News - Haberler
Efsaneşarkılar gençlerin sesi oluyor!
Efsane şarkılar gençlerin sesi oluyor! Bee Gees şarkısı “Stayin Alive” İZEV’e bağışlandı. Özel gereksinimli gençler Türkçeye uyarlanan şarkı için kamera karşısına geçti. Şarkı, YouTube ve tüm dijital platformlarda yayımlanırken gençlerin hedefi müzik listelerine girebilmek! Çok fazla bir istekleri yok; toplumda yer edinebilmek, ilk olarak engelli bir birey olarak değil, yaptıkları işlerle tanımlanmak istiyorlar. İstanbul Zihinsel Engelliler İçin Eğitim ve Dayanışma Vakfı (İZEV) da 32 yıldır, özel gereksinimli gençlerin toplumda yer edinebilmesi için çalışıyor. İZEV’in desteklediği bu gençler, geçen yıllarda Fark Band diye bir grup kurarak müzik yeteneklerini gösterdiler. Efsanevi Pink Floyd grubu, kült haline gelmiş şarkısı “Another Brick in the Wall” şarkısını İZEV’e bağışlarken kurulan Fark Band grubu da bu şarkıyı “Yaşam Hakkı-Duvar” ismiyle Türkçeleştirip seslendirmişti. Şarkı YouTube’da milyonlarca kez dinlendi.Şimdi de 70’lerin efsane müzik grubu Bee Gees’in yaşayan tek üyesi Barry Gibb, o ismi duyulduğunda hemen akla gelen “Stayin Alive” şarkısını İZEV’e bağışladı. Türkçeye uyarlanan şarkı, Fark Band grubu tarafından “Yanımda ol, benimle ol” adıyla farkındalık odağında yeniden seslendirildi. Şarkı için İstanbul’un tarihi mekânlarında özel bir klip çekildi. 8 dilde altyazılı olarak işaret dili tercümesiyle yayımlanan şarkının bu özel versiyonu için Yavuz Dizdar (doktor), Özlem Gürses (gazeteci), Eda Erdem (milli voleybolcu), Pınar Altuğ (oyuncu), Murat Tarman (iş insanı), Koray Avcı (sanatçı), Birol Topuz (milli sporcu), Jason Tahincioğlu (F1 yarışçısı) Larissa ve Burak Gacamer (sosyal medya içerik üreticileri) ve Efe Tanay (blogger) gibi ünlü isimler de kamera karşısına geçti.‘EKSİK YAPRAĞI SEN TAMAMLA’ Şarkıyı ve klibi dün düzenlenen özel lansmanda izledik, Fark Band grubuyla tanışma imkânı da yakaladık. “Yaşam Hakkı-Duvar” video klibinde metafor olan duvarı yıkan özel gereksinimli gençler, çekimleri 4 ay süren devam klibinde bu kez duvarın diğer tarafına geçiyor... Şarkıda görme engelli solist Buğra Kurtuluş’a özel gereksinimli İZEV gençleri Elif Yavuz, Selva Çavuşoğlu, Okan Dinç ve Tan Aytıs eşlik ediyor. Mottoları ise: Eksik yaprağı sen tamamla!İZEV Başkanı Hakan Kural, lansmanda anlamlı bir de konuşma yaptı. Kural, “Toplumun ‘engelli’ diyerek önyargıyla yaklaştıkları özel gereksinimli gençlerin güçlü yanlarıyla müzik dünyasına adım attığı bu proje ile hem yurtiçi hem de yurtdışında yeni bir model olacağımıza inanıyoruz” diye konuştu. Başkanın konuşmasında vurguladığı belki de en önemli nokta “umut” konusundaydı. Kural, İZEV gençlerinin yaptığı bu şarkıyla birlikte kamera karşısına geçmeleri, tanınmaları, kendilerinden imza alınması gibi olayların dünya çapındaki tüm özel gereksinimli insana umut sağladığını gördüklerini dile getirdi. İZEV Başkanı, bu şarkıyı en çok dinlenen şarkıların yer aldığı listelere sokmayı hedeflediklerini ifade etti.‘ALGILARI DEĞİŞTİRDİK’ Fark Band’in solisti Buğra Kurtuluş ise “Duygularımı saklamayı becerebilen birisi değilim. Bu projede çok duygulandım. Benim bu hayatta yapmak istediğim her şey ile örtüşen bir proje oldu. Önceki dönemlerde müzik ile uğraştığımda bu kadar etkili olmuyordu. Ne yaparsak yapalım insanların zihinlerindeki algı yıkılmıyordu. Bu projeyle bu algıyı kırabileceğimize hatta değiştirdiğimize inanıyorum. Beni Engelliler Günü’nde sahneye davet ediyorlardı. Oysa ben birkaç dilde şarkı söyleyebilen bir yorumcuyum. Bu projeyle beni anlayan insanlarla birlikte olmanın mutluluğu bambaşka” dedi. Orhun AtmışFransa'da 'İslamcı-solculuk' tartışmaları: Radikalİslam ve siyasalİslam eleştirisi, sol muhalefeti hedef alan bir siyasete mi dönüştü?
'İslamcı-solculuk' (Islamo-gauchisme) Fransa'da gündemi en çok meşgul eden konulardan biri. Tanımı konusunda uzlaşı olmasa da siyasetçiler bu tanımı radikal İslam'ı 'yeterince eleştirmeyenler' için kullandıklarını söylüyor. Muhalifler ise tanımın bilimsel bir temeli olmadığını, siyasi araç olarak kullanıldığını düşünüyor.Habere Gitmek için TıklayınCovid-19 pandemisi ile bir yıl-1: Derinden sarsıldık
Covid-19 pandemisi ile bir yıl-1: Derinden sarsıldık 2020 yılının mart ayıydı. Dünya yeni bir virüs yayılmasıyla sarsıldı. Çin’in Wuhan kentinden başlayan Covid-19 salgını hızla yayıldı. İLK ŞAŞKINLIK ATLATILINCA...2020 yılının mart ayıydı. Dünya yeni bir virüs yayılmasıyla sarsıldı. Çin’in Wuhan kentinden başlayan Covid-19 salgını hızla yayıldı. Yeni ve bilinmeyen bu virüs hastalığı, sıradan bir grip gibi başlıyor kısa sürede akciğerlerde oksijen alımını engelleyecek ölçüde yerleşerek tedavi edilmediği takdirde ölümle sonlanıyordu.Virüs hava yoluyla solunum sisteminden giriyor, ağızdan ve burundan alınan havayla bulaşıyor, kısa sürede akciğerlere inerek ölümcül hastalığa yol açıyordu.Ülkeler birbiri ardından ilk şaşkınlığı ve paniği atlatarak hızla önlem almaya başladı.İlk önlem, yayılmayı durdurmak oluyordu.Virüs havadan uçak yolculuklarıyla, denizden gemilerle, karadan her türlü araçla yapılan yolculuklarla yayılıyordu.Ülkeler bu yolculukları kısıtlayarak önlem almaya başladılar.Çin ile ilişkide olan bütün ülkeler bu tehdidin altındaydı.Kısa sürede Avrupa, İspanya, İtalya, Fransa, Almanya İngiltere ile salgına yakalandı. Amerika, virüs salgınına uğrayarak hızla epidemi kervanına katıldı.Türkiye 11 Mart’ta ilk hastalık vakalarının saptanması ile pandemi zincirine katılan ülke oldu. İlk şaşkınlık ve panik durumu atlatılınca durumun kötüleşmesini engellemek için önlem almanın zorunlu olduğu anlaşıldı.Önlemler hızla belirlendi:- Ağız ve burnu örten maske ile hava temasının kontrol edilmesi,- Ellerin sık sık 20 saniye sabun ve suyla yıkanması,- Kişiler arası temasın kesilmesi, araya 1.5 metrelik mesafe konulması.Ben bir hekim olarak daha ayrıntılı bir önlemler listesi önerdim:- Sürekli olarak maske takılması.- Ellerin sabun ve suyla yıkanması. Ayrıca ağız, burun ve boğaz temizliğinin sık sık yapılması.- Çalışma yerlerinin antiseptikle sık sık temizlenmesi.- El sıkma, sarılma, öpüşme gibi alışkanlıkların terk edilmesi, toplu bulunulan mekânlara gidilmemesi.- Kapalı mekânlarda bulunmama. Zorunluluk olduğunda hızla işini görüp orayı terk etme.- Bağışıklık sistemini güçlendiren önlemleri alma. Düzenli ve yeterli beslenme. Bol su içme. Dinlendirici uykuyu ihmal etmeme. Stres kontrolünü yapabilme.- Sigara içmeme, alkol almama.Bu listede yer alan önlemlere özel bir önem verilmesi için de olabildiğince çaba harcanması gereğini vurguladım.MASKE KARGAŞASIVirüs salgını ne yazık ki ülkemin çapaçul bir yönetim dönemine rastladı ve önlemlerin alınması kısa sürede sorunlara dönüştü.Sağlık Bakanlığı, başta Bakan Dr. Fahrettin Koca ile salgını önleme çalışmalarına başladı. Bir “Bilim Kurulu” kuruldu. Konu ile ilgili üniversite üyelerinden oluşan kurul, önlemleri saptamaya başladı. Ancak konu, yönetime gelince Bilim Kurulu devreden çıkıyor; yönetim, önlemleri Cumhurbaşkanı tarafından açıklıyordu.Bu durum, bilimin siyasal organ tarafından kontrol edildiğini açıklıyordu.Bu arada, ilk önlem olan MASKE konusunun çözülmesi güç bir soruna dönüştüğü anlaşıldı.Maske nerede ve kimler tarafından sağlanacaktı?Maske ücretle mi satılacak, ücretsiz mi dağıtılacaktı?Önce, eczanelerde satılması kararlaştırıldı.Sonra, ücretsiz olarak PTT tarafından dağıtılacağı söylendi.Daha sonra, karar yine değişti, eczanelerden ücretsiz olarak vatandaşlık numarası ile alınacağı söylendi.Bu dağıtımların hiçbirisi gerçekleşemeyince, eczanelerden ücretsiz verileceği açıklandı.Bu da yürümeyince, maskelerin her yerde ücretle satılmasında karar kılındı.Şu anda, her yerde, eczanelerde, marketlerde maske ücretle satılmaktadır.Ama, salgının ilk aylarında, 2020 yılının, mart, nisan, mayıs aylarında bu “maske kaosu”, bir yönetim skandalı olarak yaşandı.Bu koşullarda bile partizanlık yapılması ne yazık ki ülkenin kader sorunu oluyordu.UMRE ZİYARETİPartizan iktidar, virüs salgını koşullarını da kendisi için fırsatçılığa çevirmeyi ihmal etmedi.Nisan ayının en önemli ulusal bayramı olan “23 Nisan Atatürk’ü Anma ve Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı” kutlamalarını virüs salgınını öne sürerek yasakladılar. Valilik emri olarak yapılan bu yasaklamaların kararı elbette siyasal iktidar tarafından veriliyordu.İleride de “ulusal” nitelikli bütün anma ve kutlamalar yasaklanacak ama “dini” nitelikli toplantıların hiçbirisi engellenmeyecekti.Salgının yayılmasında en büyük rollerden birisi olan “umre ziyareti” izin verilerek gerçekleşmiş, umreden dönen yolcular ülkeye ayak basmışlardı. Bu durumda kaçınılmaz olarak “karantina süresi olan 14 gün” umreden dönenlerin bir yerde topluca tutulmaları zorunlu oluyordu. Bu önlem de sonradan akla gelince dönenlerin bir bölümü kentlerine, köylerine gittiler.Başarısız yönetim, geri kalanlara çözüm olarak bula bula öğrenci yurtlarını bu işe ayırmayı buldu. Yurtta kalan kızlı erkekli öğrenciler apar topar yurtlarından çıkarılarak başlarının çaresine bakmak zorunda bırakıldılar. Umreden dönenlerin ancak bir bölümü bu yurtlarda 14 gün karantina altına alındılar. Ama bu önlem alınıncaya kadar kentlerine, köylerine giden umreciler, oralarda virüs salgınının yayılmasının aracıları oldular. Hiçbir hatasını kabul etmeye yanaşmayan başarısız yönetim, bu salgının yayılmasını da umreden dönenlere değil, yurtdışından gelenlere bağladı.Oysa gerçek, umreden dönenlerin salgının ülkenin her tarafına yayılmasında önemli payının olduğudur.GELENEKLERE SES ÇIKARILMAYINCA! Bu arada “nişan törenleri”, “düğünler”, “asker uğurlamaları”, “ev ziyaretleri” gibi topluca birarada bulunulan geleneksel buluşmalar, hiçbir sosyal mesafe kuralına uymadan, maske takmak akla getirilmeden sürdürüldü.“Ulusal bayramlardaki kutlamaları” yasaklayan, bu yasakları da polis gücüyle titizlikle sürdüren yönetimin valileri, kaymakamları bu geleneksel “virüs yayıcı etkinliklere” kayıtsız kaldılar. Toplu kılınan namazlar, bayram namazları, cuma namazları başlangıçta engellendiyse bile kısa bir zaman sonra “sosyal mesafeye dikkat edilmesi” kaydıyla serbest bırakıldı. SALGIN YAYILIYOR Salgının önlenemediği görülüyordu.Sağlık Bakanı, her gün hastalığın bilançosunu tablo olarak açıklıyor, bu tabloda “yeni vakalar, hastaneye yatanlar, yoğun bakım hastaları ve ölenler” yer alıyordu.Bu arada “Bilim Kurulu”na Türk Tabipleri Birliği’nin temsilcilerinin neden alınmadığı tartışma konusu oldu.Türk Tabipleri Birliği, hekimlerin anayasal meslek kuruluşu olarak ülkede tıp bilimini temsil ediyordu.Birlik temsilcilerinin söz konusu kurula alınmaması acaba her şeyin açıkça belirtilmemesinden mi kaynaklanıyordu? Hastalık rakamları, ölüm rakamları üzerinde politik kısıtlamalar mı yapılıyordu?Bu kuşku hiçbir zaman tam olarak giderilemedi.Halk sağlığı uzmanları olan Prof. Dr. Ahmet Saltık ve Prof. Dr. Kayıhan Pala, sordukları sorular nedeniyle soruşturmalara uğradılar ama bilim hiçbir zaman susturulamaz.Bilim her zaman haklı çıkar ve gücünü kanıtlar.BİLİM SAFSATAYI YENİYOR Covid-19 salgınının bir önemli göstergesi, bilimin safsatayı yenmesi oldu.Tıp bilimine alternatif olarak çıkarılmaya çalışılan geleneksel yöntemler ile düpedüz hurafeler, bilimsel gerçekler tarafından devre dışı bırakıldı.Başka zamanlarda pek rağbet görecek “muskalar”, “okunmuş taşlar”, “şifalı baharat” muhafazakâr çevreler tarafından bile bu salgında çare olarak kabul edilmedi. Başka zamanlarda inatla bu sembollere sarılan kesim de “maskesini taktı”, “mesafesine dikkat etti” ve “aşısını bekledi.”Gözle görülmeyen, elle tutulmayan minicik virüsler, Louis Pastör’lerin, Robert Koch’ların büyük çabalarıyla insanlığa “mikroplar” olayını anlattılar ve aşılarla korunmayı armağan ettiler.Tıp bilimi, öncüleriyle insanlığın yolunu aydınlattı.İslam da bilimsel gelişme çağında tıp bilimine önemli katkılarda bulunmuş, İbni Sina, El Zehravi, Razi gibi bilginler yapıtlarıyla Batı bilimine de ışık tutmuştur.Ancak sonraki dönemlerde, İslam dininin katı kurallar içine sokulması bilimsel gerçekler yerine birçok hurafenin yer almasıyla sonuçlanmış, bu alanın gelişmesi durdurulmuştur.Ülkemizde yaşanan “dogmacı iktidar”ın siyasal baskısıyla bilim kurumlarına yapılan müdahaleler bilimsel özgürlüğün zararına olmaktadır.Ama bu virüs salgını, bilimin ışığını yeniden ortaya çıkarmış, tartışma kabul etmeyecek biçimde bilim hurafeyi yenmiştir.EKONOMİ ÇÖKÜYOR Salgının umulandan daha hızlı yayılması, hastane hizmetlerinin zorlanmaya başlaması, yoğun bakım hastalarının artması üzerine daha köklü önlemlere başvuruldu.Okullar kapatıldı, restoran ve kafelerde seyrek masa uygulamasına geçildi, evden çıkış günleri, saatleri sınırlandırıldı. 65 yaş üstündekiler ile 20 yaş altı çocuk ve gençler için dışarı çıkış daha da kısıtlandı. Bu “Evde Kal” önlemleri ekonomik hayatı giderek daha da olumsuz etkilemeyi sürdürdü.Hemen bütün sektörlerde gelir kaybı yaşandı.Aileler gelirlerinin azalışını günlük yaşamlarında besin maddeleri alımında hemen fark ettiler. Artık her şeyi daha az almak, daha az tüketmek zorunda idiler. Özellikle et gibi, yumurta, peynir, süt gibi ürünlerde fiyat artışları önlenemiyordu. Bakliyat fiyatları fırlamıştı. Mevsim sebzeleri bile artık taneyle alınır fiyatlara gelmişti.Gelirlerin azalmasına karşın giderler sürekli artıyordu.Elektrik fiyatlarına zam yapılıyordu. Doğalgaz fiyatı zamlanıyordu. Benzin fiyatı artıyordu. Köprülerin geçiş ücretleri sürekli artırılıyordu.Hükümet, azalan gelirleri desteklemek için gerekli olanı yapmazken kendi kontrolünde olan tüketim maddeleri zamlarını hiç ertelemiyordu.Bu da yanlış yönetimle, adaletsiz gelir dağılımının çok daha kötü duruma gelmesine neden oluyordu.Ekonomik çöküş, gelirleri azaltarak giderleri artırarak ülkenin sosyal refahının en büyük engeli oluyordu.Ev ekonomisi bütünüyle değişiyordu.EVDE HAYAT DEĞİŞİYOR Evde kapalı yaşam sadece evdeki alışkanlıkları değil, ev halkının ruhsal durumunu da değiştirir.Yeni koşullara uyum sağlama yeni beceriler yaratır.Evde ekmek yapma, ev içini yeniden düzenleme, birlikte yeni şeyler yapma gibi değişiklikler evdeki kapalı yaşamı daha çekilir kılar.Ama çocuklar için evde kapalı kalmak daha zordur. Onların hareket gereksinmesi kısıtlanırsa can sıkıntıları artar ve huysuzlaşırlar.Bu durumda çocuklar ve gençler için dijital araçlar daha çok oyalayıcı, daha eğlendirici, daha çok zaman geçirici olurlar.Oysa, çocukların ve gençlerin daha geniş alanlara, harekete ve sosyalleşmeye gereksinimleri daha fazladır.Bunlar salgın koşullarında dikkate alınmadı.65 yaş üstünün durumu ise bütünüyle sıkıntılı koşullara terk edildi.65 yaş üstü kadın ve erkeklerin gezme gereksinmesi, hareket etme zorunluluğu, hava almaya olan istekleri gözardı edildi.65 yaş üstünü virüs salgınından korumak adına yapılan “evde kal” uygulaması onlar için gerçek bir eziyete dönüştü.“Ne yapılabilir” sorusuna şu yanıt verilir:20 yaş altı çocuk ve gençler ile 65 yaş üstü yurttaşlar için;Her günün belirli saatlerinde belediyelerin onlara tahsis edeceği araçlarla geniş alanlara, geniş parklara götürülmeleri, hareket etme ve hava alma gereksinmelerinin karşılanması bir sağlık önlemi olarak uygulanmalıdır. Gene aynı araçlarla evlerine bırakıldıkları zaman gençlerimiz ve belirli yaştaki yurttaşlarımız “kendilerinin hapsedilmediğini, tersine sağlıklarının ve sosyal yaşamlarının düşünüldüğünü” anlayacaklardır.Küçük yaştakilerin de ileri yaşlardakilerin de yaşam sevincini canlı tutmak, bir toplumun genel sağlığı için en önemli görevdir.Halen de yapılması gerekenin bu olduğu kanısındayız. Erdal AtabekFukuşima felaketi: Nükleer santralde neler oldu?
On yıl önce Japonya tarihinin en büyük depremiyle sarsılmış, Fukuşima Nükleer Santrali de depremden etkilenip radyoaktif sızıntıya neden olmuştu. Felaketin etkileri ne oldu, hükümet bugüne dek neler yaptı? Bilim insanları ne diyor?Habere Gitmek için TıklayınDinlemezseniz felaket kapıda
Dinlemezseniz felaket kapıda TTB İkinci Başkanı Ökten, "test sayıları artarsa ağır tablo ortaya çıkacak" dedi. Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının görülmesinin ardından bir yıl geçti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ilk vakanın görüldüğü gün yaptığı “Ülkemizdeki vaka Avrupa kaynaklı şimdilik tek bir örnekten ibarettir” açıklamasının ardından, bügün vaka sayıları 2 milyon 800 bini aştı. Sağlık meslek örgütlerinin salgının başından bu yana yaptığı “gerçek vaka sayılarını açıklayın” gibi öneriler, önce dinlenmedi, sonra uygulamaya geçirildi. Tavsiyelerinin duyulması için çağrı yapan Türk Tabipleri Birliği (TTB) İkinci Başkanı Ali İhsan Ökten, “İktidarın bu önerilerimizi dinlememesi yeni bir felakete yol açabilir” dedi. Salgının başından bu yana 385 sağlık emekçisinin yaşamını yitirdiğine dikkat çeken Ökten, hepsini özlemle andıklarını söyledi. Türkiye’nin yarıdan fazlasının yüksek ve çok yüksek riskli olduğunu belirten Ökten, “Bu şartlarda normalleşmeye geçmek mümkün değil. Bu kontrolsüz bir normalleşme olur” dedi. Turuncu ve kırmızı illerdeki tedbirlerin artırılması gerektiğini belirten Ökten, “Gerekirse buralarda karantina olması lazım. İl bazında mutasyonlu virüs açıklanması lazım. İller arası geçiş için seyahat kısıtlaması yapmamız gerekir. Bunları yapmadan salgını kontrol altına almak mümkün değil” dedi. Test sayılarının da düşük olduğunu vurgulayan Ökten, “Test sayıları mutlaka arttırılmalıdır. Bu sayılar artığında aslında tablonun daha ağır olduğu görülecektir” dedi. Mutasyonlu virüsün arttığını söyleyen Ökten, “Bazı illerde yeni vaka sayısı yüzde 50 civarında artmış durumda. Bunu ancak aşılamayla durdurabiliriz. Yoksa mutasyonlu virüsün bulaşıcılık hızının fazla olduğunu biliyoruz. Yeniden kasım-aralık ayındaki gibi olabiliriz” uyarısı yaptı. Önümüzdeki yıl da bu aylarda hâlâ virüsü konuşabileceğimizi söyleyen Ökten, “Mutasyon pandemiyi ağırlaştıracak yönde” dedi. Ökten bu gidişata karşı tam kapanmanın çözüm olabileceğini belirtti. Sarp SağkalAnkara’daki hastanelerden uyarılar yükseliyor
Ankara’daki hastanelerden uyarılar yükseliyor Salgının resmen Türkiye’ye ulaşmasının üzerinden bir yıl geçti. Enfeksiyon uzmanlarından aldığımız ilk bilgiler çok tatsız. Ankara’nın haritadaki rengi turuncu, bu gidişle kısa sürede kızaracağı hatta moraracağı düşünülüyor. Salgının resmen Türkiye’ye ulaşmasının üzerinden bir yıl geçti. Enfeksiyon uzmanlarından aldığımız ilk bilgiler çok tatsız. Ankara’nın haritadaki rengi turuncu, bu gidişle kısa sürede kızaracağı hatta moraracağı düşünülüyor. Ekonomik gerekçelerle erken gevşeme, Ankara’da etkilerini göstermiş. Doktorlar, “hastalar gelmeye başladı” değerlendirmesini yapıyor. Ki açılmanın gerçekleştiği dönemden kaynaklanan artışın henüz hastanelere yansımadığı düşünülüyor. Doktorlar, “Böyle giderse yeniden kapanma noktasına hızla gelebiliriz’’ diye uyarıyor.SOSYAL YAN ETKİLERAnladığımız kadarıyla artık Türkiye’de de mutant virüsler iyice yayılmaya başlamış. İki örnek Ankara’dan. Annesiyle birlikte virüs kapan 12 yaşındaki bir çocukta “mutat suş” tespit edilmiş. Ancak anneye bu test yapılmamış. Çocuk, polis kontrolünde tek başına bir yurda götürülerek karantinaya alınmak isteniyor. Anne tedirgin, “çocuk tek başına ne yapar” diye... Bir yandan da kendi sağlığıyla ilgilenmek zorunda. Biz, bir kişiye daha bu virüsün bulaştığını, bu nedenle karantinaya alındığını öğrendik. Enfeksiyon uzmanlarının bir önerisi var: Mutasyon analizleri tüm vakalara uygulanmalı. Yoksa sonuçlar daha dramatik noktalara ulaşabilir. Okulların, sosyal yaşamın açılmasına da bu çerçeveden bakmak gerekiyor.‘MESAFEYE’ MESAFELİYİZUzun süredir işyerini açamayan esnaf, “bir dokun bin ah işit” şeklinde yaşıyor. “Ya hastalanıp öleceğiz ya da açlıktan öleceğiz” şeklinde yakınmalar yaygın. Ankara’daki gözlemlerimizde yüzde 50 kapasite ile çalışan yerlere az rastladık. İşyeri sahipleri de bu durumdan yakınıyor. Ancak müşterinin göstereceği tepki nedeniyle kapıdan geri çeviremiyor, yemek sohbetini uzatanları uyaramıyor. Ancak kurallara uymazsak sonu belli: Yine kapanacağız.Ankara’nın en merkezi yerlerinde kapanma saatine dakikalar kala, tıklım tıklım dolu kafeler gözlemlemek mümkün. Bu ortamlarda kurallara uyulması zaten olanaklı değil. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, sıkı denetimler yapacaklarını söylemişti. Biz de bir denetime tanık olmadık, sorduğumuz esnaf da denetime gelen olmadığını söyledi.Açılma sonrası ilk işaretler hiç hoş değil. Herkesin önlem alması gerekiyor. l ANKARA Sertaç EşÇalışanların yüzde 81’i yoksulluk sınırının altında
Çalışanların yüzde 81’i yoksulluk sınırının altında Eğitim-İş Ankara 3 No’lu Şube, 20 Aralık-20 Ocak tarihleri arasında 45 ilde, Milli Eğitim Bakanlığı ve bağlı kurumları ile üniversitelerde idari görevlerde bulunan eğitim çalışanlarına yönelik yaptığı araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Buna göre, araştırmaya katılanların yüzde 80.56’sı, yoksulluk sınırı altında aylık gelire sahip. Katılımcıların yüzde 72.5’i, görevde yükselmenin liyakat esaslarına göre değil, kişisel ve siyasi referanslara göre yapıldığını düşünüyor; yüzde 57’si ise yılda en az bir kere bile tatil yapamıyor. Yüzde 32.1’i de kendisi ve ailesinin geçimini sağlamak için ek iş yapıyor. Eğitim-İş Ankara 3 No’lu Şube’nin yaptığı, aralarında memur, şef, hizmetli, sekreter, şoför ve teknisyenlerin de yer aldığı toplam 612 eğitim çalışanının katıldığı araştırmanın sonuçları, eğitim çalışanlarının bulunduğu şartları gözler önüne serdi. Araştırmadan öne çıkan bulgular şöyle:- Yüzde 80.56’sı, yoksulluk sınırı altında aylık gelire sahip.- Yüzde 81.20’si, görev tanımı olmadan, yüzde 55.9’u angarya işlerde çalıştırılıyor.- Yüzde 72.5’i, görevde yükselmenin liyakat esaslarına göre değil, kişisel ve siyasi referanslara göre yapıldığını düşünüyor. - Yüzde 88.2’si, yaptığı iş karşısında aldığı ücretin yetersiz olduğunu düşünüyor. - Yüzde 93.5’i, maaşı ile gelirini sağlayıp birikim yapamıyor. - Yüzde 97.9’u, maaşının kendisi ve ailesi için iyi bir gelecek hazırlamaya yeterli olmadığını belirtiyor.- Yüzde 88.1’i tatil için bütçe ayıramıyor.- Yüzde 32.1’i ek iş yapıyor.- Yüzde 97.7’si, 3600 ek göstergenin tüm eğitim çalışanlarına verilmesini istiyor.- İş ile ilgili sorunlarda yüzde 35.2 ile liyakatsizlik, yüzde 25 ile ücret yetersizliği ve yüzde 16 ile mobbing başta geliyor.‘ANGARYAYA SON VERİLMELİ’Eğitim çalışanlarının insani yaşam koşullarını sağlayabileceği maaş artışının sağlanması gerektiği belirtilen raporda, “Çalışanların görev tanımları yazılı olarak belirlenip angaryaya son verilmeli. Tüm kurumlarda fazla çalışma ücreti ödenmeli ve fazla çalışma ücreti oranı artırılmalı” denildi. l ANKARA Sefa UyarCHP’li Burhanettin Bulut,‘Tek Adam Rejimi’ninÜçYılı’başlıklıbir rapor hazırladı: Her alanda gerileme
CHP’li Burhanettin Bulut, ‘Tek Adam Rejimi’nin Üç Yılı’ başlıklı bir rapor hazırladı: Her alanda gerileme CHP Adana Milletvekili Burhanettin Bulut, hazırladığı “Tek Adam Rejimi’nin Üç Yılı” raporunda, 2018’den bu yana uygulanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin Türkiye’yi demokrasi ve ekonomide geriye götürdüğünü rakamlarla ortaya koydu. Rapora göre; Türkiye’nin borç yükü arttı, milli geliri düştü. Merkez Bankası rezervleri eksiye inerken, işsizlik rekor kırdı. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü yok edildi. CHP’li Bulut’un “Tek Adam Rejiminin Üç Yılı” raporunda dikkati çekenler şöyle:- 2018 öncesi üç yılda Türkiye ekonomisinin yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 5,8’iken tek adam rejiminde son üç yılın ortalaması yüzde 1,8’e geriledi.- Milli gelir, 142 milyar dolar kayba uğradı, 891,8 milyar dolardan 717 milyar dolara düştü.- Kişi başına gelir aylık dönemde 10 bin 694 dolardan 8 bin 599 dolara indi.- Merkez Bankası, borçlar düşüldükten sonra net 36 milyar dolar rezerve sahipken, tek adam rejiminin ardından eksi 59 milyar dolara düştü.‘ENFLASYONDA YÜKSELİŞ’ - 22 Haziran 2018’de 1 dolar 4,70 lirayken, tek adam rejiminde 8,5 liraya kadar yükseldi, bugün 7,7 lira düzeyinde seyrediyor.- 2017 sonunda yüzde 11,9 olan yıllık enflasyon 2018’de yüzde 20,3’e çıktı. Halen yüzde 15,6 düzeyinde.- Merkez Bankası’nın Haziran 2018’de yüzde 8 olan politika faizi tek adam rejiminde yüzde 24’lere kadar çıktı. Bugün yüzde 17 olan faizin artırılması için ağır bir baskı var. ‘İŞSİZLİK ARTIŞTA’- Tek adam rejimi öncesinde gerçek işsiz sayısı 6 milyon 864 bin kişi ve gerçek işsizlik oranı yüzde 20,7’ydi. 2020’de rakam 11 milyon 195 bin kişiye yükselirken oran ise yüzde 31,1’e çıktı.- Haziran 2018’de 970 milyar lira olan devletin iç ve dış borçları, yüzde 91 artışla ocak 2021’de 1 trilyon 838 milyar liraya çıktı.- Vatandaşların Haziran 2018’de bankalara olan borcu 526 milyar lira düzeyindeyken, Şubat 2021’de yüzde 61 artışla 838 milyar lirayı buldu.- Türk-İş, Haziran 2018’de dört kişilik ailenin açlık sınırını bin 714 TL olarak hesaplamıştı. Bu rakam, Şubat 2021’de 2 bin 719 liraya yükseldi.‘HUKUKTA GERİLEME’- Türkiye, 2017’de Dünya Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 99’uncu sırada yer alıyordu. 2020’de 107’nci sıraya gerileyerek Nijerya, Mısır Kongo, Kamboçya gibi ülkelerle aynı kategoride yer aldı.- 2017’de Dünya Özgürlükler Raporu’nda “kısmen özgür” ülkeler kategorisinde yer alan Türkiye, 2018 ve 2019 ve 2020’de ‘özgür olmayan’ ülkeler kategorisine geriledi. ‘SARAY’DA SEFANIN BEDELİNİ HALK ÖDÜYOR’Bulut, tek adam rejiminde oluşan rakamsal verilerin Türkiye’deki geri gidişi ortaya koyduğunu belirterek “Başkanlık sistemi ile yönetilen son üç yılda Türkiye ekonomisi ağır tahribata uğradı. Tek adam Saray’da sefa sürüyor, bedelini halk ödüyor” dedi. Erdem SevgiAnkara’dan IKBY’ye‘pul’tepkisi
Ankara’dan IKBY’ye ‘pul’ tepkisi Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) Papa’nın ziyareti dolayısıyla bastırdığı anı pulunda, Türkiye’nin doğu illerinin de dahil edildiği sözde “Büyük Kürdistan” haritasına yer verilmesine Ankara’dan tepki geldi. Dışişleri Bakanlığı, “Bazı haddini bilmez IKBY yöneticileri bu ziyareti, Irak’ın komşu ülkelerinin toprak bütünlüklerine yönelik ham hayallerini açığa vurmak için kullanmaya yeltenmektedir. Bu tür sinsi emellerin ne şekilde hüsranla sonuçlandığı en iyi IKBY makamları tarafından hatırlanacaktır. IKBY’den bu vahim hatanın düzeltilmesine yönelik gerekli açıklamanın bir an önce ve net bir şekilde yapılmasını bekliyoruz” açıklaması yaptı.Konuyla ilgili Cumhuriyet’e değerlendirmelerde bulunan emekli Büyükelçi Onur Öymen, “Bu durum, Türkiye’nin birçok konuyu gözden geçirmesini gerektirebilecek kadar önemlidir. Kuzey Irak’taki yerel yönetimle çeşitli dönemlerde çeşitli düzeylerde ilişki kurulmuştur, ziyaretler olmuştur. Fakat bunların hiçbiri bazı davranışları, söylemlerini sineye çekebileceğimiz anlamına gelmez” dedi. “Türkiye’nin iyi ilişkilerine karşın IKBY’nin böyle bir adım attığına” dikkat çeken Öymen, “Kuzey Irak’taki yerel yönetim kendini bu kadar fütursuzca hareket etme hakkına sahip görüyorsa, bu ciddi bir durum yaratır. Bazı büyük devletlerin bunlara müsamaha göstermesi, onları desteklemesi, bunların Türkiye’ye karşı bu gibi kabul edilemeyecek davranışlarda bulunmasını haklı göstermez. Türkiye, resmen özür dilenmesini ve pulların iptal edilmesini de istemelidir” ifadelerini kullandı. ‘ZİYARETİ FIRSAT BİLDİLER’Emekli Büyükelçi Uluç Özülker de halihazırda IKBY’nin Papa’nın ziyaretini fırsat bilerek böyle bir propagandaya giriştiğini belirtti. Özülker, “Tabii ki bir sonuç vermez, bu gayet net biliniyor. İçlerindekini dışa dökmüşler. Vahim bir şey olduğuna kuşku yok. Dış politikada duygusallığa yer yoktur, orada PKK ile mücadele edilirken IKBY ile işbirliği de yapılmaktadır. Dolayısıyla IKBY’yle ilişkileri bozmak Türkiye’nin menfaatine olmaz” diye konuştu. Özülker, ABD’nin tutumunun da IKBY açısından “teşvik edici” olduğunu dile getirerek “ABD, Suriye’nin doğusundan başlayarak Irak’ı da içine alacak bir şekilde burada bir Kürt devleti oluşturma politikası gütmektedir, bunu biliyoruz. ABD’nin tutumunun da bu kapsamda teşvik edici nitelik taşıdığı da açıktır” değerlendirmesinde bulundu. ERBİL: ONAY VERİLMEDİIKBY’den pul krizine ilişkin “Tasarlanmış herhangi bir pulun basımı için henüz bir onay kararı yok” açıklaması geldi. Rudaw’ın haberine göre Erbil hükümet sözcüsü, “Sanatçılar basılmasını istedikleri birkaç pul tasarladı ancak bir onay söz konusu değildir” dedi. Hüseyin HayatseverAKP’lilere‘Yediler yediler doymadılar’diyen 63 yaşındakiÖzselgin hakkında iddianame: Sen misin AKP’yi eleştiren?
AKP’lilere ‘Yediler yediler doymadılar’ diyen 63 yaşındaki Özselgin hakkında iddianame: Sen misin AKP’yi eleştiren? İstanbul Çatalca’da 2019 yılının kasım ayında pazar alışverişi yaparken tartıştığı bir kadına “Yediler yediler doymadılar. Millet açlıktan ölüyor, utanmadan hâlâ AKP’ye oy veriyorsunuz” dediği iddia edilen 63 yaşındaki Dürdane Özselgin hakkında iddianame düzenlendi. Özselgin’in hakkında “hakaret”, “halkın bir kesimini sosyal sınıf, din, mezhep, cinsiyet, bölge farkındalığına dayanarak alenen aşağılama” suçunu işlediği iddiasıyla 3 yıl 4 ay hapis cezası istendi. İddianame mahkeme tarafından henüz kabul edilmedi.Şikâyet üzerine misafirliğe gittiği arkadaşının evinde gözaltına alınan Özselgin, geceyi nezarette geçirmişti. Ardından adliyeye sevk edilen Özselgin serbest bırakılmıştı.‘BAŞÖRTÜSÜNÜ ÇEKMEDİM’Çatalca Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede Özselgin’in olayla ilgili ifadesinde “AKP standının önünden geçerken durdum. Görevli kadına ‘Millet açlıktan kırılıyor memleket bitmiş siz hâlâ AKP’ye oy devşiriyorsunuz bıkmadınız mı?’ sözlerini sarf ettim. Kendisine hakaret içerikli söz söylemedim. İddia ettiği üzere kendisinin başörtüsünü çekmeye çalışmadım. Suçlamaları kabul etmiyorum” dedi. UZLAŞMA KAPSAM DIŞIİddianamenin devamında yer verilen Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'nın raporunda "CD incelemesinde gri montlu, siyah pantolonlu, kısa siyah saçlı bir bayan şahsın başörtülü bir bayanın başörtüsüne eli ile uzanmaya çalıştığı, başörtülü bayanın kendisini geriye doğru çektiği ve eli ile buna karşı koyduğunu tespit edildiği” ifadeleri yer aldı.Ayrıca iddianamede işlenen suçun uzlaşma kapsamı dışında kalacağı anlaşıldığına değinilerek Özselgin’in belirtilen yasa maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılması talep edildi. Zehra ÖzdilekBoğaziçi direnişine destek olduklarıiçin ev hapsi cezasıverilenöğrenciler: Mücadele hattıörüldü
Boğaziçi direnişine destek oldukları için ev hapsi cezası verilen öğrenciler: Mücadele hattı örüldü İstanbul Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü öğrencisi Aslı Altıok ve İstanbul Gelişim Üniversitesi grafik tasarımı öğrencisi Hasan Doğan, Boğaziçi direnişine destek verdikleri için bir ayı aşkın süredir ev hapsindeler. İki öğrenci, yaşadıklarını gazetemize anlattı. - Günleriniz nasıl geçiyor? A.A.: Günlerim çok kolay geçmiyor. Evde olmaya alışkın biri değilim. Bu yüzden zorlanıyorum. Bir de ev hapsi öyle izinliyken ya da okul tatilken evde oturmaya benzemiyor. Ev hapsi psikolojik bir işkence. Kendinizin gardiyanı olmanız, aylarca bileğinizde sizi izleyip dinleyen bir kelepçeyle yaşamanız isteniyor. Geçen gece uyurken 04.30’da arayıp, ‘Kelepçenin kayışıyla mı oynadınız? Sisteme sinyal düştü, yarın gelip tutanak tutacaklar’ dediler, sonrası kavga kıyamet tabii. Bir noktadan sonra psikolojik bir savaş vermeniz gerekiyor. Neredeyse her gün ziyaretime gelen arkadaşlarım oluyor. Günlük rutin işler dışında, bir kedim ve bir köpeğim var onlarla ilgileniyorum. Bir de geçen hafta okulum başladı. Uzaktan da olsa derslerimi takip ediyorum.H.D.: Günlerim aslında süren direnişimizi ve gündemi takip etmekle geçiyor. Kitap okuyorum, film izliyorum, direnişi çiziyorum. Tanıdığım, tanımadığım birçok insandan kitap, dergi vb. hediyeler geliyor. Çok fazla arkadaşım geliyor, onlarla sohbet ediyorum. ‘EVDEN SES VERİYORUM’- Eylemleri evden takip etmek sizler için nasıl bir duygu? A.A.: İnanılmaz üzücü bir durum. Gezi Direnişi olduğunda 15 yaşındaydım. O zamanlar okuldan kaçıp direnişe katılırdım. 2013’ten beri nerede hakkını arayan biri varsa yanındayım. Nerede bir direniş varsa oradayım. Şimdi binlerce sıra arkadaşım üniversiteleri için, tutuklanan arkadaşlarımız için sokaklardayken evde oturmak çok can sıkıcı bir durum. Ben de elimden geldiğince direnişi büyütmeye çalışıyorum. Sosyal medyada sesimizi duyuruyorum. Evimin penceresine bir pankart yapıştırdım. Dışarıda ne zaman eylem yapılsa, ben de o eylemdeki sözü bu pankarta taşıyorum. Direnişe evden ses veriyorum.H.D.: Direnişi evden takip etmek çok farklı. Yan yana durduğun, birlikte yürüdüğün arkadaşın gidiyor ve sen kapıya kadar yanında olabiliyorsun. Benim açımdan kötü bir his. Evde yapılacak işleri yaparak arkadaşlarımızın elini hafifletmeye çalışıyoruz./Archive/2021/3/11/020715924-bogazici1sayfa9.jpegEv hapsindeki Aslı Altıok’un penceresinde “Ne ben RapunzelimNe sen prenssinEve hapsettiğin kadınlarKâbuslarını süslesin” yazıyor. - Zaman zaman arkadaşlarınızın evinizin önüne gelerek bazı etkinlikler yaptıklarını görüyoruz. O an neler hissediyorsunuz? A.A.: Mutlu oluyorum tabii. Kadın mücadelesinin ünlü bir sloganı vardır: Asla yalnız yürümeyeceksin. Sloganın ne kadar gerçek olduğunu görüyorum. Bir aydan fazla süredir ev hapsindeyim ve asla yalnız hissetmedim. Tanımadığım milyonlarca insan bu süreçte yanımda oldu. Evim hiç boş kalmadı. İktidar daha farkında değil ama baskıcı uygulamalarıyla milyonlarca insanı birbirine kenetledi. İzmir’de yapılan bir çıplak aramaya tepki ülkenin kilometrelerce ötesinde yankı buldu. Şu an inanılmaz bir dayanışma var.H.D.: Arkadaşlarımızın evimizin önüne gelmesi bizim için çok anlamlı. Bizler evden çıkamıyorken onlar sazlarıyla, sözleriyle, eylemleriyle bizlerle dayanışma gösteriyorlar. ‘HERKES KENDİ KRİZİYLE ÖZDEŞLEŞTİRDİ’- Boğaziçi eylemleri amacına ulaştımı sizce? A.A.: Yaklaşık iki aydır doğrudan Cumhurbaşkanı’na kafa tutan ve geri çekilmeyen bir direniş var. Direnişin başka toplumsal kesimler tarafından da kolaylıkla karşılık bulması, gündemden hiç düşmemesi insanların öğrencilerin ortak kaygılarını paylaştığını gösteriyor. Ülkede ekonomi, pandemi, eğitim yönetilemiyor. Doğrudan ülke yönetilemiyor ve Boğaziçi öğrencileri kendi okullarındaki bir krizle ilgili çıkıp söz söylediklerinde insanlar kolayca bunu kendi yaşamlarında tanık oldukları krizlerle özdeşleştirebiliyor. Umuyorum ki Boğaziçi direnişini tıpkı geçmişte bizi Gezi’ye götüren ODTÜ ayakta eylemlerinde olduğu gibi anacağız./Archive/2021/3/11/020752689-bogazici3sayfa9.jpegH.D.:Boğaziçi Direnişi bizim için sadece Boğaziçi Üniversitesi’ne siyasi iktidar tarafından atanan bir kayyum rektörden ibaret değil. Öğrenci temsiliyetinin sayılmaması, üniversite bileşenlerinin görülmemesi, katılım mekanizmalarının kapatılması vb. gibi birçok sorunu içinde barındıran bütün üniversitelerde kalıplaşmış bir şablonla bu sorunların karşımıza çıkmasıydı. Boğaziçi direnişi ise bu kalıplaşmış şablona karşı fitilin ateşlenerek bütün üniversitelere yayılan bir mücadele hattı ördü. REKTÖRLÜK HESABI ASKIDACumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP’li Melih Bulu’yu rektör olarak atanmasına ilişkin protestolar devam ederken Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’nün Twitter hesabı askıya alındı. Konuya ilişkin resmi bir açıklama ise yapılmadı. Seyhan Avşar