News - Haberler
Cinsel istismara iyi hal indirimi
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Cinsel istismara iyi hal indirimi figure > İstanbul’da 4 yaşındaki E.M’ye cinsel istismarda bulunduğu ileri sürülen 17 yaşındaki kuzeni D.A’nın yargılandığı dava karara bağlandı. Savcı mütalaasında E.M’nin kuzeni D.A. tarafından cinsel istismarına uğradığının ortaya çıkmasına karşın, mahkeme heyeti D.A’nın duruşma aşamasındaki hali ve davranışları nedeniyle iyi hal indirimi uygulayarak 5 yıl 6 ay 20 gün hapis cezası verdi. 13 AY KALACAKİstanbul Bakırköy Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’nce 10 Kasım’da görülen “çocuğa cinsel istismar” davasında savcı, olayda çocuğa karşı işlenen bir cinsel istismar fiili olduğunu tespit ederek, sanık D.A’nın cezalandırılmasını talep etti. Davayı karara bağlayan mahkeme heyeti, D.A’yı “on iki yaşından küçük çocuğun cinsel istismarı” suçundan 10 yıl hapis cezasına çaptırdı. Ancak heyet, sanık D.A’nın “duruşma aşamasındaki iyi hali ve davranışları” nedeniyle iyi hal indirimi uygulayarak 10 yıl hapis cezasını 5 yıl 6 ay 20 gün hapis cezasına indirdi. Bu kararın Bölge Adliye Mahkemesi’nde onanması halinde D.A, kapalı ceza infaz kurumunda 1 ay süre kaldıktan sonra açık cezaevine götürüleceği ve 1 yıl 29 günlük infaz süresini tamamlayacağı belirtildi. Mağdurun aile avukatı İlke Örs ve Tekin Köse, cezanın alt sınırdan verilmesine ve iyi halden dolayı yapılan takdiri indirime karşı itiraz ettiklerini söyleyerek, “Ceza kanunumuz Alman ceza kanunları ve doktrininden esinlenmiş olmasına rağmen “vücuda organ veya sair cisim sokma” hususunda kadın ile erkeğe yapılan istismara ilişkin bazı olumsuz görüş farkları var. Bu farklar sadece bu dosya için değil genel anlamda uygulama açısından kanaatimizce sorunlu durumda. Şöyle ki; Türk literatüründe ve uygulamasında vücuda girmeden söz edilebilmesi için vajinanın giriş bölümüne sokma bulunması gerektiği açıktır. Ancak Alman literatüründeki bir görüşe göre vücudun dışı ile içi arasındaki ayrımı dışarıdan görülebilirliğe göre yapılmalıdır. Henüz vajinanın giriş bölümüne ulaşmamış fakat küçük dudakları aşan müdahalelerin vücuda girme teşkil ettiği kabul edilmelidir. Kadın cinsel organına dudak, diş veya dille temas edildiğinde ise kanundaki sokma şartı gerçekleşmemektedir. Her ne kadar genel kanaat aksi yönde oluşmuş olsa da mağdurenin cinsel organına yönelik dil ile yapılan müdahalede de “sair cisim veya organ sokma” fiili olarak değerlendirilmeli ve alt sınır 18 yıl uyarınca D. A cezalandırılmalıdır” ifadelerine yer verdiler. Kübra Köklü‘100 bin sağlıkçıalınmalı’
‘100 bin sağlıkçı alınmalı’ figure > Sağlık Bakanlığı’nın 12 bin sağlık personelinin atanacağını açıklamasına sağlıkçılardan tepki geldi. Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği Başkanı Heybet Aslanoğlu, sağlıkta 12 bin atamanın sahanın ihtiyacını karşılamaktan çok uzak olduğunu vurgulayarak “Sadece atama değil ekonomik ve özlük haklarımızın iyileştirilmesini istiyoruz. Türkiye’nin acil ihtiyaç duyduğu sağlık personeli 100 bin civarındadır. Bu ülkede atanmayı bekleyen 500 bin üzerinde sağlık mezunumuz var. Bu zor günlerde Sağlık için kaynak ayırıp kadro açamıyorsak ne zaman yeterli kadro açacaksınız” diye sordu. ‘ŞAKA YAPMIYORLAR’50 binin üzerinde sağlık personelinin Covid-19’a yakalandığı için hizmet veremediğini vurgulayan Aslanoğlu, “İş yükü oldukça artan sağlık emekçileri tükeniyoruz derken şaka yapmıyorlar. Birçok işyerinde sağlık personeli yetersizliğinden hizmet verilemez noktaya gelinmiştir. Her serviste birkaç sağlık personeli Covid-19 olmuş durumda ve nöbet listeleri dönmemektedir” dedi. Sibel BahçetepeVakadaki‘perde’turizmi de bitirdi
Vakadaki ‘perde’ turizmi de bitirdi figure > Türkiye’nin yeni açıklamaya başladığı vaka sayılarını uzun bir süre gizlemesi turizmi de vurdu. Muğla’ya gelen turist sayısı 2.2 milyon azaldı. Turizm gelirleri düşünce sezon ortasında kepenk indiren esnaf da zora girdi. CHP Muğla Milletvekili Mürsel Alban, Muğla’ya gelen turist sayısında yüzde 80 azalma yaşandığını, bu “şok” düşüşte daha düne kadar açıklanmayan vaka sayısının büyük etken olduğunu söyledi. Alban, vaka sayılarını açıklamayan Sağlık Bakanlığı’na bu kararın turizme bir katkısının olmayacağını, aksine ters tepki yaratıp güven kaybı yaşatacağını bütün yaz boyunca söylediklerini, ancak dinletemediklerini vurguladı. İngiltere’nin ekim başında Covid-19 vakalarını, uluslararası örgütlerin tanımından farklı şekilde tanımladığı gerekçesiyle Türkiye’yi seyahat koridoru listesinden çıkararak yeniden “karantina uygulanacak ülkeler” arasına eklediğine işaret eden Alban, özellikle İngiliz turistlerin tercih ettiği Marmaris ve Fethiye’nin bu karardan olumsuz etkilediğini bildirdi. Alban, daha sonra aynı gerekçeyle Almanya’nın, Türkiye’yi seyahat koridorundan çıkardığını, turizmin tam anlamıyla çöktüğüne dikkat çekti. /Archive/2020/11/27/213903568-kapak145430.jpgAlban, turizm gelirlerindeki düşme nedeniyle buradan kazanç sağlayan esnafın da zor durumda kaldığını, çoğunun sezonun ortasında dükkânlarını kapattığını söyledi. Mustafa ÇakırBorsa’nın yüzde 10’u olmaküzere Katar’a satılan varlıklar sorgulanıyor: Servetimiz yağmalanıyor
Borsa’nın yüzde 10’u olmak üzere Katar’a satılan varlıklar sorgulanıyor: Servetimiz yağmalanıyor figure > CHP’li Erdoğdu, “Milli servetimizin, haraç-mezat satılmasının gelecekte çok ağır sonuçlarıyla karşılaşacağız” dedi. Eski Katar Büyükelçisi Mithat Rende, “Sıcak para girer, fakat hiç ummadığınız anda bir gecede çıkar” diye konuştu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Katar Emiri Şeyh Temim’le imzaladığı anlaşmayla Borsa İstanbul’un yüzde 10’luk payının Katar Yatırım Otoritesi’ne devredilmesini değerlendiren CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, “Şu anda batan geminin malları misali Türkiye’nin milli serveti yağmalanıyor. Türkiye bu gidişle Katar’ın müstemlekesi haline gelecek” derken eski Katar Büyükelçisi Mithat Rende, “Türkiye’nin yabancı sermayeye ihtiyacı var; bütün mesele yabancı sermayenin hangi koşullarda geleceği. Sıcak para girer, fakat hiç ummadığınız anda bir gecede çıkar. Asıl mesele, yatırımın istihdama yönelik alanlara kanalize edilmesinde” diye konuştu. /Archive/2020/11/27/215101968-aykut-erdogdu-s4-renk.jpgKatar Emiri Şeyh Temim bin Hamad el Sani’nin önceki gün Ankara’ya yaptığı ziyarette Türkiye ve Katar arasında imzalanan 10 anlaşma ile Borsa İstanbul’un Türkiye Varlık Fonu’na ait olan yüzde 10’luk hissesi açıklanmayan bir bedelle Katar Yatırım Otoritesi’ne devredilirken Antalya Limanı ve İstinyePark’ın yüzde 42’lik hissesi Katar Yatırım Fonu’na satıldı.Katar ile yapılan anlaşmaları değerlendiren CHP’li Erdoğdu, “Türkiye’de şu anda kur çok yüksek olduğu ve dolayısıyla Türk Lirası diğer para birimleri karşısında çok değersiz olduğu için Türk varlıkları da son derece değersiz. Katar, uluslararası arenada finansal olarak riskli ülkelerden kabul ediliyor. Milli servetimizin, döviz rezervlerimiz eriterek 70 sente muhtaç bir haldeyken haraç-mezat satılmasının gelecekte çok ağır sonuçlarıyla karşılaşacağız. Halihazırda Katar’la devam eden bir swap anlaşması var, Merkez Bankası bu yükümlülükleri karşılamakta bile zorlanıyor” dedi. İktidarın dış finansmanda önemli ölçüde Katar’a bağımlı hale geldiğini söyleyen Erdoğdu, “Enerjide tamamen Rusya’ya bağlanmak ne kadar tehlikeliyse dış finansmanda Katar’a bağlanmak o kadar tehlikelidir. Erdoğan’ın bir sözünü ben hatırlatmak istiyorum: Borç alan emir alır, Türkiye bu gidişle Katar’ın müstemlekesi haline gelecek. Son çıkan servet aklaması yasası var. ‘Kaynağı ne olursa olsun, dışarıdan para gelsin’ şeklinde bir yasa da çıkardılar. Katar’la gri işlemler yapıyorlar, bunlar şüphe doğurucu işler” diye konuştu."TEK ALICI KATAR"Borsa İstanbul hisselerinin hiçbir rekabet olmadan Katar’a verildiğine dikkat çeken Erdoğdu, “Şu an Türkiye ekonomisi dibe vurmuş durumda. Daha sağlıklı sermaye gelebilecek piyasalardan para gelmediği için Türkiye’nin varlıkları yok pahasına satılıyor, batan geminin mallarına döndü. Varlığın kıymetinde satılması için rekabet olması gerekiyor. 70 sente muhtaçsınız, hiçbir ülke döviz göndermiyor, Katar tek alıcı olarak ne verirse o paraya satılmış olacak” dedi. Borsa İstanbul’un yüzde 10 hissesine sahip olan Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın (EBRD) bu hisselerini sattığını anımsatan Erdoğdu, “EBRD, etik nedenlerle hissesini sattı. Siz kör, parmağın gözüne şeklinde Halkbank davasından bir şekilde yargılanmış birini getirip Borsa İstanbul’un başına getirirseniz olacağı budur. Şu an itibarıyla Türkiye ekonomisinin çökmesinin sebebi, adalet ve demokrasinin çökmesidir. Artık kimseyi yapısal reformla kandırmanın bir anlamı yok. Türkiye’de adalet ve demokrasi restore edilmeden Türkiye ekonomisinin kurtulması mümkün değil” dedi."AYRICALIKLARDAN SÖZ EDİLİYOR"2007-2009 yılları arasında Türkiye’nin Doha Büyükelçiliği görevi yapmış olan emekli büyükelçi Mithat Rende ise Cumhuriyet’e yaptığı değerlendirmede, Türkiye-Katar ilişkilerinin son dönemde girift bir hale geldiğine dikkat çekerek “Doha’da büyükelçilik yaptığım dönemde Türk-Katar ticari ve ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesi için çeşitli adımlar atıldı ve ekonomik ilişkilerde gelişme sağlandı. Ben ayrıldıktan sonra işin siyasi boyutu daha ön plana çıktı, Arap Baharı’nda iki ülke de İhvan hareketini desteledi, 2017’de Katar’a yönelik Suudi Arabistan’ın başını çektiği ambargo karşısında Türkiye’nin takındığı tutum, Türkiye-Katar Askeri İşbirliği Anlaşması’nın 24 saat içinde TBMM’den geçirilmesi, tüm bunlar ilişkilere ekonomik ve ticari boyutun yanında siyasi bir boyut kazandırdı” dedi./Archive/2020/11/27/215117655-elci-s4-renk.jpgKatar’ın, Suudi Arabistan’ın başını çektiği Arap ülkelerinin ablukasıyla karşılaşmasının, Katar’ın Türkiye’deki yatırımlarını artırmasında etkili olduğuna dikkat çeken Rende, “Katar, doğalgaz ihracatı dolayısıyla büyük oranda bütçe fazlası veren bir ülke, İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da büyük yatırımları var. Ama Katar’ın en büyük yatırım alanlarından biri Dubai, diğeri de Beyrut’tu. Katar’ın bozulan ilişkileri ve Lübnan’ın iç siyasi durumu nedeniyle daha önce Dubai ve Beyrut’a kanalize edilen Katar fonları İstanbul’a yönlendirildi. “Tabii bizim bilemeyeceğimiz kendilerine tanınan ayrıcalıklardan da söz ediliyor. Şeffaflık aranıyor, toplum bunların hangi koşullarda verildiği bilmek istiyor” ifadelerini kullandı. "SATIŞA NASIL KARAR VERİLDİ?"CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç ise dün düzenlediği basın toplantısında, “Tank palet fabrikasının Katar ordusuna ve BMC’nin sahibi Ethem Sancak’a peşkeş çekildiğini” söyleydi. Özkoç, “‘Bir yıl içerisinde Türkiye milli tankı üretecek’ dediler. Aradan 2 yıl geçti. Tank var mı ortada? Yok. Kim ihya oluyor bundan? Milletimiz mi, Türkiye Cumhuriyeti ordusu mu? Buradan ihya olan Katar ve Ethem Sancak. Kanal İstanbul’un faydası var mı? Hayır. Ekolojik dengeleri bozuyor mu? Evet. İhaleden sonra İstanbul’un çevresindeki arazilerin büyük bir kısmını Katar emirinin annesi kapattı” diye konuştu. Özkoç, en çok parayı futboldan kazanan Digiturk ihalesini Katar’ın kazandığını anımsattı. CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi de Borsa İstanbul’un yüzde 10 hissesinin Katar’a devredilmesini TBMM gündemine taşıdı. Hakverdi, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde Katar ile imzalanan protokolün şartlarının açıklanmasını istedi. Hüseyin HayatseverHukukçular Fidan ve Kocaman'ın atanmasınıyorumladı: Terfi değil tasfiye edildiler
Hukukçular Fidan ve Kocaman'ın atanmasını yorumladı: Terfi değil tasfiye edildiler figure > Hâkim ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) kararıyla İstanbul ve Ankara cumhuriyet başsavcıları İrfan Fidan ve Yüksel Kocaman’ın Yargıtay’a üye yapılmaları tartışmalara neden oldu. Hukukçular bu atamanın şekil olarak terfi gibi gözüktüğünü ancak Fidan ve Kocaman’ın tasfiye edilmesi olarak yorumladı. Hukukçu Aslı Kazan, yaşanan bu süreci 2011’de Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) kararıyla firari eski savcı Zekeriya Öz’ün özel yetkilerinin elinden alınarak, İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili yapıldığı döneme benzettiğini belirtti. Bir siyasi davalar döneminin daha sonuna gelindiğini aktaran Kazan, “Bir devir kapanıyor. 2016 yılında başlayan bir süreç vardı. Bu isimler çok ciddi hak ihlallerine imza attılar. Sadece darbe soruşturmalarından bahsetmiyorum. İş insanı Osman Kavala’dan tutun da birçok hukuksuz iddianameye imza attılar. Tamamı siyasiydi bu davaların. O devir kapanıyor artık. İstanbul ya da Ankara başsavcısı olan insanların Yargıtay’a üye olarak atanması kesinlikle terfi olamaz. Bu bir tasfiye” diye konuştu. "SEÇİLMEDİLER, ATANDILAR"Hukukçu Celal Ülgen, İstanbul ve Ankara başsavcılarının Yargıtay’a üye olarak atanmasını şekli olarak terfi gözüktüğünü ancak bu durumun bir terfi olmadığına dikkat çekti. Ülgen yargı içerisinde bir “İstanbul Grubu” egemenliğinden söz edildiğini anımsatarak “Yargıda tayin ve terfileri İstanbul Grubu’nun yaptığı iddia ediliyordu. Bu grubun en önemli ismi Yargıtay’a giden İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan’dı. O açıdan baktığımız zaman bu etki reform hikâyeleri altında bu grubun etkisi kırılarak pasif bir köşeye çekildiği düşünülebilir. Bunun haricinde her yargıcın, her cumhuriyet başsavcısının hedefi Yargıtay’a üye seçilmektir. Ama dikkat edin bu isimler seçilmedi, atandılar” diye konuştu. Seyhan AvşarMuhabirimiz Hazal Ocak'a Sedat Simaviödülü
Muhabirimiz Hazal Ocak'a Sedat Simavi ödülü figure > Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) kurucu başkanı adına düzenlenen Sedat Simavi Ödülleri’ni kazananlar dün belli oldu. Muhabirimiz Hazal Ocak gazetecilik ödülüne layık görüldü. TGC Kurucu Başkanı Sedat Simavi’nin 11 Aralık 1953’te tarihinde yaşamını yitirmesinin ardından adına 44 yıldan bu yana sürdürülen ödüller: gazetecilik, televizyon, radyo, karikatür, edebiyat, sosyal bilimler, fen bilimleri, sağlık bilimleri ve spor alanlarında veriliyor. Muhabirimiz Hazal Ocak gazetemizde 20 Ocak 2020 ve 14 Temmuz 2020 tarihlerinde yayımlanan “Damat İşi Biliyor” ve “İşte Burası Önemli!” başlıklı haberleri dolasıyısla “Gazetecilik” dalında ödül aldı. Ödül töreninin tarihi ve yeri daha sonra açıklanacak. Seçici kurul ayrıca “Gazetecilik” dalında Ercan Arslan’ı milliyet.com.tr haber sitesinde yayımlanan “Son Dakika! Bu Fotoğrafları Daha Önce Görmediniz! Corona Virüsten Önce ve Sonra İstanbul...” haber fotoğrafları nedeniyle övgüye değer buldu. 2020 Sedat Simavi Ödülleri’ne değer görülen diğer isimler isimler şöyle: Radyo ödülü Çiğdem Işık - Sevilay Tunalı, Televizyon ödülü Beril Ötkan ve Berkcan Tuğu, Belgesel ödülü Erman Yüksel - Ömer Kablan, Edebiyat ödülü, Beşir Ayvazoğlu, Sosyal Bilimler ödülü Doç. Dr. Yahya Araz. Seçici kurul ayrıca Araş. Gör. Dr. Sedef ERKMEN’i “Türkiye’de Kürtaj: AKP ve Biyopolitika” adlı eseri nedeniyle övgüye değer gördü. Sağlık Bilimleri ödülü Doç Dr. Savaş Taşoğlu, Spor ödülü A Milli Kadın Voleybol Takımı’na verildi. Seçici Kurul ayrıca Fatma Demir’i “Atlet - (Kadınlarda 1.13.48’lik derece ile) Balkan Yarı Maratonu Şampiyonu” olması nedeniyle övgüye değer gördü. cumhuriyet.com.trMunzurÜniversitesi’nde görev yapan akademisyenler Birlik ve Ensar’daşube başkanı: Dinci vakıflar yuvalandı
Munzur Üniversitesi’nde görev yapan akademisyenler Birlik ve Ensar’da şube başkanı: Dinci vakıflar yuvalandı figure > Dersim Araştırmaları Merkezi Başkanı Yeşilgöz, Munzur Üniversitesi’ndeki dinci vakıflara üye akademisyenlerin adını açıkladı. Söz konusu iddialar ile ilgili aradığımız üniversite rektörü İpek ‘müsait’ olduğu zaman bir açıklama yapacağını söyledi. Tunceli’de çok sayıda tarikatın ve dinci vakfın farklı isimler altında faaliyet yürüttüğünü ve en yoğun yuvalandıkları kurumun Munzur Üniversitesi olduğunu yaptıkları araştırmayla ortaya çıkaran Dersim Araştırmaları Merkezi (DAM) Başkanı Selman Yeşilgöz, üniversitede Birlik Vakfı ve Ensar Vakfı’nın etkin olduğunu söyledi. Rektör Ubeyde İpek’e yakın olarak bilinen Dr. Bülent Kar’ın Birlik Vakfı Tunceli Şube Başkanı ve Tunceli Eğitim Bir-Sen Başkanı olduğunu aktaran Yeşilgöz, öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Hikmet Esen’in Ensar Vakfı Tunceli Şube Başkanlığı’nı yaptığını açıkladı. Fırat Üniversitesi’nden gelen Prof. Dr. Esen, rektör yardımcısı olarak bir çok fakültenin dekan vekillikleri görevlerinden sonra tekrar Elazığ’a döndü. Kısa bir süre önce FETÖ iddiası ile açığa alınan Prof. Mehmet Ateş’in Birlik Vakfı Başkanı Kar’ın yakın arkadaşı olduğunu belirten Yeşilgöz, ikilinin birlikte hazırladıkları yayınların YÖK akademik kaynaklarından görülebileceğini söyledi. Öğretim Görevlisi Ahmet Zülfü Türkoğlu’nun da eski Elazığ AKP Milletvekili Abdulbaki Türkoğlu’nun yeğeni olduğunu hatırlatan Yeşilgöz, Türkoğlu’nun Birlik Vakfı Tunceli Şubesi’nin eski başkanı ve bir zamanlar Rektör İpek’in danışmanlığını yaptığını da ifade etti. Yeşilgöz Türkoğlu’nun geçen yıllarda taciz iddiaları ile gündeme geldiğini ve rektör İpek’in danışmanlık görevinden ayrıldığını ancak Tunceli MYO’da görevini sürdürdüğünü söyledi. DAM Başkanı Yeşilgöz, Birlik Vakfı’nın bir diğer yöneticisi olan Dr. Ekrem Akbulut’un ise kısa bir süre önce Malatya Turgut Özal Üniversitesi’ne geçiş yaptığını belirtti. Rektör İpek’le birlikte ağırlıklı olarak Elazığ kadrosunun kente geldiğini söyleyen, “Rektör, atandıktan sonra Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Enstitüsü kurmak istemiş Ordu’da katıldığı toplantıda sorulan bir soru üzerine ‘Tabii ki bir boşluk oluşmuş. Alevilikle ilgili bu toplum bir şekilde inancından şöyle veya böyle uzaklaşmış. Uzaklaşınca bu sefer başkaları o alanı doldurmuş ama devletimiz bu son zamanlarda gerçekten Tunceli deyince çok hevesli bir şekilde çalışıyor. Alevilikle ilgili her projemize destek olunuyor, biz bunun rahatlığı içindeyiz’ diyerek itirafta bulunmuştu. Bu Dersim’in Alevi-Kızılbaş inancını asimile etmektir. Birlik ve Ensar Vakfı üniversitede örgütleniyor, Tunceli Cemevi ile yakın diyalog içinde çalışıyorlar. Buradaki amaç kentin inançsal, kültürel dokusunu bozmaktır. Bunun da bir iktidar politikası olduğunu düşünüyoruz” diye konuştu.TARİKAT KONTENJANI!Munzur Üniversitesi’nden KHK ile ihraç edilen akademisyen Candan Badem, konuyla ilgili, “Uzman çavuşluktan gelme personel aldılar üniversiteye. Bunlar MHP ve AKP kanalından geliyordu ama içlerinde tarikat kontenjanı vardı. Öğretim görevlilerine verilmeyen lojman imama verildi. Burası tarikatlar için bir üs. Tarikatlar, öğrencileri örgütlemek için özel yurtlar açtı. Yapılan çalışmalarla tarikat ve dini vakıflarla bağlantılı olan akademisyenler Tunceli cemeviyle birlikte devlet olanakları kullanılarak Alevilik inancını asimilasyona uğratmaya çalışıyorlar” dedi.Söz konusu iddialar ile ilgili aradığımız Munzur Üniversitesi Rektörü Ubeyde İpek ise müsait olduğu zaman bir açıklama yapacağını söyledi. Kayhan AyhanAKP’li rektör Nükhet Hotar hız kesmiyor
AKP’li rektör Nükhet Hotar hız kesmiyor figure > Üniversite yönetiminde yaptığı usulsüz atamalar Sayıştay raporuna yansıyan Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Rektörü Nükhet Hotar, bu kez de 2014 - 2019 yılları arasında İzmir’in Selçuk ilçesinde belediye başkanlığı yapan AKP’li Dahi Zeynel Bakıcı’yı DEÜ Efes Meslek Yüksekokulu Müdürü olarak atadı. Eski AKP’li milletvekili rektör Hotar’ın DEÜ’nün 2019 yılı Sayıştay denetiminde, 7 enstitü ve yüksek okul yönetimine mevzuata aykırı atamalar yaptığı tespit edilmişti. Atamayı sosyal medya hesabından duyuran Bakıcı, “Rektörüm Prof. Dr. Nükhet Hotar tarafından Efes Meslek Yüksek Okulu Müdürü olarak atanmış bulunmaktayım. Sayın Rektörüme çok teşekkür ediyorum. Allah bizleri mahcup etmesin” ifadesini kullandı./Archive/2020/11/27/223000930-hotarsayfa6.jpgSayıştay, 2019 denetim raporunda üniversitede Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yabancı Diller Yüksek Okulu, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Güzel Sanatlar Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eğitim Bilimleri Enstitüsü ve Fen Bilimleri Enstitüsü’nde yönetici atamalarının mevzuata uygun olmadığını tespit etmişti. Ayrıca DEÜ’nün 117 milyon TL zarar uğratıldığı rapora yansımıştı. Muhammed ÖzmenAnkara’da yaptırım senaryoları
Ankara’da yaptırım senaryoları figure > Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında Libya’ya giden bir Türk gemisinin Irini operasyonu kapsamında aranmasıyla birlikte Doğu Akdeniz konusunda gerilim yükselirken Ankara, 10-11 Aralık’ta yapılacak AB Liderler Zirvesi’nden Türkiye’ye yönelik olası yaptırımları tartışıyor. Dışişleri Bakan Yardımcısı Faruk Kaymakçı, AB’nin Türkiye ile müzakereleri ya da Gümrük Birliği’ni askıya alması gibi seçeneklerin düşük olasılık olduğunu belirtti. Diğer yandan AB’nin Türkiye’ye yaptığı mali yardımları tamamen askıya alabileceğini, sondaj çalışmalarına dahil olan bürokratlara seyahat yasağı getirilebileceğine işaret etti.Türkiye-AB ilişkilerindeki gerilimin 10-11 Aralık’taki AB zirvesine nasıl yansıyacağı tartışılmaya devam ediyor. Daha önce Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin, Türkiye’ye yönelik yaptırım çağrılarına karşı çıkan Almanya’nın zirvedeki tavrının etkili olacağı belirtiliyor.AB zirvesinde Türkiye’ye yönelik bir yaptırım gelip gelmeyeceği önceki gün TBMM Dışişleri Komisyonu toplantısında da konuşuldu. Muhalefet milletvekillerinin sorularını yanıtlayan Kaymakçı, “AB’nin alabileceği çeşitli kararlar var. Müzakereleri resmen sonlandırması: Böyle bir şeyin yapılabileceğine inanmıyorum. Bu, nitelikli oyçokluğu getiriyor. O noktaya gelir mi? Tahmin etmiyorum. Müzakerelerin resmen askıya alınması: Bu da kolay bir karar değil. Bu karar alınabilir belki ama alınsa dahi bunun bence çok olumsuz bir etkisi olmaz. Zaten müzakereler şu anda, maalesef, durma noktasına getirildi AB tarafından. Dolayısıyla, ben bunun bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Bu yönde bir karar çıkabilir mi? Sanmıyorum” dedi."KİMSE 8 MİLYAR AVRO’YU KOLAY KOLAY GÖMMEZ"Kaymakçı, zirvede Türkiye’ye verilen mali yardımların tamamen askıya alınması seçeneğinin gündeme gelebileceğini kaydetti. “Mali yardımlarda geçen dönemde de kesinti yapmışlardı. Bunda da kesinti yapabilirler veya tamamen askıya alabilirler. Bu da Türkiye’yi çok olumsuz etkilemez ama tabii, Türkiye-AB diyaloğunu, sivil toplum kuruluşlarımızı, parlamenter diyaloğu, öğrencilerimizi, değişim programlarını olumsuz etkileyebilir” ifadesini kullandı. Kaymakçı, “Onun dışında, sondaj çalışmalarına dahil olan üst düzey bürokratlarımıza seyahat yasağı getirilebilir yani getirilebilecek şeylerden bir tanesi de bu” diye konuştu.Türkiye’nin Brüksel’le temaslarının sürdüğünü söyleyen Kaymakçı, “Belki önümüzdeki bir iki hafta içerisinde ön açıcı bir formül bulunabilir zirveye kadar diye düşünüyorum” görüşünü dile getirdi. Kaymakçı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de tüm ülkelerin katılımıyla bir konferans toplanması önerisi olduğunu da anımsattı. “Bence burada çıkış yolu, Türkiye’nin Doğu Akdeniz konferansı önerisine cevap verilmesi. Bunun, tabii, bir çözüm olacağına inanmıyoruz ama en azından ortamı yumuşatsın ve Kıbrıs Türklerinin de içinde olduğu bir Doğu Akdeniz konferansında özellikle Kıbrıs Adası’ndaki enerji, hidrokarbon konusu ve gelir paylaşımı konusu da yavaş yavaş ele alınsın çünkü, bildiğiniz gibi, Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi de Türkiye’siz ve Kıbrıs Türkleri olmadan gerçekleştirilebilecek bir proje değil, yani hiç kimse denizin altına 8 milyar Avroyu kolay kolay gömmez” ifadesini kullandı. Hüseyin HayatseverCumhuriyet GençYazın sizlerle
Cumhuriyet Genç Yazın sizlerle figure > Cumhuriyet'in gençler için, gençlerle beraber hazırladığı "Cumhuriyet Genç Yazın" okurlarımızla buluştu. TÜRKİYE’DE GENÇLİK VE GELECEKARTUN DAYIOĞLUBaşkent Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine MühendisliğiKoronavirüs salgınının tüm dünyada etkisini devam ettirdiği günlerde ülkemizde eğitimin uzaktan mı yüz yüze mi olacağı, gündemi meşgul etmeye devam ediyor. Televizyonlarda örgün eğitimin önemi üzerinde durulurken uzaktan yapılan eğitimin öğrenciler üzerinde yapacağı olumsuz etkilerden söz ediliyor. Peki, sizce bir toplumun geleceği olan eğitimin ülkemizdeki tek sorunu yüz yüze yapılamaması mıdır?Çağdaş eğitimin, çocuk yaşta başlayarak insanlara gerekli bilgi ve beceriyi kazandırmanın yanında, onları bağımsız düşünme düzeyine çıkararak topluma faydalı yurttaşlar yetiştirmeyi hedeflediğini söylersek yanılmış olmayız. Ancak Türkiye’de uzun yıllar sonra gelinen noktada eğitimin, gençleri bilimsel bilgiyle donatarak, onların edindikleri bilginin analizini ve sentezini yapmasıyla düşünme gücünü artırmasını hedeflediğini söylemek oldukça zor. Durum böyle olunca Türk eğitim devriminin temel önceliği olan, gençlere bilim ile yaratıcılık kazandırarak onları topluma faydalı bireyler haline getirme düşüncesinden uzun yıllar sonucunda tamamen uzaklaşıldığını söyleyebiliriz.Ezberciliğin kölesi haline getirilmiş eğitim sistemimiz, testlere indirgenmiş, doğruluğu tartışılır müfredat programlarının içindeki bilgilerin belirli bir süre içinde yanıtlanmasından ibarettir. Böylece gençler, küçük yaşlarda stres, baskı ve akranlarıyla bireysel bir yarışın içine itilmekte. Bu yarışın içinde bencilleşen kuşakların toplumun değil kendisinin çıkarları için yaşaması hedeflenmektedir.Türkiye’nin koşullarından ortaya çıkan Köy Enstitülerinin aydınlanmacı, bağımsızlıkçı, ulusal düşünce yapısıyla üreten nesil yaratma çabalarının çok geride kaldığı açık bir şekilde görülmektedir. Şoven ve işbirlikçi politikalar sonucunda eğitim laiklikten tamamen saptırılmış, düşünmeyen, üretmeyen, kindar ve dindar nesiller yetiştirmeyi hedefleyen bir hale getirilmiştir. Bu durum üzücü olmanın yanında, bir toplumun geleceğini temelden etkilediğinden Cumhuriyet devrimine karşı yapılan ihanetin izlerini taşımaktadır. Bu çabalar bilinçlidir ve amaç, düşünen, irdeleyen, sorgulayan, eleştiren ve böylece üreten gençliğin yetiştirilmemesidir.Ezberci ve gerici yöntemlerİlköğretim ve ortaöğretimdeki çözülmeler, özerkliğini kaybetmiş üniversitelerin de bilimsellikten uzaklaşmasına, ezberci ve gerici yöntemlerin akademide egemen olmasına sebep olmuştur. Üniversitelerde siyaset, özgür düşünce, eleştiri yasaklanmış, ancak yandaş olmak serbest, hatta çoğu durumda zorunlu hale getirilmiştir. Peki, Türkiye’de eğitim bilinen ellerle yok edilirken bu eğitimin birinci tarafı olan gençler bu sistemden payını nasıl almaktadır?Yüz binlerce üniversiteli işsizin bulunduğu, dört gençten birinin işsiz olduğu, verimsiz üniversite tarlasına dönen ülkemizde birçok üniversite mezunu mesleğiyle alakasız işlerde asgari ücret karşılığında çalışma zorunluluğuyla karşı karşıyadır. Ülkeyi yönetenlerin bu konuya bakışı bellidir, her konuda olduğu gibi bilimsellikten uzaktır. Üç çocuk, o da yetmez beş çocuk nidaları atarlar. Ama geleceklerini garanti edemedikleri milyonlarca gence nitelikli eğitimi nasıl verebileceklerini, Türkiye şartlarında ailelerin kendi çocuklarının doğru gelişimi için yeterli bütçeyi ayırıp ayırmayacağını hiç düşünmezler ya da düşünmek işlerine gelmez. Düşünün ki burada söz konusu olan toplumda hak ettiği yere gelemeyen, çağdaş, bilimsel, laik bir eğitim alamayan, dünya gerçeklerinden kopuk, tek mücadelesi hayata tutunmaya çalışmak olan Türkiye’nin geleceği milyonlardır. Bu durum gelecek için çok korkutucudur.Kuşakları anlama, onları tanımlama isteklilerinin, kuşakları bekleyen gerçek gelecek için de kafa yormaları gerekmekte. Çünkü bu temel sorunlar çözülmediği takdirde hangi kuşağın ne istediğinin ve nasıl düşündüğünün bir anlamı kalmayacak.Çözüm, kendi hırsları ve çıkarları için değil, ülke ve insan onuru için çalışan, sosyal devlet anlayışını gerçek anlamıyla uygulayacak genç kadroların bir an önce öne çıkarak çağdaş bir geleceğin temellerini atabilmesindedir.OYUNAlptekin Dayı Türk-Alman Üniversitesi Hukuk Fakültesibizsaatler kurarakbükemediğimiz eli öptükmor kisveleribilemediğimize örttükbizseveriz yolumuzu uzatmayıbelli değil mi o destandan:“zirvesi vaat edilen tepelerieritmeyi seçtik.”yenilerini ürettikfabrikat tepelerişimdi merd-i kıptî gibimerdivenler dikerizfark etmedenher an, yirmi dört saat ve 29 Şubatyalanlar söylerizdürbünden gördüğümüzünkokusunu almakcümlesini duyduğumuzunhuyunu anlamakköpeklerle konuşmakşiirler okumakformüller yazmakyöntemimizdirpastiş şiarlar uğruna!doğrudan uzakdaha da uzağa!ANADOLU EFELERİÖ. TALUY KOÇMUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER FAKÜLTESİÇakır gözlüdür efeleri Anadolu’nunEge’nin mavisi Akdeniz’in tuzlu kokusu duyulurGümüş pullu balıklar oynaşırGeniş kanatlı vahşi martılar uçarAnadolu toprağı gibidir elleri ayaklarıBozkır çakıllarının sert sesiVe kayın ağaçlarının sağlamlığı duyumsanır dokundukçaBereketli ve üretkendirVe kömür madenleri kadar derin…Yeryüzünde poyraz gibidir Anadolu EfeleriKaradeniz’in koyu yeşil hırçınlığınaVe Marmara’nın sessiz gürültüsüne sahiptirKâh sıcak eser yürek gibiKâh buza keser ansızın…Anadolu’nun kendidir Anadolu Efeleri….Gövdeleri sağlamVe yüzleri kararlı…KALBİN İKİ YÜZÜKazım ÖzatakVan Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Bölümü Yakınçağ Anabilim Dalı Yüksek LisansGereksiz savaşlara olmadık uçurumlara sürüklüyordu beni, düşündükçe hayalimde gezindikçe Songül’le yaşadığım bu aşk macerası ve dünyadan kopuk yaşıyordum, dalıp gidiyordum sebepsizce. Bazen ruhum sanki bedenimden çıkıp gidiyordu başka âlemlere, farklı dünyalara kaptırıyordum kendimi. Bir yanım hırçın dalgalar gibiydi, bir yanımsa durgun deniz gibiydi ve hafif hafif vuruyordu derin mi derin sahilime yaşadıklarım.Songül’e olan hislerim, duygularım hep bana kalbimin iki yüzünü yaşattı. Karışıktı işte hayatım gibi yaşadıklarım da dilimden, gönlümden dökülenler de kalemime yansıyanlar da karmakarışık bir puzzle gibiydi. Çözülmeliydi, düzelmeliydi, yola koyulmalıydı bendeki her şey. Bu satırları, hikâyemi yazarken bazen hüzünlü, kederli ve kalbi kırıktım, bazen de mutlu huzurlu yaşıyor gibiydim. Ama kalemimden kâğıda dökülenler hep olmasını istediklerim ve olmamasını arzu ettiklerimden çok hayalini kurduğum ve o tasarladığım dünyayı yaşamak için yaşıyordum kendimde.Gece benimle yürüyordu, önce hissettiklerimi yazdım, şiirler de arkadaşlık etti, gecenin sessizliğini bozan yaprak hışırtıları ise sözcükleri fısıldıyordu kulaklarıma adeta. Hiç saate bakmadım kaç diye, başımı gömmüştüm bilgisayara tuşların sesi bölüyordu bazen halimi. Bazen de tamamen kaptırıyordum kendimi yazılanlara, içimden akıp gelenlere ve uzun bir süre doğrulmayınca sırtımın ağrısından fark ediyordum, anlıyordum biraz ara diye. Sele kapılmış, ona teslim olmuş bir dere kadar karışıktım, buğuluydum, kirliydim. İçimde neler sürükleniyordu bir ben bilirim, bir de kalemim. Bunu yazınca daha iyi anladığımı itiraf etmeliyim. Zordu her şeyi tekrar yaşamakGözümü kapatmıştım etrafa. Kim ne der, ne anlar; yargılanır mıyım, beraat mı edilirim bu yaşadıklarımdan yazdıklarımdan dolayı bilmiyorum, umurumda olduğunu da sanmıyorum. Hiç çekinmedim. Bir kâtip gibi her şeye şahit kalbimin hem savcılığına hem da hâkimliğine kulak verdim. Yazmak zorundaydım, yargısız infaz edemezdim ki gönlümü, cezasını kesip ömür boyu yaşantımın demir parmaklıkları arasına tıkayayım onu. Her şeyi bilmeye hakkı var hayatın, belki içimdeki sızıyı tam anlayamaz ama hükmü o verecek en sonunda. Yolumu o çizecek, kalk haydi yeni bir dünyaya ulaşıp merhaba demelisin diye biletimi başka hayatlara kesecektir. Keşke hep güzel şeyleri dileyip yazdığım, hissettiğim duygularım hatta yaşadıklarım gerçek olsaydı da hayata hiç eksi bir sıfır başlamasaydım. Zordu her şeyi tekrar yaşamak, ama ne yalan söyleyeyim, yazarak rahatladım da biraz işte.YAŞAM VE ÖLÜMAZAD KIZILKAYA İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Mühendislik FakültesiYaşamımızdaki en önemli şey aslında ölüm… Kimsenin o anın gelmesini istemediği, sanki yokmuşçasına yaşadığı kaçınılmaz gerçek...Kimisi bir dava uğruna düşüyor toprağa, kimisi bir küçük bisiklet hayali için. Kimisi ölümü kurtuluş sanıp ardında kalanların üzülmemesini istiyor, kimisi de serinlemek için girdiği suda gözlerini yumuyor dünyaya…Ne kadar farklı nedenler ama hepsinin ortak dokunduğu yaşamlar var. Ölen hissetmiyor geriye ne bıraktığını, peki yaşayandan ne götürüyorlar giderken? Ölenler, yaşayanlardan götürdüklerini nerede saklıyor?İnsanoğluna verilmiş en güzel hediye gerçekten unutmak. Zaman geçtikçe toprağa gömülenler unutuluyor kim olursa olsun. İsterse bir lider, isterse bir kimsesiz, zaman içinde yok oluyor. O kişiler sadece sevdiklerinin aklında canlanıveriyor bir gece ansızın...Yaşam bu, kaybettiklerinle yapmak istediklerin geliyor gözünün önüne. Daha çok ağlıyorsun, neler yapardın diye düşünüyorsun sevdiğinle, sonra bu acıyla uyuyakalıyorsun veya yaşam seni başka şeylere itiyor. Bu döngü içinde yaşamın devam ediyor. Belki de bu yüzden hayatta kalanlarla vakit geçirmeyi bu kadar istiyor insan, olur ya bir gün onlar da giderse diye. Gerçi gitmek için ölmeye gerek yok, bazen hayattayken de gidiyor sevdiklerin. Aslında bu daha acı. Kiminle, nerede, mutlu mu? Onlarca soru var aklında cevabını bilmediğin. Bu da seni uçuruma sürüklüyor. Ölüler öyle mi? En azından toprak olduğu yeri biliyorsun, bir gün onları görmeye gidip içini dökeceksin. Çünkü biliyorsun ki onlar o sırları kimseye anlatmaz. O yüzden en güvenilir dostlar toprağın altında çürüyor ama bir gün yaşadığımız saatler bitecek ve orada buluşacağız bir daha ayrılmamak üzere...KARANTİNA GÜNLERİ Elif Kaynak Gümüşgöze Ortaokulu 8. sınıfKaç saat oldu günleri saymayı bırakalıKaç sefer oldu tarihi takvimden silmeye çalışmaktan bıkalı...Ne zaman gelecek bugünlerin son sayfası Demir attı mı bizi güzel günlere taşıyacak geminin kaptanı Kim biliyor ki ölümden daha iyi can sıkıntısı Şiire sığınmaktan başka çare kalmadı.Keşkeler uçuşuyor havada İnsanlar şimdi anlıyor yaşamanın tek çaresi doğada.Bakalım son “keşkeyi” kim diyecekHer gün doğmaya devam eden güneş, yarın neler getirecek? cumhuriyet.com.tr‘Asgari’beklenti yüksek
‘Asgari’ beklenti yüksek figure > Bir yandan ekonomik kriz diğer yandan salgının yarattığı gelir kayıpları nedeniyle zam beklentisinin yükseldiği yeni asgari ücret için Türk-İş istediği rakamın işaretini verdi. Araştırmasında bekâr bir çalışanın aylık yaşam maliyetini 3 bin 74 TL olarak hesaplayan Türk-İş’in, asgari ücret talebinin de bu olması bekleniyor. Bu rakam 750 liralık zam anlamına geliyor. Gelecek yılın asgari ücreti aralık ayında yapılacak 4 toplantıda belirleniyor. Tarafların bir araya geleceği ilk toplantı Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nda 4 Aralık’ta yapılacak. Daha sonra yapılacak iki toplantının adresi ise Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) ve işverenlerin temsilcisi olan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) olacak. Bakanlıkta yapılacak son toplantı ile de yeni asgari ücret açıklanacak. Son toplantının aralık ayının son haftasında düzenlenmesi bekleniyor. Asgari ücreti belirleyen 15 üyeden oluşan komisyonda 5 işveren, 5 işçi, 5 de kamu temsilcisi bulunuyor. Komisyonda işçileri Türk-İş temsil ediyor. Türk-İş heyetinin başkanlığını Genel Eğitim Sekreteri, TEKSİF Başkanı Nazmi Irgat yapacak. Türk-İş, talep edeceği rakam konusunda şimdilik bir değerlendirmede bulunmuyor. Ancak Türk-İş heyetinin temel aldığı rakamın ipuçları, konfederasyonun yaptığı açlık-yoksulluk sınırı araştırmasında. Bu araştırmanın içerisinde bekâr bir çalışanın aylık yaşam maliyeti de yer alıyor. Son araştırmaya göre bekâr bir çalışanın aylık yaşam maliyeti tutarı 3 bin 74 lira olarak açıklandı. Türk-İş’in bunun altında bir rakam talep etmesi kendisi ile de çelişeceği için beklenmiyor. Halen asgari ücret 2 bin 324 lira. Mevcut asgari ücret ile Türk-İş’in hesapladığı rakam arasında 750 lira fark bulunuyor. Başka bir ifadeyle Türk-İş’in rakamına ulaşılabilmesi için hükümetin asgari ücrete yüzde 30’un üzerinde zam yapması gerekiyor. GEÇEN YIL YÜZDE 15 ARTMIŞTI2019 yılında 2 bin 20 lira olan asgari ücret geçen yılın sonundaki görüşmelerde yüzde 15.03 artırılarak 2 bin 324 liraya çıkarılmış, 304 lira artış yapılmıştı. Hükümet, artışta “İşçiyi enflasyona ezdirmedik” tezini savunduğu için genellikle enflasyon hedeflemesini dikkate alıyor. Hükümetin “Orta Vadeli Programı”nda enflasyon beklentisi bu yıl için yüzde 10.5, gelecek yıl için ise yüzde 8. Bu rakamların tutması da beklenmiyor. Merkez Bankası da son enflasyon raporunda bu yıl için beklentiyi yüzde 12.1’e, gelecek yıl için de yüzde 9.4’e yükseltmişti. Hükümet eğer Merkez Bankası’nın bu yıl için hedeflediği enflasyona göre artış yaparsa asgari ücret sadece 281.2 lira zamlanacak. OVP’deki bu yılın enflasyon hedefine göre artış olursa asgari ücret 244 lira, OVP’deki 2021 hedefine göre artış olursa da asgari ücret sadece 186 lira zamlanmış olacak. Bu rakamları işçi tarafının kabul etmesi ise mümkün değil. Bu nedenle asgari ücret rakamının bu yıl da yine işçinin muhalefetine rağmen işveren ve hükümetin anlaşması ile açıklanması bekleniyor. Mustafa Çakır