News - Haberler
Akşener: Bizim içimizde ciğerinde ur olan yoktur
Akşener: Bizim içimizde ciğerinde ur olan yoktur figure > İYİ Parti lideri Meral Akşener, Ankara’da partisinin üye katılım programında konuşuyor. Akşener, “Biz 40 kişiyiz bu siyasette, herkes birbirinin ciğerini bilir. Eğer o ciğerleri biliyorsak, ciğerleri ur olanlar çok dikkat etmelidir. Burada ciğerinde ur olan yoktur. Bizim içimizde ciğerinde ur olan yoktur” dedi. İYİ Parti lideri Meral Akşener, Ankara’da partisinin üye katılım programında konuşuyor. Akşener'in konuşmasındarn satırbaşları şu şekilde: “Biz normal, rahat bir zamanda bir siyasi parti kurmadık. Yıkılmaz armada olarak nitelenen bir iktidar karşında, kaşınızı kaldırsanız suç olarak nitelendiği bir Türkiye’de siyasi parti kurduk, hep birlikte kurduk ve pek çok şeye göğüs gerdik. Kimimizin çocuğu işten atıldı, kimimizin eşi başka yere sürüldü, Kimimiz esnaftı; müfettişin biri gitti, biri geldi. Kraldan çok kralcı olanlar, ellerinde kocaman sopayla, İYİ Parti’nin teşkilatlanması için çalışan herkesin kafasına indirdiler. Ama sizler Türkiye’nin her yerinde aynı iradeyi gösterdiniz.‘BU BİR CESURLAR ÖYKÜSÜ’En hızlı, en çabuk, imece usulü ile teşkilatlanıp seçime girmeye hak kazanmış bir partiyi 6 ayda bu hale getirdiler. Bunu, ben ölünceye kadar anlatacağım. Bu, bir cesurlar öyküsüdür. Her biriniz cesur ve iyi insanlarsınız. Evlerimiz basıldı, çoluk çocuğumuz işsiz kaldı ama hepsine direnildi. ‘BİZİM İÇİMİZDE CİĞERİNDE UR OLAN YOKTUR’28 Şubat’ın Meral Akşener’ine kafir dendi ve o kafir sözünü sahada kullanmaya kalktılar, Allah’tan korkmadılar. 28 Şubat’ın Meral Akşener’ine gelen ölüm tehdidine ‘ne kadar doğru oldu’ diyen gazetecimsi insanlar oldu. Benim bunu hak ettiğimi yazanlar söyleyenler oldu. Biz 40 kişiyiz bu siyasette, herkes birbirinin ciğerini bilir. Eğer o ciğerleri biliyorsak, ciğerleri ur olanlar çok dikkat etmelidir. Burada ciğerinde ur olan yoktur. Bizim içimizde ciğerinde ur olan yoktur.”AYRINTILAR GELİYOR... cumhuriyet.com.trThe Crown'ın yaratıcısıKraliçe Elizabeth'i anlattı: 'İlgili bir anne olamayacak kadar meşguldü'
The Crown'ın yaratıcısı Kraliçe Elizabeth'i anlattı: 'İlgili bir anne olamayacak kadar meşguldü' figure > The Crown'ın yaratıcısı Peter Morgan, Kraliçe Elizabeth'in en büyük iki çocuğu Prens Charles ve Prenses Anne'e ilgili bir annelik yapabilmek için "fazla meşgul" olduğunu söyledi. Prens Charles, 1948'de, Kraliçe II. Elizabeth 22 yaşındayken doğmuştu ve tahta çıkmasına 4 yıl vardı. Prenses Anne de ondan iki yıl sonra dünyaya gelmişti.Prens Andrew ise bundan 10 yıl sonra, 1960'ta doğmuş, onu da 1964'te Prens Edward takip etmişti.The Crown'ın resmi podcast'inin son bölümünde konuşan Morgan, ilk iki çocuğu henüz küçükken Majesteleri Kraliçe "yeni durumuna alışmakla ve işini yapmaya çalışmakla meşguldü" diye tahminde bulundu.Kraliçe'nin, Andrew ve Edward'a yaptığı ebeveynlikle ilgiliyse "İkinci ekibi yetiştirirken anne olarak çok daha rahattı" dedi ve şu ifadeleri kullandı:"Karakter olarak onda gördüklerime dayanarak Anne'in muhtemelen anne ilgisine o denli ihtiyacı yoktu. Maalesef Charles, ciddi miktarda sevgiye ihtiyaç duyuyor. Çok fazla sevgiye ihtiyacı vardı ve kraliçe muhtemelen bunu verme imkanına sahip değildi. Charles'ın bu ihtiyacı yani sevgiye olan belirgin ihtiyacı, kraliçenin sevgi gösterme kabiliyetini daha da geriletmiş olabilir."The Crown'ın 15 Kasım pazar günü çıkan 4. sezonu, Kraliyet ailesinin 1979 ile 1990'un sonuna kadarki hayatını anlatıyor.Dizide Prenses Diana'yı Emma Corrin, Prens Charles'ı Josh O'Conner canlandırıyor.Morgan'ın yorumları, Corrin'in bir partide Prens Harry veya William'a denk gelse oradan "ayrılacağını" söylemesinden sonra geldi.British GQ'ya konuşan Corrin, "Onları bir partide görsem muhtemelen oradan ayrılırdım!" ifadelerini kullandı.Corrin, Prenslerle The Crown hakkında konuşmak istemese de performansı hakkında ne düşündüklerini merak ettiğini de açıkladı.Kendisine Prens William ve Harry'nin dizi hakkında ne düşünebileceği sorulduğundaysa şöyle dedi:"Tahmin bile edemiyorum. Ne düşündüklerini bilmek isterdim. Bunun önemi olmadığını söylemeyeceğim çünkü bu cahilce olurdu. Biri geçen sene ölmüş büyükannemle ilgili program yapsaydı, bunu izlemek benim için zor olurdu."Kaynak: Independent Türkçe cumhuriyet.com.trDedektif Rouletabille iz peşinde!
Dedektif Rouletabille iz peşinde! figure > Bir gotik edebiyat klasiği olan Operadaki Hayalet’in yazarı Gaston Leroux’nun ilk romanı Sarı Odanın Esrarı, hem kapalı oda türünün öncülerinden hem de çağdaş polisiyenin başyapıtlarından biri. Agatha Christie’den John Dickson Carr’a uzanan bir yelpazede birçok yazara ilham kaynağı olan bu kitap, ünlü dedektif Rouletabille’in de ortaya çıktığı ilk roman. /Archive/2020/11/22/120112541-ic2.jpg“En iyilerden biri…”Agatha ChrıstieGlandier Şatosu’nda yaşayan, “maddenin ayrıştırılması” konusunda bilimsel çalışmalar yapan Profesör Stangerson’ın kızı Mathilde, laboratuvarın bitişiğindeki odada kimliği belirlenemeyen birinin saldırısına uğrar. Meçhul saldırganın bu “Sarı Oda”ya nasıl girdiği ve çıktığı belirsizdir, çünkü Mathilde, saldırıdan sonra kanlar içinde bulunduğunda kapı halihazırda içeriden kilitlidir.Bu gizemli vakayı aydınlatmaya çalışan genç muhabir Rouletabille ile Fransa’nın saygın dedektifi Larsan arasında bir rekabet gelişir. Vakada her yeni cevapla birlikte yeni bir soru gündeme gelirken, “Sarı Oda”nın dehşete düşürücü sırrının üzerindeki perde de aralanmaya başlayacaktır.Bir gotik edebiyat klasiği olan Operadaki Hayalet’in yazarı Gaston Leroux’nun ilk romanı Sarı Odanın Esrarı, hem kapalı oda türünün öncülerinden hem de çağdaş polisiyenin başyapıtlarından biri. Agatha Christie’den John Dickson Carr’a uzanan bir yelpazede birçok yazara ilham kaynağı olan bu kitap, ünlü dedektif Rouletabille’in de ortaya çıktığı ilk roman.Sarı Oda’nın Esrarı / Gaston Leroux / Çeviren: Birsel Uzma / Çınar Yayınları / 336 s. Cumhuriyet Kitap EkiSavaşsız günlere inanmanın romanı
Savaşsız günlere inanmanın romanı figure > Julien Gracq’in ‘Ormanda Bir Balkon’u, savaş tüm şiddetiyle ağır ağır yaklaşırken, ölümden ve acıdan arınmış bir başka gerçekliğin; patikada sağlam adımlarla yol alan, ormanın kuytularında soluklanıp hayat bulan Asteğmen Grange'ın hikâyesi. Savaşı ardında bırakıp kan revan içinde yuvaya dönmeye çalışanların yaşama, yeni güne ve bir ormana inanabilme ihtimali üzerine sarsıcı bir anlatı. /Archive/2020/11/22/115509499-ic.jpgSivri yapraklı, sık dallı ağaçlarla çevrili bir sığınak, sonbaharla eğilen güneş ışınlarının nemli toprakta bıraktığı tatlı sıcaklık, geride kalan yaz günlerinin hatırasını belleğinde taşıyan, tüm sırları içine hapseden geçit vermez bir orman...Ormanın kalbinde, ağaçlar ve bitki örtüsüyle bütünleşmiş rutubetli, alçak tavanlı, yorgun bir koruganı kendine yuva bellemiş bir asker...Ormanda Bir Balkon, savaş tüm şiddetiyle ağır ağır yaklaşırken, ölümden ve acıdan arınmış bir başka gerçekliğin; patikada sağlam adımlarla yol alan, ormanın kuytularında soluklanıp hayat bulan Asteğmen Grange'ın hikâyesi. Grange'ın gözünde yaşam, dört bir yandan hücum eden yangının ortasında, gergin bekleyiş sürerken ve ölüm yaklaşırken rüzgârla salınan dalların hışırtısına, kuşların kanat çırpışına, dağların ardında usulca batan güneşin kızılına tutunmaktır. Savaşı ardında bırakıp kan revan içinde yuvaya dönmeye çalışanların yaşama, yeni güne ve bir ormana inanabilme ihtimali üzerine sarsıcı bir anlatı.Ormanda Bir Balkon / Julien Gracq / Çeviren: İsmet Birkan / Sel Yayıncılık / 175 s. Cumhuriyet Kitap EkiCovid-19'un sebep olduğu 'mutlu oksijen yetmezliği'nin gizemiçözülüyor
Covid-19'un sebep olduğu 'mutlu oksijen yetmezliği'nin gizemi çözülüyor figure > Covid-19'un en büyük gizemlerinden biri olan sessiz veya mutlu hipoksi olarak da bilinen oksijen yetmezliğinin nedenlerini araştıran bilim insanları, koronavirüsün akciğerlere ve vücudun diğer kısımlarına nasıl saldırdığını çözmeye başladı. Covid-19’un, sessiz veya mutlu hipoksi olarak da bilinen oksijen yetmezliğine nasıl sebep olduğu, hastalığın en büyük ve tehlike arz eden gizemlerinden biri. Ancak araştırmacılar, vücudun oksijen seviyesinin anormal derecede düşük olduğu ve uzun süre boyunca tespit edilmezse hayati organlara geri dönülemez şekilde zarar verecek bu rahatsızlığın üstündeki sis perdesini kaldırmaya başladıklarını belirtti.Independent Türkçe'nin Medical News'den aktardığına göre, Boston ve Vermont Üniversitesi’nden bilim insanları, gerçek hastaların verilerini karşılaştırarak ve bilgisayarda modellemeler yaparak koronavirüsün akciğerlere ve vücudun diğer kısımlarına nasıl saldırdığını çözmeye başladı.Sağlıklı bir kişideki akciğerler, kandaki oksijen seviyesini yüzde 95 ila 100’de tutuyor. Eğer bu yüzde 92’nin altına düşerse, doktor müdahalesi dahi gerekebiliyor.Ancak daha önceki çalışmalar, birçok Covid-19 hastasının, tehlikeli derecede düşük oksijen seviyesine sahip olmasına rağmen, nefes darlığı belirtisi göstermediğini ortaya koymuştu.Söz konusu hastalarda, enfeksiyonun önce akciğerlere zarar vererek bazı kısımlarının düzgün çalışmamasına neden olduğu düşünülüyor. Bu dokular, oksijen kaybedip çalışmayı durduruyor. Böylece oksijen yetmezliği ortaya çıkıyor.Ancak bu “domino etkisinin” tam olarak nasıl meydana geldiği şimdiye kadar bilinmezken söz konusu çalışmanın eş yazarı Boston Üniversitesi Profesörü Bela Suki, durumun fizyolojik olarak mümkün olduğunun da bilinmediğini söyledi.Profesör Suki, kanlarındaki bu düşük oksijen seviyesine rağmen bu hastaların çoğunun akciğer taramalarında ya herhangi bir anormalliğin görülmediğini ya da çok hafif belirtiler ortaya çıktığını da belirtti.Nature Communications’da yayımlanan çalışmanın baş yazarı Biyomedikal Mühendis Jacob Herrman ise, muhtemelen Kovid-19 hastalarının akciğerlerinde aynı anda gelişen bir biyolojik mekanizma kombinasyonunun oksijen yetmezliğine sebep olduğunu ifade etti.Üç nedenin birleşimiUzmanlar bu çalışmada, Covid-19 hastalarında akciğerlerin oksijen sağlamayı nasıl ve neden durdurduğunu açıklayabilmek adına üç farklı senaryo belirledi ve bunları bilgisayarda test etti.İlk olarak, akciğerlerin kanın nereye gideceğini düzenleme kabiliyetine bakıldı ve Covid-19’un söz konusu kabiliyeti nasıl etkilediğini incelendi.Normal şartlarda, enfeksiyondan kaynaklanan hasar sebebiyle akciğerler fazla oksijen toplamazsa kan damarları bu bölgede daralıyor ve bu aslında iyi bir şey. Çünkü damarlar daralınca, oksijenle dolu kan akmaya zorlanıyor ve bu sayede vücudun geri kalanına oksijen verilebiliyor.Ancak Herrmann’a göre, bazı Covid-19 hastalarının akciğerleri, kan akışını. hasar görmüş bölgeyle sınırlandırma kabiliyetini kayberek muhtemelen damarları daha çok açtı. Bu da CT taramasında tespit edilmesi veya ölçülmesi zor bir durum.Ekip daha sonra, pıhtılaşmanın, akciğerlerin farklı kısımlarındaki kan akışını nasıl etkileyebileceğini inceledi. Uzmanlar, kan damarları zarının, Covid-19 enfeksiyonu sebebiyle iltihaplandığında, akciğerlerin içinde tıbbi taramalarda görülemeyecek kadar küçük pıhtılar meydana gelebileceğini söyledi. Bunun oksijen yetmezliğine neden olabileceğini belirtilirken hastalarda görülen seviyelerdeki kadar düşük oksijen yetersizliğine tek başına yol açamayacağı da vurgulandı.Son olarak araştırmacılar, Covid-19’un, akciğerlerin standart seviyede çalışabilmesi için ihtiyaç duyduğu havadan kana akış oranına müdahale edip etmediğine baktı.Uyumsuz havadan kana akış oranı, halıhazırda astım gibi birçok solunum yolu hastalığında ortaya çıkan bir durum.Çalışma, bunun oksijen yetmezliğine neden olması için, akciğerin, taramalarda yaralı ya da anormal gözükmeyen kısımlarında uyumsuzluk olması gerektiğini ortaya koydu.Bulgular, bu üç nedenin birleşiminin, Covid-19 hastalarındaki oksijen yetmezliğinin sorumlusu olduğunu öne sürdü.Profesör Suki, her bir hastanın virüse farklı tepki verdiğini ve kandaki oksijen düşüklüğünü anlamanın, hastaya uygun tedavi geliştirme adına önemli olduğunu da ifade etti. cumhuriyet.com.trJancar ile‘Mayıs, Kasım’
Jancar ile ‘Mayıs, Kasım’ figure > Viyana’dan Ljubljana’ya uzanan bir savruluşu konu ediyor Mayıs, Kasım. Drago Jancar, okurunu bu kez devasa şirketlere, başarısızlığı taç hâline getirmiş bir müzisyene ve bolca aryanın olduğu uzak bir bakışa davet ediyor. /Archive/2020/11/22/115250735-ic1.jpg“Herkesin ona güveni tamdı zira hepsi biliyordu ki Dobernik onu bir metro istasyonundan çıkarıp getirmişti. Çünkü Ciril hiç kimseydi. Şirketten hisse kapmaya, kimsenin işine burnunu sokmaya kalkışmayacak bir hiç kimse. Adam yerine konduğu, hem de kısa zamanda benimsendiği için şükran duyması gereken bir hiç kimse. Öyle bir hiç kimseydi ki başka bir hayatta işsiz güçsüz bir aylak, bir sokak müzisyeni, bir kemancıyken, kendinden ne beklediklerini anlamadığı kişilerin kurduğu yeni hayatında, televizyon kameralarının önünde Piscanec’i şantiyede tozun içine yuvarlanmaktan kurtarmak zorunda kalmıştı.”/Archive/2020/11/22/115303500-ic2.jpgCiril gündüzleri metrolarda, geceleri üçüncü sınıf bir barda müzik yapan bir kemancı. Ne akademiye girecek kadar yetenekli ne müstakil bir evde yaşayacak kadar paralı ne de gönlünce bir aşk yaşayacak kadar şanslı. O, her şeyin ortalaması; bir vasatlık prensi.Ve bu prensin, Stefan Dobernik’le tanışmasıyla bütün hayatı değişiyor, altüst oluyor. Her adımda hayallerinden daha da uzaklaştığını bildiği hâlde yürümek zorunda kalıyor.Viyana’dan Ljubljana’ya uzanan bir savruluşu konu ediyor Mayıs, Kasım. Drago Jancar, okurunu bu kez devasa şirketlere, başarısızlığı taç hâline getirmiş bir müzisyene ve bolca aryanın olduğu uzak bir bakışa davet ediyor.Mayıs, Kasım / Drago Jancar / Çeviren: Neşe Ay Başman / Dedalus Kitap / 352 s. Cumhuriyet Kitap EkiPiyasa değeri 4 milyon lira,Çanakkale'de ele geçirildi
Piyasa değeri 4 milyon lira, Çanakkale'de ele geçirildi figure > Çanakkale'de polis ekipleri, milyonlarca yıl öncesine ait ve piyasa değeri 4 milyon lira olduğu değerlendirilen 2 deniz canlısı fosili ele geçirdi. /Archive/2020/11/22/115354578-fosil.jpgÇanakkale Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ile Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, yaptıkları istihbari çalışmalar sonucu K.T.'nin kullandığı aracı Lapseki-Çanakkale yolu üzerinde durdurdu. Araçta yapılan aramada, milyonlarca yıl öncesine ait ve piyasa değeri 4 milyon lira olduğu değerlendirilen 2 adet taşlaşmış deniz canlısı fosili bulundu. Ruhsatsız silahın da ele geçirilidiği aracın sürücüsü K.T. ile yanındaki M.A. gözaltına alındı. Haklarında 2863 sayılı 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet' suçundan işlem yapılan 2 şüpheli, daha sonra serbest bırakıldı. (DHA)'Görünmeyen Ordular'
'Görünmeyen Ordular' figure > Birçok coğrafyada 4000 yıldır varlığını sürdüren gerilla savaşlarını derinlemesine inceleyen akademisyen Max Boot, Görünmeyen Ordular’da; savaşların, mücadelelerin tarihe yön veren etkilerini gözler önüne seriyor. /Archive/2020/11/22/114931362-ic.jpgBirçok coğrafyada 4000 yıldır varlığını sürdüren gerilla savaşlarını derinlemesine inceleyen akademisyen Max Boot, Görünmeyen Ordular’da; Roma-Yahudi Savaşlarından Büyük İskender’e, Mezopotamya’nın kanlı nehirlerinden Çin’in uçsuz bucaksız bozkırlarına, İngiltere ile İrlanda arasındaki güç savaşlarından Haiti’nin özgürlük mücadelesine, Garibaldi’den Arabistanlı Lawrence’a, Kızıl Ordu ile Mücahitlerin yüzleşmesinden El Kaide’nin günümüzdeki etkilerine dek süregelen savaşların, mücadelelerin tarihe yön veren etkilerini gözler önüne seriyor.Görünmeyen Ordular / Max Boot / İnkılâp Kitabevi / 712 s. cumhuriyet.com.trFenerbahçe Kulübünden Galip Kulaksızoğlu için anma
Fenerbahçe Kulübünden Galip Kulaksızoğlu için anma figure > Fenerbahçe Kulübüne futbolcu, teknik direktör ve başkan olarak hizmet veren Galip Kulaksızoğlu'nun 81. ölüm yıl dönümü nedeniyle anma mesajı yayımlandı. Fenerbahçe Kulübüne futbolcu, teknik direktör ve başkan olarak hizmet veren Galip Kulaksızoğlu'nun 81. ölüm yıl dönümü nedeniyle anma mesajı yayımlandı.Kulübün Twitter hesabında yer alan anma mesajında, "Kulübümüze futbolcu, teknik direktör ve başkan olarak uzun yıllar hizmet eden, unutulmazlarımız arasında yer alan, efsanemiz Galip Kulaksızoğlu'nu saygı, sevki ve rahmetle anıyoruz." ifadelerine yer verildi.1889'da doğan Galip Kulaksızoğlu, Fenerbahçe'nin ilk kadrosunda yer aldı. Kulaksızoğlu, Fenerbahçe'de futbolculuk ve teknik direktörlüğün yanında vekaleten başkanlık da yaptı. AAYaşayan ve yaşatan bir kütüphane
Yaşayan ve yaşatan bir kütüphane figure > Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi, Türkiye’de bir ilk ve tek. Sadece fantastik sevenlerin müdavimi olduğu bir kütüphane değil, aralıksız düzenlenen ve alanında yetkin isimlerin söyleşiler düzenlediği etkinliklerle bir kültür merkezi de. Kütüphanenin müdürü Bülay Doğan’la kütüphanenin kuruluş sürecini konuştuk ve fantastik edebiyata ilişkin değerlendirmelerini aldık. /Archive/2020/11/22/114545801-kapakic1.jpgTürkiye’nin ilk ve tek bilimkurgu kütüphanesine ismi verilen Özgen Berkol Doğan, doktorasını yaptığı Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde deneysel yüksek parçacık fiziği üzerinde uzmanlaşmış ve CERN’e (Centre Européen des Recherches Nucléaires) kabul edilmiş geleceği parlak bir fizikçiydi. Fizik dışında bilimkurgu, dans, resim, fotoğrafçılık ve dağcılıkla da ilgilenen çok yönlü bir kişiliğe sahipti.Özgen Berkol Doğan, 30 Kasım 2007 tarihinde, fizikçi arkadaşları ve hocalarıyla yüksek fizik kongresine giderken Isparta’da düşen uçakta yaşamını kaybeden 57 kişiden biriydi. 27 yaşındaydı.Anısını onurlandırmak isteyen ailesi, annesi Ferhan Özgen Doğan’ın oğlunun bir bilimkurgu hayranı olmasından yola çıkarak kütüphane kurma fikrini dile getirmesi üzerine harekete geçti. Ve babası Prof. Dr. Nevzat Doğan, kız kardeşi Bülay Doğan, halası Şehnaz Yüzer Doğan ve amcası Necdet Doğan ile birlikte çalışmalara başladı.Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi, Türkiye’nin ilk ve tek bilimkurgu kütüphanesi olarak bugün Moda’daki yeni yerinde (Kadıköy Anadolu Lisesi’nin karşısındaki - Eski Maarif Koleji - Safa Sokak No: 20) tüm bir kültür merkezi olarak hizmet veriyor.Özgen Berkol Doğan’ın kız kardeşi olan ve kütüphanenin müdürlüğünü üstlenen Bülay Doğan’la, hem kütüphanenin kuruluş sürecini, misyonunu, kitap seçkisini, aralıksız düzenlenen etkinliklerle bir kültür merkezine evrilen yapısını konuştuk hem de fantastik edebiyata ilişkin değerlendirmelerini aldık.Fotoğraflar: KURTULUŞ ARI/Archive/2020/11/22/114559254-ic2.jpgBÜLAY DOĞAN: Kütüphaneyi 2012 Aralık’ta kurduk, 2007’de abim Özgen Berkol Doğan’ı kaybettikten sonra onun anısına sevdiği, hayatını anlamlandırdığı alanlar üzerinden birkaç girişimde bulunmuştuk. Öğrencilere burs vermeye başladık, bir yıl kadar sonra lisedeyken abimin dans grubunda olduğu Robert Kolej’de bir dans festivali düzenlemeye başladık.Bilim adamıydı, CERN’e kabul edilmiş geleceği parlak bir fizikçiydi. Boğaziçi Üniversitesi’nde Fizik doktorası yapıyordu aynı zamanda asistandı. Yanı sıra çok yönlü, sosyal bir kişilikti. Fotoğrafçılığa, dağcılığa meraklıydı. Bilim kurguyu çok seviyordu ki kütüphane fikri oradan yeşerdi. Bütün bunlar bize ilham verdi.Evde de birçok kitabı vardı. Kütüphane tam anlamıyla kurumsallaşınca abimin kitaplarının yanı sıra kendi yaptığı maketleri, oyuncakları da buraya getirdik. Artık bizim için tam anlamıyla anıların somutlandığı bir yer haline de geldi.Kütüphane kurma fikri özellikle annemin desteklediği bir şeydi. Kitaplık denemelerimiz olmuştu. Tam teşekküllü bir kütüphane kurmaya çok cesaretlenememiştik çünkü maddi olarak bir yerden destek almıyorduk. Bazı destekler almaya çalıştık, belediyelerle görüştük fakat öyle bir yardım bulamadık.Kütüphane fikri tam olarak oluştuktan sonra ise bize destek veren, neden olmasın, ufak da olsa bir yerden başlanabilir diyerek cesaretlendiren insanlar oldu. Onlara kütüphane dostlarımız diyoruz. Bütün ilanlarımızı, duyurularımızı da “kütüphane dostlarına” seslenişiyle veriyoruz.Kadıköy’de yaşadığımız için bu bölgeyi tercih ettik. Kadıköy özellikle son 10-15 yıldır bir kültür merkezi konumunda. Dolayısıyla Moda Caddesi’nin sonunda Kadıköy tarafında Balıkçılar Çarşısının bir üst sokağında eski bir Ermeni evinin birinci katını uygun bir fiyata kiraladık. İlk yer orasıydı. Küçük de olsa atmosferi çok sıcak bir yerdi. İlgilenmeye başlayan insanları hemen kütüphane dostu yapıyorduk ve hatta onun bir göstergesi söyleşiler esnasında sandalye taşımak oluyordu. 30 Kasım abimin hayatını kaybettiği kazanın yıl dönümüydü, biz 1 Aralık 2012’de kütüphaneyi açtık.Metis Yayınları çok destek oldu. Fantastik, bilimkurgu alanında yayın yapmasa da Pan Yayınları, kısa süre önce yitirdiğimiz Refik Durbaş çok destek oldu. Ülkü Tamer sonra… Ülkü Tamer de Robert Kolej mezunudur, o da hem dans festivaline hem kütüphaneye çok destek oldu.Bir kütüphane kurarken bir yandan şunu da öğreniyorsunuz; kitap aldığınız kadar kitabı seçip elemeniz de gerekiyor. O nedenle dermemizin çok nitelikli olmasına özen gösterdik. Edebiyat alanında dermeyi Refik amca yaptı meselâ. Biz daha çok sosyal bilimler alanında yaptık.Bilimkurgu, fantastik diye yola çıkmıştık ama daha sonra ona korkuyu da ekledik. Ayrıca ortalama bir üniversite öğrencisinin ya da araştırmacının tatmin olabileceği kadar bilim alanında, sosyal bilim, iletişim bilimleri, sinema, doğa bilimleri alanlarında referans kitaplar yanı sıra yine ortalama bir okuyucuyu tatmin edecek kadar da edebiyat eserlerinin bulunmasını hedefledik.Kitap sayımız 10 bini aştı. Harry Potter serisi 27 dilde, diğer tüm kitaplar ise 37 dilde kütüphanemizde mevcut. Büyük kütüphanelerin bilimkurgu bölümleri bu kütüphaneden çok daha büyük ama tek başına, kurum olarak Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi Türkiye’de ilk ve tek.Pek çok etkinlik düzenliyoruz. 2013 Ocak’tan itibaren yaz dönemi dışında her hafta söyleşiler yapmaya başladık. Bir kütüphaneyi sadece kitapla doldurup bırakmamalı, yaşayan ve yaşatan bir mekân haline getirmeliyiz diye düşündük. Bunun için bu eserlerin tartışıldığı bir yer olmalı dedik. Hatta ilk açılış metnimizi yazarken şu ifadeyi kullandık: “Eski hayalleri yenileriyle buluşturmak”. Üretici, psikolojik açıdan da destekleyici bir yer olmasını, insanların hem kendilerini iyi hissedebilmesini hem de gelişmeye açık olabilmesini hedefledik.2013’ten bu yana her hafta farklı konularda gerçekleştirilen Perşembe söyleşilerimiz var. Ayın ilk perşembesi doğa bilimleri; ikinci Perşembe edebiyat; üçüncü Perşembe serbest yani sosyoloji, ekonomi olabilir, sinema, çizgi roman olabilir; son Perşembe ise bilimkurgu, fantastik sineması üzerine bir film gösterisi ve söyleşisi oluyor.Benim fantastik edebiyata ilgim ortaokul dönemimde başlamıştı. Yüzüklerin Efendisi ile başladım. Kısa süre sonra Yerdeniz serisi (Metis Yay.) sayesinde Ursula K. Le Guin’le tanıştım. Le Guin’in bilimkurguyla fantastiği, edebiyatla bu türler arasında ve hatta edebiyatla toplumsal yazın arasındaki sınırları muğlaklaştıran ve bir arada nasıl var olabileceğini gösteren büyük bir yazar olduğunu düşünüyorum.Aynı zamanda, ki bu kütüphaneyi kurma amaçlarımızdan biri de odur: Günümüzdeki her şeyin, toplumsal düzenin, sistemin aslında bambaşka şeyler olabileceğini gösteren bir kapı aralıyor size bilimkurgu, fantastik edebiyat. Ve aslında günümüze dair metinlerdir ve hatta şu da vardır, baskı dönemlerinde bu tür yapıtlar daha da artar.Şunu netleştirmek istiyoruz: Buranın bir tarzı ve dünya görüşü var. Belli konularda siyasi bakıyoruz meselâ ırkçı birini, nefret söylemini tetikleyen birini, kadın düşmanı birini söyleşilerimize, etkinliklerimize çağırmıyoruz.Şu an yayınevleriyle yeterli bir iletişimimiz olduğunu söyleyemeyiz. O konuda kırıldığımız bazı yayınevleri de var. Yayınevlerinin bu alandaki yayınları konusunda katkılarına, desteklerine açığız.Etkin olarak devam edebileceğimiz projelerimizden biri Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’yla ortak gerçekleştirdiğimiz bir proje. Çok destek oldular bu anlamda. Bu alanda çıkardıkları kitapların üzerine kütüphanemizin adını koymaları üzerinden ilerleyen bir proje./Archive/2020/11/22/114617895-ic3.jpgFANTASTİK SEVİYORLAR ÇÜNKÜ…Alan edebiyatını sıkı takip eden iki fantastik okuru da sayfalarımıza konuk ediyoruz. Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi’nde buluştuğumuz Cankut Değerli ve Sena Akyüz İbrişim, fantastik edebiyata bakışlarını yapıtlar üzerinden değerlendirmeleri eşliğinde paylaştılar./Archive/2020/11/22/114639051-ic4.jpgCANKUT DEĞERLİ: 25 yaşındayım. 10 yıldır Kayıp Rıhtım forumlarında aktif olarak yorumlar yazıyorum. Fantastikle lise yıllarımda tanıştım. 15 yaşındaydım. O zamanlar Hortkuluk Avcısı vardı Harry Potter sitesi. Çok ciddi takipçisiydim. Kayıp Rıhtım’a da o sitede paylaşılan Percy Jackson ve Olimposlular (Doğan Egmont) serisine ilişkin verilen linki takip ederek girdim. Giriş o giriş! Bir daha da bırakamadım.Fantastiğe başlamam biraz şöyle oldu; ben görme engelliyim. Görmeyen birinin kitap okuması zorludur. Biz okuyamayız ama annemiz babamız okur ya da kendim tarar, Word formatında bilgisayar ekranında okuyucuyla okurum. O zamanlar annem babam okuyordu. Derken Dönüşüm (Altın Kitaplar) adlı çocuk serisini okudum. Sonra sinemaya Harry Potter’ın ilk filmi Felsefe Taşı’nı izlemeye gittim ve devamı gelişerek geldi. Harry Potter benim için bir ilk sayılabilir. Harry Potter’dan önce hiç sinemaya gitmemiştim çünkü çok gürültülü geliyordu.Ses betimleme var, bazı filmleri betimleyen bir dış ses aracılığıyla takip edebiliyorsunuz. O dönemler çok olmasa da bazı filmler için yapılmaya başlanmıştı. Sonrasında Harry Potter’ın kitaplarını (Yapı Kredi Yay.) keşfettim. Fakat tam olarak ilk okuduğum Percy Jackson ve Olimposlular serisi oldu. Bende çok özel bir yeri var; arkadaş tavsiyesiyle başladığım ve taradığım ilk seridir.Fantastik edebiyatı tercih ediyorum çünkü bir kere o epik aksiyonu, o gizemciliği, karakterlerin atıldığı maceraları okumayı çok seviyorum. Ayrıca fantastiğin insan ruhunu ana akım kurgudan, klasiklerden çok daha iyi bir şekilde işlediğini, çok daha güzel anlattığını düşünüyorum.Meselâ Robert Jordan’ın serisi Zaman Çarkı’nın (İthaki Yay.) bir bölümünde yazar tek tek, satır satır altı yedi ana karakterin neden savaştığını öyle şiirsel, öyle etkili yazmış ki nutkum tutulmuştu.Fantastik edebiyatta güçlü bir evrensellik var. O evrenselliği en iyi fantastik edebiyat yakalıyor çünkü doğrudan ruha odaklanıyor. Ciddi yaratıcılık gerekiyor. Masallar falan deyip azımsayanlar olabiliyor oysa masallar insanlara ciddi değer yargıları verir. Masalların ahlâk bekçiliği yapmak için yazıldığını düşünmüyorum elbette ama yine de fantastik edebiyattan da insanlar neler neler çıkarabilir.Meselâ Brandon Sanderson’ın Sissoylu (Akılçelen Kitaplar) diye bir serisi var. O seride yazar asla mesaj vermiyor, okurun kendi mesajını çıkarmasını sağlıyor. Fırtınaışığı (Akılçelen Kitaplar) adlı bir serisi de var Sanders’ın ki bence başyapıtıdır. Özgün, mükemmel bir dünyası vardır. Orada Aletiler vardır, bir ülke. Sanders, “Ben bu ülkeyi Moğollara bakarak tasarladım” dedi.Fantastiğin her türünü okurum. Urban fantastik de okurum şehir fantastiği de. Epiklerin yanı sıra şehir fantastiğinden de özellikle de daha günümüz şehirlerine ilişkin fantastiklerden çok ilginç yapıtlar çıkabiliyor. Meselâ Londra Nehirleri (Epsilon Yay.) buna çok iyi bir örnek. Kevin Hearne’in Demir Druid Günlükleri (Artemis Yay.) serisini de çok severek okudum. Zaten Jim Butcher’ın Dresden Dosyaları (İthaki Yay.) kanayan yaramız! Keşke devam etseymiş.Kılıç ve büyü çok okuduğum bir tür değil ama Andrzej Sapkowski’nin The Witchers’ını (Pegasus Yay.) çok seviyorum. Ustaca yazılmış bir seri. Yazarın manzara anlatımı o kadar başarılı ki kendimi oradaymışım gibi hissediyorum. Öyle bir yoldan geçmeyi anlatıyor ki sanki o kırdan ben geçiyormuşum gibi hissediyorum. Yapıtta zaten Doğu Avrupa havası çok belirgin. Kitabın teması da çok farklı mesela “Sürpriz Kanunu”nun mitolojide bir karşılığı yok, yazarın iyi düşünüp yarattığı bir nokta.David Eddings kitaplarını da çok seviyorum. Hiçbir fantastik edebiyat kitabında The Belgariad gibi bir büyücü göremezsiniz. Silk var Garian var. Karakterler arasındaki bağlar güçlü ve doğal. En gergin ortamda bile sizi güldürecek anları da var. David Eddings’in Malloryon serisini (Metis Yay.) deli gibi okudum, bir hafta içinde bitirdim.Robert Jackson Bennett’ın İlahi Kentler (İthaki Yay.) serisini de tavsiye ederim. Anatolia efsaneleri de kesinlikle okunmalı. Barış Müstecaplıoğlu’nun Perg Efsaneleri (İthaki Yay.) aynı şekilde. İblis Döngüsü (Epsilon Yay.) güzel bir seri sonlara doğru aksıyor olsa da okunmalı derim. Tracy Hickman ve Margaret Weis’in Ejderha Mızrağı (İthaki Yay.) serisini sonra yine eski ama özgün bir seri olan Raymond E. Feist’in Gedik Savaşları’nı (İthaki Yay.) önemli bulurum.Robert Jordan’ın Zaman Çarkı (İthaki Yayınları) serisini mutlaka okuyun derim ama şöyle uyararak; bir kere çok zorlu bir seri ama sabrınız varsa ve o kadar detayı okumayı seviyorsanız pişman olmazsınız. Zaman Çarkı’nı seven var, sevmeyen var ama biraz sevdim diyen yok; böyle bir seri.Bir Guy Gavriel Kay tarihi fantastiğin başarılı yazarlarındandır. Ayrıca Terry Pratchett’ın Diskdünya serisini (DeliDolu Yay.) mutlaka tavsiye ederim. Tolkien’e gelince beni taşlayacaklar ama Tolkien’ın dünyası güzel olsa da olarak bana hitap etmiyor, yavan geliyor./Archive/2020/11/22/114656269-ic5.jpgSENA AKYÜZ İBRİŞİM: 30 yaşındayım. Fantastik seviyorum çünkü bence bu insanın hayalleri, rüyalarıyla ilgili bir şey. Yaşadığım, büyüdüğüm yer küçük bir sahil kasabasıydı. Evimiz de kasabanın merkezine de uzak, orman kenarında göle yakın bir yerdi. Benim için çocukluğum zaten fantastik bir hayattı. Çok eğlenceli bir düş dünyam vardı. Çocukken görünmez ördeklerin olduğuna inandığım bir dünya.Büyük ihtimalle alışık olduğum şeyi aradım hep. Ve fantastik kitapları okuyup, onların içine girdiğimde evet, burası ait olduğum dünya dedim. Beni mutlu ettiğini ve o özlediğim yere götürdüğünü düşündüğüm, her korktuğumda, her yalnız hissettiğimde onlara sarılıyorum. Evet, güvendeyim diyorum.İlk duyduğum hikâye Kral Arthur’unkidir, dedemden dinlemiştim. Okuduğum her mitte ayrı büyüleniyorum. Büyük bir Harry Potter hayranıyım. İlk filme gittiğim günü hatırlıyorum, dehşete kapılmıştım. İçinde tasvir edilen hiçbir güzel şey yoktu. Nasıl yani diye hayretle sorgulamıştım. Fakat kitaplarda o duyguyu hissetmemiştim. Film olarak bir tek sonuncusu bu anlamda kültleşebildi diyebilirim.Terry Pratchett’ları öneririm, DiskDünya serisi (DeliDolu Yay.) özellikle. Derek Landy’nin Dedektif Kurukafa serisi (Artemis Yay.) çok keyifli ve sıra dışıdır. Ve bir de Mary Poppins’ten (Kelime Yay.) vazgeçemem. Benim hayatımı değiştiren kitap o olabilir. Mary Poppins’i okuduktan sonra bir daha ayaklarım yere değmedi. Michael veya Jane olmak istedim hep. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap EkiRusya’dan Libya BaşbakanıSerrac’a mektup: Vatandaşlarımızıbırakın
Rusya’dan Libya Başbakanı Serrac’a mektup: Vatandaşlarımızı bırakın figure > Rusya Ulusal Değerleri Koruma Vakfı Başkanı Aleksandr Malkeviç, Libya’da tutuklu bulunan Rus sosyolog Maksim Şugaley ve tercümanı Samer Sueyfan’ın serbest bırakılmaları için Libya Başbakanı Fayiz es-Sarrac’a hitaben bir rica mektubu kaleme aldı. Malkeviç, daha önce de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a benzer bir mektup göndermişti. Malkeviç’in Libya Başbakanı Fayiz es-Serrac’a gönderdiği mektupta, “Rus vatandaşlarının serbest bırakılması için mümkün olan bütün etkinizi kullanmanızı sizden rica ederim. Eminim ki, Rus vatandaşlarının serbest bırakılması, bütün uluslararası aktörler tarafından iç diyalog yolunda iyi niyet göstergesi ve tarafların anlaşma arzusunun garantisi olarak algılanacaktır” ifadeleri yer aldı.Mektubun bir kopyasının da Libya İçişleri Bakanı Fethi Başağa’ya gönderildiği bildirildi. Malkeviç, daha önce de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a benzer ricalar içeren bir mektup göndermişti. İşte, Malkeviç'in, Başbakan Serrac'a gönderdiği o mektubun orijinal metni: /Archive/2020/11/22/114015571-41d02c00-f065-4d25-8fd7-69f7b4b062d5.jpg"SERBEST KALIRLARSA VETO HAKKI KULLANILABİLİR"Malkeviç mektupta ayrıca, Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı’nın Rus vatandaşların serbest bırakılması için BM Güvenlik Konseyi’nin Libya hakkındaki kararına dair veto hakkını kullanmak dâhil imkânlarını seferber etmekten geri durmayacağını da sözlerine ekledi.NE OLMUŞTU?Rusya Ulusal Değerleri Koruma Vakfı’nın iki çalışanı sosyolog Maksim Şugaley ve çevirmeni Samer Hasan Ali Sueyfan, devlet başkanlığı seçimlerine müdahale suçlamasıyla Mayıs 2019’da, selefi RADA güçleri tarafından Libya'da tutuklanmış ve Mitiga Cezaevi’ne konmuşlardı. Rusya'nın, iki ismin serbest bırakılması için ortaya koyduğu girişimler bugüne dek sonuç vermedi. Rus basını, Şugaley ve tercümanının kısa kısa bir süre önce hapishaneden çıkarılarak Türk üssüne götürüldüğünü iddia etti. Mustafa Birol Güger