Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Thursday, 07.24.2025, 04:18 AM (GMT)

News - Haberler

Filarmoni Derneği 75 yaşında!

Filarmoni Derneği 75 yaşında! figure > İstanbul Filarmoni Oda Orkestrası’nın şef Cem Mansur yönetiminde vereceği konser yarın çevrimiçi olarak yayımlanacak. İstanbul Filarmoni Derneği (İFD) 75. kuruluş yılını, öncülerinden büyük besteci, piyanist ve pedagog, İstanbul Şehir Orkestrası’nın kurucu şefi Cemal Reşit Rey’in (CRR) (1904-1985) adını taşıyan konser salonunda seyircisiz kutluyor. İstanbul Filarmoni Oda Orkestrası’nın şef Cem Mansur yönetiminde yarın vereceği, çevrimiçi izlenecek 75. yıl konserinde keman virtüözü Cihat Aşkın ve besteci, piyanist Aydın Karlıbel solist olarak yer alıyor.AŞKIN’A ‘ONUR ÖDÜLÜ’Aynı gün saat 20.00’de yayımlanacak olan program öncesinde konserler, konferanslar ve kurslar düzenleyerek müzik kültürümüzü geliştiren derneğin tarihçesi anlatılacak ve İFD Başkanı Atilla Tuna, “Onur Ödülü”nü dernek üyesi ve önceki başkan yardımcılarından (2016- 2018) Cihat Aşkın’a sunacak. Ardından Cemal Bey’in eserlerine daima konserlerinde yer veren, piyano uyarlamalarını yapan vefakâr öğrencisi Aydın Karlıbel, hocasının müzik tarihimizdeki önemini açıklayan bir konuşma yapacak.Konserin ilk bölümünde Aydın Karlıbel’in çalacağı C. Czerny (1791-1857), “Rondeau National Turque Op.192” ile başlayacak ve gene solo piyano olarak Cemal Reşit Rey’in Zeybek Operası’ndan “Intermezzo”, Çelebi Operası’ndan “İndim Yârin Bahçesine” türküleri ve Anadolu halk türkülerinden “Osman Paşa” seslendirilecek. Karlıbel, hocasının keman piyano ikilisi için bestelediği “Manisa Zeybeği”ni ise Cihat Aşkın ile birlikte çalacak.İkinci bölümünde İFD’nin genç müzisyenlere destek amacıyla oluşturduğu oda orkestrası eşliğinde Cihat Aşkın, Cemal Reşit Rey’in “Andante” ve “Allegro” başlıklı iki eseri seslendirecek. İFD’nin 75. yıl konseri yayımlandığı andan itibaren 1 hafta boyunca şu link’ten izlenebilecek: https://www.youtube.com/channel/UCcB4Qim__HcOKEvmQawHLGQ/featured1945’TEN GÜNÜMÜZE...İFD, 1945 yılında çoksesli müziği yaygınlaştırmak, müzikolojik araştırmalar yapmak, şehir orkestrası ve sanatçılara destek olmak, bestecileri teşvik etmek amacıyla kuruldu. Afif Tektaş, Nadir Nadi ve Cemal Reşit Rey’in öncülük yaptığı girişimler kentin ileri gelenlerini de içerisine alarak genişledi.Cemal Bey gibi önemli bir figürün derneğin sanatsal faaliyetlerini üstlenmesi derneğe hız kazandırdı. İstanbul Valisi ve belediye başkanlarından Lütfi Kırdar, açık hava tiyatrosu ve opera binasının yapılmasını sağladı.Dernek, şehir orkestrası ile birlikte Saray Sineması’nda düzenli konserler verdi. Franko Konser Bürosu vasıtası ile yurtdışından Prihoda, Thibaud, Menuhin, Ricci, Oistrakh, Abbado, Boulanger, Kempff, Fournier, Rodrigo ve Britten gibi 20. yüzyılın en büyük sanatçılarının Türkiye’ye gelmesine ön ayak oldu. Gülçin Gülan

‘Kol saati’yerine Atatürk heykeli

‘Kol saati’ yerine Atatürk heykeli figure > Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin yıldönümünde geleneksel Atatürk koşusu yapılamadı ama Genelkurmay Kavşağı’ndaki tartışma yaratan saat heykeli yerine Ata’nın “Kızılca Gün” adı verilen anıtı yerleştiriliyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 101. yıldönümünde, “27 Aralık 1919 Kızılca Gün Anıtı”nın açılışını yapacak. 10 metre yüksekliğindeki anıt, Genelkurmay Kavşağı’nda, eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in yaptırdığı, tartışmalara konu olan “kol saati” heykelinin yerine yerleştirilecek.Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, 6 Ekim 2019’da, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Ankara Büyükşehir eski Belediye Başkanı Melih Gökçek döneminde yaptırılan ve Ekonomi eski Bakanı Zafer Çağlayan’ın, “17-25 Aralık yolsuzluk operasyonuyla” gündeme gelen 700 bin dolarlık saatini çağrıştırdığı için tartışmalara konu olan “kol saati” heykelinin yerine, Atatürk’ün Ankara’ya gelişini temsil eden bir anıt yapılacağını duyurmuştu. Yavaş’ın açıklamasının ardından yeni heykel için çalışmalar başladı. Heykeltraş Aslan Başpınar’a sipariş verilen heykelin maliyeti Ankara Sanayi Odası 2. Organize Sanayi Bölgesi tarafından kaşılandı. Tasarımını ise Ankara Kulübü Derneği yaptı. Heykelin açılış töreni salgın nedeniyle temsili yapılacak ama açılışa Yavaş da katılacak.İLK KADIN MUHTAR DA ANITTAAslan Başpınar tarafından, yaklaşık 10 metre yüksekliğe ve 4,5 metre ene sahip cam elyaf takviyeli polyester malzemeden yapılan anıt, 17 figür ve bir rölyeften oluşuyor. Anıta verilen isim olan “Kızılca Gün”, Oğuz töresine göre bir devletin yıkılıp, yeni bir devletin kurulduğu ve yeni liderin seçildiği gün olarak biliniyor. Anıtın kademeli mimari formu 16 Türk devletini, anıttaki ay-yıldız ise Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ediyor. Anıtta, Atatürk başta olmak üzere, dönemin Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi, Ankara Vali Vekili Yahya Galip, Müderris Beynamlı Hoca Mustafa Efendi ve ilk kadın muhtar Satı Kadın yer alıyor. Ana figürlerin etrafında ise Ankara’nın yiğit Seymenleri, Bacı erenleri, gençler ve çocuklar ile Milli Mücadele’ye inanmış Ankaralılar bulunuyor. Başkentin yeni sembollerinden biri olacak anıt, aynı zamanda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük medeniyet ve imparatorluklar kurmuş Türk milletinin devletsiz kalamayacağı fikrini ve tarihsel kültürel birikimini de sembolize ediyor.‘VAROLUŞ DESTANI YAZILDI’Ankara Kent Konseyi (AKK) Başkanı Halil İbrahim Yılmaz, Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 101. yıldönümü nedeniyle yaptığı açıklamada, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Atatürk’ün Amasya, Erzurum ve Sivas kongrelerinin ardından illerden gelecek temsilcileri güvenli bir bölgede toplamak için Ankara’ya geldiğini anlattı. Yılmaz, “İşte bu kritik eşikte geçmişten bugüne birçok medeniyete ev sahipliği yapan Ankara, Mustafa Kemal Paşa ve milletin temsilcilerine maddi ve manevi her türlü desteği vermek için kucak açtı” dedi. Ankara’nın binlerce yıllık tarihinden getirdiği sorumluluğuyla Milli Mücadele’nin karargâhı olmayı hak ettiğini kaydeden Yılmaz, “Anadolu’nun ortasında, kendi kaderine terk edilmiş, unutulmuş bir bozkır şehrinde, bir milletin yeniden varoluş destanı yazıldı” dedi. Yılmaz, bu sene koronavirüs salgını nedeniyle meydanlarda, caddelerde kutlama yapamadıklarını ancak Organize Sanayi Bölgeleri’nin katkılarıyla Genelkurmay Kavşağı’na anıtını kazandırmış olmaktan gurur duyduklarını ifade etti. Yılmaz, “Ankara’nın tarihinde hiçbir olay Atatürk’ün 27 Aralık günü Ankara’ya gelişinde yaşananlar kadar milletin içinden, kalbinden, ruhundan doğmamıştır. Salgın bittiğinde Ankaralıların bayramı 27 Aralık gününü en güzel şekilde yeniden kutlamak istiyoruz” dileğini ekledi.  cumhuriyet.com.tr

Kristal Berraklığı’nın göz alan güzeli

Kristal Berraklığı’nın göz alan güzeli figure > Şu fotoğraflarda gördüğünüz onikslerin renkleri çok güzel değil mi? Hele büyüteçle baktığınızda içi başka parlıyor dışı başka, doğa ne harikalar yaratıyor! Ben çok severim böyle mor renkli doğal taşları, ametistleri! Ametistten farklılar sanki parlaklıkları farklı, derken Pera Müzesi’nde yeni açılan “Kristal Berraklığı” sergisinde Kıymet Daştan’ın standı önünde takılıp kaldım, ayrılamıyorum. Önce işin adı sandım ama hayır sanatçının adı, Daştan. Taşa bakıyorum ya. Birazdan kendisi de geliyor ve uzun uzun eserini anlatıyor, anlattıkça gözlerimiz hayretle açılıyor! Ametisti andıran mor kuvars görünümlü maddeler aslında eski CD’lermiş! Mimar Sinan Güzel Sanatlar Heykel Bölümü’nü birincilikle bitiren sanatçı Beyrut’ta bir süre kalıp oradaki müzelerde yaptığı incelemelerden esinlenmiş, araştırmaları, denemeleri derken bu çalışmayı gerçekleştirmiş. Değişik materyallerin yüksek ısıda erimesinden ortaya çıkan formların ışığı farklı biçimlerde yansıtması ve ilginç görünümleri ona geniş bir çalışma olanağı vermiş. Önlerine birer de lup koyarak bu görsel şölene davet ediyor izleyiciyi. Tabii serginin konseptiyle ilgili olarak felsefi pek çok şey anlatılıyor ama gözün gördüğüne daha ne eklemeli? Güzel, hayallere salıyor, merak uyandırıyor, göz kırpıyor. Serginin adına da pek uygun düşüyor!  Yazgülü Aldoğan

Sevilen ikili HedonutopIa 5. albümünüyayımladı:‘Hâlâpişiyoruz’

Sevilen ikili HedonutopIa 5. albümünü yayımladı: ‘Hâlâ pişiyoruz’ figure > Elektronik ritimler, melankolik melodi, çok uzaklardan ve derinden geliyormuş gibi bir vokal... Fırat Külçek ve Kerem Feyzi tarafından 2008’de İzmir’de kurulan Hedonutopia, 7 sene boyunca her yıl bir albüm diyerek çıktıkları yolda 5. albümlerini yayımladı. Üstelik, “Beyaz Durak” isimli albüm salgın nedeniyle karantina sürecinde evde kaydedildi. Teklilerin daha ön planda olduğu müzik sektöründe müzikseverlere her yıl albüm hediye eden ikiliyle konuştuk. Grup karantinada ürettikleri albüm sürecini şu sözlerle anlatıyor: “Karantina süreci başladığında Beyaz Durak’ın demolarını çalışıyorduk. Baktık evdeyiz ve her şey durmuş durumda, kendimiz neden kaydetmeyelim dedik ve albümü kaydetmeye başladık. Tabii ki herkes gibi iç hesaplaşmalarımız oldu ama üretime yönelmek iç huzurumuzu da dengeledi diyebiliriz.”Bu albüm öncekilerine nazaran sözleriyle ön planda. Nasıl ortaya çıktı? Beyaz Durak, Burhaniye Ören’deki bir otobüs durağı, Fırat’ı çocukluğundan beri çok etkilemiş bir yerdir. Yöre halkı bilir o durağı. O durakta beklemişliğimiz de çoktur, fırtınadan yağmurdan sığınmışlığımız da. Yarı ev gibi taştan bir durak. Bu albümde bir bakıma o bölgeyle olan defteri de dürüyoruz; gençliğimizden İstanbul’a kadar olan bir defter bu. Sözlere gelince, genelde sözler anlaşılmıyor gibi bir algı hep var bizde. Aslında bu dinleyicilerimize bıraktığımız oyun alanları. Bu albümde biraz da buyrun sözleri belli olan parçalarımız da var demek istedik...‘UZAKTAN AMA KOLEKTİF’Bir söyleşinizde bu albümün en güçlü albümünüz olduğunu düşündüğünüzü söylemişsiniz?Beşinci albümümüz “Beyaz Durak” prodüktörsüz salt kendi beğenimize ve içimize sinmesine özen göstererek evimizde kaydettiğimiz ilk albümümüz. Komşumuz, dostumuz ve aynı zamanda ses mühendisimiz Cansın Dugan’ın mix ve masteringini göğüslediği, pandemi armağanı niteliğinde bir albüm oldu. Yatak süngerleriyle yalıttığımız kör odamızdaki vokal kayıtları, salona kurduğumuz elektronik davul ile ritim denemeleri ve heyecanla Cansın’a ulaştırdığımız demolar ile keyifli bir süreç yaşadık. Taner Yücel okulundan öğrendiklerimizle, yıllar sonra ilk albümdeki gibi deneyselliği ve bilinmezliği hissettik.Kapak görseli için Cihan Gülbüdak’ın terasında Nazlı Erdemirel bizi ve dolunayı fotoğraflarken, Yankı Karaca Burhaniye’de beyaz durağı çekti. Ressam dostumuz Enis Malik Duran dijital ortamda kapağı oluşturdu. “Bırak Gideyim” ve “Harika”nın kliplerini Sevinj Yusifova ve Kutay Akyürek ile çekerken çocuklar gibi şendik. Her şarkı için oluşturdukları videolar da ayrıca gönlümüzü çeldi. “Meteor” klibinde Dokuzsekiz Müzik’ten Kaan Açıkgöz ve ekibi animasyon yeteneklerini konuşturdular.Bütün bu emekler, dostça, samimiyetle ve herkesin yaptığı işi gönülden sahiplenmesiyle sabahlara kadar çalışılarak gerçekleşti. Bu nedenle özel bir albüm. Salgınla birlikte içinden geçmekte olunduğu zor süreçle ilgili ne söylemek istersiniz? Belirsizlikle baş etmek güç olabiliyor. Ülkemizde sosyal devlet mekanizması tam olarak oturmadığı için çareler bireysel düzlemdeki yetersizliklerde kalıyor. Pandemiyi sağlıkla atlatıp tekrar konserlere başlamayı heyecanla bekliyoruz. cumhuriyet.com.tr

Vitrindeki Albümler

Vitrindeki Albümler figure > Hip-hop ve rap müziğimizin asosyal çocuğu Ağaçkakan (Burkay Yalnız), yıl içinde bir şarkısını internet âlemine salmıştı ama şimdi 22 şarkıdan oluşan yeni albümü “Kendiliğinden”i ikram ediyor. Şahsi hikâyelerini alışılmadık, gündelik hayatta pek karşımıza çıkmayan sözcük ve ifadelerle çarpıcı biçimde dile getiren Ağaçkakan, 2017 tarihli ilk albümü “A Naşkvit”te olduğu üzere burada da hip-hop dünyamızın sözlüğünü kalınlaştırmayı sürdürüyor. Ancak “Kendiliğinden” albümünün bazı farkları da yok değil; ilk albümü tek başına prodükte etmiş, düzenlemelerini yapmıştı Ağaçkakan, ama yenisinin prodüksiyon imzaları, aynı zamanda bu albümdeki beatlerin de sahibi olan yol arkadaşları Emiladem ile Golem. Yanı sıra birer şarkıdaki konukları Nilipek ile Can Güngör.  /Archive/2020/12/26/222825789-vitrin1-kulturmaxnrk.jpgAğaçkakan ‘Kendiliğinden’ (Sony Music)İlkine göre daha ağır bir elektronik sound var burada; doksanların ambient, indie, tekno ve break-beat etkileri taşıyan. Atmosferi ağır ve katmanlı. Yüksek bir heyecanla konsantrasyon ile hızlıca hayata geçirildiği belli. Mutlaka not düşülmeli; edebiyat referansları da çok kuvvetli. Kalabalıktaki yalnız adam yine çok uzakta pozisyon almış. Bu münasebetle ticari tarafı çokça gözetilmiş, modaya uygun hazırlanmış bir albüm değil “Kendiliğinden”. /Archive/2020/12/26/222826148-vitrin2-kulturmaxnrk.jpgFarazi & Sorgu ‘Anti-Kahraman: 90 Nesli’ (Deadly Habits Music / Venus Music / Below System Records)90BPM sadece müzikal bir oluşum değil, aynı zamanda camianın belli başlı isimlerini çatısı altında toplayan bir stüdyoydu. Farazi (Burak Demir) ve Sorgu (Hüseyin Eski) bu üretken ekibin parçasıydı. Zamanla çatı uçtu ama ikilinin dostlukları sürdü, üretim bandı hep döndü. Hip-hop sülalemizin orta kuşağından gelen bu iki iyi müzisyen, sahip oldukları kaliteyi “Anti-Kahraman: 90 Nesli” adlı yeni albümlerinde derinden hissettiriyor. İkili 10 yıllık geçmişlerinde muhtelif parçalar yapmış, 2013’te bir kısaçalar çıkarmışlardı. 12 şarkılık “Anti-Kahraman: 90 Nesli” nostaljik değil, adını doksanlar kuşağının müzikal anlayışından ve meselelerinden alıyor. Farazi’nin babasını Kent Fasıl - Sirtaki Taverna’da bir düğünde gösteren nefis kapak da bu içerikle örtüşüyor. Mista Brown, Ege Çubukçu, Da Poet, Naci Berktaş, Kamufle, Negatif, Savai, Kodes Kahra; eskisi gibi bugün de misafiri bol bir çalışma bu. Aslında buradaki parçalardan bazıları 90PBPM zamanında yapıldığı için albüm o dönemin son ürünü olarak da görülebilir. Doksanlarda büyükşehirde büyümüş insanların sorunlarına ilişkin muhasebeler toplamı niteliğindeki parça sözleri, yer yer kişisel, yer yer de toplumsal eleştiri tonları taşıyor. Sağlam albüm... Murat Beşer

Kasa arkasıbir toplum eleştirisi; 'Kasiyer'

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Kasa arkası bir toplum eleştirisi; 'Kasiyer' figure > Japon Edebiyatının yeni kuşak yazarlarından Sayaka Murata, bir kasiyerin hayatından yola çıkıp Japon toplumunun ataerkillikle kapitalizm arasına sıkışan çıkmazlarını irdeliyor. /Archive/2020/12/27/010907983-ic1.jpg Tokyo’da halen yarı zamanlı kasiyerlik yapan Japon yazar Sayaka Murata, bize çok iyi bildiği bir yerden sesleniyor: Bir marketin kasa arkasından. Kasiyer, 1979 doğumlu ödüllü yazarın onuncu romanı. Roman kahramanımız Keiko, geleneksel Japon toplumuna ayak uydurmayı becerememiş yani evde kalmış ve markette çalışan otuz altı yaşında bir kadındır. Bir gün çevresi tarafından garipsenmekten kurtulmak için kendisi gibi bekâr ve uyumsuz bir erkek olan Şiraha’yı evine alır. Onu kelimenin tam anlamıyla evcil bir hayvan gibi sahiplenir, çünkü Şiraha işsiz ve beş parasızdır. Üstelik çalışma ve toplum hayatına karışma gibi bir gayesi de yoktur.Yazar; Keiko ve onun ilişkileri aracılığıyla ataerkil zihniyeti ve kapitalist toplumun sahteliğini eleştirir. Bu anlamda romandaki yaşantının çoğunlukla markette geçmesi tesadüf değildir. Kahramanımız bir gün eve dönerken yolunu kaybeder ve marketi ıssız bir yerde karşısında buluverir. Aslında market bütün yapaylığı, saydamlığı ve tekdüzeliğiyle Keiko’nun kendisidir. Çünkü Keiko, çocukluğundan beri garip biri olduğuna inanmış/inandırılmış, çareyi de insanları taklit etmekte ve duygularına yabancılaşmakta bulmuştur. Öyle ki roman boyunca karakterin duygularından bahsettiğini görmeyiz. Zaten karakter duygulandığı zaman bile bunun neden olduğunu anlamaz ve okura da anlatamaz. /Archive/2020/12/27/010936139-kapak.jpgUyum sağlamamış, sağlamış gibi yapmış, bunu yaparken de kendi içini boşaltmıştır. Ta ki Şiraha ile karşılaşıncaya kadar... Şiraha da toplumun baskısından nasibini almıştır. Fakat Keiko’dan farklı olarak o sürekli isyan eder ve uyum gösteriyormuş gibi yapmayı reddeder. Fakat bu isyan da görünüştedir ve aslında nefret ettiği zihniyetin düşüncelerini ne kadar sahiplendiğini Keiko’yla olan iletişiminde görürüz. “Senin gibiler bakire bile olsa ikinci el sayılır... Erkek olduğum için ben bir nebze paçamı kurtarabilirim ama artık senin elinden hiçbir şey gelmez” der ve Keiko’nun evindeki penisli varlığının, toplum baskısının kesilmesi için gerekli olduğuna onu inandırır. Böylece Keiko ona bakmak için daha fazla çalışmaya, Şiraha da evin küvetinde parazit bir yaşam kurmaya başlar.Karakterin donuk anlatımı hikâyeyi yer yer kara komediye dönüştürse de karakterle bağ kurmamızı güçleştirdiğinden metni zayıflatan bir unsur olarak karşımıza çıkar. Nitekim Keiko’nun market yaşamı sayfalarca anlatılırken Keiko’nun ailesi, eski arkadaşları ve Şiraha ile olan ilişkilerine görece az yer ayrılmıştır. Karakterin birdenbire topluma daha fazla uyum sağlama çabasına neden girdiğini okur olarak anlamakta zorlanırız. Keiko’nun hayatını market raflarının önünden geçer gibi izler, tüketiriz. Belki de yazarın amaçladığı şey tam da budur.Kasiyer / Sayaka Murata / Çeviren: H. Can Erkin / Turkuvaz Kitap / 126 s. Sena Keskin

Beyniniz hakkında ne biliyorsunuz?

Beyniniz hakkında ne biliyorsunuz? figure > Özgür irade bir hayal midir? Hiçbir psikiyatrik bozukluğu olmaksınız vahşi cinayetler işleyen insanlar neden böyle davranırlar? Duygularımızın, yeni ortaya çıkan şaşırtıcı görevleri nelerdir? İnsanlık tarihinin, yaklaşık 100 yılda tamamlanan en önemli çalışması nedir? ‘Kafatasının içindeki karanlıkta yaşayan gizemli doku beyne’ dair merak ettikleriniz ve çok daha fazlası Nörolog Doktor Ece Balkuv’un, 14 Ağustos Cuma yayınlanacak “Beyniniz Hayatınızı Nasıl Şekillendirir?” (Müptela Yayınları) adlı kitabında. Zihnin dünyasını gözler önüne seren, klinik anekdotlarla geliştirilmiş kitap, insan doğasına ve beyninize farklı gözlerle bakmanızı sağlayacak. /Archive/2020/12/27/010611110-ic2.jpgMüptela Yayınları tarafından yayımlanan Nörolog Doktor Ece Balkuv’un “Beyniniz Hayatınızı Nasıl Şekillendirir?” isimli kitabı, 14 Ağustos Cuma günü raflarda.İnsan bilincinin gizemlerine ışık tutan kitap, Balkuv’un çalışmaları ve deneyimlerini anekdotlar şeklinde yazdığı eğlenceli üslubuyla okurun zihninde bilinmeyene kapılar açacak.Balkuv’un “Türkiye’deki ilk popüler nörobilim kitabı” diyerek altını çizdiği kitap, 12 bölümden oluşuyor ve 232 sayfa.Çalışmanın yanıt getirdiği başlıca sorular ise şöyle:Beynin, kişiliğimizi, bilincimizi, ruhumuzu oluşturduğu gerçeği ilk olarak nasıl bir kaza sonucu ortaya çıktı?Aldığımız her kararda farkında olmadığımız şeylerden mi etkileniyoruz?Beynimiz dış dünyayı olduğu gibi mi algılar yoksa ‘durumu idare mi eder’?Özgür irade bir hayal midir?Hiçbir psikiyatrik bozukluğu olmaksınız vahşi cinayetler işleyen insanlar neden böyle davranırlar?Duygularımızın, yeni ortaya çıkan şaşırtıcı görevleri nelerdir?İnsanlık tarihinin, yaklaşık 100 yılda tamamlanan en önemli çalışması nedir?Çocuklarda sağlıklı beyin gelişimi için neler yapmalıyız?Hayattaki başarının öngörülebilirliğini ölçen en güvenilir yöntem nedir?Pozitif düşüncenin gücü gerçek mi yoksa şarlatanlık mı?Yaşlı ve ciddi beyin hasarlı hastalarda bile hızla iyileşme sağlayan rehabilitasyon yöntemi nedir?Doğuştan ve sonradan kaza eseri edinilmiş doğaüstü güçlere sahip insanlar hakkındaki bilimsel açıklama nedir?/Archive/2020/12/27/010622016-ic3.jpgKitap, cadı avlarından trajik tedavi yöntemlerine nörolojinin geçmişindeki saklı öykülerini gün ışığına çıkarmasının yanında, telekineziden yapay zekaya nörolojinin geleceğini şekillendirecek tüm büyük bilimsel çalışmaların da meta-analizini yapıyor.Son olarak kitapta beden dondurmadan dijital zihne, ölümsüzlük ve ölüme yakın deneyimler üzerine yapılan tüm çalışmaların da sade ve kısa özetini bulacaksınız. Zihnin dünyasını gözler önüne seren, klinik anekdotlarla geliştirilmiş kitap, insan doğasına ve beyninize farklı gözlerle bakmanızı sağlayacak.UZM. DR. ECE BALKUV: 1984 tarihinde İstanbul Kadıköy’de doğdu. Orta ve lise öğrenimini Sainte Pulchérie Fransız Lisesi’nde tamamladı. 2000’de Los Angeles UCLA Üniversitesi’nde İngilizce eğitimi aldı ve aynı yıl Fransızca Felsefe Olimpiyatları’nda ikincilik ödülü kazandı. Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenim gördü. Pratisyen tabip unvanıyla mecburi hizmetini Van’da tamamladı. Ardından Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde nöroloji asistan doktoru olarak göreve başladı. Uzman doktor devlet hizmet yükümlülüğü kapsamında Ağrı Devlet Hastanesi’nde bir müddet görev yaptıktan sonra hâlen görev yaptığı Üsküdar Devlet Hastanesi Nöroloji Kliniği’nde çalışmaya başladı. 2013’te Ulusal Nöroloji Board Sınavı’nı başarıyla geçti. 2017’de Venedik’te düzenlenen Avrupa Nöroşirurji Birliği Kongresi’ne konuşmacı olarak katıldı. 2019’da İtalya Lanciano ve Fransa Paris’te Alzheimer Hastaları ile çalıştı. (Broca Geriyatri Hastanesi ve Résidence les Glycines Huzurevi) Çok sayıda ulusal ve uluslararası bilimsel dergilerde yayınlanmış makaleleri ve kongrelerde sunulmuş bilimsel çalışması bulunuyor. İngilizce, Fransızca ve İtalyanca konuşabiliyor. Evli ve bir çocuk annesi. Cumhuriyet Kitap Eki

Ataol Behramoğlu'ndan 'Ali Suavi'

Ataol Behramoğlu'ndan 'Ali Suavi' figure > Ataol Behramoğlu, Ali Suavi’yi tüm insani yönleriyle yansıttığı oyununda; ondaki hürriyet imgeleminin oluşmasını, düşün evrenini, kendiyle ve çevresiyle hesaplaşmalarını adım adım çözümlüyor. /Archive/2020/12/27/005944044-kapakic1.jpg- Yazarın kafa sesiyle ve tasvirli bir dille başlayan oyunda; görüyoruz ki; genç yaşta hızla yükseliyor Ali Suavi. En baştan ilerlersek; on beşinde çıktığı hac yolculuğundan nasıl bir Ali Suavi olarak dönüyor?Ben, Ali Suavi’nin kişiliğinde adaletsizliğe karşı isyanın onun çok erken yaşlarında kendini duyumsatan bir duygu olduğunu, bilgi edindikçe de bilinçli düşünce ve davranış biçimi kazandığını düşünüyorum. Ergen bir yaşta Hac ziyareti ve oradan da ezberinde binlerce Hadisle (Peygamber kelâmı ve öğüdüyle) dönüşü bu özgün kişiliğin oluşumunda belirleyici bir gözlem ve öğrenim dönemi olmuştur.YAZAR İLE ALİ SUAVİ’NİN İNTERAKTİF İLETİŞİMİ- Yapıtta yazar anlatıcı kişiliğiniz; bire bir iletişime giriyor Ali Suavi’yle. Karşılaştığınız o anlarda adeta mini bir söyleşi yapıyorsunuz onunla. Hatta konuşturmak adına kimi zaman inceden provoke de ediyorsunuz. Bu yaklaşımın metne katkısını anlatır mısınız?İnteraktif saptaması çok yerindedir. Oyun yazarının kahramanıyla bu içten konuşmaları hem kahramanın kişiliğini daha yakından tanımamızı hem olay akışının dağılmaksızın ilerlemesini sağlıyor... Bir yandan da onu tarih sayfalarında sararmış bir resim olmaktan çıkararak yaşamakta olan bir kişiliğe dönüştürüyor. O bölümlerde ben Ali Suavi ile gerçekten konuşuyormuşum duygusunu yaşadım.FARKLI BİR MEŞRUTİYETÇİ! HALKA YAKIN...- Dönemin Meşrutiyetçi aydınlarından farkını nasıl ortaya koyuyorsunuz?Düşüncelerinin bütünü ve eylemleriyle onlardan biri, Yeni Osmanlı ya da Batıdaki adlandırmayla Jön Türk hareketinin bir öncüsüdür. Ötekilerden farkı, halkın içinden çıktığı için halk insanına daha yakın olması, referansını (çıkış kaynaklarını) Batıdan çok Doğu kaynaklarından, özellikle de Hadislerden alması, bir de hem atak hem içine kapanık ve belki biraz benmerkezci kişiliğidir... Oyunun akışında, çeşitli sahnelerde görüyoruz bunları...- Ali Suavi’nin başdöndürücü olarak nitelediğiniz yaşamında öne çıkan bir vurgunuz da kısa yaşamının Filibe öncesi ve Filibe sonrası aşamaları…Bursa’dan sonra Filibe de kader gibi girmiş yaşamına. Bursa sonrasındaki Filibe döneminde tanıştığı, yakınlık kurduğu halk insanları yıllar sonra İstanbul’a Türk - Rus savaşının ateşinden kaçarak göçmen olarak geldiklerinde, Ali Suavi destek oluyor onlara. Sonrasında da Çırağan Sarayı baskınında canları pahasına yanında yer alıyorlar onun. Burada benim dikkatimi çeken, bu halk insanlarının bu gözüpek devrimciye bağlılıkları, sevgileri, ona duydukları güvendir./Archive/2020/12/27/010211035-ic2-.jpgDEVRİMCİNİN SARIĞI!- Sisteme eleştirileri… Eğitim, dil ve ekonomik anlamda çağına göre modernist değerlendirmeleri yazarın kafa seslerinde sıklıkla ifade ediliyor. Oyun, Ali Suavi’nin bu duygularıyla ve iç, dış hesaplaşmalarıyla biçimleniyor diyebilir miyiz?Evet, diyebiliriz. Önemli olan bütün bunları olay akışını ağırlaştırmadan verebilmektir... Bunu başarmaya çok özen gösterdim...- Deyiş yerindeyse sarığı başına hangi sorgulamalarla sarıyor ve çıkarıyor Ali Suavi? Dünyevilik ile uhrevilik ayırdında başlıca vargıları neler?Sarığını ne zaman çıkarır ne zaman sarardı bilmiyorum... Fakat Namık Kemal’in o sarık üzerine harika bir sözü var, oyunda bir yerde geçiyor... Herhangi bir sarık değil o, bir devrimcinin sarığıdır... Vaazlarını bir din adamı - bir hoca olarak veriyor. Fakat bu vaazlarda da söylediği her şey, tıpkı gazete yazılarındaki gibi bilime, adalete, bu dünyaya dairdir...DÖNEMİN BASIN ORTAMI- Âli Paşa’nın zulmü altında nefes almaya çalışan dönemin basın ortamı ne alemde ve Ali Suavi o ortamda adeta günümüz izdüşümleri, günümüze uzantılarını nasıl tarif ediyor?Namık Kemal, Ziya ve Agâh Beylerin çıkardığı Tasvir-i Efkâr var. Derken Ali Suavi yönetiminde Muhbir yıldız gibi parlıyor. Bunlar iki kardeş muhalif gazetedir. 150-200 yıl sonra bugünkü yandaş basının utanç verici durumunu düşünürsek, o günlerin basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü savaşçılarını bir kez daha yerlere kadar eğilerek selâmlamak gerekiyor.Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Bey yurt dışı sürgünlerinde de savaşımlarını sürdürüyorlar. Ali Suavi arkadaşlarının ülkeye dönüşlerinden sonra da Paris’te Ulûm (Bilimler), Lyon’da Muvakkaten (Geçici Olarak) gazetelerini çıkarıyor... Bunlar çok güç koşularda, el baskısı, taş baskısı olarak hazırlanıp, basılıp, yine güçlükler aşılarak çeşitli yollarla ülkeye ulaştırılan gazetelerdir.../Archive/2020/12/27/010236441-ic3.jpgYURTSEVERİN KORKUSU- İngiltere… Hürriyet fikirlerinin iyice olgunlaşması ve kesinkes bilgisiz, bilimsiz bir halkın derdine parlamentonun da, Meşrutiyet’in de derman olamayacağı kanısına varışı bu döneme denk geliyor denilebilir mi?Sanıyorum evet. Ali Suavi’nin parlamenter sisteme karşı kuşku duymaya başlamasını Hyde Park’ta, Ziya Bey’le kurgusal konuşmasında simgesel olarak gösterdim... Fakat asıl neden, öyle sanıyorum ki, onun bir Osmanlı yurtseveri olarak, merkezî otorite zayıflarsa zaten dağılmakta olan imparatorluğun daha da hızlanarak dağılacağı korkusudur...‘SON SAHNELERDE GÖZLERİM YAŞARDI!’- II. Abdülhamit’e elçilik yoluyla bir af dilekçesi gönderen Ali Suavi’nin talebi kabul ediliyor, Sultanın çıkardığı harcırahla eşi Marie ile birlikte dönüyor. Galatasaray Lisesi Müdürlüğünde atılım üstüne atılım yaparken atılıyor! Yazarla son konuşmasında da geçiyor bu. Yazarın Ali Suavi ile ilgili bu çalışma öncesine kıyasla düşüncelerinin geldiği nokta, tazelenen bakış açısı nedir?Oyunda Ali Suavi’nin toplumsal konulu düşüncelerinin yanı sıra, bazen belki daha da çok, bireysel kişiliğine ilişkin düşüncelerim, duygularım da yer alıyor… Buralardaki Ali Suavi, diyebilirim ki benim Ali Suavi’mdir...Onu anlamaya çalıştım, saygı duydum, senin de saptadığın gibi sonlara doğru “provoke” etmeye bile çalıştım... Ve çok üzüldüm ölümüne... Arada bir göz atarken bile, son sahnelerde gözlerimin yaşarmasına engel olamıyorum.- Son olarak vatanı nasıl sevmekti onunki? Çırağan düşüncesi nasıl doğmuştu Ali Suavi’de?Rus ordusu Doğuda Erzurum’a Batıda İstanbul’a doğru ilerliyor. Ayastefanos (Yeşilköy) Andlaşması antlaşma filan değil yok oluşun ilanı, iflasın kabulüdür. Çırağan baskını (sarayda mahpus 5. Murat’ı oradan kaçırarak askerin başına geçirmek düşüncesi) belki çılgınca ama vatansevercedir. Böyle düşünmesem bu oyunu yazmazdım, yazamazdım.Ali Suavi - Oyun (3 Bölüm) / Ataol Behramoğlu / Tekin Yayınevi / 104 s. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

‘Simone de Beauvoir Aramızda’

‘Simone de Beauvoir Aramızda’ figure > Julia Kristeva'nın hayranlık ve eleştirellikle ele aldığı, dönemini önceleyen ve kendisini kuşatan Simone de Beauvoir üzerine yazılarından oluşan bu derleme Simone de Beauvoir'ı yeniden okumaya davet ediyor. /Archive/2020/12/27/005615921-ic.jpgJulia Kristeva ve Simone de Beauvoir... Kadın özgürlüğü mücadelesinde ufuk açıcı çalışmalarıyla anılan iki isim, iki düşünce insanı, iki yazar...Kristeva'nın hayranlık ve eleştirellikle ele aldığı, dönemini önceleyen ve kendisini kuşatan Simone de Beauvoir üzerine yazılarından oluşan bu derleme Beauvoir'ı yeniden okumaya davet ediyor.Hem yaşamıyla hem de eserleriyle antropolojik bir devrim gerçekleştirmiş, bireysel ve toplumsal geleceğimize damgasını vurmuş Beauvoir'dan bu yana feminist hareketin temel sorunlarına, farklılaşan algı ve yaklaşımlarına güçlü bir değini niteliği taşıyor.Çin'den Afganistan'a uzanan bir coğrafyada temel yaşam haklarından dahi mahrum kadınların mücadelesini yine Kristeva'nın kaleminden okuduğumuz bu derleme, her ikisinin de düşün evrenine derinlemesine bir giriş.../Archive/2020/12/27/005652608-kapak.jpgOKUMA PARÇASI İÇİN: https://www.selyayincilik.com/pdf/SimonedeBeauvoirAramizda_okuma_parcasi.pdfSimone de Beauvoir Aramızda / Julia Kristeva / Çeviren: Özgü Berksyo / Sel Yayıncılık / 118 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Bir içhuzurunun ifadesi!

Bir iç huzurunun ifadesi! figure > Leon Bahar’ı Takdimimdir, vergi mağduru Yahudi tüccar Leon Bahar’dan kalan sürgün mektupları ve dilekçeler üzerinden İkinci Dünya Savaşı yıllarının Türkiye’sine ışık tutuluyor. HANDE SÖNMEZ/Archive/2020/12/27/005305607-ic1.jpgLeon’un Aşkale’den karısı Jenny’ye gönderdiği tek fotoğrafın arkasında şunlar yazılı: ‘’Canım karıcığım, Pırnakaban’ın bu köhne ortamında daha iyisini çektirmek mümkün olmadı. Açık havada çektirdiğim bu fotoğrafta da görebileceğin gibi, birkaç tel dışında saçımda hiç beyaz yok... Uçup giden gençliğimden bana kalan tek iz de bu zaten... Hasretle kucaklarım... ”Varlık Vergisi’nin 77. yılında, tam da verginin TBMM’de kabul edildiği tarih olan 11 Kasım’da okurla buluşan Leon Bahar’ı Takdimimdir aynı hafta içinde ikinci baskıyı yaptı. Nurten Yalçın Erüs’ün kitabı, vergi mağduru Yahudi tüccar Leon Bahar’dan kalan sürgün mektupları ve dilekçeler üzerinden İkinci Dünya Savaşı yıllarının Türkiye’sine ışık tutuluyor.Kitabın kahramanı Leon Bahar vergi ilan edildiğinde 38 yaşında. Sultanhamam’da küçük bir tüccar. Kendisine 120 bin TL vergi geliyor. Bu, ödenmesi mümkün olmayan bir tutar. Leon Bahar da ödeyemiyor ve Şubat 1943’te Aşkale’ye sürgüne gönderiliyor. Oradan Sivrihisar’a sevk ediliyor.İstanbul ile, İstanbul’daki sevdikleri ile arasındaki mesafenin kısalması tek tesellisi oluyor, yoksa koşullar Aşkale’den beter, sarı sıcakta uçsuz bucaksız bir bozkırın ortasında kalıyor öteki mükelleflerle birlikte...MÜCADELE AZMİ...Leon Bahar’ın 1941 Mayıs ayında zorunlu askerlik vesilesiyle (Yirmi Kur’a Askerlik) Kandıra’ya gidişinden 1943 Şubat ayında Aşkale’ye sürgüne gönderilişi ve aynı yıl Aralık ayı sonunda Sivrihisar’dan salıverilmesine kadar geçen zaman kitapta gerçek belgeler ve güçlü betimlemelerle hayat bulan usta bir kurguyla okura sunuluyor.‘’Bu kitap benim için bir iç huzurdur. Varlık Vergisi gibi acı ve karanlık bir dönemle yüzleşmekten korkmadan, umuda ve insana dair, birlikte yaşama umuduna dair not düşebilmiş olmanın huzurudur. Bunu yapmama, kahramanım yani hikayenin gerçek sahibi Leon Bahar, mücadele azmi, adalet arayışı ve eşsiz muhakeme gücü ile imkan verdi’’ diyor Nurten Yalçın Erüs.LEON BAHAR’IN EDEBİ KİŞİLİĞİBelgelere uzun yıllar önce ekonomi gazeteciliği yaptığı dönemde ulaşmış. Hemen yazmak yerine beklemeyi tercih etmiş.“Leon Bahar’dan bana kalan külliyatı çok önemsedim. Bu önemi, bu değeri hak eden çok kapsamlı bir içerik vardı elimde. Bir yandan haksızlığa uğradığı kesin olan bir gayrimüslimin devletine yazdığı hak arama dilekçeleri; öte yandan sürgünden yazılan mektuplarla kamp yerinin, sürgün hayatının bugüne kadar hiç bilinmeyen ayrıntıları... Öte yandan bir baba, bir eş olarak yaşadıkları. Karısına yazdığı aşk dolu, hasret dolu mektuplar. Toplumsal vicdana seslenen kuvvetli metinler. İşte bu külliyatı hazmettiğimi, Leon Bahar’ın edebi diline yakınlaştığımı, dönem kitabı hassasiyetini karşılayacak araştırma ve bilgi derinliğine ulaştığımı hissettiğim an oturdum yazmaya” sözleri, kitabın ince örülmüş sıkı dokunmuş, oya gibi işlenmiş dünyasının, her biri özenle seçilmiş cümlelerinin ardındaki emeği anlamak için bir referans olabilir./Archive/2020/12/27/005335232-ic2.jpgPÜR GERÇEĞİN BELGE VE MEKTUPLARIBiyografik romanlarda gerçek nerede başlar nerede biter, neresi kahramanın neresi yazarındır sorusu çokça merak uyandıran, cevabı da çoğu zaman her okuru memnun etmeyen bir meseledir. Kitabın pür gerçeğini romanın kahramanından kalan belge ve mektuplar oluşturuyor. Belgeler arasındaki anlatımlar ise yazarın dönem araştırmalarından ve kendi yazınsal ve entelektüel birikiminden doğmuş, işin kurgu tarafını oluşturuyor. Ama kabul etmek gerekir ki yazar, gerçekle kurguda ya da bir başka deyişle kahramanı ile kendisi arasında tercihini daha çok Leon’dan yana kullanmış.“Okumaya meraklı, yazmaya meraklı bir adam Leon. Öğrenme merakı içinde. Fransızcayı da keman çalmayı da onca imkânsızlık içinde kendi kendine öğrenmiş... Güzelliklerden hoşlanıyor. Kitabı her şeyi bilen -omniscient- tekniğini kullanarak yazmaya çalıştım. Ama bildiğim her şeyi, Leon’un da bildiğini, hatta benden daha da iyi bildiğini hissettirmeye çaba harcadım’’ diyor Nurten Yalçın Erüs.GERÇEK VATANSEVERLİK!Gazete kupürleriyle, siyasi figürleriyle, şehrin türlü mekânlarıyla, devrin Türkiye ve dünya halleriyle, ekonomiyle, diplomasiyle, sanatla ilgili bir ansiklopedi dolusu bilgi var kitapta ama kahramanı ile okurunun arasına giren bir yazar yok karşımızda. Başka bir deyişle, okurun kahramana bağlanmasını şansa bırakmamış Nurten Yalçın Erüs.Şair Edip Dürüst Tüccar Leon Bahar’ı Takdimimdir; yazarının akıcı anlatımıyla Nişantaşı, Bebek, Sultanhamam’dan başlayarak 1940’lı yılların İstanbul’unu, Haydarpaşa’dan Fındıklıyan Han’a İstanbul’u güzelleştiren tarihi binaları ve şehre dair pek çok ayrıntıyı okuyucunun gözünde canlandırıyor.Bunun yanı sıra Kandıra’dan Aşkale’ye, Aşkale’den Sivrihisar’a uzanan bir Anadolu güncesine de ev sahipliği yapıyor. Bir karı kocanın zorunlu ayrılığını, çetrefilli aile ilişkilerini, evlat sevgisini, dostlukların yarattığı mucizeleri, gerçek vatanseverliğe dair samimi ifşaatları ve adalete olan özlemi alabildiğince derinlikli işleyen kitap, yeni yıl okumaları için kuvvetli bir tavsiye...Şair, Edip, Dürüst Tüccar Leon Bahar’ı Takdimimdir / Nurten Yalçın Erüs / Kırmızı Kedi Yayınevi / 480 s. Hande Sönmez

AykırıGombrowicz

Aykırı Gombrowicz figure > Polonya’nın en yıkıcı ve aykırı yazarı Witold Gombrowicz’in başyapıtı kabul edilen ve Günlük’ünü bütünleyen eksik parça Kronos'ta tüm yaşamı kronolojik bir izlekte sunuluyor. /Archive/2020/12/27/005006403-ic.jpgÖzgün yazınsal ve entelektüel kimliğiyle Polonya’nın en yıkıcı ve aykırı yazarı Witold Gombrowicz’in (1904-1969), başyapıtı kabul edilen ve devasa bir parşömene işlenmiş bir resmi andıran Günlük’ünü bütünleyen eksik parça Kronos ilk kez, yazarın ölümünden 44 yıl sonra yayımlanmıştı.Kronos, İkinci Dünya Savaşı başlamadan hemen önce Arjantin’e göç eden yazarın olgunlaşma çağı ile başlıyor. Sağlık sorunları, cinsel yaşamı, finansal meselelere ilgisi, yazınsal ün savaşımı ana izlekleri oluştururken, kafeler, başka coğrafyalar, iklimler, yazarlarla ve yayıncılarla ilişkiler, anlaşmalar, dostluklar, tartışmalar, polemikler, mevsimler, kitaplar, plaklarla tüm yaşamı kronolojik bir izlekte sunuluyor. Kronos / Witold Gombrowicz / Çev.: Neşe Taluy Yüce / Yapı Kredi Yay. / 280 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Beşiktaş, TRT sunucusu Ersin Düzen'i ağır dille eleştirdi

Beşiktaş, TRT sunucusu Ersin Düzen'i ağır dille eleştirdi figure > Beşiktaş Basın Danışmanı Erol Kaynar, "Teknik Direktörümüz Sergen Yalçın hakkında saygı sınırlarını aşan ifadeler kullanan Ersin Düzen, bugünkü programda başta Teknik Direktörümüz olmak üzere Camiamızdan ve taraftarlarımızdan özür dileyeceği yerde, top çevirmeyi tercih etmiş ve küstah bir tavırla milyonlarca Beşiktaşlının aklıyla dalga geçmeye çalışmıştır" dedi. TRT Spor'da yayınlanan" Stadyum" programında Ankaragücü-Beşiktaş maçı sonrasında yapılan yorumlar, siyah beyazlı taraftarların tepkisine neden olmuş, Ersin Düzen ve Tümer Metin eleştirilmişti.Beşiktaş'tan flaş açıklama geldi. Beşiktaş'ın açıklaması şöyle:"Futbol Takımımızın Süper Lig’de Ankaragücü ile oynadığı maçın ardından ülkemizin güzide yayın kuruluşlarından TRT Spor’da yayınlanan Stadyum programında, Takımımızın haklarını saha kenarında canla başla savunan Teknik Direktörümüz Sergen Yalçın, paranoyaklıkla itham edilmiş, ardından programın moderatörü Ersin Düzen, sonraki yayında amacını aşan bu ifadeleri düzelteceğini tarafımıza bildirmişti. Sabırla özür dilemesini bekledik ancak Ersin Düzen’in bugünkü programda konuyla ilgili yapmış olduğu açıklamayı büyük bir şaşkınlıkla takip ettik.Türk futbolunun saygıdeğer isimlerinin başında gelen Teknik Direktörümüz Sergen Yalçın hakkında saygı sınırlarını aşan ifadeler kullanan Ersin Düzen, bugünkü programda başta Teknik Direktörümüz olmak üzere Camiamızdan ve taraftarlarımızdan özür dileyeceği yerde, deyim yerindeyse top çevirmeyi tercih etmiş ve küstah bir tavırla milyonlarca Beşiktaşlının aklıyla dalga geçmeye çalışmıştır.Yaptığı hatayı kabul edip özür dileme erdemi gösteremeyen Ersin Düzen ile yine aynı programda, altyapımızdan yetişerek, görev aldığı her maçta şanlı armamız için terinin son damlasına kadar mücadele eden futbolcumuz Necip Uysal’ın emeklerini itibarsızlaştırmaya çalışan yorumcu Tümer Metin’i esefle kınıyoruz!Bu olayda olduğu gibi; 117 yıllık dev bir çınar, milyonlarca gönülvereni olan Kulübümüzü temsil eden; Başkanımıza, Yönetim Kurulumuza, Teknik Direktörümüze ve sporcularımıza yönelik haddini aşan ifadelere gerektiği şekilde cevap verileceğini ilan eder, spor medyasının temsilcilerinin dikkatine önemle sunarız.Erol KaynarBeşiktaş JK İletişim ve Medyadan Sorumlu Başkan Danışmanı" cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter