Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Wednesday, 11.05.2025, 10:06 AM (GMT)

News - Haberler

AKP’li eski başkan icradan evini satın alan yurttaşıvurdu!

AKP’li eski başkan icradan evini satın alan yurttaşı vurdu! figure > Balıkesir’in Kızıksa beldesinin son Belediye Başkanı Yüksel Zeki iddiaya göre icraya çıkarılan evini satın alan Y.N.’yi av tüfeğiyle vurdu. Balıkesir’e bağlı Kızıksa beldesinin son belediye başkanı olan AKP'li Yüksel Zeki’nin icradan satışa çıkarılan evini satın alan Y.N.’yi av tüfeğiyle vurdu.TELE1'de yer alan habere gör sağ bacağından vurulan Y. N.’nin Bandırma Devlet Hastanesine sevk edildiği, hayati tehlikesinin bulunmadığı açıklanırken, Zeki’nin ise jandarma tarafından gözaltına alındığı açıklandı.YÜKSEL ZEKİ KİMDİR?2009 yılındaki yerel seçimlerden Demokrat Parti’den Kızıksa Belde Başkan adayı olan Zeki, seçimleri kazanmasının ardından partisinden istifa ederek AKP’ye geçmişti. Zeki, Balıkesir’in büyükşehir olmasının ardından belde özelliğini kaybeden Kızıksa’nın son belediye başkanı olmuştu. cumhuriyet.com.tr

Doğu Demirkol: Baktım zaman geçiyor hayatımıdizi yapayım dedim

Doğu Demirkol: Baktım zaman geçiyor hayatımı dizi yapayım dedim figure > Doğu Demirkol. Gözlerinden zeka pırıltıları saçan özel insanlardan. Ama aynı zamanda da sevecen, içten, samimi. Öyle çok konuştuk ki, hiç uzatmayayım, sahneyi Doğu’ya bırakıyorum. Ortaokuldayken patladıİlk başta her şey bir gaz ve toz bulutundan ibaretti. Bütün fikirler, şakalar, gelişigüzel laf cambazlıkları, her şey... Sonra big bang dediğimiz dönüm noktası geldi çattı ve iç dünyamda depreşip duran şaka deveranını zapturapt altına alma hususundaki beceriksizliğin verdiği hayata karşı oluşan lakayıtımsı yaklaşım ve bu şakaların gün yüzüne çıkıp kendini gösterme açlığı, iki dev karadelik misali çarpışınca olan oldu ve o çocuk "arkadaş ben komedyen olmazsam ne faydam var insanoğluna" noktasına geldi. Bu tam olarak ortaokul yaşlarıma denk gelen bir karardı. O zamanlar daha ziyade bir hayal, bir umut misali bir garip hülya formundayken zaman içerisinde işler değişti. Kendi kendime yazıp duvarlara anlattığım şakalar kitlelere ulaştı.Söylersem deli sanırsınızBir zamanlar bir yerde şöyle bir şey duymuştum. Sınavdan önce ne kadar karnın ağrırsa sınavda o kadar az ağrır. Benim için gösteri öncesi ciddi bir süreç. Uzun zamandır gösteriye çıkmadıysam önce setime ne kadarına hakim olduğumu anlamak için eski oyunları seyretmeden önce kendi kendime bi’ aklımdan geçiririm baştan sona oyunu. Unuttuğum yerleri kendim asla eskilerden kopya çekmemeye özen göstererek hatırlamaya gayret ederim çünkü hatırlayamadığım yerlerde yeni yaklaşımlar ve hatta belki yeni şakalar çıkabilir. Sonra bu hatırladığım kadarını kağıda döker, anımsatıcı kelimelerden oluşan oyun akışını baştan sona kağıda dökerim. Oyuna çıktığımda kendi sesimi dinlemez de akışına bırakmayı başarırsam unuttuğum yerler de eski bir şarkıyı hatırlarmışım gibi ağzımdan dökülüverir. Bu bahsettiğim süreç uzun zaman sahnelerden uzak kaldıktan sonra yaşadığım anımsama süreci. Bir de her sahne öncesi yaptığım totemimsi garip şeyler de var ama söylersem beni deli sanabilirsiniz. Şakaları önce bi denerimŞovu aslında uzunca bir süre değiştirmeden sabit bir metne bağlı kalarak oynamam gerekiyor. Sinemadaki bir film gibi, ya da bir tiyatro oyunu gibi ne kadar sabit bir akış üzerinde kalabilirsem o kadar uzmanlaşır ve konunun derinlerine inme fırsatı bulabilirim. Televizyonda yayınlanan malzemeler artık kamuya mal olduğu için onları tamamıyla setten çıkardım ama sahnede anlattığım metnin sinema veya online bir platformda yayınlanana kadar oyundan oyuna değişiklik göstermemesine özen gösteriyorum. Ama yine de aklıma gelen yeni şakaları ilk çıktığım oyunda araya sıkıştırıp denerim, o şakaların akıbeti hakkında kanıya varırım. Bu oyunların yüzde onluk bir bölümüne tekabül eder yaklaşık olarak. Havalara girdim, şımardımŞöhret beni şımarttı. Havalara girdim açıkçası. Kırk yıllık arkadaşlarımı sokakta görsem tanımam, tanıyamam, tanırsam şerefsizim. Çünkü neticede onlar sıradan hayatlar yaşayan basit insanlar. Oysa ki ben onlar gibi miyim? Alakam yok. Ben bambaşka, biricik, eşine benzerine rastlanması mümkünsüz bir harikuladeyim. Annemle babamla bile iletişimimi azalttım. Çünkü onlar da basit ünsüz insanlar. Bazen düşünüyorum da keşke annem Janet Jackson olsaydı. Ona ne kadar saygı duyar, en sevdiği çekirdeksiz üzümü bulup alana kadar pazarları arşınlarken asla söylenmezdim. Ama benim sıradan alelade annem için hiç kendimi yoramam işin doğrusu. Şöhret işte böyle bir şey. Bence her ne kadar şakasını yapsam da insanı içten içe sömürüp ilgi maymunu yapma potansiyeli olan bir zehir şöhret. İnsanların ilgisini, sevgisini, övgüsünü tevazuyla kabul edip kerameti kendimizde bilmeden, bu güzel enerjiler için gereken merciiye teşekkürümüzü ihmal etmeden devam edebilirsek çıldırmamayı başarabiliriz gibi geliyor. Yoksa şöhret ciddi bir depresyona dönüşebilir. Işınlanana kadar mecburAraba sevgisi bizde genetik. Babam tam bir klasik İngiliz tutkunudur. Royce ve Benty benim çocukluğumun vazgeçilmezleridir diyebilirim. Ama yalan olur. Babam arabayı sadece taşıt olarak görür ve en masrafsız, en ucuz seçenek neyse ona yönelir. Ben o konuda biraz seçiciyim ve bu işin de eğlence kısmına odaklanmış durumdayım. Neticede ışınlanmayı bulana kadar mecburen yollarda geçecek olan hayatımızı bir nebze çekilir hale getirmekle mükellefiz. Benim de sabah akşam arabamla sağdan sola gitmemi gerektiren bir işim olmadığı için az yakan ve sorun çıkarmayan yepyeni gıcır bir araba alıp huzur içinde binmek gibi bir derdim olmadı hiç. Bu nedenle nispeten eski ve büyük motorlu ve az bulunan araçlar tercih etmiş bulundum bugüne kadar. Tercihlerimin de sonuna kadar arkasındayım. Bu arada Doğan Kabak'a danışmadan araba almam. Kral ne derse o…HAYATIM TÜRKİYE MOZAİĞİ GİBİ- Ahlat Ağacı senin ilk filmin. Nasıl böylesi bir filmde başrol oynadın?Ben aslında filmleri izlerken “ben bunu yaparım” diyordum. Oyuncunun yerinde olsam öyle yapmazdım diye düşünürdüm. Kendimi bildim bileli komedyen olmayı, stand-up yapmayı hayal ederdim. Kendi kendime ortaokulda yazdığım metinler falan var. Sınıfın komik çocuğuyum yani.- İnsanları güldürmeyi, biraz ilgiyi mi seviyorsun?Evet. İnsanları güldürmek gerçekten çok güzel birşey. Tabii ortaokulda yazdığım şakaların hepsi çok komik değil. Şakaların bazıları yaş gereği cinselliğe kaymış falan. - Ama oyunculuğu hep düşünürdün yani.Hep. Ben Sopranos’u altı kere baştan sona izlemişimdir. Orada bir sahnede, at yarışı sahnesinde öyle incelikli birşey vardır ki. Çok küçük bir oyunla Tony’nin öteki paradan da pay istediğini bize veriyor yönetmen. Bizde dizilerde da da da da olan şey, burada kısacık bir anda oluyor.- Nasıl?Tony’nin gözü paraya kayıp geri geliyor. Hepsi bu. O minicik şeyden herşeyi anlıyoruz. - Ama oyuncuların oralarda çok çalışacak vakitleri de var.Adamlar gerçek karakter yaratıyorlar. Mafya, çok güçlü, ama bir bölümde ishal oluyor mesela. Bizdeki gibi mafyalığıyla gurur duymuyor, tam tersi utanıyor, buruk yani. Çocuğuna “okuyacaksın, adam olacaksın” diye ısrar ediyor. - İkilem karakteri daha mı gerçek kılıyor?Evet, bunu görüyoruz. Bu çelişki çok gerçek. - Senin annen baban ne yapar Doğu?Babam genel cerrah, annem avukat. Ben de İstanbul Üniversitesi’nde Bilgisayar Mühendisliği okudum. - Süpermiş. Matematiksel bir zekan var herhalde. Herhalde sahnede ve oyunculukta zamanlama ayarında çok işe yarıyordur.Bilmiyorum. Şakanın matematiğinde daha çok uygulama önemli. Ben çocukluğumdan beri şakalarımı insanlar üzerinde deniyorum. Ankara’da okudum liseyi. O zaman ailem de Amasya’daydı, kız arkadaşım da oradaydı. Her hafta sonu giderdim, otobüsle tabii. Yanımda oturanın üzerinde denerdim bütün şakalarımı. /Archive/2020/11/21/174248846-cmt-do1-en25.jpg- Kaç yaşındasın?32 yaşındayım. - Ne yapacaksın bundan sonra?Hep böyle cool bir çizgim olsun istedim. Stand-up çok cool birşey, karizmatik. Şimdi artık baktım ki zaman geçiyor. Kendi dizimi yazıyorum şu anda.- Aaa süpermiş. Ne yazıyorsun?Benim hayatım çok değişik. Annem ekstra dindar, babam sosyalist. Evde muhabbet yok pek. Aslında Türkiye mozaiği gibi. Yazdığım dizide ailemin bu garip halleri de önemli yer teşkil ediyor. - Çok ilginçmiş gerçekten de.Çok. Bir de kız kardeşim var. Şimdi evlendi, onu çok sevdiğimi anladım. Onlar daha farklılar ama. Ben daha samimi, daha halkla iç içeyim. Böyle olmayı seviyorum. Kardeşim Galatasaray ve Sorbonne’da sosyoloji okudu. Şimdi ABD’de doktora yapıyor. Bunlar böyle entel insanlar yani! Ama ben o modu sevmiyorum.- Dizi senin hayatın mı olacak?Benim hayatım. Böyle renkli bir ailede yetişen, mühendislik okuyan bir çocuğun kendi çizgisini bulması. Bundan yedi, sekiz yıl önce komedyen olmak da doğru bir istek değil. İnsanlar “Cem Yılmaz var ya” diyorlar...- O kota dolduruldu yani!Evet. Hani Türkiye’de bir komedyen gerekli, o da bulundu gibi. Bunu yıllarca yaşadım ben. Sanatçı diyorum, ama çok zor diyorlar.- Annen ve baban da mı algılayamadı?Ahlat Ağacı’ndan sonra daha bir kabullenir oldular. Gösteriler de yıllardır kapalı gişe. Babam arkadaşlarından duyunca falan biraz daha anlıyor. Ama hiçbir gösterime gelmediler henüz.Yok canım!Tabii. Babam sinemada Ahlat Ağacı’nı izlemedi. Annem de “Aman canım, karman çorman birşey” dedi. Dayım “oturmaktan popom ağrıdı” dedi mesela! Dizinin bir kısmı da dayım olacak. Türkiye’nin en pahalı arabalarıyla dolaşıyor. Öğrenciyken uğradığımda beni o arabalarda metrobüse bırakıyor falan. - Adı belli mi?Muhtemelen Doğu olacak. Yazdığım bir de film var, pandemiden sonra çekilir artık.- Senin öbür filmler de çok güzel. Ölümlü Dünya’da da Bayii Toplantısı’nda da kalabalık bir kadrodasın. Ahlat Ağacı’nda başrol oynadıktan biraz tereddüt etmedin mi?Ölümlü Dünya geldiğinde Ahlat Ağacı daha çıkmamıştı. Ama Ali Altay’dan teklif gelince, “Abi sen nasıl uygun görüyorsan öyle olsun” dedim. Çok da iyi iş çıktı.- Sen bu aksanı mahsus yapıyorsun, değil mi? Komik olsun diye?Hayır ya. Ben Amasya’da büyüdüm abi. Düzgün konuşabilirim, ama akışına gidince öyle çıkıyor. Babam Amasya’daki tek cerrahtı. Evin önünde kasalarca sebzeler, meyveler... Babam sosyalist ya, para da almıyor. Orada çok bilinen bir insan oluyor. Ben de doktor çocuğu gibi olmamak için uğraştım herhalde. Hatta evdekileri de bozdum. Babam da “N’apıyong lan” falan demeye başladı.- Hep böyle misin? Sahne insanlarında genelde iki ayrı kişilik vardır ya.Hep böyleyim. Persona oluşturmadım yani. Manik depresif bir durumum yok. - Nereden besleniyorsun?Gerçekten bir tek yerden beslenmeye çalışmıyorum. Komedi genelde tezatlardan çıkıyor. Gıcık kapıp, sinirlenip, içimizde ukde olarak kalan, o an ağzımızı açıp söyleyemediğimiz şeylerden. “Keeşke orada şunu diyeydim” diye o kadar çok, gece gündüz düşünüyorum ki... Sonunda şaka olarak çıkıyor. Biz Türk toplumu da Doğu ve Batı'nın arasında, kendimizi Müslüman olarak tanımlarız, şapkasını ters takan rapçi “Selam-ın Aleyküm” der ya.- Tabii. Bunlar hepimizin ağzındadır hep. Allah’a emanet ol, inşallah, maşallah. Çok da severiz aslında.Bir arkadaşımın annesinin cenazesindeydim. Harley Davidson’larla geldiler. Deriler, dövmeler falan. Herkes “Başın sağolsun” dedi. Helva yendi. Bir ikilemdeyiz ya.- Aslında ikilem değil, bu biziz.Biz buyuz, evet. Dünyadaki kabul görmüş algılara baktığımızda burada bir kültür kombini var ya, işte mizahın tam da çıkacağı topraklardayız. Amerikan dizilerinde oradaki müslümanları işliyorlar, ama oradaki çelişki kör gözüme parmak kalıyor. - Buradaki çelişki?Şimdi benim de inancım var. Seviyorum da bunu. Sahneye çıkarken abdest alırım, böyle rahat ederim. Burada, neredeyse herkesin Müslüman olduğu bir toplumda yadırganıyor olmak, daha derin bir çelişki. Ama hiç yadırgamayan bir kesim de var. Senin abdest almanın da yadırganacak bir tarafını göremiyorum.İnançlı biri de gelse “Niye abdest alıyorsun” diyebilir. “Sahneye çıkacaksın, namaz kılmayacaksın ki” der! Bu benim totemim belki de, böyle rahat ediyorum. İnsanın davranış biçimini sorgulamak, yargılamak kimsenin hakkı değil tabii. - Kız arkadaşın var mı?Bu ara yok. Ciddiyete dönecek bir durum olmadı. Müdahaleler gelince ben uzaklaşıyorum. Sahneye çıkıyorum, bin kişinin karşısındayım. Tat kaçıran birşey olmasın istiyorum. - Düşüyorsun, değil mi?Evet yaa. Gerek yok. Benim empatim yüksek. Ben de onunla bazen lüzumsuz şeylere kahroluyorum. Ortak, değecek şeylere birlikte üzülelim, orası ayrı.- Olgunluk zor elde ediliyor, öyle değil mi?Aradığım olgunluk da değil, sadece mantık. İnsan bazen çocuksu da olabiliyor, ama mantıklı olsun. Şu anda ilişki durumum yok yani.  Fatih Türkmenoğlu

İşte en iyi fotoğrafçeken akıllıtelefonlar

İşte en iyi fotoğraf çeken akıllı telefonlar figure > Piyasaya yeni çıkan akıllı telefonlar arasında altı kameralı olan da var, 108 megapiksel olan da, az ışıkta kaliteli fotoğraf çeken de. Profesyonel bir fotoğraf makinesi kadar olmasa da artık akıllı telefonlar da neredeyse herkesi fotoğrafçı yaptı. Öyle ki telefon markaları en iyi fotoğraf çekme, en iyi sonbahar fotoğrafı ve gezi fotoğrafçılığı yarışmaları da yapmaya başladı.Son dönemde peş peşe giriş, orta ve üst segmentte pek çok yeni telefon modelinin tanıtımı yapılıp teknoloji severlerin beğenisine sunuldu. Piyasaya yeni çıkan telefonlar arasında altı kameralı olan da var, 108 megapiksel (MP) olan da, az ışıkta kaliteli fotoğraf çeken de. Son dönemde piyasaya çıkan ve fotoğraf çekiminde iddialı olan cep telefonlarını derledik./Archive/2020/11/21/172955807-samsung-note-20-ultra.jpgGalaxy Note 20 Ultra Galaxy Note 20 Ultra’nın 108 MP ana kamerası f/1.8 diyafram aralığı ile karşımıza çıkıyor. Bu kameraya 12 Megapiksel çözünürlüğü f/3.0 telefoto ve 12 megapiksel f/2.2 ultra geniş açılı kamera eşlik ediyor. Ana ve telefoto kamera OIS ile sarsıntıları minimuma indirirken, Samsung’un yeni Lazer AF sensörü sayesinde hızlı netleme yapabiliyor. 5x optik yakınlaştırma yeteneğine sahip olan Galaxy Note 20 Ultra’nın kamerası ile 8K video kaydı gerçekleştirebiliyor. /Archive/2020/11/21/173019526-huawei-mate-40-pro.jpgHuawei Mate 40 ProHuawei'nin yeni amiral gemisi akıllı telefonu Huawei Mate 40 Pro, 1/1.28 inç sensör, f / 1.9 diyaframlı lens, daha büyük pikselli 20 MP sensör ve 5x tele gibi özellikleri barındırıyor. Leica ile tasarlanan Mate 40 serisindeki kamera sistemi, ultra geniş açılı lens, yüksek çözünürlüklü ana kamera, telefoto kamera gibi özellikleri barındırıyor. Dual Cine Kamera ve Dual Ultra Geniş Kamera ile kullanıcılar, hem ön hem de arkaya bakan kameradan geniş açılı videolar ve görüntüler yakalayabilirler. /Archive/2020/11/21/173043166-iphone-12-pro.jpgiPhone 12 Pro Apple’ın yeni amiral gemisi telefonları iPhone 12 Pro ve iPhone 12 Pro Max, ışığın nesnelerden yansıma hızını ölçerek içinde bulunduğunuz ortamın derinlik haritasını oluşturabilen yeni LiDAR tarayıcının yanısıra 3’lü arka kamera bulunuyor. Yüzde 47 daha büyük sensörün tercih edildiği 12 Pro Max’te yeni OIS sistemi lens yerine sensörü stabilize ederek daha çekimlere imkan tanıyor. iPhone 12 Pro gece modunda 2 saniyede, 12 Pro Max ise 1 saniyede çekim yapabiliyor. /Archive/2020/11/21/173126837-poco-x3.jpgPoco X3 NFC Ekim ayında piyasaya sunulan Poco X3 NFC, 64 MP ana kamera, 13 MP ultra geniş açılı kamera, 2 MP makro kamera ve 2 MP derinlik sensöründen oluşan AI destekli bir dörtlü arka kamera sistemine sahip. Cihaz 4K video kaydı da yapabiliyor./Archive/2020/11/21/173358961-honor.jpgHonor 10X LiteHonor, akıllı telefon modellerine bir yenisini daha ekliyor. 48MP’lik ana kameranın yer aldığı dörtlü kamera sistemine sahip Honor 10X Lite, özellikle gençleri hedefliyor. Süper Gece Modu sayesinde de karanlıkta çekilen fotoğraflar yüksek detaya ve dengeli renklere sahip oluyor. Telefonun önünde ise 8MP’lik Yapay Zekâ destekli selfie kamerası yer alıyor./Archive/2020/11/21/173241665-realme-7-pro.jpgRealme 7 ProRealme 7 Pro da, 64 MP Sony IMX682 ana kamerası ve özel gece modlarıyla iyi bir fotoğraf ve video deneyimi sunuyor. 8 MP ultra geniş açılı, bir makro ve bir de siyah beyaz lensten oluşan dörtlü arka kamera seti var. /Archive/2020/11/21/173223649-oppo-reno4.pngOppo Reno4Reno4 Serisi'nde yer alan Reno4 Lite, Reno4 Pro ve Reno4 modelleri mobil fotoğrafçılık alanında iddialı. Reno 4'te arkada dört, önde iki kamera olmak üzere 6 kamera ile bulunuyor.Vivo X51 5GBu ay Türkiye'de satışa sunulacak Vivo X51 5G’nin 48 MP ana kamerasına 13 MP çözünürlüğünde geniş açılı kamera, 8 MP çözünürlüğünde makro lens ve 8 MP derinlik sensörü eşlik ediyor. Telefonun ön panelinde ise 32 MP  f/2.0 selfie kamerası bulunuyor.  ŞEHRİBAN KIRAÇ

Edebi bir liman; Sevgi Saygı!

Edebi bir liman; Sevgi Saygı! figure > Fantezinin düşünce, ifade ve hatta bir dil olabileceğini çağdaş edebiyatın içinde farklı türler aracılığıyla işledi. Polisiye, fantastik ya da bilimkurgu... Dileyen dilediği edebi limana yanaşabilir Sevgi Saygı’yı okurken. HALİL TÜRKDEN /Archive/2020/11/21/172514717-ic2.jpg“Bir başka dünya var ama o da bu dünyada.”(Patrick White’ın Solid Mandala kitabında kullandığı Yeats düsturu.)İyi bir fantazya mimarisi, gerçeküstü öğeler, gizemle örülmüş kurgular ve hafızamıza yuva yapmış karakterler. Sevgi Saygı, fantastik üslubun belli biçimlerle sınırlı olmadığını ustalıkla yansıtan bir yazar. Duvarlarında yontma resimler olan mağaralardan yürüyüp geçmiş, sözlü halk hikâyelerine kulak kabartmış, peri masallarına bulanmış, bilimkurgunun tozunu yutmuş bir isim. İmkânsız olanla ilgilenen, saklı ya da görünmez olanın büyüsüne başını yaslamış, senarist ruhlu bir kalem.Fantezinin düşünce, ifade ve hatta bir dil olabileceğini çağdaş edebiyatın içinde farklı türler aracılığıyla işledi. Polisiye, fantastik ya da bilimkurgu... Dileyen dilediği edebi limana yanaşabilir Sevgi Saygı’yı okurken.GÖRKEMLİ GEÇİŞLER: PERİ EFSA VE GEZGİNFantezinin gerc¸ekligˆe kars¸ı kendine o¨zgu¨ bir tavrı vardır. Kısıtlamalar ve sınırlar konusunda co¨mert davranır, onları ihlâl eder ve hayal gu¨cu¨ne dayalı olayların dıs¸sal gerc¸ekligˆe gec¸is¸ine izin verir. Görkemli bir geçiştir bu. Konuya, karaktere, mekâna ya da türün kendisine dair iz bırakan bir geçiş.Sevgi Saygı’nın 2013’te Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği’nden (FABİSAD) hikâye dalında aldığı GİO ödülü, fantastik edebiyatta bıraktığı izlerden yalnızca biri. Onun metinlerini okurken, normal akışıyla giden bir hayatın içindeki gerçekle hayali adeta birbirine yapıştırıyor, bazen hangisinden hangisine geçtiğinizi, hatta geçtiğinizi bile anlamıyorsunuz. Sevgi Saygı’nın ON8’den yayımlanan iki romanı Peri Efsa ve Gezgin, bu görkemli geçişin en iyi örneklerinden./Archive/2020/11/21/172502889-ic1.jpgYÜZLEŞMELER VE MUCİZEBazen havalı bir şef edasında fantastik edebiyatın tüm doğrularını mutfağında pişiren bir yazarın; bazen de fantazyanın sınırlarında dolaşan ve parlak bir gerilim atmosferinin orta yerinde masayı devirip giden asi bir ruhun iki romanı. Fevkalade akıcı bir anlatım. Sabırsız bir gezgin. Sırlarla dolu bir köşk.Peri Efsa... 2. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’da bir köşkte doğuyor Efsa. Hitler’in 53. yaş gününde. Gürbüz bir erkek kardeşin, kimsenin yaşamasını beklemediği “çirkin” ikizi olarak… Sevilen çocuk Sermet, korkulan çocuk Peri Efsa. Birbirine tutkuyla bağlı, ama birbirinden Ay ve Güneş kadar farklı. Peri Efsa’nın şaşırtan, etkileyen ve korkutan yetenekleri, yüzleşmelere ve mucizeye açılan bir kapı.Gezgin... Adsız bir gezgin o. Kar fırtınası yüzünden yolundan alıkonmuş motosikletli bir kadın. Yoluna çıkanlar, sert mizaçlı biri olarak hatırlıyor onu. Ne nereden geldiğini biliyorlar, ne de nereye gittiğini. Bir akşam konaklayabileceği bir yer ararken, o garip köye varıyor. Ve yalnızca bir geceliğine misafir olacağını sandığı, ama bütün kışı geçirmek zorunda kalacağı o garip eve…HEP HARİKALAR DİYARI DEĞİLDİR FANTASTİK!Masallardaki devler, bulutlara kadar uzanan bitkiler, tavs¸anların dahi konus¸abildigˆi harikalar diyarı... Fantastik denilince akla gelen kavramın ic¸erigˆi kavranması zor bir genis¸ligˆe ulaşabilir. Ve her zaman “harikalar diyarı”yla açıklanamaz fantastik olan. Zihnin bir oyunu, bir büyü, büyülenme, bir yokluk, yoksunluk, zihnin sınırlarını aşan bir gerçeklik, bazen de gerçeğin ta kendisi. Belki de... kadim zamanların içinden geçip gelmiş bir yazarın, insan zihnine çektiği ince bir çizgi:“Go¨zu¨mu¨n o¨nu¨nde bir gelincik tarlası vardı... Nereden hatırlıyorum bu tarlayı? Ne zaman go¨rdu¨m? Sıcagˆın kokusunu bile duyuyorum. Sanki bir gelincik tarlasının ortasında uzanmıs¸ım gibi... Ben hic¸ gelincik tarlasına uzanmadım ki...”Peri Efsa / Sevgi Saygı / ON8 Kitap / 400 s.Gezgin / Sevgi Saygı / ON8 Kitap / 260 s. Halil Türkden

Tuhaf kozmik Lovecraft!

Tuhaf kozmik Lovecraft! figure > Amerika’nın en önemli yazarlar panteonuna girmesi geç oldu ama H. P. Lovecraft’ın eserleri, dehşetin kozmik haline dikkat çeken dünya görüşü ve kanonlaşmasına ön ayak olduğu tuhaf kurgu türü şüphesiz, 21’inci yüzyılın başında edebiyat, sinema ve akademi çevrelerinde yoğun ilgi görüyor. H. P. Lovecraft’ın hayattayken niçin rağbet görmediğini açıklamaktansa, bugün nasıl olup da kıymet bulduğunu sormak anlamlı olacağa benzer. /Archive/2020/11/21/172121328-ic1.jpgGeçen yüzyılın başında yaşamış H. P. Lovecraft’ın son derece verimli külliyatının, kendisi hayattayken, tek bir öyküsü dışında kitap formunda basılmamış olması, kulağa şaşırtıcı geliyor. Yalnızca 2019’da Türkçede birden fazla yayınevi tarafından yazarın yapıtlarının hem yeni çevirileri hem de eski çevirilerin yeniden değerlendirildiği baskıları yayımlandı.Amerika’nın en önemli yazarlar panteonuna girmesi geç oldu ama H. P. Lovecraft’ın eserleri, dehşetin kozmik haline dikkat çeken dünya görüşü ve kanonlaşmasına ön ayak olduğu tuhaf kurgu türü şüphesiz, 21’inci yüzyılın başında edebiyat, sinema ve akademi çevrelerinde yoğun ilgi görüyor. H. P. Lovecraft’ın hayattayken niçin rağbet görmediğini açıklamaktansa, bugün nasıl olup da kıymet bulduğunu sormak anlamlı olacağa benzer.H. P. Lovecraft deyince akla gelen motiflerin çoğunun mucidi yazarın kendisi değildi fakat bugün bunlardan bahsederken “Lovecraftçı” sıfatını kullanıyoruz. Yazar, insan-öncesi bir kültürün kadim şehri Hastur’u Robert W. Chambers’ın Sarı Kral’ından (ki o da Ambrose Bierce’dan almıştır), Kadim Tanrılar mitosu konseptini Lord Dunsany’den aldığını Poe’nun, Algernoon Blackwood’un ya da Arthur Machen’in kendisini nasıl etkilediğini “Lovecraft Çevresi” olarak da anılan Clark Ashton Smith, Robert E. Howard, Robert Bloch gibi yazarlara yazdığı mektuplarda ifade ediyordu.Yazışmaları sayesinde öncülleri ile ardılları arasında bir köprü vazifesi gördü; 18. yy’dan gelen gotik geleneğin günümüze taşınabilmesinin olmazsa olmaz koşulunun, türün 20’inci yüzyıl ruhuna özgü anksiyetelere göre güncellenmesinin bir aracısı oldu Lovecraft. Bunun da ötesinde, tuhaf kurgunun China Mieville, Jeff VanderMeer, Thomas Ligotti, Clive Barker, Neil Gaiman gibi bugünkü yüz akı yazarlarının Lovecraft’ı büyük usta olarak işaret ettikleri sır değildir./Archive/2020/11/21/172137859-ic2.jpgCTHULHU MİTOSUH. P. Lovecraft’ın yazdıklarını derleyip yayımlamak amacıyla kurulan ve Lovecraft Çevresi’nden pek çok ismin ilk evi olan Arkham House yayınevinin sahibi, yazar ve editör August Derleth, “Cthulhu Mitosu” kavramını ortaya atan kişiydi.Bugün, S.T. Joshi gibi HPL uzmanı eleştirmenlerin geçerli bulmadıkları “New England Öyküleri, Dunsany-vari öyküler ve Cthulhu Mitosu” kategorizasyonu, Derleth’e aittir. Böyle bir ayrımdan ziyade, tekrarlanan motifler, mekanlar, temalarla ve her şeyden önemlisi dehşetin kozmik kipi ile birbirine bağlanan parçalardan oluşan, bir açık evren söz konusudur.Lovecraft’ın tanrı tanımaz dünya görüşüyle çelişen Katolik hassasiyetlerinin güdümünde, Derleth, kendisi de öyküleriyle katkı sunduğu bu açık evrende iyiler ile kötülerin savaşını aramış, Lovecraft’ın niyetlenmediği bir ahlaki boyutu kendi mitos öykülerinde inşa etmek istemiştir.H. P. Lovecraft bir mektubunda, tuhaf kurgu yapıtlarında insan olmayan varlıkları, - uzaylıları - mutlaka insani ölçekte ve biçim, motivasyon ve varlık koşulları yönünden insana benzer tarif edilmesini çocukça bulduğunu söylüyordu:“Tüm öykülerim insanın alelade yasalarının, çıkarlarının ve hislerinin geniş dış-evrende bir geçerliliği, bir önemi olmadığı önermesi üzerine kurulu. Zamanın, uzayın veya boyutların dışında oluşun hakikatine ulaşmak için, insanoğlu denen ırkın, organik yaşam, iyi ve kötü, sevgi ve nefret gibi geçici ve görmezden gelinebilir vasıflarını unutmak gerekir.”Öyle ki, Kadimleri tanrı olarak kabul eden - ve feci şekilde yanılan - kült üyelerinin meşum kitap Necronomicon’dan aldıkları duaların, Cthulhu gibi kelimelerin dilini icat ederken Lovecraft, insanın telaffuz edemeyeceği bir dil olmasına özen göstermiştir. Burada, “herşeyin ölçüsü insandır,” diyen bir hümanizmden mümkün olan en uzak noktadayız.H. P. Lovecraft’ın büyüsü kaçmış evreninde, insanı bulmak zordur; Lovecraft mitosunda, yaşamı veya ölümü anlamlı olan, bir yolculuğa çıkıp bir yere varabilen kahramanlar olmadığı gibi, karakterlerinin değişmesi, psikolojik açıdan derinleşmesi söz konusu değildir. En fazla, Kadimlerle veya işaretleriyle karşılaşıp, korkudan akıllarını yitirebilirler.Zaten, dile gelmeyen, akılla kavranamayan ve insanoğluna bir avuntu ihtimali bırakmayan dehşetlerin dünyasıdır burası; herhangi bir bilgi edinebilen insanlar da bilgiyi başkalarıyla paylaşmanın bir yolunu bulamazlar. İnsanlığın bir zamanlar mikroorganizmalardan habersiz oluşu gibi, Dagon’un, Cthulhu’nun yeryüzündeki varlığından ve kadim uygarlığından habersiz olmaları da bir kozmik dehşet kaynağıdır. Demek ki HPL evreninde, bilgi ile kurulan ilişkinin sorunsallaşması söz konusudur./Archive/2020/11/21/172151094-kapakic3.jpg21’İNCİ YÜZYILDA KOZMİK DEHŞETBilginin meşruiyet zemininin kayganlaşmaya başladığı 17’inci ve 18’inci yüzyıllarda Gotik anlatılar ortaya çıkmışsa, sekülerleşmenin hız kazandığı, Darwin’in evrim teorisiyle, statik, tahmin edilebilir bir Yaradılış’tan akışkan, birbirine dönüşen biçimlerin tehditkar alemine geçilen, Freud’un özgür ve bilinçli bireysel iradeye olan inancı silip süpürdüğü dönemde yaşayan Lovecraft da, bu dönemin anksiyetelerine ses vermişti şüphesiz.İnsanoğlunun bir zamanlar kendini merkezinde gördüğü evrendeki yeri konusunda bildiklerimizin sahası her geçen gün genişlermiş gibi görünüyor ama dünyanın “büyüsü kaçtıkça” insanın varlığına, işlerine, heveslerine ve istikbaline karşı kayıtsız bir evrende yaşadığımız gerçeğiyle yüzleşmek gereği de doğuyor.21’inci yüzyılın ilk on yılı içinde hakikat-sonrası, sahte haber, alternatif gerçek gibi kavramlarla yüz yüzeyiz ve insanoğlu yalnızca değerler bazında değil, aynı zamanda neyin gerçek olduğu konusunda da mutabakata varmakta zorlanıyor; bilginin ve inancın ya da kanaatlerin, ideolojilerin doğası, meşruiyeti, akla yatkınlığı temelden sorgulanmakta.Ekolojik felaket, muhafazakâr ideolojilerin yükselişi, dijital altyapıdan faydalanarak kitlelerin manipüle edilebilmesi gibi geç kapitalist dönemin çelişkileri, bir epistemoloji krizi; bilginin ve bilmek zemininin sorunsallaşmasının krizi olarak görülemez mi?Tuhaf kurgu türü ve bu türün Lovecraftçı kozmik dehşet damarı, bir kez daha istikrarı bozulmuş, önceki paradigmanın tanıdık düşünsel kabullerinin güvencesinden mahrum bir medeniyetin korkularını, fantazilerini, marazlarını ifade etmek için gerekli cephaneyi sağlıyor. Fatma Cihan Akkartal

Marvel’in genişleyen evreni

Marvel’in genişleyen evreni figure > Bu yazıda biraz da çocuk tarafımızı canlı tutan bir merakın peşine düşüp günümüzde Marvel ve benzeri oluşumların çizgi roman sayfalarından başlayıp önce perdeye yansıyan sonra ilginç bir şekilde yeniden sayfalara dökülen - ama bu kez çizgiler olmaksızın - şeceresine bakacağız. /Archive/2020/11/21/171736690-kapakic1.jpgSon 10 yılda öyle bir bombardımandan geçtik ki, zaman zaman acaba biz de Marvel Evreni’nde mi yaşıyoruz diye sormak ihtiyacı duymuşuzdur muhtemelen. Bir bakıma yaşıyoruz elbette.İster paralel evren deyin, ister franchise evreni, yaşadığımız global bir Marvel evreni mevcut kesinlikle ve biz de çeşitli düzeylerde bu evrenden payımızı alıyor, dahası payımızı ödüyoruz.Kimimiz son yıllarda alabildiğine popülerleşen Marvel Sinematik Evreni’ni tüketmekle yetinirken, kimimiz de çizgi romanlardan tutun da, konsol/bilgisayar oyunlarına, hatta action figure çılgınlığına kadar her aşamasına dahil oluyor; ekonomik durumunun da elverdiği ölçüde elbette. Çünkü, bir kez daha çok iyi biliyoruz ki, son tahlilde her şeyin ekonomik bir izahatı var.Ama biz işin o kısmıyla ilgilenmiyoruz, en azından bu sayfalarda. Burada biraz da çocuk tarafımızı canlı tutan bir merakın peşine düşüp günümüzde Marvel ve benzeri oluşumların çizgi roman sayfalarından başlayıp önce perdeye yansıyan sonra ilginç bir şekilde yeniden sayfalara dökülen - ama bu kez çizgiler olmaksızın - şeceresine bakacağız.EN YAŞLISI SÜPERMAN!Meraklısı biliyor elbette ama biz yine de çok kısaca hatırlayalım; süper kahramanların arz-ı endam ettiği ilk çizgi romanlar 20. yüzyılın ilk yarısında ABD’de basılmıştı.Bugün bilinen anlamıyla ilk süper kahraman olan Superman (kimileri doğaüstü bir gücü olan sihirbaz Mandrake’yi de ilk süper kahraman olarak anıyor ama biz o kadar emin değiliz) 1938’de okurla buluştu. 80 yılı aşkın bir geçmişi var yani süper kahramanların. tabii ki her süper kahramanın ilk beliriş tarihi farklı olduğundan her biri de farklı yaşlarda sayılabilir ve en yaşlıları da bu hesaba göre Superman.Çizgi romanların sinemaya uyarlanması da hemen bir iki yıl içinde başlıyor ve ilk iptidai uyarlamalardan bugüne yine 80 yıllık bir kronoloji içinde sayısız film yapılıyor. Teknoloji ilerledikçe süper kahramanların beyazperdedeki ağırlığı da artıyor ve son 30 yılda gitgide büyüyen bir pazara dönüşüyor bu iş.SİNEMA - EDEBİYAT HATTINDA POPÜLARİTEÖzellikle Marvel Sinematik Evreni’nin hakim durumda olduğu bu pazarda bir yandan DC, bir yandan Star Wars markaları (Lucasfilm vs.) ve bir yandan bağımsız olmasalar da daha küçük girişimler neredeyse tüm sinema endüstrisinin lokomotifi haline geldi, başka herhangi bir şeye geçit vermemeye başladı. Bu da bir yerde sinemanın tıkanmasına yol açtı elbette ama bir kez daha, bu sayfalarda ele alınacak bir mesele değil.Marvel’in Kitap Eki’mizin tam anlamıyla ilgi alanına giren son hamlesi ise ilk olarak çizgi romandan tanıdığımız ve sinema sayesinde global bir popülerliğe ulaşan süper kahramanların ve onların maceralarının bu kez roman olarak önümüze sürülmesi.Aslında bu türün ilk örneklerine 60’lı yıllarda rastlıyoruz ama o yıllarda tek tük romanlar basılıyor ve çizgi romanların hakkim olduğu piyasada kendilerine pek yer bulamıyorlar. geçen yıllarla birlikte sayı da artıyor ve 2000’lerden itibaren gerçek bir piyasa oluşmaya başlıyor, yine de çizgi romanların gölgesinde kalmak şartıyla elbette. Türkçedeki ilk örnek de İthaki etiketiyle çıkan Black Panther: Kara Panter Kimdir? adlı roman./Archive/2020/11/21/171801236-ic2.jpgMARVEL’İN İLK SİYAHİ SÜPER KAHRAMANI!Jesse J. Holland’ın yazdığı roman Marvel Evreni romanlarından biri olarak sınıflandırılmış ve Reginald Hudlin ve John Romita Jr.’ın çizgi romanından uyarlanmış. Marvel’in popüler süper kahramanlarından - ve aslında Marvel’in ilk siyahi süper kahramanı - Kara Panter’in nasıl Kara Panter olduğunu anlatan romanı yazan Jesse J. Holland aslında ilginç bir isim. Aslen bir gazeteci ve çoğunlukla Beyaz Saray, Yüce Divan ve kongre üçgeni arasında muhabirlik yapıyor.Daha önceki kitapları arasında çoksatar kategorisine giren The Invisibles: The Untold Story of African American Slaves in the White House (Görünmeyenler: Beyaz Saray’daki Afrikalı Amerikalıların Anlatılmamış Hikayesi) ve Black Men Built the Capitol: Discovering African-American History In and Around Washington, D.C. (Başkenti Siyahiler İnşa Etti: Washington D.C.’nin İçinde ve Çevresinde Yaşayan Afrika kökenli Amerikalıların Tarihini Keşfetmek).Sırf bu kitaplar bile Holland’ın Kara Panter’in öyküsünü anlatmak için doğru bir isim olduğunu düşündürtüyor. Elbette edebi değerinin çağdaş Amerikan yazarlarının kaleme aldığı romanlarla eşdeğer olduğunu iddia edecek değilim ama sayfaları hızla çevirten bir kitap olduğu kesin. Akıcı, aksiyon yönü iyi kotarılmış, gerilimi dozunda ve karakter gelişimi de böyle bir hikâye için yeterince doyurucu.YENİ STAR WARS KİTABI YOLDABu arada Holland’ın 2016’da genç yetişkin kategorisine sokulan Star Wars: The Force Awakens - Finn’s Story (Star Wars: Güç Uyanıyor - Finn’in Hikâyesi) adlı bir kitap daha yazdığını da belirtelim; belki dilimize çevrilir de okuruz. Malum, son filmde Finn’in karakter gelişimi bir hayli zayıf kalmış, Star Wars tutkunları John Boyega’nın canlandırdığı bu siyahi karakteri hikayede nereye oturacaklarını pek bilememişlerdi.Yine İthaki Yayınları’ndan çıkan Düşmanca Devralma adlı kitap da Marvel romanları arasındaki yerini almış durumda. Orijinal adı Hostile Takeover olan ve David Liss’in kaleme aldığı roman aslında çizgi romandan değil, Spider-Man’in video oyunundan hareketle yazılmış ve oyunda yaşanan olayların öncesini anlatacak şekilde kurgulanmış.Öte yandan Marvel’in romanları külliyatı her geçen gün genişliyor. Henüz dilimize çevrilmeyen çok sayıdaki roman içine Hulk: Planet Hulk (Greg Pak), Thanos: Death Sentence (Stuart Moore), Iron Man: The Gauntlet (Eoin Colfer), Doctor Strange: The Fate of Dreams (Devin Grayson), Black Widow: Red Vengeance gibi bir kısmı genç yetişkin kategorisinde göze çarpan kitaplar olduğunu da notlarımıza ekleyelim. Emrah Kolukısa

Bağımlıolabilirsiniz! Hemen testiçözün

Bağımlı olabilirsiniz! Hemen testi çözün figure > Dünyada aktif sosyal medya kullanıcı sayısı 4.1 milyar kişi, günde ortalama 6 saat 55 dakika internet kullanıyoruz. Peki sosyal medya bağımlısı mıyız? Dr. Bora Küçükyazıcı, Cumhuriyet Cumartesi için yazdı.Dijital alanda sosyalleşmeyi çok sevdik. Sosyal platformlarda oyun oynayarak ve film-dizi izleyerek vakit geçiriyoruz, merak ettiğimiz kişilerin hesaplarını stalk yapıyoruz, beğendiklerimizi swipe yaparak tanışıp, like atarak beğeni sunup DM’den yürüyerek iletişim kuruyoruz. Tüm bu yeni yaşam alışkanlıklarının beklenen olumsuz etkisi ise dijital bağımlılık. Dünyada aktif sosyal medya kullanıcı sayısı 4.1 milyar kişi, günde ortalama 6 saat 55 dakika internet kullanıyoruz, sosyal medyada geçirilen günlük ortalama süresimiz Türkiye’de 3 saat 50 dakika.10 SORUDA KENDİNİ TEST ETAşağıdaki 10 sorudan 5 ve daha fazlasına evet yanıtı veriyorsan, internet kullanımının bağımlılık düzeyinde olma riski yüksek. 5 ve daha fazla soruya evet yanıtı verenlerin, zaman ve yaşam planı düzenlemesi için uzman desteği almaları öneriliyor.1. İnternette çevrimiçi olmadığınız zamanlarda da, en son çevrimiçi olduğunuz anı veya bir sonraki çevirimiçi olacağınız anı düşünüyor musunuz?2. Günlük internet bağlanma süresiniz, daha fazla çevrimiçi olma isteğinizle son 3 ay içinde artış gösterdi mi?3. Sosyal medya kullanma sürenizi kontrol altına almak için başarısız denemeleriniz oldu mu?4. Aileniz ve sevdiklerinizle birlikte zaman paylaşmak yerine, çevirimiçi olup ekranda olmayı tercih ediyor musunuz?5. İnternet bağlantı sürenizin azaldığı günlerde kendinizi huzursuz hissediyor musunuz?6. Gün içinde planladığınızdan daha fazla mı çevirimiçi oluyorsunuz?7. Bilgisayar ve akıllı telefon uzun süre kullanım nedeniyle sevdiğiniz kişilerle aranızda anlaşmazlık çıkıyor mu?8. İnternet kullanım süreniz hakkında ailenize, arkadaşlarınıza, sevdiklerinize süreyi daha az göstermek adına yalan söylüyor musunuz?9. İnternet ve sosyal medya kullanım amacınız yaşam sorunlarından uzaklaşmak ve düşüncelerinizin dağılması için mi?10. Ekranda geçirdiğiniz süre nedeniyle, sosyal yaşamda arkadaşlarınızla, sevdiklerinizle planlarınızı erteliyor musunuz?Dopamin banyosuBeynimizdeki nücleus akumbens çekirdekileri, öğrenme, motivasyon ve haz ilişkisini kuran ilkel beyin bölgeleridir. Akumbens çekirdekleri, aktive olduklarında salgıladıkları dopamin ile kişinin haz duygusu ve başarma güdüsünü harekete geçirir. Elsevier Neuropsychologia’da 2013 yayınlanan araştırmaya göre, kişilerin akumbens çekirdeklerinin hangi durumda aktif olduğu ve dopamin salgıladığı fMRI görüntüleme ile araştırılmıştır. Sosyal medyada ve ekranda geçirilen süre sırasında beyindeki haz ve ödül merkezi olan akumbens çekirdeklerinin aktif durumda olduğu görüntülenmiştir. Yani ilkel beyin bölgemiz, biz sosyal medyada gezinip dururken dopamin banyosu yapmaktadır. Uyuşturucu madde olan Kokain kullanmak, bu ilkel beyin bölgesindeki akumbens çekirdeklerin sınırsızca dopamin salgıladığı bir diğer durumdur.Evet, kokain kullanan kişinin beyninde de aynen sosyal medyada gezinen kişinin beynindeki etkinin aynısı gerçekleşmektedir: akumbens çekirdeklerinden dopamin salgılanması.Yanınızda, karşınızda, odasında masum masum ekran karşısında oturan, elindeki akıllı telefona dalıp gitmiş olan kişinin beyninde neler olduğunu artık biliyorsunuz.  cumhuriyet.com.tr

Burak Elmas'tan yönetime, "Üyelerin sağlığınıdüşünün" mesajı

Burak Elmas'tan yönetime, "Üyelerin sağlığını düşünün" mesajı figure > Galatasaray Başkan adayı Burak Elmas, kasım ayı divan kurulu toplantısında konuştu. Galatasaray Başkan adayı Burak Elmas, kasım ayı divan kurulu toplantısında konuştu.Yasal izinler alınmış ve hiçbir Galatasaraylıyı sağlık açısından en ufak bir tehlikeye maruz bırakmadan icrası mümkün olabilecek ilk seçimde, tarihi ne olursa olsun başkanlığa adayı olduğunu belirten Burak Elmas, "Yol arkadaşlarım ve ben karşılaşacağımız zorlukların ve sorumluluklarımızın bilincindeyiz. Ancak görünün o ki an itibarıyla seçim yapmanın ön şartı olan yasal izin, seçim deklerasyonu üzerinden 10 gün geçmesine rağmen hala divana ulaşmamıştır. Normal şartlarda 2-3 günde çıkan bir izin ağırlaşan pandemi koşullarında elbette kolay çıkmayacak. Devletin ciddi boyutta ağırlaşan koşullar sebebiyle ek tedbirler aldığı, hafta sonu kısmi sokacağa çıkma yasağı getirdiği bir ortamda seçim konuşmaktan ciddi rahatsızlık ve endişe duymaktayım" diye konuştu.ÜYELER OY KULLANAMAYACAK800 civarında 65 yaş üstü, 200 civarı da 20 yaş altı kulüp üyesi olduğunu vurgulayan Elmas, "26 Aralık’ta bir seçim olması durumunda bu üyelerimizin tüzüğümüzün kendilerine tanımış olduğu haklarını kullanmak için sadece 3 saatleri var. Kaldı ki daima akıl ve bilim yolunda ilerleyen bizler pandeminin yayılma hızının ilk döneme göre arttığını akademik yayınlardan takip ediyoruz. Can kayıpları artıyor, koşullan iyice ağırlaşıyor. Üç gün önce maalesef 91 yaşındaki anneanemi bu virüs sebebiyle kaybettik. Kendisini koruma altına almamıza rağmen virüs bir şekilde ulaştı ve kurtaramadık. 102 yaşına giren, Allah sağlık ve selamet versin hiçbir seçimi kaçırmayan kulübümüzün duayeni Ali Fuat Diriker ağabeyimi ve arkadaşlarını böyle büyük bir riske karşı karşıya bırakacak olmak benim vicdanıma sığmıyor. Basit bir hesapla oy kullanma şartlarını elde etmiş üyelerimizin yüzde 25'inin iradesi bu seçime yansımayacak. Aslında konu tamamen halk sağlığı boyutunda. Hiçbir ikbal ve hırs, insan canından değerli değildir, olmamalıdır" dedi. DHA

Oniria’da imkânsız diye birşey yoktur!

Oniria’da imkânsız diye bir şey yoktur! figure > Fransız yazar B. F. Parry, “Oniria”nın ele avuca gelmez dünyasında, insan’ın gerçeklerine ve bildiğimiz dünyanın sorunlarına bir pencere aralıyor. /Archive/2020/11/21/171454051-ic1.jpgÖyle bir dünya ki, ancak rüyanda görürsün... O halde, Kum Adam’a güven ve gözlerini kapat! Ne de olsa uykuya dalmak, Oniria’nın her şeyi mümkün kılan dünyasında yol almak demek. Öyle ki, tek sınır, hayal gücün! Dört mevsimin en lezzetli meyvelerini aynı anda veren ve elini uzatır uzatmaz dallarını eğip seni gövdesine davet eden şahane ağaçlar ya da gürül gürül akan, uçsuz bucaksız çikolata nehirleri...Elflerle masal prenseslerinin, bir bakışıyla aklını başından alması muhtemel en korkunç “canavar”larla bir arada yaşadığı bir dünya; iyi niyeti içebildiğin, tabureleri ağaçlardan toplayabildiğin, ejderhalarla savaşabildiğin, zamanı ileri ya da geri sarabildiğin, hayallerince var olabildiğin bambaşka bir evren! İmkânsız mı? “Oniria’da imkânsız diye bir şey yoktur.”SINIRSIZ KREM ŞANTİ VE NÜKLEER!İnsanların düşlerinin ve kâbuslarının ülkesi Oniria; uykuya dalanların hayal gücünden doğmuş varlıkların, nesnelerin ve yerlerin, onları yaratanlar uyandıktan sonra da var olmaya devam ettiği bir dünya. Dolayısıyla sınırsız krem şanti, yakışıklı prensler-güzel prensesler ya da cıvıl cıvıl çocuk kahkahaları kadar çöp dağları, nükleer atıklar ya da yüzüne bakarken bile iki kere düşünülmesi gereken ürpertici birtakım yaratıklar da var bu sınavda. Ve evet, “korku olmadan cesaret olmaz” cümlesine vurgu yaparcasına, hepsi bir arada...Bir gece önce kâbusunuz olan dev bir diş fırçası, geçen cumartesi gecesi, pembe ayakkabıları ve gevezelikleriyle lisedeki edebiyat öğretmeninizin rüyasını şenlendiren o şirin ahtapotla, Oniria pazarında ayaküstü sohbet ediyor...Yeryüzü sakinlerinin göz kapaklarını tatlı tatlı ağırlaştıran Kum Adam’ın sayesinde, “Büyücü” diye tanımlanan rüya sahiplerinin hayallerince orasında burasında dolanıp durduğu, her birimizin biricik düşlerinin ve kâbuslarının sıra dışı toplumu Oniria; bilinçaltımızın çıfıt çarşısı!/Archive/2020/11/21/171508347-kapakic2.jpgKÂBUSLAR AYAKLANMAK ÜZERE…Bütün mümkünlerine rağmen, zayıf ya da güçlü taraflarınla yine de kendine yakalandığın, bildiğin dünyaya benzeyen hatlarıyla bile hayrete, neşeye ya da korkuya sürüklendiğin curcuna dolu bir “düşler krallığı”.Ve düşlerle kâbusların barış içinde, bir arada yaşadığı bu krallık, şimdi büyük bir tehdit altında: Ortalığı karıştırdıkları gerekçesiyle, Kraliçe Dithilde’nin takdiriyle bir süredir Oniria’da yaşamalarına izin verilmeyen ve karanlık kent Ephialtis’te tecrit edilen kâbuslar ayaklanmak üzere...Oniria’nın kadim yasaları ve efsaneleri yeni bir “gönderilmiş”e ve “seçilmiş”e işaret ederken, uykusunda ölen annesinin özlemiyle yaşayan, bu yetmezmiş gibi babasını da kâbuslarla kuşatılmış derin bir uykunun pençesine kaptıran 12 yaşındaki Eliott, Oniria’ya hiç de yabancı olmayan babaannesinin gizemli kum saatiyle tanışıyor ve macera başlıyor.DEVAM ROMANLARI YAKINDADüşler Krallığı’nın büyülü dünyasında hem en büyük korkularıyla sınanan hem de cesaretinin ve hayal gücünün sınırlarında dolaşan Eliott, yeni dostlarıyla birlikte babasının sağlığı ve Oniria barışı için mücadele ediyor.Kaleme aldığı “Oniria” dörtlemesi Fransa’da çok satanlar arasına giren B. F. Parry, bu ele avuca gelmez evren tasarımıyla, türün başka bazı yapıtlarında da rastlandığı üzere, “insan”ın gerçeklerine ve bildiğimiz dünyanın sorunlarına bir pencere açıyor: Terör, devrim, özgürlük, eşitlik, aile ilişkileri ve ilk aşklar...“Düşler Krallığı” ve “Oza-Gora’nın Düşüşü” adlı ilk iki macerası Yapı Kredi Yayınları’nca Türkçeye taşınan dörtlemenin devam romanları da yakında genç okurlarla buluşacak.Oniria - Düşler Krallığı / B. F. PARRY / Çeviren: Esra Özdoğan / Yapı Kredi Yayınları / 308 s.Oniria - Oza-Gora’nın Düşüşü / B. F. PARRY / Çeviren: Esra Özdoğan / Yapı Kredi Yayınları / 308 s. Devrim Çakır

Orta Asya tarihine Batı’dan fantastik bakış!

Orta Asya tarihine Batı’dan fantastik bakış! figure > Sarah J. Maas’in 35’den fazla dile çevrilen Cam Şato Serisi’nin altıncı kitabı Şafak Kulesi’yle kaldığı yerden devam ediyor. Yazarın Cengiz Han dönemi ve Moğol kültüründen esinlendiği Şafak Kulesi, Yüzbaşı Westfall’ın gözünden anlatılıyor. Serinin son kitabı Kingdom Of Ash, 2020’nin ilk çeyreğinde okurla buluşacak. /Archive/2020/11/21/171122849-ic1.jpg5 Mart 1986 ABD doğumlu Sarah J. Maas, Cam Şato Serisi’nin ilk kitabı Cam Şato’yu yazdığında henüz 16 yaşındaydı. 2008’de, yaratıcı yazarlık üzerine lisans eğitimi aldığı Hamilton Koleji’nden mezun oldu. Kitap yazmaya Cam Şato serisiyle başlayan Maas, Cam Şato ile Dikenler ve Güller Sarayı serileriyle okuyucularını, yarattığı canlı ve büyü dolu bir evrenin içine çekmeyi başardı. Perilerden, şekil değiştirenlere, cadılardan, canavarlara birçok fantastik karaktere sıra dışı bir şekilde hayat veren ve kitapları tüm dünyada çok satanlar listesine giren genç yazar, Cam Şato Serisi'nin altıncı kitabı Şafak Kulesi’ni Yüzbaşı Westfall’ın gözünden kaleme alıyor.Sarah J. Maas yarattığı fantastik evrenlerle, size iyi ve kötü, doğru ve yanlış, aile ve fedakârlık kavramlarını sorgulatır. Karakterler her kitapta farklı bir sınavdan geçerek hayatta hiçbir şeyin siyah ve beyaz olamayacağının farkına varır. Ya çoğunluğun iyiliği için yeminlerinizi bozmak zorunda kalırsanız, ya halkınızı kurtarmak için sevdiklerinizden vazgeçmeniz gerekiyorsa?/Archive/2020/11/21/171231177-ic3.jpgSINIRLARI ZORLAYAN BİR YAZARYazar karakterlerin sınırlarını zorlayarak okuyucuyu kendi bilinçaltıyla yüzleştirir. Yazarın ilk kitabı olan Cam Şato’da Adarlan Suikastçisi Celaena Sardothien’ın, Endovier Madenleri'nde geçen bir yıllık esaretinin ardından Adarlan Sarayı’nda hayatta kalma mücadelesini okuruz. Devam kitaplarında ise Cealena karakterinin gelişimini ve ufak bir kıvılcımın tüm dünyanın kaderini değiştirecek bir savaşa dönüşmesine şahit oluruz. Celaena, halkının geleceği için en derin korkularıyla yüzleşmek zorundadır.Serinin son basılan kitabı Şafak Kulesi’nde ise yazar okurları şaşırtarak başkarakter Celaena Sardothien’ı çerçeveden çıkartıp taşları yerinden oynatıyor. Şafak Kulesi’nde serinin sevilen karakteri Yüzbaşı Westfall’u farklı bir kıtada ve farklı bir kültüre adapte olmaya ve bir yandan da savaşın seyrine yön vermeye çalışırken okuyoruz.Şafak Kulesi’nde hikâyeye giren Güney Kıtası ve halkı, Maas’ın Moğollar üzerine yaptığı detaylı araştırmalar sonucu ortaya çıkmış. Yazarın Orta Asya kültürüne olan hayranlığı serinin içine yerleştirdiği karakterler ve kültürel ögelerle bu kitapta kendini belli ediyor./Archive/2020/11/21/171151693-kapakic2.jpgDESTANDA GERİ SAYIMCam Şato dünyasının merkezindeki Erilea’da devam eden savaş Şafak Kulesi’nde Güney Kıtası’na taşınıyor. Artık savaş kapıda. Kahramanlar ellerinden gelen her şeyi ve daha fazlasını yapmak zorundalar. Yüzbaşı Chaol Westfall, Cam Şato serisinde Celaena Sardothien ve ekibinin başlattığı savaşı kazanabilmek için Güney Kıtası’nın desteğini almak zorunda. Ama Ulu Kağan’ın sarayında ölüm ve tehlike kol gezerken bunu başarmak o kadar kolay olacak mı?Sarah J. Maas hayranlarının sabırsızlıkla beklediği serinin yedinci kitabı olan Kingdom Of Ash’in ne zaman çıkacağıysa büyük bir merak konusu. DEX Kitap'tan aldığımız bilgiyle, serinin son kitabının 2020 yılının ilk çeyreğinde okuyucuyla buluşacağının müjdesini veriyoruz. Kingdom of Ash ile beraber Sarah J. Maas’in efsanevi serisi Cam Şato muhteşem bir finalle okuyucularına veda edecek.Cam Şato / Sarah J. Maas / Çeviren: Deniz Başkaya / DEX Kitap / 500 s.Şafak Kulesi / Sarah J. Maas / Çeviren: Deniz Başkaya / DEX Kitap / 500 s. Derya Sevim

Çocuklarla yetişkinleri bir kılan bir edebiyat

Çocuklarla yetişkinleri bir kılan bir edebiyat figure > Şimdi düşünüyorum da ömrüm boyunca yalnızca Cervantes, Melville, Flaubert, Kafka okurken değil, nice yıldır Stevenson, Hašek, Wells, Orwell, Rulfo, Borges çevirirken de edebiyata, romanların, öykülerin o düşler ve düşlemler evrenine sığınmışım anlaşılan. Hem içinde yaşadığımız gerçekliğe katlanabilmem hem onun üstesinden gelebilmem hem de onu daha iyi kavrayabilmem için Dr. Jekyll / Bay Hyde, Şvayk, Doktor Moreau, Winston Smith “yoldaşlarım” olmuşlar. /Archive/2020/11/21/170830539-kapak.jpgMario Vargas Llosa, “İnsan mutsuz olmamak ve bütünlenmek için edebiyata sığınır,” diyordu. “La Mancha kırlarında kemik torbası Rosinante ve Şaşkın Şövalye’yle at sürmek, Kaptan Ahab’la bir balinanın sırtında denizlere açılmak, Emma Bovary ile arsenik içmek, Gregor Samsa’yla böceğe dönüşmek…”Şimdi düşünüyorum da ömrüm boyunca yalnızca Cervantes, Melville, Flaubert, Kafka okurken değil, nice yıldır Stevenson, Hašek, Wells, Orwell, Rulfo, Borges çevirirken de edebiyata, romanların, öykülerin o düşler ve düşlemler evrenine sığınmışım anlaşılan. Hem içinde yaşadığımız gerçekliğe katlanabilmem hem onun üstesinden gelebilmem hem de onu daha iyi kavrayabilmem için Dr. Jekyll / Bay Hyde, Şvayk, Doktor Moreau, Winston Smith “yoldaşlarım” olmuşlar.DÜŞLEMSEL EDEBİYATBugün fantastik edebiyat denildiğinde akla ilk ağızda J. K. Rowling’in Harry Potter kitaplarının, J. R. R. Tolkien’in Hobbit’inin, Yüzüklerin Efendisi’nin kurgusal evrenleri geliyor. Ben “fantastik” yerine “düşlemsel” demeyi yeğliyorum. “Düşlemsel edebiyat” dediğim zaman da, neden diye soruyorum kendi kendime, Homeros’un İlyada ve “Odysseia’sından Binbir Gece Masalları’na, Gogol’ün Burun’u ve Bulgakov’un Usta ile Margarita’sından Poe’nun birçok kısa öyküsüne, Lewis Carroll’ın Alice Harikalar Diyarında’sından Stevenson’ın Dr. Jekyll ile Bay Hyde’ı ve Define Adası’na, H. G. Wells’in Zaman Makinesi ve Doktor Moreau’nun Adası’na, Orwell’in Hayvan Çiftliği’ne, dahası García Márquez’in Yüz Yıllık Yalnızlık’ına, pek çok yapıtı düşlemsel edebiyat içinde düşünmeyelim?Özellikle 1960’lardan bu yana, dar tanımı içersinde gelişen, sinema ve televizyon filmlerine, çizgi romanlara, video oyunlarına da uyarlanan fantastik edebiyat, daha geniş anlamıyla düşünüldüğünde, zaman zaman, farklı gibi görünen türlerle de çakışmıyor mu? Bence, burada anahtar sözcük “düş/lem”./Archive/2020/11/21/170848851-ic2.jpgGECE VE GÜNDÜZ DÜŞLERİ…Dr. Jekyll ile Bay Hyde, Stevenson’ın gece düşlerinin, belki de karabasanlarının ürünü ise, Define Adası da gündüz düşlerinin yaratısıdır desek yanlış mı olur?1881’de yayımlanan Define Adası, Stevenson ile üvey oğlu Lloyd Osbourne arasında düşlerden beslenen bir oyun olarak doğmuştu. Çocuklar için heyecanlı bir serüven öyküsü olmanın ötesinde, insan davranışlarının ardında yatan çelişkili yönlere vurgu yapan iğneleyici anlatımıyla giderek yetişkinleri de büyük ölçüde etkileyen bu büyüleyici masal, omzunda bir papağanla dolaşan tahta bacaklı Long John Silver karakteriyle zihinlerimize yerleşen “korsan imgesi”ni oluşturmuştu.Stevenson’ın, “Define Adası”nın yayımlanışından beş yıl kadar sonra, bir sabah bir karabasandan uyanıp “Jekyll ile Hyde”ın yarısına yakınını karısı Fanny ile üvey oğlu Lloyd’a anlattığı, üç dört gün içinde de kaleme aldığı söylenir. Bu gotik novella ya da alegorik korku romanı, besbelli, kendinden sonraki düşlemsel edebiyatı az etkilememiştir.HESAPLAŞMA VE AHLAKSAL SORUMLULUKH. G. Wells’in 19. yüzyıl sonlarına doğru yayımlanan Zaman Makinesi’nde, Zaman Gezgini, kendi buluşu olan o aygıta biner, Zaman’da bir yolculuğa çıkar ve Sekiz Yüz İki Bin Yedi Yüz Bir yılına gider. Evet, bu roman, içinde yaşadığımız uygarlığın Zaman’la bir hesaplaşması olduğu kadar uygarlığın eriştiği aşamanın bir eleştirisidir de. Zaman Makinesi’ni okurken, sanki bir anlamda dünyanın sonuna tanıklık ederiz, insanlığı bekleyebilecek bir yazgıyla yüz yüze geliriz, Wells’in Sekiz Yüz İki Bin Yedi Yüz Bir yılını düşleyebilen düşlemgücü aracılığıyla.Wells’in Doktor Moreau’nun Adası adlı romanında ise, öykü, deniz kazasına uğradıktan sonra oradan geçmekte olan bir tekne tarafından kurtarılarak Doktor Moreau’nun yaşadığı adaya getirilen Edward Prendick’in ağzından anlatılır. Doktor Moreau, hayvanlara viviseksiyon uygulayarak insansı melez yaratıklar yaratma çabasındadır. Bu romanda, aslında, dönemin İngiltere’sinin toplumsal yaşamında da gündemde olan fiziksel acı ve acımasızlık, ahlaksal sorumluluk, insanın doğaya müdahalesi gibi pek çok felsefi izlek çıkar karşımıza. Bana kalırsa, Doktor Moreau’nun Adası’nı da daha çok bir bilimkurgu romanı ve gerilim öyküsü olarak nitelendirsek de düşlemsel ya da fantastik edebiyatın kapsamına almamızda bir sakınca yoktur./Archive/2020/11/21/170917648-ic3.jpgORWELL’İN PERİ MASALI!George Orwell’in Hayvan Çiftliği adlı yapıtının bir altbaşlığı vardır: Bir Peri Masalı. Orwell bu altbaşlığa hiç kuşkusuz boş yere yer vermemiştir. Bir çiftlikte yaşayan hayvanların, kendilerini ezen ve sömüren insanların yönetimini devirip eşitlikçi bir toplum oluşturdukları, ama zamanla kurnaz ve iktidar düşkünü domuzların devrimi yolundan saptırarak, insanların yönetiminden nerdeyse daha baskıcı ve acımasız bir diktatörlük kurdukları bu romanda bir baskı biçiminin yerini başka bir baskı biçimi alır.Orwell, eleştiri oklarını diktatörlüğe, totalitarizme gönderirken, İngiliz edebiyatının Swift’e kadar uzanan yergi geleneğine sığınmakla kalmaz, masal anlatmanın Binbir Gece’den Grimm Kardeşler’e erişen sonsuz geleneğine de yaslanır. “Hayvan Çiftliği”, hayvanlar âlemi kadar insanlar âlemini de içine alan bir peri masalıdır, ama korkunç sonla biten bir peri masalı.Masalların bir işlevi de içinde doğdukları topluluğun düş ve korkularını yansıtmak değil midir? Kimin sözüydü: “Ne zaman bir çocuk, ‘Peri masallarına inanmıyorum,’ dese, bir yerlerde bir peri ölür.” Perileri yaşatmak da fantastik edebiyatın bir işlevi olsa gerek…MARQUEZ’İN YALNIZLIĞI!Gabriel García Márquez, yayımlandığı 1967’den bu yana edebiyat tutkunlarının elinden düşmeyen, okuyanların belleğinden silinmeyen Yüz Yıllık Yalnızlık’ta, düşsel Macondo köyünün ve köyü kuran Buendía ailesinin geçmişini, başından geçenleri, yaşadıklarını anlatırken, dedesinden, ninesinden dinlediği öykülerden, masallardan da yararlanarak bir düş evreni yaratmıştır. Artıp eksilmeden sürüp giden bu düş evreni, yarım yüzyıldan fazla bir zamandır düşlemlerimizin ayrılmaz bir parçası olup çıkmıştır.Hayallerden kurulu bir dünya, belki de gerçek dünyadaki insanların doğaüstü, büyülü yaratıklara dönüştüğü düşsel bir evren, bir düşler âlemi. Fantastik edebiyat deyince, gözümün önüne böyle resim geliyor. Ama Binbir Gece’yi, Define Adası’nı, Küçük Prens’i, Alice Harikalar Diyarında’yı, Hayvan Çiftliği’ni düşündüğümde, “Galiba düşlemsel edebiyatın en heyecan verici yanı, çocuklarla yetişkinleri tek bir okurda bir kılması,” diyorum kendi kendime. Ve aklımdan Montaigne’in bir sözü geçiyor: “Çocukların oynadıkları oyunlara oyun demek zordur. Çocuklar hiçbir zaman oyun oynarkenki kadar ciddi değildirler…” Celâl Üster

Suudi Arabistan'daki G-20 Liderler Zirvesi başladı

Suudi Arabistan'daki G-20 Liderler Zirvesi başladı figure > G-20 Liderler Zirvesi Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz'in açılış konuşmasıyla başladı. Ana gündem maddesini oluşturan Covid-19 salgınının yanı sıra küresel ekonomi ve piyasaların iyileştirilmesi ile uluslararası ticaretin güçlendirilmesi konularının ele alınması planlanıyor. Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz'in dönem başkanlığını yaptığı G-20 Liderler Zirvesi başkent Riyad'da başladı. Çevrim içi düzenlenen G20 Liderler Zirvesi'nin açılışında konuşan Kral Selman, 2020'nin koronavirüs salgını nedeniyle istisnai bir yıl olduğunu ve ülke ekonomilerinin hala bunun sıkıntısını çektiğini söyledi.DÜNYA EKONOMİSİ DESTEKLENDİUluslararası iş birliği kanalıyla bu krizi aşmaya çalıştıklarını belirten Kral Selman, ileride yaşanacak salgınlara daha iyi hazırlanmak ve dünya ekonomisini desteklemek gerektiğini ifade etti. Suudi Arabistan Kralı, "Gençlerin toplumda ve iş piyasasında daha fazla yer alabilmesi için iş imkanları oluşturmak gerektiğine" değindi.Suudi Arabistan'ın başkanlığında çevrim içi yapılan G-20 Zirvesi'ne Türkiye'nin yanı sıra Almanya, ABD, Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çin, Endonezya, Fransa, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Avrupa Birliği (AB) Komisyonu katılıyor. Zirve öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kralı Selman ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.ZİRVE 2 GÜN SÜRECEKAna gündem maddesini oluşturan Covid-19 salgınının yanı sıra küresel ekonomi ve piyasaların iyileştirilmesi ile uluslararası ticaretin güçlendirilmesi konularının ele alınması planlanıyor.Zirvede ayrıca sürdürülebilir ve dengeli kalkınmayı sağlamak için etkili politikaların geliştirilmesi ile dünya halkları arasında yaşam standardını iyileştirmek ve refahı yükseltmek için gerçek istihdam sağlanması hedefleniyor. AA




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter