Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Saturday, 07.26.2025, 09:37 AM (GMT)

‘Deşifre edilemeyen katılandan fazla’

‘Deşifre edilemeyen katılandan fazla’ İzmir merkezli FETÖ operasyonunda 130 şüpheli gözaltına alındı. İzmir merkezli 47 ilde, 1’i albay, 3’ü binbaşı, 8’i yüzbaşı, 31’i üsteğmen, 66’sı astsubay, 25’i uzman çavuş, 14’ü askeri okullardan atılan 148 şüpheliye yönelik operasyon düzenlendi. Deniz, Kara ve Hava kuvvetleri komutanlıkları ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nda görevli 103 muvazzaf askerin de aralarında bulunduğu şüphelilerden 130’u gözaltına alındı.İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı değerlendirmesinde “FETÖ'nün TSK içerisine sızmış ve halen deşifre edilemeyen mensuplarının sayıca darbe girişimine katılanlara oranla daha fazla olduğu, menfur darbe girişmişinde kullanılmayan hücrelerin mevcudiyetinin ve bu yönüyle terör örgütünün devletimizin anayasal düzeni ve bekası açısından halen en büyük tehlikeyi ihtiva eden terör örgütü konumunda bulunduğu” denildi.YENİ YÖNTEMİzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın terör örgütünün TSK’ye sızdırdığı mensuplarının deşifre edilmesi amacıyla kuvvet komutanlıkları ile “Ortak Veri Paylaşımı”na dayalı yeni bir yöntemle çalıştığı belirtildi. Savcılığın yeni yöntem ile 13 Ekim 2020-19 Ocak  2021 aralığında 3 ayrı operasyon gerçekleştirdiği, Kara ve Hava Kuvvetleri ile Sahil Güvenlik Komutanlığı’na mensup 618’i muvazzaf 652 asker hakkında işlem yapıldığı öğrenildi. Hava Kuvvetleri’ne gönderilen 2432 delil dosyasının incelenmesiyle 623 personelin ihraç edildiği belirtildi. Başsavcılık değerlendirmesinde ülke genelinde 22 bin 154 asker hakkında işlem yapıldığı, 7 bin 665 kişinin itirafçı olduğu belirtildi.  cumhuriyet.com.tr

Johnson & Johnson'ın koronavirüs aşısının güvenli ve etkili olduğu açıklandı

ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), Johnson & Johnson’ın geliştirdiği tek dozluk koronavirüs aşısının güvenli ve etkili olduğunu açıkladı. Bu aşının ABD'de yapılmakta olan Moderna ve Pfizer aşılarına göre önemli iki avantajı var: Tek doz ile koruma sağlaması ve -20 ile -70 dereceler arasındaki özel derin dondurucular yerine buzdolabı sıcaklığında nakledilebilmesi.Habere Gitmek için Tıklayın

İnsanlıkta değişen birşey yok!

Türkçe Haberler En Son Başlıklar İnsanlıkta değişen bir şey yok! Francis Bacon’un Batıda çok iyi bilinen ve önemsenen fakat klasikler arasında yer almasına karşın bizde bugüne kadar basılmamış kitabı Antik Bilgelik (1984 Yayınevi); daha çok döneminde, devlet idarecilerine yön vermek için hazırlanmış bir düşünce klavuzu gibi. Yazarın, antikiteden miras efsane, destan, masal, mit ve kıssalar üzerinden giderek hazırladığı bir bilgelik betiği niteliğinde. /Archive/2021/2/25/013941090-ic3.jpgİngiliz düşün dünyasının öncel ve önde gelen temsilcilerinden Francis Bacon’u daha çok ünlü ütopyası Yeni Atlantis ile tanıyoruz. “Edebiyatta Mimarlık” kitabımız için “Yeni Atlantis” ütopyası hakkında bir yorum kaleme alan felsefeci Ayça Akarsu şöyle anlatıyor yazarın önemini:“Francis Bacon, I. Elizabeth’in adalet bakanı Nicholas Bacon’ın oğlu olarak dünyaya geldi. 1561 yılıydı; ünlü şair ve oyun yazarı William Shakespeare’in, modern fiziğin ve astronominin kurucularından Galileo Galilei’nin, fizikçi ve matematikçi Johannes Kepler’in ünlü müzik adamı Claudio Monteverdi’nin dünyaya geldiği o on yıllık muhteşem sürecin başlarıydı.FELSEFE, BİLİM VE DEVLET!Bacon, on iki yaşında Cambridge’e girdi, hukuk eğitimini sürdürdüğü üniversitenin daha ilk yıllarında Aristo felsefesiyle (Skolastik felsefeyle) tanıştı ve ardından bu felsefeye karşıt fikirler geliştirdi. Aristo felsefesini yararsız buluyordu. Henüz Orta Çağ’ın yetiştirdiği en önemli filozoflardan biri olacağı bilinmiyordu, fakat Bacon, felsefesinin temeline bilimi oturtmuştu bile.Hukuk kariyeri boyunca aynı zamanda siyasi kariyerini de ilerletmek çabasındaydı. Onun kafasında, geliştirdiği düşünce disiplini doğrultusunda yeni bir devlet modeli oluşmaya başlamıştı; ideal olan devlet, doğayı deneyle kavrayıp insanların yararına kullanacak olandı.Francis Bacon, bilimlerin düzenlemesini yapmak, insanlığın şiddetle gerek duyduğuna inandığı yeni bir tutum ve yöntembilimi geliştirmek amacıyla dev bir çalışmaya başlamak istedi. Ne var ki bu çalışmanın yalnızca birkaç taslağını ve birkaç parçasını yayımlayabildi:Bilimin İlerlemesi (The Advancement of Learning), Yeni Organon (Novum Organum) ve kafasındaki ideal devlet düzenini anlattığı yapıtı: Yeni Atlantis (Nova Atlantis).” (Edebiyatta Mimarlık / Hikmet Temel Akarsu, Nevnihal Erdoğan / s. 362-363)./Archive/2021/2/25/013929793-ic2.jpgBİR DÜŞÜNCE KILAVUZU1984 Yayınevi, Francis Bacon’un Batıda çok iyi bilinen ve önemsenen fakat klasikler arasında yer almasına karşın bizde bugüne kadar basılmamış bir kitabını yayınladı: Antik Bilgelik.Antik Bilgelik, günümüz kitap anlayışının dışında, farklı bir biçemde hazırlanmış bir yapıt. Daha çok döneminde, devlet idarecilerine yön vermek için hazırlanmış bir düşünce klavuzu gibi. Yazar, antikiteden miras efsane, destan, masal, mit ve kıssalar üzerinden giderek bir bilgelik betiği hazırlamış.Açımlayıcı bir önsözün ardından Antik dönem sözlü edebiyat, masal, efsane, destan, söylence ve anlatılarından bazı kıssaları ele alarak önce kısaca özetlemekte, ardından bunların alegorik olarak ne ifade ettiğini inceleyerek bilgeliğe ilişkin bir hisse çıkarmakta.Her biri çok yakından tanıdığımız, bildiğimiz pagan çağı kahramanları olan düşsel karakterlerin sergüzeştinden yola çıkarak insan davranışlarına ve bunların sonuçlarına ilişkin çıkarsamalarda bulunmakta.KYKLOPLAR’DAN PROMETHEUS’ABu masal ve anlatılar arasında neler yok ki: Kassandra ya da Kehanet, Typhon ya da Asi, Kykloplar ya da Dehşet Vekilleri, Narkissos ya da Kendini Sevme, Styx Nehri ya da İttifaklar, Pan ya da Doğa, Perseus ya da Savaş, Endymion ya da Gözde, Orpheus ya da Felsefe, Erikthonios ya da Sahtekârlık, Nemesis ya da Şeylerin Değişmesi, Akhilleus ya da Savaş, Diyonysos ya da Bacchus, Prometheus ya da İnsanlığın Durumu, Metis ya da Nasihat, Sirenler ya da Hazlar ve daha niceleri… (Orijinal baskıda da var mıydı bilemiyoruz ama 1984 Yayınevi basımında söz konusu söylence ve masallar, antikiteye ilişkin ünlü ve harika tablolar eşliğinde görselleştirilmiş.)Yazar, yaşam sırasında doğru tercihlerde bulunabilmek için antik bilgelikten çıkarsamalar yapmak dışında, bir anlamda her dönemin idareci sınıfına diskur niteliğinde meseller sunmakta. Bunu yaparken de saygı duyulacak bir yöntem izleyerek bir alegoriden çıkarılacak herhangi bir sonucun kesin olmadığını en başta mütevazı bir şekilde belirtmekte, edebiyatın zengin tasavvur dünyasını, yaratıcı subjektivizmini sınırlamaya çalışmaktan sakınmakta. Adeta bir küçük sözlük gibi hazırlanmış yapıtları yorumlarken özetin hemen ardından “sanırım” diyerek analizini dile getirmekte./Archive/2021/2/25/013913168-ic1.jpgYÖNETİCİ SINIFLAR!Kitap, her yaştan, her çağdan insana bilgeliğe dair paha biçilmez gözlem ve yorumlar sunsa da daha çarpıcı olan insanlıkta idare yöntemleri açısından hiçbir şeyin değişmediğini, o çağda da yönetici sınıfların, bugünkü dünyanın dört bir yanında yapılan yanlışları ısrarla yaptığını hazin bir şekilde sergilemekte.Bakınız “Typhon ya da Asi” bölümünde yazarın meseli analiz edişine…“… uzun süre hüküm sürmekten dolayı hükümdarlar yozlaşır ve tiranlaşır, her şeyi kendi tekellerine alır ve senatörler ile soylulardan gelen tavsiyeleri hiçe sayar, kendi başlarına düşünüp taşınırlar; yani kendi istek ve arzularına göre yönetim gösterirler. Bu durum insanları kışkırtır ve insanların kendi seçtikleri bir lideri yaratma ve öne çıkarma konusunda çaba göstermelerine neden olur. Böylesi tasarılar genellikle suç ortaklığı yaptıkları durumda halkın ayaklanmaya hazır olduğu esnada, soylular ve asilzadelerin gizli hareketleri ve kışkırtmaları tarafından başlatılır; bundan dolayı da devlette bir taşma başlar ki bunu da Typhon’un doğumu uygun bir şekilde simgelemektedir.” (s.18)Bugünün dünyasındaki birçok ülkeye baktığımızda görüyoruz ki; aradan geçen 500 yıla karşın insanlıkta değişen bir şey yok gibi…Antik Bilgelik / Francis Bacon / Çev.: Murat Can Mutlu / 1984 Yayınevi / 128 s. / 2020. Hikmet Temel Akarsu

Haluk Uygur:‘Fotoğrafik düşünme binlerce yıldır var!’

Haluk Uygur: ‘Fotoğrafik düşünme binlerce yıldır var!’ Önemli kitapları arasında Sanatın Aktuel Tarihi, Çukurova Tıp Tarihi, Ben ve Kendim; Etem Çalışkan veya Abidin Dino Evine Dönüyor gibi çalışmaların yer aldığı Haluk Uygur; Fotografik Düşünme Tarihi isimli kitabında fotoğraf kavramına alışılmadık, farklı bir yerden bakıyor. Adana’da bulunan Mehmet Baltacı Fotoğraf Müzesi, Sinema Müzesi ve Yeşiloba Şehitlik Müzesi’nin kurucusu, fotoğraf alanında Puduhepa Bilim ve Sanat Onur Ödülü ve Çukurova Ödülü’nün de aralarında bulunduğu çok sayıda ödüle sahip Uygur, konusunu tarihi bir süreç içerisinde inceliyor. “Fotoğrafik Düşünme” diye isimlendirdiği bir kavramı ortaya atıyor. Fotoğraf makinesinin tarihini değil, bir düşünme sisteminin zamana uzanan öyküsünü, sanatın diğer alanlarında da etkileşim yaratacak bir çok düşünme faaliyetinin öyküsüyle birlikte anlatıyor. /Archive/2021/2/25/013634123-ic1.jpg ‘FOTO’ VE ‘GRAFİ’NİN KADİM TARİHİ- Fotoğrafik düşünme ne demek?“Foto” ışık demek... “Grafi” de çizgi... Yani “fotoğraf” karanlığın üzerine ışıkla çizilen görüntüler anlamına geliyor. İnsanoğlu kendisinde sanat potansiyelini fark ettiği ilk günlerden itibaren, ışık ile gölgeyi buluşturarak görüntüler elde etti.İnsanlık tarihinin en eski görsellerinin bulunduğu Altamira, Lascaux, Chouvet gibi karanlık mağaralarda, meşalelerden yayılan ışıkla duvara gölgeler düşürülerek görseller oluşturulduğu, ışıkla gösteriler yapıldığı biliniyor artık. Dolayısıyla ışığa dayalı görseller, yani fotoğrafik görüntüler elde etme düşüncesinin oluşması çok eskilere gidiyor.Ancak hakim olan görüş, fotoğrafın 1826’da Nicephore Niepce tarafından icat edildiği, bu anlamda da 200 yıllık genç bir sanat olduğu şeklindedir. Bence bu eksik hatta yanlış bir bilgidir, üstelik bu bilgiye dayanarak fotoğraf kavramını düşünmek “fotoğraf”a yapılmış bir haksızlıktır.IŞIKLA DÜŞÜNCEYİ ANLATMAK- Yani fotoğrafı Niepce icat etmedi mi?Fotoğraf; onu yapan kişinin duygu ve düşüncesinin, bir karanlık kutu - ki biz buna fotoğraf makinesi diyoruz - kullanılarak izleyiciye aktarılmasıdır. Yani “Fotoğraf” denilince iki şey akla gelir. Birincisi; “ışık ve gölgeyi buluşturarak, ben hangi duygumu, hangi düşüncemi başkalarına aktarabilirim” şeklindeki düşünme faaliyeti... İkincisi ise; “zihnimde oluşturduğum bu görüntüyü başkalarıyla nasıl paylaşırım” sorusuna verilecek yanıt.Yukarıda da bahsettiğim gibi insanoğlu birinci soruya, sanat yeteneğini kazandığı günlerden beri cevap aramaya başlamış olmalı. İkinci sorunun cevabını ise; karanlık mağaralarda meşalelerle aydınlık yaratma bilgisinin izinden giderek, karanlık bir odanın ön duvarına ufak bir delik açmak suretiyle, karşı duvarda görüntü oluşturmakta bulmuş.İlk fotoğraf makinesi sayılan bu düzeneğin M.Ö 500 yıllarında Çinli bir filozof olan Mo-Ti tarafından kullanıldığını biliyoruz. Ve o zamandan beri bu düzenek gittikçe geliştirilerek, ışıkla düşünceyi anlatmak için kullanıldı.Daha sonraki yıllarda, deliğin önüne merceklerden oluşan bir düzenek konuldu, içeriye aynalar yerleştirilmek suretiyle boyutu küçültülüp taşınabilir bir kutu haline getirildi. İç içe kutular planlanarak, günümüzde zoom yapma özelliği diye bilinen şey keşfedildi. Bunlar yapılırken Niepce’nin annesinin 5. kuşaktan annesi henüz doğmamıştı./Archive/2021/2/25/013550654-kapakic2.jpgKARANLIK ODA!- Peki Niepce’nin icat ettiği nedir?O karanlık kutunun yani fotoğraf makinesinin arka duvarına düşen görüntünün, bir levha üzerine tespit edilmesini icat etti sadece. Böylece fotoğrafik düşünmenin oluşturduğu görüntüyü, başka birine gösterebilmenin yeni bir yöntemi ortaya konulmuş oldu.Halbuki dediğim gibi, fotoğraf kavramının temeli olan iki şey de, yani fotoğrafik düşünme de, fotoğraf makinesinin kendisi de binlerce yıldır bilinen bir şeydi ve kullanılıyordu.Da Vinci’nin perspektif çalışmaları, Brunelleschi’nin çalışmalarını izleyen Papa Gregorius’un Santa Maria del Fiore Kilisesi’ni bir karanlık oda haline getirerek günümüzde kullandığımız Gregoryen Takvimi icat etmesi, Kepler’in matematik problemlerini çözmesi gibi bir çok önemli değişimleri bu kullanımlar arasında sayabiliriz.‘KOPYA, SANAT OLAMAZ AMA...’- Fotoğrafın icadının Niepce’ye mal edilmesine, bu binlerce yıllık faaliyetin görmezden gelinmesi sonucunu doğuracağı nedeniyle mi karşı çıkıyorsunuz?Tabi ki bu büyük bir tehlike... Ama daha büyük tehlike, ışıkla gölgenin buluşmasına dayalı bir düşünme faaliyetini - ki ben buna fotoğraf diyorum - yok sayıp, fotoğrafı sadece bir tekniğe indirgemesidir. Sanat düşüncenin içindedir halbuki... Ve fotoğrafik düşünme binlerce yıldır vardır. Dolayısıyla fotoğrafa 200 yıllık genç sanat demek haksızlıktır.- Fotoğraf doğadaki bir görüntüyü, fotoğraf makinesi içinde kopyalamak değil mi zaten Kopyalanmış bir görüntü nasıl sanat olur?Evet, fotoğraf; teknolojisinin özelliğine bağlı olarak göstereceği şeyin doğadaki bir nesneden kopya edilmesine mahkûmdur. Bir çok fotoğrafçeker sizin dediğiniz gibi yapıyor ve deklanşör dokunuşuyla doğadan bir kopya çıkarıyor. Bazen bu kopya ustaca da çıkarılsa nihayetinde sizin de dediğiniz gibi, sadece bir kopya... Ve bir kopya sanat olamaz.Ama fotoğrafı duygu ve düşüncesini aktarmak için bir teknik araç olarak gören bazı fotoğrafçılar, bunun için özel yöntemler, düşünülmüş aydınlatmalar, çekim öncesi ve çekim sonrası müdahaleler yaparak, nesnel görüntüyü duygu ve düşüncelerini anlatabilecek başka bir biçime sokuyorlar./Archive/2021/2/25/013459811-ic3-.jpg‘FOTOGRAFİK YENİDEN YARATIM’İş duygu ve düşünceyi anlatma şekline dönünce sanat başlıyor. Artık fotoğraftaki o nesnel görüntü, doğadaki nesnenin kendisi değil, fotoğrafik düşünmeyi ortaya koyan bir araç haline gelmiştir.Ben buna “fotografik yeniden yaratım” diyorum. Fotoğraf bir yeniden yaratım sanatıdır bu anlamda. İşte fotografik düşünmenin tarihi aynı zamanda bu yeniden yaratımı yapan zihinlerin de tarihidir. Kitabımda bununla ilgili bir çok sanatçıdan örnek veriyorum zaten.- Evet bu çok dikkat çekici... Kitabınızda hem fotoğraf hem de diğer sanat tekniklerinin ustalarından bahsedip, onların düşünme faaliyetlerini örnekleriyle ortaya çıkarmaya çalışıyorsunuz. Örneğin Man Ray gibi hem fotoğrafçı, hem ressam, hem de sinemacı ustalardan bahsedip, fotoğrafın diğer sanatlarla iç içe geçmişliğini anlatıyorsunuz.Bence sanat multidisipliner (çok alanlı) bir düşünme faaliyetidir. Yani duvara astığımız bir resim veya ortaya konan bir roman değildir sanat olan. Onlar “sanat ürünü”dür. Sanat olan onları yaratan beyinin düşünme sistematiğidir. Ve bu düşünme faaliyeti sadece, sanatın bir disiplininin teknolojik sınırına mahkum edilirse yarım bir dil olarak kalır. Bu mahkûmiyet her şeyi anlatmamıza engeldir.Bunu fark eden sanatçılar farklı disiplinleri birlikte kullanmışlar. Örneğin Picasso hem resim yapmış, hem heykel. Işıkla boyama tekniğini kullanarak fotoğrafa bile bulaşmış. Nazım Hikmet şair olduğu kadar da ressam. Onun şiirlerini okurken, sanki bir resmi seyrediyormuş gibi hissedersiniz. Sanat tarihi içerisinde buna benzer bir çok örnek görüyoruz.Man Ray de böyle bir fotoğrafçı. Örneğin; arkadan görünen çıplak bir kadın fotoğrafının üzerine, kurşun kalemle kemanın deliklerini ifade edecek bir şekilde “f” harfine benzeyen şekiller çizerek, kadın vücudunu kemana benzetip, çıplaklığa yeni bir anlam üretmiştir.Yapıtına “Ingres’in Kemanı” ismini vererek, fotoğrafıyla önemli ressam Jean Auguste Dominique Ingres’in “Odalık” adlı eseriyle ilişki kurmuş, böylece anlamı daha da derinlere taşımıştır. Yani yapıtta fotoğraf ve resim birlikte kullanılmıştır. Kitabımda bunun gibi bir çok öyküyü daha derinden inceliyorum.Fotografik Düşünme Tarihi / Haluk Uygur / Karahan Kitabevi / 152 s. / 2020. Mehmet Emin Arıcı

‘Muammer Sun, Cumhuriyettir!’

‘Muammer Sun, Cumhuriyettir!’ Yakın zamanda aramızdan ayrılan Muammer Sun’un yaşam öyküsünü anlatan kitap; büyük ustanın çalışmalarının öykülerini sunarken, sanatçının yaşamının sıkıntılarla dolu yönlerini de ortaya koyuyor. Muammer Sun, “Cumhuriyet umuttur” derdi. Muammer Sun da Cumhuriyet’tir. Bir yanardağ söndü. Ancak eserleri ve bize ilham olan yaşam öyküsüyle Muammer Sun, ilelebet Türk ulusunun gönlünde yaşayacaktır. /Archive/2021/2/25/013150156-ic1.jpgBazen, bir kitap tanıtım yazısı, sadece bir kitap tanıtım yazısı değildir. Bazen hem yazı, hem ağıt, hem de görevdir. Bu yazı gibi…Büyük usta Muammer Sun’un eşi Sinemis Adige Sun’un kaleme aldığı Karnında Güneş Olan Adam: Muammer Sun, 27 bölümden oluşuyor. Bu bölümlerde Sun’un çocukluğu, eğitim yaşamı ve çalışmaları kadar, karşılaştığı engeller, gözaltılar ve buna rağmen yılmamasının da hikayesi var.Yapıtları hakkında bilgilerin de bulunduğu özel bölümün yanı sıra kitabın son bölümlerinde Muammer Sun hakkında arkadaşlarının, müzik insanlarının hakkında yazdığı yazılar ve diskografi bulunuyor Ayrıca kitapta bulunan yazılar ve görüşler, Sun’un düşünür ve öncü kişiliğini de okuyucunun görmesini sağlıyor.Yazarın da dediği gibi, üç kişilik çalışıp, tek kişilik ordu gibi üretmiştir MMuammer Sun Besteci ve eğitmendir. TRT Ankara Radyosu Çoksesli Korosu ve TRT'nin müzik dairesinin kurucusudur. Türkiye'de 166 çocuk ve gençlik korosu kurmuştur. Çok sesli müziğin ülkemizde benimsenmesinde payı çok büyüktür.TÜRK KALARAK ÇAĞDAŞLAŞMAKitaptaki iki kısa tanımlama Muammer Sun’a ve felsefesine yönelik önemli tespitler sunuyor. Tanımlamalardan ilki, Muammer Sun’un 88 yıllık yaşamının yaklaşık 40 yılına yakından tanıklık eden yazara ait: “Muammer Sun’un öyküsü yaşamın ta kendisidir.”Muammer Sun’a ait ikinci tanımlama ise, sanatçının hedefinin özeti: “Türk kalarak çağdaşlaşma”.Bunu bir yazısında şöyle açıklar:“Müzikte de var olabilmek için yaratıcı-yorumcu-yaşayıcı bir toplum durumuna dönüşmek durumundayız. Türk kalarak çağdaşlaşma yoluna girmemiz çağı gelmiştir. Bunun sorumluluğu hepimizin omuzlarındadır.”Kitap, Muammer Sun’un yaşadığı zorlukları ve çektikleri acıları nasıl “milli bir sır gibi” sakladığını gözler önüne sererken, kaynağını Cumhuriyet olarak açıkladığı dinamizmiyle nasıl bir “yılmadan adam” olduğunu da ortaya koyuyor.Muammer Sun’u tanımak ve tanıtmak, Cumhuriyet’e borçlu olan herkesin sorumluluğu. Bu kitap da bu kapsamda zengin bir kaynak.Muammer Sun’u bir kitapta anlatmak bile çok zorken bir yazıda anlatmak da olanaksız kuşkusuz. Bu noktada Muammer Sun’un yaşamının nasıl da “Cumhuriyet’e adanmış bir yaşam” olduğunu göstermek için kendi tanıklığımızı aktarmakta fayda var./Archive/2021/2/25/013204125-kapakic2.jpg“KURTULUŞ” VE “CUMHURİYET”Yeni kuşaklara hayal gibi gelse de, “Eski Türkiye”de ulusal bayramlar “Devlet katında” coşkuyla kutlanır, devlet kanalında “Kurtuluş”, “Cumhuriyet” gibi Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecini ve sonrasını anlatan mini diziler yayımlanırdı.O çalışmaların senaryosu, oyuncu kadrosu kadar eşsiz olan, bu mini dizilerin müzikleriydi. Muammer Sun, yüreğimize işte o müziklerle girmişti. Kendisinin de dediği gibi içinde duymadığı, yaşamadığı hiçbir şeyi yazmadı. O yüzdendir, bu dizilerin müziklerini yaparken Batı Cephesi kapsamındaki her mevziyi tıpkı Turgut Özakman gibi tek tek gezdi, çobanlardan öyküler dinledi. İçtendi ve içindeydi ürettiklerinin.Yıl 2015. Yaşamında o dizilerin ve dizi müziklerinn ayrı yeri olan bir avuç Kemalist genç olarak, Türk müziğine ve Türk devrimine eşsiz katkısı olan bu kişiye ulaşmak ve Türk gençliği adına teşekkür etmek istedik.Kendisini Ankara’daki ofisinde ziyaret ettik. Bizi çok sıcak karşıladı ve tek tek tanımak istedi. Ziyaretimizin sebebini duyunca şaşırdı, çünkü bizleri, onu ziyarete gelen müzik öğrencileri sanmıştı.“Siz şimdi” dedi, “Düşünsel duyarlılığınızdan ötürü mü buraya geldiniz?” Bizden, “Evet” yanıtı almasıyla durakladı, sigarasını yaktı ve gözlerinden yaşlar süzülerek, “Demek ki yaptıklarımız boşa gitmemiş” dedi… Tarihi bir ana tanıklık ediyorduk, Kısa süreli planlanan görüşme gecenin karanlığına kadar sürdü./Archive/2021/2/25/013219953-ic3.jpgCUMHURİYET’E NAİF KATKI2020, Aralık ayının ortası. Cumhuriyet Kitapları olarak uzun bir aradan sonra, İlhan Selçuk’un ölümsüz yapıtı Yüzbaşı Selahattin’in Romanı’nın yeni baskısını yayına hazırlıyorduk. Bu kitaba bir tanıtım videosu hazırlanmalıydı. Elbette böyle bir videonun tanıtım müziği de Muammer Sun’un eserlerinden seçilmeliydi.Kendisini aradık, çok mutlu oldu. Yine planlandığından uzun sürdü konuşma. “Bana moral verdiniz” dedi. Normalde yapıtlarının telifinin bir şirkette olduğunu söyledikten sonra ekledi, “Arayın, benim yönlendirdiğimi söyleyin ve eserleri kullanın.”O konuşma sırasında, yaşamının kitaplaşmasına ilişkin konu açıldığında iki kitaptan bahsetmiş ve bize yollatacağını söylemişti. Büyük onurdu.YAŞAMIMIZA SON DOKUNUŞ…Aralık sonunda kitabımız okuyucuyla buluştu. Muammer Sun’un izniyle eserini tanıtım videoumuzda kullandık. Büyük bir etki yarattı. 11 Ocak 2021 Pazartesi günü telefonum çaldı. Sun Yayınevi’nden aradığını belirten bir hanımefendi, Muammer Sun’un bana kitap yollamak istediğini söylerek kargo adresi istedi, mutluluk ve şaşkınlıkla gazetemizin adresini verdim.Unutmamıştı… İki gün sonra 13 Ocak’ta kargo geldi, “Gönderen Muammer Sun” yazıyordu, heyecan ve gururdan üç gün boyunca kargo paketini açamadım. 16 Ocak’ta ise kara haber geldi… Demek ki son nefesinde bile genç kuşaklara dokunmuştu…İşte bu yazıda tanıtılan kitap, o kara haberden günler sonra açılabilen paketten çıkan kitaptır.Muammer Sun, “Cumhuriyet umuttur” derdi. Muammer Sun da Cumhuriyet’tir. Bir yanardağ söndü. Ancak eserleri ve bize ilham olan yaşam öyküsüyle Muammer Sun, ilelebet Türk ulusunun gönlünde yaşayacaktır.Karnında Güneş Olan Adam: Muammer Sun / Sinemis Adige Sun / Sevda Cenap & Müzik Vakfı Yayınları / 496 s. Çağdaş Bayraktar

Çekirdektenöğretmen…

Çekirdekten öğretmen… İlkokuldan sonra girdiği öğretmen okulundan sonra çalışırken eğitimin toplumsal gücünü, niteliğini öğrendi. Eğitimin bilimini yaptı. Eğitim-İş Sendikası’nın kurucusu, genel başkanı Dr. Niyazi Altunya ile yeni kitabı Türkiye’de Eğitimin Son 100 Yılı’nı konuştuk. /Archive/2021/2/25/012735081-ic1.jpg- Yeni kitabınız Türkiye’de Eğitimin Son 100 Yılı adını taşıyor? Ayrıntılı, derinlikli bir inceleme. Son yüz yıldan öncesi yok mu?1 Nisan 1942’de Isparta Sütçüler İlçesi Hacıahmetler köyünde doğdum. Tek ana tek babadan olan 14 çocuktan yedincisiyim. Verimsiz toprakta çiftçilik yapan, kıl keçi besleyip zor geçinen bir ailenin çocuğuyum. Köyümde ilkokulu bitirdikten sonra Isparta Gönen İlköğretmen Okulu’na (Eski Köy Enstitüsü) girdim.Burayı 1962’de bitirince, üç kez yinelediğim kendi tercihimle Hakkâri’nin Ördekli köyüne atandım. 1963’te askere alındım ve Ördekli’den ayrıldım. 1964-1966 Isparta Sütçüler ilçesinin Sağrak köyünde öğretmenlik yaptım. 1966 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü’nün (GEE) Eğitim Bölümü’ne girdim.Burada iki yıl öğrenim gördükten sonra Diyarbakır ve Yozgat’ta yedi buçuk yıl ilköğretim müfettişliği yaptım. Sonra Konya Rehberlik Merkezi’ne sürüldüm. Bir hafta içinde kurum değiştirip Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE)’ne uzman olarak atandım.1978-1980 arasında GEE’de müdür başyardımcısı idim, 1980-1993 arasında ortaöğretim kurumlarında rehber öğretmenlik yaptım. 1990’da yeniden kurulan ilk memur ve öğretmen sendikası Eğitim İşkolu Kamu Görevlileri Sendikası (EĞİTİM-İŞ)’nın 1995’e kadar genel başkanlığını yaptım.Mesleğimi sürdürürken Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nü bitirdim (1970). Ankara Üniversitesi Eğitim [Bilimleri] Fakültesi’nde Yüksek Lisans (1981), aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doktora (1990) öğrenimi gördüm.- Yazarlığınız nasıl çıktı ortaya?Yazarlığım ortaöğretimde (Gönen İlköğretmen Okulu’nda) başladı. Öğretmen okullarının programının belkemiği Türkçe öğretimi idi. Dilsiz ya da bozuk Türkçe ile gelen çocukların okuduğu bu okullarda her branş öğretmeni Türkçe öğretmeni sayılırdı. Bu güzel başlangıç çok işime yaradı. Diyebilirim ki kazandığım tüm sınavları yazılı anlatımdaki becerimle başardım.Okul yıllarında başladığım yazarlık meslek yaşamımda da sürdü. Örgütçülüğüm ve yazdığım tezler beni kitap yazmaya sürükledi. 1991-2020 arasında oylum olarak irili ufaklı 31 kitabım yayımlandı. Bunların sayfa adetleri 32-1410 arasında değişiyor.Kitaplarımın bazıları birkaç baskı yaptı. Bu kitaplar içerik açısından genel olarak eğitim tarihi, öğretmen yetiştirme, öğretmen sorunları, öğretmen örgütlenmesi, köy enstitüleri konularından oluşuyor. “Türkiye’de Eğitim Son 100 Yılı” (2020;504 s.) yıllardır kafamda dönüp dolaşan bir konunun yarımıdır. Aslında “Son 200 Yılı” olacaktı. Eğitim – İş Sendikası bu kitabı, yapacağı “Devrimci Eğitim Şûrası”na katkı olarak istemişti. Ankara’da Yeni Türkiye Devleti’nin 100. Yılının çağrışımı ile sendikanın isteği birleşince “100 Yıl” oldu.- Neden eğitimin son 100 yılı? Öncesi yok mu?Türkiye’de eğitimde çağdaşlaşmanın ivme süreci 18. Yüzyıl sonları ile 19. Yüzyıl başlarında başlar. III. Selim ve II. Mahmut reformları bu ivmenin başlangıcı sayılabilir. Hele II. Mahmut’un 1824 tarihli ilköğretim zorunluluğu getiren buyruğu (fermanı) Türkiye’de kamusal eğitim için kesin bir başlangıçtır.Niyazi Berkes’e göre II. Mahmut reformları, içerikleri dinsel olsa bile laik rejimin başlangıcı sayılır. Konumuz açısından 1820’lerle 1920 arası 100, 1920-2020 arası 100 olmak üzere iki eşit zaman dilimi söz konusudur. Ömrüm yeterse ilerde kitap bu biçimi alacak.Kitap bu haliyle de Covid19 darbesine karşın iyi ilgi gördü. Duyduğuma göre Eğitim Fakültelerinde Türk Eğitim Tarihi dersi için kaynak gösterenler bile varmış. Oysa kitabı ders kitabı olarak tasarlamamıştım. Kapak tasarımındaki grafiğin anlamı açık: Bilimin ışığında yükseliş, dinciliğin karanlığında batışı…/Archive/2021/2/25/012750565-kapakic2.jpg- Kitabınız beş bölümden oluşuyor. Her bölüm derinlikli, belgeli anlatılıyor. Güncel Sorunlar, Geleceğe Bakış bölümleri ilgimi çekti.Kitap kurgu bakımından bir yandan tarihsel süreci, diğer yandan da eğitim sorununun önemli boyutlarını göz önünde tuttu. Bu özelliği ile kitap bir “el kitabı” işlevi de görmektedir. İstedim ki okur, eğitim sorununu kuş bakışı görebilsin. Zaten kitaplarımdan birinin adı “Eğitim Sistemimize Kuşbakışı (1996), bir diğerinin de “Eğitimde Geleceğe Bakış”tır (2000).Bu kurgulama süreci beni söz konusu ettiğimiz son kitaba getirdi. Zaten tüm kitaplarımda “el kitabı” olma özelliğini gözettim. Ama sağlam belge ve kanıtlara dayanmayı da asla elden bırakmadım. El kitabı yaklaşımı, benim öğretmenliğimin getirdiği bir yükümlülüğün sonucudur.Aynı zamanda bir “akademisyenim” de. Ömrüm boyunca kulağını başının ardından ters gösteren akademisyenlere kafa tuttum. Kıvançla söyleyebilirim ki, “akademisyen” olan öğrencilerimden de bu yaklaşımımdan dolayı övgü alıyorum.- Eğitim Birliği ilkelerinin yok edildiğini söylüyorsunuz. Nasıl oldu bu?Eğitim Birliği konusuna değişik yazılarımda çok vurgu yaptım. Çünkü birçok iyi niyetli yazarımızın dillendirdiği gibi yasadaki bu birlik (tevhid), sadece medrese ve mahalle mekteplerinin kaldırılıp tüm öğretim kurumlarının “Maarif Vekâleti”ne bağlanmasından ibaret değildir.Birliğin özü, eğitimde aklın ve bilimin tekelini kurmaktır. Sorun, eğitim kurumlarının işlevsel olarak değişik devlet erklerine değil, aklın ve bilimin çizgisinden sapmasıdır. Sapma “Maarif Vekâleti”nde de olabilir, oldu da.- Siz Gazi Eğitim Enstitüsü’nün de kitabını yazdınız. Oldukça oylumlu, tam bir Cumhuriyet Eğitim Tarihi gibi…Gazi Eğitim Enstitüsü: 1936-1980 (2006,1388 s.) benim hayatımın kitabıdır. Çünkü bu kitap 25 yılımı aldı. Neden bu kadar uzun zaman harcadım? Aşk olmayınca meşk olmazmış; benim Gazi’ye aşkım Ferhat’ın Şirin’e aşkı gibi bir aşktı.Ben de senin gibi gözümü Gönen’de, ufkumu Gazi’de açtım. Biliyorsun Gönendaşımız Fakir Baykurt Ağabey anılarında Gazi için “Yoksul Üniversitesi” diyor. Bu gerçek bir değerlendirmedir.Ayrıca yoksul Cumhuriyet’in başkentte açtığı üç önemli eğitim kurumundan biridir ve neredeyse Cumhuriyet’le yaşıttır. Ötekiler, 1924’te açılan Musiki Muallim Mektebi (Bu okul 1936’da Konservatuvarı yarattı), bir diğeri 1925’te açılan Ankara Hukuk Mektebi (Ankara Hukuk Fakültesi)’dir.Cumhuriyet, Ankara’yı eğitimin de başkenti yapmak kararındaydı. Daha sonra, Ankara’da başlı başına birer ihtisas üniversitesi olan Yüksek Ziraat Enstitüsü (1933), Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (1936) açıldı. İstanbul’daki, Harbiye, Mülkiye gibi önemli eğitim kurumları Ankara bozkırına taşındı.Devamında, İstanbul’daki yükseköğretim kurumlarının Ankara’da tümünün alternatifleri açıldı. Cumhuriyet, önemli görevler vereceği yeni uzman kuşağını kendi ikliminde, gözünün önünde yetiştirmek istiyordu.Kısacası asıl Gazi’yi kurmaktan amaç ortaokul öğretmeni yetiştirecek bir “Orta Muallim Mektebi” açmak değildi. Aynı yıllarda Bakan Mustafa Necati, İmparatorluğun payıtahtındaki yetkin eğitimcileri de Ankara’ya taşıdı. Bunları Bakanlık merkez örgütüne, yeni kurduğu Talim ve Terbiye Kurulu’na, Gazi Eğitim Enstitüsü’ne taşıyarak çok önemli bir sacayağı oluşturdu.Gazi’de örneğin, Prof. İ. Hakkı Baltacıoğlu, Prof. Faik Sabri Duran, Hasan-Âli, İsmail Hakkı Tonguç, Hüsnü Cırıtlı, Kemal Demiray gibi bilim, sanat kültür insanları müdürlük; Ahmet Hamdi Tanpınar, Mustafa Nihat Özön, Suut Kemal Yetkin, Nurullah Ataç, Ahmet Kutsi Tecer, Agâh Sırrı Levent, Dr. Mehmet Tuğrul gibi yazın ve kültür adamları Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptı.Diğer bölümlerde de sonra da üniversitelere geçen bilim insanları görev yaptı. Yine örneğin, 1930’da Pedagoji [Eğitim] Bölümü’nde “Prof.” ya da“doktor” unvanı olan dört eleman vardı.- Öteki üniversitelere göre Gazi Eğitim’in farkı neydi?Gazi’de yetişenlere de bakmak gerekir. Örneğin, aynı kuşaklardan Gazi’de yetişen yazar sayısı, İstanbul Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nden yetişenlerden daha fazladır. 1960-1980 arasında Gazi’den yetişen ressam sayısı, İstanbul’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nde yetişenlerden fazladır.Yeni yazı ve fotoğraf sanatını, modern jimnastiği, çok sesli müziği Anadolu’ya götüren Gazi’den yetişen öğretmenlerdir. 1970’lere kadar il milli eğitim müdürleri ile köy enstitüsü müdürlerinin tamamına yakını Gazi’de yetişmiştir. Örnekler çoğaltılabilir.Torosların iki bin metresindeki Hacıahmetler köyünden çıkıp gelen ben de bir gün (1966-1968) kendimi Gazililer arasında buldum; ona âşık oldum ve ne pahasına olursa olsun onun kitabını yazmalıydım, yazdım.Gazi Üniversitesi Hasan-Âli Yücel Merkezi’nin ilk yayını olarak beş bin adet basımı yapılan kitap çok ilgi gördü, çok da aranıyor. Tükenen kitabın Milli Eğitim Bakanlığı’nca bugünlerde bir de tıpkı basımı yapıldı. Yeni baskı elektronik ortamda da bulunuyor. Kitabı tanıtan pek çok yazı yazıldı. Açıkçası ummadığım bu ilgi için mutluyum.- Köy Enstitüleri üzerine de çok eğildiniz. Bunu ben de çok değerli buluyorum. Bu konuda neler yazdınız? Bugün Köy Enstitüleri’ni kurmak olanağı var mıdır? Yoksa sorun bu okulların eğitim yöntemini bütün okullara mı yaymak mı?Köy enstitüleri konusunda yazdığım bir broşür, bir kitap dörder baskı yaptı: “Köy Enstitüsü Sistemine Toplu Bakış” (4. basım, Cumhuriyet Kitap, 2014, 244 s.), Köy Enstitülerine Toplu Bakış” (4. Basım, EĞİTİM-İŞ Yayınları, 2018, 47 s.) adını taşıyan el kitapları çok ilgi gördü. Bu konuda yaygın bir bilgi kirliliği olduğu için, hem Türk hem yabancı okurlar için 5-600 sayfalık, yarı “akademik” nitelikte kapsamlı bir kitap daha hazırlıyorum.Köy ensititüleri sadece Türk eğitim tarihinin şanlı sayfalarına geçmekle kalmadı, dünya eğitim tarihine de bir armağan oldu. Sistem aklın aydınlığında, Türk devrimi, ülke gerçekleri, çağdaş eğitim bilimleri arasında Türk eğitimcilerinin yarattığı özgün bir sentezdir. Kuşkusuz bilim ve teknolojideki olağanüstü değişim ve gelişimi de gözden kaçırmamak gerekir.Konuyla ilgili her katıldığım toplantıda, söyleşide bana hep sorulan demirbaş soru “Köy enstitüleri yeniden açılabilir mi?” oluyor. Buna karşı ben de buna bir soruyla yanıt vermeye çalışıyorum: “Tonguç bugün yaşasa nasıl bir enstitü kurardı?”Tonguç’un başarısında belki öteki unsurlardan daha etkili olan, o günlere toplumsal gereklilikti. Bu gerçeklik; 40 bin köyden 35 bininde okul olmaması, köyde ortaçağ yaşamının baskın olması, köylüyü kırıp geçiren yoksulluk, kıtlık, bulaşıcı hastalıklar, tüm bunların en çok kadınlar ve çocuklar üzerindeki ağır yıkımı vb. idi.Köylerde bunlardan soyutlanmış bir eğitim sorunu yoktu. Köyler için yetiştirilen öğretmen ve köye yarayacak diğer meslek erbabının bu durum göz önüne alınarak yetiştirilmesi gerekirdi. Bugün söz konusu gerçeklikte zorunlu değişmeler olmuştur.Bu değişimin yarattığı olanaklar ve sağladığı ürünler de var. Örneğin, 1930-40’lardaTonguç açısından köye nalbant, dülger yetiştirmek çok önemliydi. Bugün artık at, katır, eşek kalmadı, her şey motorize oldu. Dolayısıyla nalbanta da gerek kalmadı.Tonguç bugün yaşasa kuracağı enstitüde bilgisayar da olacaktı. Ama onun yetiştirdikleri hiçbir zaman doğadan, topraktan uzaklaşmayacaktı.Bugün de çağdaş eğitim derdi olanların Köy Enstitüsü deneyiminden çıkaracağı dersler var. Yine Türk devriminin değerlerine, çağdaş eğitim bilimlerine dayanarak, öğrencilerin ezberlemediği, yarışmadığı; spor yaptıkları, sanatsal etkinlikler gösterdikleri kurumlar yaratılabilir.Yine yoksul öğrencilerin üreterek, okullarını yapamasalar da onu donatıp güzelleştirdikleri, buna karşılık sosyal güvence kazandıkları, ücret alıp beslendikleri, ücretsiz eğitim yapılır. İşte o zaman gerçek ve eksiksiz eğitim haklarına kavuşmuş olurlar.Ayrıca, Köy enstitülerinde olduğu gibi yazın, güzel sanatlar (resim, müzik, tiyatro, halk oyunları), spor etkinlikleri her zaman, her düzeyde, her okulda uygulanabilir.Enstitülerdeki gibi bütünüyle çağdaş bir eğitimin ikliminin çağdaş kafada bir iktidar olmadan tam uygulanması beklenmemeli. Kuşkusuz bu, biz öğretmenlerin, eğitimcilerin, yazarların o güne kadar elimizi, kolumuzu bağlayıp bekleyeceğimiz anlamına gelmez./Archive/2021/2/25/012844299-ic3.jpg- Önerdiğiniz çözümlerden biri de Eğitim Üniversitesi… Çok ilginç. Nasıl bir üniversite olacak bu okul?Eğitim Üniversitesi, 1978’de ilk kez benim dillendirdiğim bir modeldir. O yıllarda burnumun ucunu bile göremeyen bir bakanımız vardı: Necdet Uğur. Tüm işlerini bir kenara bırakıp kapalı kapılar ardında yeni bir Üniversiteler Yasası Tasarısı hazırlamaya girişti.Yeni yasa taşlığı, değil Reşit Galip’in, Hasan Âli Yücel’in üniversite yaklaşımları, Osmanlı Darülfünunu’ndan bile gerideydi. Taslak, Gazi Eğitim Enstitüsü ve tüm diğer köklü eğitim kurumlarını darmadağın ediyordu. Hazırlayan üç genç Mülkiyeliden birini bugünlerde televizyon kanallarında gördükçe hüzünle 42 yıl öncesini anımsıyorum.Sonuçta Bakanın Taslağını biz Gazililer daha komisyon aşamasında engelledik. Ama Bakanın Taslağı, iki-üç yıl sonra oluşan YÖK’e iyi bir esin kaynağı oldu. Bizim gibi köy çocuklarının üniversiteye açılan tek kapısı Yüksek Öğretmen Okullarını kapatan polis Bakandan başka ne beklenebilirdi ki! (Gerçi içimizden çıkan köy enstitülü bir bakan da köy enstitülerinden kalan öğretmen okullarımızı kapatıp “mektupla” öğretmen yetiştirmişti ya!...).Bugün artık “Eğitim Üniversitesi” kahramanları hayli çoğaldı. İslam Teknoloji Üniversitesi, Asker (Milli Savunma) Üniversitesi, Polis Üniversitesi (Enstitüsü), Ticaret Üniversitesi, Müzik Üniversitesi kurabildiğimize göre, kamu görevlilerinin yarısını yetiştiren Eğitim Üniversitesi’nin zamanı gelmiş değil, çok geçmiştir. Kaldı ki, bu üniversitenin ana görevi eğitim bilimlerinin yaratılmasıdır.Benim hayalini kurduğum (1950’lere kadar da gerçek olan) gerçek üniversite anlayışına dayanan bilimsel bilgi üreten eğitim sorunlarına çözüm arayan, her tür öğretmen ve eğitim elemanını yetiştiren bilim ve araştırma kurumu olan eğitim üniversiteleridir.Bunlar, önce üç büyük ilde kurulabilir; bulundukları yerdeki eğitim fakültelerini içine alıp taşradaki eğitim fakültelerine de yön gösterir. Bunların öğrenci kaynağı, yoksul ve dar gelirli ailelerin yetenekli çocuklarını yetiştiren öğretmen liseleri, yatılı bölge okullarının liseleri, burslandırılmış lise ve meslek liseleri öğrencileri olabilir. Kapatılan bazı ilköğretmen okulları ve öğretmen liselerinin fiziksel alt yapıları hala kullanılabilir.Doğal olarak benimki, gerçekleşmesi şimdilik hayal olan bir umut.- Kitabınızın son bölümü Geleceğe Bakış? Bu bakışla ne söylüyorsunuz?Eğitimde geleceğe bakış…Bu cümleyi çok kullandım, burada da kullanıyorum. “Nasıl bir eğitim?” sorusu çok soruldu, buna bir çok aydınımız yanıt aradı.Eğitim sanıldığı kadar masum bir sözcük değil. Bilinirki eğitim, 1930’larda dilcilerimiz tarafından “eğmek” mastarından türetildi. Osmanlıca karşılığı olan “terbiye” de masum değildi. O da sos ve salça ile kardeştir. Kavramı anlamak için tamlamalar da üretildi.Çağdaş (çağcıl) eğitim, bilimsel eğitim, laik eğitimi, demokratik eğitim gibi.Eğitimin masumiyeti; öncelikle aklın özgürleştirilmesine bağlıdır. Bu da bilimsel içerik ve uygulama ile olur.Ayrıntısına girmeyeceğim ama; eğer öğretmen (profesörler dahil), yağmurun oluşumunu fizik deneyi ile göstermezlerse yağmur meleklerce yağdırılır. Günümüzde, fasulyenin dua ile büyütüldüğünü duyuyoruz!. Dahasını söylemeye gerek var mı?Ülkemizde çağdaş eğitimin serüvenini bilmek isteyenler, 1930’larda yazdırılan ders kitaplarına, özellikle fen bilgisi, tarih, coğrafya kitaplarına bakabilirler.Eğitimin masumiyeti, çocuğun, gencin yetişkinin aklını özgürleştirirken, onu kuramsal olarak korumaya da bağlıdır. Bilimsel öğretimi yapsanız bile, çocuk ailede, okulda, okul yolunda korunmuyorsa, yaptığımız eğitim yine masum ve meşru olmaz.Tüm tehlikelerden “korunmamış” bir çocuk “eğitilmiş” olamaz; belki bilgilendirilmiş, beceri sahibi yapılmış olur. O zaman çocukların ve gençlerin okula korkusuz gitmesi, okulda ve dışarıda beden ve ruh sağlığının korunması, yeterli beslenmesi, yarıştırılmaması, tüm yetenekleri (bedensel, bilimsel, sanatsal) geliştirmeyi deneyebilmesi gerekir.O zaman gelin eğitimin işlevi ile ilgili anahtar sözcükleri bir kez daha anımsayalım. Korumak, özgürleştirmek, geliştirmek…- Şimdilerde ne yapıyor, ne yazıyorsunuz?Torunlarımı seviyorum, okuyorum, yazıyorum. Şu lanet virüs yüzünden dostlarıma, öğrencilerime hasret düştüm. Gerçi, virüsün bir yararı da oldu: Uzun zamandır oturup yazamadığım bir kitabı bitirmek üzereyim: “Türkiye’de Beden Eğitiminin Öncü Kızları.”Bu kızlardan yaşayanların yaş ortalaması 75 civarında. Kendileriyle sık sık haberleşiyoruz. Hepsi Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve idealist. Bıraksanız bugün de çocuklara, gençlere spor yaptıracaklar...Yarım kitaplar da var: Anılar, kapsamlı bir Köy Enstitüleri kitabı. Sonrasını ben de bilmiyorum.Türkiye’de Eğitimin Son 100 Yılı / Niyazi Altunya / Eğitim-İş Yayınları / 504 s. / 2020. cumhuriyet.com.tr

'“Öğretmenim! Sen HiçBoyun Eğmedin!'

'“Öğretmenim! Sen Hiç Boyun Eğmedin!' Öğretmenim Sen Hiç Boyun Eğmedin (Tunç Yayıncılık) kitabının adından anlaşılacağı üzere yazarı kalemi güçlü, dili zengin, üslubu akıcı bir öğretmen! Eğitimci Nuri Gökçek! 43 yıllık meslek yaşamının Erzurum Narman’da başlayan, memleketi Kars’ta devam eden, İstanbul’da noktalanan farklı evrelerini, dönemin siyasal koşullarını da atlamadan su gibi duru bir dille anlatmış. /Archive/2021/2/25/012212131-ic1.jpgYENİLİKÇİ VE DERİNLİKLİ Öğretmenim Sen Hiç Boyun Eğmedin (Tunç Yayıncılık) kitabının adından anlaşılacağı üzere yazarı kalemi güçlü, dili zengin, üslubu akıcı bir öğretmen! Eğitimci Nuri Gökçek! 43 yıllık meslek yaşamının Erzurum Narman’da başlayan, memleketi Kars’ta devam eden, İstanbul’da noktalanan farklı evrelerini, dönemin siyasal koşullarını da atlamadan su gibi duru bir dille anlatmış. Kitap 400 sayfa!Okurken kitabın içeriğinin ne olduğuna karar veremedim. Yenilikçiliğiyle, atılımlarıyla, kişiliğiyle, sırlarıyla, kavgalarıyla, derinliğiyle, yaratıcılığıyla, evrensel kültür dünyasına verdiği değerle genelde öğretmenlerin, özelde yazarın yaşam öyküsü mü desem? Eğitimin olmazsa olmazlarını benimsemiş bir öğretmenden kitabın başlığını oluşturan tümceden başka ne beklenir diye mi sorsam?Hem gönlümüze hem gözümüzün önüne hem de yüreğimizin en derinine bir daha çıkmamak üzere yerleşen köylü hemşerilerimizin; çileli yüzünü, yaşanmışlık kokan sesini, emekçi ellerini sanki resim çizer gibi anlatan gözlem gücünü mü alkışlasam?Çocukluğu ve gençlik yılları, rüzgârları çok sert esen bir dönemde geçen yazarın zorluklarla, yokluklarla, sorunlarla mücadele ederken ödediği bedellerin altını mı çizsem? Yaptığı işi sevmek, bunu hissettirmek, karşılığı alınmasa da bunu duygu olarak karşı tarafa geçirmek her meslek için önemli ve geçerliyken, öğretmenlik için olmazsa olmaz koşuldur gerçeğini hayata geçirişini mi övsem?YÜREKLİ CUMHURİYET AYDINIKendisini memleketine, ailesine, mesleğine karşı borçlu hisseden her cumhuriyet aydını gibi bireysel eylemlerini, kişisel çabalarını önce toplumsal sorumluluk olarak görmesini tam bir ustalık, sonsuz bir emek, olağanüstü bir özenle anlatışını mı dile getirsem?Aslen Fen Bilgisi öğretmeni olan yazarın sanat ve bilimin aynı yöntemlerle farklı sonuçlara ulaşan iki kardeş olduklarını, her ikisinde de ortak özeliklerin düşünce, hayal gücü, sabır ve pratik çalışma oluşunu kanıtlayan satırlarını mı alkışlasam?Gerek doğduğu yeri, gerek görev yaptığı yerleri anlatırken; insanın yüreğine dokunan, ruhunu sarmalayan, gözünü açan örneklere yer verişindeki öğretmen duyarlılığına mı şapka çıkarsam?Yoksa arka plandaki emek, birikim, bilgi, duyarlılık, girişimcilik, yoktan var etme, özveri, çalışkanlık, azim gibi kavramların önemine vurgu yaparken, kahramanların bazen yazarın yol arkadaşı, bazen hayat arkadaşı, çoğu kez bizzat kendisi olduğunun inceliğine mi değinsem? Bilemedim…/Archive/2021/2/25/012246584-ic2.jpgTİTİZ BİR ARAŞTIRMABildiğim o ki; Nuri Hocam hayatın insanlara verdiği armağanları sıralarken, bunun bazen eş, bazen iş, bazen geçmiş, bazen aile, bazen çevre olduğunun altını çok naif örneklerle çizmiş. İyisi mi daha fazla ipucu vererek kitabın büyüsünü bozmadan sözü ona bırakayım. O zaten size yaptıklarını ve yapamadıklarını satır aralarında anlatıyor.Şimdi kitabın beni 12’den vuran sayfalarında dolaşma zamanıdır!Yazar kendisinin ve arkadaşlarının mezuniyet sevincini; “Gururluyduk. Hem kıt, kanaat bütçelerle bizleri okutan ailelerimizin üzerinden ağırlaşmış yükümüz kalkacak, hem de herkesin gıpta ile baktığı öğretmenlik mesleğine kavuşacaktık” sözleriyle bir yandan öğretmenlik mesleğinin öneminin, diğer yandan ailelerin özverisinin altını çizmiş. (s.12)Yine öğrencilerinden; “Alabildiğine saygılı ve utangaçtılar. Anadolu insanının terbiye ve hürmetkâr davranışları, sıra ile söz alarak konuşmaları karşısında çok duygulanıyordum” derken dönemin öğrenci- öğretmen ilişkisine vurgu yapmış. (s.49)Yetinmemiş. Özel gün ve gecelerde hakkını vererek oynadığı Kars yöresine ait oyunlarla haklı bir ün kazandığını övünerek anlatırken, gençlik yıllarımızın en popüler ezgilerinden olan “Laleler” şarkısının ve “Şeyh Şamil” adlı oyunun bizim kuşaktaki izini özenle ve özellikle belirtmiş. (s. 62-63)Haksız bir suçlama ile ayrılmak zorunda kaldığı ilk görev yeri Narman’dan ayrılırken kendisini uğurlamaya gelenlere hitaben yaptığı konuşmada; “Allahaısmarladık ilk göz ağrım Narmanlı kardeşlerim. Anadolu’mun yüreği temiz, mert ve vefalı insanları! Şu anda yüreğimi çıkarıp önünüze atmak istiyorum” derken insan ilişkilerine ve insan sıcaklığına verdiği değeri gözler önüne sermiş. (s. 106)Dönemin siyasi olaylarının altını örnekleriyle çizerken, yanlı ve yanlış politikaların insanların hayatında nelere mal olduğunu tanıklıklarıyla yansıtmış, hâkimlerin, kaymakamların, kamu görevlilerinin, hele de bakanlık müfettişlerinin tarafsız olmalarının devlete güven adına ne anlama geldiğini çok özel örneklerle dile getirmiş.Kitabı okurken! Brezilyalı roman yazarı Jorge Amado’nun; “Okumak iptiladır. Müptelalara selam!” ve “İnsanın anayurdu çocukluğudur” sözlerinin derin anlamını düşündüm. Hepimizi etkileyen, öğreten, güldüren, düşündüren, ağlatan, korkutan hocalarımızı hatırladım. Kaderimizde, yazgımızda karınca kararınca rol oynayan, olanaksızı olur kılan hocalarımızı saygıyla andım. O zorlu koşullarda karınca gibi çalışan, zorluklarla boğuşan, kurucu, yapıcı, emekçi, nefer olan, desteğini bilgisini esirgemeyen hocalarımızı, yaşamımızı zenginleştiren, hayatı çekilir kılan, sanatsal yolculuğumuzda iz bırakanları anımsadım. Bizim kuşağa okumayı, merak etmeyi, çok boyutlu düşünmeyi öğreten ilimiz Kars’ı bir kez daha ayakta alkışladım…Kitabı okurken! Çocukluğuma, gençlik yıllarıma, öğretmenliğe ilk başladığım senelere, aynı yıllarda birlikte çalıştığımız arkadaşlarla olan anılarımıza gittim. Akyaka’dan girip Göle’ye el sallayıp, Cumhuriyet Lisesi’nde nefesimi tuttum…Özetle: Titiz bir araştırmanın ürünü olan ve duygu yoğunluğu müthiş olan bu kitapta; Yaşam öyküsü, serüven, cesaret, tutku, aşk, aile bağları, hasret, mücadele, kavga, kıskançlık, dayanışma, buluşma, dağılma, düşler, düşüşler, heyecan, övgü, öğretmen- devlet ilişkileri iç içe anlatılmış. Kitap için; yazarın mantığının sesi mi, iç sesi mi, yaşadığı dönemin birebir tanıklığı mı sorusunun yanıtını meslektaşları, hemşerilerimiz, öğrencileri ve okurları verecek. Ama bana göre yazar kollarını sıvamış, tek ciltle kalmayacak, gerisi gelecek eminim. Emeğine sayfalar dolusu teşekkürler… Neşe Doster

Uyku felci nedir? Uyku felci neden olur?

Uyku felci nedir? Uyku felci neden olur? Halk arasında karabasan olarak da bilinen uyanıklık ve uykuya geçiş arasında görülen bir sorun olan ‘uyku felci’ nedir? Uyku felci neden olur? Uyku felcini engellemek için yapılması gerekenler neler? Uyku felci, birçok insanın en az bir kere deneyimlediği bir rahatsızlık olarak biliniyor. Kişilerin günlük yaşamını olumsuz yönde etkileyen uyku felci, halk arasında karabasan olarak da biliniyor. Peki başlıca nedenleri arasında, uykusuzluk, uyku düzeninde değişiklikler, anksiyete gibi sorunlar ve kalıtsal problemler olan uyku felci nedir? Belirtileri nelerdir? Uyku felci neden olur? UYKU FELCİ NEDİR? NEDEN OLUR? Uyku felci, fizyolojik olarak, REM atonia olarak da bilinen REM uykusu sırasında oluşan normal felç ile yakından ilgilidir. Uyku felci beyin REM durumundan tamamen uyanık duruma geçse de beden felcinin devam etmesi durumunda oluşur. Bu durum, kişinin bilincinin tamamen açık olmasına rağmen hareket edememesine sebep olur. Ayrıca bu durum ile birlikte hipnopompik sanrılar olabilir. REM uykusu sırasında vücut derin uykuda olur ve zihinde rüyalar görülür. Rüya sırasında vücudumuzu hareketsiz tutmak için beyin, kaslarımızı kontrol etmemizi engeller. Eğer REM uykusu sırasındaki döngü sona ermeden uyanılırsa bilinç açılır fakat vücut halen kontrolümüzde değildir, yani yeni uyanmış olsak da vücut hareket edemez. UYKU FELCİ BELİRTİLERİ NELERDİR? Uyku felcinin başlıca belirtisi uyanma öncesi veya uyuma öncesi görülen kısmı veya geçici iskelet kası felcidir. Diğer bir deyişle, bir kişinin uykuya dalarken veya uyanırken hareket edememesi veya konuşamaması hissidir. Uyku felci ile birlikte hipnopompik sanrılar olabilir. Bu halüsinasyonlar işitsel, dokunsal ve/veya görsel olabilir. Uyku felci kişi tekrar REM uykusuna dönmeden önce veya tamamen uyanmadan önce birkaç saniye veya birkaç dakika sürebilir. Uyku felci genellikle 14-17 yaş aralığında ilk kez deneyimlenir. Dünya nüfusunun yüzde 40’ında uyku felci görülür. UYKU FELCİ NASIL ENGELLENİR? Stressiz bir uyku, uyku felcini engellemede en önemli yöntemlerden biridir. Bilinmeyen ilaçlar ve uyku düzensizliği ise uyku felcini tetikleyen etkenler arasında yer alır. Uyku felcini engellemek için yan şekilde yatmak bir çözüm olabilir. Vücudunuzda tek bir noktaya odaklanıp kendinizi hareket ettirebilirseniz uyku felci sona erecektir. cumhuriyet.com.tr

Fransa'da son 4 ayın günlük en yüksek Covid-19 vaka sayısı

Fransa'da son 4 ayın günlük en yüksek Covid-19 vaka sayısı Fransa'da son 24 saatte 31 bin 519 kişide daha Covid-19 tespit edilmesiyle 1 Kasım 2020'den bu yana günlük en yüksek vaka sayısına ulaşıldı. Halk Sağlığı Kurumundan yapılan açıklamaya göre, ülkede son 24 saatte 277 kişinin yaşamını yitirmesiyle Covid-19 nedeniyle can kaybı 85 bin 321'e çıktı. EN YÜKSEK GÜNLÜK VAKAVirüs tespit edilen kişi sayısı 31 bin 519 artışla 3 milyon 661 bin 410'a yükseldi. Bu rakam, 1 Kasım 2020'den bu yana ülkede kaydedilen en yüksek günlük vaka sayısı oldu.Hastanelerde 3 bin 436'sı yoğun bakımda olmak üzere 25 bin 614 kişinin tedavisi sürerken, iyileşenlerin sayısı 1367 artışla 253 bin 450'e ulaştı.AŞI VERİLERİSağlık Bakanlığı'nın paylaştığı verilere göre, 27 Aralık 2020'den bu yana Covid-19 aşısı yapılanların sayısı 2 milyon 603 bin 702'ye yükseldi, bunlardan 1 milyon 234 bin 673'üne ikinci doz aşı vuruldu.''SOKAĞA ÇIKMA KISITLAMASI UYGULANACAK''Öte yandan Fransa Sağlık Bakanı Olivier Veran, yaptığı açıklamada, ülkenin Dunkerque kentinde covid-19 vaka sayılarındaki artış nedeniyle en az 2 hafta sonu tam gün sokağa çıkma kısıtlaması uygulanacağını bildirdi. Veran, kentte alkol satışlarının ve kamuya açık alanlarda alkol tüketiminin yasaklandığını belirtti. ''ÇOK ENDİŞE VERİCİ''Fransa Hükümet Sözcüsü Gabriel Attal de Bakanlar Kurulu toplantısının ardından düzenlediği basın toplantısında ülkede sağlık durumunun kötüleştiğini ve 10 kadar bölgede çok endişe verici olduğunu söyledi. 46 BİN 290 COVİD-19 VAKASI KAYDEDİLMİŞTİFransa'da 1 Kasım 2020'de bir günde 46 bin 290 Covid-19 vakası kaydedilmişti.Nice ve Cannes kentlerinin de içinde bulunduğu Alpes-Maritimes bölgesinde de en az 2 hafta sonu tam gün sokağa çıkma kısıtlaması uygulanması kararlaştırılmıştı. Covid-19 nedeniyle ülke genelinde 18.00-06.00 saatlerinde sokağa çıkma yasağı uygulanıyor.  AA

Rusya'dan, AB'nin yaptırımlarına dair açıklama

Rusya'dan, AB'nin yaptırımlarına dair açıklama Rusya’nın Avrupa Birliği (AB) Daimi Temsilcisi Vladimir Chizhov, AB’nin Rusya’ya muhalif lider Aleksey Navalnıy konusunda uygulama kararı aldığı yaptırımlara cevap verileceğini açıkladı. Rusya’nın AB Daimi Temsilcisi Vladimir Chizhov, AB’nin Rusya’ya yönelik muhalif lider Aleksey Navalnıy konusunda uygulama kararı aldığı yaptırımlara ilişkin açıklamada bulundu.''RUSYA BOŞTA OTURMAYACAK''Rusya’nın bu yaptırımlara tepkisiz kalmayacağını belirten Chizhov, “Avrupa Birliği'nin daha fazla yıkıcı eylemi olması durumunda, Rusya boşta oturmayacak, uygun yollar ve yöntemler bulacaktır” dedi.Chizhov, Moskova'nın Brüksel'in eylemlerine tepkisinin ‘asimetrik olabileceğini’ de sözlerine ekledi. DHA

Muhsin Yazıcıoğlu davasında yeni gelişme

Muhsin Yazıcıoğlu davasında yeni gelişme Büyük Birlik Partisi (BBP) Kurucu Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindeki 5 kişinin yaşamını yitirdiği uçak kazasının ardından arama kurtarma çalışmalarını sekteye uğrattığı suçlamasıyla yargılandığı Kahramanmaraş 1'nci Asliye Ceza Mahkemesi'nce 2 yıl hapis cezasına çarptırılan dönemin Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Dursun Özmen'in cezası, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi'nce onandı. 25 Mart 2009'da düşen helikopter enkazı ve içerisinde bulunan BBP Genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte 5 kişi için başlatılan arama-kurtarma çalışmalarını yanlış yönlendirme yaptığı suçlamasıyla dönemin Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Dursun Özmen, hakkında Kahramanmaraş 1'nci Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Kabul edilen iddianamede, 'arama- kurtarma çalışmaları devam ederken, "Devam eden çalışmalarda ilimiz Göksun ilçesi Hacıömer Köyü Temurağa Köyü Kazmadere Mevkiinde helikopterin enkazına ulaşıldığı, gruptan BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun ayağının kırık olduğu, ölü olmadığı, diğer şahısların yaralı oldukları, ilimiz Göksun Devlet Hastanesine intikal ettirilmekte oldukları, Göksun Devlet Hastanesi görevlilerinin yaralılara müdahale için hazır bekledikleri şeklinde bilgiler intikal etmiş olup gelişmelerden ayrıca bilgi verilecektir" şeklindeki bilgi notunu çevre illere çekerek arama-kurtarma çalışmalarını sekteye uğrattığı' bilgisi yer almıştı. Görevi kötüye kullanma suçundan yargılanan Dursun Özmen, 25 Ocak'ta 2 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Özmen, Kahramanmaraş 1'inci Asliye Ceza Mahkemesi'nin kararını istinafa gönderdi.KARAR İSABETLİYerel mahkemenin kararını inceleyen Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 14'üncü Ceza Dairesi, bugün yerel mahkemenin kararını oy birliğiyle onadı. Dairenin onama kararında şöyle denildi:"Sanığın eylemini görevinin gereklerini yapmakta ihmal ve gecikme boyutunu aşacak şekilde icrai davranışla işlediğine ve bu eylem neticesinde objektif cezalandırma şartlarının oluştuğuna dair ilk derece mahkemesinin kabulü dairemizce de isabetli bulunmuş, yapılan yargılamaya dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşan ve mahkemenin soruşturma sonucunda ki inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine, kabul ve uygulamaya, hukuka uygun yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçelere göre sanık müdafi ve katılan vekillerinin sair istinaf başvuruları yerinde görülmemiştir."'YETERLİ DEĞİL AMA KESİNLEŞMİŞ OLMASI SEVİNDİRİCİ'Yazıcıoğlu ailesinin avukatlarından Kemal Yavuz, aynı zamanda FETÖ'den de hüküm giymiş olan Dursun Özmen'e Kahramanmaraş 1'inci Asliye Ceza Mahkemesi'nce verilen 2 yıl hapis cezasının istinaf mahkemesince onanmasını değerlendirdi. Kararla birlikte Özmen'in cezasının kesinleşmiş olduğunu belirten Yavuz, "Böylece Yazıcıoğlu davalarında ilk defa bir karar kesinleşmiş oldu. Bu karar elbette yeterli değil. Kararın zaman aşımı dolmadan kesinleşmiş olması elbette sevindirici bir durum ama arama kurtarmayı akamete uğratan, Kayseri valisinin 'Kurtarıldı, getiriliyor' açıklamasına sebebiyet veren bu bilgi notunun hazırlanmasında, gönderilmesinde, sahte olarak üretilmesinde katkısı bulunan en az 20 kişi var. Bu sahte bilgi notunu göndererek arama kurtarmayı akamete uğratan Dursun Özmen'in esas itibariyle örgütlü yapı tarafından gerçekleştirilen bu suikast eyleminin suç delillerini yok etmeye yönelik bir eyleme katılmış olması sebebiyle. Yani ana suça hizmet eden araç suçlardan birini işlemiş olması sebebiyle ana dosya ile birlikte yargılanması ve mahkum olması gerekirdi" diye konuştu.'ÖZMEN'İN, ANA DOSYADA YARGILANIP CEZALANDIRILMASINI BEKLİYORUZ'Dursun Özmen'in almış olduğu cezanın yatarı olmadığını ancak ilk mahkumiyet ve ilk kesinleşme olması sebebiyle de önemsediklerini kaydeden Avukat Kemal Yavuz, "Arama kurtarmayı akamete uğratan diğer kişilerin de cezalandırılması, en azından ana dosyanın açılması ana dosyanın bir cinayet dosyası olarak, bir suikast olarak örgütlü yapı tarafından gerçekleştirilen bir suikast olarak değerlendirilerek açıldığı takdirde aynı zaman FETÖ'den de tutuklu olan Dursun Özmen'in ana dosya içerisinde yeniden yer alarak yargılanmasının yapılıp, bu cezaların da geçersiz olup daha ağır cezalarla yeniden cezalandırılmasını bekliyoruz" dedi. DHA

BoğaziçiÜniversitesi'nden, eğitim veöğretim kararı

Boğaziçi Üniversitesi'nden, eğitim ve öğretim kararı Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü, üniversitenin Twitter hesabından 2020-2021 Bahar Dönemiyle ilgili yaptığı açıklamada, rektörlük ve yönetim organlarının, Covid-19 salgınıyla ilgili gelişmeleri ve kamu otoritesinin salgın önlemlerini takip ederek, değerlendirmelerini yaptığı kaydedildi. Üniversite yönetimi olarak tüm üniversite bileşenlerinin sağlığının en temel önceliklerden olduğu belirtilen açıklamada, şöyle devam edildi:"Bu doğrultuda bugün gerçekleştirmiş olduğumuz Üniversite Senato Toplantısında alınan karara göre 2020-2021 Bahar Döneminde eğitim-öğretim faaliyetleri çevrim içi yöntemlerle devam edecektir. Kampüsün kullanımı, öğrenci yurtları ve uygulamalı derslerle ilgili diğer konular için daha önceki kararlar geçerlidir. Bu konular dahil, akademik uygulamalarla ilgili kararlarda herhangi bir değişiklik yapılması durumunda bilgilendirme ayrıca yapılacaktır. Tüm öğrencilerimiz, akademik ve idari personelimizle ailelerine sağlıklı günler dileriz."Boğaziçi Üniversitesinde 2020-2021 Bahar Döneminde eğitim-öğretim faaliyetleri çevrim içi yöntemlerle yapılacak. Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü, üniversitenin Twitter hesabından 2020-2021 Bahar Dönemiyle ilgili yaptığı açıklamada, rektörlük ve yönetim organlarının, Kovid-19 salgınıyla ilgili gelişmeleri ve kamu otoritesinin salgın önlemlerini takip ederek, değerlendirmelerini yaptığı kaydedildi.Üniversite yönetimi olarak tüm üniversite bileşenlerinin sağlığının en temel önceliklerden olduğu belirtilen açıklamada, şöyle devam edildi:"Bu doğrultuda bugün gerçekleştirmiş olduğumuz Üniversite Senato Toplantısında alınan karara göre 2020-2021 Bahar Döneminde eğitim-öğretim faaliyetleri çevrim içi yöntemlerle devam edecektir. Kampüsün kullanımı, öğrenci yurtları ve uygulamalı derslerle ilgili diğer konular için daha önceki kararlar geçerlidir. Bu konular dahil, akademik uygulamalarla ilgili kararlarda herhangi bir değişiklik yapılması durumunda bilgilendirme ayrıca yapılacaktır. Tüm öğrencilerimiz, akademik ve idari personelimizle ailelerine sağlıklı günler dileriz." cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter