Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Monday, 05.27.2024, 07:01 AM (GMT)

News - Haberler

Genel SağlıkİşBaşkanıBacaksız: Virüsüunuttular, ay sonunu düşünüyorlar

Genel Sağlık İş Başkanı Bacaksız: Virüsü unuttular, ay sonunu düşünüyorlar figure > Genel Sağlık-İş Genel Başkanı Zekiye Bacaksız, sağlık personelinin maaş sorununa değinerek “Artık herkes virüsü unutmuş durumda. Sağlık personeli ‘Nasıl geçinebilirim’ diye düşünüyor. Bugün ‘Döner sermaye performans ücreti ödenmiyor’ diye konuşulurken, aslında bir maaş düzenlemesi konuşulmalıdır. Yoksa kalıcı bir çözüm bulamayız” dedi. Sağlık personeli maaşlarındaki sıkıntıyı anlatmaya hemşirelerden başlayan Bacaksız, “Hemşirelerimiz bazı yerlerde temizlik personelinden düşük maaş alıyor. İşe yeni başlayan 4-b’li bir hemşire 2 bin 800 lira alıyor” dedi. “Artık neredeyse hepimizin ücreti asgari ücret oldu” diyen Bacaksız, ev kiraları ve faturalar düşünüldüğünde asgari ücretin de yetersiz olduğunu vurguladı. Bu sorunun çözümünün performans odaklı ek ödeme olmadığını vurgulayan Bacaksız, “Bugün ‘Döner sermaye performans ücreti ödenmiyor’ diye konuşulurken, aslında bir maaş düzenlemesi konuşulmalıdır. Yoksa kalıcı bir çözüm bulamayız” diye konuştu.‘BAŞKA SORUNLARI KONUŞAMIYORUZ’Türkiye’de sağlıkçıların geçim ve ücret sorunları nedeniyle başka sorunların gündeme gelmediğini belirten Bacaksız, şöyle devam etti: “Türkiye’de virüsten yaşamını yitiren sağlık çalışanlarının Almanya’nın 10 kat fazla olmasının bir nedeni, dinlenme hakkının, izin hakkının gasp edilmesidir. Ama bunları konuşamıyoruz. Ya da önümüzdeki ay soğuklar gelecek. O zaman virüs nasıl olacak? Bunları da konuşmalıyız. Ayrıca aşılama süreci de planlanmamış durumda. Gelen aşı personele bile yetmeyecek gibi duruyor. Faz 3 çalışması da bitmemiş bir aşı var. Ama bunlar hiç konuşulmuyor. Sağlık personeli ‘Bir ay sonra ne kadar alacağım’ diye düşünmek zorunda kalıyor.”DARBE YASASINI SAVUNUYORLARİktidarın darbe konusundaki açıklamalarına dikkat çeken Genel Sağlık-İş Genel Başkanı Zekiye Bacaksız, “Her fırsatta darbe konusu gündeme getiriyorlar. 80 darbesinden sonra sağlık personelinin maaşını 4’te 1’e düşüren bir düzenleme yapıldı. Hâlâ darbecilerin yaptığı maaş düzenlemesine sahip çıkıyorlar” dedi. Sarp Sağkal

Antalya E Tipi Kapalıve Açık Cezaİnfaz Kurumu’nda bir haftadaüçintihar girişimi

Antalya E Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu’nda bir haftada üç intihar girişimi figure > Antalya E Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu’nda son bir hafta içerisinde 3 hükümlünün intihar girişiminde bulunduğu ortaya çıktı. Cezaevi idaresi tarafından tutulan tutanaklarda, hükümlülerin sorunları ile ilgilenilmediği ve bu nedenle cezaevi yönetimini protesto etmek amacıyla intihar girişiminde bulundukları bilgisine yer verildi. Antalya E Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu’nda yaşanan intihar girişimleri dikkatleri cezaevi yönetiminin üzerine çekti. 28 Aralık günü intihar teşebbüsünde bulunan Akıncan S’nin biriktirdiği ilaçları içerek yaşamına son vermeye çalıştığı öğrenildi. İnfaz koruma memurları tarafından tutulan tutanakta, “İvedi bir şekilde infaz koruma baş memuruna haber verilerek gerekli güvenlik önlemleri de alınarak koğuşa gidilmiş hükümlü Akıncan S. bilinci açık bir şekilde koğuştan çıkarılmış, yerde de boş ilaç kapları görülmüştür. İvedi bir şekilde 112 acil servise haber verilmiş, Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevki sağlanmıştır” denildi. Yine aynı gün Hasan K. isimli başka bir hükümlünün de bulunduğu koğuşta kendini iple asmaya çalışırken kurtarıldığı belirtildi. Tutulan tutanakta ise özetle, “Hükümlü Hasan K., kendini ip ile asmaya çalışarak intihar girişiminde bulunmuş ve baygın bir şekilde yerde yatarken görülmüştür. Gerekli tedbirler alınarak odadan çıkartılarak ilk müdahalesi 112 acil servisi tarafından yapılarak hastaneye sevk edilmiştir” ifadelerine yer verildi. Cezaevinde yaşanan son olay ise hükümlü Erden A’nın biriktirdiği ilaçlarla intihara kalkışması oldu. Erden A. hakkında tutulan tutanakta ise “Hükümlü Erden A’ya neden böyle bir şey yaptığı sorulduğunda, ‘Sorunlarım var. Kimse ilgilenmiyor. Ailem yok. Kurum idaresi de ilgilenmiyor. Ben de ilaç içerek ölmeye teşebbüs ettim’ demiştir. 112 Acil Servis tarafından yapılan tedavinin ardından Erden A., hastaneye sevk edilmiştir” denildi.PAVYON EĞLENCESİ KARŞILIĞINDA TAVİZBirçok hükümlünün Antalya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürü Hamza Şenkaya ve idarenin tutumunu protesto etmek için intihar girişiminde bulunduğu öne sürülürken, kuruma dışarıdan uyuşturucu madde girdiği, revire giden mahkûmların çoğuna sakinleştirici, antidepresan ilaçları verildiği iddia edildi. Konuya ilişkin yapılan suç duyurusu ve ihbarların ise takipsizlikle sonuçlandığı kaydedildi. Antalya E Tipi Cezaevi Müdürü Hamza Şenkaya’nın, Antalya L Tipi Kapalı Cezaevi eski Müdürü Tuncay Avanaş ile Antalya E Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan hükümlü Y.B’ye ait pavyonda ücretsiz eğlendikleri, bunun karşısında mahkûmlara taviz verildiği de iddia edildi. Leyla Kılıç

Birbirlerini suçlayan Katar ve Suudi Arabistan uzlaşısağladı. Türküssükapanabilir

Birbirlerini suçlayan Katar ve Suudi Arabistan uzlaşı sağladı. Türk üssü kapanabilir figure > Teröre destekle suçlanan Katar’a yönelik kuşatma ABD ve Kuveyt’in girişimiyle kalktı. Suudi Prens bin Selman, Körfez Zirvesi’ne davet ettiği Katar Emiri Temim’i kucaklayarak karşıladı. Selman, İran’ı hedef aldı. Eski Katar elçisi Rende, “Türk üssü gündeme gelebilir” dedi. Katar’a karşı Suudi Arabistan öncülüğünde yaklaşık 3 buçuk yıldır sürdürülen ablukanın kaldırılması kararının, Katar’ın bu süreçteki en büyük destekçisi olan Türkiye’ye olası etkileri tartışılıyor. Katar’a yönelik ablukanın kaldırılmasının, Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesine kapı aralayabileceği belirtiliyor. Öte yandan Körfez ülkelerinin Katar’la tam normalleşme için Doha’daki Türk üssünün kapatılması koşulunu öne sürebileceğine dikkat çekiliyor. Türkiye, 2017’de Körfez ülkelerinin Katar’a ablukayı başlatmasının ardından Doha’nın en yakın destekçisi olmuş, iki ülke arasında 2014’te imzalanan askeri işbirliği anlaşması Meclis’ten hızla geçirilerek Katar’a asker gönderilmesine yönelik tezkere kabul edilmiş ve Türk askeri Doha’daki El Rayyan Üssü’ne konuşlandırılmıştı. İhtilafta ABD ile birlikte arabuluculuk rolü üstlenen Kuveyt’in önceki gece Katar’a yönelik ablukanın kaldırılmasına yönelik uzlaşıyı açıklamasının hemen ardından Ankara’dan karara destek açıklaması geldi. Bu açıklamanın, Kuveyt’in duyurusunun hemen ardından gelmesi, görüşmelerden Ankara’nın da bilgisinin olduğunu gösteriyor. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Bu gelişme, Körfez bölgesinde Haziran 2017’den bu yana devam eden ihtilafın çözüme kavuşturulmasına yönelik önemli bir adım teşkil etmektedir. Temennimiz, bu ihtilafın, ülkelerin egemenliklerine karşılıklı saygı temelinde kapsamlı ve kalıcı çözüme kavuşturulması ve Katar halkına yönelik diğer müeyyidelerin de bir an önce kaldırılmasıdır. Körfez İşbirliği Konseyi’nin stratejik ortağı olan ve Körfez bölgesinin güvenlik ve istikrarına büyük önem atfeden ülkemiz, bu istikametteki tüm çabaları desteklemeyi sürdürecektir” denildi.‘NORMALLEŞME SAĞLAYABİLİR’Gelişmeyi Cumhuriyet’e değerlendiren Türkiye’nin eski Doha Büyükelçisi Mithat Rende, Katar’a yönelik ablukanın kaldırılmasının, Türkiye’nin Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer Körfez ülkeleriyle ilişkilerini iyileştirmesinin önünü açabileceğini belirtti. Rende, “Katar’ın Körfez ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmesi Katar-Türkiye ilişkilerine zarar vermez. Çünkü son dönemde Türkiye-Katar ilişkilerinde sağlam bir zemin oluştu. Diğer taraftan Türkiye’de son dönemde İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan’la normalleşme söylemleri var, Katar’ın böyle bir normalleşmeye katkısı olabilir. Bundan sonra Türkiye’nin diğer Körfez ülkeleriyle ilişkilerinin ilerletilmesini bekliyorum. Suudi Arabistan ve Mısır’la ilişkiler beklendiği gibi geliştirilebilirse İsrail’le Türkiye ilişkileri de normalleşebilir” dedi. Rende, Katar’a yönelik ablukanın tamamen kaldırılması için özellikle BAE’nin Katar’daki Türk üssünün kapatılmasını gündeme getirebileceğine dikkat çekerek BAE Dışişleri Bakanı Enver Gargaş’ın “Türkiye’nin, Arapların iç işlerine karışmaması daha uygun olur” açıklamasını anımsattı. “Özellikle BAE’den Katar’a bir baskı gelebilir. Katar’dan Türkiye’nin buradaki askeri varlığının sonlandırmasını isteyebilirler ama bunu ne kadar mesele yapacaklarını şu anda kestirmek zor. Türkiye’nin, Katar’a 2017’de abluka uygulandığında 24 saat içinde Meclis’te geçirdiği bir askeri işbirliği anlaşması ve bu kapsamda buraya konuşlandırılan TSK kuvvetleri bulunuyor. Bu askeri varlık, Katar’la yapılan anlaşmaya dayanıyor ancak bunun BAE’de ve Suudi Arabistan’da büyük rahatsızlık yarattığı biliniyor. Bunda ne kadar ısrarlı olup olmayacaklarını zamanla göreceğiz” ifadelerini kullandı.‘YATIRIMLARI ETKİLEMEZ’Katar’ın diğer Körfez ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesinin, Türkiye’ye yönelik yatırımlarını etkilemeyeceğini belirten Rende şu görüşlerini dile getirdi: “Katar Yatırım Fonu’nun Avrupa’da ve ABD’de de yoğun yatırımları var. Fakat Türkiye’deki ekonomik durum Katar’ın yatırım yapması için gayet uygun, kendileri açısından cazip bir pazar. Türkiye’de makroekonomik reformların yokluğunda Batılı yatırımcılar çekimser kalabilir fakat Katar, Türkiye’yle mevcut siyasi, ekonomik ve askeri ilişkileri nedeniyle Batılı yatırımcılardan farklı düşünebilir.” Katar’ın bu durumu fırsata dönüştürüp Türkiye’de ciddi alımlar da yaptığını söyleyen Rende, “Türk Lirası’ndaki değer kaybı nedeniyle de yatırımın uygun olduğunu düşünüyorlar. Türkiye ve Katar arasındaki bazı projeler de liderler düzeyinde de sonuçlandırılabiliyor. Dolayısıyla Katar, Türkiye’deki yatırımlarına devam eder, bu ablukanın kalkması durumu etkilemez” değerlendirmesini yaptı. Hüseyin Hayatsever

Sami Elvan, oğlu Berkin Elvan’ın doğum gününde duygularınıgazetemize anlattı

Sami Elvan, oğlu Berkin Elvan’ın doğum gününde duygularını gazetemize anlattı figure > Berkin Elvan yaşasaydı 22 yaşında olacaktı. Baba Sami Elvan, “Berkinim yaşasaydı genç, tuttuğunu koparan, bilinçli bir genç olacaktı. Biliyorum ki yaşasaydı Boğaziçi’nde direnen gençlerle birlikte olacaktı” dedi. Berkin Elvan, Gezi direnişinde Okmeydanı’nda polisin attığı biber gazı fişeğinin başına isabet etmesi sonucu 269 gün boyunca yoğun bakımda kaldıktan sonra hayatını kaybetti. Dün ise Berkin Elvan’ın doğum günüydü. Elvan yaşasaydı 22 yaşında olacaktı. Oğlunun öldürülmesine ilişkin adalet mücalesini sürdüren baba Sami Elvan, “Berkinim yaşasaydı genç, tuttuğunu koparan, bilinçli bir genç olacaktı. Biliyorum ki yaşasaydı Boğaziçi’nde direnen gençlerle birlikte olacaktı” dedi. Acılı baba Sami Elvan oğlunun öldürülmesinin üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen acılarının ilk günkü gibi taze olduğunu belirterek, “Zor günler yaşamaya devam ediyoruz. Her an Berkin yanımıza gelecekmiş gibi hissediyoruz. Sıkıntılı bir durum yaşadığımız. Bir yandan da adalet aramaya devam ediyoruz. Ancak adalet yok” diye konuştu. Türkiye’de adalet için, demokrasi için mücadele eden çok sayıda insanın var olduğunu vurgulayan Sami Elvan özetle şunları söyledi: “Bu insanlar hep yanımızdalar. Ama bir avuç insan hükümdarlık kurmuş durumda. Her ne olursa olsun artık tek tuşla yaşanan haksızlıkların, hukuksuzlukların ortaya çıktığı, yazıldığı bir süreci yaşıyoruz. Bizler de bu süreçte en kısa sürede adaletin yerini bulmasını istiyoruz. Biliyoruz ki adalet yerini bulsa da bizim çocuğumuz geri gelmeyecek, aramızda olamayacak. Ancak Berkin davasında verilecek karar daha önce benzer şekilde yaşanan hukuksuzluklar için emsal teşkil edecek. Dünyaya her gelen canlının yaşama hakkı vardır. Herkes eceliyle ölmeli ve herkes yaptığının karşılığını almalı.”ABLASINDAN BERKİN’E TÜRKÜElvan ailesi tarafından sosyal medyada Berkin Elvan’ın doğum günü için ablasının sesinden, Grup Yorum’a ait “nenni” türküsünün seslendirildiği bir video paylaşıldı. Paylaşımda, “5 Ocak 1999- Yaşasaydı 22 yaşında olacaktı. Berkinimiz büyümüyor, geçen zaman yaralarımızı iyileştirmiyor. Senin için, bütün çocuklar için asla vazgeçmeyeceğiz. İyi ki doğdun oğul, daima bizimlesin, daima seninleyiz. Ablasının sesinden Berkin’e...” ifadeleri kullanıldı. Seyhan Avşar

FETÖRaporu ve ayrıntılar-3: Cemaatin sahipçıktığı‘kripto yaşamlar’

FETÖ Raporu ve ayrıntılar-3: Cemaatin sahip çıktığı ‘kripto yaşamlar’ figure > 1977 yılından itibaren TSK içerisindeki FETÖ yapılanmasına ışık tutan askeri öğrencilerin beyanlarının toplandığı Jandarma raporunda, okullarla ilişiği kesilerek kamuda görevlendiren isimler de dikkat çekiyor. TSK içerisinde tutunmasını sağlayamadıkları öğrencilerin “elinden tutan” cemaat, “kripto” olarak kamuda önemli konumlara getirdiği bu isimleri besledi. Öğrencilere, “Sizi atsalar bile biz sizin tazminatınızı ödeyeceğiz, sizi kolejlerde okutup üniversiteye sokarız, yurtdışına bile göndeririz, bütün masraflarınızı öderiz” garantisi verdiği tespit edilen cemaat abilerinin, öğrencileri çocuk yaşta kazanmaya başladığı görülüyor. Raporda FETÖ tarafından gizlenen elemanlara yer verilen bölümde ise aşağıdaki ifadeler bulunuyor. Eski AKP Milletvekili Muhammed Çetin, Kuleli Askeri Lisesi’nde öğrenciyken 1982 yılında cemaat üyesi olduğu için okuldan atıldı. 1983 yılında okulda yürütülen “Nurculuk” soruşturması kapsamında okulun disiplin kuruluna ifade veren Cemil Demir isimli öğrenciye irticai faaliyetlere katılmaktan suç yöneltilirken okul komutanı, “Geçen sene Mecidiyeköy ve Üsküdar’daki evlere Ş.Ş. ve A.Y’yi götürdüğünüz, evde hava harp okulu öğrencilerinin de görüldüğü, geçen sene Nurculuk faaliyetlerine katıldığından okuldan çıkarılan Muhammed Çetin ile birlikte birçok defa Üsküdar’daki evde görüldüğünüz... evlere dikkat çekmemek için birer ikişer kişi gittiğiniz, olay ortaya çıktıktan sonra evlere götürdüğünüz öğrencilere, sorulara ‘hayır’ diye cevap vermelerini, evde gördüklerini söylememelerini ikaz ettiğiniz tespit edilmiştir” diyor. Cemil Demir isimli öğrenci okuldan atılırken okul komutanının bahsettiği Muhammet Çetin, cemaatle yol yürümeyi sürdürerek örgüte üye kazandırmaya devam ediyor. Çetin daha sonra AKP’den milletvekili seçilirken 17-25 Aralık sürecinde Fethullah Gülen’in talimatıyla partisinden istifa ettiği bilgisine yer veriliyor.‘ATATÜRK’E DECCAL DİYORLARDI’FETÖ’nün Kimse Yok mu Derneği Başkanı olarak görev yapan Recep Tanış’ın da Maltepe Askeri Lisesi öğrencisiyken okuldan ilişiği kesildiği raporda yer alıyor. Raporda Tanış, askeri lise öğrencisiyken verdiği ifadede, “Nurculuk” propagandası yaptığı, kod adı olarak “Yavuz” ismini kullandığı ve cemaat üyelerinden talimat aldığı suçlamalarına “iftira” yanıtını verse de okuldan atılıyor. Tanış’ın yürüttüğü cemaat faaliyetlerine ilişkin okulun 3 öğrencisinin de ifadesini alan okul disiplin kurulu, öğrenci Ahmet G., Ahmet Ö. ve Mustafa Y.’ye Tanış’ın inkâr ettiği faaliyetleri sorduğu görülüyor.GÜLEN’İN VAAZLARIÖğrencilerin tamamı Tanış’ın cemaatle ilişiği olduğunu ve kendilerini de cemaate çektiğini anlatırken Mustafa Y. ifadesinden “Seyfi adındaki kişi beni arabayla alırdı. İkinci buluşmamızda Seyfi’nin yanı sıra Recep Tanış da sivil olarak bulunuyordu. Bir eve gittik. Evde yemek yedik, namaz kıldık, atari oynadık. Evde Seyfi bize dini konularda bilgi veriyordu. Video seyrediyorduk. Videoda Fethullah Hoca’nın vaazlarını dinledik. Bir seferinde kurstan tanıdığım Abdullah Hoca geldi. O ders verdi. Hatta o gün Atatürk hakkında küfürlü konuştu. Bize, ‘her biriniz bu devrin Ömerlerisiniz, Alilerisiniz dinimize sahip çıkacaksınız’ demişti. Atatürk’e ‘deccal’ diyorlardı. ‘Bize güvenin konuşmayın, konuşursanız sizi atarlar. Sizi atsalar bile biz sizin tazminatınızı ödeyeceğiz, sizi kolejlerde okutup üniversiteye sokarız, yurt dışına bile göndeririz, bütün masraflarınızı öderiz’ diyerek bizi cemaat içinde tutuyordu” diyor.OKULDAN ATILDI, ‘KRİPTO’ OLARAK KONUMLANDIRILDIMilli Savunma Bakanlığı Müsteşarlığı’nda ve Başbakanlık Sektörel İzleme ve Değerlerdirme Birimi’nde çalışan Ahmet Erdinç Çavuşoğlu da irticai faaliyetler nedeniyle Kuleli Askeri Lisesi’nde öğrenciyken okuldan atıldı. Işıklar Askeri Lisesi’ne gönderilen 6 fotoğrafın içerisinde yer aldığı ve okuldaki diğer öğrencileri cemaat faaliyetlerine çekmek istediğine yer verilen raporda, Çavuşoğlu’nun kod adının “Mahmut” olduğu da belirtiliyor.‘ALÇAKÇA İFTİRA’Ahmet Erdinç Çavuşoğlu’nun öğrenciyken verdiği ifadesinde, “Atatürkçü” olduğunu vurgulayarak disiplin kurulunda bulunan komutanları etkilemeye çalıştığı görülüyor. “Benim ikinci sınıfın yaz tatilinde Işıklar Askeri Lisesi’nde bir öğrenciyle bir astsubayın evine giderek bir ayine katıldığım iddia ediliyor” diyen Çavuşoğlu, “Ben asla böyle bir olaya karışmadım. Bu olay tamamen namuslu ve şerefli, Atatürkçü çizgiden hiç ayrılmamış bir askeri öğrenciye atılan alçakça iftiradır. Ben tarih boyunca iftiraya uğramış ne ilk ne de son kişiyim. Tarihte Alfred Dreyfus bir Fransız yüzbaşısı iken vatana ihanetle itham edilmiş, müebbet hapse mahkûm edilmiş ve 14 yıl hapiste yatmıştır. Ancak 14 yıl sonra Dreyfus’a iftira atan şahıs vicdan azabına daha fazla dayanamayarak intihar etmiştir. Ben kendi duruşumla Dreyfus’unki arasında pek bir fark görmüyorum. O da suçsuzdu ben de” diyerek kendini savunuyor. Okuldan atılan Çavuşoğlu’na FETÖ sahip çıkarak önce Milli Savunma Bakanlığı’nda daha sonra da Başbakanlık Sektörel İzleme ve Değerlerdirme Birimi’nde “kripto” olarak konumlandırdığı görülüyor.FETÖ’NÜN AVUKATI, BERMAN’IN SEMPOZYUMUNU FİNANSE ETTİJ andarmanın raporunda, Maltepe askeri okul öğrencisiyken atılan Cüneyt Yüksel’e de yer verildi. Cemaate, öğrenci kazandıran Yüksel, okuldan atıldıktan sonra da cemaat için çalışmayı sürdürdü. Cemaatin desteği ile avukat olan Yüksel, YükselKarkın-Küçük Avukatlık Bürosu’nun ortağı. Halen firari olarak aranan Yüksel, 17-25 Aralık operasyonundan 5 ay sonra İstanbul’da düzenlenen ve ABD’deki kumpas davaya bakan ABD New York Güney Bölge Hâkimi Richard Berman’ın katıldığı sempozyumu FETÖ adına finanse etti. 8-9 Mayıs 2014’te düzenlenen “Adalet ve Hukuk Devleti” konulu sempozyumun otel ve uçak biletlerinin Yüksel-Karkın-Küçük (YKK) Avukatlık Ortaklığı tarafından ödendiğine ilişkin faturalarda, Berman’ın da aralarında bulunduğu katılımcıların kaldığı otele 264 bin 869 TL ödendiği tespit edildi. Sempozyumda konuşan Berman da o dönem FETÖ’nün talimatıyla yasadışı dinleme ve teknik takip kararı alan hâkim, savcı ve polis amirlerinin görevden alınmasına tepki göstermiş ve örgüte destek vermişti. 15 Temmuz’un ardından YKK Avukatlık Bürosu’na baskın düzenlenirken Cüneyt Yüksel ve ortakları o tarihten beri firari olarak Londra’da “Londra’nın kalbinde önde gelen bir Türk hukuk firması, Türk hukuk sisteminde 25 yılı aşkın uzmanlık” sloganıyla hizmet veriyor. Seyhan Avşar / Leyla Kılıç

Haberle ilgili cevap ve düzeltme isteyen avukata yanıt: Basınözgürlüğü, ifadeözgürlüğünün ayrılmaz parçasıdır

Haberle ilgili cevap ve düzeltme isteyen avukata yanıt: Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğünün ayrılmaz parçasıdır figure > Kararda, haberde sarf edilen sözlerin, talep edenin kişilik haklarına zarar niteliğinde olmadığı, yaşanan maddi olaylara dair yorum ve değerlendirmelerle kamuoyunun bilgilendirilmesi amacıyla basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığı vurgulandı. OdaTV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan ve OdaTV Haber Müdürü Barış Terkoğlu’nun “Cendere” isimli kitabında anlatılan ve dava dosyasına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatı ile yüksek yargı mensuplarının müdahalesini anlatan bölümün gazetemizde haber yapılmasının ve Terkoğlu’nun konuyu gazetemizdeki köşesine taşımasının ardından Erdoğan’ın avukatı Mustafa Doğan İnal, ilgili sulh ceza hâkimliğine başvurarak haberle ilgili cevap ve düzeltme metninin gazetemizde yayımlanmasını istedi.Ancak hâkimlik bu talebi reddetti. Hâkim verdiği karara basın ve ifade özgürlüğünün giderek kısıtlandığı bugünlerde ders gibi gerekçeler yazdı. Kararda, ifade özgürlüğünün insanın özgürce, bilgi ve düşünce sahibi olabilme, zihninde oluşturduğu düşünceler nedeniye kınanmama olduğuna dikkat çekildi.BİLGİ EDİNME, YAYMA...Basın özgürlüğünün ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğuna vurgu yapılarak “İnsanların bilgiye ulaşma ve fikir elde edebilme yönündeki en önemli araçlardan olan basının yazılı, görsel ve işitsel araçlarla sunduğu ve kamu hizmetini gerçekleştirme yolunda sahip olduğu özgürlüktür” denildi. “Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır” ifadelerinin kullanıldığı kararda, “Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma hakkına sahiptir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenme özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir. Böylelikle basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür. Diğer yönüyle ise bu özgürlük hakkı, bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Bu şekilde basın ‘halkın gözcülüğü’ ve ‘kamunun bekçi köpeği görevi’ni yapar. Çoğunlukla özgürlükçü, demokratik toplumlarda düşünceyi açıklama özgürlüğü sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen, kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir” denildi. Kararda, talep edene yönelik hakaret, iftira, tehdit gibi suç unsuru içerecek içerik olmadığı belirtildi. Söz konusu haberde talep edenin adının kimliğinin açık bir şekilde yer almayıp şeref ve haysiyetine ihlal edici ya da hakkında gerçeğe aykırı yayım yapıldığına ilişkin basın hürriyetinin haber verme sınırlarını aşan sözlerin olmadığı kaydedildi. Kararda haberin, yaşanan maddi olaylara dair yorum ve değerlendirmelerle kamuoyunun bilgilendirmesi amacıyla basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığı kaydedildi. Seyhan Avşar

Prof. Dr.Şenol Babuşçu’dan bankalar için kritik uyarı:İleride daha büyük sıkıntılar yaşamak zorunda kalırız

Prof. Dr. Şenol Babuşçu’dan bankalar için kritik uyarı: İleride daha büyük sıkıntılar yaşamak zorunda kalırız figure > Prof. Dr. Şenol Babuşçu: Yakın izlemedeki kredilerin en az yarısı ödenmeyecek. 160 milyar TL takipteki alacakların üzerine bu rakamı eklersek toplam takipteki tutar 340 milyar TL’ye ulaşır. Başkent Üniversitesi Finans ve Bankacılık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şenol Babuşçu, bankaların takipteki kredi sorununun daha da büyüyeceğini vurgulayarak, “Mali yapısı zora düşen bankalar, başta küçülme olmak üzere çeşitli çözüm arayışlarına girmek zorunda kalabilirler” uyarısı yaptı.Sorunun kangren haline gelmeden çözüme kavuşturulmasının önemli olduğuna dikkat çeken Babuşçu, “Pandemi krizinin tüm yükü dar gelirli vatandaşa ve bankaların üzerine kaldı” dedi. Prof. Dr. Şenol Babuşçu ile bankacılık sektörünü konuştuk.- Özellikle Haziran ayında normalleşme ile birlikte ciddi bir kredi genişlemesine gidildi. Sizce, kredi genişlemesinin yansıması ne olacak?Pandemi sonrası bankaların kredi büyümesini hızlandırmaları için çeşitli zorlayıcı uygulamalar devreye sokuldu. Bu nedenle bankalar her ne kadar kredi taleplerinin risklilik seviyesine ilişkin görüş oluştursalar da, kredi kararlarında bu görüşleri önemli ölçüde dikkate alamadılar. Yapılan bu düzenlemeler şöyledir:Bunlardan birincisi Aktif Rasyosu. BDDK tarafından yapılan bu düzenleme, bankaların topladıkları kaynakların öncelikle kredilere yönlendirilmesini sağlamaya yönelik bir zorunluluk getiren rasyo idi. Rasyoyu tutturmak için bankalar apar topar kredi kullandırmaya başladılar.Düzenleme, rasyoyu tutturamayan bankalara yüksek cezalar öngörmekteydi. Nitekim rasyoyu tutturamayan bankalar yüksek cezalar ödemek zorunda kaldılar. Bu kapsamda, bankaların kredi verirken bu rasyoyu tutturmak zorunluluğu nedeni ile çok riskli gördüğü ve uygulamada aslında kredilendirmeyeceği müşterilerini de kredilendirdiği bilinmektedir.İkinci düzenleme ise zorunlu karşılık oranlarının ve getirilerinin kredi artışına bağlanması idi. Yüksek kredi artışı sağlayamayan bankalar Merkez Bankasına daha fazla zorunlu karşılık yatıracak ve zorunlu karşılıklardan daha düşük getiri elde edeceklerdi. Bu durum yeterince kredi artışı sağlayamayan bankalara rekabetin yüksek olduğu bankacılık sektöründe ciddi maliyet getirdi ve dezavantaj yarattı. Bu iki düzenleme bankaların rasyonel araştırmalar yapmadan kredi kullandırılmasına neden olduğu gibi başka yan etki de yarattı. Kamu bankalarının pazar paylarının artması sunucunu getirdi.Kredilerin müşteri grupların göre rakamsal artışına bakıldığında, tüm kredi gruplarında 2020 yılı başından itibaren yukarı yönlü trend izlenmektedir.Özellikle pandemi döneminde bireysel ve KOBİ kredilerinde yüksek bir artış hız izlenmektedir. Bu gelişmelerin yansımalarından birisi de bankacılık sektöründe en büyük bankalar sıralamasındaki ciddi değişimdir.Kamu bankaları 2000 Kasım - 2001 Şubat krizleri sonrasında ciddi anlamda finansal yapılanma sonucu pazar payı küçülmüş ve asli görevlerine dönme yolunda önemli adımlar atmıştır. Son yıllarda ise kamu bankalarının özellikle de 2020 yılında görülmemiş bir hızla sektör payını başta kredi olmak üzere mevduat ve aktif büyüklüğünde artırmaya başladığı ve bunu devam ettirdiği görülmektedir.Bankaların sermaye sahipliği açısından 2020 yılı 9 aylık dönemdeki kredi artış oranlarına bakıldığında, kamu bankaların ciddi düzeyde artış gösterdiği görülmektedir. Kamu bankalarının kredilerindeki artış oranında özellikle 2020 yılı dikkat çekicidir. Diğer banka gruplarındaki artışların önemli kısmı Aktif Rasyosu ve benzeri yasal zorlamalar nedeniyle olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Bu artışın sonucu doğal olarak sektör paylarına yansımıştır.Kamu bankalarının her ne kadar sermayesi devlete ait olsa da, bu bankalar da diğer bankalar gibi piyasadan topladıkları kaynakları yine ekonomiye aktarmakla görevli kurumlardır. Teorik olarak yabancı ve yerli özel sermeyeli bankalardan bir farkı yoktur. Ancak uygulamaya bakıldığında belirgin farklılıkları olduğu yaptıkları işlem ve faaliyetlerinden izlenmektedir.Kredi genişlemesinin bir diğer yansıması, sektörün kötüleşen kredi portföyünün kalitesi sonucu zaten sorun olarak görünen takipteki kredi rasyosunun daha da artacağıdır. Bu artışın etkisinin sadece bankalara olmayacağı açıktır. Ekonominin en önemli sektörünün yaşayacağı sorun tüm ekonomiyi ilgilendirecektir. Mali yapısı zora düşen bankalar, başta küçülme olmak üzere çeşitli çözüm arayışlarına girmek zorunda kalabilirler.ŞİRKETLER KREDİ ALAMAYABİLİR- Sorunlu krediler konusunda ciddi uyarılar söz konusu, bankaların takipteki alacakları yüzde 4 seviyesini aşmış görünüyor. Sizce bu noktada ne tür sıkıntılarla karşılaşılacak?Bir bankanın aktif kalitesi denildiğinde ilk bakılan gösterge “Takipteki Krediler/Toplam Krediler” rasyosudur. Sektörün en büyük 7 bankasının bu rasyosu ciddi seviyedir. Bu sorunun çözülebilmesinin sadece bankaların inisiyatifinde olduğunu düşünmüyorum. Nitekim bir taraftan aktif rasyosu tarzı düzenlemeler, bir taraftan zorunlu karşılık oranlarında, gözetim ve denetim otoritesi tarafından konulan kredi büyüme oranlarını reel olarak yakalayamayan bankalara daha yüksek zorunlu karşılık uygulayarak cezalandırıcı uygulamalar yapılması, sektörün kredi verirken uyguladığı risk hassasiyeti seviyesini zorunlu olarak aşağıya çekmiştir. Bu da doğal olarak zaman içinde takipteki kredi rasyosuna yansımaktadır.2021 yılında bu sorunlara birkaç sorun daha eklenecektir. Nitekim BDDK’nin önce mart ayında çıkardığı daha sonra da geçtiğimiz günlerde hem uygulamanın son tarihini uzattığı hem de ilave düzenlemeler getirdiği Karar, bankacılık sektörünün finansal tablolarının yıl sonunda belli ölçüde iyi görünmesini sağlamakla birlikte, sorunların katlanarak gelecek yıla ötelenmesine yol açacaktır. Aslında takip oranlarını biz bankaların bağımsız denetimden geçmiş finansal tablolarından çıkarmaktayız. Ancak bu oranların çeşitli nedenlerle gerçek yüzünü göremiyoruz. Aslında oranlar bu seviyenin oldukça üzerinde.Çünkü: Yoğun şekilde kredilerde uygulanan yeniden yapılandırmalar (aynı müşteri için 4, 5 hatta 6. kez yapılandırmalar). Pandemi sürecinde işletmeleri desteklemek amacıyla verilen kredilerin üretime gitmek yerine mevcut kredilerin anapara/faiz ödemelerinde yaşanan gecikmeleri temizlemek için kullanılmış olması. Finansal tabloların asıl durumu yansıtmıyor olmasının bir diğer nedeni, özellikle BDDK’nin Mart ayında kredi gösterimine ilişkin yapmış olduğu düzenlemenin etkisidir. Ödemelerinde gecike yaşanan kredilerde takibe aktarım süresinde bekleme 90 günden 180 güne çıkarılmıştır. Bu da aslında sorunlu kredinin canlı kredi gibi finansal tablolarda görünmesine neden olmaktadır. Bir diğer uygulama ise şudur: Daha önce, takip hesaplarında iken yapılandırılan ve bir süre sonra yakın izleme alınan kredilerin ödemesinde 30 günden fazla gecikme olması durumunda bu krediler tekrar takip hesaplarına alınmakta idi. Yapılan düzenleme ile bu uygulama değiştirildi. Yapılandırmadan bir süre sonra yakın izleme hesaplarına aktarılan bu tip kredilerin geri ödemelerinde sorun yaşansa bile yakın izleme hesaplarında kalmaları sağlanmıştır. Aslında sorunlu özellikte ve ödenmeyen krediler canlı kredi gibi banka bilançolarında izlenecektir.Başka bir detay düzenleme de yine takip hesaplarında izlenmesi gereken kredi hacmini muhasebesel olarak düşük göstermeye yöneliktir. Takip hesaplarında yapılandırılan krediler 1 yıl boyunca yapılandırma sonrasında takip hesaplarında izlenip, iyi hal durumunda yakın izlemeye alınırken, düzenleme ile bekleme süresi 6 aya indirildi. Bu kapsamda aslında hala riski büyük olan kredilerin takipte görünmesi yerine yakın izlemede yer almasına fırsat verildi.Takip açısından bakıldığında toplam krediler içinde hacim olarak payı az olmakla birlikte oransal olarak KOBİ kredilerindeki takip oranı dikkat çekmektedir.Şimdi tabii bu rakamlar 2020 yılının 3. çeyreğine ait rakamlar. Yıl sonu rakamlarının bu seviyelerde olacağını düşünmekteyim. BDDK’nın hem sorunlu kredilerin takip hesaplarında izlenmeye başlanma süresini uzatması hem de yukarıda detaylarını belirttiğim bu konuya ilişkin yapılan diğer düzenlemelerin geçerlilik süresi Haziran 2021’de bitecek. Eğer yeni bir düzenleme daha gelmez ise biz belli ölçülerde sektörün kredi portföyünün kalitesini, riskliliğini ve sıkıntılarını daha net görmeye başlayabileceğiz.Bankacılık sektörünün üzerindeki tüm bu yükler, bankaların faaliyetlerinin 2021 yılında sürdürülmesinde tabii ki zorluklara yol açabilir. Normal koşullarda kredi verilebilecek müşteriler, belki de önümüzdeki yıl kredi kullanamayacak. Çünkü yasal düzenlemeler çerçevesinde bankaların verecekleri krediler özkaynakları ile ilişkilendirilmiş durumda. Müşterinin ödeme gücü ne kadar iyi olursa olsun, eğer banka mevcut özkaynağı ile üstlenebileceği risk kapasitesini doldurmuş ise, istese de yeni müşterileri yeterince kredilendiremeyebilir. Bu da bir diğer sıkıntı olarak karşımıza çıkabilecek senaryolar arasında.Pandeminin hız kesmemesi durumunda sadece ülke içi değil ülke dışlından yansıyacak sıkıntılar da olabilecektir. Bankalar belki yurtdışından borçlanmada geçmişteki kadar rahat olamayacaklar. Bu da kaynak bulmada sıkıntı demektir.Mevduat dışı kaynak yaratabilecek alanlar belli. Menkul kıymet ihracı bunlardan birisi. Ancak menkul kıymet ihracı yoluyla da normal piyasa koşullarında yeterince kaynak sağlanamadığı dikkate alınırsa, 2021 için bu enstrümanın sağlayacağı bir katkı çok fazla olmayacaktır.Mevduat tarafında ise, enflasyon ve faizlerdeki dalgalanma, mevduat müşterisinde yabancı para mevduata yönelme şeklinde etkisini göstermektedir. Mevduat müşterisi çok çabuk aksiyon alabilmekte ve hemen yabancı paraya tasarruflarını çevirebilmektedir. Nitekim Haziran 2020 dışında yıl boyunca yabancı para mevduatın toplam mevduat içindeki payı yüzde 50’nin üzerine gerçekleşmiştir.340 MİLYAR TL’LİK SORUNLU KREDİ- Sizce şu anda Türkiye'deki bankaların bilançoları ne durumda gerçekten korkulacak bir durum söz konusu mu? Kaynak ihtiyacı nasıl karşılanacak?Bilançolar korkulacak durumda değil ama sorunları çözmek yerine ötelemeye devam edersek ileride daha büyük sıkıntılar yaşamak zorunda kalırız. 2020 Eylül ayı sonu itibariyle bankacılık sektöründe görünen takipteki alacaklar yaklaşık 160 milyar TL ve kredilere oranı yüzde 4’ler civarında. Ama bir de görünmeyen tutar var. Nitekim, ödemelerde aksaması bulunan, yeniden yapılandırılan, takipteki alacaklara atmadan bekletilen 360 milyar TL civarında bir tutar var. İkinci grup krediler dediğimiz (yakın izlemedeki krediler) kredi rakamının benim iyimser tahminlerime göre en az yarısı ödenmeyecek. 160 milyar TL takipteki alacakların üzerine bu rakamı da eklersek toplam takipteki alacak tutarı 340 milyar TL’ye ulaşır. Bu tutara ayrılan karşılık 90 milyar TL civarında olacaktır. Kalan 250 milyar TL’nin karşılık ayrılması yani zarar yazılması gerekiyor.Bu durum bankaları özkaynak sorunu ile karşı karşıya getirir. Çünkü bankacılık sektörünün özkaynakları 540 milyar TL . Biraz önce bahsettiğim nedenlerle, karşılık ayrılıp 250 milyar TL zarar yazılırsa özkaynaklar yaklaşık yarı yarıya azalarak 290 milyar TL civarına iner. Bankacılık sektörü bu durumda ciddi özkaynak sorunu yaşar ve “sermaye yeterliliği” sorunu ortaya çıkar. Sermaye Yeterliliği Oranları yasal sınırın altına düşer. Banka sahiplerinin bankalarına ilave sermaye koyması gerekir.Takipteki kredi sorununun asıl durumu ile yüzleşilmeli, gerçek resme göre çözümlere başlanmalıdır.SORUNUN KANGREN HALİNE GELMEDEN ÇÖZÜLMELİ- Takipteki kredi sorununu büyütmek yerine çözmek için önümüzdeki dönemde hangi adımlar atılmalı?Asıl olarak temerrüt durumunda olup da çeşitli düzenlemelerle canlı kredi gruplarında sınıflandırılan kredilerin derhal takipteki kredi hesaplarına aktarılarak gerçek sorunla yüzleşilmelidir. Krediler masaya yatırılıp batıklar bir tarafa canlı kredilerin içinden çıkarılıp, karşılık ayrılmalıdır.Temerrüt durumundaki kredilerin tahsilatı için çaba harcanmalı. Daha sonra bu krediler incelenerek: Ödeme konusunda ümit vaat edenler yapılandırılmalı/ yeni ödeme planına bağlanmalıdır.Ümit vaat etmeyenlerden Varlık Yönetim Şirketlerine satılabilecek olanlar satılmalıdır. Hiç çözüm üretilmeyenler için ise aktiften silme gerçekleştirilmelidir. Bu sürecin en önemli etkilerinden birisi de bankalara sermaye güçlendirmesinin gerekecek olmasıdır.Sektörün Eylül 2020 sonu özkaynak rakamı yaklaşık 540 milyar TL, Pasif içindeki payı yüzde 9,7. 3. 4. ve 5. grupta yer alan krediler için ayrılan karşılık tutarı Eylül 2020 tarihi itibariyle yaklaşık 90 milyar TL’dir.Görülüyor ki sorunun kangren haline gelmeden çözüme kavuşturulması çok önemlidir.Hatırlanmalıdır ki, geçmişte hem Merkez Bankası’ndan Hazine’nin kullandığı kısa vadeli avans uygulaması ile hem de kamu bankalarında yaratılan görev zararlarının 2000 Kasım-2001 Şubat krizlerinin temel nedenleri olduğu konusudur.Teknolojik gelişmelerin bankacılık sektörüne maliyet etkisi sektör karlılığını olumsuz etkileyecektir.2021 yılı içinde bir diğer önemli konu teknolojik gelişmelerin sektöre yansımasının daha net görülecek olmasıdır. Pandemi süreci tüm sektörlerde olduğu gibi bankacılık sektöründe de gelecek on yıllarda yapılması planlanan çok sayıda değişimin aylarla bazen de günlerle ifade edilecek sürelerde gerçekleştirilmiş olmasıdır. Mesai süreleri kısaldı, fiziken şube ve genel müdürlükte çalışan sayıları azaldı, evden çalışma sistemi çok hızlı devreye girdi. Müşteriler salgının da etkilemesi ile banka personeli ile yüz yüze gelmek yerine daha yoğun teknolojiyi kullanmayı tercih ettiler. Dolayısı ile yüksek maliyetli teknoloji, bilgi güvenliği yatırımları kısa sürece bankalar tarafından yapıldı.İş yapış biçimleri değişti. Daha da değişecek. Organizasyon olarak bankalar küçülüyor. Şube sayıları, çalışan sayıları azalıyor.2015-09.2020 arasındaki dönemde; şube sayısında yüzde 10, çalışan sayısında da yüzde 7 civarında azalma olmuştur. Şube sayısındaki azalmasının hızlı olmasının sebebi, müşteriye ulaşımda teknolojinin çok daha hızlı kullanılmaya başlanılmasıdır. Önümüzdeki yıllarda da şube ve çalışan sayısında azalışın devam edeceğini düşünmekteyim.PANDEMİNİN YÜKÜ DAR GELİRLİYE VE BANKALARIN ÜZERİNE KALDI- Peki ne yapılmalı?Bankaların asıl işlevlerini yerine getirmeleri sağlanmalıdır.Bir diğer önemli husus, bankaların gerçek fonksiyonlarını yerine getirmelerine izin verilmelidir. Bankaların görevi ekonomideki sorunlara çözüm üretmek olarak görülmemelidir. Bankaların temel görevleri bellidir.Mayıs-Ağustos döneminde uygulanan negatif faiz politikası ile tasarruf sahipleri zarara uğratıldı. Aynı dönemde bankalara Aktif Rasyosu zoruyla düşük faizli kredi kullandırıldı. Böylece tasarruf sahiplerinden kredi müşterilerine rant aktarımı yapıldı.Ekonomideki sorunların bir kısmı para politikası, orta ve uzun vadeli olarak da maliye politikaları kullanılarak çözüme yönelik adımların devlet tarafından atılması gerekliliğidir.Çünkü bankalar ticari işletmeler olup, halktan topladığı parayı yine halka ödünç veren mekanizmanın dişlileridir. Bankaların ekonomideki birey ve işletmelere kullandırdığı kaynaklar kendisine at olmayıp, yine halktan geri vermek sözü ile topladığı ödünçlerdir. Bankaların kredinin faizini silmesi, anaparasını almaması gibi bir alternatif sistemin özüne aykırıdır. Bu tür beklentiler bankacılık sektörünün giderek çözülemez sorunların içine girmesine ve çözümsüz sorunların ortasında kalmasına yol açar.“Dünya ülkeleri pandemi nedeni ile vatandaşa parasal desteği direkt verdi. Ülkemizde ise bankalara ucuz kredi verdirildi. Kredilerle destekleme banka bilançolarını bozdu. Doğru kişilere ve amacına ulaşmadı. Pandemi krizinin tüm yükü dar gelirli vatandaşa ve bankaların üzerine kaldı.”BUZDAĞININ GÖRÜNMEYEN YÜZÜ- Türk bankaları şu andaki krizi aşabilecek durumda mı, bankaların zayıf yanları neler?Bugünkü durumda, ciddi bir takipteki kredi sorunu var. Aynı zamanda buzdağının görünmeyen yüzü olan, canlı kredi gibi görünüp, aslında ödenmeme durumu söz konusu olan krediler var.Bir diğer sıkıntı bankaların bilançolarındaki vade uyumsuzluğunun yarattığı sorunlardır. Şöyle ki: bankacılık sektörünün en önemli kaynağı olan mevduatın ortalama vadesi 32 gün civarında iken, bunları kullandırdığı kredinin ortalama vadesi ise 2,5-3 yıldır.Bu ne anlama geliyor. Borcunuz var. Ortalama her 32 günde bir mevduatın vadesi doluyor. Vade bitiminde piyasa faizi ne ise o faizle yeniden borcunuzu fiyatlamanız gerekiyor.Diğer taraftan daha önceden aldığınız bu borcu 3 yıl vadeli kredi olarak fiyatladınız ve kullandırdınız. 3 yıl boyunca faiz geliriniz en başta belirlediğiniz ne ise o faiz üzerinden olacak. Yani borcunuzun maliyeti 32 günde bir piyasa gelişmelerine göre değişirken, alacağınızın getirisi 3 yıl boyunca sabit kalıyor.Peki bunun sonucu ne olur? En güncel örnekle yanıt verelim. Bankalar bu yıl içinde Mayıs, Haziran, Temmuz aylarında yüzde 7-8 mevduat faizi ile kaynak toplayıp, bunu yüzde 9-10 faizle kredi olarak verdi. Merkez Bankası’nın son iki toplantısında alınan kararlarla yükselen faizler sonucu bugün mevduat faizi yüzde 18 civarında. Peki bankaların kredi gelirlerine esas oran kaç? yüzde 10. Aradaki farka faiz zararı diyoruz. Sebebi: bankacılık sektörünün borçları ile alacakları arasındaki vade farkı.Bir diğer konu, 2020 yılında yaşanan pandemi sonucu bankaların hızla ve zorunlu olarak değişen iş yapış biçimleri teknolojiye kısa sürede yüksek tutarlarda yatım yapılmasını gerektirdi. Bu yatırımlar 2021 yılında da devam edecek. Peki bu faaliyetlerin sonucu bankalar nasıl etkilenir? Faiz dışı gider artışı, karın düşüşü şeklinde etkilenecektir.Aslında yukarıda saydığım her konu netice olarak bankanın karlılığının azalmasına neden olmaktadır. Ancak söz konusu olan sadece karlılıktaki azalma değildir. Çünkü kar, özkaynakları destekleyen bir alt kalem konumundadır. Bankaların özkaynak kalemini hayati bir organ olan kalbe benzetebiliriz. Kalbiniz ne kadar güçlü ise, vücudunuzu o kadar iyi, sağlıklı ve uzun soluklu taşır. Diğer organları besler. Aynı şekilde bir bankanın özkaynakları da bankanın kalbi gibidir. Ne kadar güçlü özkaynağı var ise, hemen hemen tüm bankacılık faaliyetleri dolaylı-dolaysız bir şekilde özkaynaklarla yasal olarak ilişkilendirilmiştir. Bu ise bankaların faaliyetlerinde rahat hareket etmelerine, karlı alanlara girmelerine, üstlendikleri görevleri hakkıyla yerine getirmelerine olanak sağlar. Aksi halde, zayıf, cılız kalbi zayıf insan performansı gibi bir performans gösterirler.Dolayısı ile bankaların karlılığına, diğer işletmelerin karlılığına bakıldığı gibi bakılırsa yanlış yapılır. Kar, elde edilen kazanç özelliğinden önce bankaların özkaynaklarını destekleyerek, faaliyetlerini artırmalarını sağlayan temel unsurlardan biridir. Çünkü, sermaye artırımı çok kısa aralıklarla yapılabilecek bir eylem değildir. Ancak kar, bir anlamda bankanın kendi faaliyetleri sonucu elde ettiği katma değeri tekrar kaynak olarak kullanması niteliğini taşımaktadır.SÖYLEM YERİNE EYLEM GEREKİYOR- Merkez Bankası Para Politikası Kurulu son toplantısında faizi yüzde 17 seviyesine çıkardı. Merkez Bankası rezervlerinin eksiye indiği bir dönemde piyasaları rahatlatmak ve yatırım çekmek için tek başına faiz silahı yeterli olacak mı?Önce faiz artışına bakmak gerekir. Normal koşullarda faizlerin geçtiğimiz günlerdeki seviyelerine inmiş olması, aslında piyasa gerekleri doğrultusunda olmadı. Bunu hepimiz biliyoruz.Söylem yerine eylem gerekiyor. Ekonomi yönetimindeki değişiklik denilince son gelişmeler çerçevesinde bakan ve merkez bankası başkanı değişiklikleri ön planda. Ancak ülkelerin kurumsal yapısı içinde kişilerden daha çok kurumsal yapılar ve iş yapış biçimleri ön plandadır. Bu kapsamda aslında yöneticiler genel sistem ve kurallar bütünü içinde en iyiyi yapmaya çalışırlar. Dolayısı ile kişi değişikliklerinden çok uygulanan ve uygulanacak politikalar önemlidir.Merkez Bankası Başkanı’nın son dönemdeki söylemleri daha çok ulvi ve genel çerçeveyi ifade etmektedir.Ülkede çoğu kişinin bu zamana kadar hiç ilgilenmediği Merkez Bankası rezervlerinin eksi olduğunu ülkede çok kişi bilmektedir. Ancak negatif rezervin nasıl ve hangi vadede pozitife döndürülmesi düşünülmektedir? Sorusunun yanıtı hala net değildir. Bu kadar önemli ve ciddi bir sorunun en kısa sürede yanıtının ikna edici bir cevapla yanıtlanması gerektiği açıktır.Uzun zamandır ertelenen hatta zaman zaman piyasa ihtiyaçlarının tersine düşürülen faizlerin yarattığı sıkışıklık ortamının sonunda kısıtlı seviyede bir faiz artırımını yakın zamanda gördük. Bunlar bankacılık sektörünü daha da zora sokmaktadır. Çünkü özellikle ülkemizde bankalar kısa vadeli kaynak toplayıp, bunları orta ve uzun vadeli alanlara ödünç vermektedir. Bu durum basit olarak bankaların borçları ile alacakları arasında çok ciddi vade farkı oluşmasına neden olmaktadır.Kısa vadeli borç, uzun vadeli alacak profilinin, ilk planda likidite, hemen devamında faiz zararına yol açması kaçınılmazdır. 2020 yılının önemli bölümünde kısa vadeli mevduatla finanse edilen orta ve uzun vadeli düşük faizli kredilerin faizleri önümüzdeki yıl ve kredi vadesi boyunca değişmeyecek, ancak mevduat faizi her vade bitiminde ki genellikle 32 günlük sürelerle faizi yeniden ve daha yüksek seviyede belirlenecektir. Daha önce de ifade ettiğim üzere şimdiden bankalar bu durum nedeni ile faiz zararı yazmaya başlamıştır.Ancak her şeye rağmen Aralık 2019-Ekim 2020 dönemine ilişkin mevduatın TL – yabancı para (YP) dağılımına bakıldığında YP mevduatın toplam mevduat içindeki payının haziran ayı hariç hep yüzde 50’nin üzerinde olduğu, Ekim 2020’de de yılın en yüksek oranına ulaştığı görülmektedir. Aslında DTH’na uygulanan faizlerin çok düşük olması, yakın zamana kadar döviz alışlarında uygulanan T+1 (vade uygulaması) kısıtlamalarının etkili olmadığını, tasarruf sahibinin esas olarak paranın alım gücündeki değişime odaklandığı görülmektedir.Bu çerçevede, sadece faiz artırımları ile tasarruf sahiplerinin birikimlerini ulusal paraya çevirmelerini beklemek çok doğru olmayacaktır. Tasarruf sahibi belirsizliği sevmemekte, gelecekte sürprizlerle karşılaşma ihtimalini de çok ciddiye alarak hareket etmektedir.YÜK SADECE BANKALAR VE TCMB’NİN SIRTINA YÜKLENEMEZ- Başka atılması gereken adımlar nelerdir?Tabii ki başka atılması gereken adımlar var. Ekonominin yükünü sadece bankalar ve TCMB’nin sırtına yükleyemeyiz. Sistemi bir bütün olarak değerlendirmek gerekir. Bankalar işin bir boyutudur. Onlar zaten üstlerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirmektedirler. Ekonomideki temel sorunların başında üretim ve istihdam durumu gelmektedir. Kısa vadede tabii ki bu konuların gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Ancak planlamak ve başlamak işin yarısı diyebiliriz. Üretim için devletin yatırım ortamı sağlaması gerekir. Amaç: istihdam, üretim, ekonomiye katkı olmalı.MAL VE HİZMET ÜRETİMİ ARTMALI- Türkiye'nin son dönemlerde düzenli olarak kur atağı ile karşı karşıya kalıyor, bu ataklar ne kadar sürer bir öngörünüz var mı, kur şokları yaşanmaması için atılması gereken adımlar neleridir?Bir şeye çok ihtiyacınız varsa, onun fiyatı sizi çok yakından ilgilendirir. Ülke ekonomisi oalrak neye ne fazla ihtiyacımız var? Dışarıdan gelecek yabancı kaynağa. Neden peki: Üretip dışarıya sattığımızdan daha fazlasını dışarıdan alıp tüketiyoruz. Bu ne demektir. Örnek: Üretim yurtdışına satışlardan 100$ elde ettik. Yurtdışından almamız gereken mal ve hizmetler var. Almak için ne kadar paraya ihtiyacımız car: 150 dolar. Fark nedir? - 50 dolar. Bu bir ihtiyaç. Bu ihtiyacı nasıl ve nereden buluruz? Dış borçlanma, Ülkedeki varlıkların yabancıya satışı, Borsaya gelen yabancı yatırıcı gibi kanallarla bunu temin edebilirsiniz. Ancak buradaki konu yabancı paraya duyulan olmazsa olmaz ihtiyaçtır.Durum tam tersi olsa idi. 150 dolarlık malı üretip, yurtdışına satsaydınız, bunun 100 dolarını ihtiyacınız olan mal ve hizmetin dışarıdan alımında kullansa idiniz, derdiniz şu olurdu? Elimde fazladan ülke olarak 50 dolar var. En iyi nerede değerlendirebilirim.Sözün özü: Temel konu mal ve hizmet üretimimizi artırmak, bu kanalla güçlü ekonomi ve güçlü ulusal para yaratmak. İşsizlik gibi bir sorununuz da kalmaz doğal olarak bu ortamda. Orta ve uzun vadede başka çıkış yolu yoktur. Nokta.- Enflasyon Merkez Bankası'nın hedefinin hayli üzerinde, gelecek dönemlerde enflasyonda nasıl bir seyir bekliyorsunuz?Merkez Bankası’nın açıkladığı enflasyon hedefi, geleceğe ilişkin beklentileri yönlendirmeye yarayan bir göstergedir. Eğer ekonomi içindeki taraflar, Merkez Bankası’na güveniyorsa, geleceğe ilişkin söylemlerine de güvenir, piyasadaki hareketlerinde bunu baz alır. Örneğin: Maaş artışı beklentisini buna göre belirler, kiraya vereceği evi varsa, kirasını buna göre belirler vb. Eğer güvenmiyorsa, açıklanan enflasyon hedefinin üzerinde piyasada mal ve hizmet fiyatlamaları gerçekleşir. Bu da gerçekleşen enflasyon ile hedef enflasyon arasında farka yol açar.Nitekim, piyasalara gelecekle ilgili sinyal ve yön vermesi beklenen TCMB’nin enflasyon hedefi ile gerçekleşen enflasyon oranlarına bakıldığında 2005 yılından itibaren daima gerçekleşen enflasyonun hedeflenen oranın üzerinde gerçeklemiştir. Bu durum TCMB’nin güvenilirliğinin sorgulanmasına yol açabilmektedir.HUKUKA GÜVEN ŞART- Peki temel sorun piyasalara güven ise, ne yapılmalıdır?Konuya büyük pencereden bakmak gerekir: 1- insanlar mal varlıklarının güvende olduğundan emin olmalı. Hukuka güven. 2- İnsanlar tasarruflarının alım gücünde azalma olmayacağına emin olmalı. Düşük enflasyon ve faizle telafi edilebilir alım gücü kaybı. 3- Söylemlerle, eylemlerin örtüştüğü bir piyasa ve kurumsal yapılar. Başta devlet kurumları ve gözetim ve denetim otoriteleri olmak üzere, yatırımcı ve piyasası el üstünde tutan. Ona gözü gibi bakan ve koruyan siyasi ortam. Gerisi kendiliğinden gelecektir.TUTTURULMAYAN HEDEFLER İÇİN HESAP VERİLMELİ- Şu anda Türkiye'nin en can yakıcı sorunları nelerdir? Acil atılması gereken adımlar hangileri?Kısaca: Hukuka güven, devlete güven, piyasalara güven. Sonrasında da piyasanın ihtiyacına yönelik atılması gereken adımların şeffaflıkla atılması, geçmişte TCMB’nin enflasyon hedeflemesinde yaptığı gibi, tutturamadığı hedefler için piyasaya hesap verme adına gerekçeleri ile birlikte açıklama yapma gerekliliği.Ne kadar çok şeffaflık ve paylaşılan doğru bilgi, o kadar güvenilirlik diyebiliriz.Ülkede kimse kimseye aslında rakip değil. Hepimiz aynı amaçlar doğrultusunda çalışıyoruz. Bireysel değil, toplumsal bakmalı. Toplumun kazandığı ortamda, toplumu oluşturan bireyler de kazanıyor demektir.İŞSİZLİKTE ARTIŞ SÜRECEK- Enflasyon, işsizlik, büyüme, faiz ve döviz kurunu da düşündüğümüzde gelecekte nasıl bir grafikle karşılaşacağız. Vatandaşı nasıl bir dönem bekliyor?Gelecekle ilgili tahminler yapabilmek için orta ve uzun vadeli planlara bakmamız gerekir. Ancak biz ülkenin orta ve uzun vadeli planlarını yapan kurumlarını işlevsiz hale gelirdik, yok ettik. Devlet Planlama Teşkilatı bunların başında geliyor.Şimdi tahmin yaparken tamamen yakın tarihli davranış biçimlerine bakıp, olsa olsa mantığı ile tahmin yapacağım. Bu da ne kadar sağlıklı olur. Bilemem. 2021 yılına taşınan ekonomik sorunlar, ekonomik göstergeler üzerinde kendini olumsuz hissettirecek kuşkusuz. Bir de güvenle ilgili bir önceki soruda belirttiğim sıkıntılar var. Bunların sonuçları tamamen belirsiz bir ortama gidişimizi işaret etmekte.Enflasyon çift yönlü, biraz talep, biraz maliyet yönlü enflasyonun etkisini gelecek yıl da devam edeceğini düşünüyorum.Üretim artışının olmadığı yerde istihdamdan söz edemeyiz. Kaldı ki, ekonomik ortam nedeni ile faaliyetlerini azaltan, son veren işletmeler var. Bunların da istihdama olumsuz etkisi önümüzdeki yıl devam edecektir. Aslında işçi çıkarma yasağının sona ermesinden sonra da istihdam rakamları değişecektir. Bir de bu dönemde uygulanan ücretsiz izin uygulaması var.Dolayısı ile bu uygulamalar tamamen sonuçlandıktan sonraki istihdam rakamları biraz daha düşecektir diye düşünmekteyim. Teknolojik gelişmelerle birlikte insan emeğine olan ihtiyacın azalmasının etkisini de göz ardı etmemek gerekir.Haftalık çalışma saati zorunluluğu 45 saatten 40 saate düşürülebilir. Fazla mesai sınırlandırılabilir. Bu önlemler işsizliğin azaltılmasına katkı sağlayacaktır. İşletmelerin bu durumunun yansıması kuşkusuz büyümeye olacaktır. Önümüzdeki yıl için büyüme öngörmüyorum.Faiz ve kurda öngörüde bulunmak oldukça zor. Ancak en genel haliyle faiz ve kur seviyesinde mevcut durumun devam edeceğini söyleyebilirim. Şehriban Kıraç

Zülal Kalkandelen'e avcılardan tehdit

Zülal Kalkandelen'e avcılardan tehdit figure > Hayvan hakları savunucusu yazarımız Zülal Kalkandelen, bir avcı tarafından tehdit edildi. Suç duyurusunda bulunan Kalkandelen, “Eğer şöhret değilseniz, savcı kovuşturmaya gerek görmüyor” dedi. Avcı olduğu öğrenilen bir şahıs gazetemiz yazarı ve hayvan hakları aktivisti Zülal Kalkandelen’e Facebook üzerinden küfür ve tehdit mesajları gönderdi. Hayvan haklarını savunduğu için sosyal medyada sık sık linç edilmeye çalışılan Kalkandelen, kendisine gönderilen mesajı sosyal medya hesabında yayımladı. Konuya ilişkin açıklama yapan Kalkandelen, “Bir avcıdan gelen bu ********* mesajı paylaşmaya utanıyorum ama paylaşmam gerek. Çünkü bu pislik bilinmeli. Yine suç duyurusunda bulunacağım ama idam tehdidi de alsanız şöhret, yandaş veya nüfuzlu değilseniz savcı ‘kovuşturmaya gerek yok’ diyor” ifadelerini kullandı.NE OLMUŞTU?Geçen yıl Kalkandelen hakkında “İdam isteriz” diye paylaşım yapan kişi hakkında suç duyurusunda bulunulmuştu. Yapılan soruşturma sonunda söz konusu eylemin tehdit içerikli sözler olduğu ancak Kalkandelen’e karşı iddia olunan bir eylemin oluşmadığı öne sürülmüş ve atılı tehdit suçunun unsurları oluşmadığı iddia edilerek şüpheli hakkında takipsizlik kararı verilmişti. cumhuriyet.com.tr

Özellikle salgın veüretimde dışa bağımlılık, 2020’nin dışticaretine damga vurdu

Özellikle salgın ve üretimde dışa bağımlılık, 2020’nin dış ticaretine damga vurdu figure > Geçen yıl ihracat yüzde 6.3 azalışla 169 milyar dolar, ithalat yüzde 4.3 artışla 219 milyar dolar oldu. Dış ticaret açığı ise yüzde 69 artışla 50 milyar dolara çıktı. Ticaret Bakanlığı ve Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), dün küresel Covid-19 salgınının etkilerini görmek açısında merakla beklenen 2020 yılı dış ticaret verilerini dün açıkladı. Buna göre, 2020 yılının tümünde 2019’a kıyasla ihracat yüzde 6.26 düşüşle 169.5 milyar dolara inerken, ithalat yüzde 4.32 artışla 219.4 milyar dolar ve açık yüzde 69.12 artışla 49.9 milyar dolara çıktı. İhracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 86’dan yüzde 77.3’e geriledi..20 MİLYAR DOLAR EKSİKAralık ayında ise 2019’un aynı ayına kıyasla ihracat yüzde 15.97 artarak 17.8 milyar dolar, ithalat yüzde 11.75 artarak 22.4 milyar dolar oldu. Açık yüzde 2.17 düşüşle 4.6 milyar dolara inerken, ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 76.7’den yüzde 79.6’ya çıktı. Bu sonuçlara göre, son yeni ekonomi programındaki (YEP) yıllık ihracat gerçekleşme tahmini 3.6 milyar dolar, ithalat tahmini 15.4 milyar dolar aşılırken, 2019 sonunda açıklanan YEP’teki 2020 ihracat hedefinin 20.5 milyar dolar, ithalat hedefinin 12.1 milyar dolar altında kalındı. Sonuçları yorumlayan Ticaret Bakanı Pekcan, zor bir yılın aralık ayında güçlü bir ihracatla tamamlanmasının önemli olduğuna ve 2021 yılı beklentilerine yönelik iyimserliği artırdığına dikkat çekti. Buna karşın Pekcan, bu yıl küresel ticarette toparlanma beklenmesine rağmen pandemi öncesindeki seviyelere ulaşılamayacağının öngörüldüğünü de söyledi.‘EN YÜKSEK RAKAM’TİM Başkanı İsmail Gülle de aralık ayı ihracatının Cumhuriyet tarihinin en yüksek aylık rakamı olduğunu vurguladı. Aralık ayında 22 sektörün ihracatını artırdığına işaret eden Gülle, 2021 yılı hedeflerinin ise 184 milyar dolar olduğunu hatırlattı. Öte yandan, aralık ayında ihracat büyük sektörlerden otomotivde yüzde 10.3, hazırgiyimde yüzde 25.3, çelikte yüzde 24.8 arttı. Tarımdaki artış da yüzde 15.3 oldu. cumhuriyet.com.tr

“Büyük Kadın Sanatçılar”kitabında Türk kadın sanatçıların adıyok

“Büyük Kadın Sanatçılar” kitabında Türk kadın sanatçıların adı yok figure > Akbank Sanat’ın yılbaşı armağanı “Büyük Kadın Sanatçılar” kitabının içinde Türk kadın sanatçılara hiç yer verilmemiş olması dikkat çekti. Akbank Sanat’ın yeni yıl armağanı olarak İtalya’da 1500 adet Türkçe, 500 adet İngilizce bastırıp dağıttığı hacimli “Büyük Kadın Sanatçılar” kitabı, içinde hiç Türk kadın sanatçı bulunmadığı için sanat çevrelerinde rahatsızlık yarattı. 500 yıllık bir tarihi süreç içinden seçilmiş 400’den fazla kadın sanatçının yer aldığı kitap, İngiltere’de 6 kişilik bir ekip tarafından hazırlanmış, sanatçılar hakkındaki yazıları 23 sanat eleştirmeni yazmış. Her sanatçıya ayrılan sayfada bir yapıtı ile yer aldığı ve kendisi hakkında bilgi verildiği kitabın Akbank Sanat tarafından yaptırılan çevirmeni ve yayın danışmanı ise Hasan Bülent Kahraman. Hasan Bülent Kahraman, kitabın girişinde yazdığı önsözde sanatçıların seçilme kriterlerine de açıklık getiriyor. Özetlersek HBK diyor ki sanat tarihi içinde adı anılan tüm sanatçılar erkek ve çok büyük kısmı figüratif bir tuval resmi etrafında çalışırken kadın sanatçılar buna arkalarını dönmekle kalmamış, mekânı, tekniği, malzemeyi çok daha farklı yöntemlerle birleştirerek yerleşik kurumları, kimlikleri, koşulları ve kuramları sorgulayan derinlikli yapıtlar üretmişler. Ve tam da bu nedenle sanat dünyasından (o buna kanon diyor) dışlanmış, geriye itilmişler. Büyük sanatçı unvanı sadece erkek sanatçılara verilmiş. Bu kitapta ise “Unutturulmuş Kadınlar” yer almakta, çünkü onlar aynı zamanda sadece sanatçı değil, dönüştürücüdür.BU NE YAMAN ÇELİŞKİ?HBK, “Bugün artık Batılı, beyaz ve eril bir tarih yazımı” kabul edilmiyor diyor “Büyük Kadın Sanatçılar” kitabını anlatırken. Hatta yazıya girişinde de Türkiye’de güncel sanatın aslında kadın sanatçılar tarafından kurulduğu ve geliştirdiği savını kitabın uluslararası alanda desteklediğiyle de övünüyor. Bu kitabı niye seçtiğini böyle anlattığı kitapta editörlerin aklına ilk başlarda 2 bin kadın sanatçı gelmiş ama bunu makul bir sayıya indirmeleri gerekince 400 sanatçı ile yetinmişler. Ve ilginç olan şu ki bu 400 kadın sanatçının içinde Fahrelnissa Zeid dışında hiçbir Türk sanatçı yer almıyor. Zeid de ne kadar Türk tartışılır, çünkü bilindiği gibi sanatçı Türkiye doğumlu ve ailesi Türk ama bir Iraklı ile evlenip bütün yaşamını yurtdışında geçiriyor. Ve öldüğü zaman da kocasının milliyetini taşıyor. Yani Akbank Sanat tarafından basılan ve kadın sanatçılara ithaf edilen kitapta 400 kadın sanatçı var ama hiç Türk kadın sanatçı yok! Ne yaşayan ne yaşamış... Bu ne yaman çelişki dedirtiyor insana, sanatçı ve sanatsever çevrelerdeki tepkiyi, rahatsızlığı da anlaşılır kılıyor. O zaman bu konuyu yılbaşı armağanı bir sanat kitabı tanıtımıyla bırakmıyor, geniş bir tartışma dosyası açıyoruz: Kadın sanatçıları duyurmak, onlara değer vermek için tasarlanmış ve hazırlanmış bir kitabın tasarımında kapaktaki KADIN kelimesinin üstü niye çizili? Seçilmiş olan kadın sanatçılar, devrimci ve dönüştürücü olabilir, ama nedense hepsi gelişmiş zengin Avrupa ülkelerinden ve Amerika’dan. Başka ülkelerden çıkmıyor mu devrimci? Ve tabii asıl soru, Akbank Genel Müdürü Hakan Binaşlıgil’in de tanıtımında yazdığı gibi sanatın 500 yıllık yolculuğuna eşlik eden hiç mi “büyük Türk kadın sanatçı” yok? Bu kitabı seçtiniz madem, zaten toplama ve derleme metinler, niye bunu talep etmediniz, hiç olmazsa Türk basımı için? Ve ikinci aşamada sanatçının kadını nasıl olur, kadın sanatçı daha mı devrimcidir, sanatçı kadın ille de feminist midir? Ve aklımıza takılan diğer sorular! Niye bunu yapıp da yayımlamadınız derseniz, haber heyecanımızdan! Yaptıkça yayımlayacağız, ama kitabın tanıtımının da beklemesini istemedik. Yazgülü Aldoğan

Kasımpaşa maçında sol bekte formaşansıbulan oyuncu tam not aldı

Kasımpaşa maçında sol bekte forma şansı bulan oyuncu tam not aldı figure > Kasımpaşa maçı öncesi teknik direktör Erol Bulut, Caner, Novak, Serdar gibi isimler olmayınca, Sadık Çiftpınar’a “Hazır ol” komutu verdi. Sadık, çalışkan bir isim. Her maça kendisini oynayacakmış gibi hazırlar. Ancak bu sezon geçirdiği sakatlığından dolayı fazla forma şansı bulamadı. Bulut, Sadık’a maçta farklı bir görev verdi. Her zaman stoperde oynayan futbolcu bu kez savunmanın soluna geçti. Bazı futbolcular oynadıkları yerin dışında görev verildiğinde yadırgarlar, başarısız olurlar. Aynılarını Sadık için düşündüm. Sadık, sergilediği performansla ben ve benim gibi düşünenleri yanılttı. Sanki yıllardır solbekte oynuyormuş gibiydi. Erol Bulut formayı adaletli dağıtırsa sıkıntı olmaz. Sadık, karşılaşma sonrası bakın neler söyledi: “Benim iyi oynamamdan önemlisi 3 puan almamızdı. Nerede oynadığım önemli değil, sahada olmam yeterli. Bu arma için her zaman elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum.”DEPLASMAN TAKIMIRakip sahada 6. galibiyetini alan ve 19 puan toplayan F.Bahçe, deplasmanda ligin en iyi takımı. İç sahada çıktığı 7 karşılaşmada 3 galibiyet, 1 beraberlik ve 3 mağlubiyeti bulunan Bulut’un öğrencileri, Kasımpaşa deplasmanındaki galibiyetiyle zaferlerine bir yenisini daha ekledi. Bu sezon dış sahada 6 maçta 5 galibiyet elde eden, sadece G.Saray’la golsüz berabere kalan F.Bahçe, deplasmanda bir tek Gaziantep’e yenildi. Hilmi Türkay

Öğrenciler ve Eğitime Erişim Raporu: Uçurum derinleşiyor

Öğrenciler ve Eğitime Erişim Raporu: Uçurum derinleşiyor figure > Farklı sosyoekonomik düzeydeki bireylerin ve toplulukların bilgi iletişim teknolojilerine erişimde ve kullanımında yaşadığı eşitsizliği tanımlayan “dijital uçurum”un, var olan eşitsizlikleri daha da derinleştirebilme potansiyeli bulunuyor. Tüm dünyada yoksul sosyoekonomik dilimde yer alan öğrencilerle en varlıklı sosyoekonomik dilimde yer alan öğrencilerin arasında var olan yaklaşık iki yıllık eğitime eşdeğer fark, salgın nedeniyle okulların kapanmasına bağlı olarak yüzde 9 oranında artabilecek. Türkiye’de bağlantı, cihazlara erişim ve EBA online sistemine erişim konusunda yoksulluk seviyeleri arasında büyük farklılıklar bulunuyor.Eğitimin her kademesinde eğitime erişimin durumuna ve özel önlemlerle desteklenmesi gereken çocuklara ilişkin değerlendirmelere yer veren “Eğitim İzleme Raporu 2020: Öğrenciler ve Eğitime Erişim” yayımlandı. Raporun bu dosyasında, salgın sürecinde uzaktan eğitime erişimde yaşanan sorunlar, sahada yürütülen çalışmalardan yararlanılarak ele alınıyor. Ayrıca eğitime erişimi artırmaya yönelik hedefler ve uygulamalar değerlendiriliyor. Rapordaki bazı tespitler ve öneriler şöyle: - Milli Eğitim Bakanlığı’nın yürüttüğü ve geliştirdiği erişim uygulamalarına karşın içinde bulunduğu koşullar nedeniyle uzaktan eğitime dahi erişemeyen, erişme imkânı olsa bile yine içinde bulunduğu koşullar nedeniyle uzaktan eğitim araçlarını etkin izleyemeyen öğrenciler oldu. Bu süreçte öğrenciler arasındaki “dijital uçurum”, var olan eşitsizlikleri daha da derinleştirme riskini artırdı.- MEB tarafından Dünya Bankası’nın Çevre ve Sosyal Çerçevesi uygulanarak hayata geçirilecek “Türkiye Güvenli Okullaşma ve Uzaktan Eğitim (SSDE)” projesi kapsamındayapılan değerlendirmeler de bu riske işaret ediyor. Proje kapsamında hazırlanan raporda, “Türkiye’de mevcut durumda sosyoekonomik gruplar arasında halihazırda geniş bir öğrenme boşluğu” bulunduğu ve “ülke içinde öğrenciler arasındaki uçurumun daha fazla büyümemesi için mevcut uzaktan eğitim verimliliğinin geliştirilmesi ve nüfusun tüm katmanlarına ulaştırılması” gerektiği belirtiliyor. - Proje kapsamında hazırlanan raporda, “uzak yerlerde yaşayan, düşük sosyoekonomik arka plana sahip, engelli, mülteci ve anadili Türkçe olmayan, velileri evden eğitimlerini destekleme konusunda daha az yetkin olan öğrencilerin kendi eğitim performanslarından düşük performans gösterme riski ile karşı karşıya” oldukları belirtilerek “daha yoksul sosyal arka planı olan ve daha kalabalık evlerde geniş ailelerle birlikte yaşayan öğrenciler” için bu sürecin daha zor olacağı paylaşılıyor.KÖY OKULLARINDA ERİŞİMSalgınla birlikte uzaktan eğitim sürecine geçilmesi, internete erişemeyen çocukların eğitimin dışında kalmasına yol açtı. Köy okullarında öğrenim gören öğrenciler de bu durumdan etkilendi. Öğrencilere ulaşabilmek ve öğrencilerin öğrenmelerini destekleyebilmek için bireysel inisiyatif ve çaba gösteren öğretmenler, bire bir telefon görüşmeleri yaptıklarını, WhatsApp kanalıyla sesli ve yazılı konu anlatımları ile ödevler paylaştıklarını aktarıyor. Köy okullarında öğrenim gören öğrencilerin salgın öncesinde de çocuk işçiliği sorunuyla karşılaşması ve pandemi sırasında okulların kapatılmasıyla birlikte sorunun artması ise bir diğer değerlendirme olarak karşımıza çıkıyor. Özel önlem gerektiren diğer gruplarda olduğu gibi, köy okullarında öğrenim gören öğrencilerin de pandemi döneminde sosyal ve duygusal gelişiminin desteklenmesine ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor.EŞİTLİK ANALİZİRapordaki “Eşitlik Analizi” çalışmasından bulgular: - Bağlantı, cihazlara erişim ve EBA online sistemine erişim konusunda yoksulluk seviyeleri arasında büyük farklılıklar bulunuyor. - Kaynağa bağlı olarak hanelerin erişimi yüzde 68 ile yüzde 88 arasında değişmesine rağmen internet erişimi okul çağındaki çocukların bulunduğu yoksul hanelerde hâlâ düşük (yüzde 39), 3 veya daha fazla çocuğun bulunduğu hanelerde ise daha da düşük. - Sonuçlar bölgesel yoksulluk dilimlerine göre incelendiğinde EBA’ya erişim seviyelerinde eşitsizlik bulunduğu görülüyor. - Özellikle büyük ve/veya düşük gelirli ailelerde bulunan kız öğrencilerden daha fazla ev işi yapması beklendiğinden kız öğrenciler, erkek öğrencilerden daha fazla ev işi yapması beklendiğinden erkek öğrencilere kıyasla daha fazla dezavantajlı olabilir. - Pandemi nedeniyle uzaktan eğitim sürecinin başlaması, özel önlem gerektiren diğer toplumsal gruplar gibi geçici koruma altındaki Suriyeli öğrencilerin de eğitime erişimlerini ve eğitimlerini sürdürmelerini zorlaştırdı.SURİYELİ ÇOCUKLARPandemi nedeniyle uzaktan eğitim sürecinin başlaması, özel önlem gerektiren diğer toplumsal gruplar gibi geçici koruma altındaki Suriyeli öğrencilerin de eğitime erişimlerini ve eğitimlerini sürdürmelerini zorlaştırdı.ROMAN ÖĞRENCİLERSıfır Ayrımcılık Derneği tarafından yürütülen çalışmaya göre kentlerde yaşayan Roman öğrencilerin çoğunluğu, okuma ve yazma öğrendikten sonra ilkokul 3. sınıfın ardından eğitimi terk ediyor ve ailelerinin ekonomik faaliyetlerine destek olmak amacıyla çalışmaya başlıyor.EĞİTİME ERİŞİM İÇİN ÖZEL ÖNLEM GEREKENLER- Özel gereksinimli çocuklar, - Geçici koruma altındaki çocuklar, - Çalışan çocuklar, - Mevsimlik tarım işçisi ailelerin çocukları, - Roman çocuklar, - Köy okullarında öğrenim gören çocuklar, - Azınlık okullarında öğrenim gören çocuklar.ÖZEL EĞİTİMDEKİ SIKINTILARÖzel eğitim hizmetlerinden yararlanan öğrencilere ilişkin MEB istatistiklerine bakıldığında ortaöğretim kademesine kadar bir artış olduğu, ancak ortaöğretime geçişle birlikte öğrenci sayısının azaldığı dikkat çekiyor. Erkek çocukların eğitime erişiminin kız çocuklarından fazla olması, özel gereksinimli çocuklara yönelik özel önlemlerin kız çocukların eğitimini sürdürebilmesini de kapsayacak şekilde planlanması gerektiğini gösteriyor. Figen Atalay




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter