Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Wednesday, 11.05.2025, 11:48 AM (GMT)

News - Haberler

Yazıncıözgürdür!

Yazıncı özgürdür! figure > “Victor Hugo, Goethe denli olmasa da önemli filhelenist yazıncılardan biridir. Bu yazıncının ‘Oryantaller’ için yazdığı önsöz yazınsal bakımdan çok değerlidir. Almancadan Türkçeye çevirdiğim bu önsöz, çevirinin çevirisi olarak yazınsal çeviri sorununa örnek olarak da irdelenebilir. Bu önsözün bir başka önemi, yazarın Doğu’ya bakışındaki insancıllığı ve toleransı yansıtmasıdır.” /Archive/2020/12/23/001336121-kapakic.jpgVictor Hugo, Goethe denli olmasa da önemli filhelenist yazıncılardan biridir. Bu yazar-şairin “Oryantaller”nde yer alan Doğu ve Türklere ilişkin bazı imgeler, filhelenizmin göstergesi sayılabilir. Hugo'nun bu kitap için yazdığı önsöz yazınsal bakımdan çok değerlidir. Almancadan Türkçeye çevirdiğim bu önsöz, çevirinin çevirisi olarak yazınsal çeviri sorununa örnek olarak da irdelenebilir. Önsözün tam metin ve 'Oryantaller' için, 'Batı Edebiyatında Oryantalizm I-II' kitabıma bakılabilir. Yazınsal kuram birikimi açısından Victor Hugo’nun bu önsözünün bir başka önemi, yazarın Doğu’ya bakışındaki insancıllığı, toleransı da yansıtmasındadır.‘ELEŞTİRMEN, YAZARIN FANTEZİSİNİ SORGULAYAMAZ’Bu metinde sıkça geçen yazar ve şair sözcüklerini bazen korudum; bazen de bunları 'yazıncı' kavramı altında bütünleştirmeyi yeğledim. "Yazın eleştirmeni, bir yazınsal metnin yazarı ve onun fantezisi hakkında sorgulama ve ona şunu sorma hakkına sahip değildir verilemez" diyen Hugo şu belirlemeleri yapar:"Yazıncı neden bu malzemeyi seçmiştir, neden bu rengi almıştır, neden bu ağaçtan meyve koparmıştır, bu kaynaktan beslenmiştir? Asıl sorulması gereken soru, ‘yapıt iyi midir, kötü müdür?’ sorusudur. Eleştirinin egemenlik alanı, bu sorunun ötesine uzanmaz. Eleştiri, uygulanan renkleri ne övmek, ne de yermek zorundadır. Şiirde kötü veya iyi malzeme yoktur; sadece iyi ya da kötü ozanlar vardır. Her şey, sanatın malzemesi, her şey kullandığı alanıdır sanatın. Her şeyin şiirde yurttaşlık hakkı vardır. Öbür malzemeyi değil de bu malzemeyi seçmemize yol açan nedenleri, malzemenin üzücü veya eğlendirici olup olmadığını, tüyler ürpertici veya sevecen, aydınlık veya karanlık, tuhaf veya yalın olup olmadığını tartışmayalım. Nasıl çalıştığınızı araştıralım, ne üzerine ve niçin çalıştığınızı değil."YAZINCI HESAP VERMEZ!Hugo'nun deyişiyle, "eleştiri, bunun ötesinde sorular sorma hakkına, şair de hesap vermeme hakkına sahip değildir. Sanat yalnızca taşıma kemeri, kelepçe ve ağız tıkacı yapar. Şair sana şunu söyler: 'Git! Ve içinde yasak meyve olmayan geniş bahçesinde dolaş şiirin!' Uzam ve zaman şaire aittir; şair nereye isterse oraya gider; ne hoşuna giderse onu yapar. Bu onun yasasıdır.Şair, ister Tanrı’ya veya tanrılara, Pluto’ya veya şeytana, Canidia’ya, Morgana’ya veya hiçbir şeye inanır. İsterse Styx’te geçiş ücreti öder veya cadılar törenine katılır; düzyazı veya dizeler yazar; mermere kazır veya bronza döker; ayağını bu yüzyıla ve iklime basar.Şair, Güney’den gelebilir veya Kuzey’den, Batı’dan veya Doğu’dan. Antik veya modern olabilir; ozanın esin perisi, bir esin perisi veya bir masal perisi olabilir... Şair özgürdür. Kendimizi onun yerine koyalım ve oradan etrafımıza bakalım."Yazıncının her konuda özgür olduğu anlayışını dile getiren bu sözler, yazınsal açıdan önemli olanın, yazıncının seçtiği malzeme ya da izlek değil, bunları sanatsallaştırma yetkinliği olduğunu ortaya koymaktadır. Yazın eleştirmenin görevinin yazınsal yapıtın estetik niteliğini ortaya çıkarmak olduğunu açıklamaktadır. Bu yaklaşım uyarınca, nitelikli okur yapıtın yazınsal düzeyinin tadını varmalıdır.Okuyucular, yazıncıya 'kitabınız iyi ya da kötü demek yerine, neden bu kitabı yazdınız?" diye sormamalıdırHugo, yazın eleştirisi bakımından önemli açıklamalarını şöyle sürdürür: "Bu satırların yazarı, bu düşünceleri ilkeli biçimde savunmaktadır; bu düşünceler bir başlarına çok açık olmakla birlikte, bazı Aristarche'ler bunların böyle olduklarını kabullenmek istememektedir. Yazıncı, güncel yazında edindiği yer ne denli önemsiz olursa olsun, eleştirinin bu yakınmalarıyla ve çoğunlukla şöyle bir tavırla karşı karşıya kalmıştır: İnsanlar ona 'kitabınız kötü!' demek yerine, 'neden bu kitabı yazdınız?', 'neden bu malzemeyi seçtiniz?' diye sormuştur. Temel düşüncenin şaşırtıcı ölçüde grotesk ve konunun, sanatın sınırlarını aştığını görmüyor musunuz? Bu güzel değildir; bu zarif değildir."Hugo'nun şu belirlemeleri, yazınsal yaratımın ve alımlamanın katıksız öznelliğini dile getirmektedir: Okuyucular, "neden hoşumuza giden veya bizi eğlendiren konuları işlemiyorsunuz? Ne tuhaf bir keyfiniz var öyle?' gibi sorular soruyorlar. Yazıncı, bu tür sorulara kararlı biçimde şu yanıtı vermiştir: Benim keyfim, benim keyfimdir! Sanatın sınırları nerededir; bunu bilmiyorum. Tinin dünyasının kesin bir coğrafyası hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Şimdiye değin, olanaklı ve olanaksız olanın sınırlarının kırmızı veya mavi olarak belirtildiği sanatın gezi haritasını da görmedim. Kısacası, bunu yaptığım için, bunu yaptım."/Archive/2020/12/23/001354902-kapak.jpgOKUYUCU VE YAPITIN ESTETİK NİTELİĞİGörüleceği üzere, neyin, hangi izleğin nasıl yazınsallaştırılması gerektiğini yalnızca yazar karar verir. Yazar, okuyucu ya da eleştirmen nasıl tepki göstereceğini düşünmez. Yazınsal yapıtında estetik duyumsamasını, tinsel yeterliliğiyle bütünleştirmeye özen gösterir.Herhangi bir düşünce, bir yapıtın oluşumuna yol açabilirHugo, okuyucunun ya da eleştirmenin, yazıncıya sormaması gereken soruları sıralamayı şöyle sürdürür: "Eğer her hangi bir kimse yazara/şaire şu soruyu soracak olursa: 'Peki, niçin bu oryantaller? Ne, size bir bütün kitap ile Doğu’da eriyip gitme düşüncesini verdi? ... Bu kitabın elverişliliği neresindedir? Doğu, bunun neresine uymaktadır?' Yazıncını bu sorulara yanıtı şudur: Bunları bilmiyorum. Bir fikir beni sardı, hem de oldukça gülünç bir biçimde sardı; bu, geçen yaz güneşin batışını gördüğümde oldu.Yazıncı, pek beğenilmediğine üzülecektir. Sonra, İspanya’da o güzel eski kentlere gösterilen ilgi, niçin tümel olarak yazına ve tikel olarak da bir yapıta gösterilmez? O güzel kentlerde insan her şeyi bulur. Saraylar, oteller, manastırlar, kışlalar; hepsi farklı, hepsi yapı tarzının belirlenimini alnında taşıyan, insan ve gürültü dolu pazar yerleri; canlıların, ölüler gibi sustuğu kilise bahçeleri. Burada altın varaklı, davul sesleriyle ve yanıltıcı parıltılarla dolu tiyatro... Şurada binlerce mumun bulunduğu yüksek sunağı, kısacası ziyaretçi kitlesiyle etkileyici, ayrıntıları görülmeye değer, mucizevî kilise binası... Son olarak kentin diğer ucunda palmiyelerin örttüğü çinko ve bakırdan kubbeleri, resimli kapıları, işlemeli duvarları, yukardan aydınlatmalı, dar kemerleri... Her kapının üstünde Kuran’dan sözleri, göz kamaştırıcı kutsalları, zemindeki ve duvardaki mozaikleriyle, büyük güzel kokulu bir çiçek gibi güneşin altına yayılmış Doğu camisi."Hugo, niçin kiliseyi değil, camiyi yeğlemiştir?Şu tümceler, Hugo'nun tolerans ve çoğulculuk bilincinin sağlamlığı ve derinliğinin açık kanıtıdır: "Bütün bunlara karşın, bu kitabın yazarı, üzerinde burada yapmaya cesaret ettiği karşılaştırmanın uygulanabileceği yapıtlardan oluşan bir bütünü asla ortaya çıkaramayacaktır... Eğer yazara şimdiye değin neyi inşa etmek istediği sorulsa, o, ‘camiyi’ yanıtını verirdi!"Hugo'nun "kilise değil, cami yapmak isterdim" tümcesi olağanüstü önemdedir; çünkü özgürlük, her zaman ve her koşulda başkasının özgürlüğüdür. Başkasının özgürleşmesi için uğraşmayan, özünü özgürleştiremez. Ayrıca, başka inançlara ve yaşam tarzlarına saygı, toleransın özüdür. Önsözün kalan bölümünü ve 'Oryantalleri' izleyen yazıda ele alacağım. Onur Bilge Kula / Cumhuriyet Kitap Eki

Edebiyatın kayıp ustasıKelly'den...

Edebiyatın kayıp ustası Kelly'den... figure > Amerika’daki ırk ilişkileri üzerine yapıtlarıyla Afro-Amerikalı yazar William Melvin Kelley’in Güz Dönümü; 50’li yılların son çeyreğinde hayali bir Güney eyaletinde geçen, Tucker Caliban adlı siyahi bir çiftçinin tüm tarlasına tuz döküp ağaçlarını keserek, hayvanlarını öldürüp evini ateşe vererek ve hiçbir açıklama yapmaksızın ailesiyle birlikte eyaleti terk ederek fitilini ateşlediği, tüm siyahların bu eyaleti terk etmesine yol açan benzersiz bir göçün hikâyesi. /Archive/2020/12/23/001037357-3-.jpgAmerika’daki ırk ilişkileri üzerine yazdığı deneysel düzyazı ve taşlamalarıyla bilinen Afro-Amerikalı yazar William Melvin Kelley’in henüz 24 yaşındayken kaleme aldığı; pek de uğrak sayılmayacak bir eskici dükkânının tozlu raflarında yeniden keşfedilmeyi bekleyen Güz Dönümü’nün geçtiğimiz yıllarda bir gazeteciyle buluşması, Amerikan edebiyatı için dönüm noktalarından biriydi.Oysa Kelley, Harvard Üniversitesi’nde başarılı bir öğrenciyken yazar olma kararı alarak akademiyi terk eden, gençlik yıllarında kuşağının en yetenekli Afro-Amerikalı sanatçıları arasında anılan, William Faulkner’dan James Baldwin’e bir dizi büyük edebiyatçıyla karşılaştırılan bir isimdi.SİYAH VE BEYAZ ARASINDA...Sivil Haklar Hareketi’nin ırk ayrımcılığına karşı verdiği mücadeleyi çok çetin bir atmosferde yürüttüğü günlerde bu yakıcı konularda kalem oynatmasına ve dönemi dolayısıyla son derece ses getirmesine rağmen Kelley’in gereken ilgiyi görmemesinin ve metinlerinin zaman aşımına uğramasının birçok farklı nedeni vardı.Her şeyden önce Kelley “beyazların siyahlara dair ne düşündüğü hakkında yazan bir siyah”tı. İki taraf da birbirleri hakkındaki utanç verici düşüncelerinin derin ve karanlık sularında boğulmaktan çekiniyordu.Siyah okurlar, anlatılan kendi hikâyeleri olmasına rağmen Kelley tarafından tasvir edilen sinik beyazların zaten gündelik hayatta sürekli maruz kaldıkları utanç verici tutumlarından kesitler okumak istemezken, beyazlar Amerikan eyaletlerinin görünmez yasalarla belirlediği çerçevede riayet etmeye mecbur hissettikleri, kendilerine tanınan yabancılaştırıcı üstünlük politikalarıyla yüzleşmekten kaçınıyordu./Archive/2020/12/23/001055966-1-.jpgBENZERSİZ BİR GÖÇ!Güz Dönümü işte tam da bu atmosferde yazılan, ‘50’li yılların son çeyreğinde hayali bir Güney eyaletinde geçen, Tucker Caliban adlı siyahi bir çiftçinin tüm tarlasına tuz döküp ağaçlarını keserek, hayvanlarını öldürüp evini ateşe vererek ve hiçbir açıklama yapmaksızın ailesiyle birlikte eyaleti terk ederek fitilini ateşlediği, tüm siyahların bu eyaleti terk etmesine yol açan benzersiz bir göçün hikâyesidir.Bu göçün gerekçesi eyaletteki siyahiler için ne kadar açıksa, eyaletin beyaz sakinleri için o denli karmaşık ve anlamlandırılamazdır. Çünkü ne bu sessiz isyan ne de ardından gelen göç dalgası, şiddete başvurularak ateşlenir. Fakat beyazlar - ve doğalında okurlar - geçmişin ve bugünün adaletsizliklerini, ayrımcılığı, örtük ve açıktan sistematik şiddeti kendi vicdan terazilerinde tartmak üzere kendileriyle baş başa kalır.Güz Dönümü’nü özgün kılan tam da budur. Irkçılık meselesini yaşamı boyunca bir beyaz sorunu olarak gören Kelley, Güz Dönümü’nde siyahilerin yaşamını farklı sınıflara mensup beyazların gözünden, onların gözlemlerine dayanarak aktarır. Siyahilerin sesleri yalnızca diyaloglarda görünür, metin boyunca hiçbiri dile gelmez. Dolayısıyla okur, tüm diğer siyahlarla birlikte Tucker Caliban’ın da zihnindeki düşünce ve tasarıları doğrudan öğrenemez. Oysa kurgunun kilit noktasını tam da bu oluşturur.KUŞAKTAN KUŞAĞA İNTİKAM DUYGUSUKelley Amerika’daki ırk ilişkilerini her boyutuyla aktarabilmek için alternatif tarih anlatılarına da başvurur. Karakterlerinin yolculuğunu, kurduğu kuşaklar arası bağlarla beslerken, “intikam” duygusunun kuşaktan kuşağa sessizce aktarıldığını ve asla sönmeyeceğini vurgular. Akıbetin ve iradenin siyahlar tarafından tekrar ele geçirilişi, kendi kaderlerini tayin hakkını kazanışları yalnızca bu hayali eyaletin beyaz sakinlerini değil, her kuşaktan okuru sarsacak ürkütücü yoğunlukta bir gerçekliğe bürünür.M. Barış Gümüşbaş’ın dilimize kazandırdığı, Ahmet Birsen editörlüğünü üstlendiği Güz Dönümü, yapıtları son yıllarda pek çok dile çevrilmiş, “Amerikan edebiyatının kayıp devi” olarak nitelendirilen Kelley’e hak ettiği değeri nihayet kazandıracak nitelikte bir ilk roman.Güz Dönümü / William Melvin Kelley / Çeviren: M. Barış Gümüşbaş / Sel Yayıncılık / 210 s. Mısra Gökyıldız

İki güçlükadının hikâyesi

İki güçlü kadının hikâyesi figure > İrem Uzunhasanoğlu’nun üçüncü romanı Evvel Bahar, yatakhane arkadaşlığından doğan ölümsüz hatıraların anlatıldığı; geçmiş ve gelecek arasında bir köprü kuran ve ânımızda yaşananların döngüsel bir şekilde eski acılara ve travmalara bağlandığını anlatan bir kitap. /Archive/2020/12/23/000723031-ic1.jpg‘EVVEL BAHAR’İrem Uzunhasanoğlu’nun yeni romanı Evvel Bahar, Firuze ve Öykü isimli iki kadının yatakhanede başlayan dostluğunu ve yıllar sonra karşılaştıklarında neler yaşadıklarından habersiz geçmişe geri dönüşlerini konu ediyor. İki güçlü kadının arzularını, hayal kırıklıklarını, travmalarını ve yolları her ne kadar ayrılsa da değişmeyen dostluklarını akıcı bir dille anlatıyor.Aile ilişkilerimiz, yalnız bırakılışlarımız, kutsanan ebeveynlerimizle hesaplaşmalarımız döngüsel olarak geri dönüyor. Bizleri yaralıyor. Kime aşık olacağımızı dahi belirleyebiliyor. Genellikle sevgisizlikle hesaplaşma fırsatımız bile olmuyor. Halbuki elimizde avucumuzda kalmasını istediğimiz tek duygu sevgiydi. Anlaşılmak, yalnız bırakılmamaktı.CESUR FİRUZE...Firuze genç yaşında babası Yavuz tarafından dışlanmış, terk edilmiş bir çocuk. O vazgeçilmiş çocuk dimdik durarak ve hatta aşık olduğu adam Adar’ın uğruna isyan bayrağını en tepeye dikebilecek kadar cesur bir karaktere dönüşüyor. Bu da Firuze’yi benim gözümde Türk edebiyatında okuduğum en güçlü kadın karakterlerden birisi yapıyor.Terk edilmesinin ardından kıta değiştirip, Amerika’ya giden Firuze orada ayakta kalabilmek için her işi yapıyor. Onun için önemli olan babasıyla arasındaki paternalist ilişkiyi kırabilmek.Türkiye’de sık sık tanık olunan bir hikâye. Kendi iktidarını kızına dayatan ve eğer onun istediklerini yapmazsa arkasında durmayan bir baba figürü Yavuz. Sevgisini de parasını da kızına pazarlık sonucunda veren bencil bir karakter.Firuze ise kendi ayakları üzerinde duran bir kadın olmasının yanında yaptığı birçok hareket babasına karşı oluşmuş savunma mekanizmalarının bir parçası.İnsan küçüklüğündeki yoksunluklara göre mi şekillendirir yalnızca hayatını? Bundan emin değilim. Çünkü birçok insan isyan etmek ya da adaletsizliklere direnmektense uyumlu olmayı, boyun eğmeyi kabulleniyor. Ebeveynlerini kutsallaştırarak onların işledikleri suçlara bahaneler üretiyor, hataların farkında olmalarına rağmen onlara toz konduramıyor, kötü de olsalar ebeveynlerinden sevgi dileniyorlar. Özgürlüklerini, benliklerini, ruhlarını satıyorlar. İşte dünyadaki bütün kötülüklerin ana nedeni bu belki de./Archive/2020/12/23/000738109-ic2.jpgİDEALİST ÖYKÜ!Öykü ise daha idealist bir karakter, daha da önemlisi doksanlarda suikasta kurban gitmiş bir gazetecinin kızı. Üzerinde çok büyük bir sorumluluk var ve yegane amacı babasının değerlerini sürdürebilmek ve en az onun kadar cesur bir insan olabilmek.Başkalarıyla yaşadığı ilişkilerde ürkek davranıyor çünkü her an terk edilebileceğinden ya da başına kötü bir şey gelebileceğinden korkuyor. Onun ki iyi bir baba figürü fakat onun da annesi hiçbir zaman arkasında durmuyor.En nihayetinde her iki kadın da tek başına yola devam etmek zorunda kalıyor. Psikanalizin son aşamasında olan kimseden medet ummadan birey olabilme gücü ikisinin de ruhunda fazlasıyla mevcut. Fakat insan ötekilerle var olan bir karakter. Ölüm döşeğine gelseler bile hesaplaşma arzuları dinmiyor. Firuze ve Öykü yirmi yıl sonra yeniden birbirlerine tutunabilecekler mi? Anne babalarla hesaplaşmanın bir son kullanma tarihi var mı?Evvel Bahar’ın hem konusu hem de motifleri Uzunhasanoğlu’nun diğer romanlarından çok farklı. Bu roman her birimize bir yönüyle dokunabilir. Ailelerimizi kıramadığımız için yüzleşemediğimiz yalnızlıklarımızı, derin ve dalgalı bir şekilde harikulâde ifade ediyor. Geçmişini çözümlemeyenlerin, terk edilmelerine rağmen güçlü kalabilmeyi başarabilenlerin, dostluk duygusunu iliklerine kadar yaşamış inşaların romanı.Uzunhasanoğlu, bizlere bu kitabıyla ebeveynlerin yanlışlarına rağmen doğruları savunabilen kadınların yaşadığını ve başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösteriyor.Evvel Bahar / İrem Uzunhasanoğlu / Doğan Kitap / 248 s. / 2020. Ömer Çeşit

20. yüzyılın dev yapıtlarından; Canto General

20. yüzyılın dev yapıtlarından; Canto General figure > Cemal Süreya haklı olarak kitaptan “evrensel şarkı” diye söz eder çünkü yapıt en güneyden en kuzeye Amerika kıtasının yanı sıra bütün dünyayı kucaklar. /Archive/2020/12/23/000324564-kapakic1.jpgEVRENSEL ŞARKIÜlkemizde bu zamana değin Pablo Neruda’dan birçok şiir/kitap çevirisi yapılmıştır. Bunlar arasında özellikle şairin en temel yapıtlarından biri olan Canto General’dan E. Gökçe, C. Süreya, E. Alkan gibi şair çevirmenlerin yaptıkları çeviriler bu uludeniz yapıttan birkaç damla olarak kalmıştır. Onun için Türkiye’deki okurun Neruda’nın şiirlerini tam anlamıyla tanımadığını, bunun bir eksiklik olduğunu düşünüyordum. Artık yapıtın bütünlüklü bir çevirisinin yayımlanmasıyla sözünü ettiğim eksiklik giderilecek.Neruda 1938’te babasının ölüm döşeğinin başında “Şili’nin Şarkısı” adlı bir şiire başlar. Baba oğlunun doktor, mühendis, avukat olmak yerine şair olmasına hep şiddetle karşı çıkmış, bu yüzden onun da şiirlerini yayımlayabilmek için takma ad kullanmasına neden olmuştu.Şair bu tarihten başlayarak şiirde halkının ve kendisinin kaynağını, köklerini aramaya çıkar. Bu şiir 12 yıl sonra, 1950’de kendi ülkesinde değil, Meksika’da yayımlanan Canto General (Canto=Şarkı, General=Genel) adlı dev bir yapıta dönüşecektir.Cemal Süreya, Enver Gökçe’nin Neruda’dan “Seçme Şiirler” başlığıyla yayımladığı kitaba yazdığı önsözde haklı olarak kitaptan “Evrensel Şarkı” diye söz eder çünkü yapıt en güneyden en kuzeye Amerika kıtasının yanısıra bütün dünyayı kucaklar./Archive/2020/12/23/000338580-ic2.jpgACININ TARİHİBu yapıtın şairin yapıtları içinde ayrı bir yeri vardır. Olgunluk dönemi ürünlerinin başlangıcını oluşturur. Epik, lirik, tarihsel ve çok kişisel unsurların güzel bir karışımıdır. Artık dizginsiz coşkular, duygulanımlar şaire değil, şair onlara egemendir, onları denetimi altında tutarak, bir kendiliğindelik içinde dile getirerek yazmaktadır.Okur bir yandan Şili’nin tarihine, dolayısıyla Latin Amerika, hatta tüm Amerika tarihine tanık olur, çünkü Şili’nin tarihi sömürgeciliğin getirdiği savaşların ve acıların tarihidir; öte yandan şairin birçok yaşamını, kişiliğini keşfederken onun insan ve ülke sevgisini, kişisel dramını başka bir cepheden görür.Neruda, 1945’te senatör seçilmesinden ve Komünist partisine kaydolmasından sonra siyasal etkinliklerini ve daha önce yazmaya başladığı “Canto General”ın yazımını birlikte sürdürmeye başlar.1948’in başında hakkında verilen tutuklanma kararı üzerine gizlenmek, hatta yurt dışına kaçmak zorunda kalır.Neruda kitabını gizlilik içindeyken daha yoğun bir biçimde yazmayı sürdürür. Şaire göre İspanyol istilacı, baskıcı, işkenceci, kan dökücü, yıkıcı babadır. Babayla İspanyol’un bu özdeşleştirilmesine yer yer rastlarız bu kitaptaki şiirlerde. Dolayısıyla babasının soyadını, İspanyollar arasında yaygın olmasından dolayı soyadları anılan istilacılar arasında görmek şaşırtıcı değildir.Çelişkili, ama anlaşılır bir biçimde aynı adı öldürülen halktan kişiler arasında görmek de olası. Babası İspanyoldur, ama sade bir demiryolu işçisidir, halktan bir kişidir./Archive/2020/12/23/000404189-ic3.jpgCanto General, Neruda’nın dolaştığı bütün Güney Amerika kıtasında, Pasifik karşısında, And Dağları’nda, gizlilik içinde kaldığı halktan insanların evlerinde, gecekondu evlerde ya da lüks otellerde, Arjantin’de, Peru’da, Meksika’da, Macchu Picchu Dorukları’nda, balta girmez ormanlarda yazılmıştır.Her gittiği yerde gördüğü, halkının güzelliklerini, kadınlarının büyüsünü, dostlarının çalışmasını ve vatandaşlarının zekâsını güçlü bir biçimde duyumsatır. İnka, Aztek, Maya gibi büyük yerli uygarlıklarının beşiği olan Amerika’nın büyüklüğünü keşfettirir.Neruda’ya göre Amerika halklarının yaşadıkları, en karanlıktaki olaylar gün ışığına çıkarılmalıdır. Amerika’nın ağaçları, çiçekleri, volkanları, ırmakları şiire dökülmelidir. Tarih ve toplum bilinci bunu gerektirmektedir./Archive/2020/12/23/000422829-ic4.jpgEPİK VE LİRİK İÇ İÇENe ki kitabı yalnızca Şili’ye ve Latin Amerika’ya, daha da ileri giderek dünyaya tarihsel bakışın bir ürünü olarak görmek yanlış olur. Aynı zamanda şairin anılarından, imgesel bakışından, şiirsel deneyimlerinden süzülüp gelen, önceliğin hep şiirde olduğu bir kitaptır.Buradaki şiirler, kazıdıkça imgesel mücevherlerin bulunduğu büyük bir maden damarının ürünleri gibi serilir önümüze.Sayfalar boyunca ilerledikçe coğrafyaya, tarihe yaklaşımdaki, siyasal suçlamalardaki epik söylemle kişisel yaşamöyküsünün sunumundaki, uzaktaki dostlara mektuplardaki lirik söylem iç içe geçer.Kimi yerde siyasal söylem ağırlık kazansa da şair, Uyansın Oduncu başlıklı IX. bölümün sonunda, “Hiçbir şey çözmeye gelmedim. / Şarkı söylemeye geldim buraya, / sen de benimle söyleyesin diye” siyasal kimliğinin ötesine geçerek şair kimliğini öne çıkarır.Özel olarak Şili’nin, genel olarak Amerika’nın yazgısı aynı zamanda şairin de yazgısıdır. Dolayısıyla Şili’nin ve öteki Amerika ülkelerinin sömürgeci İspanyollarca istilasından, yakın zamanlardaki maden işçilerinin grevlerine dek geçen yüzyılları kucaklayan dizelerde Amerika’nın; onu teriyle, kanıyla kuran, köklerini derinliğine daldıran halkın tarihsel ve siyasal konumuna tanıklık edilir, yorumu yapılır.Sonra adlar, adlar ve adlar... Yerli kabile reisleri, istilacı kaptanlar, hainler, diktatörler, işkenceciler, sendikacılar, şairler, değerli önderler, halkın dostları ve düşmanları, sade insanlar... Şili engin bir kitap gibi açılır önümüze.Zaten Neruda da 1962’de, Şili Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada şöyle diyecektir: “Ne var ki en önemli, en engin kitabım, Şili adını verdiğimiz şey olmuştur. Vatanı durmadan okudum, gözümü üstünden hiç ayırmadım.”Canto General, Amerika kıtasında sanatın ve edebiyatın kötümserlik içinde bulunduğunu ve halktan uzaklaştığını düşünen şairin bu duvarı yıkmak için giriştiği çabanın da ürünüdür. Ona göre, acılarımızı aşmamız ve yıkımın üzerine çıkmamız gerekmektedir.Gerçekten de bu kitap üzerine yapılacak derinlikli bir inceleme, şairin imgelerinde özelde Şili halkına, genelde dünyadaki bütün halklara ilişkin göndermelerdeki çeşitliliği, zenginliği ortaya çıkartacaktır.Neruda yine bu kitabıyla Amerika’yı, Amerika halklarını şiirsel bir bakışla keşfetmiş, onu yeniden kurarak saygınlığına kavuşturmak istemiştir. Onun dizelerindeki halk artık siyasal söylemdeki soyut, yoksul halk değil, gerçek ve somut halktır.Evrensel Şarkı (Canto General) / Pablo Neruda / Çeviren: Adnan Özer / Can Yayınları / 552 s. / 2020. Aytekin Karaçoban

Fahrettin Koca, 4 ilin son durumunu paylaştı

Fahrettin Koca, 4 ilin son durumunu paylaştı figure > Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, İzmir, Trabzon, Samsun ve Hatay'da koronavirüsle mücadelede elde edilen son verileri paylaştı. Koca, ''Bu illerimizde günlük yeni vaka sayılarında düşüş başladı. Ancak hastane ve yoğun bakım servislerimizin yükü hala yüksek seyrediyor" dedi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda "İzmir, Trabzon, Samsun ve Hatay illerimizde güncel durumunu ele aldık. Bu illerimizde günlük yeni vaka sayılarında düşüş başladı. Ancak hastane ve yoğun bakım servislerimizin yükü hala yüksek seyrediyor" dedi. Bakanın paylaştığı tabloda İzmir'de günlük vaka sayıları yüzde 30 azaldı. Yatak doluluk oranı yüzde 57, yoğun bakım doluluk oranı yüzde 77 olarak açıklandı.Trabzon'da vaka sayılarında yüzde 25 düşüş oldu. Yatak doluluk oranı yüzde 52 , yoğun bakım doluluk oranı yüzde 72 olarak açıklandı.Samsun'da ise vaka sayılarında yüzde 35 düşüş olduğu görüldü. Yatak doluluk oranı yüzde 62, yoğun bakım doluluk oranı yüzde 80 olarak kayıtlara geçti.Hatay'da vaka sayılarında yüzde 40 düşüş gerçekleşti. Yatak doluluk oranı yüzde 85, yoğun bakım doluluk oranı yüzde 77 olarak açıklandı. cumhuriyet.com.tr

Bir kadavranın hatıra defteri

Bir kadavranın hatıra defteri figure > Kitaplarında ailesine ve sonra da eşinin hikâyesine yer veren, hatıralarını roman ve anlatı biçiminde okurla paylaşan Jean-Louis Fournier, Son Beyaz Saçım’ın ardından Otopsim’le bu yoldan ilerlemeyi sürdürüyor. Yazar bu kez kendisinden “kayıtsız” ve “heyecanlı” bir ölü gibi bahsederken benliğini bir kadavra hâline getirip otopsisine tanık oluyor. Gövdesini bilime takdim eden, kendisini “kum saatinde zaman geçirirken gören” ve bunu yeniden ışığa kavuşma fırsatı diye niteleyen bir cesetle karşı karşıyayız. Otopsim, bir kadavranın hatıra defteri; yaşadıklarının hikâyeleştirilmiş Z Raporu. Fournier, kendisini zihni canlı kalan bir ölü gibi düşünüp seslendiği okura ve tıp öğrencisi Égoïne’e yaşamından kesitler sunuyor. /Archive/2020/12/22/235735310-ic3.jpgEdebiyatta her şey mümkün; tamamen kurguya dayalı bir metin kotarabilirsiniz ya da onun içine hayatınızdan parçalar koyabilirsiniz. Yaşamda hiç olmayacak şeyleri ana unsur hâline getirebilirsiniz veya yaşamınızı baştan aşağı satırlara dökebilirsiniz. Bunlara fantastik öğeler veya dramatik anlar da katabilirsiniz.Kitaplarında ailesine ve sonra da eşinin hikâyesine yer veren, hatıralarını roman ve anlatı biçiminde okurla paylaşan Jean-Louis Fournier, Son Beyaz Saçım’ın ardından Otopsim’le bu yoldan ilerlemeyi sürdürüyor. Yazar bu kez kendisinden bir ölü gibi bahsederken benliğini bir kadavra hâline getirip otopsisine tanık oluyor.“ÖLÜM HİKÂYESİ”Otopsim, Fournier’nin kendisini “kayıtsız” ve “heyecanlı” bir ölüye benzettiği, hatta öyle kabul ettiği bir kitap. Roman deseniz değil, anlatıya çalan ve denemeyi andıran bir metin.Öğrencilerin ve onlara rehberlik eden profesörlerin elleri gövdesinde gezinen yazar, onlarla birlikte kendisini keşfettiğini düşünüyor. Buna, hiçbir şey saklayamayacak durumda olmayı hayal etme de diyebiliriz:“Hayatımı fıkralar anlatıp kıvırtmacalarla durumu kurtararak ve soytarı kılığına bürünerek geçiren, her şeyi içinde saklayan ben, bu defa hiçbir şeyi saklayamayacağım. Bir otopsi bir striptizden de beter.”Gövdesini bilime takdim eden, kendisini “kum saatinde zaman geçirirken gören” ve bunu yeniden ışığa kavuşma fırsatı diye niteleyen bir cesetle karşı karşıyayız. Daha çok ondan bir şeyler öğrenecek gençler için geçerli bu. Fournier de gençlerden bir şeyler öğreneceğini düşünüyor.Yazarın bahsettiği sessiz bir öğrenme; masada sere serpe yatanın konuşamayacağı, karşısındakinin ise işitemeyeceği bir paylaşım: Orada özgeçmiş, kitaplar ve kelimeler yok. Keskin bir ışık, sivri uçlu metaller ve “ölüm öyküsü” (curriculum motris) söz konusu, bir de hareketsiz gövdede kilitli kalan anılar var. Bedene dokunan öğrenci bunları hissedebilirse ne âlâ:“Tıpkı birkaç eski taş parçasıyla geçmişin yapılarını yeniden kuran arkeologlar gibi o da benden kalan parçalarla bütünü yeniden kurgulayabilecek. Mikroskopla inceleyeceği kemiklerim, saçlarım, hücrelerim ona benim hikâyemi anlatacak…”Kimi zaman çocukça muziplikler kimi zaman kaybedilmiş eşe dair nostaljik cümleler barındıran o hikâyeyi Fournier’den dinliyoruz: İsa’yla arkadaş olan ama bunu fazla ileri götürmeyen, annesine şakalar yapan, önüne geleni güldürmeye çalışırken kendisi derinlere dalan, günaha çağrıların günden güne büyüdüğünü hisseden ve hayatını sıkıcı olmamak için çalışmakla geçiren bir yazarın öyküsü bu.Öğrencinin gövdenin belli bölümlerine teması bir hatırayı tetikliyor; eller, bacaklar, gözler vd. Fournier’ye bir şeyler çağrıştırıyor: Ortak hareket etmeye başlayan gövde ile zihin, birbirine yeniden sinyal gönderiyor. Bu, tıpkı öğrencinin kadavrayla kurduğu ilişki gibi./Archive/2020/12/22/235815607-kapakic2.jpgSAÇMALIKLARDAN PARA KAZANMAKFournier’nin anlattığı ölüm hikâyesi, içinde hayattan epey parça barındırıyor. Dolayısıyla ikisi arasındaki sınır çizgisi çok ince ve tam üzerinde hatıralar bulunurken ameliyathanenin tavan lambasından gelen güçlü ışık onları aydınlatıyor,Fournier de ışıktan yararlanıp kendisini inceleyen öğrenciyi çözümlüyor:“Elleri avının üstündeki atmacalar gibi etrafımda dört dönüyor. Bana ne yaparsa yapsın, ister kessin, biçsin, çizip yarsın, parçalara ayırsın, derimden parça alsın, derimi yüzsün, içimi boşaltsın, kısaltsın, didik didik etsin... Égoïne’in hareketleri inanılmaz zarafette.”“Ölüm hikâyesi”, Fournier’nin hayal gücünü zorlayarak kotardığı bir metin. İçinde adı konmamış bir aşk da bulunuyor hayal kurmayı neredeyse sonlandırıp onu yaşamaya mecbur bırakacak ifadeler de…Gövdesiyle ilgilenen öğrenci, görmediğini sansa da Fournier onun bütün hareketlerinin farkında. Hatta en ufak mimik ve jestten geç kızın ruh hâlini çözümleyebilecek kadar iyi bir gözlemci bu kadavra:Yaşarken kendisini bu kadar etraflıca incelememişken düştüğü boşluktan olsa gerek küçücük bir ayrıntıyla bile ilgileniyor:“Var olmak için daima başkalarına ihtiyaç duydum. Kişilik bölünmesinden rahatsızdım. Kendimi kendi içimde, artık tanımaz olduğum bir bende kaybolmuş buluyordum. Bedenim artık bana ait olmaktan çıkmış gibiydi. Çok kısa sürüyordu, dehşet verici biçimde nahoş bir histi.”Fournier, sözcüklerin ve hayal gücünün olanaklarından yararlanarak okuru, bazen fantastik bazen de masalsı yanı ağır basan rüyalara benzer anların içine atıveriyor. Daha doğrusu bunların büyük bir bölümü, üzerinden uzun zaman geçtikten sonra düş izlenimi veren yaşanmışlıklar.Yazar bu hatıraları, zaman zaman çektiği ya da prodüksiyonunda görev aldığı filmlere de benzetirken bir sahnede yani yaşamının bir ânında, taşkın, aşırı, haddini bilmez, ayrıksı, öfkeli ve fevri yılların ardından yaşlılıktan memnun olduğunu ve morukluğun tadını çıkardığını belirtiyor.Sonra yine küçük bir anekdot geliyor: “Küçükken sınıfta söylediğim saçmalıklar için cezalandırıldım, büyüyüp de bunları yazdığımda para kazanacaktım.”Vakti zamanında dünyanın merkezinde ve filmin başrol oyuncusu olduğunu sanıp çocukça şeyler yapan Fournier, sonra kenara ittiği ya da tepeden baktığı dünyayı yorumluyor.Genel toplama bakınca Fournier’nin Otopsim’de, bir ölü için her şeyin durduğu ama onunla yüz yüze gelenlerin hâlâ zamanla yarıştığı anlara dair öngörülerde bulunduğunu görüyoruz. Yazar, kadavraya dönüştürdüğü bedeni aracılığıyla sınırda gezinip öğrenme ve keşfin sonlanmayacağını anlatmaya çabalıyor.Otopsim, bir kadavranın hatıra defteri; yaşadıklarının hikâyeleştirilmiş Z Raporu. Fournier, kendisini zihni canlı kalan bir ölü gibi düşünüp seslendiği okura ve tıp öğrencisi Égoïne’e yaşamından kesitler sunuyor.Otopsim / Jean-Louis Fournier / Çeviren: Aysel Bora / Yapı Kredi Yayınları / 126 s. cumhuriyet.com.tr

Pişi yapmak için aldığıhamurdançıktı

Pişi yapmak için aldığı hamurdan çıktı figure > Bilecik’in Bozüyük ilçesinde yaşanan bir olay, yurttaşın en temel besin kaynağı olan ekmeğin üretildiği fırınlardaki hijyen ve dikkatsizliği bir kez daha gözler önüne serdi. Pişi yapmak için fırından alınan bir hamurun içinden kıl yumağı çıktı. Bozüyük ilçesinde öğle yemeği için canı pişi isteyen yurttaş, hamur almak için kendisine en yakın fırının yolunu tuttu. Buradan bir miktar hamur alarak eve gelen yurttaş, pişi için hamuru parçalara ayırırken hamurun içinden çıkan kıl yumağı karşısında şaşkına döndü. Aldığı hamuru kıl yumağı ile birlikte fırına götüren yurttaş, yetkililerden şikayetçi oldu. /Archive/2020/12/22/230159756-pisi-hamuru-1.jpg''BÖYLE BİR SORUMSUZLUK OLMAZ'' İsmini açıklamak istemeyen mağdur yurttaş, ”En temel besin kaynağımız olan ekmeğin üretildiği yerlerde yaşadığımız bu olaylar bizleri derinden üzüyor. Eğer ben bu hamuru almasaydım hayvan kılına da benzeyen bu kıl yumağı başka bir vatandaşımızın ekmeğinin içinde çıkacaktı. Böyle bir sorumsuzluk olmaz. Hijyenin en üst düzeyde olması gereken fırınlarda çalışanların temizlik konusunda eğitilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu hususta yetkili birimlerce denetimlerin arttırılması yaptırım ve cezaların caydırıcı hale getirilerek insan sağlığı ile oynanmasına müsaade edilmemesini istiyorum” dedi.  İHA

İstanbulkart, HES kodu eşleştirmesi nasıl yapılır?

İstanbulkart, HES kodu eşleştirmesi nasıl yapılır? figure > Sağlık Bakanlığı'nın koronavirüs tedbirleri kapsamında uygulamaya koyduğu ve İçişleri Bakanlığı'nın da tüm toplu taşıma araçlarına binerken zorunlu kıldığı HES kodunun İstanbulkart eşleştirmesi için son gün 15 Ocak olacak. HES Kodu tanımlaması yapmayan İstanbulkart kullanımları etkisiz hale gelecek. Tanımlamalar ise İstanbulkart'ın web sayfası üzerinden yapılabiliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 15 Ocak 2021 tarihine kadara tanımlama ve eşleştirme işlemi yapılmayan İstanbulkart ile seyahat etmenin mümkün olmayacağını duyurdu.Peki, İstanbulkart HES kodu eşleştirme işlemi nasıl yapılır?İstanbulkart HES Kodu eşleştirmesi için için öncelikle kişinin HES Kodu'na sahip olması gerekecek. Hes Kodu'nu almak için Sağlık Bakanlığı’nın https://hayatevesigar.saglik.gov.tr/hes.html adresini ziyaret etmek yeterli olacak. Hayat Eve Sığar uygulaması ya da SMS üzerinden aldığın HES Kodunu, kişisel bilgiler ve telefon numarası https://kisisellestirme.istanbulkart.istanbul sitesindeki gerekli alanlara doldurarak tanımlanabilecek.Eğer İstanbulkart Mobil kullanıcısı iseniz uygulamaya ilk girişte gerekli yönlendirmelerle birkaç adımda tanımlamayı yapabilirsiniz. cumhuriyet.com.tr

Doğu Akdeniz'de yeni Navtex ilanı

Doğu Akdeniz'de yeni Navtex ilanı figure > Oruç Reis sismik araştırma gemisinin Doğu Akdeniz'de çalışma yürüteceği alan için 15 Haziran 2021'e kadar sürecek yeni Navtex (denizcilere duyuru) ilan edildi. İlana göre, Oruç Reis sismik araştırma gemisinin süresi 21 Haziran 2021'e uzatılan Doğu Akdeniz'deki çalışmalarına, Ataman ve Cengizhan isimli gemiler eşlik etmeyi sürdürecek.Oruç Reis'in daha önce 29 Kasım 2020'ye kadar bölgede çalışma yapacağı ilan edilmişti.Oruç Reis sismik araştırma gemisi, doğal kaynak aramaları başta olmak üzere her türlü jeolojik, jeofizik, hidrografik ve oşinografik araştırmaları gerçekleştirebiliyor.Dünyadaki tam donanımlı ve çok amaçlı ender araştırma gemilerinden biri olan Oruç Reis'te, 2 ve 3 boyutlu sismik, gravite, manyetik jeofizik araştırmaları yapılabiliyor. Gemi, 8 bin metre derinliğe kadar 3 boyutlu, 15 bin metre derinliğe kadar iki boyutlu sismik operasyonları gerçekleştirebiliyor. cumhuriyet.com.tr

LeventŞahin: "Umarım bu yılki serüvenin sonu daşampiyonlukla biter"

Levent Şahin: "Umarım bu yılki serüvenin sonu da şampiyonlukla biter" figure > Galatasaray Yardımcı Antrenörü Levent Şahin, Göztepe maçının ardından yaptığı açıklamada, "3 yıl önce burada başlayan bir serüven vardı. Hocamızın ’Nerede kalmıştık’ tweet ile başlayan serüven" dedi. Galatasaray Yardımcı Antrenörü Levent Şahin, Göztepe maçının ardından yaptığı açıklamada, "3 yıl önce burada başlayan bir serüven vardı. Hocamızın ’Nerede kalmıştık’ tweet ile başlayan serüven. Yine kendi sahamız, yine Göztepe, yine aynı skorla evimizden ayrılmıştık. Umarım bu yılki serüvenin sonu da şampiyonlukla biter" dedi.Galatasaray, Süper Lig’in 14. haftasında sahasında karşılaştığı Göztepe’yi 3-1’lik skorla mağlup etti. Maçın ardından düzenlenen basın toplantısında açıklamalarda bulunan Galatasaray Yardımcı Antrenörü Levent Şahin, "Oyunun ilk 15 dakikada tam istediğimiz şekilde başladı. İsteğimiz sonucu aldık. Maalesef ikinci golden sonra talihsiz bir gol yedik. Bu da rakibi oyuna ortak etti. Rakip de pozisyonlara girdi. Şu bir gerçek sonuçlandırmaları daha iyi yapmış olsaydık, bugün daha farklı olurdu" diye konuştu.Teknik Direktör Fatih Terim’in olmayışının sorulması üzerine Şahin, "Teknik ekip için her zaman çok büyük bir eksikliktir. Çok net bir şekilde kenarda hissediyoruz. Hocamız öyle bir insan ki bize her dokunuşuyla, her söylemiyle ve her yaptığı hareketle yanımızda olduğunu gösteriyor. Oyuncu grubu için şunu söyleyebilirim; evet bizler için çok büyük eksiklik ama saha içerisinde ne yaptığını bilen, sorumluluğunu bilen ve formanın hakkını vererek, hocanın eksikliği hissettirmeden mücadele eden çok karakterli bir oyuncu grubuna sahibiz. Fikstürle zorlu bir sürece geçiyoruz. Ama biz büyük bir takımız. Lig uzun bir maraton. 27 maç var. 3 yıl önce burada başlayan bir serüven vardı. Hocamızın ’Nerede kalmıştık’ tweet ile başlayan serüven. Yine kendi sahamız, yine Göztepe, yine aynı skorla evimizden ayrılmıştık. Umarım bu yılki serüvenin sonu da şampiyonlukla biter" diye cevap verdi.Kolombiyalı golcü Radamel Falcao’nun durumuyla ilgili gelen bir soruya Levent Şahin, "Falcao ile birlikte 8 oyuncumuz eksik. Bizim için her oyuncu çok değerli Falcao’nun olduğu gibi. Falcao dün itibariyle takımla birlikte antrenmanın bölümlerine başladı. Doktorlar yarın ve ondan sonraki günlerde bilgileri sizlere bilgileri verecektir" dedi. İHA

Fahrettin Koca koronavirüsün yeni bulaşma alanlarınıaçıkladı

Fahrettin Koca koronavirüsün yeni bulaşma alanlarını açıkladı figure > Sağlık Bakanı Fahrettin Koca yeni tedbirlerin ardından koronavirüsün yeni bulaşma alanlarını açıkladı. 1 Aralık itibariyle başlayan yeni koronavirüs tedbirleri ile vaka ve hasta sayılarında düşüş yaşanmaya başladı. Sosyal medya hesabından açıklama yapan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca koronavirüsün yeni bulaşma mekanlarını açıkladı.EVLERE DİKKATKoca, "Kısıtlamalar ve tedbirlere uyum sayesinde vaka sayılarımız düşüyor. Buna rağmen virüsün bulaşma yolları değişmeye başladı. Ev içi bulaşma oranları %85'e kadar yükseldi. Tedbir, tehdit neredeyse oraya odaklanmalı. Ev içi bulaşmalara karşı tedbirli olalım" ifadelerini kullandı./Archive/2020/12/22/215551801-cov.png cumhuriyet.com.tr

Galatasaray'da Emre Kılınç3. golünüattı

Galatasaray'da Emre Kılınç 3. golünü attı figure > Galatasaray’ın başarılı futbolcusu Emre Kılıç, Göztepe maçında attığı golle bu sezon sarı-kırmızılı forma ile 3. gol sevincini yaşadı. Galatasaray’ın başarılı futbolcusu Emre Kılıç, Göztepe maçında attığı golle bu sezon sarı-kırmızılı forma ile 3. gol sevincini yaşadı.Galatasaray’ın 26 yaşındaki futbolcusu Emre Kılınç, Göztepe maçında gol perdesini açan isim oldu. Emre mücadelenin. 3. dakikasında attığı golle sarı-kırmızılıları 1-0 öne geçirdi. Başarılı futbolcu, Gaziantep FK ve BB Erzurumspor müsabakalarının ardından bu sezon ligdeki 3. golünü kaydetti.Mücadeleye 11’de başlayan Emre Kılınç, 90+3. dakikada yerini Bartuğ Elmaz’a bıraktı. İHA




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter