Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Sunday, 05.18.2025, 06:56 AM (GMT)

News - Haberler

Çocuklar yaşamak için zamanla yarışıyor, bakanlık oyalıyor

Çocuklar yaşamak için zamanla yarışıyor, bakanlık oyalıyor Caner Çiçek kistik fibrozisli oğlu Ateş Çiçek için İzmir'den Ankara'ya yürümüştü. Babaya ulaşan Sağlık Bakanlığı yetkilileri ise zamanla yarışan bu çocuklar için 1 sene içinde komisyon kurulacak sözü verdi. Aileler ise tepkili. Kistik fibrozis, özellikle akciğerler, sindirim sistemi ve vücudun diğer organlarına ciddi hasarlar veren kalıtsal bir hastalık. Kistik fibrozis; mukus, ter ve sindirim sıvısı üreten hücreleri etkiliyor. Kistik fibrozis için tam iyileşme sağlayan herhangi bir tedavi bulunmuyor. Tedavi, belirtileri hafifletmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için yapılıyor. Caner Çiçek'in kistik fibrozisli oğlu Ateş Çiçek için İzmir'den Ankara'ya yürümesini Cumhuriyet.com.tr'nin gündeme getirmesinin ardından İzmir İl Sağlık Müdürlüğü yardım bekleyen baba Çicek'e ulaşmıştı. İzmir İl Sağlık Müdürlüğü'nün aileye ulaşmasının ardından güzel haber gelmesi beklenirken bakanlığın zamanla yarışan ailelere 1 sene içinde komisyon kurulacak sözü vermesi aileleri hayal kırıklığına uğrattı. /Archive/2021/3/28/104109260-whatsapp-image-2021-01-27-at-17.35.46.jpeg TEK VAAT 1 SENE SONRA KOMİSYON Cumhuriyet.com.tr'ye özel açıklamalarda bulunan acılı baba Caner Çiçek, "Haberin ardından İzmir İl Sağlık Müdürlüğü bize ulaştı. Bizim sesimizin duyulduğunu farkedince başta çok sevindik. Fakat yetkililerin bize verdiği tek söz şu oldu; "1 sene içinde ilaç firmalarıyla komisyon kurulacak" Bu yeterli bir çözüm değil. Ben oğlumun ve diğer ailelerin sesini duyurmak için tekrar Ankara'ya yürüyeceğim ve başka projelerim de olacak" diye konuştu.   /Archive/2021/3/28/104128728-1.jpg Arda Özarda

Marketin içerisindekiçocuk tacizini kasiyer fark etti!

Marketin içerisindeki çocuk tacizini kasiyer fark etti! Fatih'te, özellikle çocukları hedef alarak tacizde bulunduğu öne sürülen 44 yaşındaki şüpheli emniyetteki işlemlerinin ardından çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Yaşananları fark eden market kasiyeri ise "Ben kasada müşteri alıyordum. Geldi karşı kasama geçti. Bir eşya alacaktı. O sırada çocuk geldi. Eli böyleydi ve bacağına komple bir şekilde dokundu. Biz buraya ilk başladığımızda da bize bir yanaşma çabasındaydı. Bu onun ilk yaptığı bir şey değildi." diye konuştu. Olay, 24 Mart Çarşamba günü akşam saatlerinde Fatih'te bulunan bir markette yaşandı. İddialara göre, bir tatlıcı dükkanının sahibi  A.K., yaptığı alışverişin ardından marketin kasasında sıra beklerken, o esnada arkasından geçen kız çocuğunu el ile taciz etti. Durumu fark eden market kasiyeri kadın ise adamı uyardı. Kendisini uyaran kasiyere, "Tanıdığım. Bir şey yok" diyerek cevap veren adam, daha sonra marketten ayrıldı. Adamın hareketlerinden şüphelenen market çalışanı ise iş yerinin güvenlik kameralarını incelemeye başladı. Kızın taciz edildiğini anlayan kadın, durumu polis ekiplerine bildirdi. Olay yerine gelen polis ekipleri, güvenlik kameralarını inceledikten sonra şüphelinin kimliğini tespit edip harekete geçti.ACI GERÇEĞİ POLİS EKİPLERİ ORTAYA ÇIKARDI Sokak üzerindeki diğer kameraları da inceleyen polisler,  kişinin birçok çocuğu dükkanına götürdüğünü, iş yerine giren çocukların daha sonra da kaçarak uzaklaştığını fark etti. Polisler , dükkana gelerek A.K'yı gözaltına alındı. Ayrıca dükkana girip çıkan bazı çocuklar da ifadeleri alınmak üzere polis merkezine götürüldü Emniyetteki işlemleri tamamlanarak  adliyeye sevk edilen şüpheli,  çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine götürüldü./Archive%5C2021%5C3%5C28%5C105727641-fatihte-cocuklara-taciz-iddiasi-kameradaki-supheli-tutuklandi_4.jpgYaşanan olay ise marketin güvenlik kameraları tarafından kaydedildi. Güvenlik kamerası görüntülerine kasada bekleyen adamın, çocuğun bacağına dokunması ve market çalışanının onu uyardığı anlar yansıdı. Öte yandan başka bir güvenlik kamerası görüntüsünde ise şüphelinin, bir çocuğu dükkanına davet ettiği görülüyor./Archive%5C2021%5C3%5C28%5C105727250-fatihte-cocuklara-taciz-iddiasi-kameradaki-supheli-tutuklandi_2.jpg"BÜTÜN MAHALLE ŞİKAYETÇİ"Sokak sakinlerinden  Merve Atasoy, "Ben akşam 12-1 gibi görüyorum. Çocukları, tatlı verme bahanesi ile içeri götürüyor. Arka tarafa götürüp, tatlıyı veriyor ve gönderiyor. Her gün her gece. Bizim çocukları görünce sevmeye geliyor. Bütün mahalle şikayetçi. Biz karşı karşıya oturuyoruz. Velisinden alıyor bir de. Çocuğa dokunuşu, tutuşu falan çok farklı. Her gece her gece çocukları elliyor" dedi."BACAĞINA KOMPLE BİR ŞEKİLDE DOKUNDU"Yaşananları fark eden market kasiyeri ise "Ben kasada müşteri alıyordum. Geldi karşı kasama geçti. Bir eşya alacaktı. O sırada çocuk geldi. Eli böyleydi ve bacağına komple bir şekilde dokundu. Biz buraya ilk başladığımızda da bize bir yanaşma çabasındaydı. Bu onun ilk yaptığı bir şey değildi. Kaç kere arkadaşımıza da yaptı. Defalarca kez uyardık. 'Ben hastayım. Köyden geldim' diyerek geçiştirdi. Hep bahane. En son bu olayda patladık" ifadelerini kullandı. DHA

A Milli Takım'ın Norveçgalibiyetiİspanyol basınında genişyer buldu

A Milli Takım'ın Norveç galibiyeti İspanyol basınında geniş yer buldu Ünlü AS gazetesi, "Haaland ve Odegaard'ı izlemeye gittik ama karşımıza Ozan Tufan ve Çağlar Söyüncü çıktı" yorumunda bulundu. /Archive%5C2021%5C3%5C28%5C104216587-norvec-turkiye-ek-fotograflar_7.jpg2022 FIFA Dünya Kupası Avrupa Elemeleri G Grubu'nda İspanya'daki maçta Norveç'i 3-0 yenen A Milli Takım'ın galibiyeti, İspanyol basınında geniş yer buldu.Marca gazetesi, "Türkiye, Haaland ve Odegaardlı Norveç'i La Rosaleda'ya gömüyor." başlığını atarak, "Türkler durdurulamaz şekilde yoluna devam ediyor." yorumunu yaptı."Türkiye, Norveç'e fazla geldi." ifadesini de kullanan gazete, A Milli Takım'ın 20 yıl aradan sonra Dünya Kupası'na katılmakta çok arzulu olduğunu gösterdiğini belirtti.AS gazetesi de "Türkiye, Haaland ve Odegaard'ın kötü bir akşamında Norveç'i eziyor." ifadesini başlığına çıkardı.Gazete, "Türkiye baştan sona Norveç'e karşı büyük üstünlük koydu. Haaland ve Odegaard'ı izlemeye gittik ama karşımıza Ozan Tufan ve Çağlar Söyüncü çıktı." diye yazdı."Haaland ve Odegaardlı Norveç'e sert darbe" başlığını kullanan El Mundo Deportivo da "Norveç'i geçen Türkiye grup liderliğine oturdu. Türkler için sorunsuz bir maç oldu." değerlendirmesinde bulundu. AA

Yine kadın cinayeti: 5 yaşındakiçocuğunun gözleriönündeöldürüldü!

Yine kadın cinayeti: 5 yaşındaki çocuğunun gözleri önünde öldürüldü! Aydın'da, Olgun Gül isimli erkek, 32 yaşındaki Necla Demirbaş'ı tabancayla vurarak öldürdü. Olgun Gül aynı tabancayı başına ateşleyerek, intihar girişiminde bulundu. Olgun Gül'ün saldırısı sonucu olay yerinde hayatını kaybeden hastane çalışanı Necla Demirbaş'ın 5 yaşındaki kızını, çevredeki vatandaşlar olay yerinden uzaklaştırdı. Aydın'da, Olgun Gül (25) isimli şahıs Necla Demirbaş'ı (32) öldürüp, aynı tabancayı başına ateşleyerek, intihar girişiminde bulundu. Çevredeki vatandaşlar henüz 5 yaşında olan küçük kızın annesi Necla Demirbaş’ın ölümüne şahit olmaması için kucaklarına alıp uzaklaştırdı.Aydın Devlet Hastanesi'nde taşeron firmaya bağlı temizlik işçisi olarak çalışan Necla Demirbaş, mesai bitiminin ardından dün saat 13.30 sıralarında, Adnan Menderes Mahallesi 510 Sokak'taki evinin önünde geldi. Ancak kapının önünde 09 ADD 377 plakalı otomobilinde bekleyen Olgun Gül ile karşılaştı.EVİNİN ÖNÜNDE KURŞUN YAĞDIRDIBir süre önce ayrıldıkları öğrenilen ikili arasında tartışma çıktı. Tartışma sırasında Olgun Gül, belindeki tabancayı çekip, Necla Demirbaş'a ateşledi. Göğsünden vurulan Demirbaş, kanlar içinde yere yığıldı. Olgun Gül ise, aynı tabancayı başına dayayıp, ateşledi. İhbar üzerine olay yerine polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Ağır yaralı olan Demirbaş, Aydın Devlet Hastanesi'ne, Olgun G. ise Aydın Atatürk Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.KÜÇÜK KIZI VATANDAŞLAR UZAKLAŞTIRDIİHA'nın haberine göre, olaya şahit olan vatandaşların kamerasına yansıyan olayda, kalbinden vurularak öldürülen Necla Demirbaş'ın 5 yaşındaki kız çocuğunun acı olaya şahit olmaması için çevredeki vatandaşlar tarafından kucağa alınıp olay yerinden uzaklaştırıldığı görüldü.  (DHA)

Fenerbahçe'nin eski kaptanıÜmitÖzat'tan futbol dünyasına 2. FETÖgöndermesi"

Fenerbahçe'nin eski kaptanı Ümit Özat'tan futbol dünyasına 2. FETÖ göndermesi" Futboldaki FETÖ iddiaları ile gündeme gelen Fenerbahçe'nin eski futbolcusu Ümit Özat, yeni açıklamalarda bulundu: " FETÖ’cüyü niye VAR’da arıyorsun yok da arıyorsun önüne bak. Ben bunu anlatmaya çalışıyorum.” Fenerbahçe'nin eski kaptanlarından teknik direktör Ümit Özat, geçen hafta futboldaki FETÖ yapılanması ile dikkatleri üerine çekmişti.Ümit Özat dün gece katıldığı bir programda da açıklamalarda bulundu. Özat, futboldaki FETÖ yapılanmasına ve Fenerbahçe’nin yeni teknik direktörü Emre Belözoğlu’na ilişkin şu ifadeleri kullandı, “15 Temmuz’dan bu yana Emre’nin ağzından FETÖ ile ilgili kötü bir şey duydunuz mu? FETÖ’nün terör örgütü olduğunu biz dile getiriyoruz da o niye dile getiremiyor? Ya da ona yakın olanlar bir gün çıkıp da spor camiasındakilerin, ya bunlar bizi kandırmış biz bunlara inandık diye niye dile getirmiyorlar? Diyemezler çünkü hâlâ bağlantıları var. Şunu anlatmaya çalışıyorum. Sen Emre Belözoğlu’nun cemaate yakınlığını bilmiyor musun? FETÖ’cüyü niye VAR’da arıyorsun yok da arıyorsun önüne bak. Ben bunu anlatmaya çalışıyorum.” cumhuriyet.com.tr

‘Gerçek müzisyen olmak 10 senenizi alır, derler’

Türkçe Haberler En Son Başlıklar ‘Gerçek müzisyen olmak 10 senenizi alır, derler’ Uzun yıllardır mekânlarda dinlediğimiz Ceyda Özbaşarel’in ilk albümü “MadtIme StorIes” yayımlandı. Ceyda Özbaşarel, Başak Yavuz ile birlikte imza attıkları “bi’ şarkım var!” projesinin ikincisi olan “bi şarkım var! Ev” albümünün bu yıl içerisinde yayımlanacağının da müjdesini verdi. Vokal ve piyano eğitmeni, şarkıcı, besteci, söz yazarı Ceyda Özbaşarel, aslında ilk eğitimini Yıldız Teknik Üniversitesi’nde çevre mühendisliği üzerine almış. Ardından Kocaeli Üniversitesi’nde piyano eğitimi alan Özbaşarel’in caz geçmişi ise katıldığı bir caz vokal atölyesine dayanıyor. 2005-2011 arası durmaksızın hem kendini geliştiren hem de sahnelere çıkmaya başlayan sanatçı, yılların birikimini “Madtime Stories” isimli bir albüme dönüştürdü. Things & Records etiketi ile yayımlanan 9 şarkılık albümde, 8 İngilizce, 1 Türkçe parça bulunuyor. Sözü ve müziği Özbaşarel’e ait olan albümün düzenlemelerinin bir kısmı Adem Gülşen’e, diğer kısmı ise Özbaşarel’e ait. Yani baştan sona kendi üretimi... Albümü dinleyince bu üretimin altındaki samimiyeti de hissediyorsunuz./Archive/2021/3/28/061357102-manset2-kulturmaxrnk.jpg“Madtime Stories” albümünde Özbaşarel’e trompette Barış Doğukan Yazıcı, trombonda Taşkın Akarsu, gitarda Emre Tankal, piyano ve tuşlu çalgılarda Adem Gülşen, kontrbasta Enver Muhamedi, davulda Derin Bayhan, ukulele ve ıslıkta ise Başak Yavuz eşlik ediyor.Deneyimli müzisyenle konuştuk. - Bunca yıllık müzik kariyerinin ardından ilk albümün çıkması neden bu kadar zaman aldı?Çevre mühendisliğini bitirdikten sonra, müzik bölümünü ikinci üniversite olarak okudum. Ve açıkçası Randy Esen ile çalışana kadar kendi sesimi bulamamıştım. Şarkı yazmaya ise Başak Yavuz ile 2014’te başladığımız, şarkı yazarlarına açık sahne sunan “bi’ şarkım var!” projesi ile başladım. Neden bu kadar sürdü? Eh gerçek bir müzisyen olmak en az 10 senenizi alır derler. İçime sinen şarkıları yazmak ve hak ettikleri gibi seslendirmek için bu zaman gerekliydi bence.‘RUHUMU ORTAYA KOYDUM’- Bir çırpıda dinlenen, dinlemesi keyifli bir albüm olmuş. Albümün yapım sürecinde nelere dikkat ettiniz? Şarkıların ve müziğin istediği sound’a ulaşmak benim için önemliydi. Son derece içten yazdığım, hatta ruhumu ortaya koyduğum şarkılar. Müzikle ve benimle uyumlu müzisyenlerle çalışmak en önemlisiydi. Ne mutlu ki her biri de albümü kendi albümleri gibi sahiplendi.- Siz daha çok konserlerde hayranlarınızla buluşuyorsunuz, pandemide kapanan müzik mekânlarının size etkisi nasıl oldu?Çok üzücü bir süreç. Birkaç tane caz kulübümüz var ve ayakta kalmaları için elimizden geldiğince destek olmaya çalıştık. Umarım pandemi bittiğinde ya da kontrol altına alındığında, bu güzel mekânlarda konserlere devam ederek hem dinleyicimizle hem müzisyen dostlarımızla buluşuruz.‘EN BÜYÜK DARBE MÜZİĞE’- Salgın sonrası müzik sektörünün durumuyla ilgili neler söylemek istersiniz?Büyük müzik şirketlerine çok dokunacağını sanmıyorum ama mekân sahiplerinden garsonlarına, müzisyenlerden sahne çalışanlarına tüm müzik sektörü çok zor zamanlardan geçiyor. Maalesef müzik sadece eğlence aracı olarak görüldüğü için diğer insanların da pek umurlarında değil gibiyiz. Tabii tüm sektörler zorda fakat en büyük darbeyi müzik sektörü çalışanları aldı.‘UMUT İÇİN SAVAŞAN ŞARKILAR BUNLAR’- Albümdeki şarkılarda kadın cinayeti ve mültecilerle ilgili şarkılar var, bunlar nasıl ortaya çıktı?Ortaya çıkmamaları mümkün değildi bence. Nereye kadar gözümüzü yumabiliriz etrafımızda, bazen yanı başımızda gerçekleşen olaylara? Haberlere şöyle bir baktığında ruhu yaralanan tek ben değilimdir, eminim. Hepimiz etkileniyoruz, adaletsizlikten, acımasızlıktan, empati yoksunluğundan, şiddetten. Ama sözler zaman zaman karanlık da olsa umut için savaşan şarkılar bunlar. Çünkü umut bittiğinde artık söylenecek söz de kalmaz değil mi? Orhun Atmış

CevatÇapan ileÇağdaşTürk Tiyatrosu

Cevat Çapan ile Çağdaş Türk Tiyatrosu Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) Öğrenme Programları’nın yetişkinlere yönelik çevrimiçi etkinlikleri edebiyatçı, yazar, şair ve çevirmen Prof. Dr. Cevat Çapan’ın “Çağdaş Türk Tiyatrosu” konulu semineriyle devam ediyor. Kendi içinde bütünlüğü olan iki ayrı bölümden oluşan seminerin 14 Mart’ta başlayan ilk modülü 4 Nisan’da tamamlanıyor. İkinci modülü 11, 18, 25 Nisan ve 2 Mayıs Pazar günleri 14.00 - 16.00 saatleri arasında düzenlenecek.Cevat Çapan’ın II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Türk tiyatrosunun edebi metinlerine dair genel bir çerçeve sunmanın amaçlandığı programda; Haldun Taner, Turgut Özakman, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Güngör Dilmen, Vasıf Öngören, Vüs’at O. Bener, Oğuz Atay, Memet Baydur ve Sevim Burak’ın oyunları inceleniyor. Katılım belgesi verilecek seminer Zoom üzerinden yapılacak. cumhuriyet.com.tr

Vitrindeki Albümler

Vitrindeki Albümler Vitrindeki Albümler'de bu hafta... SERAP YAĞIZ & TANER ÖNGÜR ‘3 DERDİM VAR’Her alanda olduğu üzere müzikte de kolektif şuurun azaldığı, dostlukların tükendiği, insanların içe kapanıp sadece kendini kolladığı bir devirde iki müzisyen birlikte dördüncü albümlerini çıkarmışsa onlara gönül rahatlığıyla ölümüne dost diyebiliriz. Verebileceğim en güzel örneklerden biri 14 yıldır birlikte çalışan Serap Yağız ile Taner Öngür. Yeni albümleri “3 Derdim Var” biraz farklı. Repertuvar ağırlıkla yetmişli yılların Anadolu Rock klasiklerinden oluşuyor ama yorumlar nispeten sert. Sertlik göreceli şüphesiz; aslında olması gerektiği kadar sert. İkili yıllardır etkilendikleri şarkıları büyük bir keyif, samimiyet ve coşku içinde yorumluyor. Ekseri erkek seslerinden dinlemeye alışkın olduğumuz (kadın sesi için uygunluğu kolay olmayan) şarkılar, bu kez Serap’ın güçlü ve dik sesinden yankılanıyor; farklılık şarkılara başka bir iklim kazandırıyor. Her aşaması Öngür’ün Heybeliada’daki evinde salgın günlerinde yapılan albümde Batucan Işık beş, Kemal Küçükbakkal üç, Ediz Hafızoğlu bir şarkının davullarını çalıyor. Haluk Önol da iki şarkıda gitar solosu yapıyor, gerisi ev sahibine emanet. “3 Derdim Var” yürekli iki müzisyenin doğru bileşeni. Not: Bu plak Çek Cumhuriyeti’nde 250 adet basıldı./Archive/2021/3/28/061913427-vitrin2-kulturmaxnrk.jpgBABA ZULA ‘HAYVAN GİBİ’ (GÜLBABA RECORDS) Geleneğe saygı duyarak özgün eserler yaratma yolunda çeyrek asrı deviren Baba Zula, halen doğru bildiği yolda yolcu. 12. albümleri “Hayvan Gibi” adının çağrıştırdığı anlamları yüklenmiş gerçek bir konsept çalışma.  Külliyen canlı ilk Baba Zula kaydı bu. En önemli özelliği, plağa direkt kayıt teknolojisiyle tek seferde tulum niyetine çıkarılmış olması. Bu özellik kayıtlara konser havası verirken doğaçlama anlayışındaki riskin sihrini arttırıyor. Plağın başka özelliği (gerçi sınırlarımızdan içeri ilk Moğollar girmişti ama) Gülbaba Records’un ilk, Night Dreamer’ın tek seferlik diske canlı kayıt projesinin beşinci albümü oluşu.Osman Murat Ertel, Levent Akman, Periklis Tsoukalas ve Ümit Adakale’nin yer aldığı kayıtlarda, parça isimleri hayvanlara atfen konmuş; bunun ilham kaynağı Murat’ın hayvan sevgisi ve ilk roman kahramanı Doktor Doolitle. Örneğin açılıştaki “Küçük Kurbağa”yı Murat, Çin burcu ejderha olan ve yürümeye başlayan oğlunun dans edebilmesi için bestelemiş. “Tavus Havası” ise “Tabutta Rövaşata” film müziklerindeki kısa parçanın yeni uzun yorumu.Çift plaktan oluşan “Hayvan Gibi” albümünü dinlerken Anadolu ozanlarının gönül gözünü, doğanın kanunlarını ve Şamanik bir yaklaşımı fark ediyorsunuz.   cumhuriyet.com.tr

Pandemi Orkestrası’nın solisti Cihat Aşkın

Pandemi Orkestrası’nın solisti Cihat Aşkın İlk konserini projeye öncülük eden Rengim Gökmen yönetiminde İdil Biret ile 7 Aralık’ta veren Kadıköy Belediyesi Pandemi Orkestrası, şef Hakan Şensoy ve solist keman sanatçısı Cihat Aşkın ile 30 Mart Salı günü saat 18.00’de Süreyya Operası’nda seyircili bir konser düzenleyecek. Programda, 2021’de 100 yaşına yaratıcı gücünü yitirmeden giren İlhan Usmanbaş’ın “Küçük Bir Gece Müziği” ile 31 yaşında hayata veda eden Franz Schubert’in “Keman ve yaylı sazlar için Rondo”; “Keman ve orkestra için Polonez” ve “5. Senfoni” eserleri seslendirilecek. HES kodu ile girilecek konserlere kısıtlamalar nedeniyle 65 yaş üstü sanatseverler alınamayacak. cumhuriyet.com.tr

Paris’in simge kitapçısına veda...

Paris’in simge kitapçısına veda... Sorbonne Üniversitesi dahil pek çok okulun bulunduğu, Paris’in beşinci bölgesindeki Latin Mahallesi’nden Notre Dame Katedrali’ne doğru inerken, caddenin sonunda Saint-Michel Meydanı’nda oldukça görkemli bir yapı dikkati çeker. Buradaki kitapçının sarı-siyah renklerden oluşan tabelasının ortasında kurucusu Gibert Jeune’ün fotoğrafı vardır. Yaklaşık 133 yıllık Gibert Jeune Kitapçısı Paris’in adeta kültürel sembollerinden biridir... Ancak bu tarihi yapı bu ay sonunda bir daha açılmamak üzere kepenklerini indiriyor. Kapanması bir kültür döneminin bitmesi olarak yorumlanıyor. Klasik edebiyat profesörü Gibert Jeune, ismini verdiği kitapçıyı 1888’de kurdu. Yıllar içinde ikinci el okul kitapları satışına yönelip alanında uzmanlaşarak neredeyse bir kültür merkezine dönüştü. Kitapçının büyüyüp gelişmesinde Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet döneminde eğitimi ücretsiz, laik ve zorunlu yapan Milli Eğitim Bakanı ve felsefeci Jules Ferry’nin katkısının büyük olduğu sıkça vurgulanır.Kapılarını kapamasıyla birlikte ünlü Saint-Michel Meydanı da çok özel bir rengini kaybetmiş olacak. Üniversitelere evsahipliğiyle birlikte bu meydan, eski Paris olarak da bilinen turistik bir semt...  Raflarında okul, üniversite, sınavlara hazırlık kitapları ve ikinci el kitaplar bulunduran Gibert Jeune Kitapçısı, turistlerin yoğun ilgisini çekmesi kadar haliyle öğrencilerin uğrak yeriydi. Dijitalleşmeyle birlikte online satışların, e-kitapların devreye girmesi, okul kitaplarının ücretsiz olarak dağıtılmaya başlaması pek çok kitapçı, yayımcı için zorlu bir sürecin kapılarını da açtı. Gibert Jeune, ayakta kalmak için uzun süredir mücadele veriyordu. Ancak son olarak yeni tip koronavirüs salgını, kısıtlamalarla birlikte tablo daha da ağırlaştı. Oysa daha yakın zamanda yenilenmiş yürüyen merdivenleriyle gösterişliliğini pekiştirmişti. Kapanmadan önce Gibert Jeune’a son bir kez uğradım... Benim gibi tarihi kitapçının kapanacağını öğrenince vedaya gelen orta yaşlarındaki kitapsever bir kadınla kasa önünde söyleştik. Duygulanmıştı... “Kızım bana buranın kapanacağından söz etti, ama ben inanamadım. Kırk yıldır buranın müşterisiyim. Buradan çocuklarımın kitaplarını aldım, onlar kullandıktan sonra geri getirip sattım” dedi... “Burası biz veliler ve öğrenciler için bir aile ortamı gibiydi” diyerek ekledi hüzünle.Gibert Jeune kitapçısı, 4 Şubat 1986’da Hizbullah bağlantılı bir grubun saldırısına da uğramıştı. Saldırıda kitapçı büyük zarar görse de yeniden toparlanmayı başarmıştı. İki yıl öncesi cirosu 25 milyon Avro olarak açıklanmıştı.Salgın nedeniyle sosyal ve kültürel etkinliklerden oldukça uzaklaştık. Lokanta, bar, kahve ve tiyatro gibi yerlerin ne zaman açılacağı artık bir bilmeceye dönüştü. Paris’te 20 Mart’tan başlayarak bir ay sürecek olan bir tam kapanmaya gidildi. Kısıtlamaların en çok etkilediği kültür yaşamının sorunlarıysa, her geçen gün katlanarak artıyor.Bütün Fransa’nın, özellikle de öğrencilerin eğitim enstitüsüne dönüşmüş olan,135 yıllık Gibert Jeune’e kepenk indiren virüs salgını bitene kadar daha hangi kültür kurumları ve etkinlikleri elimizden kayıp gidecek diye endişe içinde [email protected] Süleyman Tosunoğlu / Fransa (Paris)

Sahte ile gerçek arasında!

Sahte ile gerçek arasında! “Sansasyonel, olağanüstü ve doğaüstü, günlük yaşamın sıradanlığında, rutinden kaçmamızı sağlayan tatlı baştan çıkarmalardır. Ancak aldatma oyunu, sadece farkında olduğumuzda ve önceden kabul ettiğimizde eğlencelidir. Kasıtlı olarak aldatıldığımızda, birçok bakımdan kaybeden taraftayız, paramızı, güvenilirliğimizi, bütünlüğümüzü ve hatta varlığımızı kaybediyoruz. Mevcut (dez)enformasyon miktarı daha fazla olsa da sorun eski bir sorundur. Tarih, gerçek gibi görünen sayısız sahte maskeli örnekle doludur. Mitolojik bir aldatma prototipi olan Truva Atı, sembolik olarak, antik tarihi, internetin hâkim olduğu şimdiki dünyanın son derece çağdaş sorunlarına bağlar. Geçmişten alınan derslerden bir yol haritası oluşturulabilir. Bu bize istediğimiz zaman fantastik ve uydurma âlemde dolaşmamızı sağlarken, gerçeğe dönmeye hazır olduğumuz zaman için de bir çıkış stratejisi sunar” levhası karşıladı bizi sergiye girer girmez. Afişinde Truva Atı kullanılan “Gerçek yerine sahte (Fake for Real): Bir Sahtecilik ve Tahrifat Tarihi” sergisinden bahsediyorum. 24 Ekim 2020’de açılışına katılmak istediğim, yeni tip koronavirüs (Covid-19) nedeniyle “nasıl olsa daha 31 Ekim’e 2021’e kadar gezebiliriz” diye hep ertelediğim sergiyi nihayet geçen cumartesi gezebildik.TARİHE YÖN VEREN SAHTELERBrüksel’in “Avrupa Semti” diye ünlenen AB kurumlarının bulunduğu bölgede, cephesi Leopold II Parkı’na bakan Avrupa Tarihi Evi’ndeki sergi bizi sahtecilik ve dolandırıcılık tarihinde bir yolculuğa çıkardı. Antikçağlardan ortaçağ, modern tarihe ve günümüze kadar tarih boyunca sahtecilikleri, tahrifatları keşfettik. Sahtecilik uzun bir geleneğe sahip. Her dönem belirli sahte türlerin öne çıktığı görülmüş. İnsanın sahtekârlıklara inanma eğilimi önemli ölçüde evrensel. Altı tema ve kronolojik bir zaman çizelgesinde sunulan sergi, Avrupa’nın dört bir yanından 200’den fazla olağanüstü eseri ziyaretçilerin beğenisine sunuyor. Geniş bir yelpazedeki eserlerin her biri, Roma imparatorlarının silinmiş kayıtları, ortaçağ azizlerinin manipüle edilmiş biyografileri, hiçbir zaman gerçekleşmemiş ancak gerçekmiş gibi anlatılan seyahat öyküleri, İkinci Dünya Savaşı’nda müttefikler tarafından kullanılan sahte ordu gibi ilgi çekici sahtekârlık ve aldatma hikâyesi anlatıyor. Ayrıca, Constantine Bağışı ve Dreyfus’u suçlamak için kullanılan sahte mektuplar gibi tarihimizde kritik öneme sahip belgeler de yer alıyor. Bunların tümü, duyguların ve kişisel inançların, “Dünyayı nasıl anlamak istediğimizi veya kasıtlı olarak yanlış anlatabileceğimizi” etkilediğini gösteriyor.Bu konulu ve güncel sergide Covid-19 ile ilgili iletişim ve onu çevreleyen dezenformasyon da inceleniyor. “Dezenfodemik”, gerçeklerin ve gerçek olmayanların sürekli kol kola dolaştığını, eleştirel düşüncenin ve sivil eylemin aldatmaya karşı değerli koruyucular olduğunu iyi bir zamanlamayla hatırlatıyor. Serginin “Post Truth Dönemi” başlıklı son bölümü, ziyaretçilerin doğruluk kontrolü yapabilecekleri, neyin yayımlanacağına karar verebilecekleri ve sosyal medyanın nasıl çalıştığını gösteren yenilikçi bir “filtre balonu” ile oynayabilecekleri oyunlar, videolarla dolu interaktif bir alan. Sergiyi gezenler gerçeklerin ve sahteciliğin anlaşılması üzerine ince bir tartışmaya katılıyor ve eleştirel düşünme yetilerini geliştiriyorlar.Bilgide, haberde, belgelerde, haritalarda, parada pulda, resimde, kimlik kartında, ilaç ve marka ürünlerde, askeri alanda birbirinden ilginç yüzlerce sahtecilik örneği  var sergide. Birkaçına yakından göz atalım isterseniz...Avrupa tarihinin en iyi bilinen dinsel sahtekârlığı Konstantin Bağışı (Donatio Constantini) bunlardan sadece biri. 4. yüzyılda Roma İmparatoru Büyük Konstantin tarafından Eski Roma’daki Papa I. Silvestro’ya verildiği iddia edilen ve papaya Roma’nın batısındaki imparatorlardan ve krallardan daha fazla güç ve yetki bahşeden bir belge. Belge aslında yüzyıllar sonra üretilmiş. Papalık, bu sahte belgeye dayanarak Hıristiyan dünyası üzerinde üstünlük kurmuş.1440 yılında Lorenzo Valla sahtekârlığı ortaya çıkarmış./Archive/2021/3/28/051608198-28erdinc2dise15renkli.jpegHollandalı Han van Megenen, kendi yaptığı resimleri usta ressamların eseriymiş gibi satmıştı. Emile Zola’nın L’ Aurore gazetesinde “Suçluyorum” başlığıyla yayımlanan mektubu Fransa’da yankı uyandırmıştı. Üzerinde oynanmış ve manipüle edilmiş bilimsel buluşlar, tehlikeli hatta ölümcül sonuçlar doğurabilir. 1998’de yayımlanan bir makale MMR aşısı ile otizm arasında bağlantı olduğunu yazar. 12 yıl sonra araştırmanın doğru olmadığı ortaya çıkar. Araştırmanın verilerin manipüle edilerek kullanıldığı ve bulguların bilimsel ilkelere uyulmadan yorumlandığında karar kılınır. Makalenin yayımlanma nedeni de sorgulanır. Araştırma bilimsel kayıtlardan çıkarılıncaya kadar ciddi bir aşı karşıtı küresel hareket oluşmuştur bile!1440’larda matbaanın keşfi ile birlikte “bilgi ve yanlış bilgi” akışı arttı. Okur-yazar sayısı yükselen Avrupalıların broşür, kitap ve gazetelere erişim sağlaması onların özgürlükleri elde etmesini ve tarihin seyrini değiştirmelerini sağladı. İçerik üzerinde denetim eksikliği sahte haberler, çarpıtılmış gerçekler ve nefret söylemi gibi bugünün kaygılarına benzer rahatsızlıklara yol açtı. Matbaa devriminin birçok kurbanı oldu. En acayip olanı ise1770’te basına tam özgürlük veren Danimarka-Norveç Krallığı’nın fiili lideri Johann Friedrich Struensee’in aynı basın tarafından halk düşmanı olarak kabul ettirilmesi oldu. 17 Ocak 1772’de tutuklanan ve ölüm cezasına çarptırılan Streuencee’nin cezası 27 Nisan 1772’de infaz edildi.Hollandalı Han van Megenen, kendi yaptığı resimleri eski Hollandalı usta ressamların eseriymiş gibi satarak milyonlar kazandı. Sanat uzmanlarını ve Nazi koleksiyoncularını bile inandırmayı başardı. Savaş sonrasında Nazilerle işbirliği yapmakla suçlanınca daha az ceza alacağını bildiği için resim sahteciliği yaptığını itiraf etti. İşbirlikçilikten, “Göring’i aldatan adam” olarak kahramanlığa yükseldi. Hermann Göring, ünlü ressam Johannes Vermeer’in eserini satın aldığını düşünerek aslında Han van Megeren yaptığı “İsa ve Zina” adlı tabloya 1.650.000 gulden ödedi.EMİLE ZOLA SUÇLADI!1894 yılında Yahudi ve Alsas kökenli Fransız subay Alfred Dreyfus bir sahte belgeye dayanılarak haksız yere casuslukla itham edilerek tutuklandı, vatana ihanet ile cezalandırıldı. Emile Zola’nın L’ Aurore gazetesinde “Suçluyorum” başlığıyla yayımlanan açık mektubu Fransa’da büyük yankı uyandırdı. Zola da “masum birini hedef gösteriyor ve cezalandırıyor diye orduyu suçlayan açıklaması” nedeniyle yargılandı ve suçlu bulundu.  1899’da başarısız yeniden yargılanmadan sonra Dreyfus 1906’da affedildi ve tekrar Fransız ordusuna katıldı. Bu olayın Avrupa’da insan haklarından tutun Siyonizme kadar etkisi çok büyük oldu.Bir kalem, daktilo, lastik mühür, aseton. Düzgün insanların elindeki bu nesneler İkinci Dünya Savaşı’nda binlerce insanın canını kurtardı. Yeni bir kimlik kartı Yahudiler için toplama kamplarına gitmekten kurtulmak demekti. Gezenlere, “Sahteciliğe sempati ile baktım bir an” dedirten bölümüydü burası serginin. Doğru, “Tarih, gerçek gibi görünen sayısız sahte maskeli örnekle dolu”. Ya tarihin kendisi de [email protected] Erdinç Utku/Belçika(Brüksel)

Endonezceye yoğun ilgi

Endonezceye yoğun ilgi Endonezya Ankara Büyükelçiliği online vereceği dil kursunu sosyal medya hesaplarından duyururken yoğun ilgi göreceğini öngörmemişti. Kısa sürede başvuru rekor seviye ulaştı ve 501 öğrenciyle 24 Şubat’ta Zoom ortamında kurs açılışıyla birlikte bu ay derslerimiz başladı. Haftada üç gün planlan kurs yoğun talep nedeniyle her seviye için haftada bire indirildi. Açılışta konuşan Büyükelçi Lalu Muhamad İkbal, beklentilerinin ötesinde bu ilginin Türk halkının Endonezya halkına olan güçlü kardeşliğinin bir ifadesi olduğunu söyledi. İkbal, son iki yıldır büyükelçilik olarak kamuoyu ve iş dünyasının dikkatini Endonezya’ya çekme amaçlı çeşitli çalışmalar yaptıklarını anlattı. Önceki yıl kurulan dans kulubüyle birçok Türk gencine dans dersleri verdiklerini aktardı.Kültür işlerinden sorumlu Hafid Santosa, dil kursunda iki haftada 18 ilden yapılan 501 başvurunun tur rehberi, Türk-Endonez çiftler, öğrenci, akademisyen ve iş insanları gibi değişik kesimlerden geldiğini ifade etti. Dil kursu haberi Endonezya basınında da yankı buldu.Endonezceye ülke dışında gösterilen bu ilgi, görebilse şüphesiz bir kişiyi daha çok mutlu ederdi. En başından beri Malay dilinin ulusal dil olarak kabul edilip şekillenmesinde büyük emeği geçen dilbilimci, yazar, sosyolog Sutan Takdir Alisjahbana. Endonezya dil politikasının gelişmesinin köklerinin milliyetçilik akımının yükselmesiyle doğrudan ilişkili olduğu ve ulusal bir dilin temelinin 28 Ekim 1928’de toplanan Endonezya Gençlik Konferansı’nda atıldığı söylenir.Yüzyıllardır Hollanda sömürgesi olan ülkede özellikle gençler arasında bağımsızlık fikri başgöstermeye başlamış ve takımadanın her bir yanından gençler bu fikri olgunlaştırmak için Cava Adası’nda toplanarak ülkenin geleceği için bazı önemli kararlar almışlar. 1928 Gençlik Anlaşması olarak tarihe geçen bu toplantıda özgür ve bağımsız ülke yaratmak isteyen milliyetçi lider gençler, üç şeyi vaat etmiş ve bunları yerine getirmek için yemin etmişler: Endonezya halkının birliği (Hepimiz biriz), tek bir ulus, tek bir dil (Malay’ın ulusal dil olarak kabulü.)600’DEN FAZLA DİL, LEHÇEO zaman henüz 20 yaşında bir genç olan Sutan Takdir, orada alınan kararlardan çok etkilendiğinden Gençliğin Ruhu adlı dergiyi çıkarmakta gecikmemiş. Konferanstaki vaatlerden en çok üçüncüsü yani ulusal dil olmasına karar verilen Malay ilgisini çekiyormuş ki bu, birçok insan için yalnızca bir teori ve rüya gibi görülmekteymiş o zamanlar.“17 bin adası, 600’den fazla dili ve lehçesi ve yaklaşık 300 etnik ve dil grubuyla Endonezya için ulusal dil olarak Malay’ı seçmek gerçek bir mucizeydi” diyor Sutan Takdir’in kızı gazeteci, yazar Tamalia. Çünkü 1928’lerde Malaycayı nüfusun yalnızca yüzde 10’u konuşmaktaymış. Nüfusun yüzde 40’nın anadili ise Cava diliymiş. Hollandaca konuşan küçük grup eğitimli, elit kesim. Bununla birlikte Malayca takımadaların ortak iletişim diliymiş. İslamın yayılmasıyla birlikte ülkenin her köşesine yayılan Malay, adalar, kabileler ve  tüccarlar arasında iletişim dili olarak kullanılmaktaymış. Malay, Sanskritçe, Farsça, Arapça ve Avrupa dilleri gibi çeşitli dillerin kelime hazinesini özümsemiş, sonraları çeşitli varyasyonları ve lehçeleri gelmiş. Bu durum Endonezya vatandaşlarının kardeşlik ve birlik duygusunun gelişmesini de teşvik etmiş.1928 Gençlik Yemini’nin ardından Hollanda sömürge hükümeti milliyetçi hareket konusunda endişelendiğinden yazılı medyada daha fazla milliyetçi duyguların yazılmasını yasaklamış... Sutan Takdir, umudunu yitirmez. “Sabırlı olmalıyız zamanı” der, bir taraftan da dilbilimle ilgili eline geçirdiği tüm kitapları okumuş. Dediği zaman sancılı olsa da 1942’te savaş rüzgârlarıyla gelmiş. Japonya, Hollanda Hint Adaları’nı işgal edip Hollandacanın kullanılmasını yasaklamış. Neredeyse hiç kimse Japonca konuşamadığından iletişim kurmak için bölgenin geleneksel iletişim dili, ‘Malay’a dönmek zorunda kalmışlar.Tamalia Alisjahbana, “Babasının o sırada Devlet Yayınevi Dil Bürosu’nda çalıştığını ve  büronun Japon işgal kuvvetleri tarafından kullanıldığını, babasının sadece uzman değil, aynı zamanda Malay dilini modernleştirirerek Endonezce olmasını sağlayan itici güç olduğunu” anlatıyor. O yılları “Zafer ve Yenilgi” kitabında ele alan Sutan Takdir, daha  sonra Dil Bürosu başkanı olduğunda kurduğu ekiple üç yıl içinde ilk Endonezya dilbilgisini yazmış. Ayrıca 17. yüzyılın terminolojisine sahip Malay’ın yeni terminoloji sözlüklerini oluşturmak için doktor, mühendis ve  avukatları bir araya getirerek çalışma grubu oluşturmuş. Endonezya 1945’te bağımsızlığını ilan ettiğinde, ulusu birleştirecek dil de kullanılmaya hazırmış. Akabinde onaylanan1945 Anayasası’nda Endonezya Cumhuriyeti’nin tek resmi dilinin Endonezyaca olduğu belirtilmiş. Ancak bu yerel dillerin yasak olduğu anlamına gelmiyordu. Endonezya’nın bölgesel ve yerel dilleri evde kullanılmaktadır. Sonuçta Endonezcenin kamusal alanda kullanımının hızla artmasıyla özelde yerel dillerde büyüme yavaşlamış ancak çeşitlilikte istikrarlı ve tamamlayıcı bir gelişme gözlenmiş.“Endonezya’nın kurucu babalarının Malayı ulusal dil olarak seçmesinin bir nedeni niyetlerinin demokrasi yaratmak olmasıydı. Cava’nın hiyerarşik sistemiyle çok feodal olduğu düşünülmekteydi. Malay onun aksine çok daha basit, eşitlikçi, demokrasi yaratmak için çok daha uygun demokratik bir kapsayıcılık diliydi” diyor kendisini Cakarta yabancı gazeteciler kulubünden tanıdığım ve Türk vişne suyunu çok sevdiğini öğrendiğim Sutan Takdir’in kızı Tamalia. “Mucize olan, 1928’de Cava dilini konuşanların nüfusun nerdeyse yarısını oluşturduğu halde Malaycayı Endonezya’nın ulusal dili olarak nezaket ve yüksek gönüllülükle kabul etmeleridir” ifadesini kullanıyor ve ekliyor: “Dil, kültür ve kimlik unsurları birbiriyle çok yakından ilişkilidir. Endonezya kendi ulusal dilini ve kültürünü bilinçli bir şekilde tasarlayarak ulusal kimliğinin yaratılmasını sağlayan dünyadaki birkaç ülkeden biri olması bakımından benzersizdir.”[email protected] Gülseren Tozkoparan Jordan / Endonezya (Cakarta)




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter