bir şeyler yapılamaz mıydı?Ankapark’ın 750 milyon dolara batırıldığı söyleniyor, bu sadece Ankapark. 3-5 tiyatro sahibi kişi, bırakın o tiyatroların masrafını çıkartmayı ev kirası bile veremiyor. Bu Afrika’ya bakıp “İnanın bizde de su yok” demek gibi bir şey. Emrah Kolukısa