Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Saturday, 12.13.2025, 09:37 PM (GMT)

Search by date: 2/12/2021

‘Deli Tarla’... Adnan Binyazar'ın yazısı...

‘Deli Tarla’... Adnan Binyazar'ın yazısı... Şiir, roman, öykü, deneme türlerinde konu-biçim-üslup bileşkesi birbirinin içinde gelişir. Yazıyı beğeni düzeyine erdiren, yazarın dil becerisidir. Jean-Paul Sartre, yazılanı değil, onun nasıl yazıldığını önemser. Yazar, dilinin anlam alanını genişleten kendi buluşu sözcüklerle sağlar nasıllığı. /Archive/2021/2/12/002947515-ic1.jpg KURGUŞermin Yaşar, 1982’de Berlin’de doğmuş, sonra Türkiye’ye dönmüş. Üniversite’de Türk Dili ve Edebiyatı öğrenimi görmüş, bu alanda lisanslı. Reklam sektöründe çalışmış, yazmaya çocuk kitaplarıyla başlamış. Onu Deli Tarla¹ adlı öykü kitabıyla tanıdım.Son iki yıldır, Koronavirüs yayılımından dolayı yurt dışında bulunduğumdan, Yaşar’ın Tarihi Hoşça Kal Lokantası, Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu, Gelirken Ekmek Al kitaplarını okuyamadımsa da adlarından, onların da yaşadıklarından izlenimlerle beslendiğini az çok kestirebiliyorum. Yaşar’ın öykü dünyasına yönelmem şimdilik Deli Tarla’yla sınırlı kalacak.Bu veriler Deli Tarla’yı özünden kavramaya yetmezse de yazarı yaratıcı duyumsama, derin algılama, kullandığı her sözcüğü üslubunun bir parçası kılan anlatımıyla tanımamda ipucu olacağını sanıyorum./Archive/2021/2/12/003038405-ic2.jpgDUYUMSAMALARAşağıdaki şu iki alıntı, bir köşeye çekilip çevresini gözlemlerle algılayan, gördüklerinin ayrıntılarını anlık duyumsamalarla anlatıma dönüştüren Şermin Yaşar’ın yazınsal dünyasını yansıtıyor:“Bir röportajda okumuştum. Kanser hastası bir anne, ölümünü beklerken, kendi eşarp, şal ve kıyafetlerini kesip birleştirerek bir battaniye dikmişti çocuklarına. Böyleydi sanırım. Ya aklımda bu kadarı kalmış ya okuduklarım kalbimi böyle dağlamış. Daha fazlasını anımsamıyorum.Battaniyeyi görmedim, ama zihnimde böyle rengârenk, küçük küçük karelerden oluşan yamalı, çok da muntazam olmayan, her dikişi ağlayan bir battaniye canlandı.Düşününce gözümün önüne hep o görüntü geliyor. Lise yıllarımda ezberlediğim bir Abbas Sayar şiiri okuyorum o görüntünün üzerine:‘İç acılarıyla ördüğüm hırkanın söküldü kolları ve üç satırlık hikâyem kaldı.’ (...)Çocukların sözlerinden hayali bir battaniye hazırlayın kendinize. İster küçük küçük karelerden ister çiçekli motiflerden. Her bir anının, her küçük güzelliğin, her tatlı sözün en güzel yerlerini birbirine tutturun.Benimki uzun olsun istiyorum, kocaman olsun, gün gelip sarınmak istediğimde bütün özlemlerimi örtsün istiyorum.” (30 Eylül 2017)“Çocuklar yatmaya hazırlanırken ‘Yer yatağı yapayım mı salona, beraber uyuyun,’ dedim. O nasıl bir zıplamak, nasıl sevinmektir... Taşıdık yatağı, serdik... (...) Dışarıda yağmur yağıyor. Çok yağıyor. Çay koydum. Oturdum, izliyorum. Bunun dünyanın en güzel, en eşsiz, en değerli tablosu olduğuna yemin edebilirim. Ve eminim ki bütün çocuklu evlerde bu tablonun röprodüksiyonu var. Ne şanslıyız, şu anları al; duvara as, ömrünce aynı hazla bak...” (28 Kasım 2018)Şermin Yaşar’ı kendi dünyasında dolaşıma yönelttiği bu iç izlenimler, Albert Camus’nün şu değerlendirmesini çağrıştırıyor: “Bir insanın yapıtları, çoğu kez, onun özlediği, heveslendiği şeylerin öyküsüdür. Oysa hiçbir insan, hiçbir zaman, kendini olduğu gibi anlatamaz."Camus birbiriyle çelişir gibi görünen bir gerçeğe parmak basıyor. Şermin Yaşar’ın öyküleri gerek kurgusu gerek devingen anlatımıyla Camus’yü doğruluyor./Archive/2021/2/12/003126014-ic3.jpgÖYKÜSEL OLUŞUMŞermin Yaşar’ın öykülerinde kurguya gerçek birbiriyle iç içe gelişiyor. Onun anlatı dünyasında üslup sürekli, akışkan, canlıdır. Yalnızca dışsal değil, içsel oluşumuyla da gerçeklere dayanan “Deli Tarla” öyküsünün ana konusu insan ilişkilerini irdeleme yolunda gelişiyor.Öyküleme, hemen her evin sorunu olan ölüm sonrası mal mülk bölüşümü çevresinde döneniyor. Bölüşenler birbirlerine çok saygılı görünmeyi de biliyorlar, iç hesaplarını gizlemeyi de. Görünüşte, büyüğünden küçüğüne en adil bir paylaşımı gerçekleştiriyorlar.Öykünün temeline oturan deli tarlayı üstlenmeyi kimse canı gönülden istemiyor. İsteme bir yana, dışa vurmadıkları tutumlarıyla, belli etmeden yan bile çiziyorlar. Sonunda öykü anlatıcısına kalan deli tarlanın sır gibi görünen gerçeğinde düğümleniyor konu.Şiir, roman, öykü, deneme türlerinde konu-biçim-üslup bileşkesi, birbirinin içinde gelişir. Yazıyı beğeni düzeyine erdiren, yazarın dil becerisidir. Jean-Paul Sartre, yazılanı değil, onun nasıl yazıldığını önemser. Yazar, dilinin anlam alanını genişleten kendi buluşu sözcükler sağlar nasıllığı.Şiir, roman, öykü, yazınsal türlerde anlatı yoğunluğunu dilin anlam alanlarını sınırın dışına taşıranlar başarmıştır. Bu bağlamda, okuyanı birden iç dünyasıyla yüzleştiriveren yalın bir dil düzeyini tutturan yazar azdır.Deli Tarla’nın yazınsal değeri, kitabın kapağına yerleştirilen bestseller türü kitaplarda yuvarlak içine alınan İlk baskı 50.000 adet reklamından değil; Şermin Yaşar’ın, cümlelerindeki yalın betimlemelerine yansıyan yaratım ürünü dilsel beğenisinden geliyor:“Ben mahsulünden, bereketinden değil, güzelliğinden ötürü istedim dere boyundaki tarlayı. Çocukken tepsi gibi ayçiçekleri olurdu tarlada. Sapsarı... O çekirdekleri çiçeklerin üzerindeyken yemeyi çok severdim. Hâlâ da severim. Her gece papağan gibi bir poşet çekirdek yiyorum, göbek aldı başını gitti. ““O, hayvanların peşinde genç kız gibi koşan kadın gitti, yerine bir nine geldi. Sonra bir gece uyudu, uyanamayıverdi.”Deli Tarla öyküleri, yazacağı iyi romanların yolunu açıyor Şermin Yaşar’a.¹ Deli Tarla / Şermin Yaşar / Doğan Egmont Yayınları / 190 s. / 2020. Adnan Binyazar / Cumhuriyet Kitap Eki

'Avrupa HegemonyasındanÖnce'

'Avrupa Hegemonyasından Önce' Ünlü Amerikalı tarihçi ve sosyolog Janet Abu-Lughod’un, Immanuel Wallerstein’in “Dünya Sistemleri Teorisi”ni yeniden yorumladığı ezber bozan çalışması Avrupa Hegemonyasından Önce: 1250-1350 Arasında Dünya Sistemi; verili kabullerin aksine, modern dünya ekonomisinin kökenlerinin 16. yüzyıla değil, 13. yüzyıla dayandığını öne sürüyor. /Archive/2021/2/12/002718673-ic.jpgÜnlü Amerikalı tarihçi ve sosyolog Janet Abu-Lughod’un, Immanuel Wallerstein’in “Dünya Sistemleri Teorisi”ni yeniden yorumladığı ezber bozan çalışması Avrupa Hegemonyasından Önce: 1250-1350 Arasında Dünya Sistemi; verili kabullerin aksine, modern dünya ekonomisinin kökenlerinin 16. yüzyıla değil, 13. yüzyıla dayandığını öne sürüyor.Avrupa’nın Brugge ve Venedik gibi liman şehirlerinden Horasan ve Moğolistan’a, Hint Altı Kıtası ve Çin’den Bağdat ve Kahire’ye uzanan geniş kapsamlı ticari ve kültürel alışverişe odaklanan Abu-Lughod, bütünleşik bir sistem olarak ‘yüksek Orta Çağ’ dünyasını masaya yatırıyor.Küresel ekonominin Avrupa merkezli tarih yazımını eleştiren Abu-Lughod, Cengiz Han yasalarıyla şekillenen bu dünya sisteminin neden kısa sürede zayıflayıp yerini Avrupa hegemonyasına bıraktığına da yanıtlar arıyor.Avrupa Hegemonyasından Önce: 1250-1350 Arasında Dünya Sistemi, okurları Orta Çağ Avrasya’sının birbirine bağlı dehlizlerinde kaybolmadan ustalıkla gezdiren, incelikle örülmüş detaylarla dolu bir çalışma...Avrupa Hegemonyasından Önce: 1250-1350 Yılları Arasında Dünya Sistemi / Janet Abu Lughod / Çev.: Cansen Mavituna / VBKY / 616 s. / 2020. Cumhuriyet Kitap Eki

‘UtancıAnıtlaştırmak’

‘Utancı Anıtlaştırmak’ Özbek’in yeni kitabında işlediği konular, Sevr özlemcilerine, mütareke aydınlarına, inanç hortumcularına, din bezirgânlarına, etnikçi ve mezhepçi ayrılıkçılara yanıt niteliğinde. /Archive/2021/2/12/002501736-ic.jpgHüseyin Özbek, özelde Cumhuriyet okurlarının, genelde Cumhuriyetçilerin yakından tanıdığı bir isim. Mahmut Esat Bozkurt geleneğinden gelen deneyimli bir avukat. Yetkin bir hukukçu. Uzun yıllar İstanbul Barosu Genel Sekreterliği yaptı. Halen Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı. Türkiye’nin bağımsızlığı, bütünlüğü, egemenliği ve siyasal birliği söz konusu olduğunda hassas, mücadeleci, ödünsüz bir aydın. Atatürk’e, Cumhuriyet Devrimi’ne yönelik saldırılara, ihanetlere karşı politik yazılarıyla, kısa öyküleriyle, kitaplarıyla tavır alan bir eğitimci ve yazar aynı zamanda.Kısa süre önce yayımlanan yeni kitabı Utancı Anıtlaştırmak’ta ele aldığı konular, Hüseyin Özbek’in siyasi duruşunu da gösteriyor:Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı, Lozan, Çanakkale Muharebeleri, yurdundan kopan, bilinç kaybına uğrayan aydınlar, yurttaşlık bilinci, “sivil” anayasa tartışmaları, sözde soykırım iddiaları, ülkemizdeki etnik - mezhepsel kimlikler üzerinden yürütülen Batı destekli bölücü faaliyetler, yabancı derneklerin, vakıfların, düşünce kuruluşlarının Türkiye’deki çalışmaları, Kıbrıs sorunu, açılım süreci, patrikhanenin ökümenik olma çabaları, Ergenekon davalarındaki hukuk katliamı…POSTMODERN HAÇLI SEFERİGörüldüğü üzere, kitapta işlenen konular, Sevr özlemcilerine, mütareke aydınlarına, inanç hortumcularına, din bezirgânlarına, etnikçi ve mezhepçi ayrılıkçılara yanıt niteliğinde.Özbek’in anlatımı güçlü. Tümceleri yalın, etkili. Bunda şüphesiz, hukukçuluğu yanında eğitimci kimliğinin, Türk diline, kültürüne ve tarihine olan ilgisinin payı büyük. Şu saptaması önemli:“Batının Türkiye karşıtı tutumu, postmodern Haçlı seferidir. Bu saldırıya, selefi - köktendinci söylemle karşı çıkmak, Batı’nın elini güçlendirir. Türkiye bu saldırıyı, Atatürk çizgisiyle, 29 Ekim 1923 kuruluş felsefesiyle göğüsleyebilir. 29 Ekim 1923; ekonomisi, bürokrasisi, ordusu, yargısı, kısacası tüm kurumlarıyla milli bir devlet tasarımıydı. Türkiye’nin kuruluş mimarisi, keyfi bir tercih olmaktan öte, tarihinin dayattığı bir zorunluluktu”.Özbek, Türkiye’nin kurucu değerlerine yabancılaşmış, kurumsal belleğini yitirmiş, yön duygusunu kaybetmiş bir hasta görüntüsü verdiğini vurgulayarak, şunu söylüyor: “Düşünsel ve kurumsal anlamda, kuruluş denkleminden uzaklaşan bir devlette neler yaşanacaksa, Türkiye onları yaşamaktadır”.Utancı Anıtlaştırmak / Hüseyin Özbek / Doğu Kitabevi / 304 s. / 2020. Barış Doster

Yurtseverliğin ve insanlığınöyküsü

Yurtseverliğin ve insanlığın öyküsü “Kedilerin Kaleminden Okuyun Bizi; kedilerle haşır neşir olmuş bir çift olarak hem kedilerle geçirdiğimiz yılları onların gözünden aktardığımız hem de kendi serüvenimizi kedi filtresinden geçirerek anlattığımız iki kutuplu bir otobiyografi oldu” diyor Emekli Büyükelçi Pulat Tacar kitabında. Sonra da kalemi kedileri Dummi, Dreki, Jerome, Mutzi, Kedi Prenses Marie Louise, Kısmet,Wotan, Sami, Mutzi, Ballı Mutti’ye bırakıyor. /Archive/2021/2/12/002244691-ic.jpgNeler anlatmıyor ki kediler bize! Kedilerin anlattığı detaylarda müthiş bir serüvene ve tarihte bir yolculuğa çıkıyorsunuz. ‘Yaşam Bir Rüyadır’ adlı nehir söyleşi kitabında paylaşılan bazı anılar kedilerin gözünden, arka sahneleriyle farklı bir yorumla okurla buluşuyor.Kedi Dreki insan anne-babasının evlenme hikâyesini, Pulat babasının mesleğinde yabancılarla evlenmeye izin verilmediğini ve Selda annesinin Viyana’da doğmuş olmasından dolayı birlikte yaşamalarının uygun görülmediğinden evlenme izni alana kadar karşılaştıkları engelleri ve her şeyin üstesinden nasıl gelip de on altı yıl sonra sade bir törenle evlendiklerini anlatıyor. Sevgi ve saygıyla dolu, uzun bir birlikteliğe tanık ediyor.Daha sonra çeşitli görev yerlerine ve ülkelere doğru yolculuklara çıkarıyor okurları. Bu sırada kediler anne-babalarına nasıl eşlik ettiklerini, ülkelerin kedilerin girişine ilişkin farklı uygulamalarını, karantina zorluklarını anlatıyor.Kedi Dreki’nin dilinden, Büyükelçi Pulat Tacar’ın mesleğini yerine getirirken yaşadıklarından; ülke tarihindeki önemli bazı olaylar ve kişilere ilişkin yaşam dersleriyle dolu anılarını dinliyoruz: Türkiye için hep ilkleri gerçekleştiren Pulat babanın Endonezya Büyükelçiliği sırasında ilk Büyükelçilik binasını yaptırmak içi harcadığı çabaya… Selda annenin Çin resmiyle ilgili çalışmalarına… O yıllarda Kenan Evren’in Endonezya’ya yaptığı ziyarete… Ve kendisinin Cakarta’da yaşama veda edişine tanık oluyoruz.Daha sonra kalemi alan Jerome da, ebeveynleri Pulat ve Selda’nın Brüksel de geçen Avrupa Birliği Daimi Temsilcilik günlerinde ve donmuş AT-Türkiye ilişkilerinin yeniden başlatılması için harcadıkları çabalardan söz ediyor.Anlatıcı kediler okura sürekli sürpriz yapıyor, tanıdık birçok isimle olan anılarından bahsediyor. Bilge Karasu, Talat Halman, Bülent-Rahşan Ecevit, Turgut Özal, Tansu Çiller şaşırtan olaylar ve anılarla karşımıza çıkıyor. UNESCO Temsilciliği günlerinden, Uluslararası Hoşgörü Yılı organizasyonuna, turizm ve arkeolojiden, müzik ve resme, Bodrum’daki yaşama ve kedilere ilişkin daha pek çok anı paylaşılıyor.Kedilerin Kaleminden Okuyun Bizi; her anı gerçek, her şeye karşın yaşamdan keyif alan örnek bir çiftin, sadakatin, başarının, yurtseverliğin ve insanlığın öyküsü.Kedilerin Kaleminden Okuyun Bizi / Selda Sylvia Tacar, Pulat Tacar / Gece Kitaplığı / 184 s. Gülseren Tozkoparan Jordan

Sarsıcıbir dayanışmaöyküsü

Sarsıcı bir dayanışma öyküsü Kapakta “Rowling” imzasını görünce fantastik bir yapıt okuyacağımı düşündüm. Pencereme düşen ilk ışıklar, bildiğimiz klasik bir masaldan yükseliyordu. Çok geçmedi, sıkı bir öyküyle yan yana yürürken buldum kendimi. Ya da içtenlikle kaleme alınmış, eleştirel bir tarih kitabıydı elimden düşmeyen. Küçük dokunuşlarla ustaca biçimlendirilmiş fantastik öğeler de barındıran, şaşırtıcı, sarsıcı bir yolculuktu bu. /Archive/2021/2/12/001752131-ic1.jpgFotoğraf: DEBRA HURFORD BROWNHangi türden kitaplar daha çok ilginizi çeker? Şimdi ne olacak hevesiyle elinizden düşürmedikleriniz mi? Sizi dünyanın dertlerinden çekip alanlar mı? Maceradan maceraya sürüklendikleriniz mi? Kahkahadan kırıldıklarınız, okurken eğlendikleriniz mi? Sorularınıza yanıt verenler mi? Yoksa sorularınızın yanıtlarını bulmak için sizi yollara düşürenler mi? Belki tedirgin olduklarınız ya da umudunuzu çoğaltan...Soruları, seçenekleri çoğaltabiliriz. Seçimimi söylemek yerine bütün bunları yeniden düşünmeme, çocuk yazını alanında okuduklarımın nerdeyse tamamını anımsamamı sağlayan bir kitaptan açacağım sözü.Ustaca hazırlanmış kapağı, bir masala beklendiğim izlenimi veriyor ancak kitabın ve yazarının adı bambaşka bir yerden sesleniyordu. Rowling’in anlatı boyunca ara ara yaptığı gibi, araya girip belirteyim:Yazınsal türlerin iç içe geçtiği, yer yer öykü tadı alacağınız, küçük dokunuşlarla ustaca biçimlendirilmiş fantastik öğelerini kendi dünyanızın varlıkları arasına kolayca kabul edeceğiniz, çığlık çığlığa “Başka türlü olmalı! Başka türlüsü mümkün! Daha önce defalarca yaptık, yine yaparız!” diyen bir anlatının içinde bulacaksınız kendinizi./Archive/2021/2/12/001841709-ic2.jpgÇizim: DENİZ KORKMAZVARLIKLI KORNUKOPYA VE BATAKLIK DİYARIÖykümüz, yüzyıllardır sarışın krallar soyunun yönettiği, Kornukopya adında ve bir zamanlar var olan miniminnacık bir ülkede geçiyor. Beslenme, barınma, adalet, eğitim, sağlık vb. hiçbir sorunu olmayan halk, Kral Korkusuz Fred’in tahta çıkışını sevinçle karşılamıştır.Yeni kral da herhangi bir sorun çıktığında danışmanlarının hemencecik çözüm bulduğu ülkeyi yönetmenin kolay olduğunu ilk günlerde fark edecektir. Hal böyle olunca Fred’e, arabasıyla halkın arasında dolaşıp onlara gülücükler saçmaktan ve haftanın beş günü yakın arkadaşları, iki lord, Tükrer ve Salyan’la ava çıkmaktan başka iş kalmayacaktır.Kornukopya’nın başkenti Hamurhisar, tatlılarıyla ünlüdür. Peynirleriyle bilinen Yaylıkent ve onun ikizi, isli ballı salamları, pastırmaları, geyik etinden yapılmış turtaları dillere destan İslikent; üzümleri ve şarapları eşsiz Kocaşişe ülkenin öteki kentleridir. En kuzeydeyse Bataklık Diyarı diye anılan bir bölge vardır. Lastik gibi mantarlarla ince kuru otlardan başka bir şeyin bitmediği bu bölgenin sakinleri hem kendileri iyi beslenemez hem de koyunları para etmez.Kornukopya’nın geri kalanının; kaba, kirli ve aksi bulduğu Bataklık Sakinlerinin kuşaktan kuşağa anlattıkları bir de Ickabog efsanesi vardır. Anlatıcının hikâyesine bağlı olarak türlü biçimlere girer canavar Ickabog, başka başka özelliklere sahip olur. Ülkenin başkentinde, çocukların oyunlarında bile adı geçer./Archive/2021/2/12/001909709-ic3.jpgÇizim: BEGÜM KOÇAKKORKUSUZ KRAL FRED’İN BÜYÜK SEFERİGün gelir, Kral Fred, Kornukopya’yı ziyaret edecek olan komşu ülke Pluritanya’nın kralını yeni bir elbiseyle karşılamak ister. Başterzisini bunun için zorlar. Zaten rahatsız olan başterzi Dora Kırlangıçkuyruğu, bu çalışma sırasında ölünce kızı Daisy, büyük bir cesaretle, Kral Fred’i, “Bencil, kendini beğenmiş, acımasız!” olmakla suçlar. Halk arasında da yayılan bu sözler içine işler Fred’in.Tam da o günlerde, Kral’ın Dilek Günü’nde, Bataklık Diyarından bir çoban gelir saraya. Köpeği Yama’yı Ickabog kaçırmıştır. Kral Fred, aklından bir türlü çıkaramadığı “bencil, kendini beğenmiş, acımasız” suçlamalarından kurtulmak için Bataklık Diyarı’na yalınkılıç bir sefere çıkmaya, Ickabog efsanesini açığa çıkarmaya, varsa böyle bir canavar onu atalar yadigârı kılıcıyla yok etmeye karar verir ve hemen kuzeye doğru yola çıkılır.HER GÜN YENİ BİR YALANKral ve beraberindekiler oraya ulaştığında ansızın sis çöken Bataklık’ta işler hiç de iyi gitmeyecek, Lord Salyan, Kral Fred’in Muhafız Birliği Komutanı Binbaşı Pürneşe’yi öldürecek, Lord Tükrer de bunu var olup olmadığı bile bilinmeyen Ickabog’un yaptığını söyleyerek cinayeti örtbas edecektir.Kornukopya sarayında, çıkar uğruna uydurulmuş yalanlara her gün hızla yenileri eklenir. Öyle ki Ickabog’un varlığını reddetmek, olup bitenler hakkında soru sormak, itiraz etmek, krala ve artık kendini kralın başdanışmanı atayan Tükrer’e karşı çıkmak vatan hainliği sayılacaktır. Oysa yaklaşan tehlikeyi görememek o tehlikeden daha büyük bir tehlikedir. Ülkenin hızla yoksulluğa, yıkıma sürüklendiğini nerdeyse kimse fark etmeyecektir. /Archive/2021/2/12/001950646-ic4.jpgÇizim: ELVİN ÇEVLİKÇOCUKLAR DAHA AKILLINe var ki gerçeğin de bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. Herkesi belirli bir hizaya soktuğunu, korkutup yıldırdığını sananlar bir gün biri çıkıp da bütün planları bozduğunda yok olup giderler. Kornukopya’da da böyle olacaktır. Çünkü çocuklar daha akıllıdır. Ve biri bir gün “Kral çıplak!” diyecektir. Çünkü herkesin korkup sindiği yerde, birkaç kişi bile olsa cesaret gösterip gerçeği arayacaktır. Çünkü sevgi ve kararlılık dayanışmayı ortaya çıkaracaktır.TUHAF BENZERLİKIckabog’un hemen her tümcesinde, insanlığın tarih sayfalarına sığmayan büyük dayanışma ve direniş öykülerini anımsarken bütün bu anlatılanların bugünün dünyasında yaşananlarla tuhaf benzerliğini de ister istemez sorguluyor ve şu soruların da kulağınızda çınladığınızı duyumsuyorsunuz:Kötülüğün bir insanı ya da ülkeyi ele geçirmesi nasıl mümkün olabilir ve onu yenmek için neleri feda etmek gerekir? İnsanlar neden yetersiz hatta var olmayan kanıtlara rağmen yalanlara inanmayı seçerler? İnsan, yarattığı canavarın kendisinin gerçek yüzünü ortaya çıkardığını nasıl fark etmez?..Kornukopya’nın hızla içine yuvarlandığı yokluk ve yoksulluk döneminin sonunda, ortaya çıkan fotoğrafın taşıdığı umudu anımsatarak koyalım noktayı.Ickabog / J.K. Rowling / Çev.: Hazel Bilgen / YKY Doğan Kardeş / 282 s. / 14+ / 2020. Y. Bekir Yurdakul / Cumhuriyet Kitap Eki




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter