News - Haberler
Günlük tedaviye 10 bin TL istendi
Günlük tedaviye 10 bin TL istendi İzmir Bayraklı’da yaşayan Taner Karakaya, Ukrayna uyruklu eşinin ilk evliliğinden olan çocuğunun tedavisi için hastanenin bir günlük yatma ücreti olarak 10 bin TL istediğini açıkladı. CİMER’e başvuran Karkaya, sorunun çözülemediği belirterek, yardım çağrısında bulundu. Bayraklı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı bağış olarak sadece 300 lira gönderdi. Ukrayna uyruklu eşiyle ve eşinin ilk evliliğinden olan iki kızıyla birlikte yaklaşık 4 yıldır Türkiye’de yaşadığını belirten Karakaya, eşinin kızı Anna Yevdokimova’nın şeker hastalığı yüzünden sürekli hastaneye gitmek durumunda kaldıklarını anlattı. Anna’nın 15 yaşında olmasına rağmen hastalığının şiddetinin arttığını söyleyen Karakaya, geçen aralık ayında gittiği hastanede, Anna’nın hastaneye yatırılması gerektiğini öğrendi. Karakaya, CİMER’e yazdığı mesajda İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 1 günlük yatış bedeli için kendisinden 10 bin TL istediklerini ifade etti. Karakaya, devletten yardım talebinde bulundu. CİMER aracılığıyla İzmir İl Sağlık Müdürlüğü’nden Karakaya’ya gelen yanıtta, “Oturma izni olan yurtdışı vatandaşları için 99 ile başlayan kimlik, yoksa var olan kimliğinizi ibraz ederek başvurmanız sonucu, tıbbi açıdan değerlendirilmeniz mümkündür” denildi. Çağatan AkyolCHP’li Ağbaba’nın 20 kentte bin esnafla yaptığıankettençarpıcısonuçlarçıktı: Esnaf krediyiödeyemiyor
CHP’li Ağbaba’nın 20 kentte bin esnafla yaptığı anketten çarpıcı sonuçlar çıktı: Esnaf krediyi ödeyemiyor Ağbaba, raporunda, “Düşük faizli krediye 10 esnaftan sadece 3’ü erişebildi. Yararlanıcıların yüzde 81’i taksitlerini ödeyemedi.” CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, 20 ayrı kentte pandemi kısıtlamaları nedeniyle zor günler geçiren bin esnafla yapılan anket sonuçlarını rapor haline getirdi. Ağbaba, raporunda, “10 esnaftan 8’i iktidarın destek paketini yetersiz buluyor. Düşük faizli krediye 10 esnaftan sadece 3’ü erişebildi. Yararlanıcıların yüzde 81’i taksitlerini ödeyemedi. Karşılanamayan kira, fatura ve vergi borçlarını ödeyebilmek için esnaf elindeki birikimi de tüketti” tespitleri yer aldı.CHP’li Ağbaba’nın raporunda şu bilgilere yer verildi:- Gelir kaybı:Pandemi kısıtlamaları ve ekonomik kriz sonucu esnafın yüzde 28’i 50 ila 100 bin lira arası, yüzde 34’ü 100 ila 150 bin lira gelir kaybına uğradı. Ankete katılan esnafların yüzde 38’i ise bu süreçte toplam gelir kayıplarının 200-250 bin TL arası ve üzerinde olduğunu belirtti.- Yüzde 67’si kredi alamadı: Salgının ilk aylarında kepenk kapatan veya faaliyetleri kısıtlanan esnafa iktidarın adres gösterdiği düşük faizli banka kredilerine çok sayıda işletme sahibi erişemedi. Geçmiş borçları ve sicilleri nedeniyle bankalar esnafların büyük bölümünün kredi taleplerini reddetti. Anket sonuçlarına göre, esnafın yüzde 67’si düşük faizli krediden yararlanamadı.- Yüzde 81’i taksiti ödeyemedi:Sonuçlara göre 10 esnaftan sadece 3’ü kredi desteğinden yararlanabildi. Fakat ankete katılan esnafların yüzde 81’i geri ödeme yapamadı. Kredilerin 2020 Eylül olan ilk taksit ödemeleri faiz eklenerek, 6 ay sonrasına ertelendi. Ankete katılanlar, taksitlerini ilerleyen dönemde de ödemekte zorluk çekeceklerini kaydetti. Ödeme yapabilenler ise farklı yerlere başka yerlere borçlandıklarını belirtti. Erdem SevgiTürkiye genelinde son iki ayda yaşanan elektrik kesintilerinin‘kronik’hale geldiği bildirildi
Türkiye genelinde son iki ayda yaşanan elektrik kesintilerinin ‘kronik’ hale geldiği bildirildi CHP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Akın, Türkiye genelinde son iki aydır pek çok kentte yaşanan “kronik” elektrik kesintilerinin iktidar milletvekillerini dahi çileden çıkardığını açıkladı. Akın, “Bizi dinlemiyorsunuz, kendi vekillerinize kulak verin. Vatandaş özel şirketlere yıllık ortalama 50 milyar TL dağıtım bedelini peşin ödüyor. Bakanlık 5 yılda 40 milyar TL yatırım yapıldığını açıklıyor. Ödenen bedel son 5 yılda 3 katına çıktı. Şirketler altyapı yatırımı yapmayınca elektrik kesintileri yaşanmaya başladı” dedi.‘BAŞIBOŞ BIRAKILDILAR’CHP’li Ahmet Akın; ucuz ve kaliteli hizmet vaadiyle yıllar önce elektrik dağıtımının özelleştirilmesinin bugün bir fiyaskoya dönüştüğünü söyledi. Ocak ve şubat aylarında Türkiye genelinde 30’un üzerinde kentte yaşanan uzun süreli elektrik kesintilerinin yurttaşları mağdur ettiğinin altını çizen Akın, kesinti nedeninin ucuz ve kaliteli hizmet vereceği gerekçesiyle özelleştirilen dağıtım hatları için gerekli altyapı yatırımlarının yapılmaması olduğunu belirtti. Akın, “Özelleştirme sonrası şirketler ne ucuz ne de kesintisiz hizmet verdi. Elektrik bedeli son 7 yılda iki kattan daha fazla yükselirken, kullanım bedeli ise 3,5 kat arttı” görüşünü dile getirdi. Denetim yapması gereken EPDK’nin şirketleri “başıboş bıraktığını” vurgulayan Akın, kesintilerin kronik hale geldiğini anlattı. Akın, “TEDAŞ’ın bilançolarının görüşüldüğü komisyonda iktidar milletvekilleri gerekli altyapı yatırımlarının yapılmadığını ve kesintilerin vatandaşı mağdur ettiğini söyledi. Vatandaşın ödediği her 100 liralık elektrik faturasının 30 lirası dağıtım şirketlerine gidiyor. Abonelerin peşin ödediği dağıtım bedeline karşın yeterli altyapı yatırımı ve onarım yapılmıyor” diye konuştu. Erdem SevgiKiralarödenemiyor, ev sahipleri kapıda bekliyor,çocuklar okuldan kopuyor
Kiralar ödenemiyor, ev sahipleri kapıda bekliyor, çocuklar okuldan kopuyor Derin yoksulluk yaşayan insanları öncesinde yarı aç yarı tok tutarak kendi siyasetine bağımlı hale getirenler, şimdi onları açlığa ve yalnızlığa mahkûm etti. Ruhsal olarak özellikle bebekli, çocuklu ailelerin çocuklarının önüne bir şey koyamama hali inanılmaz bir biçimde insanları depresyona, yalnızlığa, umutsuzluğa ve güvensizliğe itti. NEDEN HACER FOGGO?Türk-İş’in araştırmasına göre, yoksulluk sınırı 8 bin 856 lira. Pandemi, yoksulluğu daha da belirgin hale getirdi. Türkiye, haftaya açıklanacak ekonomik reform paketini bekliyor ama kepenkler kapanmış, esnaf kan ağlıyor, zeytinyağı bazı mahallelerde bardakla satılmaya başlanmış, bebek bezi taneyle… KOAH hastası karıkoca çalışmıyor, nefes açıcılarını da çalıştıramıyor; ödenmemiş elektrikleri kesik çünkü… 20 yıldır bu konuda çalışan Derin Yoksulluk Ağı’ndan Hacer Foggo ile buluştuk, İstanbul’un en yoksul mahallelerinden Çekmeköy Nişantepe ve Taşdelen’e gittik. Evleri ziyaret ettik, sokakları dolaştık, çöpten beslenen aileleri görünce bize de Foggo’ya sormak kaldı.AÇLIKTA SINIR YOK- Pandemi en çok, garson, seyyar satıcı, terzi, tekstil işçisi, inşaat işçisi, kaynakçı, ev emekçisi, atık kâğıt işçisi, elektrikçi, müzisyen, çiçekçi, berber vb. gibi günlük kazanç getiren, sosyal güvencesi olmayan insanları etkiledi.- Mahallelerde bir paket bez, tek tek satılmaya, normal bir mama yerine pirinç unu alan, onu da bulamadığı zaman un çorbası yapan, hazır çorba yediren anneler var.- Yoksul aileler çöpten toplamak zorunda kaldıklarından bahsederken topladıklarını tüketmenin pandemi yönünden korku yarattığını da anlatıyor. Tüm bu kişilerin aylık gelir ortalaması ile 700-800 TL arasında- Birçok aile kira ödeyemiyor, ev sahibi kapıda bekliyor. Birçok aile temel gıdalara ulaşamayacak derecede. Binlerce çocuk okuldan koptu. Derin yoksulluk yaşayan her birey, her çocuk, kadın, yaşlının ruh halleri iyi değil maalesef.- Çalışan çocuklar doğal olarak okula ya da online eğitime de devam edemiyor. Online eğitime devam edebilmenin temel şartı olan bilgisayar, tablet gibi cihazların ve ayrıca internet hizmetinin sağlanamaması da işin başka bir yönü.- Pandemi döneminde destek olmadan yalnızca 10 kadının 2’si hijyenik pet ihtiyacını karşılayabilir durumda. Normal dönemde ise bu imkân 10 kadından 4’ü için geçerli olmuş. temel koruyucu ekipmanları olan maske ve kolonyaya ise her 100 kişiden 65’i erişemiyor.büyük spot: Derin yoksulluk yaşayan insanları öncesinde yarı aç yarı tok tutarak kendi siyasetine bağımlı hale getirenler, şimdi onları açlığa ve yalnızlığa mahkûm etti. Ruhsal olarak özellikle bebekli, çocuklu ailelerin çocuklarının önüne bir şey koyamama hali inanılmaz bir biçimde insanları depresyona, yalnızlığa, umutsuzluğa ve güvensizliğe itti./Archive/2021/2/28/210643193-hacer-foggo2.jpgEvli dört çocuk babası kağıt toplayıcısı... Onun mutfağındaki yiyecek de bu konteynırdan çıkıyor. KARINLARINI ÇÖPTEN DOYURUYORLARTaşdelen’de büyük bir cadde… Saat 13.30’da bir süpermarketin önünde duruyoruz. Market çalışanı sebze, meyve reyonunda bozulmuş, buruşmuş patatesi, muzu, portakalı, soğanı, yeşilliği, kiviyi çöpe atıyor. Hemen ardından birkaç kişi geliyor, çöpe kafasını sokuyor ve torbasını dolduruyor. Gülcan, gencecik bir kadın, iki çocuğuyla geliyor buraya. Kocasından uzun yıllar şiddet görmüş, ayrılmışlar ama boşanmamışlar. Tabii ki rahatı yok, daha iki gün önce kocası oturduğu barakanın camını indirivermiş. Ona en büyük acıyı evlatlarının karnını doyuramamak veriyor. Küçük oğlunu kucağına alıyor, konteynırın içine bırakıyor, eline de bir torba iliştiriyor. Çocuk alışmış; patatesi, muzu, soğanı dolduruyor. Dolduruyor derken, dikkatimi çekti, her gelen az az alıp gidiyor, sanki başka bir aç insanın hakkını yemek istemiyor… Sonra tanışıyoruz, bizi evine davet ediyor. “Bak” diyor, “bu mahallede çocuk büyütüyorum ben, uyuşturucu içeni, suçlusu… Korkuyorum… Evlatlarım doysun istiyorum, okusun istiyorum. Televizyonda gördü, bir aydır çilek istiyor evladım.” Bir çocuğunu mendil satarak büyütmüş, sonra ikinci çocuk olmuş, şimdi evde ikisine bakıyor. Belediyeden ayda 400 lira yardım alıyor, ödediği kira 700 lira… Oradan buradan tamamlıyor, yiyeceğini de elinden tuttuğu iki çocuğuyla market önündeki konteynırlara dalıp çöpten çıkarıyor. Bozuk olan taraflarını kesip atıyor, geriye artık ne kalırsa onu yiyorlar…/Archive/2021/2/28/211310939-basliksiz-1.jpgBir yandan “Sıkıntımızı duyurun” diyor Gülcan, çöp konteynırına indirdiği büyük oğlunu “Sağdaki patatesi al, şurada duran portakalı al” diye yönlendiriyor. Her gelen az az alıp gidiyor, sanki başka bir aç insanın hakkını yemek istemiyor… /Archive/2021/2/28/210834785-01-ipekhacer-sb-sy8.jpg- Yoksulluk ne, derin yoksulluk ne, birbirinden farklılar mı?Farklı; yoksulluk insanların temel ihtiyac¸larını kars¸ılayamama durumu, derin yoksulluk ise sadece gelirle açıklanabilecek bir durum değil, aynı zamanda sadece yoksul olduğu için derin bir sosyal dışlanma yaşayan, hiçbir sosyal güvencesi olmayan, ac¸lık sınırının altında yani günlük gelirinin 5.5 doların (30-40 TL) altında olması, temel beslenme, bakım, barınma, sagˆlık, psikososyal destek giderlerini kars¸ılayamama aynı zamanda sosyal, siyasi hayatın içinde yer alamama durumu. Yani yıllarca sosyal ve siyasi konularda itaat-biat ilişkisi kurulmuş, sürekli bağımlı hale getirilen; tam bu nedenle iyileştirme değil, her anlamda yarı aç yarı tok bırakılan güvencesiz, hiçbir gelecek umudu taşımayan bireyler ve aileler. Bu yüzden derin yoksulluk insan hakları ihlalidir diyorum. Dünya Bankası Covid-19 salgınıyla birlikte Türkiye’nin de aralarında bulunduğu yüksek orta gelir kategorisindeki ülkelerde, geliri günlük 5.50 doların altında bulunanların sayısının 177 milyon artacağını söyledi. İşte bu insanlar, yani 5.50 doların altında yaşayanlar, yani günlük 30-40 TL kazanlar. O da çalışabildikleri sürece… Derin yoksulluk aynı zamanda her gu¨n, o gu¨nu¨n nasıl gec¸ecegˆini, ne yiyecegˆini, bazen nerede uyuyacagˆını, kirayı nasıl ödeyeceğini, içeceği temiz suyu, ısınacağı odunu nereden bulacagˆını, bebegˆin altını degˆis¸tirecek bezin yenisini, c¸ocugˆa ic¸irecek su¨tu¨, eczaneden alınması gereken ilacın o¨demesini du¨s¸u¨nmesi ve bu du¨s¸u¨ncelerin durmaksızın c¸ocugˆundan yas¸lısına her aile ferdinin zihninde dolas¸masıdır kısaca.Yüzde 66,9 günlük işte çalışıyordu, pandemide çalışmadı- Derin yoksulluk ağında nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?Hak temelli bir anlayışla çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu yüzden de “ihtiyac¸ sahibi” degˆil, “hak sahibi” insanlar oldugˆunu savunuyoruz. Dolayısıyla en temelde derin yoksulluk yas¸ayan insanlar hakkında “devlet ya da hayır kurumlarının yardım yapması gereken pasif o¨zneler” algısından kurtulunması gerekiyor. Gu¨c¸lendirilmesi ve aktif hayata katılması için her anlamda birine, kuruma, siyasi partiye muhtaçlık ve bağımlılıktan çıkarılıp sosyal haklarla özgürleştirilmeleri gerekiyor.- İktidar, yoksulluğun sorun olmaktan çıktığı görüşünde ama sokak öyle demiyor…2018 itibarıyla başlayan ekonomik kriz pandemi sonrası iyice derinleşti. Bu dönemin en önemli fotoğrafı alarmlı mamalardır. Şu anda maalesef mahallelerdeki veresiye defterleri doldu. Geçenlerde mahalle bakkalını kapatan bir kişiyle görüştüm, o da gıdaya muhtaç hale düşmüştü çünkü. Bir paket bez, tek tek satılmaya, normal bir mama yerine pirinç unu alınmaya başlanmış, onu da bulamadığı zaman un çorbası yapan, hazır çorba yediren anneler var o mahallelerde. Bakın uzun zamandır yoksul mahallelerde çalışıyorum, çocukların okul devamsızlığı okul terkine ilişkin kafa yoruyordum; okuldaki öğretmenlerle, ailelerle görüşüyor, mahallelerde çocukların ödevlerini yapacağı merkezler için uğraşıyordum. Şimdi aynı çocukların gıdaya, mamaya, beze ulaşması için uğraşıyorum, yeni yoksullar geliyor çünkü. O zaman bir sorun var demek ki devletin, yerel yönetimlerim yoksullukla ilgili çalışmalarında yoksulluk azalmıyor ve çoğalıyorsa oturup düşünecekler o zaman. İki milyon daha yeni sosyal kartın yanı sıra yapılacak başka şeyler daha var. O hane içindeki tek tek her bir bireyin yoksulluğunu ölçecekler. O evdeki engellinin, felçli, kanser, çocuk, bebek, yalnız annenin, yaşlının, yetersiz beslenme nedeni ile evdeki bodur çocuğun, erken ölümlerin nedenlerini masaya koyup yoksulluğu azaltacak stratejik bir politika yapacaklar. İnsanları yarı aç yarı tok bırakıp bir tarafın kendine sadece bağımlı yaptığı, diğer tarafında sadece izleyip konuştuğu bir durumdan çıkarılmalı derin yoksulluk yaşayan insanlar. Yani kısaca diyeceğim derin yoksulluk yaşayan insanları özgürleştirecek politikalar üretilmeli.- Sık sık rapor hazırlıyorsunuz, şu sıralar bir yenisini de tamamlamak üzeresiniz. Pandemiden en çok hangi kesim etkilendi?En çok, garson, seyyar satıcı, terzi, tekstil işçisi, inşaat işçisi, kaynakçı, ev emekçisi, atık kâğıt işçisi, elektrikçi, müzisyen, çiçekçi, berber vb. gibi günlük kazanç getiren, sosyal güvencesi olmayan insanları etkiledi.- Bütün gün birlikteydik, telefonunuz hiç durmadı. Ortalama kaç aileyle görüşüyorsunuz?Abartmıyorum, günde en az 40-50 aile arıyor ve ancak günlük hayatın içinde en az 10-15 aile ile görüşebiliyor ve derdine derman olmak için uğraşıyorum. Tabii sadece ben deği, Derin Yoksulluk Ağı’ndaki arkadaşlarım da böyle çalışıyor.- Araştırmayı yaparken nereleri merkez alıyorsunuz? Ne kadarı düzenli bir gelirden yoksun? Nasıl iş yapıyor, eve nasıl ekmek götürüyor bu insanlar?Saha görüşmelerinde pandemi ile birlikte eve kapanan ve günlük kazançlarını tamamen kaybeden güvencesiz aileleri 18 Mart itibarı ile gıda göndererek destekledik. Bu ailelerin büyük çoğunluğu benim 20 yıldır bu mahallelerde saha çalışmalarımdan tanıdığım aileler. Sonrasında onların tanıdıkları, komşuları, komşularının komşuları da aramaya başladı. İşte biz bu pandemide eve kapandıklarında desteklediğimiz bu aileleri kısıtlama bittiğinde ziyaret ettik ve araştırmayı yapma gereği duyduk. Temmuz-Eylül 2020 arasında İstanbul Ataşehir, Beyoğlu, Çekmeköy, Fatih, Şişli ve Ümraniye odakta olmak üzere Avcılar, Esenyurt, Üsküdar, Sancaktepe, Sultangazi ve Sultanbeyli ilçelerinin en yoksul mahallelerinde yaşayan 103 aile ile yüz yüze görüşme yaptık. Derinlemesine görüşmelerde bölgedeki ailelerin demografik bilgileri, pandemi öncesi ve sırasında eğitim, sağlık, sosyal yaşam, çalışma hayatı, güvenlik, beslenme ve bakım gibi temel haklara ne derece erişebildikleri; bu alanlarda yaşadıkları güçlükler ve onların gözünden çözüm önerileri araştırıldı. Araştırmaya katılan hanelerde 0-10 yaş arasındaki çocukların oranı yüzde 72’ye ulaşıyor. 103 hanenin 97’sinde ise 18 yaş altında en az bir çocuk bulunuyor.- Ya beslenme, sağlık, eğitim ihtiyaçları?Çocuk nüfusunun yoğunluğu çocukların beslenme, sağlık ve barınma gibi temel ihtiyaçlarının yanı sıra eğitim ihtiyacında da ciddi sorunlar yaşandığına işaret ediyor. Günlük ve güvensiz işlerde çalışan nüfusun yüzde 42’sini kâğıt, hurda, naylon toplayıcılar oluştururken, bunları yüzde 15’le tekstil işçileri, yüzde 8’le temizlik işçileri, yüzde 7 ile seyyar satıcılar ve çiçekçiler ve yüzde 3’le de müzisyenler takip ediyor. Araştırmaya katılan kişilerden yüzde 67’si günlük işlerde çalışıp pandemi döneminde çalışamadığını belirtirken yüzde 16’sı işten çıkarıldığını, yüzde 10’u ücretsiz izne çıkarıldığını ve yalnızca yüzde 6’sı iş durumunda bir değişiklik olmadığını belirtiyor. Sokağa çıkma kısıtlamaları, pandemi döneminde müşterilerin seyyar satıcılardan alışveriş yapmaktan korkması, günlük temizlik işçilerine iş çıkmaması gibi faktörler bu kesimdeki işsizlik ve gelir kaybının en önde gelen nedenleri. Tüm bunlara rağmen bu süreçte kaçak ya da virüs korkusuyla çalışanlar ise “evde aç kalmak ya da dışarıya çıkıp risk almak” ikilemi arasında kaldıklarını dile getiriyorlar.Yüzde 83,3 Pandemide ev temizlik malzemelerine erişemedi- Çocuklar da mı çalışıyor?Tabii, yetişkinlerle birlikte çalışmak zorunda olan çocukları da katınca çocuk işçilik oranı yüzde 13’lere kadar çıkıyor. Bunun temel nedeni ise ailede çalışan yetişkinlerin hastalık veya farklı bir sebeple çalışamayacak durumda olması ya da ailede çalışan yetişkinlerin gelirinin ihtiyaçları karşılamaya yetmemesi. Ama beni en fazla şoke eden sonuçlardan biri, ev geçindirmek zorunda olan çocuklar oldu. Hanelerin yüzde 6’sında yalnızca çocuklar ev geçindiriyor. Çalışan çocuklar doğal olarak okula ya da online eğitime de devam edemiyor. Online eğitime devam edebilmenin temel şartı olan bilgisayar, tablet gibi cihazların ve ayrıca internet hizmetinin sağlanamaması da işin başka bir yönü. Yine tabii ki görüşme yapılan kişilerin hiçbirinin “uzaktan çalışma” şansı yok; seçenekler “evde aç kalmak ya da dışarıya çıkıp risk almak”. Görüşülen kişilerden yüzde 64’ü kirada otururken, yüzde 26’sı ev sahibi ya da oturduğu eve kira ödemiyor. Yüzde 10’luk bir kesim ise barınmak için baraka, konteynır ya da çadırlarda kalıyor. Kira ödeyenlerin yüzde 38’i ise gelir elde edemedikleri için evlerinden çıkarılma riski ile karşı karşıya. Şu anda ise birçok aile ev değiştiriyor, ya akrabalarına ya da ev bile diyemeyeceğiniz yerlere taşınıyor. Normal şartlarda temiz suya erişim bu oranlardayken pandemi ile birlikte bu oran giderek artmış.Yüzde 82,1 Çocukların kendisine ait bir odası yok- Tutulmuş herhangi bir çetele, bir istatistik bulunuyor mu?Şu an her 100 kişinin 46’sı temiz içme suyuna erişemediğini söylüyor. Şebeke suyuna kesintisiz erişim sağlayamayanların oranı yüzde 34 iken, elektriğe kesintisiz ulaşamayanların oranı ise yüzde 33. Her 10 hanenin 1’inde gıdaların muhafaza edilmesini sağlayan buzdolabı; her 5 hanenin birinde ise çamaşır makinesi yok. 103 hanenin yalnızca yüzde 4’ü sorun yaşamadan bebek bezi ve maması alabildiklerini belirtirken yüzde 74’ü bebeklerine bez ve mama alamıyor; yüzde 65’i maske ve kolonyaya erişemiyor. Hijyen konusunda kadınların durumu da vahim bir tablo çiziyor. Pandemi döneminde destek olmadan yalnızca 10 kadının 2’si hijyenik pet ihtiyacını karşılayabilir durumda. Normal dönemde ise bu imkân 10 kadından 4’ü için geçerli olmuş. Salgın döneminin temel koruyucu ekipmanları olan maske ve kolonyaya ise her 100 kişiden 65’i erişemiyor.2 BİN 500’DEN FAZLA AİLEYE GIDA GİTTİBiz Derin Yoksulluk Ağı olarak bu süreçte 2 bin 500’ten fazla aileye gıda gönderdik, 112 öğrenciye tablet ulaştırdık, sayamayacağım kadar çok ailenin kesilen elektriğini açtırdık, 12 öğrenciye burs bağladık.- Bütün bu ağır tablonun bir tutanağı var mı? Ne yiyor, ne içiyorlar?Açlık riski her geçen gün artıyor. 100 kişinin 14’ü gıdaya hiç erişemiyor; yüzde 49’u belirli besin gruplarına ulaşamıyor; yüzde 53’ü daha fazla öğün atlıyor. Çöpten gıda toplayanların oranı artışta, özellikle günlük işlerde çalışan, pandemi öncesinde de derin yoksulluk koşulları altında yaşayan ve gıdaya erişmekte zorlanan hanelerin ellerindeki işleri de kaybetmeleri sonucu gıdaya ulaşamamaya başladıkları görülüyor. Pandemiyle birlikte gıdaya ulaşmakta daha çok zorlanan aileler gıdaya ulaşabilmek için çöpten toplamak zorunda kaldıklarından bahsederken bir yandan çöpten topladıklarını tüketmenin pandemi yönünden korku yarattığını da anlatıyorlar. Tüm bu kişilerin aylık gelir ortalaması ile 700-800 TL arasında. İş kazaları ve meslek hastalıkları gibi alanlarda bir güvencesi olmayan bu çalışanların yüzde 98’inin herhangi bir meslek örgütüne üyeliği de bulunmuyor. Şu andaki durumu soracak olursanız birçok ailenin elektriği, suyu, doğalgazı kesik. Çok sayıda aile kirasını ödeyemediği için ev sahipleri kapıda bekliyor, birçok aile ev değiştirdi, yine çok sayıda aile temel gıdalara ulaşamayacak derecede, birçot çocuk kısıtlama da kendilerine verilen sürede bile çalışıyor ve binlerce çocuk okuldan koptu. Bu durum yeni yoksulluk demek ve son olarak şunu söyleyebilirim: Derin yoksulluk yaşayan her birey, her çocuk, kadın, yaşlının ruh halleri iyi değil maalesef.- Askıda ekmek, askıda fatura gibi birçok uygulama hayata geçirildi. Faydası oldu mu?Her ikisi de çok önemli kampanyalar. Bu kampanyalarda faturası ödenen birçok aile var. Fakat birçok ailenin de akıllı telefon ve internete erişimi yok. Bu nedenle zaman zaman bizler de yardımcı oluyoruz erişimlerine. Ama askıda ekmek olayını hemen herkes biliyor ve en yakındaki fırına gidip alıyorlar.- Geçmiş dönemlerde de yaptığınız saha araştırmaları vardı. Hiç böyle bir yoksulluğa tanık oldunuz mu?Gözlemlediğim iki şey söyleyeyim: Bir, derin yoksulluk yaşayan insanları öncesinde yarı aç yarı tok tutarak kendi siyasetine bağımlı hale getirenler, şimdi onları açlığa ve yalnızlığa mahkûm etti. İkinci fark ise ruhsal olarak özellikle bebekli, çocuklu ailelerin çocuklarının önüne bir şey koyamama hali inanılmaz bir biçimde insanları depresyona, yalnızlığa, umutsuzluğa ve güvensizliğe itti. Bunun sorumlusuna gelince, hepimiziz; bu durumla yüzleşmeyen herkes; görmezden gelen, oturduğu yerden konuşan, mahallelerde fotoğraf çekerek politika yapıldığını sanan siyasetçiler; hiç kimse ama hiç kimse bu “sistem sorunu” diye işin içinden sıyrılamaz.- Kış çetin geçiyor, neyle ve nasıl ısınıyorlar?Bir sobacı ile anlaştık ve destekçiler aracılığı 27 aileye soba alınmasını sağladık. Gönderilen gıdaların içinde bebek bezi, mama, kadın pedi, et ürünleri ve sebze olmasını sağladık. Yani “makarna” ile ötekileştirilen insanlara sadece kuru gıda göndermedik, çocukların oyuncaklarını ihmal etmedik. Bütün bunların da bir “hayırseverlik” , “yardım” değil temel bir hak ve dayanışma olduğunu, hem giden aileye hem de gönderen destekçiye vurguladık. Sanırım bu konuda, bu anlayışın her iki taraf içinde anlaşılmasında başarılı olduk. Isınma sorunu ile ilgili ise şunu söyleyeyim: Dün 14 yaşında, marttan beri de iyice arkadaş olduğumuz Yavuz aradı ve dedi ki: “Hacer Abla etrafta odun bulacağımız bir yer kalmadı, senin bildiğin bir yer var mı ?” Evde bir küçük kardeşi var ve ısınamıyor. Sorabileceği de tek ben kalmışım. Her iki durum da vahim öyle değil mi?BAĞIŞIKLIKLARINI ÇÖPTEN GÜÇLENDİRİYORLAR!TEMEL GELİR BİR AN EVVEL HAYATA GEÇİRİLMELİ- Yoksul mahallelerde pandeminin görülme oranı yüksek mi? Salgınla mücadele edebiliyorlar mı?Pandemi çok yüksek tabii. Korona olanlar evde kalıyor, beslenemiyor, gıdaya ulaşamıyor; o süre bitince yeniden çalışmaya başlıyor, sokaktaki işlere gidiyor. Evde çocuk var, bebek var: iki odalı, bir odalı evler, sonra ailenin diğer bireyleri hasta oluyor. Bağışıklıklarını çöpten buldukları gıda ile güçlendiren insanlar var, nasıl olacak bu?- Yoksulluk siyasete bakışlarını değiştirdi mi? Oy verdikleri partiyi bırakanlar oldu mu? İktidara bakışlarında bir farklılık var mı mesela?Şunu söyleyebilirim hiç siyaset konuşmuyoruz. çünkü siyasetin varlığını hissetmiyorlar. Bu yüzden de konuşmuyorlar, yalnızlığı hissediyorlar iliklerine kadar.- Son olarak: Ne yapılmalı? Sizin tavsiyeniz nedir? Mesela temel gelir modeli bir çare midir?Derin yoksulluğun azaltılması, gelecek nesillere miras olarak yoksulluğun devredilmemesi için öncelikle bu yoksulluğa yönelik farkındalığın artırılması ve varlığının kabul edilmesi gerekiyor. Sonrasında hızlıca bu derece derinleşen yoksullukla ilgili bütün devlet kurumlarının, yerel yönetimlerin, siyasi partilerin başlarını öne eğip “biz nerede yanlış yaptık” dedikten sonra yoksulluğu bireysel olarak kendisine, siyasi olarak da partisine ya da bir kuruma bağımlı olmaktan çıkarıp özgürleştiren politikaları hayata geçirmeleri gerekiyor. Bu yollardan biri de her ülkede farklı isimlerle anılan “vatandaşlık geliri, “dayanışma geliri” olan temel gelirin bir an önce hayata geçirilmesi için iktidarı muhalefeti ile bir masanın etrafında çalışmaların bir an önce başlaması gerekiyor yoksa her şey için çok geç olacak, yoksulluk iyice derinleşecek. İpek ÖzbeySahte doktorun oyununa bürokratlar da alet oldu
Sahte doktorun oyununa bürokratlar da alet oldu Sahte doktorun oyununa bürokratlar da alet oldu. Hem sağlıklarından hem paralarından olan mağdurlar savcılığa başvurarak şikâyet dilekçesi verdiler. Kanser, diyabet, epilepsi gibi birçok ağır hastalığı bitkisel ilaçlarla iyileştirdiğini öne süren sahte doktor Mehmet Sıddık Can tarafından dolandırılan çok sayıda kişi savcılığa başvurarak şikâyetçi oldu. Can’ın ilk sivil orgeneral olarak bilinen Ali Fidan ile eski Emniyet Müdürü İzzet Çetinkaya’nın ismini kullanarak kendilerine güven verdiği belirten mağdurlar, hem sağlığını hem de paralarını kaybettiklerini anlattılar. ‘TÜRKİYE’YE KAÇTIM’Mehmet Sıddık Can’ın pet şişe içinde kargoyla gönderdiği ilaçları kullandıktan sonra sağlıklarının daha da kötüleştiğini savunan çok sayıda mağdur, Can’ın, kendilerine farklı farklı senaryolarla kandırdığını iddia etti. Uluslararası bir ilaç devinin Almanya’daki merkezinde üretim bölümünde çalıştığını anlatan Can’ın “Bu şirket, elimdeki formülleri almanın peşindeydi. Ben formülleri vermek istemediğim için Türkiye’ye kaçtım. Firma da Türkiye’deki diplomamı kayıtlardan sildirdi. Peşime silahlı kişiler dahi taktılar” şeklindeki anlatımını birçok mağdurdan duymak mümkün. Mağdurlar Ankara ve İstanbul Cumhuriyet Başavcılığı’na Can hakkında şikâyet dilekçesi verdi. 20 yıldır diyabet hastası olan mağdur C. Ş., Can ile medikal ürün satışı yapan bir arkadaşının Fatih’teki işyerinde karşılaştığını söyledi. Can’ın vurduğu iğneler sonrası kan şekeri düşen C.Ş., toplamda 80 bin liraya yakın para verdi. Can’ın talebi ile yıllardır kullandığı insülin ilacını kesen Ş., bir ara komalık oldu ve günlerce hastanede kaldı. KOMAYA GİRDİDolandırıldığını anlayınca savcılığa şikâyette bulunan C.Ş. dilekçesinde, şu ifadeleri kullandı: “Bizim gibi mağdur edilen E.T. kendisinin Mehmet Sıddık Can aracılığıyla Ankara’da birçok bürokrat ve iş insanıyla görüştüğünü hatta bu bürokratların yönlendirdiği bir ecza deposuna bizzat gittiğini, görüşmelere şahit olduğundan bahsetti. Bu görüşmeden sonra E.T. Ankara’daki bürokratlara söz konusu kişinin bizi ve çevremizdeki insanların mağdur ettiğinden bahsetmesi üzerine bu kişiler bizi Ankara’ya davet etti. F.K., E.T. ve ben Dikmen’deki bir adrese 12 Ekim 2020 tarihinde gittik. Bu kişilerle tanıştığımızda eski Emniyet Müdürü İzzet Çetinkaya, ilk sivil orgeneral Ali Fidan ve yine bürokratlardan Bülent Karayel ve Uğur Eldeniz olduklarını öğrendik. 3 saatten fazla süren bu görüşmede bahsi geçen sahte doktorla birkaç kez görüştüklerini, iş görüşmesi için bazı iş insanlarına yönlendirdiklerini beyan ettiler. Ben de bu bürokratları onların isimlerini kullanarak birçok kişiyi mağdur eden bu kişiden şikayetçi olmaları gerektiğinden bahsettim. İzzet Çetinkaya bizim yanımızda Mehmet Sıddık Can ile görüştü. Telefonun hoparlörü de açıktı, Mehmet Sıddık Can bütün borçları kabul ederek bir buçuk ay içinde ödeyeceğinin sözünü verdi. Biz hala paramızı alamadık. ”BİR MİLYON DOLANDIRILAN VAR İstanbul Savcılığına dilekçe veren ve ismi geçen bürokratlarla görüşenler arasında yer alan F.K. Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, “Mehmet Sıddık Can çok ilginç birisi. Yanında sürekli nüfuzlu birileri ya da bürokratlar oluyor. Son olarak ismini henüz öğrenemediğimiz eski bir paşa kendisine destek oluyormuş. Hatta bu paşa H.K. isimli bir avukat tutmuş bu kişiye, sürekli önümüzü kesiyorlar. Bu adama kimse dur demiyor. Sürekli arkasında birileri var” dedi. Bir milyon lirayı aşkın paraları dolandırılan K.E. ve Z.E. çifti ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayet dilekçesi verdi. Zehra ÖzdilekİYİPartiönce içeriğe bakacak
İYİ Parti önce içeriğe bakacak İYİ Parti, dokunulmazlıklar için kararını vermeden önce fezlekelerin içeriğini inceleyecek HDP’li 56 milletvekili hakkında TBMM Karma Komisyon’da bulunan 955 fezleke ve bu fezlekeler ile ilgili sürecin bir an önce başlatılmak istenmesi, İYİ Parti’yi de stratejik bir hamle yapmaya zorladı. “HDP’li milletvekilleri hakkında hazırlanan fezlekeler için ‘hayır’ oyu vermenin iktidar kanadınca ‘İYİ Parti, HDP ile yan yana’ şeklinde kullanılacağını” düşünen parti, kırmızı çizgilerinden biri olan “terörle mücadeleden de taviz vermek istemiyor.” Bu nedenle İYİ Partili milletvekillerinin çoğunlukla fezlekelerin TBMM Genel Kurulu’na gelmesiyle birlikte “dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde ‘evet’ oyu kullanacağı” işaret edilirken “fezlekelerin içerikleri de partinin çekincelerinden birini oluşturuyor.” Buradaki en büyük endişenin “iktidarca HDP’li milletvekillerinden sonra sıranın her ne kadar terörle mücadelede destekten yana olunsa da muhalefete gelebileceğinin olduğu” belirtiliyor. HDP’li milletvekilleri hakkında hazırlanan fezlekeler, siyasette de yeni tartışmaları beraberinde getirdi. Millet İttifakı bloku içinde yer alan İYİ Parti, öncelikle bu fezlekeler üzerinden kırmızı çizgisinin “terörle mücadele” olduğunun altını çiziyor. “Terörle mücadelenin sahayla birlikte milletvekilleri bazında da yürütülmesi gerektiğine” dikkat çekilirken geçen hafta Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu’nun, katıldığı bir programda “Dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde ‘evet’ oyu vereceğiz” sözleri de “erken bir açıklama” olarak nitelendiriliyor. Ancak parti yönetiminden Ağıralioğlu’na destek veren çok sayıda isim bulunuyor. Burada İYİ Parti için en büyük engelin “fezlekelerin içeriği” olduğuna dikkat çekiliyor. İYİ Parti’de, “fezlekelerin içerikleri üzerinde dikkatli adım atmanın parti üzerine iktidar kanadından gelecek baskılara da set çekebileceğine” vurgu yapılıyor. ‘TERÖR BAĞLANTISI ARANACAK’Parti yönetimi bu durumu şöyle ifade ediyor: “İYİ Parti, Millet İttifakı’nın bileşenlerinden birisi. Ancak biz ittifakı, ilelebet bir ittifakmış gibi, göbekten bağlılık olarak nitelendirmiyoruz. Partimizin, terörle mücadele başta olmak üzere, terör örgütleri hakkındaki tutumu da bellidir. Bu nedenle HDP’li milletvekillerinin ‘terör örgütlerine verdiği destek, fezlekelerde somut bir şekilde ortaya konmuşsa, İYİ Parti’nin bu konudaki tutumu da nettir. İYİ Parti gibi bir parti teröre destek verenlerle asla yan yana gelmez. Ancak burada düşündüren şey şu: HDP’li milletvekilleri hakkındaki fezlekeler üzerinden iktidar muhalefeti de kıskaca alabilir mi? İktidar kanadı, bu fezlekeleri muhalefet üzerinde ‘Demokles’in kılıcı’ gibi sallandırmak istiyor. Bize ‘turnusol kâğıdını’ gösteriyor. Bu nedenle hukukçularımızın hazırlanan fezlekeleri dikkatli incelemesinde yarar var. Yetkili organlarımızda da tartışılır.” ‘SEÇMEN BENİMSEMEDİ’Öte yandan İYİ Parti’de “HDP’ye yönelik tutumun da 2023’e giden süreçte çok belirleyici olacağına” vurgu yapılıyor. Genel Başkan Meral Akşener’in cumhurbaşkanı adayı olduğu dönemde, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile ilgili “Demirtaş’la eşit şartlarda yarışmak isterim” ifadesinin o dönem İYİ Parti’ye oy kaybettirdiğine, “seçmenin bu söylemi benimsemediğine” işaret edilirken partinin “HDP konusunda çizgilerini de net çizmesi gerektiğine” işaret ediliyor.‘CUMHUR İTTİFAKI’YLA ORTAK HAREKET ETMEYİZ’İYİ Parti kanadı, bu süreçte “Cumhur İttifakı ile ortaklıktan da yana olmadığının” altını çiziyor. İktidarın, çözüm sürecindeki icraatlarını masaya yatıran parti yönetimi, bu dönemde yapılan yanlışların da “sert bir dille eleştirilmesi gerektiğini” düşünüyor. Ancak “HDP üzerinden İYİ Parti’nin iktidar kanadına yakınlaştığı şeklindeki söylemlerin de ‘bilinçli bir şekilde siyasete yeni bir yön vermek istenmesinden kaynaklı olabileceği’” değerlendiriliyor. İYİ Parti, “fezlekeler üzerinden kullanılan ‘evet’ oyuyla ‘Cumhur İttifakı’na yakınlaştılar’ gibi bir algı yönetimi içinde yer almak” da istemiyor. 2023’e gidilen süreçte bu şekilde bir algının oluşturulmak istenecek olmasına dikkat çekilerek bu durumun “seküler milliyetçi tabanda rahatsızlık yaratabileceği” de konuşuluyor. Selda GüneysuKılıçdaroğlu’nun avukatıCelalÇelik’e barodan kovuşturma
Kılıçdaroğlu’nun avukatı Celal Çelik’e barodan kovuşturma CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun avukatı Celal Çelik, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatları tarafından yapılan başvuru üzerine, Ankara Barosu’nun hakkında açtığı disiplin kovuşturmasına tepki gösterdi. Çelik, “Avukatın iddia ve savunma dokunulmazlığı vardır. Buna rağmen hakkımda iki ayrı dava açılmıştı. Ankara Barosu, bu davalardan mahkûm olmadığım halde başvuru üzerine disiplin kovuşturması açıyor. Avukatın savunma hakkının yanında olması gereken baronun böyle bir hukuksuzluğa girmesi üzücü” değerlendirmesini yaptı.Avukat Celal Çelik, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’na açtığı iki ayrı davada yaptığı savunma nedeniyle yargılandığını, Ankara Barosu’nun da aynı davalar üzerine, henüz karar çıkmadan, davalar sonuçlanmadan, hakkında disiplin kovuşturması başlattığını” belirtti. ‘SORUŞTURMA ÜZÜCÜ’Çelik, Cumhuriyet’e şu açıklamalarda bulundu: “Müvekkilim Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında ‘yolsuzluk’ özelinde yaptığı eleştirilere çok sayıda dava açıldı. Erdoğan’ın avukatları, ‘Bunlar iftiradır, Cumhurbaşkanı’nın kişisel hakları zarar gördü, tazminat istiyoruz’ dediler. Bu davalardan ikisinde yazdığım, tamamı delillere ve doğru olgulara dayanan iki savunma dilekçesinden dolayı Sayın Erdoğan’ın avukatları, savcılığa başvurdu. Savcılığın soruşturma başlattığı dönemde, ‘Dava açılmasını tercih ederim. Bu sayede müvekkilimin sözlerinin doğru olduğunu ispat etme hakkında sahip olacağım’ demiştim. Nitekim savcılık, ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’ ve ‘avukatlık görevini kötüye kullanma’ gerekçeleriyle dava açtı. Bu sayede yolsuzluk iddialarına ilişkin tapelere bilirkişi incelemesi yapılmasını sağladık.” Baronun açtığı soruşturmaya tepki gösteren Çelik, “10 gün içinde savunma yapmamı bekliyorlar. Barodan beklenen avukatın yanında yer alması ve mücadele etmesidir. Normalde, açılmış bir davada mahkûmiyet kesinleşirse bu süreç işletilebilir. Fakat ben mahkûm olmadım. Ankara Barosu’nun böyle bir hukuksuzluğa girmesi üzücü” dedi. Erdem SevgiAra verilen yüz yüze eğitimdeki belirsizliğin giderilmesi istendi
Ara verilen yüz yüze eğitimdeki belirsizliğin giderilmesi istendi Eğitim İş Sendikası Genel Başkanı Yıldırım, “Turizme verilen önem eğitime verilseydi bu durumda olmazdık” dedi. Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol, “Eğitimin bütün kademelerinde görev alan herkes aşılanma programında olmalı” diye konuştu. Milyonlarca öğrenci, veli ve öğretmen 1 Mart günü salgın nedeniyle ara verilen yüz yüze eğitim için hazırlık yapmaya başladı ancak “erteleme” ile gelen belirsizlik tepki çekti. Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) önceki gün ana sınıflarında, ilkokullarda, 8 ve 12. sınıfların yüz yüze eğitime başlamasına Cumhurbaşkanlığı Kabine Toplantısı’ndan sonra karar verileceği açıklamasının ardından, gözler bugün yapılacak toplantıya çevrildi. Yüz yüze eğitim ile ilgili belirsizlikler sürerken eğitimciler ve hekimler, “MEB, süreci yönetemedi. Okullar yüz yüze eğitime hazır değil. Henüz aşısını olan bir eğitimci bile yokken okul açmak yanlış karar” görüşünü dile getirdi. Eğitim İş Sendikası Genel Başkanı Orhan Yıldırım, Milli Eğitim Bakanlığı’nın salgın sürecini iyi yönetemediğini belirterek “Milyonlarca çocuğumuzun bilgisayar, tablet ya da internet erişim imkânı devlet tarafından sağlanamadı. Bu MEB’in uzaktan eğitim sürecini yönetemediğinin en somut göstergesi olmuştur” dedi. Sendika olarak milyonlarca çocuğun uzaktan eğitim imkânına erişememesinin devam etmesi durumunda okulların tedbirler alınarak açılması gerektiğini söylediklerini ancak buna dair adımlar atılmadığını ifade eden Yıldırım, “Dünyanın hiçbir ülkesinde eğitim-öğretim süreci bu kadar kötü, plansız-programsız yürütülmüyor” diye konuştu. Yıldırım, dünyanın pek çok ülkesinde bölgesel ve yerel olarak bulaş riskine göre okulların durumuna karar verildiğini anlattı. Okulların açılmasına ilişkin bir hazırlığın olmadığını, eğitimcilerin aşılanmasının da başlamadığını kaydeden Yıldırım, şöyle devam etti: “Tüm eğitim kadrosu aşılanmalı, 100 bin ücretli öğretmen var ancak bu öğretmenler aşılama programında yok. Ülkemizde bakanlık çocukların yüz yüze eğitim alıp almayacağını velinin inisiyatifine bırakıyor; bu, yanlış. Türkiye’de bir kısım veli, kız çocuklarının okula gönderilmesini istemiyor, bu artabilir. Bir diğeri de dolaylı olarak ‘okullara gitmeyin ama başka yerlere gidebilirsiniz’ deniyor. Merdiven altı Kuran kurslarına ya da yasadışı birtakım eğitim kurumlarına çocukların gönderilmesinin resmi yolunu açıyorsunuz. Cumhurbaşkanı ve kabine ne yazık ki turizme verdiği önemin yüzde birini eğitime verseydi şu anda bu durumda olmazdık.”‘HİÇBİR HAZIRLIK YOK’Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol ise okulların açılmasıyla ilgili gereken hazırlığın yapılmadığını ve takvimin belirsizliği sorunu olduğunu söyledi. Okulların açılmasından 2 hafta önce yüksek düzeyde test yapılarak genel tabloya bakılması gerektiğinin altını çizen Şenol, şöyle konuştu: “Bunu da sadece hastaneye gelenleri değil okulların olduğu bölgelerdeki semt insanlarına da yapması gerekir. Böylece salgın kaynağı konusunda fikir sahibi olup bu düzeye rağmen okul açacaksa da havalandırma, sosyal mesafe, çocukların transferi, öğretmen ve personelin taranması gibi salgın biriminin ölçütleri ile okul açması gerekir. İnsan sağlığı bakımından önemli bir sağlık sorunu da okulların açılmamasını ama hiçbir hazırlık olmadığını, 1 yıl önce kapılarına kilit vurduğumuz okulların kilidini açıp içine girebileceğimi sanıyoruz en büyük yanılgımız bu. Hazırlık yok. Aşılanan bir eğitimci yok. İki dozun koruyuculuğu da 42. günde başlıyor daha henüz aşılanan bir tek öğretmen bile görmedik. Okulların doğrudan salgını etkisini ölçemeyecek kadar yüksek bir salgın eğrimiz var. Eğitimin bütün kademelerinde görev alan herkes aşılanma programında olmalı.” Sibel BahçetepeAtak Electric, teknolojileriyle dünyayla buluşuyor!
Atak Electric, teknolojileriyle dünyayla buluşuyor! Karsan, Amerika ve Avrupa’nın gerçek yol koşullarına hazır ilk Seviye 4 otonom özelliklerine sahip otobüsü Otonom Atak Electric’in tanıtımını gerçekleştirdi. Sürücüye ihtiyaç duymadan çevresini algılayabilen Otonom Atak Electric’te aracın farklı yerlerinde konumlanan çok sayıda LiDAR sensör bulunuyor. Bununla birlikte, ön kısımda bulunan gelişmiş radar teknolojisi, RGB kameralarla yüksek çözünürlükte görüntü işleme, termal kameralar sayesinde ekstra çevre güvenliği gibi birçok yenilikçi teknoloji de Otonom Atak Electric’in özellikleri arasında yer alıyor. Tüm bu teknolojileri Seviye 4 Otonom olarak sunabilen Otonom Atak Electric, planlanmış bir rota üzerinde sürücüsüz olarak hareket edebiliyor. Gece veya gündüz, her türlü hava koşulunda otonom sürüşte saatte 50 kilometre hıza çıkabilen araç, bir otobüs sürücüsünün yaptığı; rota üzerindeki duraklara yanaşma, inme-binme süreçlerini yönetme, kavşak ve geçitlerle trafik ışıklarındaki sevk ve idareyi sağlama benzeri tüm işlemleri sürücüsüz olarak gerçekleştiriyor.Otonom Atak Electric, Karsan’ın 8 metre sınıfındaki yüzde 100 elektrikli modeli Atak Electric üzerinde yapılan çalışmalarla geliştirildi. Karsan Ar-Ge tarafından yürütülen projede, bir başka Türk teknoloji şirketi ADASTEC’le işbirliği yapıldı. ADASTEC’in geliştirdiği Seviye 4 otonom yazılımları, Atak Electric’in elektrik-elektronik mimarisine ve elektrikli araç yazılımlarına entegre edildi. Otonom Atak Electric, gücünü BMW tarafından geliştirilen 220 kWh kapasiteli bataryalardan alan Atak Electric’in üzerine inşa edildi. Atak Electric’in sahip olduğu 8.3 metrelik boyutları, 52 kişilik yolcu kapasitesi ve 300 kilometrelik menzili Otonom Atak Electric’i de sınıfında öncü konuma getirdi.Bugüne kadar teslim edilen Atak ve Jest Electric’lerin toplamda 1 milyonun üzerinde kilometre yol kat ederek elektrikli araçlar alanında ciddi bir tecrübeyi Karsan’a kazandırdığını vurgulayan Karsan CEO’su Okan Baş, “Geçen dönemde lansmanını gerçekleştirdiğimiz ve seri üretime hazır hale getirdiğimiz Atak Electric bir ara istasyondu. Bugün karşınızda bulunan Otonom Atak Electric, ise bizim odak noktamız. Bunu ilk günden beri bu şekilde planladık. Elektrikli araçlarımızı otonom araçlar için bir basamak olarak kullandık. Atak Electric ile başlayıp devamında ilerlemek istiyoruz. Otonom Jest Electric de planlarımız arasında yer alıyor. Bundan sonra devreye alacağımız her ürün otonom hazırlıklı olacak. Seviye 4 otonom özelliklerinin tümüne adapte olabilecek. Öte yandan, Karsan olarak elektrikli araç tarafında yaptığımız yatırımlar da hız kesmeden sürüyor. Kısa süre içerisinde 12 ve 18 metre boyutlarında yüzde 100 elektrikli yeni araçlarımızı yollarla buluşturacağız” dedi. OTOMOBİL - HAKAN AKARSUTBMMİnsan HaklarıKomisyonu BaşkanıÇavuşoğlu’na BoğaziçiÇağrısı
TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Çavuşoğlu’na Boğaziçi Çağrısı CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Boğaziçi protestoları nedeniyle halen 9 kişinin cezaevinde, onlarca kişinin de ev hapsinde olduğunu belirterek, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Hakan Çavuşoğlu’na, “İnsan hakkı ihlali ile karşı karşıya olan gençlerimizin durumunu komisyon gündeme almalı” çağrısında bulundu. CHP’li Özel, Türkiye’nin, insan hakları ihlalleri noktasında yakın tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşadığını vurguladı. Özel, “Anayasanın 34. maddesi, ‘Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir’ hükmünü içeriyor. Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’ne Melih Bulu’nun atanmasının ardından yapılan protesto ve gösteri yürüyüşleri, polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. Bu olaylar nedeniyle 9 vatandaşımız cezaevlerinde, onlarca gencimiz ev hapsi ile özgürlüklerinden alıkonuldu. Türkiye’nin 16 Nisan rejime kasteden anayasa değişikliğinin ardından iktidar partisi eliyle girdiği anayasasızlaştırma sürecinde, 12 Eylül faşist darbe anayasasının dahi hak olarak tanımladığı bazı maddeler fiilen yürürlükten kaldırılmıştır” ifadelerini kullandı.“Ne yazık ki ülkemizde anayasanın 34. maddesinde tanımlanan haklar kısıtlanmaktadır” değerlendirmesini yapan Özel, şunları söyledi: “Protestolara katılan bu ülkenin pırıl pırıl gençleri AK Parti Genel Başkanı, İçişleri Bakanı, kabine üyeleri, saray yetkilileri ya da AK Parti sözcülerince terör örgütleriyle irtibatlandırılmışsa da hiçbiri hakkında terör örgütü bağı bulunamadı. Lekelenmeme hakları zedelenen bu gençlerin bir kısmı halen özgürlüklerinden mahrum durumda.” Erdem Sevgiİçişleri BakanıSüleyman Soylu 'yeşilışık' yakmıştı
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 'yeşil ışık' yakmıştı Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) astsubay olmak için aldıkları eğitimi tamamladıktan sonra FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ataması yapılmayan kursiyerler atama bekliyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun atamaların yapılmasına “yeşil ışık yaktığı” kursiyerler için CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, 960 kişinin “sehven Kanun Hükmünde Kararname (KHK) mağduru” olduğuna dikkat çekti.FETÖ’nün 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından 900 astsubay ve 60 uzman çavuş olmak üzere Kara Kuvvetleri Komutanlığı Astsubay Temel Askerlik ve Astsubaylık Anlayışı Kazandırma (ASTTASAK) kursiyerinin ataması yapılmadı. ASTTASAK kursiyeri, 30 Ağustos 2016’da astsubaylığa başlaması gerekirken nasıpları yapılmayarak izne gönderildi. Kursiyerlere, 29 Ekim 2016’da yayımlanan KHK ile soruşturmadan dolayı sigortayla ilişkileri kesilerek işlemlerinin iptal edildiği bildirildi. Mağdurların başvurduğu Danıştay, uyuşmazlığın doğrudan KHK’den değil, Milli Savunma Bakanlığı işleminden kaynaklandığı ve bu işlemin idari yargı denetimine tabi olduğu kararını verdi.CHP’li Özkoç, TBMM’de yaptığı konuşmada, 960 kişinin “sehven KHK mağduru olduğunu” belirterek, “Haklarında güvenlik soruşturmaları açıldı. Adlarına açılmış herhangi bir dava da yok. Eğer içlerinde varsa kuruyu yaştan ayıklamak da devletin görevidir. Artık atamalar yapılmalıdır” dedi. ‘CİDDİ ZORLUK YAŞIYORLAR’Mağdurların avukatı Prof. Dr. Ersan Şen, Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, adayların eğitimlerini başarıyla tamamladığını anımsatarak birçok idari girişimde bulunmalarına karşın sorunlarının çözülmeyerek mağduriyetlerine sebep olduğunu söyledi. Şen, “Konu ile ilgili açılan davalardan birisinin esastan reddedilmesi ve kararın kesinleşmesi üzerine Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılmış olup neticesi beklenmektedir. Mağduriyete sebep olarak gösterilen 675 sayılı KHK hükümlerinin astsubay kursiyerlerini kapsamadığı ve kendilerini kapsama alan başka yasal bir düzenleme bulunmadığı açıkça ortadadır. Bu kişiler, 2016 yılından bu tarafa hak ettiği parasal haklarını alamadığı gibi sigorta iptal kayıtlarında 675 sayılı KHK’ye yer verilmesi sebebiyle başka iş bulma imkânları kısıtlanmış olup hayatlarını asgari ölçüde bile devam ettirmede ciddi zorluk yaşamaktadır” dedi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Ekim 2019’da katıldığı bir televizyon programında mağdur kursiyerlere, “Az daha sabretsinler. Güvenlik soruşturması yapacağız” diyerek kursiyerlerin atamalarına yeşil ışık yakmıştı. Çağatan Akyol