Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Sunday, 05.18.2025, 01:24 PM (GMT)

News - Haberler

10 maddede dijital kültür

10 maddede dijital kültür 20. yüzyılın en iyi algoritmaları*  Monte-Carlo Metodu (Von Neuman, 1946) Simpleks Metodu (G. Dantzig, 1947) Krylov Alt-Uzay İterasyon Metodları (Hestenes, Steifel, Lanczos, 1950) Matriz Hesaplamalarına Ayrıştırmacı Yaklaşım (Householder, 1951) Fortran (Optimize Edici) Derleyici (Backus, 1957) QR Algoritması (Francis, 1959) Quicksort Sıralama Algoritması (Hoare, 1962) Hızlı Fourier Dönüşümü (Cooley, Tukey, 1965) Tamsayı İlişki Tespit Algoritması (Ferguson, Forcade, 1977) Hızlı Çok-Kutup Algoritması (Greengard, Rokhlin, 1987)Kaynak: Computing in Science & Engineering (CiSE) Dergisi*Algoritma: Bir problemi çözmek için tasarlanan yol. Tanol Türkoğlu

Koronavirüs salgınında mağdur olan yurttaşlara devlet desteği sağlanmazken yandaşlar korundu

Koronavirüs salgınında mağdur olan yurttaşlara devlet desteği sağlanmazken yandaşlar korundu Kütahya, Afyon ve Uşak illerine hizmet vermek üzere YİD modeli ile yaptırılan Zafer Havalimanı için verilen garanti gereği 2044 yılına kadar ödeme yapılacak. Kütahya, Afyon ve Uşak illerinin nüfusu kadar yolcu sayısı garantisi verilen ve yap işlet devret (YİD) modeli ile yapılan Zafer Havalimanı’na 6 milyon Avro’yu aşan garanti ödemesinin salgın nedeniyle ertelenmesi önerisi AKP’liler tarafından reddedildi. Erteleme önerisinine tepki gösteren CHP milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, havalimanının kamuya ağır yük getirdiğini söyledi.Kütahya, Afyon ve Uşak illerine hizmet vermek üzere yap-işlet-devret (YİD) modeli ile yaptırılan Zafer Havalimanı için devletin verdiği yolcu garantisinin söz verilenin çok altında kaldığı ortaya çıkmıştı. Havalimanı işleten şirkete yolcu başına iç hatlarda 2 Avro, dış hatlarda 10 Avro ödeniyor. 2020 yılı için iç hatlardaki 501 bin 706 yolcu garanti edilmişti. Bu rakam 4 bin 945’te kaldı. Dış hatlarda ise 351 bin 194 yolcu garantisi verilmişti. Bu rakam da 2 bin 484 kişiyi geçemedi. Yani toplam 1 milyon 279 bin 352 yolcu garantisine karşılık sadece 7 bin 429 yolcu havalimanını kullandı. İşletme süresi 29 yıl 11 ay olan havalimanı için uçmayan yolcular nedeniyle 21 Mart 2044’e kadar para ödenecek. AYRINTILARI GİZLEDİLERTBMM KİT Komisyonu üyesi CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) başvurarak söz konusu havalimanını işletmekte olan şirket ile Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) Genel Müdürlüğü arasında yapılan sözleşmede mücbir sebeple ilgili bir maddenin yer alıp almadığını sordu. Yavuzyılmaz’a gelen yanıtta mücbir sebeplere ilişkin bir maddenin yer aldığı belirtildi ancak sözleşme ayrıntıları “bilgilerin saklı tutulması hükmü” çerçevesinde paylaşılmadı. Bunun üzerine KİT Komisyonu üyesi CHP’li milletvekilleri, komisyon başkanlığına bir önerge verdi. CHP’liler, sözleşmedeki “mücbir sebepler gereği” koronavirüs salgınının göz önünde bulundurularak 2020 yılında garanti edilen yolcular için ödenmesi gereken toplam 6 milyon 738 bin 310 Avro’nun 2044 yılı sonrasına ertelenmesi ya da borcun silinmesinin DHMİ’ye önerilmesini istedi. Önerge, AKP’li milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.‘KAMU ZARARI’CHP’li Yavuzyılmaz, “‘Yıl 2020, Hazine’nin görevli şirkete garanti ettiği yolcu sayısı 1 milyon 279 bin 352, gerçekleşen yolcu sayısıysa sadece 7 bin 429. AKP’nin hata payı yüzde 99. AKP’liler diyor ki, ‘2020 yılında koronavirüs vardı, o yüzden böyle oldu’. Ama gerçek bu değil. 2020 yılı öncesinde durum farklı değil. Bu hata payıyla devam ederse, havalimanına neredeyse hiç uçak inmediği, kalkmadığı, yolcusu bulunmadığı halde 2044 yılına kadar şirketin kasasına 208 milyon Avro tutarında Hazine garantili para girecek. Zafer Havalimanı bütünüyle kamu zararıdır. Bu soyguna dur demek için bu sözleşmeyi yapan yetkililerle ilgili suç duyurusunda bulundum” dedi. Hazal Ocak

CHP’li AytuğAtıcı,‘direnişin’kitabınıyazdı

CHP’li Aytuğ Atıcı, ‘direnişin’ kitabını yazdı Olağanüstü Hal (OHAL) sürecinde iki yıl sakal uzatma eylemi yapan CHP’li Aytuğ Atıcı, yaşanan süreci ve eylemini kaleme alarak “Sakal Bir Direniş Sembolü” kitabını yazdı. FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişiminin ertesi günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Bu darbe bize Allah’ın bir lütfudur” dediğini anımsatan Atıcı, “Bu işin temel noktası budur. Gördük ki darbeyi bahane ederek OHAL ile bütün diktatoryal heveslerini aldılar ve hâlâ bunu kullanıyorlar. AKP’nin kanunlaştırdığı yetkiler ve uygulamalar hâlâ hayatımızda” dedi. Eski CHP Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın OHAL sürecini protesto etmek için uzattığı sakalını ve eylemini konu alan “Sakal, Bir Direniş Sembolü” adlı kitabı Sarmal Kitabevi’nden çıktı. Parlamento tarihinin en uzun protestosu olan sakal eyleminin uluslararası boyutta ses getirdiğini aktaran Atıcı, “Darbe girişiminin ardından 2-3 gün içinde OHAL ilan edileceği kulislerde konuşulmaya başlandı. Biz de darbenin arkasından hangi tarikat ve grupların olduğunu devletin bildiğini bunları ayıklamanın zor olmadığını söyledik.  ‘Biz OHAL ile 3 ayda hızlıca bu işi bitireceğiz’ denildi. Ama darbeden 5 gün sonra sivil darbe ortaya çıktı. Ben de 20 Temmuz 2016 yılında protesto amaçlı sakal bıraktım” dedi.  ‘UNUTURULMAMALI’2016 yılında ilan edilen OHAL’in 2018 yılında seçim vaadi olarak kaldırıldığına dikkat çeken Atıcı, “Ancak uygulama o kadar hoşlarına gitti ki bu seferinde günümüze kadar OHAL’i sürekli kılacak düzenlemeler yapıldı. Valilikler OHAL’den kalan yetkileri hâlâ kullanıyor. Anayasaya göre OHAL ilan edilebilir. Ama kontrol altına alınan bir darbe için OHAL’in bu kadar uzun süreli kullanılması ne kadar doğruydu?” ifadelerini kullandı. OHAL sürecinde çıkarılan bütün kanunların FETÖ ile mücadele konusunda olması gerektiğini kaydeden Aytuğ Atıcı, “OHAL kararnamesi ile kış lastiği uygulamasını getirdiler. Televizyondaki evlilik programlarını kaldırırken, üniversitelerdeki rektör seçimlerini iptal ettiler. OHAL’in verdiği yetki ile Kanun Hükmünde Kararname çıkararak bunları uygulamaya soktular. Anayasaya aykırı olarak böyle birçok kanun çıkarıldı. Karşımızdaki zihniyet darbe sonrası sırtını OHAL’e yaslayan bir zihniyet. Demokrasinin yanında olmak zorundayız. OHAL pek çok insanı perişan etti. FETÖ karşıtı insanlar bile işlerinden ihraç edildi. Suçsuzluğu kanıtlanan birçok kişi hâlâ işlerine iade edilmiş değil. OHAL döneminde yaşadıklarımız unutulmamalı. Unutturmamalıyız” diye konuştu.  Leyla Kılıç

CHP’li Emir’den yasa teklifi: Binalar bedelsiz cemevlerine verilsin

CHP’li Emir’den yasa teklifi: Binalar bedelsiz cemevlerine verilsin CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Büyükşehir Belediye Yasası kapsamında köylerin mahalleye dönüştürülmesi sonucu cemevlerinde yaşanan mülkiyet hakkı sorununun çözümü için TBMM’ye yasa teklifi sundu. Teklifle, büyükşehirlerde mülkiyet hakkı köy muhtarlıklarından belediye başkanlıklarına geçen cemevi binalarının kullanım hakkının bedelsiz olarak cemevi derneklerine verilmesi öngörüldü. Emir, yapıyı kira verme keyfiyetinin ilçe belediyesinde bulunmasının hukuki sorunlara yol açabileceğini vurguladı.‘AİHM KARARI VAR’Emir, teklifin gerekçesinde şunları belirtti: “Başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak üzere CHP’li belediyeler üzerine düşeni yaparak, cemevlerinin imar planlarına ibadethane olarak işlenmesine karar verdi. AİHM de 2014’te, cemevlerinin ibadet yeri sayılması ve ibadet yerlerine tanınan haklardan yararlanması konusunda bir karar verdi. 6360 sayılı yasa çıktıktan sonra, köy muhtarlığında bulunan yapıların mülkiyet hakkı ilçe belediye başkanlıklarına geçti. İlgili dernekler, yapıyı kullanabilmeleri için ilçe belediyelerine başvurarak, kiralama yoluna gitmek zorunda kalıyor.” Erdem Sevgi

Dışİlişkiler Konseyi, "Modernİpek Yolu 'Bir Kuşak Bir Yol’stratejik konularda ciddi bir meydan okuma"

Dış İlişkiler Konseyi, "Modern İpek Yolu 'Bir Kuşak Bir Yol’ stratejik konularda ciddi bir meydan okuma" Dış İlişkiler Konseyi (CFR), Çin’in modern İpek Yolu olarak da tanımlanan “Bir Kuşak Bir Yol Projesi”ne ilişkin hazırladığı raporunda, “‘Bir Kuşak Bir Yol’ girişimi, ABD’nin ekonomik, siyasi, iklim değişikliği ve küresel sağlık çıkarları için ciddi bir meydan okuma teşkil ediyor” yorumunu yaptı. Raporda, Çin’in projesine alternatif olmaya yönelik ekonomik öneriler sıralandı. Çin’in projesini ve CFR’nin raporunu değerlendiren emekli Tuğgeneral Nejat Eslen ise “Kuşak Yol inisiyatifi dünyanın kaderini belirleyecektir. ABD bu mega projeyi engelleyemezse Çin, küresel liderliğe ulaşacaktır. Bunun yanında Rusya ve Çin yakınlaşması gelişir ve ABD’nin baskısı artarsa, bir tarafta ABD liderliğinde Atlantik yapısı diğer tarafta Rusya-Çin bloku şeklinde iki kutuplu bir dünya düzenine dönülür. Bu da yeniden bir ‘Soğuk Savaş’ düzeni oluşturabilir” dedi. Dünyada iki faktörlü bir küresel güç mücadelesi olduğunu belirten Eslen, Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, “Bunlardan biri düşüşteki ABD, ikincisi de yükselişteki Çin. Aralarında çok ciddi bir rekabet var. Üçüncü aktör de Rusya. Ben günümüzde 2.5 kutuplu bir dünya olduğunu söylüyorum. Yani iki küresel güç Amerika ve Çin ile kıtasal güç Rusya” dedi. Eslen, “ABD’nin amacı 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurumlarıyla, kurallarıyla kurduğu dünya düzenini sürdürmek ve küresel liderliğini devam ettirmek. Bunlar nelerdi? Birleşmiş Milletler, NATO, Dünya Bankası...” ifadelerini kullandı. ‘ÇİN ASKERİ GÜCÜNÜ GELİŞTİRİYOR’Şimdi ABD’nin kurduğu bu düzenin bozulmaya başladığına dikkat çeken Eslen, “ABD savaş sonrası dünyadaki üretimin yarısını gerçekleştiriyordu. Bu şimdi yüzde 20’lere düştü. Ama 1978’den sonra yaptığı atılımlarla Çin hızla büyüdü ve üretimde ABD’yi geçti. Ayrıca Çin askeri gücünü geliştiriyor. ABD’nin kurduğu liberal düzen artık Çin’in lehine çalışıyor. ABD giderek tüketim toplumuna dönerken, Çin küresel üretim yeri haline geldi” diye konuştu.‘BAŞARI KUŞAK YOL’A BAĞLI’ABD’nin küresel liderliğini sürdürebilmesi için Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol Projesi”ni engellemesi gerektiğine atıfta bulunan Eslen, “ABD, Avrasya’daki hâkimiyetini önce askeri güçle sonra ‘Arap Baharı’ rejim değişiklikleriyle gerçekleştirmeye çalışırken, Çin mega bir proje başlattı. Karayolları, demiryolları, optik sistemler, limanlar gibi yatırımlarla alanını genişletmeye başladı. Avrasya Yatırım Bankası’nı kurdu. Buradan ülkelere krediler veriyor ve yatırım yapıyor” değerlendirmesini yaptı. Eslen, şunları kaydetti: “ABD’nin strateji üretim merkezleri ‘Ortadoğu’da yatırım yapalım. Ekonomiyi canlandıralım’ diyorlar. Burada Çin’in ‘Kuşak Yol’ inisiyatifine karşı bir hamle yapmak istiyor gibiler ama çok geç kaldılar. Aynı zamanda Çin’in hazinesi para dolu. ABD ise borç içinde bir ülke. Çin’in başarısı ‘Kuşak Yol’ inisiyatifinin başarısına bağlı. ABD’nin de mevcut düzeni sürdürmesi bu projeyi engellemesine bağlı.”‘ÇIKAR DOĞU EKSENİNDE’“Kuşak Yolu hem Türkiye hem Çin için önemli” diyen Eslen, Türkiye’nin en çok değer vermesi gereken jeopolitik eksen, doğu eksenidir” dedi. Türkiye’nin AKP yönetiminde güneye yöneldiğini ve “başarısız olduğunu” ifade eden Eslen, “CFR’nin yazdığı geç kalmış tedbirlerdir” yorumunu yaptı.Eslen, “ABD’nin pandemiyi Çin’e karşı kullanamayacağını” sözlerine ekledi. Sarp Sağkal

8 Mart'ta gösteri ve eylemlere katılan yurttaşlar hakim karşısınaçıktı

8 Mart'ta gösteri ve eylemlere katılan yurttaşlar hakim karşısına çıktı Cumhurbaşkanı’na hakaretten haklarında soruşturma açılan ve hâkim karşısına çıkarılan on binlerce kişinin arasına 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde zıplayan kadınlar da katıldı. Son yıllarda özellikle sosyal medya paylaşımları nedeniyle gündeme gelen “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlaması artık hayatın her alanında karşımıza çıkıyor. Televizyon ekranlarında görüşlerini dile getiren sanatçılar Metin Akpınar ve Müjdat Gezen, çay bahçesinde sohbet ederken yan masada oturanlar tarafından ihbar edilenler, kavga ettiği eşi tarafından şikâyet edilenler Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturma geçirip hâkim karşısına çıktılar. Bu suçlamaya en son maruz kalanlar 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde zıplayan kadınlar oldu.Eylemde gözaltına alınan Çiçek Yaman, hukukçular Köksal Bayraktar ve Celal Ülgen, Cumhurbaşkanına hakaret suçunu gazetemize değerlendi. ‘ERDOĞAN OLMAK İSTEMEMEK BİLE SUÇ’- ÇİÇEK YAMAN: Cumhurbaşkanına hakaret suçu aslında Türkiye’de siyasal iktidarın hoşuna gitmeyen insanları bir biçimiyle devlet şiddetine maruz bırakmak için kullanılan bir kılıfa dönüştü. Bu dosyada da suçlama tam olarak şöyle geçiyor: “8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde kitlenin, ‘Zıpla zıpla, zıplamayan Tayyip’tir!’ sloganı eşliğinde ritmik bir biçimde zıplaması.” Düşünün ki şu an bu ülkede Recep Tayyip Erdoğan olmak istememek bile suç. Hadi böyle bir şey yaptınız, ritme uygun zıplamak nasıl suç gerekçesi olabilir? Ortada bir suç falan da yok, bu durumun tamamı kadınlara gözdağı verme çabası. ‘Siz mücadelenizde ısrarcı olmaya devam ederseniz evlerinize kadar girer size rahat vermeyiz’ demeye çalışıyorlar. ‘CUMHURBAŞKANI’NA HAKARET’ SUÇU YOK- KÖKSAL BAYRAKTAR: Cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor, TBMM’de güvenoyu alamıyor, dilediği konuda kararname çıkarıyor. Eski anayasada var olan ‘Cumhurbaşkanı’nın partisi ile ilişiği kesilir’ şeklindeki cümle çıkarılmıştır. Cumhurbaşkanımız parti başkanıdır şu anda. Karşısına muhalefet organlarını alıyor. Siyasi hak yönünden irdelememiz lazım. Bu nedenle “cumhurbaşkanına hakaret” basit bir vatandaşa hakaret gibi mütalaa edilmelidir. 11 ülkenin ceza kanununda doğrudan doğruya “cumhurbaşkanına hakaret” suçu yok. Türkiye’de neden insan hakları bu kadar yargının önüne düşürülüyor? AİHM’nin bu konudaki kararları daha da ilginçtir. AİHM, 14 Mart 2013 tarihinde verdiği Hervé Eon Fransa kararında, Sarkozy’ye karşı sövgü niteliğindeki sözleri düşünce özgürlüğü içinde mütalaa etmiş ve suç bulmamıştır. Karara konu olayda, Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Laval’e yaptığı bir ziyarette gösteri yapan kalabalık içindeki bir kişinin havaya kaldırarak tuttuğu afişte yazılı “Defol git zavallı aptal”, “Defol salak herif” anlamlarına gelen cümlelerden ötürü Fransa’da verilen mahkûmiyet kararını, AİHM hak ihlali olarak nitelemiştir. YARGIYI KOMİK DURUMA DÜŞÜRÜYORLAR- CELAL ÜLGEN: Zıplayan kadınların “cumhurbaşkanına hakaret” ettikleri gerekçesi ile gözaltına alınmaları trajikomik bir olaydır. Buna gülüp geçiyoruz ama kimse yargıyı bu kadar komik duruma düşürme hakkına sahip değildir. Cumhurbaşkanı için mizah yoluyla yapılmış hafif sayılacak bir eleştirinin hakaret kapsamında soruşturmaya, gözaltına ve hatta tutuklamaya kadar götürülmesi nasıl bir hukuk reformu öngörüldüğünün açıkça anlatılmasıdır. Siyasetçilere yapılan eleştirileri hakaret nedeniyle baskı altına almaya kalkmak, demokratik bir toplum üzerinde “düşünmeye ve düşünmeyi açıklama özgürlüğüne caydırıcı” bir etki yapar, ifade özgürlüğünün kullanılmasına karşı “soğutma efekti” yaratmasına neden olur. Yani eleştiriye, hatta siyasetçiye hakarete karşı yaptırım uygulanması ifade özgürlüğünün önünde otosansürü tetikleyen bir işlev görür ki bu demokrasiyi yok eder. 5 YILDA 128 BİN 872 KİŞİ“Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçunun düzenlendiği Türk Ceza Kanunu’nun 299’uncu maddesi kapsamında 2014-2019 arası dönemde 128 bin 872 kişi hakkında soruşturma yürütüldü, 27 bin 717 kamu davası açıldı. Toplam 903 çocuğun yargılandığı bu davalarda 9 bin 556 kişi hakkında çeşitli mahkûmiyet kararları verildi.  2019 yılından sonra da binlerce kişi bu suçtan ya yargılanıyor ya da mahkûm oldu.  Zehra Özdilek

Kadıköy’de okullarıbaşka bir liseyle birleştirildiği için norm fazlasıolan 12öğretmen dava açtı

Kadıköy’de okulları başka bir liseyle birleştirildiği için norm fazlası olan 12 öğretmen dava açtı İstanbul Kadıköy’de bulunan Muhsin Adil Binal Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin kapatılmasıyla norm fazlası durumuna düşürülen 12 öğretmenin adalet arayışı sürüyor. Kadıköy’deki Muhsin Adil Binal Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi binasına deprem analizi yapılacağı gerekçesiyle yaklaşık 2 sene önce yıkım kararı verildi. Kademeli olarak kapatılması kararı verilen Muhsin Adil Binal Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ndeki öğretmen ve öğrenciler, Kadıköy Mesleki ve Teknik Anadolu Kız Lisesi’ne misafir olarak gönderildi. Ancak okul, kademeli olarak kapatılmayarak Kadıköy Mesleki ve Teknik Anadolu Kız Lisesi’yle birleştirildi. Okulları başka bir liseyle birleşen 12 öğretmen ise norm fazlası çıkarıldı. Haklarını isteyen öğretmenler, sürece tepki göstererek İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne dava açtı. İki öğretmen açtıkları davayı kazandı. Davalarını kaybeden ya da yeni dava açan öğretmenler ise kazanan öğretmenleri emsal göstererek üst mahkemeye başvurdu. ‘İMAM HATİPLERE TEŞVİK ETMEYE ÇALIŞIYORLAR’Eğitim-Sen İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Çayan Çalık, Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada “Hukuki süreci kazanan iki arkadaşımızın yanında diğer arkadaşlarda davalarını sürdürüyor. Eğitim-Sen olarak biz de İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne, herhangi bir mahkeme kararına bağlı kalmaksızın mağduriyetin sonlanması için yazı gönderdik. Bize gelen cevapta mahkeme kararı dışında yapabilecekleri bir şey olmadığını belirttiler. Okulu kademeli olarak kapatmak yerine bütünüyle kapattılar. Bu süreçte öğrencilerimiz ve öğretmenlerimiz mağduriyet yaşadılar. Kamu, öğrencilerimiz ve öğretmenlerimizin yararının gözetilmesi gerekiyor” dedi. Okul değiştiren öğrencilerin de mağdur edildiğini kaydeden Çalık, “Okul binasının bu şekilde gözden çıkarılması doğru bir adım olmadı. Kalabalık sınıfların engellenmesi gerekiyor. Milli Eğitim’in; öğrencilerin, öğretmenlerin ve kamunun lehine imza atmasını bekliyoruz. Bu tür okulları kapatarak imam hatip liselerini teşvik etmeye çalıştıklarını görüyoruz” ifadelerini kullandı. Öte yandan okulun yeniden yapılması için bir hayırsever tarafından 3,5 milyon TL bağış yapıldığı, ilçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün kayıtlarında bulunduğu ileri sürülen bağışın akıbetine ilişkin müfettişlerinin soruşturma yürüttüğü öğrenildi. İlayda Kaya

Prof. Dr. Sencer Ayata, "İdeoloji, otoriterleşmeninönemli bir aracıhaline geldi"

Prof. Dr. Sencer Ayata, "İdeoloji, otoriterleşmenin önemli bir aracı haline geldi" Prof. Dr. Sencer Ayata ile kongresini gerçekleştiren ve kritik dönemeç 2023 için iktidar hedefi olan Cumhur İttifakı'nın ortağı AKP'nin vizyonunu ve izlediği stratejiyi konuştuk. NEDEN PROF. DR. SENCER AYATA? ODTÜ Sosyal Bilimler Bölümü’nü bitirdi. Doktorasını University of Kent at Canterbury’de sosyoloji ve sosyal antropoloji alanında tamamladı. ODTÜ Sosyoloji Bölüm Başkanlığı yaptı. Harvard, Oxford ile Wissenschaftszentrum Berlin für Sozialforschung’da öğretim üyeliği görevlerinde bulundu. 24. Dönemde Ankara milletvekilli seçildi. CHP Parti Meclisi Üyeliği, Genel Başkan Yardımcılığı ve Araştırma, Bilim ve Yönetim Platformu Başkanlığı yaptı. AKP kongresinde 2023 vizyonu açıklanınca, bize de sosyoloji profesörü Sencer Ayata’yla bu vizyonun satır aralarını okumak, şifrelerini sormak kaldı. GEÇMİŞ VAR, GELECEK YOK- Bir AKP kongresi daha izledik. Mesajlar beklentiyi karşıladı mı, hayal kırıklığı mı yarattı?Siyasette en önemli konulardan biri, seçmen nezdinde beklenti ayarını iyi yapmaktır. Öncesinde ‘2023 Vizyonu’ diye çok büyüttüler. Vizyon gelecekle ilgilidir. Oysa bu kongrede geleceğe dönük bir-iki alan dışında hemen hiçbir mesaj yoktu. Tam tersine geçmişteki söylem ve icraata dönük bir kongre konuşmasıydı. Beklenti, gerçekçi olmasa da yüksek bir yaşam kalitesi, mutluluk, refah ve vaadi, daha da önemlisi bilim, teknoloji, yaratıcılık temelli bir bilgi toplumu ütopyası sunulmasıydı. Aslında son zamanlarda iktidar partisi bu tür bir makyajı sıkça yapmaya başlamıştı.- Açar mısınız?Uzay, petrol, artık dünyada geri bir teknoloji de olsa otomobil sanayii, ileri teknolojiye dayalı yerli savunma sanayii, drone’lar gibi örneklere yenileri eklenecek yönünde bir beklenti vardı. Dolayısıyla gelecek boyutu yoktu. Tersine altı kuvvetle çizilen geçmiş boyutuydu ki ben bu geçmişi iki açıdan okudum. Birincisi icraat, “Bakın biz 20 senede ne kadar ilerledik” mesajı verildi. Türkiye’de son 20 senede fiziki altyapı yatırımlarında, bazı alanlarda üretimde, kamu harcamalarında elbet artışlar oldu. Ama yirmi sene bu, pek iyi diğer ülkelerde ne oldu? En iyi ölçü kişi başına düşen gelir. Türkiye’nin geliri 9 bin dolarda kaldı. İçeriye “muazzam bir ilerleme sağladık” deniyor. Ben üç benzer ülkeye baktım. Birincisi, Kore’de bu süre içinde kişi başına düşen gelir 40 bin dolara çıkmış. Latin Amerika’da, Şili de bizimle aynı yerden başlamış ama 24 bin dolara ulaşmış. Bir de Müslüman ülke olsun dedim, Malezya 30 bin dolara yükselmiş.- Yani?Demek siyasi iktidar içe dönük bir hikâye anlatıyor. Oysa birçok ülkeye göre yavaş ilerleme hatta göreli bir gerileme var. O nedenle “Geçmişe bakın, geleceğimizin garantisidir” iddiası inandırıcı olmaktan uzaktır. İşin şu yönü de var. Türkiye son yirmi yılda hukuk, şeffaflık, eğitim, demokrasi, hatta mutluluk gibi birçok alanda dünya sıralamalarının alt basamaklarına düştü. Ayrıca AKP öncesini bilmeyen, bu dünyanın içine doğan kimseler şu anda 35 yaşında. Siz 50-60 yaş grubuna “bakın ilerledik” dediğinizde onlar bir şeyler görebilir ama gençlere söylediğinizde bir karşılığı yoktur. Tüm bunlara demokrasiden uzaklaşmayı, yaşanan ekonomik ve kurumsal çöküntüyü eklediğimizde icraatın imrenilecek pek de bir şeyi kalmıyor. Geçmişe ilişkin daha da çarpıcı olan: “Geçmiş bizim hafızamızda mevcut. Hafızamız şanlı tarihimiz. Geçmişte geleceğe ilişkin her şey var” yönündeki sözler.- Hafızamızdaki “şanlı tarih”e atıfta bulunduklarında nereye bakmamız gerekiyor?Tabii, bu hafızadan birçok şey anlaşılabiliyor. Kanımca bizim şanlı tarihimiz anlayışının temelinde ‘Din-ü devlet’ anlayışı yatıyor. Din devlet, devlet din için vardır… Bu tarımsal toplumlarda özellikle Müslüman toplumlarda yaygın olan bir yönetim anlayışı. Bugün Selçuklu ve Osmanlı’nın işte bu din-ü devlet anlayışı ile yükseldiği ve dünya imparatorlukları kurduğu vurgulanıyor. Fikir yeni değil ama siyasi iktidar o gelenekten sapmanın yanlış olduğunu, 200 yıldır yaşanan sorunların temelinde bu anlayıştan uzaklaşmanın yattığını vurguluyor.- Milli - muhafazakâr tonun arttığını konuşmanın hangi bölümünden okudunuz?Birincisi şanlı tarih mesajı verilen başlangıç bölümü. Orada geleneğimizin milli-dini boyutları vurgulandı. Eskiden olduğu sadece Osmanlı değil, Türk ve İslamı birlikte ele alan Malazgirt ve Büyük Selçuklu vurgusu… MHP ittifakından sonra bu vurgu arttı. İkinci bölüm ise sonuçtaki eğitim, aile ve kültür boyutuydu. Dikkat ettiğim ifadeye gelince; “medeniyet nöbeti”ydi. Bence anahtar bir kavramdı.- ‘Medeniyet nöbeti’nden kastı neydi?Bunun açıklaması konuşmanın içinde de var: “200 yıldır bocalamamızın başlıca nedeni modernleşme adı altında Batı’yı taklit etme”. Konuşmada bu olumsuz gidişe karşı Menderes gibi direnenlerin olduğu ve kendi iktidarları ile birlikte artık bu yoldan çıkıldığı ifade edildi. Cumhuriyetin getirdiği medeniyet anlayışı aydınlanma felsefesini esas alıyordu. Türkiye’nin akla, bilime, insana ve ilerleme fikrine sahip çıkarak toplumun kalkınmasını, refahını, mutluluğunu sağlamayı öngörüyordu. Tabii bir de bunların gerçekleşmesini sağlayacak bir kurumsal altyapı. Bakın Atatürk, “Batı uygarlığı” değil “evrensel uygarlık” üzerinde durdu. Bu yeni zihniyetin insanın ürünü olduğu ve her ulusun buna katkı yaptığını ve yapacağını vurguladı. Bu yapı haliyle din-ü devlet anlayışından farklı yönetim anlayışı demekti. Eski geleneğin dinle siyaseti iç içe geçirerek hem siyasete, hem dine zarar verdiğini savundu.- O halde ‘medeniyet nöbeti’nden anladığımız ‘din ve millete dayalı uygarlık arayışına dönmek’, öyle mi?Geleneksel toplumun temel değerleri, zihniyeti ve kurumlarına dayanan bir medeniyet anlayışı, yine esas alalım düşüncesi. Burada aslında hem MHP’nin yerli ve milli hem de AKP’nin dini muhafazakâr tabanına gönderme var.- Erdoğan konuşmasında ailenin korunmasına vurgu yaptı örneğin... Bu konuda yeteri başarıyı sağlayamadıklarını söyledi. “Çekirdek aileden bireye doğru yönlendirilen bir kültür iklimi”nin etrafı kuşatmaya başlamasından yakındı. Evlilik yaşının yükselmesine tepki gösterdi. Mesajın adresi?Zaten konuşmanın kalbi bu ama fikirler yeni mi, hayır… Fikirler, Türkiye’de muhafazakâr düşünce geleneğinin, İslami geleneğin en az 100 yıldır tekrarladığı görüşler. Buradaki korkunun temelinde ailenin parçalanması var. İki boyuttan söz edebiliriz. Biri doğrudan doğruya ailenin içine yönelik, yani kadın-erkek eşitliğine ilişkin boyut. Evlenme yaşı yükselince kadın daha az çocuk yapıyor. Dışarıda çalışıyor. Kadın bireyselleşiyor. Babanın otoritesi sarsılıyor, geleneksel kadın ve erkek rolleri aşınıyor. Ama evdeki temel rolü de aksadığı için, başıboş kalan çocuğun sosyalizasyonu okula, sokağa, medyaya vesaire kayıyor. Aile çocuğa geleneksel değerleri aktaramıyor. Yani hem kadın, hem de yeni kuşaklar bireyselleşmesi geçimsizlik, boşanma derken ailenin parçalanmasına neden oluyor.- Konuşmada ‘parçalanma’ olarak tarif edilen iki nokta…Evet… Zaten İstanbul Sözleşmesi eleştirisinin özünde de bu iddia var. Konuşmanın diğer dikkat çeken boyutu eğitim sistemi ile ilgili. Eğitim sistemi “nefis” ve zekâ üzerine kurulu. “Nefis”, yani “ego”. İştah, arzu, çıkara göre davranan açgözlü bir birey. Egoist, bencil bir birey. Bu kuşkusuz olumlu bir birey tarifi değil. İşte bu olumsuz gidişi önlemenin yolu “ilmi” ve hikmeti öne çıkaran bir “kalbi eğitim” sistemine geçiş. Pratikte bunun karşılığı daha çok din ve ahlak dersleri ve bu değerleri aktaracak kadrolar. Vakıflara verilen “değer eğitimleri” bunun parçası. Tamam da bu çıkarcı birey tipi yani “malı götüren” tabir edilen, en çok son yirmi yılda çoğalmadı mı? Bugün AKP’nin kendi içindeki İslami entelektüellerden, kanaatkâr muhafazakârlardan parti merkezine yöneltilen eleştirilerin en büyük hedefi, son yirmi yılda artan yozlaşma. Örneğin geleneksel köy toplumunda ailenin temel değerlere uygun hareket edip etmediği imam, ileri gelenler, konu komşu vasıtasıyla sürekli denetlenir. Aile de kendi fertlerini denetler, kadının, çocuğun köy cemaatinin istediği gibi davranmasını sağlamaya çalışır. Şehirde karşılığı mahalle, bugün “mahalle baskısı” dediğimiz. Ama bu durum ancak geleneğin çok güçlü olduğu yerlerde sağlanır. Bir bakıma 300 yıllık modernleşme tarihi, bireyin bu köy, mahalle, devlet baskısına karşı güçlenmesi yani özgürleşmesi demek. Bugün gelinen noktada rahatsızlık yaratan da özellikle bu özgürleşme süreci. Özellikle de gençlerin ve kadınların.- Anlattıklarınızdan  kongrede ideolojik yol haritasının çok net ifade edildiğini anlıyorum. Ben de net olarak sorayım: 200 yıl öncesine dönmeye yönelik bir mesaj mı verildi?AKP’nin modernleşmeyi bu geleneksel zihniyet, bu ataerkil ilişkiler ve değerler çerçevesinde gerçekleştirme iddiası var. Okul, yol, ulaşım, kentleşme, çok turizm, fiziki modernleşme. Burada karşı çıkılan modernleşmenin hatta günümüzde sanayi ötesi toplumun getirdiği yeni değerler.- Daha çok üniversite yapmak istiyor ama anladığımız türden özgür bir üniversite değil, doğru mu algılıyorum?Şu soruyu soralım: Aktarılmıyor denilen değerleri nerede aktarabilirsiniz? Cami cemaati ancak küçük yerlerde, eski çarşılarda, koyu muhafazakâr yoksul mahallelerde var. Büyük çoğunluk bunun dışında yaşıyor. İkincisi mahalleler. Siyasi iktidar kat sayısını 20, 30, 40’a çıkardı. İnsanlar ayrılıyor, selamlaşmanın olmadığı “kim kime dum duma” köy büyüklüğünde apartmanlarda yaşıyor. Eski mahalle denetimi nasıl sağlanır? İş kalıyor okullara ve inanç örgütlerine. Siyasi iktidar buraya yükleniyor ama imam hatipler tüm desteklere rağmen toplumda talep yaratamıyor. Mesele toplumsal dinamikleri ve değişimin doğrultusunu iyi anlamak ve bunlara bakarak çıkarcı birey yerine erdemli birey yetiştirmek. Kaldı ki ben genç kuşakları hiç de denildiği gibi olumsuz görmüyorum. Aksi yani zorla istenilen kalıba sokmaya çalışmak akıntıya karşı kürek çekmek gibi. Tıpkı üç çocuk meselesi gibi. Üç çocuk denildikçe bir çocuğa inildi. İnatlaşmaktan değil değişim dinamiklerinden.- Psikoloji profesörü Allport’un çok sevdiğim bir sözü var: “Tereyağını eriten ateş, yumurtayı katılaştırır...” Kongreden çıkan sonuç kimleri eritti, kimleri katılaştırdı, diye sormak istiyorum...İlk bölümde herkese seslenildi. O yüzden eriyen ya da katılaşan yok. Ama eriyen bölüm çok açık, bugün baskıdan, dışlanmadan yakınan kesim. En net katılaşma MHP ve yüklenilen kültür misyonunu gerçekleştirmesi beklenen kesimler.- Mesaj hangi kurumlara?Başta Diyanet, imam hatip okulları, tarikatlar, cemaatler, yurtlar… diğer yandan başta AKP tüm partilerin tabanında bulunan daha koyu dindar, İslamcı seçmenler.- Bu ideolojinin karşılık bulması için otoriterlik artar mı?İdeoloji, kuşkusuz otoriterleşmenin önemli bir aracı haline geldi. Siyasi iktidarın oluşturduğu yapı rejimin otoriterleşmesini adeta zorunlu kılıyor. İyimser bakanlar kısa zamanda hayal kırıklığına uğruyor. Örneğin eylem planı, tutuklama, iddianame hazırlama süreçleri kısaltılırsa tabii ki çok iyi olur. Keyfiliği azaltır. Mağdur için çok iyidir. Ama bu tür önlemler rejimin niteliğini değiştirmek için yeterli değildir.- Otoriterleşme kaçınılmaz mı?Birincisi; siyasi iktidar, kamu kuruluşlarına sayıları milyonları bulan kendi kadrolarını yerleştirdi. Eskiler hatta dışarıda bekleyenler dışlandı. Haliyle “eğer seçim kaybedilirse makam da gidebilir” korkusu var. İkincisi; son günlerde beş müteahhitle sembolize edilen bir kamu kaynakları dağıtım sistemi var. Siyasi iktidara yakın bir sermaye kesimi birçok yerde kollanıyor. Bunlara iş yapan yüzlerce firma var, çünkü bu kimselere bakıp hepsi için yeşil sermaye demek pek doğru olmaz. Hakedişe göre bir dağıtım sistemi olsa bugün yararlananların önemli bir bölümü halihazırdaki imkânlarını kaybeder. İktidar döneminde giderek büyüyen bir “din tabakası” var. Örneğin vakıflar.. Bunlar da iktidar el değiştirirse kaynak kurur diye korkuyor. Medyası var, başkaları var. Bir zamanlar iddia şuydu: “Devlet topluma ait olmayan, topluma yabancı kesimlerin elinde. Oysa toplum biziz, onlar gidecek, biz geleceğiz, toplum gelecek. Eski ideolojinin yerine yeni ideoloji, eski elitlerine yenileri gelecek.” Burada söz konusu olan mevcut siyasi, ekonomik, kültürel elitlerin topyekûn değişimi. Giderler hepsini kaybedecek, gelenler hepsini alacak. Uzlaşma arayışı falan yok. Nitekim başkanlık sistemi bu mantık üzerine kuruldu. Bugün söz konusu olan kazanılanın kaybedilmemesi. O nedenle siyasi iktidara ve bir bakıma kongreye damgasını vuran da “tutunma stratejisi”. Buradan geriye dönme olmaz. Oy kaybı, meşruiyet kaybı sürdükçe siyasi iktidar bu yapıyı sürdürme zorundadır.- Önceki kongrelerle kıyaslarsanız, AKP’nin ruh hali belli oluyor, nereden nereye geldiği net görünüyor mu?İlçe yönetiminden bakanına, belediye başkanlarından vekillere kadrolar sürekli değişti. Ama yukarıdan değiştirme arzulanan başarıyı getirmiyor. Bakın belediyelere. Sürekli kadro değişimi heyecan da yaratmıyor. Başlangıç noktasında donanım olarak kadroların niteliği yüksek değildi ama çok yüksek bir motivasyon vardı. Yıllar içinde makam, mevki, çıkar öncelik haline gelince duygu ve bağlılık boyutu zayıfladı. Motivasyon düştü. Ehliyet, donanım bakımından da öyle. En yetenekli ve donanımlı kimseler hak ettikleri yerlere gelemiyorlar. Türkiye’nin en önde gelen bilim insanları, uzmanları, sanatçıları dışlanıyor. Diğer iktidar tüm gücü elinde topladı ama toplumda meşruiyeti, beğenilirliği artmadı, azaldı.BİREY İKİ TARAFTAN KUŞATILMAK İSTENİYOR- Yeni anayasanın şifreleri nelerdi?Anayasa özünde stratejik bir hamle. Tüm kesimlerin görüşlerini ve taleplerini dikkate alarak yeni oyun kuralları oluşturmayı amaçlayan bir girişim değil. Muhalefet, parlamenter rejimi, özgürlük ve demokrasiyi ana meselesi yaptı. İktidarın buna karşı bir diskur geliştirmesi lazımdı. Özgürlük ve demokrasi diyemiyor. Öyle olunca şöyle bir görüşün öne çıktığını görüyoruz. “Öyle bir üst kavram olsun ki Millet İttifakı’nın özgürlük ve demokrasi söylemini bastırsın.” Milletin anayasası deniyor ama öyle olması için ortada bir toplumsal sözleşme olması gerekiyor. “Başkanlık sistemi kırmızı çizgimizdir ama biz yeni sivil anayasa istiyoruz” deniliyor. Bu sivil olabilir ama millet anayasası olmaz. Çünkü öbür tarafta “Benim tercihim parlamenter sistem” diyen en az bir yüzde 50’lik kesim var. Başkanlık sistemine destek yüzde 30’lara düşmüş. Vatandaşı hiç dikkate almayacak ama toplum anayasası yapacaksınız, mümkün değil. İkinci temel defo, birey kavramının olumsuz şekilde kullanılması. Konuşmada özgürlüğe galiba yalnızca bir kez değinildi. AKP’nin temel kuruluş belgelerine baktığınız zaman “Bütün politikalarımızın merkezinde birey olacaktır” diyor. O zaman devletin üzerlerindeki baskısından rahatsızdılar. Kendilerini modern bir demokrasi söylemiyle ifade etme yoluna gittiler. Öyle olunca bireyin hak ve özgürlükleri öne çıkarıldı.- Peki, ya bugün?Devlet bugün siyasi iktidarın kontrolünde. Ama birey imza atan, itiraz eden, protestoya katılan “olumsuz bir birey”. İktidarıyla her zaman uyuşmayan birey. İşte bu birey iki taraftan kuşatılmak isteniyor. Birincisi, konuştuğumuz gibi, gelenek tarafından dizginlenerek. Öbür taraftan bireyi artık merkeze almayan devleti ve devletin güvenliğini esas alan yeni bir anayasa geliştirerek. Tabii bir zorunluluk olarak temel hak ve özgürlükler bölümü elbette o anayasada yer alacak.TEMSİL SİMGE DÜZEYİNDE- Yeni yönetime baktığımızda Kürt temsilcilerin olduğunu görüyoruz. Bu bize önümüzdeki dönem Kürt siyasetiyle ilgili ne söylüyor? HDP’ye yapılanlar ortadayken Kürt seçmen kadrodaki bu değişiklikle ikna edilebilir mi?Arkasında şu düşünce var. “Toplumdaki çeşitliliği bir şekilde aksettirelim.” Yani burada temsil simge düzeyinde verilen mesajın ötesine gitmez. Okunan bölümde Kürtlere yönelik olarak eskiden olduğu gibi Doğu bölgesinin kalkınmasıyla ilgili bir mesaj da yoktu. AKP’nin kısmen de MHP’nin tabanına vermek istediği sinyal nedeniyle güvenlik söylemi öne çıktı. Türkiye’de araştırmalar etnik kimliğini Kürt olarak beyan eden seçmenlerin oranının yüzde 17-18’e çıktığını gösteriyor. Haliyle Kürt kimliğini ortaya koyan oldukça yüksek bir nüfus var. Bunların oyları farklı partilere gidiyor. İkinci büyük dilim AKP’ye gidiyor. Çoğunluğu malum HDP’ye… Ama bunların hepsinin doğrudan doğruya PKK tarafından bu oyların tamamen dışarıdan yönlendirildiğini, blok olarak oy verildiğini söyleyebilir misiniz? İktidar bu olguyu görüyor tabii ki… Ama birinci tercihin burada olması Cumhur İttifakı’nı temelden sarsıyor. Muhalefetteki farklı partilere farklı yaklaşımlar geliştiriyor. CHP muhalefetin kalbi olduğu için ağır hücumlara uğruyor. İYİ Parti’ye hem havuç hem sopa gösteriliyor. Yüksek olmayan oyuna rağmen Saadet Partisi’ni kendi tarafında çekmek için hamle üstüne hamle yapılıyor. HDP’ye yönelik yaklaşım ise, bu yüzde 10-11’i bölmeye, yıpratmaya çalışmak…ZENGİNLİK, GÖSTERİŞ VE İHTİŞAM- “AKP gidiyor, vakti doldu, yolun sonuna geldiler” söylemi gerçekçi bir tespit mi?Bir yere kadar öyle. Türkiye’de siyasetin nabzı büyük ölçüde bu soru etrafında atıyor. Her gün ifade edilmese de merak edilen konu bu. 20 yıllık her iktidar aşınır. İktidar da aşındı. Şu ara olağanüstü koşullar yaşıyoruz. Ekonomik krizlerin zincirleme birbirini izlemesi, can güvenliğini tehdit eden bir salgın tehdidi, uluslararası ilişkilerde ciddi bir kapanma dönemi… Geçim sıkıntısı ve makroekonomik sıkıntıların yarattığı hoşnutsuzlukla kaynayan bir toplum var. Kaldı ki AKP kendi içinde büyük çekişmeler, rahatsızlıklar, gerilimler yaşıyor. Neredeyse Forbes’a girmeye aday, kollanan zenginleri var. Dolayısıyla alt tabakalarla, parti tabanıyla sınıfsal uçurum giderek açılıyor. Çok ciddi bir yoksullaşma var. Partiye oy veren inançlı ve yoksul taban en zor dönemini yaşıyor. İçeride kaynak dağıtımına ilişkin ciddi bölüşüm rekabeti var. Maneviyat diyerek iktidara gelindi. Bugün halkın gözünde siyasi iktidarın zenginlik, gösteriş, ihtişam boyutu öne çıktı. Dün “Sarayı varsa var, ben de taksitle ev aldım” diyenler, bugün canı yanınca “Ne oluyor bu kadar” diye soruyor. İktidarın elinde bir anayasa var, tüm gücü ona veriyor. Beş yıl kimse hesap sormayacak seçilen  başkandan. Başkanlık sistemlerinde iktidar oyları yüzde 15’lere düşebiliyor. Ama başkanlar “Beş sene için seçildim, oyumu yükseltirim” diyor. Medya çıktıları da elinde. Varacağım sonuç şu: Toplumda aslında iktidarın temeli bir ölçüde aşınmış durumda ama hâlâ birinci parti. Toplumdaki aşınma bir yere kadar. Git diyecek unsur siyasettir. İttifak kurmak ve genişletmek elbet önemli ama muhalefetin oy oranını önemli ölçüde artırması, toplumu harekete geçirmesi gerekmektedir. İpek Özbey

Salgında canıpahasınaçalışan işçi ve memurlar bu yıl toplusözleşme masasına oturacak

Salgında canı pahasına çalışan işçi ve memurlar bu yıl toplusözleşme masasına oturacak Masaya “Ölümüne çalıştık, hakkımızı istiyoruz” sloganıyla oturacak olan emekçiler başta enflasyon olmak üzere çeşitli nedenlerle oluşan kayıplarının giderilmesini istiyor. Bu yıl, işçiler ve memurların toplu sözleşme yılı. 700 binden fazla işçinin iki yıllık ücret zamları ile 3 milyon memurun maaş zamları için konfederasyonlar hükümet ve sanayinin devleri ile pazarlık masasına oturacak. Bu yılki görüşmelerin çetin geçeceği dile getiriliyor. Salgın nedeniyle kayıplarının arttığını savunan emekçiler, kayıplarının giderilmesini istiyor. Geniş kapsamlı sözleşmelerden ilkini kamu işçileri adına Türk-İş imzalayacak. Şu anda kamuda örgütlü bulunan sendikaların sözleşme görüşmeleri devam ediyor. Ancak ücret zammı Türk-İş ile hükümet arasında imzalanacak olan “Kamu Kesimi Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Anlaşma Protokolü” ile belli olacak. Bu sözleşmede alınacak zam oranı diğer sözleşmeler için de örnek teşkil edecek. Türk-İş ile hükümet arasındaki görüşmelerin nisan ayında başlaması, mayıs ya da haziran gibi imzalanması bekleniyor. Ağustosta 3 milyonun üzerinde memur ile 2 milyona yakın memur emeklisinin maaş zamları için memur konfederasyonları hükümet ile masaya oturacak. Görüşmeler bir ay sürecek. Ağustos sonunda ya anlaşma olacak ya da son sözleşmede olduğu gibi kararı yine hakem kurulu verecek. Hakem kurulu kararıyla memur ve memur emeklisi bu yıl için yüzde 3+3 zam alabildi. Ağustostaki görüşmelerde memur konfederasyonları öncelikle oluşan kayıpların telafi edilmesini talep edecek.   ‘SANAYİ DEVLERİ MASADA’   Memurların ardından ise metal işçileri, Türkiye’nin sanayi devleri ile masaya oturacak. Metaldaki işçilerin büyük bir bölümü Türk-İş’e bağlı Türk Metal Sendikası’nda örgütlü bulunuyor. Türk Metal, Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ile yürüteceği pazarlık görüşmeleri için çalışmalarına şimdiden başladı. Bu kapsamda işçilerin talepleri toplanıyor. Sonrasında bu talepler bir metin haline getirilecek. İşçiler, salgına karşın fabrikalarda çalışmaya devam etti. Sanayicinin kârını katladığını düşünen işçi salgındaki bu çalışmasının karşılığını istiyor. Sözleşme görüşmeleri boyunca kullanılacak slogan ise hazır. Şube genel kurullarına katılan Türk Metal Sendikası Başkanı Pevrul Kavlak, bu sloganı dile getiriyor. Kavlak, işçilere şöyle sesleniyor:  “Pandemi koşullarında canı pahasına çalışan sizlere, bu ülkenin borcu var. Yalnız devletimizin değil, çarkları dönen, üretim rekorları kıran, pandemi sürecinde kârlarını ikiye katlayan patronların da sizlere borcu var. Bu öyle kuru kuruya bir teşekkürle geçiştirilecek bir borç değildir. Büyük bir borçtur. İşverenlerimiz, çarkları dönenler, kârlarına kâr katanlar, sizlere olan borcunu ödeyecektir. Çünkü biz, ölümüne çalıştık. Canımız pahasına çalıştık. Toplusözleşme görüşmelerinde temel sloganımız bu olacaktır. Ölümüne çalıştık.”  Mustafa Çakır

Turizm sektörünün gözü, dünyada alınan karantina kararlarında

Turizm sektörünün gözü, dünyada alınan karantina kararlarında Turizmde 2021 ümitleri salgında yaşanan yeni gelişmelerle kırılmaya başladı. Türkiye’ye yoğun ziyaretçi gönderen Almanya, Ukrayna İngiltere gibi ülkelerde üçüncü dalganın sert bir şekilde ortaya çıkması tam kapanma kararlarını gündeme getirdi. Aşı uygulamalarının kurallarının net bir şekilde ortaya çıkmaması da Antalya ve Bodrum’da yaşanan yüzde 80 rezervasyon oranlarına rağmen endişeleri artırdı. Turizm, salgında önemli gelir kalıpları yaşayan sektörlerin başında. Gelir kaybı yüzde 72’yi bulan sektörde 2021’e umutlu başlayan sektör temsilcileri gelen haberlerle yeniden krizli günlere göre hazırlık yapmaya başladı. Sektörde gereksiz bir iyimserliğin hâkim olduğunu belirten eski Turizm Bakanı Bahattin Yücel, turizm sektöründe hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söyledi. “2020 yılında ciddi ciro kayıpları var. Dünyada turizm geliri 1.1 trilyon dolar azaldı. 25 bin 500 uçağın 15 bini yerde. Uçuşlar yapılmıyor.  Tehlikeyi görüp kötü durum senaryosu hazırlamak lazım” dedi.KRİZ SENARYOLARIMIZ VARDemirkol-Hapimag Resort Operasyonları Türkiye, İspanya, Hollanda Direktörü Kerem Demirkol, pandemi döneminde tatil başlangıcından 7 gün öncesine kadar rezervasyonları ücretsiz olarak iptal ettiklerini belirterek şunları söyledi:“Hizmetlerimizi olabildiğince krizlere karşı etkili olacak şekilde planlıyoruz. Uzun vadeli trendleri ve gelecek öngörülerini inceleyerek adımlarımızı buna göre atıyoruz. 2021 yılı için tahmin yapmak hâlâ zor bu nedenle daha fazla nasıl önlem alabiliriz ona bakıyoruz. Bu nedenle maliyetlerimizi doğru analiz etmeye ve daha yalın düzenlemeler yapmaya özen gösteriyoruz. Aşı çalışmalarının da başlaması bu anlamda şansımızı artırıyor. Ukrayna, bizde özellikle son üç yıldır artan bir pazar. Her şeye rağmen sezonun nisan sonu ve mayıs ayında açılacağını, temmuz ve ağustosta da yoğunluk yaşanacağını öngörüyoruz.”Akdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği (AKTOB) Başkanı Erkan Yağcı ise yaptığı bir açıklamada bu sezonun da son dakika rezervasyonları ile şekilleneceği görüşünü savundu. Güvenli Turizm Sertifikası’nın önemli olacağını belirten Yağcı, seyahat kısıtlamalarının ve belirsizliğin ortadan kalkmasının ardından rezervasyon akışının artacağını ifade etti. Esra Alus

Emekli Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen’den CHP'li belediyelerin topladığıbağışlara yönelikçalışma

Emekli Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen’den CHP'li belediyelerin topladığı bağışlara yönelik çalışma Mahmut Esen, özellikle CHP’li belediyelerin Covid-19 salgını nedeniyle topladığı bağışlara el konduğuna dikkat çekti. Yargı sürecini değerlendiren Esen, uygulamanın hukukla bağdaşmadığını belirtti. Emekli Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen, özellikle CHP’li belediyelerin Covid-19 salgını nedeniyle topladığı bağışlara el konulmasına dikkat çekerek, “belediyelerin topladığı bağış paralarının kamu mülkiyeti olduğunu, dolayısıyla kamu parasının yeniden kamuya geçirilmesine olanak olmadığını” vurguladı. Salgının ardından başta İstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir belediyeleri olmak üzere CHP’li belediyeler, mağdur olan yurttaşlara destek sağlamak amacıyla yardım kampanyaları başlatmıştı. Ancak İçişleri Bakanlığı, belediyelerin yardım toplayamayacağını savunarak yardım hesaplarını engellemişti. Toplanan paraların ise kamuya aktarılmasına karar verilmişti. Konuya ilişkin çalışma yapan emekli Mülkiye Başmüfettişi Esen, sosyal hizmet ve yardım yapılmasının, belediyelerin görev ve sorumlulukları arasında yer aldığını vurgulayarak “koşullu/koşulsuz bağışların kabul edilmesinin” de belediyelerin yetki ve imtiyazları arasında olduğunu belirtti. İçişleri Bakanlığı genelgesi ile bağış toplanmasının önüne geçilmesinin yargıya taşındığını anımsatan Esen, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun, “yardım toplama” ile “bağış kabul etme” kavramlarının hukuken farklı nitelikte olduğunu vurgulayarak başvuruları reddettiğine dikkat çekti.Esen, ancak kurulun bu kararına üç karşı oy verildiğini ve bu karşı oylarda “şartsız bağışların ‘yardım toplama’ faaliyeti olarak değerlendirilemeyeceğinin, bu nedenle bakanlığın genelgesinin hukuka aykırı olduğunun” vurgulandığını aktardı. Esen, eşya veya paraların mülkiyetinin kamuya geçirilmesi için suç işlenmesinden elde edilmesi veya suçun konusunu oluşturması gerektiğini belirterek şunları kaydetti: “Yardım Toplama Kanunu’ndaki ‘kamuya geçirilmesine’ ilişkin hükümler, kamu tüzelkişisi olan belediyeleri kapsamamaktadır. Zira belediye hesabına yatırılmış, belediye mülkiyetine geçmiş olan bağış paraları, artık kamu kaynağı niteliği kazanmıştır. Kamu parasının müsaderesi olmaz.” Sefa Uyar




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter