News - Haberler
Covid:İngiltere'de yapılan bir araştırma, vakaların belirgin birşekilde düştüğünüsöylüyor
İngiltere'de yapılan bir araştırma, Ocak ve Şubat ayları arasında ülkede koronavirüs salgınında vakaların belirgin bir şekilde düştüğünü söylüyor.Habere Gitmek için Tıklayınİşçi, memur ve emeklininücret artışları, ilk 2 ayda büyük darbe aldı
İşçi, memur ve emeklinin ücret artışları, ilk 2 ayda büyük darbe aldı TÜİK'in açıkladığı verilere göre enflasyon, şubatta beklenenden hızlı arttı. Tüketici fiyatları, şubat ayında aylık yüzde 0,91 artış gösterdi. Bir önceki ay yüzde 14,97 olan yıllık enflasyon yüzde 15,61'e yükseldi. Piyasanın şubat ayı tahminleri aylık yüzde 0,75 ve yıllık 15,45 artış olacağı yönündeydi. İşçi, memur ve emekliyi yakından ilgilendiren ve dün şubat ayı verileri açıklanan enflasyon (TÜFE), daha yılın ilk iki ayında emekçileri ezmeye başladı: - Memur ve memur emeklilerine, hakem kurulu kararıyla bu yıl için yüzde 3+3 toplusözleşme zammı verildi. 2020’nin ikinci 6 ayındaki yüzde 4.36’lık enflasyon farkıyla birlikte bu kesime toplam yüzde 7.36 zam yapıldı. Ancak şubatta yıllık enflasyon yüzde 15.61, ilk 2 aylık enflasyon yüzde 2.6’ya ulaşınca memur ve emeklilerin ücret artışları hızla erimeye başladı. Çünkü 2 aylık enflasyon bile yüzde 3’lük ilk zam dilimini aşmaya çok yaklaştı. Bu, önümüzdeki aylarda memur ve memur emeklisi için kesin enflasyon farkı oluşacağı anlamına geliyor. Ancak milyonlarca memur ve memur emeklisi haziran enflasyonunun açıklanması ile netleşecek olan bu enflasyon farkını ancak temmuz ayında alabilecek.- Bağ-Kur, işçi ve çiftçi emeklileri ise gerçekleşen 6 aylık enflasyona göre zam alıyor. Geçen yılın ikinci altı ayındaki yüzde 8.36’lık enflasyon, emekliye ocakta zam olarak verildi. Yüzde 15’i aşan yıllık enflasyon karşısında emeklinin zammı çok düşük kaldı. Milyonlarca emekli ilk 6 aydaki enflasyona göre belirlenecek olan bu yılki ikinci zammı temmuz ayında alacak. O zamana kadar maaşları enflasyon karşısında erimeye devam edecek. TÜİK’in açıkladığından çok daha fazla olan çarşı-pazardaki “hissedilen” enflasyon, önemli bir bölümü asgari ücret ya da onun biraz üzerindeki ücretlerle çalıştırıldıkları için emekli maaşları da çok düşük kalan milyonlarca emekliyi önümüzdeki aylarda da zorlamayı sürdürecek. - Ayrıca sendikaların imzaladıkları bazı toplusözleşmelerde ücret zamları 6’şar aylık gerçekleşen enflasyonu esas alıyor. Bu kapsamda Eylül 2020-Şubat 2021 dönemi itibarıyla 6 aylık enflasyon yüzde 9.6 oldu. Eğer sözleşmeleri bu dönemdeyse işçiler buna göre fark alacak. Ücretlere enflasyon oranında zam ile fiyat artışları nedeniyle oluşan kaybın telafisi amaçlanıyor. Bu nedenle de “enflasyon oranında zam sıfır zam” olarak nitelendiriliyor.ANKARA’DA EKMEK FİYATI 1.75 LİRA OLDUAnkara Fırıncılar Odası Başkanı Gürsel Alnıaçık, fırıncıların daha fazla zarar etmemesi için ekmek fiyatına yaklaşık yüzde 16 zam yapıldığını belirterek “1.5 lira olan 200 gram ekmek satış fiyatı 1.75 liraya çıktı” dedi.AA’ya konuşan ve fiyat artışının dün itibarıyla uygulanmaya başladığını belirten Alnıaçık, şöyle devam etti: “Toplantılarda yüzde 30 zam talep ettik. Son 3 ay içinde yüzde 45 civarında una, yüzde 90 civarında da mayaya zam geldi. İşçiliğe de yaklaşık yüzde 20 zam oldu. Fırıncılarımız zarar ediyordu.” Mustafa ÇakırElmadağBelediye BaşkanıAşkın: "Terk edilen köpeklere biz sahipçıkıyoruz"
Elmadağ Belediye Başkanı Aşkın: "Terk edilen köpeklere biz sahip çıkıyoruz" Çok sayıda terk edilmiş köpeğe Elmadağ Belediye Başkanı Adem Barış Aşkın sahip çıktıklarını belirtti. Kim olduğu bilinmeyen kişilerin terk ettikleri köpeklerin ihtiyaçlarını ilçe belediyesi karşılıyor. Ankara’nın Elmadağ ilçesinde yaşayan yurttaşlar, kim olduğu bilinmeyen kişilerin çok sayıda köpeği arabalar içerisinde ilçeye getirdiğini ve hayvanları sokaklara terk ettiğini anlatıyor. CHP’li Elmadağ Belediyesi ise terk edilen bu hayvanlara yaptığı kulübeler ve beslenme alanlarıyla sahip çıkıyor. Elmadağ Belediye Başkanı Adem Barış Aşkın, bölgeye bırakılan hayvanların ihtiyaçlarını karşıladıklarını belirtti.Elmadağ’da yurttaşlar ilçeye arabalarla çok sayıda köpek getirildiğini ve sokağa terk edildiğini söylüyor. Yurttaşlardan gelen ihbarlar doğrultusunda ve rutin denetimlerle, sokağa terk edilen bu hayvanlara Elmadağ Belediyesi sahip çıkıyor. Belediye veterinerleri, Hayvanları Koruma Yasası çerçevesinde müdahalede bulunuyor; hayvanların tedavi, aşılama ve bakım hizmetlerinin yanı sıra besleme ihtiyaçlarını da karşılıyor. Belediye, ayrıca, kış aylarının gelmesi ve soğuk havaların etkisini artırmasıyla ormanlık alanlar içerisindeki farklı noktalara köpek kulübeleri de yaptı. Kulübelerin bulunduğu alanın etrafına da fidan dikimi gerçekleştirildi. "HAYVANLARI KORUMA YASASI ÇERÇEVESİNDE ÇALIŞMALARIMIZI YÜRÜTMEKTEYİZ"Elmadağ Belediye Başkanı Adem Barış Aşkın, “Veteriner Hizmetleri Müdürlüğü’nde görevli olan ekibimiz ile Hayvanları Koruma Yasası çerçevesinde çalışmalarımızı yürütmekteyiz. Ancak bölgemize sık sık topluca bırakılan sokak hayvanları açısından sorunlar yaşamaktayız. Bu konunun ciddiyetinin farkında olarak, bölgemize izinsiz bırakılan hayvanlara biz de aynı muameleyi yapmıyor ve bu davranışı da doğru bulmuyoruz. Onların da yaşama hakkını gözetiyor, aşı, tedavi, kısırlaştırma ve besleme ihtiyaçlarını gerçekleştiriyoruz” dedi. Çevre ilçelere de çağrı yapan Aşkın, “Çevre ilçelerden isteğimiz; sokak hayvanlarına sahip çıkmalarıdır” ifadelerini kullandı. İlçedeki hayvanların iyi koşullarda yaşaması için çalıştıklarının altını çizen Aşkın, “Can dostlarımız, hayatlarını olumsuz etkileyen hava koşullarında, yeni yapmış olduğumuz kulübelerinde, hem beslenebilecekler hem de yaşayabilecekler. En güzel şekilde hayatlarını sürdürmeleri için onları misafir edeceğiz, beslenmelerini ve tedavilerini gerçekleştireceğiz. İnşallah kısa zamanda yeni yaşam alanlarıyla da mutlu olacaklar. Onların canları bize emanet” diye konuştu. Sarp Sağkal‘Güneydoğu’daki iyimser tablo yanıltıcı,çünkübölgedeçok az test yapıldı’
‘Güneydoğu’daki iyimser tablo yanıltıcı, çünkü bölgede çok az test yapıldı’ Prof. Dr. Ahmet Saltık, kontrollü normalleşmeyi Cumhuriyet’e değerlendirdi. Saltık, "Erdoğan, koskoca Türkiye’ye hükmeden tek adam olmanın dayanılmaz keyfini yaşıyor anlaşılan. Açıklamaları Sağlık Bakanı, bakanlık sözcüsü ya da en iyisi Bilim Kurulu sözcüsü yapabilirdi. Bizde hep siyaset kurumu konuşuyor, bilim değil” dedi. Kontrollü normalleşmeyi Cumhuriyet’e değerlendiren Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, alınan kararları tüm ayrıntılarına kadar açıkladığına işaret ederek, “Demokrasilerde Cumhurbaşkanları gerçekte son derece az konuşur. Erdoğan, koskoca Türkiye’ye hükmeden tek adam olmanın dayanılmaz keyfini yaşıyor anlaşılan. Açıklamaları Sağlık Bakanı, bakanlık sözcüsü ya da en iyisi Bilim Kurulu sözcüsü yapabilirdi. Bizde hep siyaset kurumu konuşuyor, bilim değil” dedi.Türkiye’nin “2. açılım-saçılım” sürecini haklı gösterebilecek epidemiyolojik verilere sahip olmadığını söyleyen ve 15-21 Şubat’a ilişkin 81 ilin verilerinin güvenli ve geçerli olmadığına dikkat çeken Saltık, “Örneğin Doğu ve Güneydoğu’da masmavi bir türdeş boyanma görüyoruz. O bölgeden meslektaşlarımızla konuştuğumuzda çok az PCR testi yapıldığını, yaptırabildiklerini, test olanağı bulamadıklarını, sağlık çalışanlarının bile hastalık kuşkusu durumunda test yaptırma olanağının neredeyse bulunmadığını dile getiriyor. O illerdeki silme mavi renk, büyük ölçüde test yetersizliğine dayalı, yanıltıcı bir sonuç” ifadelerini kullandı. ‘AŞI BEDELİ ÖDENEMİYOR’Mutasyonlar nedeniyle, kullanılan PCR testlerinin duyarlılıklarında azalma olduğunu vurgulayan Saltık, “Sahada yaygın ve düzenli test yapılmaması nedeniyle, bu illere göre yoğunluk haritası bilimsel ve geçerli bir harita değildir. 2. açılım-saçılım stratejisi, asla geçerli ve güvenilir olmayan bu verilere dayandırılmıştır” dedi. 2 Mart’taki vaka sayısının, 7 Ocak’taki vaka sayısından daha az olduğuna dikkat çeken Saltık, “Neyin gevşemesini yapıyorsunuz? Sağlık kuruluşlarını güçlendirdiniz mi? Yeni sağlık çalışanı atadınız mı? Okullara ek derslikler kazandırdınız mı? Öğretmen sayısını artırdınız mı? Öğretmenleri ve okul çalışanlarını zamanında aşıladınız mı? Aile hekimliği birimlerini güçlendirdiniz mi? Aşılama istasyonları kurdunuz mu?” sorularını yöneltti. Bu önlemlerin hiçbirinin alınmadığını çünkü Türkiye’nin mali olarak iflas ettiğini kaydeden Saltık, salgının finanse edilemediğini, aşı için dahi para bulunamadığını söyledi. Saltık, “Çin’den çok az aşı geliyor olmasının altında yatan gerçek neden parasal yetersizliğimiz. İktidar aşı bedelini ödeyemiyor” dedi. Aşılamanın yavaş ilerlediğini de söyleyen Saltık, kullanılan aşının koruyuculuğunun da düşük olduğunu belirtti. Saltık, “İkinci bir ‘açılım-saçılım’ histerisine kapılmış görünüyoruz. Bu kez daha ağır bir kasırga ile karşı karşıya kalabiliriz” dedi. Saltık, salgının kontrol altına alınması için seferberlik mantığı içinde 60 milyon kişiyi aşılamak üzere 120 milyon doz aşı ve aşı yapabilecek en az 1 milyon görevli bulunması, 4 haftalık yüzde 95 tam kapanma ile halkın eve kapanması, sosyal devlet gereklerinin yerine getirilmesi çağrısında bulundu. Sefa UyarBölümlere göreüniversite sıralamasında ODTÜPetrol Mühendisliği dünya 11’incisi
Bölümlere göre üniversite sıralamasında ODTÜ Petrol Mühendisliği dünya 11’incisi Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Quacquarelli Symonds (QS) bölümlere göre Dünya Üniversite Sıralaması’nda Petrol Mühendisliği alanında dünyanın en iyi 11. okulu seçildi. Sıralamada 21 Türk üniversitesinin programları, ilk 200’de bulunuyor. Bunların 12’si mühendislik programlarından oluşuyor. Bölümlere göre Dünya Üniversiteler Sıralaması 2021, 51 akademik disiplinde, bin 440 üniversitenin 13 bin 883 programının karşılaştırmalı analizine dayanarak veriler sunuyor. QS yetkililerinin Türk üniversiteleri üzerinde yaptığı değerlendirme şöyle: - Sonuçlar, Türk üniversitelerinin geçen yıldan daha iyi bir performans gösterdiğini gösteriyor. 25 program sıralamada yükselirken 14’ü düştü. - Türk üniversiteleri petrol mühendisliği ve maden mühendisliği alanlarında bölgedeki diğer okullara göre daha iyi performans gösteriyor. - Türkiye yetenekli öğrencilere kendi çevresindeki en iyi mühendislik programlarını sunuyor.İLK 3 SIRA ŞÖYLEKonulara göre ilk 3 sıra şöyle oluştu: Sanat ve Beşeri Bilimler: 1-Oxford, 2-Harvard, 3-Cambridge. Mühendislik ve teknoloji: 1-Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT), 2-Stanford, 3-Cambridge. Yaşam Bilimleri ve Tıp: 1-Harvard, 2-Oxford, 3-Cambridge. Doğa Bilimleri: 1-Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT), 2-Harvard, 3-Stanford. Sosyal Bilimler ve Yönetim: 1-Harvard, 2-Londra Ekonomi ve Siyaset Bilimi Okulu, 3-Stanford. Figen AtalayEÜrektörü, kantini işleten aileye savaşaçtı, güvenlik görevlilerine talimat verdi
EÜ rektörü, kantini işleten aileye savaş açtı, güvenlik görevlilerine talimat verdi Eski AKP milletvekili ve Ege Üniversitesi (EÜ) Rektörü Prof. Dr. Necdet Budak, üniversite kantinini işleten Songül Kaplan’ın sözleşmesini iptal ederek büfesini yıktı. Ege Üniversitesi’nde, 3 yıldır kantin işleten Songül Kaplan’ın sözleşmesini iptal ederek büfesini yıktıran eski AKP milletvekili ve Ege Üniversitesi (EÜ) Rektörü Prof. Dr. Necdet Budak’ın, kendisine dava açan ve kazanan Songül Kaplan’ın oğlu Doğancan Kaplan’ın üniversiteye alınmaması için güvenlik görevlilerine ‘Kesinlikle içeri alınmayacak. Eğer girmek istenirse zor kullanılacak ve polis çağrılacak” yönünde talimat verdiği öne sürüldü. Kaplan, oğlunun fotoğraflarının kampusun güvenlik kulübelerinde bulunan ‘aranan şahıslar’ bölümüne asılarak üniversiteye girişinin engellendiğini söyledi.‘DÖVÜN TALİMATI’ Rektörün kendisini hiçbir yasal dayanağı olmadan tahliye ettiğini ve büfesini yıktığını söyleyen anne Songül Kaplan, “Rektörün bizimle ne alıp veremediği var bilmiyorum. Benim oğlumu katil, terörist veya aranan şahıs gibi gösterip güvenlik kulübelerine fotoğraflarını astırmış. Üstelik üniversiteden içeri girerse, ‘vurun’ ve ‘dövün’ emri vermiş. Bir rektörün bunu yapmaya hakkı var mı?” dedi. Doğancan Kaplan ise “Benim hakkımda herhangi bir mahkeme ve kısıtlama kararı olmamasına rağmen güvenlik noktalarına fotoğrafımı nasıl asarlar? Beni aranan şahıslar gibi göstermeye hakları yok. Ayrıca fotoğrafımı da sosyal medya hesaplarında almışlar. Rektör, suç işlemiştir. Hukuki olarak hakkımızı arayacağız. Suç duyurusunda bulunduk” diye konuştu. Prof. Dr. Budak iddialarla ilgili sorulara yanıt vermedi. Mehmet İnmezSamsun'da 3 Mart töreni: "Devrim Yasalarıkuruluşfelsefesinin temelidir"
Samsun'da 3 Mart töreni: "Devrim Yasaları kuruluş felsefesinin temelidir" Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ve Eğitim İş Samsun Şubesi 3 Mart Devrim Yasaları’nın TBMM’de kabul edilmesinin 97. yıl dönümü dolayısıyla Samsun’da Atatürk Anıtı önünde bir araya geldi. ADD Samsun Şubesi Başkanı Dr. Işık Özkefeli ve Eğitim İş Samsun Şube Başkanı Onur Gündüz tarafından yapılan basın açıklamasına, CHP Samsun il ve ilçe örgütleri de destek verdi. Özkefeli, “Bu yasalar ile laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmış oldu. 3 Mart 1924’te çıkarılan Devrim Yasaları’yla çağdaşlaşma yolunda büyük bir adım atılarak siyasetle din arasındaki ilişki tamamen ortadan kaldırılmış, ‘Toplumun ümmet olmaktan millet olmaya dönüşümü’ için harekete geçilmiş, ‘Ulus Devlet’ olmanın temeli oluşturulmuştur. Devrim Yasaları Türkiye Cumhuriyeti’nin, laik, demokratik düzenin temelidir” dedi. "EN HAKİKİ GERÇEK ÇAĞDAŞLAŞMA VE AYDINLANMA"“Laiklik; cumhuriyettir, demokrasidir, özgürlüktür, aydınlanmadır, çağdaşlıktır” vurgusu yapılan açıklamada, Özkefeli, “Cumhuriyetimizin şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olmasına izin vermeyecek en hakiki gerçek olan çağdaşlaşma ve aydınlanma yolunda mücadelemiz yorulmaksızın sürecektir! Atatürk devrimcileri, devrimleri yaşatma ve uygulama konusundaki kararlılığını her ne pahasına olursa olsun sürdürecektir” dedi. Cemil CiğerimŞubat ayında aylık genel TÜFE yüzde 0.91 artarken gıdada yüzde 2.57’ye ulaştı
Şubat ayında aylık genel TÜFE yüzde 0.91 artarken gıdada yüzde 2.57’ye ulaştı Enflasyonda artış, şubat ayında da devam etti. Yıllık TÜFE yüzde 15.61’e yükselirken ilk 2 aylık fiyat artışı genelde yüzde 2.6, gıdada yüzde 5.12 oldu. Türkiye İstatik Kurumu’nun (TÜİK) “Tüketici Fiyat Endeksi, Şubat 2021” raporuna göre TÜFE’de şubatta önceki aya göre yüzde 0.91, Aralık 2020’ye göre yüzde 2.6, 2020’nin aynı ayına göre yüzde 15.61 ve 12 aylık ortalamalara göre yüzde 12.81 artış gerçekleşti. Böylece enflasyonun hız kesmeden devam ettiği ortaya çıkarken ayrıca yıllık TÜFE de Temmuz 2019’dan beri en yüksek değerine ulaştı. İşte diğer detaylar:DOLMALIK BİBER YAKTI- Şubat 2021’de, TÜFE’de kapsanan 415 maddeden 117’sinde aylık ortalama fiyatı düşerken 35’inde ortalama fiyatı değişmedi. 263 maddenin ortalama fiyatı ise arttı.- Ana harcama gruplarının en büyüğü gıdada, aylık artış yüzde 2.57, ilk 2 aylık artış yüzde 5.12 ve yıllık artış yüzde 18.4 ile dikkat çekti. Sağlıkta ise aylık artış yüzde 3, ilk 2 aylık artış yüzde 7.38 oldu. - Aylık olarak fiyatların en çok arttığı ürün yüzde 26.96 ile dolmalık biber olurken, bunu yüzde 19.92 kabak, yüzde 19.47 ile salatalık izledi. En çok fiyat düşüşü ise yüzde 19.04 ile evcil hayvan için gıdada. Bunu yüzde 14.11 ile karnabahar, yüzde 10.42 ile ıspanak izliyor.- Yüzde 1.46 ile aylık artışın en çok olduğu bölge “Tekirdağ, Edirne ve Kırıkkale”, en az artışın olduğu bölge yüzde 0.54 ile “Malatya, Bingöl, Elazığ ve Tunceli”. Bölgesel olarak aylık fiyatlar “İstanbul”da yüzde 0.84, “İzmir”de yüzde 0.86, “Ankara”da yüzde 0.71 arttı.- TÜİK’in “Yurtiçi Üretici Fiyat Endeksi, Şubat 2021” raporuna göre Yİ-ÜFE 2021 yılı şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 1.22, 2020 yılı aralık ayına göre yüzde 3.92, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 27.09 ve 12 aylık ortalamalara göre yüzde 15.14 artış gösterdi. Uzmanlara göre TÜFE ile Y-ÜFE arasındaki ciddi farklılık önümüzdeki aylarda TÜFE’nin hızlanmasına neden olabilecek.FAİZ ARTIŞI OLUR MU? Öte yandan Reuters’a konuşan piyasa uzmanlarına göre bu enflasyon verileri sonrası Merkez Bankası’ndan faiz artışı beklentileri kuvvetleniyor. Dün ayrıca dolar kuru da ani bir harektle 7.45 liranın üstüne çıktı. cumhuriyet.com.trCovid: Orta Avrupaülkeleri AB'nin aşıpolitikasınıneden eleştiriyor?
Avrupa Birliği'nin koronavirüs aşı politikası üye devletler tarafından eleştiriliyor. Bu eleştirileri yönelten ülkelerin başında ise Orta Avrupa ülkeleri geliyor. Bazı üye ülkeler farklı politikalar geliştirirken eleştirilerin odağında hangi konular var?Habere Gitmek için TıklayınDüşünen bir CEO’nun gözüyleçöküşün nedenleri!
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Düşünen bir CEO’nun gözüyle çöküşün nedenleri! Dr. Daniş Navaro, Şirket: Quo Vadis? - Modern Şirketin Çöküşü ve Başka Bir Şirket Teklifi isimli çalışmasında; çoğu aktif CEO’lukla geçen iş hayatındaki deneyimlerinden yola çıkarak, akademik ve kuramsal temelleriyle, günümüzdeki neoliberal modern şirketin, “iyi şirket - kötü şirket” ayrımındaki örtük gerçekliklerini ve daha iyi, etkin ve mutlu bir şirket alternatifinin nasıl mümkün olabileceğini ortaya koyuyor. /Archive/2021/3/3/160139577-ic1.jpgFotoğraflar: VEDAT ARIKİncelemenin baş kahramanı ‘Şirket’... ve ‘Şirket’ hasta! Neoliberal anlayış, iş dünyasını çökertti. CEO'lar, büyüme, kâr, EBITDA, performans diye diye, asıl konuyu, insanı, çalışanı, örgütü, ürünü, kaliteyi, kısacası şirketin kendisini ve “işin özü”nü unuttular.Yerel veya çok uluslu, en kurumsal, en büyük şirketler bile neoliberalizmin yıkıcı etkilerinden kurtulamıyor. Çoğu yanlış yönetiliyor; önemli bir kısmı batarken, bir kısmı da, misyonunu, vizyonunu, değerlerini kaybetmiş bir şekilde savruluyor.Yöneticilerin ve çalışanların yaşamlarının büyük kısmını geçirdiği "iş yeri" olarak şirket, giderek sıkıcı, zevksiz, çalışmayı itici hale getiren, boğucu ve her şeyden öte, insana aradığı "anlam" dünyasını sunamayan bir varlık haline dönüştü.Oysa başka bir şirket mümkün! Farklı bir çalışma, farklı bir varoluş, farklı bir strateji anlayışı; hem girişimciyi, hem yöneticiyi, hem de çalışanı, gerek insansal gerek ekonomik açıdan tatmin edebilecek, insanın gerçek doğasına uygun bir yaşama anlayışına dayanan bir şirket mümkün!Dr. Daniş Navaro, Şirket: Quo Vadis? - Modern Şirketin Çöküşü ve Başka Bir Şirket Teklifi isimli çalışmasında; çoğu aktif CEO'lukla geçen iş hayatındaki deneyimlerinden yola çıkarak, akademik ve kuramsal temelleriyle, günümüzdeki neoliberal modern şirketin, “iyi şirket - kötü şirket” ayrımındaki örtük gerçekliklerini ve daha iyi, daha etkin ve daha mutlu bir şirket alternatifinin nasıl mümkün olabileceğini ortaya koyuyor.Felsefi Antropoloji alanında, Kapitalizm, Şirket, Kurum, Organizasyon, Çalışma, Yabancılaşma gibi konular üzerinde akademik çalışmalar yürüten; aynı çerçevede, “insan, iş - ürün, şirket ve dünya dörtgenini” konu eden araştırmalar yaparak seminerler gerçekleştiren Brass Çatı Sistemleri Yönetim ve İcra Kurulu Başkanı Dr. Daniş Navaro’nun, bu doğrultuda özellikle yoğunlaştığı alanlar arasında; Liderlik, Modern Yönetim ve Yöneticilik, Yeni İş Modelleri, Kariyer ve İş Felsefesi, Çalışma Dünyası, Rekabet, Modern Kapitalizm, Stratejik Yönetim yer alıyor.Kariyer dergisinde, Perspektif adlı köşesinde “İş Dünyası ve İnsan” konulu aylık makaleleri yayınlanan Navaro’nun Kariyer ve Varoluş isimli bir kitabı daha bulunuyor./Archive/2021/3/3/160206311-ic2.jpgÇÖKÜŞ ÇAĞI’NIN İŞ DÜNYASINA ELEŞTİREL BİR SESLENİŞ!- Her biri sizin de dikkat çektiğiniz üzere, ayrı ayrı bir kitap gibi okunabilme özelliğine sahip kitabınız altı bölümden oluşuyor. Okura bir ön rehber olması adına; kısaca hem bu bölümlerden hem de akademik ve kuramsal temellendirmelerin kitabın düzlemindeki yerinden bahseder misiniz?Bu kitap, günümüzün tipik neoliberal modern şirketine sorgulayıcı bir gözle bakan, bu şirketin iç dinamiklerini, deneyimlerim ve çeşitli akademik kuramlar temelinde inceleyen bir çalışma. Ayrıca, daha geniş bir anlamda, iş dünyasına, çalışma yaşamına ve de şirketlere eleştirel temelde bir sesleniş aslında.Kitapta, hepimizin iş hayatlarında, çalıştığımız şirketlerde karşı karşıya kaldığımız günlük ve pratik sorunları ele almak istedim.Günümüzün vahşi ve bilinçsiz rekabeti temel alan neoliberal felsefesine esir olmuş bir şekilde yönetilen çoğu şirketin, kötü yönetildiğini, hedeflerine ulaşamadığını, verimsiz ve başarısız olduğunu yaşadığımız sayısız örnekte görüyoruz. Bu şirketler, yapıları, amaçları, yanlış yönetim ve operasyonel stratejileri, insana ve çalışma sürecine bakışları itibarı ile büyük bir çöküş çağına giriş yaptılar.İşvereniyle, yöneticisiyle, çalışanıyla, emekçisiyle, tüm paydaşlarıyla giderek gerilen, stres ve mutsuzluk yaratan, varoluşsal anlamını yitiren bir şirket ve daha da ötesi iş hayatı olgusuyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Ama tabii ki bunun alternatifi de mevcut ve kitap umutla, kuantum-şirket kavramlaştırmasıyla bu konuda da bir çözüm öneriyor, yeni ve bambaşka bir şirket teklif ediyor.SOYUT VE SOMUT ALANDA ŞİRKET OLGUSUKitabı dört ana konu etrafında kurguladım. Öncelikle, büyük resmi, büyük resmin temel unsurları olan ekonomi, kapitalizm, neoliberalizm, postmodernizm gibi olguları kısaca özetledim. Çünkü büyük resmi bilmeden, anlamadan, kendi iş hayatımızda, şirketlerimizde başımıza gelenleri, olan bitenleri gerektiği gibi anlayamayız diye düşünüyorum.Bir yöneticinin, finansal olarak yetkin ve başarılı olması yetmez. Sistemin derin dinamiklerinin ve bu dinamiklerden kaynaklanan neden-sonuç ilişkilerinin şirketin günlük hayatına etkilerinin ileri düzeyde bilinmesi gerektiğini savunuyorum.Ardından, şirketi soyut ve somut iki alana ayırarak inceledim. Soyut alanda, iş fikri, misyon, vizyon, değerler, anlam gibi çok şirketin önem veriyor gibi gözüktüğü ama zorda kaldığı anda bir gecede feragat ettiği olgular bunlar. Oysa iyi ve sağlam şirketin temeli her şeyden önce ilkeleri, duruşu ve bütünlüğüdür.ŞİRKETLER ESAS NEDEN BATAR?Şirketlerin önemli bir kısmı, stratejik veya operasyonel sorunlar yüzünden batmaz; vizyonsuzluk, ana misyonu terk etme, değer erozyonu gibi şeylerden batar ama bir şirket batarken de, örneğin “vizyonunu yitirdiği için battı!” diye bir haber duymazsınız medyada!Somut alanda ise, tamamen günümüzdeki ortalama şirketin uygulamalarına odaklandım. Bir şirketin eylemlerinin arkasındaki temel yönlendiricilerden olan etik alandaki uygulamalar, başarılı bir üretim ve rekabet için stratejik ilkeler, insan-çalışma-üretim-ürün ilişkisinin nasıl olması gerektiği, özellikle günümüzde çok popüler olan hedef temelli performans sistemlerinin olumlu ve olumsuz yönleri ve buna bağlı olarak hakiki anlamda güçlü bir performansın koşulları ve niteliği, çalışanın özniteliklerini gerçek anlamda sergileyebileceği bir yaratıcı emek ve bunun sonucunda oluşan inovasyon olgusu ki şirketin sürdürülebilirliği için en temel süreçlerden biridir ve buna benzer, bir şirketi iyi ya da kötü yapan unsurlar kitapta tartışılıyor.CEO GÖZÜYLE ÇÖKÜŞÜN NEDENLERİYine, çoğu şirketin genelde bilinçsiz bir şekilde kurumsallaşma bahanesiyle içine düştüğü, bürokrasi, raporlama, gider tasarrufu, sahte indirime dayanan fiyat politikaları gibi birer saplantıya ya da dogmaya dönüşmüş ama şirkete genelde yarar değil zarar getiren, alanında aşırılaşmış ve amacından sapmış uygulamalara bir CEO olarak eleştirel bir gözle yaklaştığım bir bölüm var.Yine çok önemli bir konu, belki de en önemlisi, etik aklın iş dünyasında müthiş bir çöküş içinde olduğu gerçeğidir. Oysa etik akıl, bir şirketin başarısındaki öncül koşuldur. 2008 krizi, kökeni itibarıyla tam anlamıyla etik aklın çökmesi sonucu patlamış bir krizdi.CEO olgusu artık, yönetim ve liderlik alanında, bana göre son derece yanıltıcı bir şekilde, efsanevi ve akıldışı bir boyuta ulaştı. “CEO, kimsin sen? isimli ara bölüm, ticari ve bilge CEO ayrımı temelinde bu pozisyon ve kişiyle ilgili çeşitli saptamalarda bulunuyor./Archive/2021/3/3/160234108-ic3.jpgDİSİPLİNLER ARASI BİR ÇALIŞMADördüncü ve son boyutta da, kuantum-şirket adını verdiğim, günümüzde az da olsa örnekleri oluşmaya başlayan, merkeze insanı koyan ve işe, iş dünyasına, piyasaya, rekabete çok farklı ve bütünlüklü bir bakış açısı getiren yeni bir şirket olgusunu inceledim. Bu şirket hem finansal hem de insansal ve toplumsal temelde başarılı olma potansiyelini bağrında taşıyan bir şirket.Akademik temelde, genelde, işletme ve felsefe disiplinlerinden yararlandım. Kavramsal boyutta, konularımı, bütün-parça, amaç-araç, nitelik-nicelik eksenlerine de başvurarak incelemeye çalıştım.McGregor, Maslow, Gorz, Marx, Olmann, Barrett, Lencioni, Kotler, De Gaulejac, Kuçuradi, Laloux, Senge, Robertson ve benzeri ekonomipolitik sistemler, iş ve üretim dünyası üzerine çalışmış düşünürlerden ve onların kuramlarından faydalandım.Ayrıca, bulgularımı gerek kendi deneyimlerim gerekse de çeşitli somut vaka ve örneklerle desteklemek istedim.‘NEOLİBERAL ŞİRKET, İNSANI YIKAR!’- İnsanın doğasına uygun bir şirket alternatifinden hareketle başka bir şirket mümkündür vargınızı açar mısınız?İnsan, kendine has yetenekleriyle, becerileriyle, bilgileriyle, arzularıyla var olan bir canlı. İnsan hem toplumsal hem de bireysel bir varlık. Belli bir eğitimden, öğretimden geçtikten sonra belli bir yaşa ulaştığı andan itibaren gelişmiş özgüçlerine ve bir kapasiteye sahip. İdealleri, hayalleri, umutları, arzuları var; yaparken kendini mutlu ve iyi hissettiği iş ya da işler var, değişik alanlarda başarı gösterebileceği geniş bir potansiyeli var.Bu çerçevede, her bir kişinin/çalışanın belli bir doğası söz konusu ve ancak kendi doğasına uygun bir yaşam sürdüğü, kendi doğasına uygun bir işte çalıştığı, kendi doğasına uygun bir üretim yaptığı zaman kendini başarılı ve mutlu hisseder insan.Ne var ki, günümüzün şirketi, her şeye, verimlilik, maliyet, para, kâr üzerinden bakan tipik neoliberal şirket, iş süreçlerini insan doğasına uygun bir şekilde tasarlamıyor. Şirketin çıkarlarını ya da elde edeceği toplam faydayı, tek tek kişiler ya da çalışanları üzerindeki yıkıcı etkiyi hesaba katmadan elde etmeye çalışıyor.Teklif edilen işin çalışanın gözünde ne anlam ifade edeceğini hiç düşünmüyor. Varsa yoksa, kâr, büyüme, performans.‘SADAKAT SAKATLANDI. GENÇLER O ŞİRKETLERİ İSTEMİYOR’Samimiyet, şeffaflık, kazan-kazan ilişkisi, karşılıklı güven, şeffaflık, adalet, hakkaniyet gibi temel değerler çok büyük bir hızla yitiriliyor. Sadakat, neoliberal uygulamalarla çok büyük zarar gördü. Kariyerlerine yeni başlayan gençler, kesinlikle böyle şirketlerde çalışmak, kalmak istemiyorlar.İnsan doğası, samimiyet, güven, huzur ister; hayallerini gerçekleştirmek ister, sevdiği işte çalışmak ya da yaptığı işi sevmek ister; en önemlisi kendisi için anlamlı olanı ister.Çok sevdiğim bir saptama var: Martin Buber, “Between Man and Man”’de insana seslenerek, “neden olacağın şeyi olmadın” diye bir suçlama yapar ve bu suça “varoluşsal suç” adını verir.Aristoteles’e göre zeytin tohumu doğası itibarıyla zorunlu olarak zeytin ağacına dönüşerek hayatını gerçekleştirir. İnsan kişisi de normalde her ne olacaksa onun tohumlarını potansiyelinde barındırır ama kendi yetenek ve becerilerinin öngördüğü işleri yapmadığı zaman müthiş bir yabancılaşma, yalnızlaşma ve mutsuzluğun içine düşüyor çünkü potansiyeli gerçekliğe kavuşamıyor. Akıllı bir şirketin bu durumu göz önüne alması gerekiyor.NEOLİBERAL-MAKİNE ŞİRKET!- Neoliberal kapitalist düzen kimseye ve geleceğe ne vaat etmiyor? Neoliberal makine-şirket olarak nitelediğiniz neoliberal modern şirketin önemli özelliklerini ve neoliberalizmin kimliklerin, insanın ve toplumun anlam dünyası üzerindeki yıkıcı etkilerine ilişkin değerlendirmelerinizi biraz daha açar mısınız?Neoliberal-makine şirket öncelikle merkeze insanı koyan bir şirket değil. Hatta insanı genelde, McGregor’un ünlü X Şirketinin yaklaşımındaki gibi, çalışmaktan kaçan, tembel, kandırmaya yönelik, sorumluluktan çekinen, kendini motive edemeyen, çalışması için başında illa da bir yönetici olması gereken bir varlık olarak görüyor. Bu yaklaşım zaten çalışanın şirketle/işverenle güven ilişkisini baştan zedeleyen bir tarz.Yine bu şirket, Newtoncu, Kartezyen bir anlayışla, parçacı, indirgemeci, nicelikçi, atomist bir iş felsefesine sahip. İşe, çalışanlara, paydaşlara, sisteme bütünlüğü içinde bakmıyor. Bireyleri, departmanları, vizyonu ve stratejisi birbirinden kopuk ve tutarsız, sık sık değişen bir görüntü veriyor.Üç-beş ayda bir, bütçe, strateji, taktik değiştiren, ne olduğu belli olmayan, çalışanıyla, ürünüyle, çevresiyle organik bir ilişki kuramayan bir şirket bu.Neoliberal makine-şirket sert bir bürokrasiyle, denetim süreçleriyle, açıkça söylemediği, ama aslında bir baskı ve yönetim aracı olarak kullandığı performans odaklı sistemleriyle, anormal ve gerçekçi olmayan hedefleriyle, uç düzeye ulaşan bir verimlilik ve maliyet tasarrufu saplantısıyla yönetilen bir şirket türü. Gücü merkezde toplayan, çalışanın özerkliğini, özgürlüğünü, yaratıcılığını önleyen, frenleyen, bastıran bir felsefe ve uygulama anlayışına sahip./Archive/2021/3/3/160315966-ic4.jpgSALT NİCELİKLERDEN MÜREKKEP, BİR ‘SAÇMA DÜNYA’!Dayanılmaz ve gereksiz bir boyuta ulaşan, ne işe yaradığı, kimin tarafından okunduğu belli olmayan ve sonuçlara olumlu etkisi kesinlikle doğrulanamayan bir raporlama süreci yine bu şirketin temel özelliklerinden. Bu şirket gerçekliği sadece sayılar, miktarlar, nicelikler üzerinden çözümlemeye çalışıyor; niteliği, karmaşıklığı, derinliği, bütünü ya da parçanın bütünle ilişkisini hep gözden kaçırıyor.Mesela, neoliberal şirketin finans yöneticisi, üretimi devam ettirebilmek için satın alınması gereken bir makinenin ya da bir aletin, mesela bir forkliftin, şirkete getireceği “ek kâr” gibi operasyonel olarak son derece anlamsız -çünkü onsuz üretim zaten yapamayız- gereksiz ve zaman kaybettiren bir hesaplama içine girebilir. Tam bir “saçma” dünya!Neoliberal şirketin uzamı, kısa hatta çok kısa vadedir. Amacı, en kısa vadede hisse değerini arttırmak, nakit girişini maksimize etmek; varsın orta ve uzun vadede şirketin geleceği riske girsin, önemli değil! Giderek kısalan bir vade anlayışı, şirketin varlığını sürdürebilmesi için orta ve uzun dönemdeki riskleri, yapması gereken yatırımları göz ardı ediyor.NEREDE KALDI İNSAN, NEREDE KALDI TAKIM ÇALIŞMASI!İşleri de sürekli basitleştirerek küçük parçalara ayırmak ve böylece işi niteliksizleştirerek işgücü maliyetini azaltmak, uzun erimli ya da süresiz iş sözleşmesinden kaçınmak, çalışanın aleyhine her türlü esneklik (görevlendirmeler, zaman ve mekan, ücretler, iş yetkinlikleri, iş güvencesizliği vb) bu şirketin giderek belirginleşen özelliklerinden.Kural, norm tanımayan, faydayı, çıkarı sadece kendine yoran bir anlayış bu. Nerede temel değerimiz olarak insan, nerede takım çalışması, nerede paylaşım, nerede birliktelik, bütünlük?Ayrıca bir şirketin operasyonel olarak başarılı olması anlamında da bu uygulamaların çoğu özellikle orta ve uzun dönemde batışı getiriyor; çünkü çürük bir misyon ve vizyon, adaletsiz, eşitsiz ve kuşkuya dayanan bir işveren – çalışan ilişkisi, yanlış rekabet stratejileri, motive olamayan ve sadece para için çalışanlardan, yaptığı işten zevk almayan çalışanlardan oluşan bir organizasyon şirketin sonu demektir.ÇALIŞANLAR HEM TEDİRGİN HEM MUTSUZ!- Bu hızlı çağ değişiminde böyle gittiği takdirde insanları daha neler bekliyor sizce? Öngörüleriniz?Şirketlerin kendisi belli bir zaman sonra satılacak bir mala, metaya dönüştüler bu sistemde. Bu da kimseye güven vermiyor artık. Belirsizlik duygusu çalışanı fazlasıyla tedirgin ediyor.Dünyanın gidişatına tabi ki makro düzeyde etki edemezsiniz. İnsansız çalışma sistemleri, yapay zekanın giderek iş dünyasında artarak kullanılması, mekanikleşme, dijitalizasyonun getirdiği sanal uygulamalar, çalışan bir varlık olarak insanı bekleyen durumlar gibi gözüküyor.Ama yine de bir insan dünyasından bahsediyoruz. İnsan yaşamak için üretmek zorunda olan bir varlık. Her bir sektör teknolojik, dijital ve yeni gelişmelerden değişik oranda pay alacaktır. Ama sanırım, tam-insansız bir üretim ve çalışma dünyasına ulaşmak için daha uzunca bir zaman var.Dolayısıyla, uzun vadede başarılı olmak isteyen ve hayatta kalmayı amaçlayan şirketler, ne olursa olsun, iç sistemlerini, iş süreçlerini, insan doğasını göz önüne alarak, kurmak ve organize olmak zorundadırlar diye düşünüyorum. CEO’ların asıl sorumluluğu zaten insana layık bir iş dünyası kurmak değil midir?VAROLUŞÇU ÇALIŞMA!- Salt ekonomik anlamda genel kabul gören bir şirket kavramı, asal ögesi insanın doğasını inkâr ederek hedefe varmaya çalışıyor, evet. Buraya kadar tamam! Şöyle soralım; peki bunun nesi kârlı yani nereye kadar?“Salt para kazanmak için üretim yapmak” amacıyla kurulan şirket ile “Bir amaç/ideal doğrultusunda üretim yapmak” mottosuyla kurulan şirket arasında büyük bir fark var.İnsanlar, belli bir maddiyat ya da refah düzeyine ulaştıkları andan itibaren para kazanmak için çalışmazlar, belli bir noktadan itibaren “az kazanmak-çok kazanmak” kariyerde, iş performansında belirleyici faktör olmaktan çıkar.Önemli olan kişinin bir tür “özden üretim” gerçekleştirmesi ve bir anlam peşinde koşmasıdır. Yani, insanın, becerilerinin, yeteneklerinin, bilgisinin, dürtülerinin, enerjilerinin, yüreğinin gerektirdiği, doğruladığı işi yapmasıdır. Buna ben “varoluşçu çalışma” diyorum.Birey bir insan olarak, türlü özelliklerini sergileyebileceği, kendi doğasının gerektirdiği, bir anlamda zorunluğu kıldığı üretimleri sergilerse yaptığından haz almaya, mutlu olmaya başlar, varlığını hisseder. Böylece, kalite ve verimlilik de artar, hedeflere, başarıya ulaşılır. Çalışma, zorla, istemeden yaptırılan bir şey olmaktan çıkar.KÖTÜ ŞİRKET-İYİ ŞİRKET!Sadece geçim amacıyla çalışılmakta olan şirketler ya da iş süreçleri çalışanı pek memnun eden yerler değildirler. Sadece ticari hedefleri olan, iş yerini bir yaşama alanı olarak göremeyen, çalışanlarına, kendilerini gerçekleştirebilecekleri, haz alacakları işleri teklif edemeyen ya da bu ilkeyle işleri tasarlayamayan, düz bir mantıkla ödül-ceza performans sistemlerine dayanan, ayrıca artık-değeri ya da toplam kârı, çalışanın refahını, insana layık bir hayat sürmesini düşünmeden, türlü ve hayali gerekçelerle eşitsizce paylaştıran şirket, kötü şirkettir.İyi şirket, şirketin gerek finansal çıktılarını, gerekse de başta çalışanlarının olmak üzere yakın çevresindeki tüm paydaşlarının insani varoluşlarını refah ve mutluluk temelinde gözetebilen, uzun vadede gerek şirketin bir kurum olarak gerekse de çalışanın bir birey olarak çıkarını ya da elde edeceği faydayı dengeli ve hakkaniyetli bir şekilde ençoklayabilen şirkettir.Unutulmamalıdır ki, şirketleri tek tek insanlar meydana getirirler ve bu insanların tek tek her birinin kendini işine adaması ve emeğiyle hedeflenen üretim yapılabilir. Aksi takdirde şirket diye bir şey ortada kalmaz./Archive/2021/3/3/160352981-ic5.jpgİNSANİ BİR ÖNERME; KUANTUM ŞİRKET (BÜTÜNLÜKÇÜ ŞİRKET)- Bu bağlamda ‘kötü şirket’ yani ‘modern neoliberal makine-şirket’in yerine getirdiğiniz bütüncü şirket, ‘kuantum şirket’ önermenizi ve bu önermenin yaşama geçirilebilirliğini değerlendirir misiniz?Kuantum adlandırmasını, tahmin edersiniz, kuantum fiziğinden esinlenerek koydum. Kuantum-şirket, bütüncü bir şirket felsefesini temsil eden, vizyonuyla, misyonuyla, değerleriyle, işverenleri ve çalışanlarıyla, tüm paydaşlarıyla, içinde bulunduğu piyasayla, varlığını bir sistem anlayışıyla içselleştiren, algılayan ve stratejisini bu anlayışa göre uzun vade temelinde yapılandıran bir şirket.Yapay ve zorlama hedeflere sahip olmayan, düşman-rekabet değil, dost-rekabeti benimseyen, inovasyonu samimi anlamda ve sabırlı bir yaratıcılık felsefesiyle sahiplenen, şirketin tüm çalışanlarını ve departmanlarını birbirleriyle dinamik ve karşılıklı besleyici bir ilişkiler ağı olarak kabul eden, insan emeğine değer veren bir şirket.Bu şirkette, neoliberal-makine şirketteki gibi, genelde zorlama, yapay bürokrasiler, gereksiz, zaman ve enerji tüketici iş süreçleri, anlamsız planlamalar, sonu gelmeyen ve yukarıdan dayatılan performans hedefleri, aynı dönem içinde sürekli değiştirilen bütçeler, iki yüzlü, yalan ya da gerçeği eksik ya da saptırılmış boyutlarıyla ileten söylemler, çalışanın özgürlüğünü, yaratıcılığını önleyen süreçler mümkün mertebe yok edilmiştir ve hedef tabii ki bu türden olumsuzlukları tamamıyla sıfırlamaktır.Bu şirket, piyasaya da, iş dünyasına da, büyük sisteme de kendini oluşa bırakarak tam bir doğallık içinde katılan, bilgi ve profesyonellik temelli, varoluşçu çalışma ilkelerine dayanan amatör ve tutkulu bir performans anlayışına sahip bir şirket. Şirketi ve iş dünyasını, bir dinamik ve karşılıklı ilişkiler sistemi olarak kabul ediyor.Kuruluş misyonu ve vizyonuna sadık, değerlerinden, zorluklarla karşılaşsa bile vazgeçmeyen, yani değerlerini, misyonunu, stratejisini kâra, “ebitda”ya, nakit girişine feda etmeyen, bilgiye, bilime, tekniğe, teknolojiye önem veren, merkeze tamamen insanı ve emeği koyan ve insanına güvenen bir şirket.Kuantum-şirkette insan alelade bir kaynak değil, tam tersine insan, tüm kaynakları insanca yönetmesi gereken yüce ve zor bir sorumluluk verilmiş bir göreve sahip. Zaten, Peter Senge gibi ben de, “İnsan Kaynakları” departmanı adını yadırgıyorum, bunun yerine, “İnsan Departmanı” veya benzer bir isim öneriyorum. Pratiğe baktığımızda çok sayıda olmasa da bunun örnekleri dünyada var, kitabımda açıkladım.‘KUANTUM ŞİRKET ZOR AMA İMKÂNSIZ DEĞİL!’Ayrıca, pratikte, şirketleri siyah-beyaz ayrımındaki gibi makine-şirket, kuantum-şirket olarak da ayırmak her durumda mümkün olmayabilir çünkü bazıları çeşitli uygulamalarıyla bu ikisi arasında yer alabilirler.Kuantum-şirket, hem üst düzey ve felsefi bir iş insanlığı ve iş dünyası bilgisi, yüksek yetkinlikler, sağlam bir misyon ve vizyon ve güçlü ve dağıtılmış liderlik temeli üzerinde yükselebilecek bir üst-şirket türü. Zor ama imkânsız değil. Özellikle günümüzün vahşi rekabet dünyasında, ancak bilgelik ve cesaretle yönetilebilecek bir şirket.Kuantum-şirket üst versiyonuyla, anlam ve değer dünyasını, yıl sonunda açıkladığı finansal bilançoyla değil, çalışanlarının ve paydaşlarının mutluluğu, refahı ve sektörüne, ülkesine ve insanlığa yaptığı katkıyla somutlaştıran bir şirket.Kuantum-şirket tam anlamıyla bir “işletme” olmaktan öte, bir “iş yeri”. Çalışma olgusuna bakışı da kökten farklı. İşin, üretimin yapıldığı, varoluşçu, özdenüretimci çalışmanın gerçekleştirildiği değer temelli bir şirket; ayrıca burada sadece insanların çalışmadığının ama insanların “çalışarak yaşadığının” bilincinde olan bir şirket.‘YAŞAMA BÜTÜNCÜL BİR ANLAYIŞLA YAKLAŞIRIM’- 'Şirket-Quo Vadis?' ne denli psikolojik, felsefi, ne denli disiplinler arası bir kitap olarak nitelenebilir?Kitapta, hem iktisat hem felsefe eğitiminden geçmiş ve iş hayatını bilfiil yönetici ve CEO olarak yaşayan biri olmamdan dolayı, akademik olarak özellikle işletme disiplininden faydalanıyor; ama insan faktörünü ön planda tutan yaklaşımımla da, insan ve varoluş felsefesine sık sık başvuruyorum.Kavrama, kavramsal bilgiye, kurama çok önem veririm; kavramsal zemini, kuramı anlamadan, çözümleyemeden, neden sonuç yasalarını algılayamadan pratik hayatta olan bitenleri etkili bir şekilde kavramamız güdük kalır diye düşünenlerdenim.Ben özel hayat-iş hayatına da bütüncü bir anlayışla yaklaşırım. Bilimsel bir bakışla, iktisat, işletme, felsefe, toplumbilim, psikoloji gibi disiplinler, iç içe geçmiş bir şekilde, yöneticiye, bir şirketi ve iş hayatını daha kuşatıcı, bütünleyici ve derinlikli bir kavrama olanağı sunarlar diye düşünüyorum./Archive/2021/3/3/160435074-ic6.jpgİNSANIN İKİ AÇLIĞI; EKMEK VE ANLAM!- Anlam konusu da çok ‘anlamlı’ kuşkusuz. İncelemenizde bu aşkın-amaç haline, insanın koşulları değiştirebilme gücüne ve her insanın kendi anlam macerasının peşinde koşmasına, anlamın insanın çalışma yaşamındaki yerine ilişkin değerlendirmeleriniz de önemli..Anlam, elde edilen, sahip olunan, amaçlanan bir şeyin, öznesinin algısında bir tür değer olarak karşılığıdır. Oğuz Atay, “Tutunamayanlar’ da, “Anlam kadar insanın hayatını zehirleyen bir kavram yoktur” demişti. Çok doğru, çünkü anlamsızlık insanı tam bir boşluğa sürükleyen tehlikeli bir şey.Biliyoruz ki, iş hayatının kendi başına bir anlamı yoktur. Ona anlam atfeden insandır. Kimi para için, kimi statü için, kimi üretimin, işin kendisi için, kimi bir yenilik icat etmek için, kimi topluma yararlı olmak için çalışır. Sonuçta, yapılan işin bir “anlam”a değmesi gerekir.Richard Leider, insanın iki açlık türüne sahip olduğunu söylemişti: Ekmek açlığı ve anlam açlığı. Kazancı özellikle belli bir maddi düzeyin üzerine çıktığı andan itibaren, çalışan, bir üst-amaç oluşturur; bu üst-amaç, daha ziyade, insanla, insanlıkla, toplumla ilgili bir amaçtır genelde. Şirketin misyon ve vizyonunun ana görevi de zaten budur; bu üst-amacı yani anlamı taze tutmak, çalışanların gözünde şirketin faaliyetine bir aşkın-hedef atfetmek.‘ŞİRKET, ÇALIŞANA BİR ANLAM DÜNYASI SUNMALI’Kazancakis, “Hayatıma bir amaç vermezsem eyleme nasıl geçebilirim?” diye sormuştu. İş hayatında da, bir çalışanın, gerçek anlamda eyleme geçmesi, hakiki manada performans göstermesi, kendi kendini motive edebilmesi için, şirket liderliğinin ona bir anlam dünyası sunması zorunludur. Para ekonomik hedef ise, anlam insani hedeftir ve anlam, paradan üstündür.Çalışan, kendi emeğiyle ürettiği ürünler ve hizmetler üzerinden insansal boyutta toplumla ve insanlıkla ilişki kurar, kendini var eder, basit ve maddi mevcudiyetini aşar, yaşadığını hisseder, bir bakıma insan olarak varoluşunu doğrular.Çalışan, varlık nedeni ile yaptığı iş arasında bir anlam köprüsü kurmalıdır. Aksi takdirde mutlu olamaz. Benim varoluşsal çalışma dediğim çalışma türünün omurgası anlam kavramı üzerine oturur.Büyük performanslar, kişi yaptığı işin doğrudan niteliğini ya da sonuçlarını, kendisini aşan büyük bir amaçla ilişkilendirebilirse, böyle bir bağ kurabilirse, böyle bir anlam dünyası oluşturabilirse gerçekleşebilir. Büyük sporcular, düşün insanları, liderler, iş insanları, hep bu düzlemde bir aşkın-amaç ve anlam peşinde hiçbir özel menfaat gütmeden hayatları boyunca koşmuş erdemli insanlardır.‘MARX’IN İNSAN FELSEFESİNİ ÇOK ÖNEMSİYORUM’- Şirketleri hastalandıran, insanı yok sayan ekonominin düpedüz bir ideolojiye dönüşmesini ve finans kapital belasını irdelerken, karşı düşüncelerinizi Marx’ın insan felsefesiyle ne yönde bir umutla birleştiriyorsunuz?Marx’ın insan felsefesini çok önemsiyorum. Marx’ın kapitalizm eleştirisi ve bu bağlamda insanın varoluş koşulları hakkında yaptığı çözümlemeler çok değerli ve halen geçerli. Marx, insanı içinde bulunduğu kapitalist sistemle bütünlüğünde değerlendirir.Kapitalist sistemde Marx’ın insan hakkındaki söyledikleri büyük oranda halen geçerlidir, şirketlerin koridorlarında “Marx’ın hayaleti dolaşır” dersek pek de abartmış sayılmayız.Yabancılaşma kuramı önemlidir örneğin; insanın, bilfiil emek gücünü harcayarak dahil olduğu üretime, bu üretim vasıtasıyla elde ettiği ürününe, çalışma arkadaşlarına ve son kertede kendi insani özelliklerine yabancılaşmasının somut örnekleriyle dopdoludur modern iş yaşamı. Ne büyük trajedi değil mi?Alternatif bir bakış açısıyla madalyonun diğer yüzünü son derece etkin kavramlarla açığa çıkartmıştır Marx:Emek ile emek gücü ayırımı, kapitaliste satılarak özniteliğini ve varoluşsal amacını kaybeden yabancılaşmış emek, bilimsel temelde sömürünün nasıl ortaya çıktığı... Klasiklerin “kâr” olarak tanımladığı süreci “artık-değer” olarak kavramlaştırması...Değişim ve kullanım değeri... Üretimin amacının ticarileşmesi ile yaşanan metalaşma, paranın hangi koşullarda sermayeleştiği... İktisadi süreçte elde edilen değerin paylaşım esasları... Yabancılaşma, sınıf, özel mülkiyetin doğurduğu sonuçlar... İnsan ve ürettiği ürün arasındaki ontolojik ilişki... Güçler, gereksinimler ve arzular olarak insanın çözümlenmesi... Tarihsel materyalizm...Tüm bunlar iyi bir yöneticinin, içinde bulunduğu sosyo-ekonomik sistemi etkin olarak çözümleyebilmesi, başına gelenleri anlayabilmesi (örneğin ekonomik krizleri, sistemin bir kriz rejimi olduğunu) şirketini daha iyi yönetebilmesi, insanı merkeze koyabilmesi için bilmesi, kavraması, içselleştirmesi gereken kavramlar, olgulardır.İDEOLOJİK İKTİSAT VE FİNANS KAPİTAL CANAVARI!Maalesef ideolojik iktisat, çoğu yöneticinin bu kavramlardan uzak kalmasını, bunlarla tanışmamasını hedefliyor. Sonuç olarak da nispeten güdük kalmış, vizyonsuz, dağın arkasını göremeyen, içinde bulunduğu sistemin, büyük resmin derin dinamiklerini tam olarak kavrayamayan, her kriz çıktığında ne yapacağını bilemeyen yöneticilerle karşılaşıyor ve aslında sağlıklı ve başarılı bir şekilde ilerleyebilecek birçok işletmenin yönetim yanlışları, berbat stratejiler ve etik dışına kayan uygulamalar yüzünden yok olduğuna tanık oluyoruz.Finans kapital, kapitalizmin “canavarlaşma” aşaması gibi bir şey! O, bir deyişle, “babalarımızın” kapitalizmi değil artık! Eskilerin hayallerini gerçekleştirmek için tüm hayatlarını adadıkları, patronuyla, işçisiyle, müşterisiyle, tedarikçisiyle emeklerini harcadıkları, insanlığı, yüreği de hesaba katan bir şirket tipi değil artık. Bu çoktan bitti zaten./Archive/2021/3/3/160517636-kapakic7.jpgFİNANS KAPİTAL İÇİN İNSAN YOK, KÂR VAR!Finans kapital yönetimi, asıl derdi bir şeyler üretmek olan ekonomiler, şirketler için çoğu zaman bir belaya dönüşen zorlu bir süreçtir. Çünkü işletmenin esas amacını arka plana atan, işletmeyi sadece para, nakit, kâr üretme yolunda bir araç olarak gören, organizasyonu ve çalışan insanları yok sayan, işletmenin kendisini bile satılması gereken bir mala dönüştüren bir anlayışa sahiptir.Finans bu noktada, bir iş olarak üretim süreciyle olumlu ve yapıcı bağını, katkısını, asıl amacını terk ederek kendinde amaca dönüşür, iş ile bütünlüklü ilişkisini bırakır ve şirket açısından yıkıcı süreç böyle başlar.Biraz sert bir şekilde eleştirmek istersek, finans kapital için ne organizasyon, ne insan, ne çalışma, ne emek, ne makine parkı, bina vb. ne de değerler, misyon, vizyon vardır; finans kapital için geçerli olan şey, genelde, ebitda, kâr, yatırımın geri dönüş süresi, karlılık oranı, sektörden çıkış zamanı ve benzer finansallardır.İnsanlar ancak bu finansalların hizmetinde ya da emrindeki emir erleri olmaktan ileriye gidemezler bu sistemde. Ancak şirkete bir insanlar birliği olarak baktığımızda, insanı bu derece yok sayan bir sistemde, insan çalıştırmanın zorluklarını, artan sadakatsizliği, yüksek çalışan devir oranlarını, verimsizliği, etik dışına taşan sayısız uygulamayı, iflasa sürüklenen şirketleri üzülerek görüyoruz.‘CEO OLARAK SÜREÇLERE ÖNEM VERİRİM’- Kitabınızda CEO’luğun yakın tarihine de iki ayrı bölümde yer veriyorsunuz. Başarılı kariyeriniz boyunca nasıl bir CEO olmayı hedeflediniz? Denemek, yaşama geçirmek istediğiniz neler kaldı? Bir CEO’nun handikapları ve iyi bir CEO olmanın yolları nelerdir?Ben CEO olmayı hedeflememiştim. Her şey kendi kendine gelişti. Hayata hep bütünlükçü ve oluşçu bakan biri oldum. Tabii ki hedeflerim ve hedeflere ulaşmak için stratejilerim olmuştur. Ancak ben hep “yolda olan” biri olmayı yeğledim.Bilgilerimi ve becerilerimi yeteneklerim doğrultusunda geliştirmeye çalıştım. İşimi iyi yapmaya çalıştım, hep işime ve de samimi bir şekilde odaklandım. İşimle aramda ciddi bir ilişki vardır, ona saygı duyarım, sevgi beslerim, işime karşı sorumluluklarımın bilincinde oldum her zaman.Ayrıca yeteneklerimi keşfedip hep onların beni taşıdığı alanlara yöneldim, özel bir çıkar gütmeden, bundan ben ne kazanacağım diye sormadan. İçsel motivasyonu yüksek biri oldum; dışarıdan verilmiş hedefler beni pek ilgilendirmez çünkü ben zaten iş için doğru olanı, en mükemmel ve ciddi şekilde yapmayı hedefleyen, yüreğimle çalışan ve bu yolda vazgeçmeden azimle ilerleyen biriyim.Sonuçlardan ziyade süreçlere önem veririm, sürece odaklanırım, başka bir deyişle çalışmadan elde edeceğime değil, çalışmanın kendisine, çalışma esnasında yaşayacaklarıma, deneyime, işten aldığım keyfe, işi iyi yapmaya odaklanırım. Sonuçlar zaten kendiliğinden oluşuyorlar.Bütünden kopmadan çalışmak, ara ara durup “ben bu işi neden yapıyorum, bu yaptığım neye hizmet ediyor?” gibi sorularla bütünün kendisiyle ilişkiyi tazelemek, varoluşumu anlamlandırmak açısından benim için çok önemli.‘BENİM İÇİN SEVGİ İLKESİ TEMELDİR!Yine sevgi ilkesi benim için temeldir. İşimi sevmem, şirketimi sevmem, paydaşlarımı, çalışma arkadaşlarımı, patronumu sevmem, kendimi de sevmem gerekir; sevgi üzerinden varlıkla, var olanlarla bağ kurmak benim için çok haz ve huzur vericidir.İşletme, iktisat ve benzeri yüksek öğrenimler ve de iş bilgisi iyi bir CEO olmak için yeterli şeyler değil bence. İyi bir CEO olağan ticari başarıyı da aşmış bir yönetici olmalı. Ticari başarı aşırı bir övgüyü hak eden bir durum değil; sonuçta biraz ticari akıl, işletme bilgisi, cesaret, azim, risk alabilme gibi kişisel özellikler, sermaye ve tabii ki şans, çoğu zaman yeterli olabiliyor.Sadece ticari yetenek ve becerilerin ulaştığı başarı, uzun vadede, siz olmasanız da zaten başkasının da yapabileceği bir şeydir çoğu zaman. Önemli olan ticari başarının ötesidir, yani insansal ve toplumsal alanda kazanılan başarı, katkı.CEO’luk önemli bir sorumluluk. Bir üretimin, bir topluluğun başına geçiyorsunuz. Önemli olan salt ticari başarının üzerine çıkarak, yanı sıra şirketin elde ettiği sonuçları toplumla, insanla, doğayla ilgisinde değerlendirebilen ve bu düzlemde fayda üretmeye çalışan bir bilge liderlik türüdür.‘CEO’NUN ASIL GÖREVİ ANLAMI ÖRGÜTLEMEKTİR’Başında olduğu organizasyonun elde ettiği sonuçları, etik açıdan irdelemek, insan ve toplum üzerindeki sonuçlar üzerine kafa yormaktır. Mesela, “şu sokağa 7 katlı değil de 20 katlı bir apartman yaparsam, benden sonraki nesillerin hayatını zehir ederim” demek erdemini gösterebilmek; etik aklı, bütünlüğü, sorumlu duruşu arkasına alan bir liderlik sergileyebilmektir.Üst düzey bir CEO’luk, organizasyona, çalışana, nitelikli, derin, kendilerini gerçekleştirebilecek, türlü özelliklerini sergileyebilecek şekilde zengin bir çalışma ortamı hazırlamayı hedefler.İyi CEO, çalışmayı, tasarlanmakta olan bir iş sürecini, insanın hayatla bütünlüklü bir ilişki kurabileceği ve türlü insansal zenginliklerini dışa vurabileceği bir olanak olarak değerlendirebilmek başarısını gösteren kişidir.İnsanların çalışırken sevinç duyması, heyecanlanması, keyif alması, vaktin nasıl geçtiğini anlamaması gerekir; iddia, tutku ve hatta biraz da belli belirsiz bir ütopyanın peşinde koşmak insanları mutlu eder. CEO anlamı örgütleyen kişidir. CEO’nun görevi budur bence.Şirket: Quo Vadis? - Modern Şirketin Çöküşü ve Başka Bir Şirket Teklifi / Daniş Navaro / Remzi Kitabevi / 664 s. / 2021. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap EkiEce Temelkuran:‘Dünyaçözülüyor!’
Ece Temelkuran: ‘Dünya çözülüyor!’ “Ece Temelkuran, son yıllarda bazı dergilerde yer almış yazılarını derlediği, yeni deneme kitabı Bu da Geçer’de (Everest Yayınları); otoriter rejimlerin insanlarda “Dibi görünce yukarı zıplarız” yanılgısı yarattığını, bunun da politik bir pasifliği beslediğini söylüyor ve ekliyor: “Yok öyle bir dip!”. /Archive/2021/3/3/161041742-ic1.jpgEce Temelkuran yeni deneme kitabı Bu da Geçer ile çıkageldi. Gerçi bu ‘çıkageldi’ sözü elbette mecazi, yoksa hala yerinden yurdundan uzakta, Zagreb’de yaşıyor, bir dünya vatandaşı olarak.Son yıllarda bazı dergilerde yer almış yazılarını derlediği ve kısa bir süre önce geri döndüğü Everest Yayınları etiketiyle basılan Bu da Geçer’de ayrıca İngilizce yazılıp yayınlanmış ve Çağatay Yavuz tarafından dilimize çevrilmiş yazıları da yer alıyor.Yazar, otoriter rejimlerin insanlarda “Dibi görünce yukarı zıplarız” yanılgısı yarattığını ve bunun bir politik pasifliği beslediğini söylüyor ve ekliyor: “Yok öyle bir dip!”.E-posta yoluyla ulaştığımız Temelkuran’a hem son kitabını hem de pandeminin damgaladığı yeni yaşamımızı sorduk; “Bu da geçecek mi?” dedik kısacası.‘DÜNYA ÇÖZÜLÜYOR!’- Seninki gibi deneme yazılarından oluşan kitaplarla ilgili söyleşi yapmayı hep biraz daha zor bulmuşumdur; zira soracağım soruların bir çoğunun yanıtı zaten o kitaptadır. Şöyle başlayayım en iyisi, şu sıralar seni en çok meşgul eden, kafanda en çok dönüp dolaşanlar neler? Neleri düşünüyorsun, dert ediyorsun kısaca?Hepimize ne oluyor sorusunu cevaplamaya çalışıyorum son iki yıldır. Günlük politikanın “çıldırtıcı gürültüsüne” mesafe alınca dert ettiğim şey şu olmaya başladı: 21. yüzyılda insana ne oluyor? Türkiye’nin son yirmi yıldır yaşadığı ve “Uzaylılar acaba ne zaman delireceğiz diye deney yapıyor” hissi yaratan politik ve toplumsal meseleler artık dünyanın da meselesi oldu.Artık Hindistan’dan Amerika’ya kadar herkes bu uzaylı esprisini anlıyor mesela! Türkiye’de erken başlayan ama şimdi bütün dünyayı içine alan bir çözülme hali. Sadece politik kurumların değil, temel ahlaki değerlerin de saldırı altında olduğu bir dönüşüm bu. İnsan da zamanın ruhuna bir karşılık veriyor.Kitaptaki ‘Gürültüde’ ana başlığı altında toplanan seri, bu soruya bakıyor. Güncel bir örnekle söyleyecek olursam, Boğaziçili öğrenciler rektör yardımcısının karşısına geçip “Utanmıyor musun?” diyor. Utanmazlığın gururla kullanılan bir politik araca dönüştüğü bu yeni dünyada, başkaları adına utanan bizler nasıl bir değişimden geçiyoruz, soru bu. Derdim bu.‘İKTİDARIN DRAMASI DÜŞÜK, HİKÂYESİ BAYAĞI!’- Ömrümüz hakikaten de ‘Bu da geçer’ demekle geçmedi mi? Geçecek mi sahi tüm bunlar?Elbette geçecek. Ama içinden geçtiğimiz dönemin bizden istediği tam itaat talebine biz nasıl direneceğiz, bizim meselemiz bu. Meselâ şimdi bu pandemi meselesi. Bu pandemiye kadar kaçımız İspanyol gribinin 2. Dünya Savaşı’nın öldürdüğünün iki katı insanı yok ettiğini biliyorduk? Demek ki o bile unutulmuş.Draması eksik felaketler çabuk unutulur. Bu iktidarın da draması düşük, hikayesi bayağı. Dolayısıyla unutulacak. Ama şu da var: 12 Eylül öncesi “faşist” olduğu bilinen kaç kişi Türkiye’de demokrat kılığıyla göklere çıkarıldı? Sivas Katliam’ından sorumlu olmalarına rağmen kaç insan bu ülkede ferah feza politika yaptı?Bu soruların cevabını en duyarlı olanlarımız bile şıp diye veremez. Biz bu dönem geçsin istiyoruz bir yandan, ama bir yandan da unutulmasın istiyoruz./Archive/2021/3/3/161051133-ic2.jpg‘YOKMUŞUZ GİBİ HİSSEDİYORUZ!’- Kitabın giriş bölümündeki Okura Mektup’ta “Sadece birbirimizin sebebi değil, aynı zamanda birbirimizin kanıtıyız” diyorsun okurlarına... Bunun biraz açmak ister misin?Kanıtıyız çünkü bizim gibi insanların yok sayıldığı, vatandaş hatta insan yerine konmadığı bir dönemden geçiyoruz. Boğaziçili genç arkadaşlar “Dinlenmediğimi hissediyorum, ülkem adına utanıyorum” diye videolar çekiyorlar. Hepimiz öyle, yokmuşuz gibi hissediyoruz.2007’de AKP ikinci kez iktidara geldiği gece “Biz artık bu ülkenin garnitürüyüz” diye yazmıştım çünkü Erdoğan zafer konuşmasında “Bize oy vermeyenler DE bu ülkenin renkleridir” demişti.O zaman iktidardan hala demokrasi bekleyenler kızmışlardı o yazı için bana. Ama şimdi görüyoruz ki biz bu ülkenin garnitürü bile değiliz. Yokuz biz. Böyle bir dönemde bizim birbirimizden başka kanıtımız yok. Dayanağımız da yok. Birbirimize iyi bakmalı, birbirimizi çarçur etmemeliyiz.‘AHLAKIMIZI VE POLİTİKAMIZI ARA SIRA YOKLAMALIYIZ!’- Pandemi sonrası yazdığın yazılardan birinde “Görünüşe bakılırsa insanlık tarihi bütün sürprizleri biriktirip bizim kuşağa sakladı” diyorsun. gerçekten de dibi gördük mü sence, bundan sonrası aydınlık mı? Yoksa aksine daha mı kötüsü gelecek, kötü sürprizler devam mı edecek?Politika doğanın yasalarına göre işlemez. Orada yerçekimi olmadığı gibi dip diye bir şey de yoktur. İngilizce yazdığım How To Lose A Country kitabında otoriter rejimlerin insanlarda “Dibi görünce yukarı zıplarız” yanılgısı yarattığını ve bunun bir politik pasifliği beslediğini yazmıştım. Hala da var bu dip beklentisi. Yok öyle bir dip. Ama biz toprağa ya da tohuma değil, tohumu atan elimize inanacağız.‘HAPİSTEKİ ARKADAŞLARI DÜŞÜNÜYORUM EN ÇOK’- Asıl mesele tüm bunlara karşı bakış açımızı nasıl güncelleyeceğimiz ve kendi duruşumuzu nasıl bozmayacağımız galiba, ne dersin?Elbette. Ama aynı zamanda kendi ahlakımızı ve politikamızı da ara sıra yoklamak gerekiyor. İnsana inancımız tam mı? En önemli soru bu. Çünkü en sıkı muhaliflerin bile zor dayanabileceği bir sosyal ve kültürel dönüşüm geçiriyoruz.Durmadan ve sonsuz kere insanoğlunun en kötü örneklerini görmek, sürekli olarak en pespaye insan örneklerine zorla maruz bırakılmak hepimizin insana olan inancını sarstı. Türkiye ana akım televizyonlarını iki gece üst üste izlerseniz, mesela, insanın “kurtarılmaya” değmeyecek bir varlık olduğunu düşünebilirsiniz meselâ.Bizim de insan nedir, sevilesi bir şey midir sorusuna aklı başında, ayakları yere basan ve umutlu bir cevabımız olması gerekiyor. Bu da Geçer esasen biraz da bu soruya benim yanıtım./Archive/2021/3/3/161100304-ic3.jpg- Bu kitabı okuyanlar da görecektir, çok yer gezdin, gördün... Hala da adını söylediğinde ‘Hangi ülkedeydi orası’ dedikleri bir kentte yaşıyorsun. Bunca ‘göçebelik’ bir yandan “Bu da Geçer” duygusunu da getiriyor olmalı elbette ama senden neler alıp götürdü dersin, ya da tam tersi neler kattı sana?Annem hep şaka yollu söyler, “Biz senin göbek bağını taşınırken, iki ev arasında kaybettik” diye. Duramamak belki benim kaderimdir ve durmadan ev kurmaya çalışmak.Muhtemelen ben ölünce yazdıklarım ikinci bir bakışa değer görülürse bir edebiyat doktora öğrencisi külliyatımdaki ev-yol meselesi üzerine güzel bir makale yazar? Ben artık benden ibaretim.Bu kayıp mıdır kazanç mıdır, uzun konu. Ama yazarlık hiç kimse olmanın evidir. O bakımdan kendi evimdeyim belki de.- Neyi özledin peki en çok, buralarda ya da başka yerlerde, nedir burnunda tüten?Lüfer! Lüfer İstanbul’un ve belli bir an’ın balığı. O an’ı özledim. Ve o anda Türkçe konuşarak rakı içmeyi.- Pandemiyle aran nasıl, sosyal mesafeyle, dokunamamakla, sarılamamakla?Başlangıçta “Bu tam bana göre” diye düşünüyordum, yalnızlar zaten böyle yaşıyor çünkü. Yazarlar ve yalnızlar. Ama sonra bir ara ağaca filan sarılasım geldi. En çok da hapishanedeki arkadaşları düşünüyorum. Osman Kavala’yı mesela. İnsan sarılmadan kaç yıl geçirebilir? Ayşe Buğra’ya sarılmasını diliyorum en kısa zamanda.- Yeni neler var tezgahta, okurların ne zaman yeni kitabını okuyacak ve ne okuyacak?İngilizce bir kitap yazdım, Mayıs’ta İngilizce sonra İspanyolca, Almanca, İtalyanca, Fransızca yayınlanacak. Türkçede de olacak bu sefer. Adı “Hep Beraber: Daha İyi Bir Şimdi İçin On Seçenek”. İnsanlık onuru nedir sorusu üzerine yazmaya başladığım bir kitap. 21. Yüzyılda onur kavramını politikaya nasıl tercüme edebiliriz. Çünkü toplumsal sınıfların daha iyi bir dünya kurması için etrafında birleşebilecekleri belki de tek sözcük bu. En kudretli sözcük bana sorarsan.Bu da Geçer / Ece Temelkuran / Everest Yayınları / 174 s. / 2021. Emrah Kolukısa