Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Saturday, 01.25.2025, 06:43 PM (GMT)

Çocuklarınınöğretmen olmasınıistemiyorlar, maaşlarıhacizli, baskıaltındalar

Çocuklarının öğretmen olmasını istemiyorlar, maaşları hacizli, baskı altındalar figure > Eğitim-İş, 24 Kasım Öğretmenler Günü öncesi öğretmenler ile yaptığı araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Buna göre, öğretmenlerin yüzde 93’ü öğretmenliğin saygın bir meslek olma özelliğini yitirdiğini belirtiyor. Daha fazla para kazanabileceği iş bulması halinde öğretmenliği bırakacağını söyleyen öğretmenlerin oranı da yüzde 43. Büyük bölümü borç içinde olan öğretmenlerin yüzde 86’sı, çocuğunun öğretmen olmasını istemiyor. Öğretmenlerin yüzde 83’ü yönetici olmak için torpile ihtiyaç olduğuna emin iken yüzde 48’i yöneticiler tarafından öğretmenlere siyasi baskı yapıldığını ifade ediyor. Eğitim-İş Sendikası’nın 5 bin 514 öğretmen ile çevrimiçi görüşmeler yoluyla yapılan araştırmasına göre, öğretmenlerin yüzde 63’ü çocuklarının gıda ihtiyaçlarını, yüzde 73’ü kıyafet ihtiyaçlarını, yüzde 47’si ise eğitim ihtiyaçlarını rahat karşılayamıyor. Öğretmenlerin yüzde 86’sı ise çocuğunun öğretmen olmasını istemiyor. Daha fazla para kazanabileceği iş bulması halinde öğretmenliği bırakacağını belirten öğretmenlerin oranı ise yüzde 43.MAAŞLARINA İCRA GELİYORAraştırmaya göre, öğretmenlerin yüzde 96’sı son bir yılda yaşanan fiyat artışlarının bütçesini daha fazla etkilediğini; yüzde 61’i ise gelirlerinin yetersizliği nedeniyle psikolojik sorunlar yaşadığını ifade ediyor. Çok sayıda öğretmenin de kredi borcu var. Buna göre, öğretmenlerin yüzde 44’ü ev kredisi, yüzde 30’u araç kredisi, yüzde 25’i ise çocuklarının eğitimi için çektiği kredileri ödüyor. Öğretmenlerin yüzde 26’sı ek iş yapıyor; yüzde 29’u esnafa olan borcunu, yüzde 35’i ise şahıslara olan nakit borcunu ödemeye çalışıyor; yüzde 37’si de kredi kartlarının sadece asgari ödemesini yapabiliyor. Öğretmenlerin yüzde 3’ünün maaşında icra var, yüzde 8’inin maaşına en az bir kez icra gelmiş ve yüzde 46’sı annesi, babası ya da arkadaşlarından yardım alarak ancak geçinebiliyor. Her ay borç alan öğretmenlerin oranı ise yüzde 22.KÜLTÜREL HAYAT BİTTİ!Öğretmenlerin yaşadığı geçim sıkıntısı, sosyal ve kültürel hayatlarını da bitirmiş durumda. Yüzde 84’ü son bir yılda tiyatroya, yüze 73’ü ise son bir yılda sinemaya hiç gidememiş; yüze 92’si her gün bir gazete, yüzde 62’si her ay bir kitap bile alamıyor. Siyasi baskı da öğretmenleri etkiliyor. Öğretmenlerin yüzde 46’sı görevden alınma korkusu yaşadığını söylüyor; yüzde 83’ü ise yönetici olmak için mutlaka torpile ihtiyaç olduğuna emin. Öğretmenlerin yüzde 48’i de yöneticiler tarafından öğretmenlere siyasi baskı yapıldığını ifade ediyor. Öğretmenlere göre devlet okullarındaki eğitimin niteliği de gün geçtikçe düşüyor. Öğretmenlerin yüzde 83’ü kalitenin düştüğünü belirtiyor. Öğretmenlerin yüzde 80’i, MEB’i Covid-19 sürecinde başarısız buluyor ve uzaktan eğitimin başarılı olmadığını kaydediyor.EĞİTİM-İŞ BAŞKANI: KARANLIK TABLOAraştırma sonuçlarına ilişkin görüşlerine yer verilen Eğitim-İş Genel Başkanı Orhan Yıldırım, “Geleceğin mimarı olan öğretmenlerimizin nasıl bir çaresizlik çukuruna itildiği görülmekte. Bu yılki araştırmamızda en dikkat çekici veriler, geçim sıkıntısına ilişkin. Öğretmenlerin hepsinin borç batağında olduğu, bu borçlar yüzünden yarısından fazlasının psikolojisinin bozulduğu, kendi çocuklarının ihtiyaçlarını bile giderecek kadar ücret verilmediği bir ortamda eğitim ne kadar sağlıklı olabilir? Dünyada ‘Başöğretmen’ sıfatını taşıyan tek lider Atatürk iken 2020’de onun izindeki eğitim neferlerine reva görülen bu karanlık tablo kabul edilemez. Orhan Yıldırım Öğretmenler hamaset değil adalet istiyor” dedi.ÖĞRETMEN: İŞ BULSAM BIRAKIRIMEğitim Sen tarafından yapılan anketin sonuçlarına göre, öğretmenlerin çoğu daha iyi bir iş teklifi aldıklarında mesleklerini bırakmayı düşünüyor.4 bin 565 öğretmenin katılımıyla yapılan “Öğretmenlerin Ekonomik ve Mesleki Sorunlarına Bakış Anketi”nin sonuçlarından bazıları şöyle:- Ankete katılan öğretmenlerin yaklaşık yüzde 60’ı “Aldığınız maaşın yaptığınız işin karşılığı olduğunu düşünüyor musunuz” sorusuna “Hiç karşılamıyor” yanıtı verdi. Bu soruya “Kısmen karşılıyor” yanıtı verenlerin oranı ise yüzde 38. - “Ekonomik koşulları daha iyi olan bir iş teklifi alsanız, öğretmenlik mesleğini bırakmayı düşünür müydünüz” sorusunu öğretmenlerin yüzde 70’i “Evet’’ diye yanıtladı. - Öğretmenlerin yüzde 56’sı “İşyerinizde kendilerini değerli hissetmiyor.” - Öğretmenlerin yüzde 70’i “İşyerinde kendilerini güvende hissetmiyor.’’ - Katılımcıların yüzde 70’ten fazlası okulların hijyen ve temizlik açısından gerekli koşullara sahip olmadığını belirtti. - “Pandemi koşullarında okullarda ‘maske, mesafe, temizlik’ şartlarının hayata geçirildiğini düşünüyor musunuz” sorusuna katılımcıların yaklaşık yüzde 69’u “hayır” yanıtı verdi. - Katılımcıların yüzde 94.5’i “Millli Eğitim Bakanlığı’nın sorunları çözmek için ürettiği politikaların gerçekçi olduğunu düşünüyor musunuz” sorusuna “hayır” dedi. - Katılımcıların yüzde 88’i “Bir eğitimci olarak MEB ile çeşitli vakıf ve derneklerin yürüttüğü protokolleri doğru buluyor musunuz” sorusu üzerine bunu doğru bulmadığını belirtti. cumhuriyet.com.tr

Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) olanlar için riskli dönem başladı

Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) olanlar için riskli dönem başladı figure > Dr. Bektaş: "Ailevi Akdeniz Ateşi Hastalığı olanlar özellikle kış aylarında çok daha dikkatli olmalı" dedi. Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF), tekrarlayan yüksek ateş ile karın, akciğer ve eklemlerdeki ağrılarla kendini belli eden kalıtsal bir hastalık. Genetik nedenlerle vücudun kendi kendine tetiklediği iltihaplı ataklarla seyreden hastalığın kesin tedavisi yok ve şikâyetler hayat boyu sürebiliyor. Ülkemizde en sık görülen genetik hastalıklar arasında başı çeken hastalık, tekrarlayan ateş, tekrarlayan karın ağrısı, eklem problemleri, göğüs ağrısı, özellikle dizlerinin altında ve ayaklarda kırmızı bir döküntü, testis torbasında şişme ve hassasiyet, takipler sırasında kanda iltihap oranlarının artması gibi belirtilerle kendini gösteriyor. İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Atilla Bektaş, Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF) hastalığı olanların özellikle kış aylarında çok daha dikkatli olmaları gerektiğine dikkat çekti. Dr. Bektaş, gazetemize yaptığı değerlendirmede hastalardaki tekrarlayan atakların zaman içinde vücutta “amiloid” denilen bir maddenin böbreklerde birikmesine neden olduğunu ve kronik böbrek yetmezliğine yol açabildiğini anımsatarak “Ataklar arasında tamamen sağlıklı olan hastalar çoğu kez tedavi ve korunmayı ihmal edebilmektedirler. FMF, tedavi edilmezse, 10 hastanın 6 ila 8’inde amiloid maddesinin böbrek ve diğer organlarda biriktiği ve amiloidoz geliştiği unutulmamalıdır” dedi.SIK ATAK OLABİLİRTedavide kullanılan bir ilacın ateş ve ağrı ataklarını çok büyük oranda kontrol altına aldığını ve böbrek tutulumunu önlediğini kaydeden Bektaş, özetle şunları kaydetti: “Kalıtsal ancak bulaşıcı olmayan bu hastalık ülkemizde de önemli bir sağlık sorunudur. Şu an için hastalıkta en etkili ilaç olan kolşisine rağmen ataklar bazı nedenlere bağlı olarak tetiklenebilmektedir. Bunlardan en önemlisi stres, yorgunluk, âdet dönemleri, soğuk, enfeksiyonlar ve beslenmedir. Kasım ayının gelmesi ile havalar soğumakta ve özellikle solunum enfeksiyonları daha sık izlenmektedir. Bu dönemde bedenen ve ruhen stres altında olanların sık atak geliştirebileceklerinden daha dikkatli olmaları gereklidir. FMF, Covid-19’a yakalanma riskini arttırmamaktadır. Ancak hastalığın seyrinin kontrolünde bazı yenilikler olmuştur. Beslenmede düşük tuzlu veya az yağlı diyet FMF’de fayda sağlayabilir. Yine diyette balık, yoğurt, yumurta sarısı gibi D vitaminiden zengin beslenme ve haftada en az üç gün 15-20 dk güneşte kalma önemlidir. Ataklar sırasında karna sıcak uygulaması faydasızdır, ancak bu dönemde hastalar ağrı kesici ve istirahatten fayda görülür. İlaç dozları bu dönemde doktor kontrolünde arttırabilirler. Kolşisin güvenilir yan etkisi az olan bir ilaçtır, ancak yüksek dozda kolşisin kullanımı B12 emilimine etki edebileceğinden bu vitamin açısından takip gerektirir. İlacın kullanımı kesinlikle Covid-19 riskini artırmaz. Son olarak bu hastalar atakları esnasında apandisit olurlarsa anlaşılamayacağından; ileride problem yaşamak için apandistlerini her ihtimale karşı aldırmalılardır.”PANDEMİ SÜRECİNDE KASLARINIZI KORUMANIN 5 YOLUCovid - 19 pandemisinde uzun süre evde kalmak ve eskisine oranla çok daha az hareket etmek zorunda olmak bizi sosyal yönden olduğu kadar fiziksel açıdan da zorlamaya başladı. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Selda Özçırpıcı, kas kaybının önüne geçilmesi için yapılması gerekenleri şöyle sıraladı.- KORUNMA: Tedavide en önemli faktör olarak hastalık gelişmeden önlem almak. Özellikle yaşlılarda, hareketsiz olan çocuk ve yetişkinlerde, kronik hastalıkları bulunanlarda kas kaybının önüne geçilmesi için hareket, onların günlük yaşamının vazgeçilmez bir parçası olmalı. - PROTEİNDEN ZENGİN BESLENME: Sağlıklı kaslar için protein ve albümin düzeyine dikkat etmek gerekiyor. Bu nedenle günlük protein alımı yaşlı hastalarda kilogram başına ortalama 1.2 - 1.3 gr düzeyinde olmalı. - YETERLİ D VİTAMİNİ: Eksikliği kas güçsüzlüğü ve kas kaybına neden olduğundan kandaki D vitamini düzeyinin yeterli düzeyde olması önemli. Bu nedenle D vitamini düşük olan hastaların tedavisinin düzenlenmesi gerekiyor. - EGZERSİZ: Aerobik egzersizler olarak bilinen (yürüme, koşma, yüzme vs.) yanında kas gücünü artırıcı dirençli egzersizler de mutlaka yapılmalı. - GÜN İÇİNDE UZUN SÜRELİ HAREKETSİZLİKTEN KAÇINMA: Özellikle ileri yaşta olanların egzersize yaşamlarında yer açmaları büyük önem taşırken her yarım saatte bir kalkıp ev içinde dolaşmaları, solunum egzersizi yapmaları kas kaybını önlemede onlara yardımcı olur. Sibel Bahçetepe

Mevzuat değişikliği isteyen AkdenizÜniversitesi RektörüProf.Özkan: "Sağlık turizmiyle gelir katlanır"

Mevzuat değişikliği isteyen Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Özkan: "Sağlık turizmiyle gelir katlanır" figure > Saç ekimi, diş tedavisi, estetik gibi bazı sağlık işlemlerinin sahte doktorlarca merdiven altında kayıtsız ve kaçak olarak yapıldığını öne süren Rektör Prof. Dr. Özkan, ekonomik olarak kaybın çok büyük olduğunu vurguladı. Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Rektörü Prof.Dr. Özlenen Özkan, mevzuat değişikliği yapılırsa sağlık turizmi sayesinde dört mevsim ziyaretçi ve yüksek gelir sağlanacağını söyledi. Saç ekimi, diş tedavisi ve estetik gibi bazı sağlık işlemlerinin sahte doktorlarca merdiven altı tabir edilen yöntemlerle kaçak ve kayıtsız yapıldığını dile getiren Rektör Prof. Özkan, bunun ülke için hem imaj hem de ekonomik olarak büyük kayıp olduğunu kaydetti. Singapur örneğini veren Prof. Özkan, “Vatandaşlarımıza uygulanan ücret ile yabancıya uygulanacak tarife değişik olmalı. Biz sağlık alanında özellikle onkolojik cerrahide ve organ naklinde Avrupa’dan da Ortadoğu’dan da çok çok başarılıyız. Mevzuatta düzenleme yapılırsa ülkemiz sağlık turizminden iyi gelir elde edebilir” dedi.SAHTE DOKTORLARA DİKKATProf. Özkan şöyle devam etti: “Sağlık konusundaki uzmanlarımızın kalitesi Avrupa’da da Ortadoğu’da biliniyor. Çok başarılıyız ve bu güveni doktorlarımız kanıtlamış durumdalar. Bundan faydalanılmalı. Sadece birkaç mevzuat değişikliği yeterli. Tedavi için gelecek insanların 3-5 gün değil uzun süre ülkemizde kalacakları dikkate alınmalı. Bazı sağlık işlemlerinin, saç ekimi, diş tedavisi, estetik vs. gibi ne yazık ki merdiven altında yapıldığını duyuyoruz. Hatta doktor bile olmayanlar yapıyor; bu konularda doktormuş gibi davranıp güya tedavi uyguluyorlar. Bu sahte doktorlar özellikle yabancılara yönelik çalışıyor. Çeşitli komplikasyonlar ve ölüm olayları olabiliyor. Ülkemizin imajı kadar ekonomik kaybı da çok büyük oluyor ne yazık ki. İnanın Avrupa ülkelerinden de İran, Irak, Türki Cumhuriyetlerden de çok sayına insan tedavi için Türkiye’ye Antalya’ya gelecektir.” Bülent Ecevit

Doğu -İslam uygarlığıhangi koşullarda ortayaçıktı?

Doğu - İslam uygarlığı hangi koşullarda ortaya çıktı? figure > İlk yıllarda İslam ilahiyatçıları arasında başlayan kelam tartışması ve bu tartışmaların derinleşerek daha geniş bir alana yayılması, kelamcıların yanı sıra felsefecilerin de ortaya çıkmasına yol açmıştı. “Gördün mü o, dini yalan sayanı?İşte odur yetimi itip kakan; yoksulu doyurmayı özendirmez o!Lanet olsun o namaz kılanlara; dua edenlere ki namazlarında/dualarında gaflet içindedirler!Riyaya (ikiyüzlülüğe) sapandır onlar, gösteriş yaparlar.Ve onlar, kamu hakkının yerine ulaşmasına (zekâta, iyiliğe ve yardıma) engel olurlar!” (Maun Suresi 107/1-7)“Yarın bilecek o zulmedenler nasıl bir inkılapla yuvarlanıp gideceklerini!” (Şuara Suresi, 26/227)6. yüzyılın başlarında Arap Yarımadası, birbiriyle sürekli savaş halinde olan iki büyük imparatorluğun, Bizans ve Fars İmparatorluğu’nun, rekabet alanıydı. Yarımadanın iç kısımları çöllerle kaplıydı ve bu bölgelerde esas olarak, günübirlik vaha kenarlarında konaklayan ve büyük gelişmelerden uzak olan bedeviler yaşıyorlardı. Dağların arasına ve eteklerine kurulmuş kentlerde yerleşik olan Arapları da ikiye ayırabiliriz. Medine gibi daha çok tarım arazisine sahip yerlerde insanlar tarımla, zanaat (kuyumculuk, marangozluk, duvarcılık) ve hayvancılıkla uğraşırlardı. “Kuyuları tuzlu; arazisi ekime elverişsiz, dağlarında tek tük bodur ağaçlar olan, ovalarında hararetten kavrulmuş otlardan, kızgın kaya ve taşlardan başka bir şey bulunmayan” Mekke’de ise insanlar, geçimlerini Taif ve Yemen’den getirdikleri ürünleri satarak sağlarlardı. Çin ve Hindistan’dan getirtilerek Arabistan’ın güney sahillerine boşaltılan ve sonra her biri 400 kg yük taşırken 17 gün boyunca susuz kalabilen ve günde 90 km’ye kadar yol kat edebilen yüze yakın deveden oluşan kervanlarla Batı’ya (Suriye ve Akdeniz ticareti üzerinden) aktarılan baharatlar, buhurlar, kıymetli taşlar, süs eşyaları ve çeşitli tüketim ürünleri, Mekke üzerinden taşınıyordu. Kervanların güvenlik ekibi, izcisi, tercümanı, tedarikçisi, hayvan bakıcısı Mekke gibi kentlerden temin edilirdi. Mekke, o dönemde hem pazar ve ticaret kenti hem de 2000 yıldır Kâbe’ye ev sahipliği yapan dini bir merkezdi. Kâbe’nin güvenliğinden ve bakımından sorumlu 11 aşiret (Kureyş aşireti de buna dahildi), hem kentin sıkı örgütlenmiş yönetimini oluşturur hem de bütün ticareti kontrol ederdi. Hz. Muhammed de 571 yılında Kureyş aşiretinin bir mensubu olarak doğmuştu.ARABİSTAN’IN TOPLUMSAL YAPISIHz. Muhammed doğduğunda Arabistan, bütünlüklü bir devlet örgütlenmesine sahip değildi. Arabistan’da Mekke gibi nispeten sıkı örgütlenmiş bir kent yönetimine sahip kentler olduğu gibi, aşiretler arasında sürekli çatışmalara sahne olan Medine gibi verimli arazilere sahip kentler de vardır. Bölgede kölelik ve cariyelik olmakla birlikte, Arabistan’da pek yaygın değildi. Çünkü henüz onların değerlendirilebileceği yoğun bir üretim faaliyeti yoktu. Ancak sulama kanallarının inşası ve tarımsal üretimin artmasıyla birlikte kölelik, 9. yüzyıldan itibaren bölgede önemli bir üretim aracı haline gelecekti. Aşiretler toplumun temel iskeletini belirlerdi. Görüşülerek çözülebilecek ufak sorunlar bile yıllarca süren büyük kan davalarının ateşleyici etkenleri olabiliyordu. Ancak bütün bu küçük çaplı savaşların kökeninde ticaret yollarının denetimini ele geçirme, pazar kurulan yerlerde söz sahibi olma veya yerleşik olan ve esas olarak tarımla uğraşan Arapların her yıl ödemek durumunda kaldıkları haraca el koyma çabaları yatmaktaydı. Bu kavgaları çoğu zaman kervanlara yapılan baskınlar izlerdi ki bu durumda sadece mallara el konmaz, fidye karşılığı serbest bırakılmak üzere insanlar da esir alınırdı. Esir alınanlar köleleştirilmezdi fakat görüşme yoluyla veya fidye karşılığında serbest bırakılırlardı. Aşiretleri güçlü kılan en önemli özellikleri mensuplarına koşulsuz dayanışma sunmasıdır. Esir düşen her aşiret mensubu, fidye karşılığında serbest bırakılacağını bilirdi. Bu genel bir kural olarak uygulanırdı.AŞİRET HİMAYESİArabistan’da yaşayan pagan Araplar, Yahudiler ve çok sayıda Hıristiyan, din ve köken tanımaksızın aşiret yapısında örgütlüydü. İstisnasız her Arap erkeği, bir aşirete mensup olurdu. Herhangi bir nedenle kendi aşiretinden uzak düşmüş olanlar da mutlaka güçlü bir aşirete başvurarak himaye arardı. Her aşiretin bir yöneticisi ve ona her konuda yardımcı olan bir yönetim kadrosu bulunurdu. Aşiretler kendi içinde sınıflara bölünmüştü fakat genel anlamda mülkiyet, şahıslara değil ailelere aitti. Mal ve mülkün bölünmesi, istisnai durumlarda söz konusu olurdu. Her büyük ailenin yöneticisi olan baba öldüğünde en büyük oğul onun yerini alırdı. Kadınlar, genel anlamda her açıdan ikinci sınıf muamelesi görürdü. Onların genel anlamda hukuki bir şahsiyeti, mülkiyet vb. hakkı yoktu fakat geleneksel ahlaki ilkeler çerçevesinde yaşlı kadınlar saygı görürlerdi.YENİ ARİSTOKRAT SINIF YARATMAKİşte söz konusu koşulları değerlendiren Hz. Muhammed kısa bir süre içinde etkin olmuş ve bölgenin temel ihtiyacı olan devletleşme ihtiyacına yanıt vermiştir. Diğer peygamberlerde olduğu gibi Hz. Muhammed de kendi içinde bütünlüklü bir toplumsal doktrine sahip değildir. İlk ortaya çıktığı andan itibaren toplumsal programı tepkisel ve vicdani duygulara hitap eden reformcu taleplerle sınırlıydı. Bütün İslam tarihçilerini ve bilimcilerini meşgul eden en önemli soru, Hz. Muhammed’in hangi sınıflara dayandığı sorusudur. İslamın ekonomik ve siyasi programını inceleyince, Hz. Muhammed’in köklü bir devrim veya bir mülkiyet devrimi amaçladığı görülür. Ancak o siyasal (o dönemde siyaset inanç üzerinden yapılırdı) baskı, sömürü ve eşitsizliği hedef alarak köleleri, kadınları; yoksul ve zanaatkârların yanı sıra küçük tüccarları yanına çekmeyi başarmıştır.BÖLÜNME VE ÇATIŞMAHz. Muhammed, Mekke’nin fethinden sonraki süreçte, Müslümanlığı kabul eden Mekkeli aristokrat kesimle uzlaşmıştır fakat bu arada zengin Yahudi kabilelerinin verimli topraklarını ve mülklerini ellerinden zorla almış; bunları, en yakınından başlayarak davaya büyük emek vermiş ve dışlanmışlıktan dolayı önemli ölçüde yoksullaşmış Müslümanlara dağıtmıştır. Bu açıdan bakınca Arabistan’da yeni bir aristokrat sınıf yaratmak için bir mülkiyet değişiminden bahsetmek mümkündür. 632 yılında, Hz. Muhammed’in ölümünün ardından başlayan halifelik tartışması, kökeninde maddi ve manevi (ideolojik ve siyasi) nedenlerin bulunduğu ve asırlar boyu sürecek bölünme ve çatışmalara yol açmıştır. İslamın zaferinin kesinleşmesinden sonra (632’den sonraki süreç) doğan yeni kuşaklar, Müslümanlar arasında cereyan eden acımasız bir iç savaşın belirlediği kültürel iklimde yetişmişlerdi. Dolayısıyla bu kuşağın bilincini iç savaş ikliminde yeşeren düşünce akımları belirlemişti. Müslüman cemaatin birlik anlayışı, baştan itibaren ağır bir yara almıştı. Yeni kuşaklar, örnek alacakları bir önder ve halife göremiyorlardı. Sadece zalimlikleriyle öne çıkan vali ve komutanlar tanımış; İslamın barış, kardeşlik ve adalet ideallerine uymayan pratiklerle karşılaşmışlardı. Hem kendi içinde parçalı hem de fiziken bastırılmış olsa da Şii ve Harici hareketler, halk nezdindeki manevi otoritelerini korumaktaydılar. Bu yüzden birçok düşünür ve aydınlanmış insan bu akımlara yakın durmuş; mevcut yöneticileri ise İslamın fetih döneminden kalan muazzam serveti har vurup harman savuran çıkarcı politikacılar olarak görmüşlerdir. Müslüman kadroların hem kendi aralarında hem de diğer inançlara mensup insanlarla yürüttükleri tartışmalar, günden güne geniş kesimleri etkisi altına almakta ve yeni fikir akımlarının doğmasına yol açmaktaydı.HENÜZ ÇOK ACEMİLERDİHz. Muhammed’in ölümünün ardından Müslümanlar arasında başlayan iktidar kavgası ve bu kavgaya eşlik eden siyasi ve ideolojik tartışmalar; kendi içinde yöntemleri, kavramları, ritüel ve argümanları henüz tam olarak netleşmemiş İslam dinini bir varlık yokluk sorunuyla karşı karşıya bırakmıştı. Hangi ayetin nasıl anlaşılması gerektiği, hangi yorumun ne zaman geçerli olacağı, hangi siyasi olayda nasıl tavır alınacağı konusunda Arap toplumu henüz çok deneyimsizdi. Savaş konusunda Araplar, diğer kavimlere nazaran açık ara öndeydiler fakat ilahiyat, bilimsel düşünüş ve felsefe konusunda henüz çok acemilerdi. Fetih sürecinde farklı dinden insanların Müslümanlığa ikna edilmesi, diğer dinlere mensup ilahiyatçılarla tartışma, Müslümanların kendi içlerinde çıkan siyasi-ideolojik konuların netleştirilmesi sorunu, İslam ilahiyatının oluşturulmasını zorunlu kılıyordu. İlahi (vahiy) olanın mantık ve akıl yoluyla açıklanma çabası, reel dünyanın ebediliği ve anlamının sorgulanması, İslam devletinde (aydınlar içinde) hem bilimin hem de felsefenin toplumsal temelini yaratmıştı. Arayış ve sorgulama, sadece özgür düşünceyi teşvik etmiyor, yani dikkatleri insan aklına yöneltmiyor aynı zamanda özgür düşüncenin gelişme koşullarını da adım adım yaratıyordu. İlk yıllarda İslam ilahiyatçıları arasında başlayan kelam tartışması ve bu tartışmaların derinleşerek daha geniş bir alana yayılması, kelamcıların yanı sıra felsefecilerin de ortaya çıkmasına yol açmıştı. Fakat bu gelişme, sanıldığı gibi sadece Yunanca veya Fars dilinde yazılan eserlerin Arapçaya çevrilmesiyle (felsefi ve bilimsel) değil, aksine İslam dininden ve Arap toplumunun siyasikültürel sorunlarından kaynaklanan ideolojik tartışmalarla başlamıştır. Kelam ve felsefi tartışmaların başlamasının esas karakterini ise Arap-Müslüman düşünürlerin mevcut toplumsal koşulları eleştirmeleri ve Sünni İslam’ın yorumundan kaynaklanan Ortodoks öğretinin baskıcı karakterine itirazları belirlemiştir. Bir yüzyıl sonra görüleceği gibi bu süreç, zorunlu olarak atomun varlığı gibi en spesifik konuların bile tartışıldığı özgün Arap-İslam ilahiyatının ve felsefesinin doğmasına yol açacaktır. Sadık Usta

İmamlardan‘İşimize karışmayın’isyanı

İmamlardan ‘İşimize karışmayın’ isyanı figure > Cami yaptırma dernekleri imamlara “amir” gibi davranmaya başladı. Yetkili sendika olan Memur-Sen’e bağlı DiyanetSen, yasal mevzuata hüküm konularak derneklerin imamların görevine müdahale etmesinin engellenmesini istedi. Türkiye’de cami yaptırmak için kurulmuş çok sayıda dernek bulunuyor. Ancak bu dernekler daha sonrasında imamların işlerine de karışmaya başladı. Hizmet kolunda yetkili sendika olan Diyanet-Sen konuyu istişare kurulunda ele aldı. “Cami dernekleri imamların görevine müdahale edemez” diyen sendika, üyelerinin bazı cami yaptırma derneklerinin cami görevlileri üzerinde uyguladıkları mobbingden son derece rahatsız olduklarını bildirdi. Sendika, yasal mevzuata “Dernek, imamın görevine müdahale edemez” şeklinde yaptırım konulmasını istedi. Diyanet-Sen, “Camilerin hizmete açılması safhasına kadar büyük gayret ve özveride bulunan dernekler, camiler hizmete açıldıktan sonra caminin işleyişine karışmamalı, sadece bakım ve onarım işleriyle ilgilenmelidir” talebinde bulundu. Mustafa Çakır

Zorunlu trafik sigortasında 9 ayda 1.4 milyar TL teknik kâr elde edildi

Zorunlu trafik sigortasında 9 ayda 1.4 milyar TL teknik kâr elde edildi figure > Sigorta sektörü yılın ilk 9 ayında hayatdışı branşta 7.2 milyar TL, hayat branşında 2.1 milyar lira teknik kâra ulaştı. Hayatdışında hasar azaldı. Türkiye Sigorta Birliği’nin (TSB) yayımladığı ilk 9 aylık “teknik” veriler, sektörün hayatdışı branştaki güçlü teknik kârlılığını sürdürdüğünü ortaya koydu. Bu sonuçta, artan gelirler ve genel olarak azalan hasarların yanında özellikle zorunlu trafik sigortasının üçüncü çeyrek performansı etkili oldu. İşte detaylar:SAĞLIK GÜÇLENDİ- Hayatdışında ilk 9 aylık teknik kâr 2019’un aynı dönemine kıyasla yüzde 97.5 artarak 7.2 milyar liraya çıktı. Yılın üçüncü çeyreğindeki teknik kâr da 2019’un aynı dönemine kıyasla yüzde 57.6 artarak 2.4 milyar lira oldu. Hasar ödemeleri ise ilk 9 ayda yüzde 6.6 azalarak 19.5 milyar liraya inerken, üçüncü çeyrekte yüzde 3.5 artarak 7 milyar lirayı buldu. Teknik kâr/zarar oranı ise iyileşerek ilk 9 ayda yüzde 14.5’ten yüzde 24’e yükseldi. - Hayatdışının en büyük alt branşı olan zorunlu trafik sigortasında, 2019’un ilk 9 ayında 811 milyon lira olan teknik zarar, bu yılın aynı döneminde 1.4 milyar lira teknik kâr, 2019’un üçüncü çeyreğinde 9.7 milyon lira olan zarar da 600.8 milyon lira kâra dönüştü. Bu branşta hasar ödemleri ise ilk 9 ayda yüzde 3.6 azalarak 7.2 milyar liraya inerken, üçüncü çeyrekte neredeyse hiç değişmeyerek 2.3 milyar lirada kaldı. Ayrıca zorunlu trafikte geçen yıl yüzde -10.1 olan teknik kâr/ zarar oranı iyileşerek yüzde 14.8’e ulaştı. - Kaskoda ise teknik kâr ilk 9 ayda yüzde 64.6 artarak 2 milyar lira, üçüncü çeyrekte yüzde 13.2 artarak 391.8 milyon lira oldu. Hasar ödemeleri de, ilk 9 ayda yüzde 9.9 azalarak 3.8 milyar lira, üçüncü çeyrekte ise yüzde 7 artarak 1.6 milyar lira oldu. - Yılın ilk 9 ayında ayrıca, hastalık- sağlıkta yüzde 96.3 artarak 1.5 milyar TL teknik kâr oluşurken, genel sorumlulukta yüzde 519 artışla 383.5 milyon lira zarar elde edildi.HAYAT YAVAŞLADI- Öte yandan hayat branşında ise yılın ilk 9 ayında yüzde 26.1 artışla 2.1 milyar lira teknik kâr elde edildi. İlk 6 ayda artış yüzde 42.6 idi. Bireysel kredilerin temmuzdan itibaren pahalanması teknik kârdaki artış hızını düşürmüş görünüyor. - Ödenen hasarlar ise ilk 9 ayda yüzde 26.7 artarak 3.1 milyar lira oldu.UYDULARA 2.2 MİLYAR LİRA TEMİNAT VERDİTürkiye Sigorta ile Türksat’ın önemli bir işbirliğine imza attığı açıklandı. Bu kapsamda değeri 280 milyon doları aşan haberleşme uyduları “Türksat 3A”, “Türksat 4A” ve “Türksat 4B” 1 yıl süreyle sigortalandı ve risklere karşı 2 milyar 225 milyon lira TL’lik teminat verildi. Türkiye Sigorta İcra Başkanı Atilla Benli, etki alanlarını Türkiye’nin değerlerini büyütmek üzere genişlettiklerini belirtirken, Türksat Genel Müdürü Cenk Şen, uydu haberleşmede bölge lideri ve örnek kurum haline geldiklerini vurguladı.BES İÇİN EK KATKI PAYI KAMPANYASIBNP Paribas Cardif, bireysel emeklilik sistemi (BES) konusunda yeni kampanya başlattı. Verilen bilgiye göre şirketin BES müşterileri, 31 Aralık’a kadar hesaplarına internet şubesi, “Cepte Cardif”, müşteri temsilcileri, çağrı merkezi veya acente aracılığıyla tek seferde yatırdıkları her 5 bin TL’lik ek katkı payına 50 TL ek fayda kazanacak. Ek faydalar, 15 Mart 2021 tarihinde ilgili hesabın yürürlükte olması ve ödüle konu olan ek katkıların iptal edilmemiş olması koşuluyla 3 işgünü içinde ödenecek.RİSKLERİN YÖNETİMİNDE ‘ALACAK’ BEŞİNCİ OLDUEuler Hermes’in, Türkiye’nin ciro bazında en büyük 500 şirketiyle yaptığı “3. Ticari Alacak Risk Yönetimi” anketinin sonuçlarına göre, bu riski yönetmek için en çok kullanılan ürün yüzde 38 ile “banka teminat mektubu” oldu. Bunu yüzde 31 ile “müşteri çeki/ munzam senet”, yüzde 28 ile “doğrudan borçlandırma”, yüzde 27 ile “alt müşteri çeki” ve yüzde 24 ile “alacak sigortası” izledi. Yine ankete göre şirketlerin yüzde 50’sinde ticari alacak riski yönetiminden “finans/ krediler birimi” sorumlu Euler Hermes Türkiye Üst Yöneticisi Ahmet Ali Bugay, belirsizliğin korunma ihtiyacını artırdığını belirtti.‘HAYAT SİGORTALARININ ÖNEMİ HIZLA ARTIYOR’AvivaSA’nın, yaşlılıkla ilgili farkındalığı artırmak için başlattığı “Her Yaşta” projesinin geldiği noktayı ve bu kapsamda yeni başlatılan “Yaşı Yok” kampanyasını anlatmak için düzenlenen toplantıda konuşan AvivaSA Emeklilik Genel Müdürü Fırat Kuruca, salgının da etkisiyle bugün en önemli konunun sağlık olduğunu vurguladı. Koruca şöyle devam etti: “Hayat sigortalarının önemi artıyor. BES birikimleri bu kara günlerde önemli faydalar sağladı. Sektör bu konuda iyi bir performans ortaya koydu” diyen Kuruca, ayrıca yaşlı bakım sigortasının Türkiye’de de gündemde olan bir konu haline geldiğini, ancak bu ciddi bir finansmana ihtiyaç duyulduğunu belirtti. Kuruca, “İmkânı olanlar açısından da altyapı yetersiz ve kısmen kayıt dışı.” Serhat Aligil

Bakanlık, 300 bin konut mağduruyla toplantıyaptıve sürece el koydu

Bakanlık, 300 bin konut mağduruyla toplantı yaptı ve sürece el koydu figure > Fikirtepe’de yıllardır büyük konut mağduriyeti yaratan Raci Şaşmaz sorunlarını sosyal medyada dile getiren hak sahipleri hakkında suç duyurusunda bulunurken, Bakanlık dün itibarıyla Fikirtepe projesine el koydu. 40 projeyi Bakanlık TOKİ ve Emlak konut inşaat edecek. Türkiye’de sayıları 300 bini bulan konut mağdurlarının sesini ise duyan yok.Konut mağdurlarının 100 bini İstanbul’da bunların 60 bini Fikirtepe’de. Fikirtepe’nin devlet projesi denilip dönemin Başbakanı Binali Yıldırım tarafından da temeli atılmıştı. Bölgede 60 bin kişi yıllardır kira yardımı da almadan hayatta kalma mücadelesi veriyor. Dün ise Çere ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Fikirtepe’deki müteahhit ve hak sahibi yurttaşlarla toplantı yaptı ve sürece Bakanlığın el koyduğunu söyledi. Fikirtepe’de toplam proje sayısı 61, bitirilip yaşamın başladığı proje ise sadece 18. Yaşamın başladığı projelerin yarısının iskanı yok.5 MİLYAR TL YATIRIMKurum, Fikirtepe hakkında, "Bakanlık olarak, TOKİ Başkanlığımız ve Emlak Konut eliyle inşaatların yapım sürecine giriyoruz. Hiç başlamamış, herhangi bir anlaşma yapmamış, sözleşme imzalamamış, yıkılmamış adaların da planlarını revize erip. Aralık ayında yeni planları askıya çıkaracağız. Konutları, devlet güvencesiyle biz yapacağız. 60 bin vatandaşımızı doğrudan ilgilendiren Yeni Fikirtepe Projesi'nin yatırım değeri yaklaşık 5 milyar lira olacak. Bugün itibarıyla 40 yapı adasında işe başlayan firmalardan teminat alacağız ve kendilerine bir ay süre vereceğiz. Bu bir ay süre içinde projelere başlamazlarsa bakanlık olarak biz devam edeceğiz. 10 bin konutun yapımını başlatmış olacağız. Projelendirme ofisimiz orada 7 gün hizmet verecek. Kira yardımlarını da da bakanlığımız yapacak” ifadelerini kullandı.SOSYAL MEDYADA NİYE PAYLAŞTIN?Kurtlar Vadisi ve Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisinin eski yapımcısı Pana Yapım’ın sahibi Raci Şaşmaz’a ait olan Pana Yapı-Selimoğlu Yapı İnşaat, İstanbul Fikirtepe’de başladığı kentsel dönüşüm projelerini bitirmediği gibi şimdi de evlerini isteyenler hakkında davalar açıyor.Kentsel dönüşüm kapsamında evini Raci Şaşmaz’ın da ortağı olduğu Selimoğlu İnşaat’a veren Engin Akgüzel, hem evinden oldu hem de mahkeme kapılarından ayrılmıyor. Raci Şaşmaz evlerini almak için dava açan herkese neredeyse tüm hak sahiplerine bunlar örgüt diyerek karşı suç duyurusunda bulunuyor. Leke Fikirtepe Platformu Sözcüsü Engin Akgüzel, evlerini almak için sosyal medyada paylaşımlar yaptıklarını ya da çıkan haberleri retweet ettiklerini bunlarla ilgili Şaşmaz’ın sadece bu yıl içinde 4 kere farklı savcılıklara suç duyurusunda bulunduğunu söyledi.Bugüne kadar savcılıklara yapılan suç duyurularında kovuşturmaya ya da ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı çıktığını vurgulayan Akgüzel, “Tarafıma bugüne kadar istnat edilen suçlamaların bir kısmı şöyle; örgüt üyeliği, hakaret, taciz, şantaj, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs, halkı kin ve düşmanlığa tahrik, usulsüz satışlara aracılık etmek, sosyal medya provakasyonlarında yer almak, sosyal medya sorumlusu olmak” diye konuştu.Akgüzel, Fikirtepe bölgesinde toplamda 60 bin mağdur olduğunu vurgulayarak, “Şu anda ortada olmayan ev için birikmiş 14 bin TL emlak vergisi borcum var. Bunu müteahhidin ödemesi gerekiyordu. Ama yıllardır müteahhitten tek kuruş para bile almadık. Şu anda bölgede inşaatlar tamamen durdu. Firmalar yıllardır kira yardımı da yapmıyor” dedi.DAVA AÇMAYA PARALARI YOKİstanbul’da konut mağdurlarının en yüksek olduğu ikinci bölge Esenyurt. Burada 30 bini aşkın kişi evlerini alamadı. Bu bölgedekilerin çoğu maketten ev alarak dolandırılanlardan. Sorunun çözülmesi için Mali Suçları Araştırma Kurulu’na (MASAK) bile gidilmiş. Ama şu ana kadar herhangi bir ilerleme yok. Hatta geçen yıl haziran ayında Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum sorunu çözeceğine söz verdi, bu konuda da tek bir adım atılmadı.Türkiye Konutla Dolandırılanlar Komite Sözcüsü Özlem Hanelçi, sorunlarının çözülmesi için bu yılın başında mecliste bir alt komisyon kurulduğunu ancak bir çözüm çıkmadığını vurguladı. Hanelçi, Esenyurt bölgesinde ev alanların çoğunun dar gelirli olduğunu haklarını aramak için dava açacak parayı bile denkleştiremediğini söyledi.TÜRKİYE’NİN HER YERİNDE MAĞDUR VARHanelçi, şu anda Esenyurt Bölgesi'nde Yeşil GYO'nun yaptığı Innovia 4'te 5 bin mağdur, Bulut İnşaat'ta 7 bin, Garanti Koza'da 7 bin, TMSF bünyesindeki Dumankaya'da 8 bin 300, Osmanlı İnşaat'ta 1700, Emsa İnşaat'ta 1200 kişinin yıllardır evlerini alamadığını dile getirdi. Özlem Hanelçi, konut mağduriyetinin İstanbul ile sınırlı olmadığını kaydederek, Suryapı'nın Antalya'da, Bera İnşaat'ın Kahramanmaraş'ta, Uğur İnşaat'ın Gaziantep’te, Hol Tur İnşaat'ın Trabzon'da, Ursan Yapı'nın Ankara'da binlerce kişiyi mağdur ettiğini ve evlerini teslim etmediğini sözlerine ekledi.6.5 YIL ÖNCE ÇIKAN KANUNU UYGULAYINTüketici Başvuru Merkezi Onursal Başkanı Aydın Ağaoğlu, evlerine kavuşmak için 20 yıldır mücadele edenlerin olduğunu kaydederek, mağdurların yaşanmaması için 6.5 yıl önce çıkarılan kanunun uygulanmadığını vurguladı. Ağaoğlu, şu ifadeleri kullandı:- 2014’ten önce yürürlükte olan 4077 sayılı Tüketicinin korunması hakkındaki kanun makette konut satışı yapacak olanların Ticaret Bakanlığı’ndan izin alması gerektiğini ve bakanlığın ön göreceği teminatı vermelerini hüküm altına almıştı. Buna rağmen gerekli izinler almadan bakanığın öngördüğü teminatları ödemeyen firmalar lansmanlarla tanıtımlarda ünlü sanatçıları, siyasetçileri belediye başkanlarını kullanarak tüketicileri cezbetmişler. Bunun neticesinde paralar toplanmış ama ortada konut falan yok. 20 yıldır evini almak için uğraşan var.- Yargıtay’ın içtihat haline gelmiş kararlarına göre arsa sahibi kat karşılığı anlaşma yaptığı müteahhitten alacağı daire sayısı, kendi ihtiyacının üzerindeyse Yargıtay onu tüketici değil, tüccar olarak değerlendiriyor.- Oysa Esenyurt’ta ve pek çok yerde arsa sahipleri ticari amaç gütmüşlerdir. Bu durumda arsa sahibiyle müteahhit iş ortağı pozisyonundadır. Arsa sahibinin bir projede başkasına satılan daireye el koyması tamamen mülkiyet hakkına aykırıdır.- Müteahhit battım ayağına yatıyor. İnşaatta arsa sahibi görünen el koyuyor. Kanuna göre, el koyacaksa müteahhidin sattığı tüketiciler el koyar. Ne var ki müteahhit kanunlara aykırı satış yapmış. Tüketicinin de elinde sadece müteahhidin antetli kağıdı var. Tapuya işlenmemiş.- Tüketici sözleşmelerinin 2014’te yürürlüğe giren kanuna göre yeniden düzenlemesi ve konut dolandırıcılığının son bulması gerekiyor. Şehriban Kıraç

Piyasalar yeni haftaya hareketli başladı. Dolar 7.95 lira, Avro 9.45 lirayıaştı

Piyasalar yeni haftaya hareketli başladı. Dolar 7.95 lira, Avro 9.45 lirayı aştı figure > Faiz artışı sonrası 7.50 liraya kadar düşen dolar kuru, yeni haftanın ilk gününde güçlendi. Bu, mevcut seviye yatırımcı tarafından alım fırsatı olarak da görülüyor. Merkez Bankası’nın (TCMB) geçen haftaki faiz artırımı sonrası Türk Lirası kısmen de olsa güçlenirken, piyasalar hem ekonomi hem diğer alanlarda atılacağı ilan edilen reform adımlarını ve bunların zamanlamasını yakından takip ediyor. Özellikle iç siyasi gerilimle ilgili haber akışı da piyasaların yönünü baskılıyor. Ayrıca dövizdeki gerileme bir alım fırsatı olarak da görülüyor. Faiz artışı öncesi 8.58 liraya kadar çıkan dolar, bu karar sonrası 7.50 liraya kadar çekilirken, özellikle yerli yatırımcılar bu seviyeyi döviz ve altın cinsi varlıklarını artırmak için de kullanmaya başladı. Bu tür gelişmelerin dövizin dünkü değerlenmesinde de etkili olduğu tahmin ediliyor. Örneğin Bürümcekçi Araştırma ve Danışmanlık Başkanı Haluk Bürümcekçi, hem içeride hem dışarıda beklentilerde değişen bir şey olmadığını belirterek “Dolardaki hareket tahmin edilen bandın içinde. 7.80’i aşmadığı sürece düşüş tredi devam eder. Ancak artışta alım fırsat etkisi olabilir. Bunu geçen hafta faiz artışı sonrası görmüştük” dedi.SİNYALLER BOZULUYORInvestAZ Araştırma Müdürü Yusuf Topçu ise yurtdışında Trump’ın, 2019’un benzeri ikinci bir ticaret savaşına hazırlandığı izlenimi oluştuğunu belirterek faiz artışından hemen sonraki gelişmelere dikkat çekti. Faiz koridorunun geri geldiğine atıf yapan Topçu, “Politik ekonomik kararlarda yaşanmayacağının sinyalleri veriliyor. Uluslararası sermayenin yeni ekonomi yönetiminden yeşil ışık beklediği ve uluslararası yatırım bankalarının gelişmekte olan ülkelere yatırım yapmayı devamlı olarak övdüğü günlerde yaşadığımız bu volatilite, 19 Kasım’ın tam olarak bir dönüm noktası olmadığı fikrini güçlendiriyor” diye konuştu. Dün dolar 7.6579-7.9505 lira, Avro kuru 9.0730-9.4514 lira arasında yukarı yönlü hareket etti. İlerleyen saatlerde ise Avro/TL 9.36-9.42 bandında dengelendi. cumhuriyet.com.tr

IEA BaşkanıBirol, küresel enerji yatırımlarının hızla düştüğünüaçıkladı

IEA Başkanı Birol, küresel enerji yatırımlarının hızla düştüğünü açıkladı figure > Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi’nin (IICEC) ilk kez hazırladığı “Turkey Energy Outlook” çalışması dün açıklandı. Bu amaçla düzenlenen dijital toplantıda konuşan Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Dr. Fatih Birol, enerji sektörünün büyük şok süreci yaşadığını belirterek şu noktalara dikkat çekti: “Enerji kullanımı bu yıl yüzde 5 düşecek. Bu düşüş 2008 küresel kriz döneminden 7 kat fazla. En büyük darbeyi petrol aldı. Sadece yenilenebilir direniyor. Özellikle güneş. Yeni santral yatırımlarının yüzde 50’si güneş. Genel enerji yatırımları ise yüzde 18 düştü. Enerji şirketleri yatırımları azaltıyor, işçi çıkarıyor. Sektörde işsiz kalanlar 4 milyon kişiye ulaştı. Bunlar çoğu mühendisler, teknisyenler.” Birol, Türkiye’nin de bu süreçten etkileneceğini vurguladı. Çalışmayı tanıtan IICEC Araştırma Direktörü Bora Şekip Güray ise 2040’a kadar senaryo bazlı politika önerileri de geliştirildiklerini ifade ederek Türkiye’nin yıllık enerji yatırım ihtiyacı ortalamasının referans senaryoda 8 milyar dolar, alternatif senaryoda 9 milyar dolar olacağının altını çizdi. Karadeniz’de bulunan gaza da atıf yapan Güray, bugün doğalgazda yüzde 1 olan yerli payının 2040’ta referansa göre yüzde 25, alternatife göre yüzde 51’e çıkabileceğini anlattı. Güray, “Yeni keşiflerle bu değişebilir. Mevcut sözleşmelerin bitişi de bu piyasayı daha rekabetçi hale getirecek” dedi.‘BİLİMİN IŞIĞI GÖRÜLDÜ’Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı da pandemide belirsizliklerin arttığını, ancak bugünlerde tünelin ucunda bilimin ışığının görüldüğünü hatırlatarak “Enerji sektörü Türkiye’de büyüyor. Yol haritası niteliğinde bir rapor bu. Öngörülebilirlik her alanda çok önemli. Bu raporun yatırımların artmasına referans olmasını umuyorum” dedi. cumhuriyet.com.tr

Pakistan BüyükelçisİQazi,ülkesinin Azerbaycan’a desteğini yineledi

Pakistan Büyükelçisİ Qazi, ülkesinin Azerbaycan’a desteğini yineledi figure > Pakistan’ın Ankara Büyükelçisi Muhammad Syrus Sajjad Qazi, Azerbaycan ve Türkiye ile ilişkilerini Cumhuriyet’e değerlendirdi. Pakistan, Türkiye ve Atatürk sevgisinin yoğun olduğu bir ülke. Son Karabağ savaşında tereddüt göstermeden Azerbaycan’ın yanında yer aldığını ilan etti. Pakistan’ın Ankara Büyükelçisi Muhammad Syrus Sajjad Qazi, Azerbaycan ulusuyla her daim yan yana olduklarını dile getirdi. Qazi, Karabağ’daki tutumu nedeniyle de halen Ermenistan’ı tanımadıklarını, Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğuna ilişkin Birleşmiş Milletler (BM) kararlarının alınması sırasında da Pakistan’ın aktif rol oynadığını vurguladı. Qazi, ülkesinin çatışmalardaki tutumunu, Azerbaycan ve Türkiye ile ilişkilerini Cumhuriyet’e değerlendirdi, sorularımıza şu yanıtları verdi:HER ZAMAN YAN YANAYIZ- Karabağ’daki çatışmalarda, baskılara karşın net olarak Türkiye gibi Azerbaycan’ın yanında yer aldınız. Türk kamuoyu ülkenizin Azerbaycan’la ilişkilerini merak ediyor, bilgi verebilir misiniz?Pakistan her zaman kardeş Azerbaycan ulusuyla yan yana durmuş ve onların kendilerini savunma haklarını desteklemiştir. Pakistan, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’daki konumunu tamamen destekliyor, bu da BM Güvenlik Konseyi kararları ile aynı çizgidedir. Pakistan sürekli olarak işgal edilmiş Azerbaycan topraklarının tamamen geri verilmesi için çağrıda bulunmuştur ve bunu BM Güvenlik Konseyi kararlarına uygun olarak yapmıştır. Aynı zamanda Ermeni güçlerinin işgal altındaki Dağlık Karabağ ve bitişik bölgelerden geri çekilmesi için de aynısını yapmıştır. Pakistan, Dağlık Karabağ meselesinin durumu üzerindeki uluslararası yasal çerçevenin oluşturulması sırasında tarihi bir rol oynamıştır. Pakistan, 1993-1994 yılları arasında Güvenlik Konseyi tarafından Dağlık Karabağ için dört tane karar geçirilirken BM Güvenlik Konseyi’nde görev almıştır. Türkiye ve Pakistan tarafından eşzamanlı olarak desteklenen 822 sayılı ilk BM Güvenlik Konseyi kararı, Pakistan’ın BMGK’ye başkanlık ettiği sırada oybirliğiyle geçirilmiştir. Bu karar, Ermeni işgal güçlerinin Azerbaycan’ın Kelbecer bölgesinden ve diğer alanlarından derhal geri çekilmesini istemiştir. Türkiye gibi Pakistan da Azerbaycan ile Ermenistan arasında sürdürülebilir barışın, BM Güvenlik Konseyi kararlarının tam ve kapsamlı biçimde uygulanmasına ve Ermeni güçlerinin Azerbaycan topraklarından çekilmesine dayalı olduğuna inanmaktadır. Pakistan, Dağlık Karabağ meselesi çözülmediğinden dolayı henüz Ermenistan’ı tanımamıştır.- Karabağ savaşı sırasında Azerbaycan’daki sevinç gösterilerinde bu ülke yurttaşları Azerbaycan, Türkiye ve Pakistan bayraklarını da taşıdı. Azerbaycan ve Pakistan halkları arasında da kardeşlik duygularının geliştiğini söyleyebilir misiniz?En son çatışmalar başladığında, Pakistan hükümeti ve halkı kardeş Azerbaycan halkı ile yan yana durdu. Türkiye’nin de önemli bir rol oynadığı Rusya Federasyonu tarafından desteklenen üçlü anlaşma Güney Kafkasya bölgesinde barışı tesis etmek için yeni bir fırsat sunmuştur. Azerbaycan hükümetini ve kardeş Azeri halkını topraklarını işgalden kurtardıkları için tebrik ederiz. Ümit ediyoruz ki bu bölgede bir istikrar ve refah döneminin başlamasına yol açacaktır ve topraklarından olmuş insanların atalarının yurduna dönmelerini sağlayacak olan yolu açacaktır.‘TARİHİ BAĞLARIMIZ VAR’- Pakistan ile Türkiye arasında önemli savunma anlaşmaları var. Ülkenizin benzer ikili ilişkileri Azerbaycan’la da geliştirme eğilimi var mı?Türkiye gibi Pakistan’ın da Azerbaycan’la sağlam bir savunma işbirliği vardır. İki taraf, savunma gereçlerinin sağlanması için olduğu kadar askerlerinin de birbirlerinin eğitim kurumlarından faydalanması için birçok anlaşma ve mutabakat zaptı imzalandı.- Sizce Pakistan, Türkiye ve Azerbaycan’ı aynı noktada buluşturan etken nedir?Pakistan, hem Türkiye hem de Azerbaycan’la yakın işbirliği ilişkilerinin keyfini çıkarmaktadır. Bunlar ortak bir tarih, kültür ve inanç ile yerlerine sabitlenmiştir. Bu bağlar karşılıklı saygı, paylaşılan görüşler ve bölgede barışı, istikrarı ve gelişmeyi sağlamak için ortak bir istek ile karakterize edilirler. Onların Cammu ve Keşmir meselesine verdikleri destek, Pakistan ve bu iki ülke arasındaki yakın anlayışın bir tanığıdır. Bu üç ülke aynı zamanda başlıca bölgesel ve uluslararası meseleler üzerinde ortak görüşleri paylaşmaktadır ve BM, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) dahil bölgesel ve çok yönlü forumlarda yakından işbirliği yapmaktadır. Sertaç Eş

Pandemi gelecekte sinema sektörünüde vurabilir

Pandemi gelecekte sinema sektörünü de vurabilir figure > Pandemi koşullarının zorladığı bir sektör de sinema salonları oldu. Uzun süre kapalı kalmaya dayanamayan sinema salonları seyircinin kalmaması nedeniyle bir bir kapanıyor. Gerçek sinemaseverler “Sinema, sinema salonunda izlenir” diyor ama gerek teknolojinin sağladığı kolaylıklar, gerek yeni yaşam biçimleri derken pandemide koltuklar seyircisiz kaldı! SİSAY, Sinema Salonu Yatırımcıları Derneği tarafından yapılan açıklamada “Koronavirüs salgınının eşi benzeri görülmemiş türde tüm dünyayı etkilediği, martta kapanan ve ağustos ayında kademeli açışa rağmen bazı salonların açılamadığı, sektörün hâlâ zor bir sınav vermekte olduğu, sektöre hizmet vermekte olan AMC Entertainment, Regal gibi markaların, Covid-19 nedeni ile kapandığı, sadece Türkiye’de değil 15 Avrupa ülkesinde de sinemacıların ciddi sınav verdiği” ifade edildi. Boğaziçi Film Festivali’nin ardından Beyoğlu Sineması, bir yandan vizyon filmleri ve sıra dışı yönetmen David Lynch film seçkisi sunmasına rağmen seyirci sayısı 10’u geçmiyordu. Gençlerin gönüllülük esası ile canla başla çalıştıkları ortam şimdi kapalı. SİSAY, “Sosyal hayatın normalleşmesine katkı sunmak adına tüm sağlık önlemlerini alarak sinemaları bugüne kadar zarar etmek pahasına açık tutmaya çalıştık. Beş ay büyük özveri ile açık tutmaya çalıştığımız salonlarımızda satılan bilet sayısı geçen yıla göre yüzde 95 düştü. Avrupa sinemalarının kapanması nedeniyle birçok yabancı filmin global vizyon tarihi ertelendi. Bilet satışının yüzde 65’ini gerçekleştiren yerli yapımcıların ellerindeki hazır filmleri bile vizyona çıkarmaması nedeniyle sinemalarımız neredeyse tamamen içeriksiz kaldı. İflas noktasına gelen sinemalarımızı yaşatmak adına zaruri bir ara vermek durumundayız. Bu zorlu süreci sinema sektörünün en az zararla atlatmasını ve en kısa sürede her şeyin yoluna girmesini umut ediyoruz.” Yeni yasaklar dahilinde Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamada da “Sektörün talebi üzerine sene sonuna kadar Sinema Salonları açılmayacak” dendi.HİÇ Mİ AÇILMAYACAKLAR?Bizler Beyoğlu ve İstiklal Caddesi’nin sinemaları, film festivalleri zamanında bir sinemadan ötekine koşturmayla büyüdük. AVM’lerde açılan daha şık salonlar sinema müşterisini cezbetse de Beyoğlu’ndan vazgeçilmemeli. Geçmişte bakkallar terk edildi, marketler tercih edildi. Ama bakkalın veresiye defteri vardı, hesapsız paylaşım, güven vardı, halden anlama vardı, marketlerde ise kredi kartı vardı. Pandemi koşullarında sinema filmlerini evimizde izliyoruz, ama sinema kucağımızdaki bilgisayardan değil, en iyi görüntü ve ses açısından salonda izlenir! Çıkınca kestane yenir, yağmur altında yürünür, sevgilinin koluna girilir. Pandemi bitince salonlarımıza kavuşmayı umut etmek istiyoruz. Emel Seçen

Ulusal Takım Teknik Direktörü,‘C Ligi’ne düşmenin sorumluluğu benim’dedi

Ulusal Takım Teknik Direktörü, ‘C Ligi’ne düşmenin sorumluluğu benim’ dedi figure > Ulusal Takım Teknik Direktörü Şenol Güneş, asıl hedeflerinin Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası olduğunu vurgularken, “Evet kötü bir turnuva geçirdik. Ayağımız takıldı, yere düştük, ayağa kalkacağız, yeniden koşacağız” dedi. Spor müdürleri ile internet üzerinden bir toplantı yapan deneyimli çalıştırıcı, Ay-Yıldızlıların Avrupa Uluslar C Ligi’ne düşmesinde tüm sorumluluğun kendisinde olduğunu söyledi. “Daha iyisini yapabiliriz” diyen Güneş, “Almanya 6 tane yedi diye dünya futbolundan yok mu oldu? Bu Milli Takım, sonuç alırsa iyi, almazsa kötü mü diyeceğiz? Bunu yapmayalım. Turnuva boyunca yeterince coşkulu değildik. Birinciliği düşünürken sonuncu olduk. Hedeflerimiz belli, Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası var. Evet kötü bir turnuva geçirdik. Ayağımzı takıldı, yere düştük, ayağa kalkacağız, yeniden koşacağız” ifadelerini kullandı.‘İSKELET BELLİ’Kadrodaki ana iskeletin belli olduğunu kaydeden Şenol Güneş, “Ama 11’i zorlayan oyuncular var. O yüzden bazı oyuncular dışarıda kalabilir. Şimdi yapmamız gereken Uluslar Ligi’nin kötü intibalarını silip oyuncuları yeniden motive etmek” açıklamasında bulundu. Şenol Güneş, Yusuf Yazıcı’yı neden oynatmadığı konusuna da açıklık getirerek “Milli Takım sadece dört oyuncuya bağlı olmamalı. Oynatılmayan futbolcular üzerinden polemik yapılıyor. Son maçta Cenk ve Kenan ile başlamak yerine Yusuf ile de başlayabilirdim. Yusuf ile ilgili kötü bir düşüncem yok. Onunla gurur duyuyorum” dedi.‘SEN GİT EKONOMİYİ DÜZELT’Maaşı hakkında yapılan eleştirilere sert yanıt veren ve “Ortada milli takım diye dolaşan mahalle takımı” ifadesini kullanan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yiğit Bulut’u isim vermeden hedef alan Şenol Güneş, “Türkiye ekonomisinin tepesindeki adam, konuşuyor. Ekonomiyi batırmış. Bana paradan bahsediyor. Sen git ekonomiyi düzelt. Ben para çalmadım ki! Ben çalışıyorum, çalıştığımın da karşılığını alıyorum. Beni kimse paspas yapamaz” diye konuştu. Sami Gürel




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter