Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Tuesday, 05.20.2025, 11:57 PM (GMT)

News - Haberler

Düşünen bir CEO’nun gözüyleçöküşün nedenleri!

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Düşünen bir CEO’nun gözüyle çöküşün nedenleri! Dr. Daniş Navaro, Şirket: Quo Vadis? - Modern Şirketin Çöküşü ve Başka Bir Şirket Teklifi isimli çalışmasında; çoğu aktif CEO’lukla geçen iş hayatındaki deneyimlerinden yola çıkarak, akademik ve kuramsal temelleriyle, günümüzdeki neoliberal modern şirketin, “iyi şirket - kötü şirket” ayrımındaki örtük gerçekliklerini ve daha iyi, etkin ve mutlu bir şirket alternatifinin nasıl mümkün olabileceğini ortaya koyuyor. /Archive/2021/3/3/160139577-ic1.jpgFotoğraflar: VEDAT ARIKİncelemenin baş kahramanı ‘Şirket’... ve ‘Şirket’ hasta! Neoliberal anlayış, iş dünyasını çökertti. CEO'lar, büyüme, kâr, EBITDA, performans diye diye, asıl konuyu, insanı, çalışanı, örgütü, ürünü, kaliteyi, kısacası şirketin kendisini ve “işin özü”nü unuttular.Yerel veya çok uluslu, en kurumsal, en büyük şirketler bile neoliberalizmin yıkıcı etkilerinden kurtulamıyor. Çoğu yanlış yönetiliyor; önemli bir kısmı batarken, bir kısmı da, misyonunu, vizyonunu, değerlerini kaybetmiş bir şekilde savruluyor.Yöneticilerin ve çalışanların yaşamlarının büyük kısmını geçirdiği "iş yeri" olarak şirket, giderek sıkıcı, zevksiz, çalışmayı itici hale getiren, boğucu ve her şeyden öte, insana aradığı "anlam" dünyasını sunamayan bir varlık haline dönüştü.Oysa başka bir şirket mümkün! Farklı bir çalışma, farklı bir varoluş, farklı bir strateji anlayışı; hem girişimciyi, hem yöneticiyi, hem de çalışanı, gerek insansal gerek ekonomik açıdan tatmin edebilecek, insanın gerçek doğasına uygun bir yaşama anlayışına dayanan bir şirket mümkün!Dr. Daniş Navaro, Şirket: Quo Vadis? - Modern Şirketin Çöküşü ve Başka Bir Şirket Teklifi isimli çalışmasında; çoğu aktif CEO'lukla geçen iş hayatındaki deneyimlerinden yola çıkarak, akademik ve kuramsal temelleriyle, günümüzdeki neoliberal modern şirketin, “iyi şirket - kötü şirket” ayrımındaki örtük gerçekliklerini ve daha iyi, daha etkin ve daha mutlu bir şirket alternatifinin nasıl mümkün olabileceğini ortaya koyuyor.Felsefi Antropoloji alanında, Kapitalizm, Şirket, Kurum, Organizasyon, Çalışma, Yabancılaşma gibi konular üzerinde akademik çalışmalar yürüten; aynı çerçevede, “insan, iş - ürün, şirket ve dünya dörtgenini” konu eden araştırmalar yaparak seminerler gerçekleştiren Brass Çatı Sistemleri Yönetim ve İcra Kurulu Başkanı Dr. Daniş Navaro’nun, bu doğrultuda özellikle yoğunlaştığı alanlar arasında; Liderlik, Modern Yönetim ve Yöneticilik, Yeni İş Modelleri, Kariyer ve İş Felsefesi, Çalışma Dünyası, Rekabet, Modern Kapitalizm, Stratejik Yönetim yer alıyor.Kariyer dergisinde, Perspektif adlı köşesinde “İş Dünyası ve İnsan” konulu aylık makaleleri yayınlanan Navaro’nun Kariyer ve Varoluş isimli bir kitabı daha bulunuyor./Archive/2021/3/3/160206311-ic2.jpgÇÖKÜŞ ÇAĞI’NIN İŞ DÜNYASINA ELEŞTİREL BİR SESLENİŞ!- Her biri sizin de dikkat çektiğiniz üzere, ayrı ayrı bir kitap gibi okunabilme özelliğine sahip kitabınız altı bölümden oluşuyor. Okura bir ön rehber olması adına; kısaca hem bu bölümlerden hem de akademik ve kuramsal temellendirmelerin kitabın düzlemindeki yerinden bahseder misiniz?Bu kitap, günümüzün tipik neoliberal modern şirketine sorgulayıcı bir gözle bakan, bu şirketin iç dinamiklerini, deneyimlerim ve çeşitli akademik kuramlar temelinde inceleyen bir çalışma. Ayrıca, daha geniş bir anlamda, iş dünyasına, çalışma yaşamına ve de şirketlere eleştirel temelde bir sesleniş aslında.Kitapta, hepimizin iş hayatlarında, çalıştığımız şirketlerde karşı karşıya kaldığımız günlük ve pratik sorunları ele almak istedim.Günümüzün vahşi ve bilinçsiz rekabeti temel alan neoliberal felsefesine esir olmuş bir şekilde yönetilen çoğu şirketin, kötü yönetildiğini, hedeflerine ulaşamadığını, verimsiz ve başarısız olduğunu yaşadığımız sayısız örnekte görüyoruz. Bu şirketler, yapıları, amaçları, yanlış yönetim ve operasyonel stratejileri, insana ve çalışma sürecine bakışları itibarı ile büyük bir çöküş çağına giriş yaptılar.İşvereniyle, yöneticisiyle, çalışanıyla, emekçisiyle, tüm paydaşlarıyla giderek gerilen, stres ve mutsuzluk yaratan, varoluşsal anlamını yitiren bir şirket ve daha da ötesi iş hayatı olgusuyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Ama tabii ki bunun alternatifi de mevcut ve kitap umutla, kuantum-şirket kavramlaştırmasıyla bu konuda da bir çözüm öneriyor, yeni ve bambaşka bir şirket teklif ediyor.SOYUT VE SOMUT ALANDA ŞİRKET OLGUSUKitabı dört ana konu etrafında kurguladım. Öncelikle, büyük resmi, büyük resmin temel unsurları olan ekonomi, kapitalizm, neoliberalizm, postmodernizm gibi olguları kısaca özetledim. Çünkü büyük resmi bilmeden, anlamadan, kendi iş hayatımızda, şirketlerimizde başımıza gelenleri, olan bitenleri gerektiği gibi anlayamayız diye düşünüyorum.Bir yöneticinin, finansal olarak yetkin ve başarılı olması yetmez. Sistemin derin dinamiklerinin ve bu dinamiklerden kaynaklanan neden-sonuç ilişkilerinin şirketin günlük hayatına etkilerinin ileri düzeyde bilinmesi gerektiğini savunuyorum.Ardından, şirketi soyut ve somut iki alana ayırarak inceledim. Soyut alanda, iş fikri, misyon, vizyon, değerler, anlam gibi çok şirketin önem veriyor gibi gözüktüğü ama zorda kaldığı anda bir gecede feragat ettiği olgular bunlar. Oysa iyi ve sağlam şirketin temeli her şeyden önce ilkeleri, duruşu ve bütünlüğüdür.ŞİRKETLER ESAS NEDEN BATAR?Şirketlerin önemli bir kısmı, stratejik veya operasyonel sorunlar yüzünden batmaz; vizyonsuzluk, ana misyonu terk etme, değer erozyonu gibi şeylerden batar ama bir şirket batarken de, örneğin “vizyonunu yitirdiği için battı!” diye bir haber duymazsınız medyada!Somut alanda ise, tamamen günümüzdeki ortalama şirketin uygulamalarına odaklandım. Bir şirketin eylemlerinin arkasındaki temel yönlendiricilerden olan etik alandaki uygulamalar, başarılı bir üretim ve rekabet için stratejik ilkeler, insan-çalışma-üretim-ürün ilişkisinin nasıl olması gerektiği, özellikle günümüzde çok popüler olan hedef temelli performans sistemlerinin olumlu ve olumsuz yönleri ve buna bağlı olarak hakiki anlamda güçlü bir performansın koşulları ve niteliği, çalışanın özniteliklerini gerçek anlamda sergileyebileceği bir yaratıcı emek ve bunun sonucunda oluşan inovasyon olgusu ki şirketin sürdürülebilirliği için en temel süreçlerden biridir ve buna benzer, bir şirketi iyi ya da kötü yapan unsurlar kitapta tartışılıyor.CEO GÖZÜYLE ÇÖKÜŞÜN NEDENLERİYine, çoğu şirketin genelde bilinçsiz bir şekilde kurumsallaşma bahanesiyle içine düştüğü, bürokrasi, raporlama, gider tasarrufu, sahte indirime dayanan fiyat politikaları gibi birer saplantıya ya da dogmaya dönüşmüş ama şirkete genelde yarar değil zarar getiren, alanında aşırılaşmış ve amacından sapmış uygulamalara bir CEO olarak eleştirel bir gözle yaklaştığım bir bölüm var.Yine çok önemli bir konu, belki de en önemlisi, etik aklın iş dünyasında müthiş bir çöküş içinde olduğu gerçeğidir. Oysa etik akıl, bir şirketin başarısındaki öncül koşuldur. 2008 krizi, kökeni itibarıyla tam anlamıyla etik aklın çökmesi sonucu patlamış bir krizdi.CEO olgusu artık, yönetim ve liderlik alanında, bana göre son derece yanıltıcı bir şekilde, efsanevi ve akıldışı bir boyuta ulaştı. “CEO, kimsin sen? isimli ara bölüm, ticari ve bilge CEO ayrımı temelinde bu pozisyon ve kişiyle ilgili çeşitli saptamalarda bulunuyor./Archive/2021/3/3/160234108-ic3.jpgDİSİPLİNLER ARASI BİR ÇALIŞMADördüncü ve son boyutta da, kuantum-şirket adını verdiğim, günümüzde az da olsa örnekleri oluşmaya başlayan, merkeze insanı koyan ve işe, iş dünyasına, piyasaya, rekabete çok farklı ve bütünlüklü bir bakış açısı getiren yeni bir şirket olgusunu inceledim. Bu şirket hem finansal hem de insansal ve toplumsal temelde başarılı olma potansiyelini bağrında taşıyan bir şirket.Akademik temelde, genelde, işletme ve felsefe disiplinlerinden yararlandım. Kavramsal boyutta, konularımı, bütün-parça, amaç-araç, nitelik-nicelik eksenlerine de başvurarak incelemeye çalıştım.McGregor, Maslow, Gorz, Marx, Olmann, Barrett, Lencioni, Kotler, De Gaulejac, Kuçuradi, Laloux, Senge, Robertson ve benzeri ekonomipolitik sistemler, iş ve üretim dünyası üzerine çalışmış düşünürlerden ve onların kuramlarından faydalandım.Ayrıca, bulgularımı gerek kendi deneyimlerim gerekse de çeşitli somut vaka ve örneklerle desteklemek istedim.‘NEOLİBERAL ŞİRKET, İNSANI YIKAR!’- İnsanın doğasına uygun bir şirket alternatifinden hareketle başka bir şirket mümkündür vargınızı açar mısınız?İnsan, kendine has yetenekleriyle, becerileriyle, bilgileriyle, arzularıyla var olan bir canlı. İnsan hem toplumsal hem de bireysel bir varlık. Belli bir eğitimden, öğretimden geçtikten sonra belli bir yaşa ulaştığı andan itibaren gelişmiş özgüçlerine ve bir kapasiteye sahip. İdealleri, hayalleri, umutları, arzuları var; yaparken kendini mutlu ve iyi hissettiği iş ya da işler var, değişik alanlarda başarı gösterebileceği geniş bir potansiyeli var.Bu çerçevede, her bir kişinin/çalışanın belli bir doğası söz konusu ve ancak kendi doğasına uygun bir yaşam sürdüğü, kendi doğasına uygun bir işte çalıştığı, kendi doğasına uygun bir üretim yaptığı zaman kendini başarılı ve mutlu hisseder insan.Ne var ki, günümüzün şirketi, her şeye, verimlilik, maliyet, para, kâr üzerinden bakan tipik neoliberal şirket, iş süreçlerini insan doğasına uygun bir şekilde tasarlamıyor. Şirketin çıkarlarını ya da elde edeceği toplam faydayı, tek tek kişiler ya da çalışanları üzerindeki yıkıcı etkiyi hesaba katmadan elde etmeye çalışıyor.Teklif edilen işin çalışanın gözünde ne anlam ifade edeceğini hiç düşünmüyor. Varsa yoksa, kâr, büyüme, performans.‘SADAKAT SAKATLANDI. GENÇLER O ŞİRKETLERİ İSTEMİYOR’Samimiyet, şeffaflık, kazan-kazan ilişkisi, karşılıklı güven, şeffaflık, adalet, hakkaniyet gibi temel değerler çok büyük bir hızla yitiriliyor. Sadakat, neoliberal uygulamalarla çok büyük zarar gördü. Kariyerlerine yeni başlayan gençler, kesinlikle böyle şirketlerde çalışmak, kalmak istemiyorlar.İnsan doğası, samimiyet, güven, huzur ister; hayallerini gerçekleştirmek ister, sevdiği işte çalışmak ya da yaptığı işi sevmek ister; en önemlisi kendisi için anlamlı olanı ister.Çok sevdiğim bir saptama var: Martin Buber, “Between Man and Man”’de insana seslenerek, “neden olacağın şeyi olmadın” diye bir suçlama yapar ve bu suça “varoluşsal suç” adını verir.Aristoteles’e göre zeytin tohumu doğası itibarıyla zorunlu olarak zeytin ağacına dönüşerek hayatını gerçekleştirir. İnsan kişisi de normalde her ne olacaksa onun tohumlarını potansiyelinde barındırır ama kendi yetenek ve becerilerinin öngördüğü işleri yapmadığı zaman müthiş bir yabancılaşma, yalnızlaşma ve mutsuzluğun içine düşüyor çünkü potansiyeli gerçekliğe kavuşamıyor. Akıllı bir şirketin bu durumu göz önüne alması gerekiyor.NEOLİBERAL-MAKİNE ŞİRKET!- Neoliberal kapitalist düzen kimseye ve geleceğe ne vaat etmiyor? Neoliberal makine-şirket olarak nitelediğiniz neoliberal modern şirketin önemli özelliklerini ve neoliberalizmin kimliklerin, insanın ve toplumun anlam dünyası üzerindeki yıkıcı etkilerine ilişkin değerlendirmelerinizi biraz daha açar mısınız?Neoliberal-makine şirket öncelikle merkeze insanı koyan bir şirket değil. Hatta insanı genelde, McGregor’un ünlü X Şirketinin yaklaşımındaki gibi, çalışmaktan kaçan, tembel, kandırmaya yönelik, sorumluluktan çekinen, kendini motive edemeyen, çalışması için başında illa da bir yönetici olması gereken bir varlık olarak görüyor. Bu yaklaşım zaten çalışanın şirketle/işverenle güven ilişkisini baştan zedeleyen bir tarz.Yine bu şirket, Newtoncu, Kartezyen bir anlayışla, parçacı, indirgemeci, nicelikçi, atomist bir iş felsefesine sahip. İşe, çalışanlara, paydaşlara, sisteme bütünlüğü içinde bakmıyor. Bireyleri, departmanları, vizyonu ve stratejisi birbirinden kopuk ve tutarsız, sık sık değişen bir görüntü veriyor.Üç-beş ayda bir, bütçe, strateji, taktik değiştiren, ne olduğu belli olmayan, çalışanıyla, ürünüyle, çevresiyle organik bir ilişki kuramayan bir şirket bu.Neoliberal makine-şirket sert bir bürokrasiyle, denetim süreçleriyle, açıkça söylemediği, ama aslında bir baskı ve yönetim aracı olarak kullandığı performans odaklı sistemleriyle, anormal ve gerçekçi olmayan hedefleriyle, uç düzeye ulaşan bir verimlilik ve maliyet tasarrufu saplantısıyla yönetilen bir şirket türü. Gücü merkezde toplayan, çalışanın özerkliğini, özgürlüğünü, yaratıcılığını önleyen, frenleyen, bastıran bir felsefe ve uygulama anlayışına sahip./Archive/2021/3/3/160315966-ic4.jpgSALT NİCELİKLERDEN MÜREKKEP, BİR ‘SAÇMA DÜNYA’!Dayanılmaz ve gereksiz bir boyuta ulaşan, ne işe yaradığı, kimin tarafından okunduğu belli olmayan ve sonuçlara olumlu etkisi kesinlikle doğrulanamayan bir raporlama süreci yine bu şirketin temel özelliklerinden. Bu şirket gerçekliği sadece sayılar, miktarlar, nicelikler üzerinden çözümlemeye çalışıyor; niteliği, karmaşıklığı, derinliği, bütünü ya da parçanın bütünle ilişkisini hep gözden kaçırıyor.Mesela, neoliberal şirketin finans yöneticisi, üretimi devam ettirebilmek için satın alınması gereken bir makinenin ya da bir aletin, mesela bir forkliftin, şirkete getireceği “ek kâr” gibi operasyonel olarak son derece anlamsız -çünkü onsuz üretim zaten yapamayız- gereksiz ve zaman kaybettiren bir hesaplama içine girebilir. Tam bir “saçma” dünya!Neoliberal şirketin uzamı, kısa hatta çok kısa vadedir. Amacı, en kısa vadede hisse değerini arttırmak, nakit girişini maksimize etmek; varsın orta ve uzun vadede şirketin geleceği riske girsin, önemli değil! Giderek kısalan bir vade anlayışı, şirketin varlığını sürdürebilmesi için orta ve uzun dönemdeki riskleri, yapması gereken yatırımları göz ardı ediyor.NEREDE KALDI İNSAN, NEREDE KALDI TAKIM ÇALIŞMASI!İşleri de sürekli basitleştirerek küçük parçalara ayırmak ve böylece işi niteliksizleştirerek işgücü maliyetini azaltmak, uzun erimli ya da süresiz iş sözleşmesinden kaçınmak, çalışanın aleyhine her türlü esneklik (görevlendirmeler, zaman ve mekan, ücretler, iş yetkinlikleri, iş güvencesizliği vb) bu şirketin giderek belirginleşen özelliklerinden.Kural, norm tanımayan, faydayı, çıkarı sadece kendine yoran bir anlayış bu. Nerede temel değerimiz olarak insan, nerede takım çalışması, nerede paylaşım, nerede birliktelik, bütünlük?Ayrıca bir şirketin operasyonel olarak başarılı olması anlamında da bu uygulamaların çoğu özellikle orta ve uzun dönemde batışı getiriyor; çünkü çürük bir misyon ve vizyon, adaletsiz, eşitsiz ve kuşkuya dayanan bir işveren – çalışan ilişkisi, yanlış rekabet stratejileri, motive olamayan ve sadece para için çalışanlardan, yaptığı işten zevk almayan çalışanlardan oluşan bir organizasyon şirketin sonu demektir.ÇALIŞANLAR HEM TEDİRGİN HEM MUTSUZ!- Bu hızlı çağ değişiminde böyle gittiği takdirde insanları daha neler bekliyor sizce? Öngörüleriniz?Şirketlerin kendisi belli bir zaman sonra satılacak bir mala, metaya dönüştüler bu sistemde. Bu da kimseye güven vermiyor artık. Belirsizlik duygusu çalışanı fazlasıyla tedirgin ediyor.Dünyanın gidişatına tabi ki makro düzeyde etki edemezsiniz. İnsansız çalışma sistemleri, yapay zekanın giderek iş dünyasında artarak kullanılması, mekanikleşme, dijitalizasyonun getirdiği sanal uygulamalar, çalışan bir varlık olarak insanı bekleyen durumlar gibi gözüküyor.Ama yine de bir insan dünyasından bahsediyoruz. İnsan yaşamak için üretmek zorunda olan bir varlık. Her bir sektör teknolojik, dijital ve yeni gelişmelerden değişik oranda pay alacaktır. Ama sanırım, tam-insansız bir üretim ve çalışma dünyasına ulaşmak için daha uzunca bir zaman var.Dolayısıyla, uzun vadede başarılı olmak isteyen ve hayatta kalmayı amaçlayan şirketler, ne olursa olsun, iç sistemlerini, iş süreçlerini, insan doğasını göz önüne alarak, kurmak ve organize olmak zorundadırlar diye düşünüyorum. CEO’ların asıl sorumluluğu zaten insana layık bir iş dünyası kurmak değil midir?VAROLUŞÇU ÇALIŞMA!- Salt ekonomik anlamda genel kabul gören bir şirket kavramı, asal ögesi insanın doğasını inkâr ederek hedefe varmaya çalışıyor, evet. Buraya kadar tamam! Şöyle soralım; peki bunun nesi kârlı yani nereye kadar?“Salt para kazanmak için üretim yapmak” amacıyla kurulan şirket ile “Bir amaç/ideal doğrultusunda üretim yapmak” mottosuyla kurulan şirket arasında büyük bir fark var.İnsanlar, belli bir maddiyat ya da refah düzeyine ulaştıkları andan itibaren para kazanmak için çalışmazlar, belli bir noktadan itibaren “az kazanmak-çok kazanmak” kariyerde, iş performansında belirleyici faktör olmaktan çıkar.Önemli olan kişinin bir tür “özden üretim” gerçekleştirmesi ve bir anlam peşinde koşmasıdır. Yani, insanın, becerilerinin, yeteneklerinin, bilgisinin, dürtülerinin, enerjilerinin, yüreğinin gerektirdiği, doğruladığı işi yapmasıdır. Buna ben “varoluşçu çalışma” diyorum.Birey bir insan olarak, türlü özelliklerini sergileyebileceği, kendi doğasının gerektirdiği, bir anlamda zorunluğu kıldığı üretimleri sergilerse yaptığından haz almaya, mutlu olmaya başlar, varlığını hisseder. Böylece, kalite ve verimlilik de artar, hedeflere, başarıya ulaşılır. Çalışma, zorla, istemeden yaptırılan bir şey olmaktan çıkar.KÖTÜ ŞİRKET-İYİ ŞİRKET!Sadece geçim amacıyla çalışılmakta olan şirketler ya da iş süreçleri çalışanı pek memnun eden yerler değildirler. Sadece ticari hedefleri olan, iş yerini bir yaşama alanı olarak göremeyen, çalışanlarına, kendilerini gerçekleştirebilecekleri, haz alacakları işleri teklif edemeyen ya da bu ilkeyle işleri tasarlayamayan, düz bir mantıkla ödül-ceza performans sistemlerine dayanan, ayrıca artık-değeri ya da toplam kârı, çalışanın refahını, insana layık bir hayat sürmesini düşünmeden, türlü ve hayali gerekçelerle eşitsizce paylaştıran şirket, kötü şirkettir.İyi şirket, şirketin gerek finansal çıktılarını, gerekse de başta çalışanlarının olmak üzere yakın çevresindeki tüm paydaşlarının insani varoluşlarını refah ve mutluluk temelinde gözetebilen, uzun vadede gerek şirketin bir kurum olarak gerekse de çalışanın bir birey olarak çıkarını ya da elde edeceği faydayı dengeli ve hakkaniyetli bir şekilde ençoklayabilen şirkettir.Unutulmamalıdır ki, şirketleri tek tek insanlar meydana getirirler ve bu insanların tek tek her birinin kendini işine adaması ve emeğiyle hedeflenen üretim yapılabilir. Aksi takdirde şirket diye bir şey ortada kalmaz./Archive/2021/3/3/160352981-ic5.jpgİNSANİ BİR ÖNERME; KUANTUM ŞİRKET (BÜTÜNLÜKÇÜ ŞİRKET)- Bu bağlamda ‘kötü şirket’ yani ‘modern neoliberal makine-şirket’in yerine getirdiğiniz bütüncü şirket, ‘kuantum şirket’ önermenizi ve bu önermenin yaşama geçirilebilirliğini değerlendirir misiniz?Kuantum adlandırmasını, tahmin edersiniz, kuantum fiziğinden esinlenerek koydum. Kuantum-şirket, bütüncü bir şirket felsefesini temsil eden, vizyonuyla, misyonuyla, değerleriyle, işverenleri ve çalışanlarıyla, tüm paydaşlarıyla, içinde bulunduğu piyasayla, varlığını bir sistem anlayışıyla içselleştiren, algılayan ve stratejisini bu anlayışa göre uzun vade temelinde yapılandıran bir şirket.Yapay ve zorlama hedeflere sahip olmayan, düşman-rekabet değil, dost-rekabeti benimseyen, inovasyonu samimi anlamda ve sabırlı bir yaratıcılık felsefesiyle sahiplenen, şirketin tüm çalışanlarını ve departmanlarını birbirleriyle dinamik ve karşılıklı besleyici bir ilişkiler ağı olarak kabul eden, insan emeğine değer veren bir şirket.Bu şirkette, neoliberal-makine şirketteki gibi, genelde zorlama, yapay bürokrasiler, gereksiz, zaman ve enerji tüketici iş süreçleri, anlamsız planlamalar, sonu gelmeyen ve yukarıdan dayatılan performans hedefleri, aynı dönem içinde sürekli değiştirilen bütçeler, iki yüzlü, yalan ya da gerçeği eksik ya da saptırılmış boyutlarıyla ileten söylemler, çalışanın özgürlüğünü, yaratıcılığını önleyen süreçler mümkün mertebe yok edilmiştir ve hedef tabii ki bu türden olumsuzlukları tamamıyla sıfırlamaktır.Bu şirket, piyasaya da, iş dünyasına da, büyük sisteme de kendini oluşa bırakarak tam bir doğallık içinde katılan, bilgi ve profesyonellik temelli, varoluşçu çalışma ilkelerine dayanan amatör ve tutkulu bir performans anlayışına sahip bir şirket. Şirketi ve iş dünyasını, bir dinamik ve karşılıklı ilişkiler sistemi olarak kabul ediyor.Kuruluş misyonu ve vizyonuna sadık, değerlerinden, zorluklarla karşılaşsa bile vazgeçmeyen, yani değerlerini, misyonunu, stratejisini kâra, “ebitda”ya, nakit girişine feda etmeyen, bilgiye, bilime, tekniğe, teknolojiye önem veren, merkeze tamamen insanı ve emeği koyan ve insanına güvenen bir şirket.Kuantum-şirkette insan alelade bir kaynak değil, tam tersine insan, tüm kaynakları insanca yönetmesi gereken yüce ve zor bir sorumluluk verilmiş bir göreve sahip. Zaten, Peter Senge gibi ben de, “İnsan Kaynakları” departmanı adını yadırgıyorum, bunun yerine, “İnsan Departmanı” veya benzer bir isim öneriyorum. Pratiğe baktığımızda çok sayıda olmasa da bunun örnekleri dünyada var, kitabımda açıkladım.‘KUANTUM ŞİRKET ZOR AMA İMKÂNSIZ DEĞİL!’Ayrıca, pratikte, şirketleri siyah-beyaz ayrımındaki gibi makine-şirket, kuantum-şirket olarak da ayırmak her durumda mümkün olmayabilir çünkü bazıları çeşitli uygulamalarıyla bu ikisi arasında yer alabilirler.Kuantum-şirket, hem üst düzey ve felsefi bir iş insanlığı ve iş dünyası bilgisi, yüksek yetkinlikler, sağlam bir misyon ve vizyon ve güçlü ve dağıtılmış liderlik temeli üzerinde yükselebilecek bir üst-şirket türü. Zor ama imkânsız değil. Özellikle günümüzün vahşi rekabet dünyasında, ancak bilgelik ve cesaretle yönetilebilecek bir şirket.Kuantum-şirket üst versiyonuyla, anlam ve değer dünyasını, yıl sonunda açıkladığı finansal bilançoyla değil, çalışanlarının ve paydaşlarının mutluluğu, refahı ve sektörüne, ülkesine ve insanlığa yaptığı katkıyla somutlaştıran bir şirket.Kuantum-şirket tam anlamıyla bir “işletme” olmaktan öte, bir “iş yeri”. Çalışma olgusuna bakışı da kökten farklı. İşin, üretimin yapıldığı, varoluşçu, özdenüretimci çalışmanın gerçekleştirildiği değer temelli bir şirket; ayrıca burada sadece insanların çalışmadığının ama insanların “çalışarak yaşadığının” bilincinde olan bir şirket.‘YAŞAMA BÜTÜNCÜL BİR ANLAYIŞLA YAKLAŞIRIM’- 'Şirket-Quo Vadis?' ne denli psikolojik, felsefi, ne denli disiplinler arası bir kitap olarak nitelenebilir?Kitapta, hem iktisat hem felsefe eğitiminden geçmiş ve iş hayatını bilfiil yönetici ve CEO olarak yaşayan biri olmamdan dolayı, akademik olarak özellikle işletme disiplininden faydalanıyor; ama insan faktörünü ön planda tutan yaklaşımımla da, insan ve varoluş felsefesine sık sık başvuruyorum.Kavrama, kavramsal bilgiye, kurama çok önem veririm; kavramsal zemini, kuramı anlamadan, çözümleyemeden, neden sonuç yasalarını algılayamadan pratik hayatta olan bitenleri etkili bir şekilde kavramamız güdük kalır diye düşünenlerdenim.Ben özel hayat-iş hayatına da bütüncü bir anlayışla yaklaşırım. Bilimsel bir bakışla, iktisat, işletme, felsefe, toplumbilim, psikoloji gibi disiplinler, iç içe geçmiş bir şekilde, yöneticiye, bir şirketi ve iş hayatını daha kuşatıcı, bütünleyici ve derinlikli bir kavrama olanağı sunarlar diye düşünüyorum./Archive/2021/3/3/160435074-ic6.jpgİNSANIN İKİ AÇLIĞI; EKMEK VE ANLAM!- Anlam konusu da çok ‘anlamlı’ kuşkusuz. İncelemenizde bu aşkın-amaç haline, insanın koşulları değiştirebilme gücüne ve her insanın kendi anlam macerasının peşinde koşmasına, anlamın insanın çalışma yaşamındaki yerine ilişkin değerlendirmeleriniz de önemli..Anlam, elde edilen, sahip olunan, amaçlanan bir şeyin, öznesinin algısında bir tür değer olarak karşılığıdır. Oğuz Atay, “Tutunamayanlar’ da, “Anlam kadar insanın hayatını zehirleyen bir kavram yoktur” demişti. Çok doğru, çünkü anlamsızlık insanı tam bir boşluğa sürükleyen tehlikeli bir şey.Biliyoruz ki, iş hayatının kendi başına bir anlamı yoktur. Ona anlam atfeden insandır. Kimi para için, kimi statü için, kimi üretimin, işin kendisi için, kimi bir yenilik icat etmek için, kimi topluma yararlı olmak için çalışır. Sonuçta, yapılan işin bir “anlam”a değmesi gerekir.Richard Leider, insanın iki açlık türüne sahip olduğunu söylemişti: Ekmek açlığı ve anlam açlığı. Kazancı özellikle belli bir maddi düzeyin üzerine çıktığı andan itibaren, çalışan, bir üst-amaç oluşturur; bu üst-amaç, daha ziyade, insanla, insanlıkla, toplumla ilgili bir amaçtır genelde. Şirketin misyon ve vizyonunun ana görevi de zaten budur; bu üst-amacı yani anlamı taze tutmak, çalışanların gözünde şirketin faaliyetine bir aşkın-hedef atfetmek.‘ŞİRKET, ÇALIŞANA BİR ANLAM DÜNYASI SUNMALI’Kazancakis, “Hayatıma bir amaç vermezsem eyleme nasıl geçebilirim?” diye sormuştu. İş hayatında da, bir çalışanın, gerçek anlamda eyleme geçmesi, hakiki manada performans göstermesi, kendi kendini motive edebilmesi için, şirket liderliğinin ona bir anlam dünyası sunması zorunludur. Para ekonomik hedef ise, anlam insani hedeftir ve anlam, paradan üstündür.Çalışan, kendi emeğiyle ürettiği ürünler ve hizmetler üzerinden insansal boyutta toplumla ve insanlıkla ilişki kurar, kendini var eder, basit ve maddi mevcudiyetini aşar, yaşadığını hisseder, bir bakıma insan olarak varoluşunu doğrular.Çalışan, varlık nedeni ile yaptığı iş arasında bir anlam köprüsü kurmalıdır. Aksi takdirde mutlu olamaz. Benim varoluşsal çalışma dediğim çalışma türünün omurgası anlam kavramı üzerine oturur.Büyük performanslar, kişi yaptığı işin doğrudan niteliğini ya da sonuçlarını, kendisini aşan büyük bir amaçla ilişkilendirebilirse, böyle bir bağ kurabilirse, böyle bir anlam dünyası oluşturabilirse gerçekleşebilir. Büyük sporcular, düşün insanları, liderler, iş insanları, hep bu düzlemde bir aşkın-amaç ve anlam peşinde hiçbir özel menfaat gütmeden hayatları boyunca koşmuş erdemli insanlardır.‘MARX’IN İNSAN FELSEFESİNİ ÇOK ÖNEMSİYORUM’- Şirketleri hastalandıran, insanı yok sayan ekonominin düpedüz bir ideolojiye dönüşmesini ve finans kapital belasını irdelerken, karşı düşüncelerinizi Marx’ın insan felsefesiyle ne yönde bir umutla birleştiriyorsunuz?Marx’ın insan felsefesini çok önemsiyorum. Marx’ın kapitalizm eleştirisi ve bu bağlamda insanın varoluş koşulları hakkında yaptığı çözümlemeler çok değerli ve halen geçerli. Marx, insanı içinde bulunduğu kapitalist sistemle bütünlüğünde değerlendirir.Kapitalist sistemde Marx’ın insan hakkındaki söyledikleri büyük oranda halen geçerlidir, şirketlerin koridorlarında “Marx’ın hayaleti dolaşır” dersek pek de abartmış sayılmayız.Yabancılaşma kuramı önemlidir örneğin; insanın, bilfiil emek gücünü harcayarak dahil olduğu üretime, bu üretim vasıtasıyla elde ettiği ürününe, çalışma arkadaşlarına ve son kertede kendi insani özelliklerine yabancılaşmasının somut örnekleriyle dopdoludur modern iş yaşamı. Ne büyük trajedi değil mi?Alternatif bir bakış açısıyla madalyonun diğer yüzünü son derece etkin kavramlarla açığa çıkartmıştır Marx:Emek ile emek gücü ayırımı, kapitaliste satılarak özniteliğini ve varoluşsal amacını kaybeden yabancılaşmış emek, bilimsel temelde sömürünün nasıl ortaya çıktığı... Klasiklerin “kâr” olarak tanımladığı süreci “artık-değer” olarak kavramlaştırması...Değişim ve kullanım değeri... Üretimin amacının ticarileşmesi ile yaşanan metalaşma, paranın hangi koşullarda sermayeleştiği... İktisadi süreçte elde edilen değerin paylaşım esasları... Yabancılaşma, sınıf, özel mülkiyetin doğurduğu sonuçlar... İnsan ve ürettiği ürün arasındaki ontolojik ilişki... Güçler, gereksinimler ve arzular olarak insanın çözümlenmesi... Tarihsel materyalizm...Tüm bunlar iyi bir yöneticinin, içinde bulunduğu sosyo-ekonomik sistemi etkin olarak çözümleyebilmesi, başına gelenleri anlayabilmesi (örneğin ekonomik krizleri, sistemin bir kriz rejimi olduğunu) şirketini daha iyi yönetebilmesi, insanı merkeze koyabilmesi için bilmesi, kavraması, içselleştirmesi gereken kavramlar, olgulardır.İDEOLOJİK İKTİSAT VE FİNANS KAPİTAL CANAVARI!Maalesef ideolojik iktisat, çoğu yöneticinin bu kavramlardan uzak kalmasını, bunlarla tanışmamasını hedefliyor. Sonuç olarak da nispeten güdük kalmış, vizyonsuz, dağın arkasını göremeyen, içinde bulunduğu sistemin, büyük resmin derin dinamiklerini tam olarak kavrayamayan, her kriz çıktığında ne yapacağını bilemeyen yöneticilerle karşılaşıyor ve aslında sağlıklı ve başarılı bir şekilde ilerleyebilecek birçok işletmenin yönetim yanlışları, berbat stratejiler ve etik dışına kayan uygulamalar yüzünden yok olduğuna tanık oluyoruz.Finans kapital, kapitalizmin “canavarlaşma” aşaması gibi bir şey! O, bir deyişle, “babalarımızın” kapitalizmi değil artık! Eskilerin hayallerini gerçekleştirmek için tüm hayatlarını adadıkları, patronuyla, işçisiyle, müşterisiyle, tedarikçisiyle emeklerini harcadıkları, insanlığı, yüreği de hesaba katan bir şirket tipi değil artık. Bu çoktan bitti zaten./Archive/2021/3/3/160517636-kapakic7.jpgFİNANS KAPİTAL İÇİN İNSAN YOK, KÂR VAR!Finans kapital yönetimi, asıl derdi bir şeyler üretmek olan ekonomiler, şirketler için çoğu zaman bir belaya dönüşen zorlu bir süreçtir. Çünkü işletmenin esas amacını arka plana atan, işletmeyi sadece para, nakit, kâr üretme yolunda bir araç olarak gören, organizasyonu ve çalışan insanları yok sayan, işletmenin kendisini bile satılması gereken bir mala dönüştüren bir anlayışa sahiptir.Finans bu noktada, bir iş olarak üretim süreciyle olumlu ve yapıcı bağını, katkısını, asıl amacını terk ederek kendinde amaca dönüşür, iş ile bütünlüklü ilişkisini bırakır ve şirket açısından yıkıcı süreç böyle başlar.Biraz sert bir şekilde eleştirmek istersek, finans kapital için ne organizasyon, ne insan, ne çalışma, ne emek, ne makine parkı, bina vb. ne de değerler, misyon, vizyon vardır; finans kapital için geçerli olan şey, genelde, ebitda, kâr, yatırımın geri dönüş süresi, karlılık oranı, sektörden çıkış zamanı ve benzer finansallardır.İnsanlar ancak bu finansalların hizmetinde ya da emrindeki emir erleri olmaktan ileriye gidemezler bu sistemde. Ancak şirkete bir insanlar birliği olarak baktığımızda, insanı bu derece yok sayan bir sistemde, insan çalıştırmanın zorluklarını, artan sadakatsizliği, yüksek çalışan devir oranlarını, verimsizliği, etik dışına taşan sayısız uygulamayı, iflasa sürüklenen şirketleri üzülerek görüyoruz.‘CEO OLARAK SÜREÇLERE ÖNEM VERİRİM’- Kitabınızda CEO’luğun yakın tarihine de iki ayrı bölümde yer veriyorsunuz. Başarılı kariyeriniz boyunca nasıl bir CEO olmayı hedeflediniz? Denemek, yaşama geçirmek istediğiniz neler kaldı? Bir CEO’nun handikapları ve iyi bir CEO olmanın yolları nelerdir?Ben CEO olmayı hedeflememiştim. Her şey kendi kendine gelişti. Hayata hep bütünlükçü ve oluşçu bakan biri oldum. Tabii ki hedeflerim ve hedeflere ulaşmak için stratejilerim olmuştur. Ancak ben hep “yolda olan” biri olmayı yeğledim.Bilgilerimi ve becerilerimi yeteneklerim doğrultusunda geliştirmeye çalıştım. İşimi iyi yapmaya çalıştım, hep işime ve de samimi bir şekilde odaklandım. İşimle aramda ciddi bir ilişki vardır, ona saygı duyarım, sevgi beslerim, işime karşı sorumluluklarımın bilincinde oldum her zaman.Ayrıca yeteneklerimi keşfedip hep onların beni taşıdığı alanlara yöneldim, özel bir çıkar gütmeden, bundan ben ne kazanacağım diye sormadan. İçsel motivasyonu yüksek biri oldum; dışarıdan verilmiş hedefler beni pek ilgilendirmez çünkü ben zaten iş için doğru olanı, en mükemmel ve ciddi şekilde yapmayı hedefleyen, yüreğimle çalışan ve bu yolda vazgeçmeden azimle ilerleyen biriyim.Sonuçlardan ziyade süreçlere önem veririm, sürece odaklanırım, başka bir deyişle çalışmadan elde edeceğime değil, çalışmanın kendisine, çalışma esnasında yaşayacaklarıma, deneyime, işten aldığım keyfe, işi iyi yapmaya odaklanırım. Sonuçlar zaten kendiliğinden oluşuyorlar.Bütünden kopmadan çalışmak, ara ara durup “ben bu işi neden yapıyorum, bu yaptığım neye hizmet ediyor?” gibi sorularla bütünün kendisiyle ilişkiyi tazelemek, varoluşumu anlamlandırmak açısından benim için çok önemli.‘BENİM İÇİN SEVGİ İLKESİ TEMELDİR!Yine sevgi ilkesi benim için temeldir. İşimi sevmem, şirketimi sevmem, paydaşlarımı, çalışma arkadaşlarımı, patronumu sevmem, kendimi de sevmem gerekir; sevgi üzerinden varlıkla, var olanlarla bağ kurmak benim için çok haz ve huzur vericidir.İşletme, iktisat ve benzeri yüksek öğrenimler ve de iş bilgisi iyi bir CEO olmak için yeterli şeyler değil bence. İyi bir CEO olağan ticari başarıyı da aşmış bir yönetici olmalı. Ticari başarı aşırı bir övgüyü hak eden bir durum değil; sonuçta biraz ticari akıl, işletme bilgisi, cesaret, azim, risk alabilme gibi kişisel özellikler, sermaye ve tabii ki şans, çoğu zaman yeterli olabiliyor.Sadece ticari yetenek ve becerilerin ulaştığı başarı, uzun vadede, siz olmasanız da zaten başkasının da yapabileceği bir şeydir çoğu zaman. Önemli olan ticari başarının ötesidir, yani insansal ve toplumsal alanda kazanılan başarı, katkı.CEO’luk önemli bir sorumluluk. Bir üretimin, bir topluluğun başına geçiyorsunuz. Önemli olan salt ticari başarının üzerine çıkarak, yanı sıra şirketin elde ettiği sonuçları toplumla, insanla, doğayla ilgisinde değerlendirebilen ve bu düzlemde fayda üretmeye çalışan bir bilge liderlik türüdür.‘CEO’NUN ASIL GÖREVİ ANLAMI ÖRGÜTLEMEKTİR’Başında olduğu organizasyonun elde ettiği sonuçları, etik açıdan irdelemek, insan ve toplum üzerindeki sonuçlar üzerine kafa yormaktır. Mesela, “şu sokağa 7 katlı değil de 20 katlı bir apartman yaparsam, benden sonraki nesillerin hayatını zehir ederim” demek erdemini gösterebilmek; etik aklı, bütünlüğü, sorumlu duruşu arkasına alan bir liderlik sergileyebilmektir.Üst düzey bir CEO’luk, organizasyona, çalışana, nitelikli, derin, kendilerini gerçekleştirebilecek, türlü özelliklerini sergileyebilecek şekilde zengin bir çalışma ortamı hazırlamayı hedefler.İyi CEO, çalışmayı, tasarlanmakta olan bir iş sürecini, insanın hayatla bütünlüklü bir ilişki kurabileceği ve türlü insansal zenginliklerini dışa vurabileceği bir olanak olarak değerlendirebilmek başarısını gösteren kişidir.İnsanların çalışırken sevinç duyması, heyecanlanması, keyif alması, vaktin nasıl geçtiğini anlamaması gerekir; iddia, tutku ve hatta biraz da belli belirsiz bir ütopyanın peşinde koşmak insanları mutlu eder. CEO anlamı örgütleyen kişidir. CEO’nun görevi budur bence.Şirket: Quo Vadis? - Modern Şirketin Çöküşü ve Başka Bir Şirket Teklifi / Daniş Navaro / Remzi Kitabevi / 664 s. / 2021. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

Ece Temelkuran:‘Dünyaçözülüyor!’

Ece Temelkuran: ‘Dünya çözülüyor!’ “Ece Temelkuran, son yıllarda bazı dergilerde yer almış yazılarını derlediği, yeni deneme kitabı Bu da Geçer’de (Everest Yayınları); otoriter rejimlerin insanlarda “Dibi görünce yukarı zıplarız” yanılgısı yarattığını, bunun da politik bir pasifliği beslediğini söylüyor ve ekliyor: “Yok öyle bir dip!”. /Archive/2021/3/3/161041742-ic1.jpgEce Temelkuran yeni deneme kitabı Bu da Geçer ile çıkageldi. Gerçi bu ‘çıkageldi’ sözü elbette mecazi, yoksa hala yerinden yurdundan uzakta, Zagreb’de yaşıyor, bir dünya vatandaşı olarak.Son yıllarda bazı dergilerde yer almış yazılarını derlediği ve kısa bir süre önce geri döndüğü Everest Yayınları etiketiyle basılan Bu da Geçer’de ayrıca İngilizce yazılıp yayınlanmış ve Çağatay Yavuz tarafından dilimize çevrilmiş yazıları da yer alıyor.Yazar, otoriter rejimlerin insanlarda “Dibi görünce yukarı zıplarız” yanılgısı yarattığını ve bunun bir politik pasifliği beslediğini söylüyor ve ekliyor: “Yok öyle bir dip!”.E-posta yoluyla ulaştığımız Temelkuran’a hem son kitabını hem de pandeminin damgaladığı yeni yaşamımızı sorduk; “Bu da geçecek mi?” dedik kısacası.‘DÜNYA ÇÖZÜLÜYOR!’- Seninki gibi deneme yazılarından oluşan kitaplarla ilgili söyleşi yapmayı hep biraz daha zor bulmuşumdur; zira soracağım soruların bir çoğunun yanıtı zaten o kitaptadır. Şöyle başlayayım en iyisi, şu sıralar seni en çok meşgul eden, kafanda en çok dönüp dolaşanlar neler? Neleri düşünüyorsun, dert ediyorsun kısaca?Hepimize ne oluyor sorusunu cevaplamaya çalışıyorum son iki yıldır. Günlük politikanın “çıldırtıcı gürültüsüne” mesafe alınca dert ettiğim şey şu olmaya başladı: 21. yüzyılda insana ne oluyor? Türkiye’nin son yirmi yıldır yaşadığı ve “Uzaylılar acaba ne zaman delireceğiz diye deney yapıyor” hissi yaratan politik ve toplumsal meseleler artık dünyanın da meselesi oldu.Artık Hindistan’dan Amerika’ya kadar herkes bu uzaylı esprisini anlıyor mesela! Türkiye’de erken başlayan ama şimdi bütün dünyayı içine alan bir çözülme hali. Sadece politik kurumların değil, temel ahlaki değerlerin de saldırı altında olduğu bir dönüşüm bu. İnsan da zamanın ruhuna bir karşılık veriyor.Kitaptaki ‘Gürültüde’ ana başlığı altında toplanan seri, bu soruya bakıyor. Güncel bir örnekle söyleyecek olursam, Boğaziçili öğrenciler rektör yardımcısının karşısına geçip “Utanmıyor musun?” diyor. Utanmazlığın gururla kullanılan bir politik araca dönüştüğü bu yeni dünyada, başkaları adına utanan bizler nasıl bir değişimden geçiyoruz, soru bu. Derdim bu.‘İKTİDARIN DRAMASI DÜŞÜK, HİKÂYESİ BAYAĞI!’- Ömrümüz hakikaten de ‘Bu da geçer’ demekle geçmedi mi? Geçecek mi sahi tüm bunlar?Elbette geçecek. Ama içinden geçtiğimiz dönemin bizden istediği tam itaat talebine biz nasıl direneceğiz, bizim meselemiz bu. Meselâ şimdi bu pandemi meselesi. Bu pandemiye kadar kaçımız İspanyol gribinin 2. Dünya Savaşı’nın öldürdüğünün iki katı insanı yok ettiğini biliyorduk? Demek ki o bile unutulmuş.Draması eksik felaketler çabuk unutulur. Bu iktidarın da draması düşük, hikayesi bayağı. Dolayısıyla unutulacak. Ama şu da var: 12 Eylül öncesi “faşist” olduğu bilinen kaç kişi Türkiye’de demokrat kılığıyla göklere çıkarıldı? Sivas Katliam’ından sorumlu olmalarına rağmen kaç insan bu ülkede ferah feza politika yaptı?Bu soruların cevabını en duyarlı olanlarımız bile şıp diye veremez. Biz bu dönem geçsin istiyoruz bir yandan, ama bir yandan da unutulmasın istiyoruz./Archive/2021/3/3/161051133-ic2.jpg‘YOKMUŞUZ GİBİ HİSSEDİYORUZ!’- Kitabın giriş bölümündeki Okura Mektup’ta “Sadece birbirimizin sebebi değil, aynı zamanda birbirimizin kanıtıyız” diyorsun okurlarına... Bunun biraz açmak ister misin?Kanıtıyız çünkü bizim gibi insanların yok sayıldığı, vatandaş hatta insan yerine konmadığı bir dönemden geçiyoruz. Boğaziçili genç arkadaşlar “Dinlenmediğimi hissediyorum, ülkem adına utanıyorum” diye videolar çekiyorlar. Hepimiz öyle, yokmuşuz gibi hissediyoruz.2007’de AKP ikinci kez iktidara geldiği gece “Biz artık bu ülkenin garnitürüyüz” diye yazmıştım çünkü Erdoğan zafer konuşmasında “Bize oy vermeyenler DE bu ülkenin renkleridir” demişti.O zaman iktidardan hala demokrasi bekleyenler kızmışlardı o yazı için bana. Ama şimdi görüyoruz ki biz bu ülkenin garnitürü bile değiliz. Yokuz biz. Böyle bir dönemde bizim birbirimizden başka kanıtımız yok. Dayanağımız da yok. Birbirimize iyi bakmalı, birbirimizi çarçur etmemeliyiz.‘AHLAKIMIZI VE POLİTİKAMIZI ARA SIRA YOKLAMALIYIZ!’- Pandemi sonrası yazdığın yazılardan birinde “Görünüşe bakılırsa insanlık tarihi bütün sürprizleri biriktirip bizim kuşağa sakladı” diyorsun. gerçekten de dibi gördük mü sence, bundan sonrası aydınlık mı? Yoksa aksine daha mı kötüsü gelecek, kötü sürprizler devam mı edecek?Politika doğanın yasalarına göre işlemez. Orada yerçekimi olmadığı gibi dip diye bir şey de yoktur. İngilizce yazdığım How To Lose A Country kitabında otoriter rejimlerin insanlarda “Dibi görünce yukarı zıplarız” yanılgısı yarattığını ve bunun bir politik pasifliği beslediğini yazmıştım. Hala da var bu dip beklentisi. Yok öyle bir dip. Ama biz toprağa ya da tohuma değil, tohumu atan elimize inanacağız.‘HAPİSTEKİ ARKADAŞLARI DÜŞÜNÜYORUM EN ÇOK’- Asıl mesele tüm bunlara karşı bakış açımızı nasıl güncelleyeceğimiz ve kendi duruşumuzu nasıl bozmayacağımız galiba, ne dersin?Elbette. Ama aynı zamanda kendi ahlakımızı ve politikamızı da ara sıra yoklamak gerekiyor. İnsana inancımız tam mı? En önemli soru bu. Çünkü en sıkı muhaliflerin bile zor dayanabileceği bir sosyal ve kültürel dönüşüm geçiriyoruz.Durmadan ve sonsuz kere insanoğlunun en kötü örneklerini görmek, sürekli olarak en pespaye insan örneklerine zorla maruz bırakılmak hepimizin insana olan inancını sarstı. Türkiye ana akım televizyonlarını iki gece üst üste izlerseniz, mesela, insanın “kurtarılmaya” değmeyecek bir varlık olduğunu düşünebilirsiniz meselâ.Bizim de insan nedir, sevilesi bir şey midir sorusuna aklı başında, ayakları yere basan ve umutlu bir cevabımız olması gerekiyor. Bu da Geçer esasen biraz da bu soruya benim yanıtım./Archive/2021/3/3/161100304-ic3.jpg- Bu kitabı okuyanlar da görecektir, çok yer gezdin, gördün... Hala da adını söylediğinde ‘Hangi ülkedeydi orası’ dedikleri bir kentte yaşıyorsun. Bunca ‘göçebelik’ bir yandan “Bu da Geçer” duygusunu da getiriyor olmalı elbette ama senden neler alıp götürdü dersin, ya da tam tersi neler kattı sana?Annem hep şaka yollu söyler, “Biz senin göbek bağını taşınırken, iki ev arasında kaybettik” diye. Duramamak belki benim kaderimdir ve durmadan ev kurmaya çalışmak.Muhtemelen ben ölünce yazdıklarım ikinci bir bakışa değer görülürse bir edebiyat doktora öğrencisi külliyatımdaki ev-yol meselesi üzerine güzel bir makale yazar? Ben artık benden ibaretim.Bu kayıp mıdır kazanç mıdır, uzun konu. Ama yazarlık hiç kimse olmanın evidir. O bakımdan kendi evimdeyim belki de.- Neyi özledin peki en çok, buralarda ya da başka yerlerde, nedir burnunda tüten?Lüfer! Lüfer İstanbul’un ve belli bir an’ın balığı. O an’ı özledim. Ve o anda Türkçe konuşarak rakı içmeyi.- Pandemiyle aran nasıl, sosyal mesafeyle, dokunamamakla, sarılamamakla?Başlangıçta “Bu tam bana göre” diye düşünüyordum, yalnızlar zaten böyle yaşıyor çünkü. Yazarlar ve yalnızlar. Ama sonra bir ara ağaca filan sarılasım geldi. En çok da hapishanedeki arkadaşları düşünüyorum. Osman Kavala’yı mesela. İnsan sarılmadan kaç yıl geçirebilir? Ayşe Buğra’ya sarılmasını diliyorum en kısa zamanda.- Yeni neler var tezgahta, okurların ne zaman yeni kitabını okuyacak ve ne okuyacak?İngilizce bir kitap yazdım, Mayıs’ta İngilizce sonra İspanyolca, Almanca, İtalyanca, Fransızca yayınlanacak. Türkçede de olacak bu sefer. Adı “Hep Beraber: Daha İyi Bir Şimdi İçin On Seçenek”. İnsanlık onuru nedir sorusu üzerine yazmaya başladığım bir kitap. 21. Yüzyılda onur kavramını politikaya nasıl tercüme edebiliriz. Çünkü toplumsal sınıfların daha iyi bir dünya kurması için etrafında birleşebilecekleri belki de tek sözcük bu. En kudretli sözcük bana sorarsan.Bu da Geçer / Ece Temelkuran / Everest Yayınları / 174 s. / 2021. Emrah Kolukısa

Talat Parman’dan‘Freud’un Makara Oyunu’

Talat Parman’dan ‘Freud’un Makara Oyunu’ Talat Parman, Freud’un Makara Oyunu - Haz İlkesinin Ötesinde Metninin Çağrıştırdıkları’nda (Yapı Kredi Yayınları) nasıl bir yöntemle ilerlediğini şöyle anlatıyor: “Bu kitapta kuramsal önermeleri tartışmak yerine 'Haz İlkesinin Ötesinde'yi Freud’un özel yaşamıyla koşutluklar kurarak okumayı ve yorumlamayı yeğledim. Böylece o’nun bir kuramcı, bir klinisyen ve bir bilimin kurucusu olmasının ötesinde aynı zamanda bir eş, bir baba ve bir dede kısaca bir insan olduğunu da vurgulamak istedim”. /Archive/2021/3/3/155935345-kapakic.jpgKüçük Ernst’in bir buçuk yaşındayken ip sarılı bir makarayla oynadığı oyun onu psikanaliz tarihinin en ünlü çocuğu yapacaktı, zira onu izleyen dedesi Sigmund Freud oyunu anlamlandırmakta ve yineleme zorlantısı, ölüm dürtüsü gibi kavramları psikanaliz kuramına katmakta gecikmeyecekti.Yüz yıl önce yayımlanan ve kısmen bu çocuk oyununun esinlettiği “Haz İlkesinin Ötesinde” Freud’un en kişisel metnidir de. Yazılış süreci Freud açısından, kızının ani ölümü başta olmak üzere kayıplarla dolu, kendi kanser olma ihtimalinin gündeme geldiği bir dönemdir. Belki de Freud bu metni yazarken kendi makara oyununu kurmuştur.Talat Parman, Freud’un Makara Oyunu - Haz İlkesinin Ötesinde Metninin Çağrıştırdıkları’nda (Yapı Kredi Yayınları) nasıl bir yöntemle ilerlediğini şöyle anlatıyor:“Bu kitapta kuramsal önermeleri tartışmak yerine 'Haz İlkesinin Ötesinde'yi Freud’un özel yaşamıyla koşutluklar kurarak okumayı ve yorumlamayı yeğledim. Böylece o’nun bir kuramcı, bir klinisyen ve bir bilimin kurucusu olmasının ötesinde aynı zamanda bir eş, bir baba ve bir dede kısaca bir insan olduğunu da vurgulamak istedim”. Cumhuriyet Kitap Eki

Bugünden geleceğe bir belge!

Bugünden geleceğe bir belge! Aydın Cıngı, Siyasal İslamın Cumhuriyet ile Kavgası isimli kitabı; bir tür tarih kitabı; bugünden geleceğe bırakılan ve ileride hepimize bu karanlık yıllarda nelerin yaşandığını anımsatacak bir belge. Cıngı kitabında; siyasal İslamın Türkiye’ye yönelik iddiasını, AKP’nin kimliğinde somut biçimde ortaya koyduğu 12 Eylül 2010 Referandumu’ndan 2020 sonlarına değin geçen süreyi, üç ana bölümde inceliyor. /Archive/2021/3/3/155419238-ic.jpgCUMHURİYET’İ TAHRİP SÜRECİ!Aydın Cıngı’nın, Siyasal İslamın Cumhuriyet ile Kavgası isimli incelemesinin ilk bölümü, 12 Eylül 2010 Referandumu ile 17-25 Aralık 2013 “Yolsuzluk Haftası” arasını ele alıyor. Bu dönemde AKP, Gülen Cemaati’nin iş birliğiyle yargıyı ele geçirerek -başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere- tüm Cumhuriyet kurumlarının yıpratıp hizaya sokuyor veya onları olabildiğince yok ediyor. Özetle bu dönem, “Cumhuriyet’i ele geçirip onu tahribe başlama” süreci.İkinci bölümde, Aralık 2013 ile 2017 “şaibeli” Anayasa Referandumu arası dönem ele alınmış. AKP, Cemaat ile 17-25 Aralık’ta yolları ayırdıktan, hele 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişiminden bir tür sivil darbe ürettikten sonra Gülenciler’den başka -hatta onlardan çok- aydınlar, solcular, HDP vb muhalif grupları baskı altına alıyor.MUHALEFETİ TASFİYE VE OTORİTERLEŞME!Bu arada yolsuzluklar alenileşiyor; PKK ve IŞİD terörü azdırılıp bütün baskılara ve yanlış uygulamalara kılıf olarak sınırların dışında serüven aranıyor. Özetle, bu dönem “Muhalefeti kısmen tasfiye ve otoriterleşme” süreci.Üçüncü bölüm olarak gözden geçirilen, “Mühürsüz oyların geçerli sayıldığı” 16 Nisan 2017 Referandumu ile günümüz arası dönemde ise, topluma baskı adım adım artırılıp otoriterleşilerek bugünün “tek adam” rejimine ulaşılıyor. Tüm Cumhuriyet kurumları ve ekonomi yerle bir ediliyor.Özetle, bu dönem ise, halen sürüp giden “Saray Rejimi’nin yerleştirilme” ve iktidardan düşme korkusu arttıkça tüm muhalif seslerin bastırılma süreci.Bu üç esas dönem arasında ara dönem ve süreçler de var. Onlar da on yıllık sürenin tümü yıllara göre gözden geçirildiğinde saptanıyor.GELECEĞE BİR BELGEYazar kıvrak bir üsluba sahip; sıklıkla mizahi öğeler kullanarak bilgiyi güler yüzle sunuyor. Konular, genel olarak güncel gelişmelerle ilgilenen tüm okurların rahatlıkla kavrayabileceği bir anlatımla aktarılıyor. Aradaki bazı kuramsal irdelemeler de okuru yormadan öğretici olmayı amaçlıyor.Aslında “Siyasal İslamın Cumhuriyet ile Kavgası”, bir tür tarih kitabı; bugünden geleceğe bırakılan ve ileride hepimize bu karanlık yıllarda nelerin yaşandığını anımsatacak bir belge.Ne var ki, yaşanmakta olan ve henüz sonu gelmemiş bir sürece ilişkin kesin hükümlere varmak, bir yandan tanığı olunan söz konusu sürecin tarihini yazmak zor bir uğraştır. Aydın Cıngı’nın çabası, bu zorluğu başarıyla göğüslemiş olması bakımından takdire değer.Siyasal İslamın Cumhuriyet ile Kavgası (2010-2020) / Aydın Cıngı / Tekin Yayınevi / 336 s. / 2020. Ercan Karakaş

Haftanın güncelçocuk kitapları.... Emek Yurdakul'un yazısı...

Haftanın güncel çocuk kitapları.... Emek Yurdakul'un yazısı... Güncel çocuk kitaplarında bu hafta dört yeni kitapla karşınızdayız: Şaşırmaya Hazır mısınız? (Ferit Avcı), Karga ve Ceviz Ağacı (Songül Bozacı), Ayı Saate Karşı (Jean-Luc Fromenta), Unutkan Dede’nin Maceraları (Gülay Pamuk). /Archive/2021/3/3/155300177-ic1.jpgŞaşırmaya Hazır mısınız? / Ferit Avcı / Smirna Yay. / 104 s. / 10+ / 2020.Açelya’dan Ziya’ya, dünyanın bütün çocuklarına ithaf ettiği bu yapıtında Ferit Avcı, güçlü bellekleri sayesinde öğrendikleri sözcükleri sürekli taklit eden papağanlarla açtığı pencereyi, dört yüz türü olduğunu belirttiği can dostlarımız köpeklerle kapatıyor. En yükseğe çıkandan en hızlıya, en derine inenden en uzun yaşayana, cama tırmanandan suda yürüyene, yukarıdan bakandan uçamayan kuşa, unutamadığımız kitaplardan bitmeyen kum yığınlarına... ilgimizi çekebilecek, hepimizi şaşırtacak yüzlerce varlığı, eylemi, yapıtı gerek yalın anlatımı gerekse başarılı resimleriyle ilgimize sunuyor. Sanırım ilginizi çekecek çok şey vardır./Archive/2021/3/3/155215474-ic2.jpgKarga ve Ceviz Ağacı / Songül Bozacı / Resimleyen: Rukiye Ulusan / Abm Yay. / 31 s. / 4+ / 2020.Karga ve sürüsüyle bahçe bahçe gezip ağacımızı bizim gibi sevecek bir insan arıyoruz Songül Bozacı’nın hikâyesinde. Neden evsiz kargamız ve sürüsü? Yaşadıkları bahçenin sahibi cimri mi cimri cevizlerini paylaşmakta da ondan. Kendi ağaçlarını dikmeye karar veren karga sürüsü de bahçe bahçe dolaşıp hayvanlara, ağaçlara ve insanlara dost birini arıyorlar. Sonrası mı? Sonrası pek keyifli akıyor, sonunda kendi ceviz ağacınızı dikmekte size eşlik ediyor, ceviz kabuğundan “kastanyet” yapmayı da anlatıyor. Bozacı ve Ulusan’a okuma keyfimize keyif kattıkları için de teşekkürler…/Archive/2021/3/3/155157333-ic3.jpgAyı Saate Karşı / Jean-Luc Fromental / Resimleyen: Joelle Jolivet / Çev.: Ece Erbay Nahum / Redhouse Kidz / 48 s. / 7+ / 2021.Ayı’nın başı zamanla büyük dertte! Ne kahvaltıya yetişebiliyor ne okula. Tamam, bitmek bilmeyen bir uykusu var ama asıl sorunu saati bilmemek. Aç kalıp pastanede hırsızlık da yapınca, onu karakoldan çıkaran ailesi işi çözmeye karar veriyor. Saati öğrenince hep tam vaktinde gitmesi gereken yerde oluyor ama bir sürü de boş zamanı kalıyor. Gönüllü itfaiyecilik, su balesi, pizza dağıtımı... koşturmaya başlıyor. Sonunda Tükenmiş Ayı Sendromuna yakalanıyor. Doktor inzivaya gönderiyor yorgun Ayı’yı. Zaman su gibi akıyor, Ayı kalbini dinlemeye vakit bulabiliyor… Günümüzde uydurulmuş yaşama biçimlerine yetişebilmek için çırpınan insanın başına gelenlere, kuşbakışı anlatımla güldürüyor Ayı’nın macerası. Çevirisi için Ece Erbay Nahum’un diline sağlık./Archive/2021/3/3/155134255-ic4.jpgUnutkan Dede’nin Maceraları / Gülay Pamuk / Resimleyen: Hasan Karaca / Yakın Yay. / 32 s. / 7+ / 2020.Unutkan Dede neleri unutuyor bir bilseniz… Tüm maceraların da başından geçmesine bu sebep oluyor. Örneğin mesleği ne acaba, hiç hatırlamıyor. Şarkı söylediğinde kulaklarımızı tıkadık, anladık ki şarkıcı değil; ilaç olarak verdiği tariflerden anladık ki eczacı da değil; yazdığı reçeteler derman olmadığına göre doktor hiç değil… Bir gün hatırlarsa biz de öğreniriz belki. Evinin yerini de unuttuğu oluyor, kaç yıllık komşusu Titiz Teyze’yi de, yaşını da… Bunca unutkanlıktan ötürü kafası da bir hayli karışık. Ama tatlı mı tatlı komik mi komik bir dede bizim Unutkan. Okurken de bizi çok güldürdü. Kalemi de akıcı olan Gülay Pamuk, iyi ki tanıştırdı bizi Unutkan Dede’yle. Emek Yurdakul / Cumhuriyet Kitap Eki

Öyküoyun el ele... Y. Bekir Yurdakul'un söyleşisi...

Öykü oyun el ele... Y. Bekir Yurdakul'un söyleşisi... Renkgiller’in kapısı, siz çalmadan açılıyor. Yola mı düşersiniz, doğanın koynunda bir kamp mı olur, belki de oyunlarda yitip gidersiniz. Gönlünüz ne isterse... Veriliye, dayatılana, alışılmışa bir türlü içi ısınmayan Defne Ongun Müminoğlu; Renkgiller dizi öykülerinde doğayı ve hayatı bütünlüklü ve tutarlı bir kavrayış sergiliyor. /Archive/2021/3/3/151837960-ic1.jpgNüfusun hızla kentlere akışı, “dışarı”nın gün günden güvensiz oluşuna teknolojik gelişmelerin hepimizi tutsak ettiği durağan ve hareketsiz yaşamın eklenmesiyle sokakları bizim bildiğimiz oyunların da görece uzağına düştük. Açık havada buluşmalarımız bir kısıtlılığa sürüklenirken ortaya çıkan salgın, bu kez ev hapislerini getirdi.İşte Renkgiller; birbirimizden uzak düşmelerimizle baş etmenin bir yolu olarak öykülerle, kitaplarla, sanatla daha sıkı dostluklar kurmaya; çocukluğumuzu varsıllaştıran oyunlarla yeniden buluşmaya, doğanın yüreğinden sesler duymaya çağırıyor.Renkgiller’i, Defne Ongun Müminoğlu’yla konuştuk.RENKLER RUHA İYİ GELİYOR- Renkgiller ailesinin ve dizinin ortaya çıkış öyküsü nedir?Renkleri çok seviyorum. Renklerin insan ruhuna iyi geldiğini, ortamı ısıttığını veya yeri geldiğinde ferahlattığını, duygularımızı etkilediğini düşünüyorum. Bu işin bir tarafı?Diğer tarafı da içimdeki hep sıra dışı olma çabasındaki Defne. Kendimi sık sık toplumun “normal” olarak gördüklerini sorgularken buluyorum.Kızların mutlaka pembe sevmesi, oğlanlarınsa maviyle temsil edilmesi; çocuklardan mutlaka cıvıl cıvıl, hareketli ve sosyal olmalarının beklenmesi; biraz derin düşünene, “Amma da düşünüyorsun!” denilmesi… Size sayabileceğim öyle çok örnek var ki. Toplumca “normal” kabul edilenin azıcık dışında olunduğundaki garipsenme hâli…Bu nedenden istedim ki yeni ailem sıra dışı olsun. Kendileri, evleri, tüylü dostları, yaşam şekilleri… “Aaaa öyle de olur mu?!” dedirtsin azıcık. Ben de kendi köşemden keyifle bu itiraz ve şaşkınlıkları izleyeyim. Eskiden televizyondaki “Değerli” isimli köpeğin yaramazlık yapıp sonra köşede kıs kıs güldüğü gibi?- Çocukluğunuzda adı geçen oyunlar hayatınızda ne oranda yer aldı?Çoğunu ben de oynadım. Bezirgânbaşı, seksek, lastik, yılan… Ama oynamadıklarım da vardı. Harika bir 70 yaş üzeri danışma grubum var. Bilmediklerimi de onlardan öğrendim?/Archive/2021/3/3/151845522-ic2.jpgÇİZİMLER: MERVE ERGENOĞLU- Gerek doğayla ilişkilerimiz, kamp yapma, geziler gerekse ülkemizi gezme, tanıma bağlamında sizin şansınız ne oldu?Çocukluğum Mersin’de geçti. Her yaz okul sonrası Silifke yakınlarındaki kamping alanına giderdik. Bölgedeki pek çok aile de ister çadırları ister karavanlarıyla buraya gelirlerdi. Bunun dışında yurtdışından veya ülkenin farklı yerlerinden gelenler olurdu. Kamping alanı biber ağaçlarının dallarının yerlere kadar uzandığı, yemyeşil ve aynı zamanda da kayalık, tertemiz denizi bulunan bir yerdi.Tüm gün deniz kenarında ahtapotların, deniz kabuklularının peşinde olurduk. Kendi kendimize oyunlar yaratır, gizli geçitler bulur, sular çekilince kayalıkların üzerinde dolaşır girintilerdeki deniz canlılarını görmeye çalışırdık.Geceleri ise sahilde kumlara uzanır, dalgaların kayalara vuruş sesi eşliğinde Samanyolu’nu seyrederdik.Unutulmaz günlerdi benim için. O nedenle her çocuğun bir şekilde doğada vakit geçirmesini çok önemsiyorum. Şehirdeki vızıltıları bir tarafa bırakıp doğayla bütünleşmek, tanışmak, keşfetmek belki de en önemli hayat dersi.Seyahat konusuna gelirsek, burcumun üzerimde etkisi olduğuna inanıyorum?? Yay burçluların en birincil özelliği özgürlüklerine düşkün birer gezgin olmaları?Şaka bir yana, eskiden çalıştığım ajanstaki müdürüm benim seyahat merakıma çok gülerdi. O seneki izinlerimi bitirip bir sonraki seneye “mahsuben” izin alan tek elemandım sanırım?Ülkemizi de yabancı ülkeleri de gezmeyi, tanımayı, yerel halka sohbet etmeyi, turistin gitmediği yerlere de gidebilmeyi çok ama çok seviyorum.Özellikle küçük şehirler, kasaba ve köyler beni çok etkiliyor. İnsanları daha samimi, konuştuğunuz daha insan kokan konular. Hoşuma gidiyor gerçekten.Tüm bunların harmanlanmasıyla Renkgiller serisi oluşmuş olabilir.- Bu yaşantılardan uzak düşmek nasıl bir sonuç doğuruyor çocuklarımız için?Bence onları derinden etkiliyor. Çünkü insan yapısı doğada olmayı istiyor, arkadaşlıkları, olumlu iletişimi istiyor. Pandemi döneminde mecburen yalnızlaştık. Çocuklar arkadaşlarından ve sosyal ortamdan koptular. Oysa onları besleyen pek çok unsur evlerinin dışındaydı. Parka gitmek, oyun oynamak, oynarken öğrenmek, kedi köpek görmek, onları şöyle bir sevmek, yeni arkadaşlar edinmek, aile büyüklerini ziyaret etmek, okul tatilinde şehir dışında farklı bir yere gitmek, keşfetmek, keşfederek yaşamak ve öğrenmek…Şu dönem bu konuda elimiz kolumuz bağlı ama yapabileceklerimiz de var. Çocuklarımızın günlerini olabildiğince renklendirmemiz önemli diye düşünüyorum. Bu tabii çalışan anne-babalar için de zorlayıcı. Çünkü aslında bizler de adapte olmaya çalışıyoruz. Üstelik bizler belki daha da zorlanıyoruz. Bir yandan işimizi yürütmeye çalışıyoruz, diğer yandan moralimizi yüksek tutup çocuklarımızın da manevi açlıklarını doyurmaya gayret ediyoruz. Ancak ortamı beslemede ve çocuklarımızın çocukluklarını yaşayabilmeleri için bize çok iş düşüyor. Bunu göz ardı etmemeliyiz diye düşünüyorum. /Archive/2021/3/3/151853663-ic3.jpg- Yalnızca Oyun izleği değil, Yolculuk ve Kamp izleklerini de oyunlarla ustaca harmanlamışsınız. Sosyal ortamlarda oyunlar neden bunca önemli? Çocukların arkadaşlarıyla dışarıda (sokakta, bahçede, kırda) oynamaktan uzak kalmaları ne kaybettiriyor onlara?Oyun oynamak öğrenmenin ilk adımı bence. Bebeğimizle kurduğumuz tahta küpleri üst üste dizme oyunu aslında bir öğrenme (ve fiziksel gelişim) oyunu. Veya ailece bir kutu oyunu oynadığımızda seçtiğimiz oyunun içeriğine bağlı olarak pek çok şey öğreniyoruz. Bununla birlikte sosyalleşiyoruz. Birlikte oynadığımız kişi ve kişilerle olan bağımız artıyor. Birlikte gülüp heyecanlanıyoruz. Yeri geliyor seçtiğimiz oyun, takım çalışması ve planlama gerektiriyor. Kimi zaman kazanıyor, başka zaman kaybediyoruz. Bazen aldığımız yanlış kararlara kızıyor, bazen de akılcı adımlarımızla gurur duyuyoruz.Bu saydıklarımın hepsine dönüp baktığınızda yaşamdan kesitler sunuyor aslında.- Üç kitabınızda da alanın/ konunun ilgililerine danışma yolunu seçtiğinizi teşekkür notlarınızdan da anlıyoruz. Bu yaklaşımın öykülerinize kattıklarından söz edelim mi?Memnuniyetle? Doğru kaynaktan gelen bilgiye değer veriyorum. Her mesleğin de incelikleri olduğuna inanıyorum. Ülkemizde maalesef herkes her işi yaparım diye ortaya çıkıyor. Bu yaklaşımın kabul görmesini garipsiyorum.Çocuklara aktardığım bilgilerin doğru kaynaklardan teyit edilmiş olmasını gerçekten önemsiyorum. Tüm serilerim için bu böyle. Burcu ve Berk ile serimizde konu başlıklarına göre birbirinden değerli uzmanlarla çalıştık. Çılgın Sörfçüler serisinde rüzgâr sörfüne senelerini vermiş sporcular ve eğitmenlerle çalıştım.Renkgiller’de de aynı yaklaşımla, konu kampsa, farklı ortamlarda farklı şekillerde hayatlarına kampçılık girmiş kişi ve kurumlarla görüşerek hikâyemin içerisindeki bilgi akışını destekledim.Bunun en öncelikli sebebi, öykülerimde çocuklara bilgi de akıtabilme arzusu. Ufak ufak, hikâyeyle harmanlanmış şekilde. Çünkü pek çok durum ve ortam çocuklar için yeni. Kitaplarımız ülkemizin her yerine gidiyor. Birbirinden çok farklı kültür seviyesinde çocuğa ulaşıyor. Ben de istiyorum ki bu kitaplar başkalarının onlara gösteremeyeceğini aktarsın. Örneğin kampa hiç gitmemiş bir çocuk bu kitabı okuduğunda gözünde canlansın, heyecanla kendi de kamp yapmak istesin.Veya Türkiye’yi Renk Rock grubuyla gezerken, “Aaa dünyanın ilk güzellik yarışması Kaz Dağları’nda yapılmış!” diye şaşırsın.Bu ilginç bilgileri ancak o konunun uzmanından alabilirsiniz. O nedenle farklı kişilerden bilgi akışı olmasını çok önemsiyorum.- Resimleme sürecinde sevgili Merve Ergenoğlu’yla çalışmanızdan da söz etseniz...Sevgili Merve bence harika bir iş çıkardı. Onun çizim tarzına, renkli kesitler sunmasına, yarattığı karakterlere bayılıyorum. Henüz dijital çizime geçmediği dönemde sosyal medyada dikkatimi çekti. “Ben artık dijital de çiziyorum,” dediği noktada Renkgiller’i ona emanet ettik. O da karakterleri ve onların yaşam tarzını çok benimsedi. Hikâyeleri içselleştirdi. Hâl böyle olunca kendisinden de pek çok yaratıcı öneriler, çözümler geldi. Bu beni çok mutlu etti. Birlikte bu renkli ve sıra dışı aileyi hayata kavuşturduk âdeta. /Archive/2021/3/3/151902475-kapakic4.jpg- Doğayı paylaşmamız gereken canlıların ayrımsız hepsine eşit yakınlıkta bir tutum sergiliyorsunuz. Birlikte yaşama, birbirimizi anlama kültürü edinmeye ve tutarlı davranmaya çağrı diye de algılıyorum bu yaklaşımınızı; ne dersiniz?Kesinlikle! Benden daha iyi analiz etmişsiniz bu durumu? Doğa ve doğadaki canlılara çok hoyratça davrandığımızı düşünüyorum. İnsan, davranışlarına baktığınızda oldukça vahşi bir varlık. Girdiği ortamlara zarar veriyor. Doğayı yok ediyor, sırf korktuğu için hayvanları öldürmek istiyor… Nihayetinde çevreye verdiği zarardan herkes olumsuz yönde etkileniyor.Çocukluğum türlü tüylü dostla geçti. Pek çok köpeğimiz oldu. Babam onları çok güzel eğitirdi. Dedem kangal, kurt gibi büyük köpekler beslerdi. Sürekli kedilerim oldu ve bu da yetmezmiş gibi sokak kedilerine bakardım. İlkokula yürürken tekir bir sokak kedisi yolun yarısına kadar bana eşlik ederdi. Tam o noktada da bir kurt köpeğinin evi vardı. Andy herkese havlardı çünkü çocuklar onu korkutur, kızdırırdı. Bense Andy için cebimde kurabiye taşırdım. Evinin bahçesindeki parmaklıklardan uzanan elimden kibarca kurabiyeyi alır, onu uzun uzun sevmeme izin verirdi. Ben de etraftaki büyüklerin, “Aman kızım o çok vahşi. Dikkat et!” demesine hiç aldırış etmezdim.Muhabbet kuşlarım, civcivlerim, tavşanım da oldu. Akrep yakalamayı, örümceği öldürmeden yakalayıp bahçeye atmayı da çocukken öğrendim.Şimdi de evde istenmeyen varlıkları bana bildirirler? Görevim, zarar vermeden onları dışarı çıkarmak.Bu nedenle kitaplarımda mutlaka farklı canlılar olsun ve kabul görsün istiyorum. Onların da bizler kadar yaşam hakkı var.- Sanırım merak duygusu, keşfetmek/ fark etmekten duyulan haz/sevinç yalnızca çocuklukla sınırlı kalmamalı; bu özeliklerimizi yaşam boyu taşımalıyız, değil mi?Keşke? Ama evet. Öyle olmalı. İnsan bir noktada kısır döngüye kapılıyor sanıyorum. O zaman da esas olması gerekenleri, aslında hayatın özü olan keşfetme isteğini yitiriyoruz. Soru sorulmasını bile sorgulama olarak algılayan bir kültürüz. Karşısındakinin sorularını cevaplayamadığı için ezilen, bunu da kızgınlıkla gösteren kişiler çok. Veya çocuğunun meraklı hâllerinden bıkan, “Böyle saçma soru mu olurmuş?!” diye onu susturarak kendince işi çözdüğünü sananlar çoğunlukta. Cevabını bilmediği bir soruyla karşılaşınca öğrenmek için bir vesile çıkmasından ötürü sevinen kaç kişi vardır etrafımızda?- Şunu da sormadan edemeyeceğim: Kitapların hazırlık süreçlerinde epeyce eğlenmiş olmalısınız... ne dersiniz?Hem de nasıl! Özellikle oyunları planlarken tabii ki hepsini hatırlamam ve denemem gerekti. Çok zor günler geçirdim??- Çok teşekkür ederim.- Bu birbirinden güzel sorular için ben teşekkür ederim. Karşılıklı keyifli bir kahve sohbeti tadındaydılar.Renkgiller (Yollarda / Oyun Peşinde / Kampta) / Defne Ongun Müminoğlu, Merve Ergenoğlu / Artemis Yayınları / 60 / 64 / 56 s. / 4+ / 2021. Y. Bekir Yurdakul / Cumhuriyet Kitap Eki

Toyota yeşil teknolojiler için 500 milyar yenlik tahvil ihraçedecek

Toyota yeşil teknolojiler için 500 milyar yenlik tahvil ihraç edecek Japon üretici Toyota'nın, güvenlik ve yeşil teknolojilerin geliştirilmesi için toplamda 500 milyar yen (4,7 milyar dolar) değerinde şirket tahvili ihraç edeceği bildirildi. Toyota'dan yapılan açıklamaya göre firma, Birleşmiş Milletler (BM) Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDG) projelerine katkı sunmak için kaynak toplanmasını hedefliyor.Japon üretici, güvenlik ve yeşil teknolojilerin geliştirilmesi için toplamda 500 milyar yen (4,7 milyar dolar) değerinde şirket tahvili ihraç edecek.Bu kapsamda bireysel yatırımcılara yönelik yıllık Japon yenine bağlı 100 milyar değerinde (935 milyon dolar) şirket tahvili 5 yıl süreli ihraç edilecek.Ülkenin Fuji dağı eteklerinde inşası süren, mobilitenin geliştirilmesine öncülük yapacak yüksek teknolojiye sahip "Woven City" şehri yatırımı için fon ayrılacak.Öte yandan araçların karbondioksit salınımlarının düşürülerek, elektrifikasyonlarının geliştirilmesine yönelik projeler de hızlandırılacak.Doğanın korunması ve trafik kazalarının azaltılması için Toyota, kurumsal yatırımcılara yönelik Japon yeni ve dövize bağlı en fazla 10 yıl süreli toplamda 400 milyar yen (3,75 milyar dolar) tahvil ihraç edilecek. AA

Yeni Zelanda'da 3 köpek balığıtürünün "karanlıkta parlama"özelliğine sahip olduğu keşfedildi

Yeni Zelanda'da 3 köpek balığı türünün "karanlıkta parlama" özelliğine sahip olduğu keşfedildi Yeni Zelanda kıyılarında araştırma yapan bir grup bilim insanı, 3 köpek balığı türünün "karanlıkta parlama" özelliğine sahip olduğunu keşfetti. Guardian'ın haberine göre, Belçika’daki Catholilique de Louvaim Üniversitesi ve Yeni Zelanda’daki Ulusal Atmosfer ve Su Enstitüsünden (NIWA) bilim insanları, Yeni Zelanda kıyılarında köpek balıklarıyla ilgili bir çalışma yürüttü.Yeni Zelanda'nın doğu kıyısındaki Chatham Rise'da 2020'de yapılan araştırmada, bilim insanlarınca daha önce bilinen 3 tür köpek balığında, biyolüminesans (canlıların ışık üretmesi ve saçması) özelliği tespit edildi.Araştırmayla 180 santimetreye kadar büyüyebilen küt burunlu köpek balığı (Kitefin) cinsi, "bilinen en parlak omurgalı" oldu.Araştırmacılar, "ışıklı dev köpek balığı" şeklinde nitelendirilen türün tehditlerden korunmak için ışık saçma özelliğine sahip olabileceğini belirtti. AA

Microsoft,Çin'i "ABD'deki kurumların elektronik postalarına siber saldırıdüzenlemekle" suçladı

Microsoft, Çin'i "ABD'deki kurumların elektronik postalarına siber saldırı düzenlemekle" suçladı Amerikan teknoloji şirketi Microsoft, Çin'i ABD'deki çok sayıda kurum, kuruluş ve şirketin elektronik postalarına siber saldırı düzenlemekle itham etti. BBC’nin haberine göre, Microsoft, e-posta sunucularına saldıran Çinli bilgisayar korsanlarının "devlet destekli, oldukça yetenekli ve bilgili" olduğunu belirtti.Bu saldırılarda, sunucu yazılımının faklı versiyonlarında daha önce tespit edilmeyen zayıf noktaların kullanıldığını aktaran ABD teknoloji şirketi, siber saldırıyı yapan Çinli hacker grubunun adının "Hafnium" olduğunu bildirdi.Siber saldırılarda salgın hastalıklar araştırmacılarının, hukuk firmalarının, yükseköğretim kurumlarının, savunma sanayisi şirketlerinin, düşünce ve sivil toplum kuruluşlarının hedef alındığı bilgisini paylaşan Microsoft, yazılımdaki zayıflıkları gidermek için güncelleme yaptıklarını duyurdu.ÇİN'DEN MİCROSOFT'A "SORUMLULUK" ÇAĞRISIÇin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Vang Vınbin, başkent Pekin’de düzenlediği olağan basın toplantısında, Microsoft’un suçlamasına ilişkin siber saldırıların izini sürmenin teknik ve karmaşık bir konu olduğunu belirtti.Bu saldırılarla bir hükümeti doğrudan ilişkilendirmenin oldukça hassas siyasi bir mesele olduğu değerlendirmesinde bulunan Vang, "Çin, ilgili medya ve şirketlerin profesyonel ve sorumlu bir tavır benimsemesini, siber saldırıların karakterlerini temelsiz tahmin ve suçlamalar yerine yeterli kanıtlara dayanarak belirlemesini umuyor." ifadesini kullandı. AA

WhatsApp'a yeniözelliğini duyurdu

WhatsApp'a yeni özelliğini duyurdu WhatsApp, Snapchat'teki gibi gönderildikten hemen sonra 'kendi kendini imha eden fotoğraf' özelliğinin uygulamaya ekleneceğini duyurdu. Yeni gizlilik sözleşmesi sonrası birçok kullanıcısını kaybeden WhatsApp, kaybettiği kullanıcıları kazanmak için yaptığı değişikliklere devam ediyor.'Kendi kendini imha eden fotoğraf' özelliği, gönderen tarafından karşı tarafla paylaşılan görselin, bir süre sonra hem alıcı hem de gönderen kişinin ulaşamayacağı şekilde iki hesaptan da silinmesini içeriyor.İlk olarak Snapchat uygulamasında kullanılan özelliğin uygulamaya ekleneceğini duyuran WhatsApp, bu değişikliklerle 'gizlilik kuralları' konusunda mevcut hassasiyet seviyesini giderek artırmayı planlıyor. Birçok uygulama tarafından kullanılan özellik, aynı zamanda Instagram'ın mesaj kısmında da bulunuyor. cumhuriyet.com.tr

TikTok'a rakip uygulama geliyor: 'YouTube Shorts'

TikTok'a rakip uygulama geliyor: 'YouTube Shorts' YouTube, 'kısa video paylaşım özelliği' bulunan YouTube Shorts'u ABD'de kullanıma sundu. TikTok'a rakip olacağı düşünülen uygulamanın, kısa süre içerisinde küresel çapta kullanıma açılacağı tahmin ediliyor. YouTube, kısa video paylaşım özelliği bulunan yeni platformunu ABD'de kullanıma açtı. YouTube Shorts adı verilen platformun, son dönemde yükselişte olan TikTok'a rakip olacağı düşünülüyor. Özelliğin şimdilik beta test aşamasında olduğu belirtilirken, yakın zamanda dünya çapında kullanıma açılacağı tahmin ediliyor.Uygulamada, tıpkı TikTok'taki gibi, dikey olarak 1 dakikalık videolar çekilip paylaşılabiliyor.YouTube Shorts'un beta sürümünün şu anda 3.5 milyardan fazla görüntülemeye sahip olduğu belirtildi.Uygulamanın küresel çapta kullanıma ne zaman açılacağı ise henüz belli değil. cumhuriyet.com.tr

Twitter'ın Clubhouse'u: 'Spaces' Android'e geliyor

Twitter'ın Clubhouse'u: 'Spaces' Android'e geliyor Twitter'ın Clubhouse'a rakip olmayı amaçlayan hizmeti Spaces, artık sadece iOS kullanıcılarına özel değil. Twitter Spaces, Android'de de kullanılabilir hale geliyor. Twitter'ın Spaces adını verdiği ses tabanlı bir sohbet özelliğini Aralık ayında deneysel bir şekilde test etmesine sebep oldu ancak bu test sadece iOS üzerinde mevcuttu.Twitter, yaptığı duyuru ile Spaces'ı Android cihazlarına genişlettiğini duyurdu. Sesli sohbet özelliği bugün itibariyle bazı sınırlamaları olmasına rağmen Android üzerinde beta testine başlıyor.Hem Spaces'a ev sahipliği yapabildiğiniz hem de katılabildiğiniz iOS sürümünün aksine Android betası sadece herhangi bir sesli sohbet odasına katılmanıza ve konuşmanıza imkan tanıyor. Ancak Twitter yeni oda açma yeteneğinin yakında sunulacağını söylese de henüz bu imkanın ne zaman tanınacağına yönelik bir açıklama yapmadı. cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter