News - Haberler
Petrolçağının temsilcisiydi...
Petrol çağının temsilcisiydi... Dünya onu, Nixon yönetiminin Yom Kippur Savaşı sırasında İsrail ordusuna destek vermesine tepki gösteren Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyesi Arap ülkelerinin 15 Ekim 1973’te ilan ettiği petrol ambargosu dönemindeki rolüyle tanıdı. Dünya kamuoyu karşısına batılı giysilerle çıkan en önemli Suudi figür oydu. Bir zamanlar sarf ettiği “Taş Devri, taşlar bittiği için bitmedi, Petrol Çağı da petrol bittiği için bitecek değil” deyişi yüzünden alay konusu yapılmasına rağmen bu cümleye ilişkin iki büyük haksızlıkla karşılaştı. Birincisi, bu sözler onun değil, büyük bir ekonomist olan Don Huberts’indi. İkincisi, boş bir tekerleme gibi gelen bu vecizede anlatılmak istenen şuydu: Taş devri taşların kullanım aracı olarak yerini daha gelişkin araçlara bıraktığı için bitti, petrol de petrol biteceği için değil, yerini yeni enerji kaynaklarına bırakacağı için bitecek.Huberts söylediği zaman çok da önemsenmemiş olabilir ama dünya petrolünü elinde tutan bir ülkenin yetkilisi olarak Yamani gibi birinin söylemesi önemlidir. Tüm varlığını petrole borçlu bir ülkenin, buna fazla bel bağlamaması gerektiğini söylemek hem cesareti hem de öngörüyü gösterir. Bu, kendi konumunu da riske atan bir öngörüdür elbette. Petrolün gün gelip biteceğini, başta Suudi Arabistan olmak üzere tüm petrol üreten ülkelerin yeni kaynaklara yönelmesi gerektiğini söyleyen Yamani, bunun da söz konusu ülkelerde başta demokrasi olmak üzere reformlar gerektirdiğini ifade etmiştir. Bu düşünceleri yüzünden görevden alınması ani olmuştur. Bugün Suudi Arabistan’da Veliaht Prens Muhammed bin Selman’la başlatıldığı sanılan reform girişimlerinin düşünce düzeyinde öncüsü bu adamdı. ZENGİNLEŞTİREN OYDUBakanlığı sırasında attığı tüm adımları pragmatist oluşuna bağladı hep. Bunu “ideolojiler hakkında çok az şey biliyorum” diyerek vurgulamıştır. Bu pragmatist tutumu yüzünden Suudi Arabistan’ın uluslararası çok ortaklı enerji şirketi ARAMCO’yu devletleştirmeyi başarabilmiştir. Ülkesi, bugün petrol pazarında büyük bir yer tutuyor oluşunu Yamani’ye borçludur. Yamani, iki büyük olayda istemeden yer aldı. İlki 1975’te Kral Faysal’ın suikast sonucu öldürülmesine hemen yanı başında tanık olması, ikincisi de yine aynı yıl Çakal Carlos tarafından basılan Viyana’daki OPEC merkezinde rehineler arasında bulunması. KIZI ÜLKEYE GİREMİYORİleride Suudi Arabistan’ı parçalayacak Hicaz ayrılıkçılığını anımsatalım yine. Hicazlılar Suudi Arabistan’ın birliğini reddederler. Hicaz’ın Suudilerce işgal edildiğini savunurlar. Hicazilerin giyim kuşamı bile geleneksel Suudi kıyafetinden farklıdır. Liderliğini Sami el Angawi’nin yaptığı Hicazilik Suudi Vahhabiliğinin reddettiği bir İslami akım. İşte Hicaz ayrılıkçılığını savunanlardan biri de Zeki Yamani’nin kızı Mia Yamani’dir. Mia Yamani’nin ülkeye girişi yasak. 1930’da bir Hicaz kenti olan Mekke’de doğan, hem New York Üniversitesi’ne hem de Harward Üniversitesi’nde eğitim gören Ahmet Zeki Yamani de ülkesindeki Hicazilere ama kesinlikle reformistlere de çok yakın biriydi. Petrol Çağı’nın temsilcisi, biteceğini söylediği çağın sonunu göremeden öldü. Mustafa Kemal ErdemolBoğaziçiliöğrencilerden Bahçeli'ye yanıt: 'Önce terörist demekten vazgeç'
Boğaziçili öğrencilerden Bahçeli'ye yanıt: 'Önce terörist demekten vazgeç' MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, eski AKP’li Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanmasına karşı düzenlenen eylemlere katılan öğrencilere seslendi. Bahçeli’nin “Diyeceğiniz ne varsa söyleyin, çözelim ama üniversite kapılarında terör örgütlerinin dolduruşuna gelmeyin” açıklamasına Boğaziçili öğrencilerden yanıt geldi. Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği bölümü öğrencisi B.Y: Bizim zaten 50 gündür taleplerimiz açık ve net. Çözmek istediğimiz meseleyi de antidemokratik uygulamaları da düzenli bir şekilde belirtiyoruz. Bahçeli’nin bu açıklamasını ise geri adım attırmaya ya da uzlaşmaya yönelik bir açıklama olarak görüyorum. Taleplerimiz değişmeyecek. Rektör kayyım istifa etsin. Üniversiteden polis ablukası kaldırılsın. Tutuklu arkadaşlarımız serbest bırakılsın. Arkadaşlarımız halen tutukluyken “sorununuz neyse çözelim” demek ya bizleri dinlememek ya da direnişin boyutundan korkmaktır. Taleplerimiz asla uzlaşmaya açık değildir.TALEPLERİMİZ AYNIBoğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği bölümü öğrencisi M.G: Devlet Bahçeli bu ülkede siyasi bir aktörse zaten şu anki keyfi uygulamalara karşı çıkıyor olmalı. Ama biz Bahçeli’nin bizim karşı çıkışımızı sahiplenmesini beklemiyoruz. Sahiplenme konseptine de destek olma konseptine de ilkesel olarak karşıyız. Taleplerimiz ise aynı. Tüm kayyımların istifa etmesini, polis ablukasının kalkmasını, tutuklanan arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını, demokratik bir rektör seçimi yapılmasını talep ediyoruz. ÇÖZÜMDEN UZAK SÖZLERBoğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğrencisi B.A: Devlet Bahçeli’nin açıklaması çok geç kalmış ve kullandığı üslup itibarıyla çözümden uzak bir açıklama. Direnişimize destek veren üniversiteli arkadaşlarımıza terörist derken sorunu çözmek istediğini belirtiyor. Ama kendisi öncelikle diline dolanan terörist kelimesinden vazgeçmelidir. Yaptığı açıklamayla Bahçeli, bizleri hiç anlayamadığını ortaya koymuştur. Taleplerimiz hiç değişmedi. Bir uzlaşma yolu aranıyorsa bu mümkün değil. Şartsız bir şekilde taleplerimiz kabul edilmeli. Seyhan AvşarEmre Türkay'ın eğitim hakkıgeri verildi
Emre Türkay'ın eğitim hakkı geri verildi Cezaevinde uzaktan eğitim alması engellenen Emre Türkay, hukuk savaşını kazandı. Kırıkkkale F Tipi Cezaevi’nde hükümlü olarak kalan Emre Türkay (33) İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi, Gazetecilik bölümü son sınıf öğrencesi. İki buçuk yıl önce kendi parası ile bilgisayar alarak cezaevinde eğitimini sürdüren Türkay’ın, uzaktan eğitim talebini kabul eden mahkeme, 3 ay sonra kesinleşmiş kararı bozarak reddetti. Türkay’ın eğitim hakkının engellenmesini gazetemizin duyurmasının ardından üst mahkeme, infaz hâkimliğinin kesinleşmiş kararı bozamayacağını gerekçe göstererek Türkay’ın eğitim hakkı talebini kabul etti. İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Gazetecilik bölümü son sınıf öğrencisi hükümlü Emre Türkay gazetemize mektup ve mahkeme kararlarını göndererek eğitiminin engellenmesinin üst mahkeme yoluyla kaldırıldığını yazdı. Gazetemizde çıkan haberin bu kararda etkili olduğuna inandığını dile getiren Türkay, “Üst mahkeme bu hukuksuzluğa dur dedi. Uzaktan eğitimimin önünde engel kalmadı. İtiraz ettiğim üst mahkeme verdiği kararla ‘kesin kararı öyle kafana göre değiştiremezsin’ dedi. İşe bakın ki gazetecilik bölümünü, gazetecilerin desteği, yardımıyla bitirmiş olacağım. Bu dört yıldır aldığım derslerden daha önemli bir ders ve öğretiydi” dedi. Zehra ÖzdilekBayern Münihçok farklı
Bayern Münih çok farklı Şampiyonlar Ligi Son 16 Turu ilk maçında Alman ekibi Bayern Münih deplasmanda karşılaştığı İtalyan temsilcisi Lazio’yu 4-1 mağlup etti. UEFA Şampiyonlar Ligi Son 16 Turu ilk maçında Alman ekibi Bayern Münih deplasmanda karşılaştığı İtalyan temsilcisi Lazio’yu 4-1 mağlup etti.UEFA Şampiyonlar Ligi Son 16 Turu’nda Lazio ile Bayern Münih, Olimpiyat Stadı’nda karşı karşıya geldi. Mücadeleye hızlı başlayan Münih, Robert Lewandowski ile 9. dakikada 1-0 öne geçti. Alman temsilcisi 21. dakikada Jamal Musiala ve 42. dakikada da Leroy Sane’nin golleri ile ilk yarıyı 3-0 önde tamamladı. İkinci yarıya da golle başlayan Münih 47. dakikada Francesco Acerbi’nin kendi kalesine attığı golle 4-0 yaptı. Lazio 49. dakikada Joaquin Correa’nın golü ile skoru 4-1’e getirdi. Karşılaşmanın geri kalanında başka gol olmayınca Bayern Münih, Lazio’yu 4-1 mağlup etti. İHAYARIN, günlerden Cumhuriyet Kitap!
Türkçe Haberler En Son Başlıklar YARIN, günlerden Cumhuriyet Kitap! Sayı 1619! YARIN yayınlanacak 1619’uncu sayımızın kapağında, yeni romanı Empedokles’in Dostları’nı konuştuğumuz Amin Maalouf yer alıyor. Maalouf ile “yeni” romanını, “yeni” çağı, yükseldiğine inandığı “yeni” devrimi, mümkün olduğuna inandığı “yeni” dünyayı ve değişen dengeleri konuştuk. Gamze Akdemir’in söyleşisi… Kitap Dergi, YARIN gazeteniz Cumhuriyet’le birlikte… /Archive/2021/2/24/003246924-1619-kitap-kapak-ic-.jpg- Sayı 1619! Cumhuriyet Kitap Dergi’nin YARIN yayımlanacak 1619’uncu sayısının kapağında, yeni romanı Empedokles’in Dostları’nı konuştuğumuz Amin Maalouf yer alıyor.Atlas Okyanusu kıyısındaki küçük Antioche Adası merkezli yeni romanını; insanlığın, yaşamı kolaylaştıran teknolojik gelişmelerin artık sonu getirmek üzere olduğu bir eşikte kurtarıcılarıyla tanışması üzerine geliştiriyor Maalouf.İleri bir teknoloji, tıp bilgisi ve yüzen hastaneleriyle birlikte, karmaşaya son vermek üzere çıkagelen bir grup gizemli insan üzerinden, hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı pek yakın bir geleceği kurguluyor.Amin Maalouf ile ‘Empedokles’in Dostları’nı, yeni çağı, yükseldiğine inandığı yeni devrimi, mümkün olduğuna inandığı “yeni dünya”yı ve değişen dengeleri konuştuk. Gamze Akdemir’in söyleşisi…- Üçüncü sayfamızda bu hafta; Francis Bacon’ın ‘Antik Bilgelik’ini incelediği yazısıyla Hikmet Temel Akarsu yer alıyor.- Nedim Gürsel; yazın ve düşün dünyası, kişiliği, kendisindeki derin izleri, dostluğu üzerinden kısa süre önce yitirdiğimiz, roman, öykü, anlatı ve deneme türündeki usta yapıtlarıyla 50 kuşağının, Modern Türk Edebiyatının ustalarından Demir Özlü’yü yazıyor.- Çağdaş Bayraktar; ‘Muammer Sun, Cumhuriyettir!’ başlıklı yazısında yakın zamanda yitirdiğimiz Muammer Sun’u ve kızı Sinemis Adige Sun’un kaleme aldığı yaşam öyküsü ‘Karnında Güneş Olan Adam’ı yazıyor.- Fuat Sevimay; Mehmet Fırat Pürselim’in mavisi ve beyazı, bulutu ve sonsuzluğu, kuşları ve kanatları, kışları ve baharıyla göğü sunduğu öyküleri ‘Sakarmeke’yi inceliyor.- Neşe Doster; yürekli Cumhuriyet aydını, eğitimci Nuri Gökçek’in kitabı, Öğretmenim Sen Hiç Boyun Eğmedin’i inceliyor.- Mehmet Emin Arıcı; Haluk Uygur ile fotoğraf makinesinin tarihini değil, bir düşünme sisteminin öyküsünü, sanatın diğer alanlarında da etkileşim yaratacak birçok düşünme faaliyetinin öyküsüyle birlikte anlattığı Fotografik Düşünme Tarihi’ni konuşuyor.- Deniz Burak Bayrak; Isabel Allende’nin ilk bakışta klasik bir aşk romanı gibi görünse de büyülü kurgusu ve yazarın sarsıcı sözcükleriyle aslında politikanın insanlara yaşattığı acının anlatıldığı, bıçak gibi keskin yapıtı ‘Aşktan ve Gölgeden’i merceğe alıyor.- Y. Bekir Yurdakul; Aşkın Güngör’ün, okurun merakını ince bir derenin sessizliğiyle arttıran ‘Beş Benzemez-Dinozorlar Şehri’ni yazıyor.- Emek Yurdakul; Eşref Karadağ’ın ‘Dedem Bir Maymun’ kitabını değerlendiriyor.- Vitrindekiler ve Mustafa Başaran’ın hazırladığı Bulmaca köşelerimizde düşün trafiği sürüyor.İyi okumalar…EditördenUnutmayın her gün Cumhuriyet, her Perşembe Cumhuriyet Kitap okunur!Kitap Dergi, YARIN gazeteniz Cumhuriyet’le birlikte… Cumhuriyet Kitap EkiDijital toplumdaçalışma ve yaşam
Dijital toplumda çalışma ve yaşam “Küresel Dijital Ekonomide Emek” adlı kitabında Ursula Huws, yaşanan değişim ve dönüşümlerin teknolojik, kültürel ve siyasal boyutlarını mercek altına alıyor. Emeğin sosyalleşmesinde sosyal medya, cep telefonları ve tabletlerin başat konuma gelmesiyle toplumsal yaşamların tümüyle değişmesi de çok çarpıcı bir tartışma olarak yer alıyor kitapta. Yazara göre sosyalliklerin piyasa tarafından sömürgeleştirilmesi, yalnızca yeni bir kâr kaynağı olmakla kalmayıp toplumsal hayatların dokusuna hasar vererek gelecekteki dayanışmanın temellerini baltalıyor. /Archive/2021/2/24/002415429-ic1-.jpgİktisadi, siyasi, teknolojik ve kültürel yapılarda ani ve köklü değişimlerin gerçekleştiği bir dönemden geçiyoruz. Yaptığımız iş, yaşadığımız kent, sosyalleştiğimiz insanlar ve sosyalleşme biçimlerimiz değişip dönüşüyor. Bizler de oradan oraya savrulurken anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz. Yirmi birinci yüzyıl kapitalizminde emek ve yaşam ne ifade ediyor?Küresel Dijital Ekonomide Emek adlı kitabında Ursula Huws, bu temel soruya yanıt arıyor. Huws, yeni metalaştırma alanlarının kapitalizmi dönemsel bunalımlardan sağ çıkardığını vurguluyor. Bu alanların kapitalizme yenilenmiş bir dinçlik sağladığının ve emekle ilişkisini taze şartlarda kuracağı süreçler yarattığının altını çiziyor./Archive/2021/2/24/002433710-kapakic2.jpgDAHA FAZLA KÂR İÇİN DENETİMKitap, Ursula Huws’un 2006-2013 arasında yazdığı makalelerden oluşuyor. Bunlar, yaşanan değişim ve dönüşümlerin teknolojik, kültürel ve siyasal boyutlarını mercek altına alıyor. Her makale, yaşananlara dair bir boyutu daha yakından sorgulamaya imkân veriyor.Kitapta emeğe dair en önemli saptamalardan biri, meslekî kimliklerin yok olması. Bu noktada, Huws’un şu sorusu oldukça çarpıcı: “Gelecekte insanlar bize, ‘Ne iş yapıyorsunuz?’ diye sorduğunda ne cevap vereceğiz?”Günümüzde işverenler, dijital okur-yazar, kendi kendini motive eden, iyi takım oyuncusu, sosyal becerili, istihdam edilebilir, girişimci insanlar istiyor. Bu beceriler, yeterlilikler ve yetenekler nasıl bir araya getirilirse getirilsin istikrarlı meslekî kimlikler tanımlamaz. Tek istenilen gerek duyulduğunda işe alınabilecek, gerek duyulduğunda işten atılabilecek işçi arzıdır./Archive/2021/2/24/002450741-ic3.jpgEmeğe dair Huws’un yaptığı bir başka saptama ise işlerin sabit, gezgin ve bölüntülü doğasıdır. Bu süreç kimin hangi işi, nerede, ne zaman ve nasıl yaptığı ile ilgilidir.Kentlerdeki sabit işler (lokanta, taksi, vb.) göçmen emeğine, gezgin (mobil) işler ise uluslararası siber bir işçi sınıfının oluşumuna işaret ediyor.Bölüntülü iş ise sabit ve gezgin işlerin karmaşık bir araya gelişi olarak karşımıza çıkıyor. Evden internet üzerinden çalışan kadının işinin arasına uykudan uyanan çocuğunun girmesi gibi.Düşünsel faaliyetin metalaşması da en çarpıcı gerçekliklerden biri olarak vurgulanıyor. Bilim ve teknoloji ile yaratıcılık piyasa koşullarında daha fazla kâr için denetleniyor ve sanat işçileri, her geçen gün, kendini büyük şirketlere ya da bürokrasilere gittikçe daha fazla yalvarır ve övünür hâlde buluyor.Kitapta, emeğin kamu hizmetlerinin metalaşması ile içine girdiği süreç de etraflıca irdeleniyor. Kamu hizmetleri olarak devletin sunduğu hizmetler, işgücünü yeniden üretme açısından sermaye için şüphesiz işlevsel bir rol oynar.Diğer yandan ise emekli maaşı, ücretsiz sağlık ve emeklilik hizmetleri, işsizlik ve hastalık yardımları emekçi sınıfın uzun süreli mücadelesinin kazanımlarıdır. Bu hizmetleri piyasaya açmanın ise çok geniş kapsamlı ve boyutlu etkileri vardır. “SİBERTARYA” KAVRAMIEmeğin sosyalleşmesinde sosyal medya, cep telefonları ve tabletlerin başat konuma gelmesiyle toplumsal yaşamların tümüyle değişmesi çok çarpıcı bir tartışma olarak yer alıyor kitapta.Sosyalliklerin piyasa tarafından sömürgeleştirilmesi, yalnızca yeni bir kâr kaynağı olmakla kalmayıp toplumsal hayatların dokusuna hasar vererek gelecekteki dayanışmanın temellerini baltalıyor.Değişimleri saptamadaki gücü, kaleminin kıvraklığı bir yana Huws, sona doğru şöyle bir tespit yapıyor:“Karl Marx tarafından kullanılan ‘sınıf’, ‘meta’ ve ‘emek’ terimlerini de kapsayan en temel kavramlara yeni tanımlar bulmamız gerek gibi görünüyor.”Yazar bu tespitiyle son dönemin en tartışmalı sürecine de katılıyor. Emek-değer teorisinin geçerliliği, üretken emek-üretken olmayan emek ayrımı, proletaryanın yerine prekaryanın önerilmesi bu alanın en sıcak tartışmaları. Huws, bu tartışmaların içine katılmakla kalmıyor, “sibertarya” diye bir kavram da öneriyor./Archive/2021/2/24/002512038-ic4.jpgKuramsal geleneklerin gücü, sahip oldukları kavramların sosyal gerçekliğini açıklamasında yatar. Kavramlar, farklı zaman ve mekânlardaki görünümlere göre değişmez, bilakis bu görünümleri açıklamak için oradadır.Bu noktada, Huws’un Marksizmin güncelliği için samimi çabasının yönü ve içeriği tartışmaya açıktır. Bu çaba, kavramları genişletmenin yeni sosyal koşulları açıklamaya katkıda bulunarak Marksizmi zenginleştirip Marksizmi emek-değer eksenli olmayan başka bir teoriye dönüştürme arasındaki ince çizginin ne tarafında durduğuna göre dikkatle ele alınmalıdır.Küresel Dijital Ekonomide Emek kitabına dair son sözü Huws’a verelim:“İşte bunlar” diyor yazar, “yirmi birinci yüzyılda emeğin sermayeyle yüzleştiği yeni görünümün özelliklerinin bazıları (...) umarım bu derlemedeki denemeler bu ilişkinin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmakla kalmayıp aynı zamanda emeğin bunu yönlendirme yeteneğini geliştirebilecek birtakım yollar ve farklı varış noktalarına doğru yeni rotalar gösterebilir.”Küresel Dijital Ekonomide Emek / Ursula Huws / Çeviren: Cemre Şenesen / Yordam Kitap / 208 s. Gamze Yücesan ÖzdemirÖdül!
Ödül! Ödül, Avusturyalı fizikçi Lise Meitner ve Alman kimyager Otto Hahn’ın Stockholm’deki bir otelde geçmişleriyle yüzleşmelerini konu ediniyor. Gerçek olaylara dayanan edebi kurgu türündeki anlatı, II. Dünya Savaşı atmosferi, Yahudi olmak, kadın olmak, bilim insanlarının olayların yaşandığı dönemde karşılaştığı zorluklar gibi konuları ele alıyor. /Archive/2021/2/24/002019041-ic1.jpg“Olanlar değişmedi, sadece geçmişi yorumlama biçimi değişiyor...”Kitaptan10 Aralık 1946’da Stockholm’deki Grand Hotel’de Otto Hahn, Kimya alanında değer görüldüğü Nobel Ödülü’nü almak üzere bekliyor. Törene sadece birkaç saat kalmış. Ve o sırada Lise Meitner beliriyor süitinde: Otuz yılı aşkın bir süredir birlikte çalıştığı eski dostu, meslektaşı, tecrübeli bir bilim insanı.Fakat Lise, Otto’yu tebrik etmek için orada bulunmuyor. Onun meselesi geçmiş ve dolayısıyla gelecek. Lise sadece hesaplaşmak istiyor. Ömrünü adadığı işin hayattaki karşılığıyla yüzleşmek… Kapalı kapılar ardında, bir otel odasında olup bitiyor her şey. Karlı ve soğuk bir günde.Cyril Gély, tiyatrodan gelen ustalığını diyaloglar üzerinden akan bu hikâyede konuşturuyor: Tarihle, vicdanla, insanlıkla boğuşan iki bilim insanının gerçeğiyle yüzleşiyor./Archive/2021/2/24/002035354-kapakic2.jpgÖdül, Avusturyalı fizikçi Lise Meitner ve Alman kimyager Otto Hahn’ın Stockholm’deki bir otelde geçmişleriyle yüzleşmelerini konu ediniyor. Gerçek olaylara dayanan edebi kurgu türündeki anlatı, II. Dünya Savaşı atmosferi, Yahudi olmak, kadın olmak, bilim insanlarının olayların yaşandığı dönemde karşılaştığı zorluklar gibi konuları ele alıyor.Roman kurgusunu tek mekân olarak bir otel odası ve bir öğleden sonrayla çerçeveleyen Cyril Gély, tiyatrodaki başarısını diyaloglar üzerine inşa ettiği üslubuyla sergiliyor.Cyril Gély, tarihin gölgesinde kalmış olanı açığa çıkarıyor. Ödül’de, kibirden sağduyuya, gururdan ihanete, gafletten fırsatçı körlüğe kadar insana dair tüm belirsizlikleri ustalıkla gözler önüne seriyor.Keder ve sevgi arasında gidip gelen diyaloglar ve dokunuşlarla, yazar birbirine rakip iki arkadaş arasındaki muğlak ilişkiyi resmediyor. Turner resimleriyle dekore edilmiş bir otel odasında tarih yeniden yazılıyor.Gély, araştırmacıların kapalı dünyasında kadının yerini, tanınmamaktan kaynaklı acıyı ve başarı için verilen savaşı ustalıkla yazıyor.Ödül / Cyril Gely / Çeviren: Esma Fethiye Güçlü / Timaş Yayınları / 208 s. Cumhuriyet Kitap EkiMasalsıbir kasaba, korkunçbir kötülük
Masalsı bir kasaba, korkunç bir kötülük İtalyan Alpleri’nin eteklerinde, ormanların gölgesinde yer alan, masalsı görünümlü Traveni kasabası akla hayale gelmeyecek sırlara sahipti. Ve o sırlar ormanda bulunan çıplak bir erkek cesediyle beraber gün ışığına çıkmak üzereydi. /Archive/2021/2/24/001640170-kapakic2.jpgİlaria Tuti’nin ilk romanı Cehennem Çiçekleri peş peşe 3 baskı yapmış, 14 dile çevrilmiş. Romanın satırlarında ilerlerken, hikâyenin bu kadar beğenilmesinin sebepsiz olmadığını anladım. Cinsel dürtüleriyle hareket edip sadistçe öldüren sıradan bir seri katil hikâyesinin çok ötesinde bir hikâye vardı karşımda. Öncelikle insani duygular, polisiye romanlarda görmeye pek alışık olmadığımız tarzda derinlikli olarak işlenmişti.Hikâyenin baş kahramanı dedektif Teresa Battaglia, öteki kadın yazarların yarattığı dedektiflerle kıyaslandığında farklı bir karakter çizer. Öncelikle o, sıradan biridir. Hiçbir üstün özelliği yoktur. Zor bir hayat geçirmiştir. Eşinden gördüğü şiddet yüzünden çocuk sahibi olamamıştır. Yazarının tanımlamasıyla, “merhametli” bir insandır. İnsani ilişkileri zayıf bir kadın değildir. Ciddi sağlık sorunlarıyla boğuşurken bile katilin peşini asla bırakmaz. Ona ilişkin sıralanabilecek yegane kusurlar; baskıcı davranışları ve dominant karakteri oluşudur ki; bu da zor bir hayat geçirmesinden kaynaklanır.KURBAN EDİLEN BEBEKLERBaş kahramanın kendine özgü tarzı dışında hikâyenin en vurucu yanı, sözüm ona bilim adına yapılan deneyler ve bu deneyler uğruna kurban edilen bebekler oldu. Hikâyede, yeni doğan bebeklerde "anne yoksunluğu sendromu"nun yıkıcı etkilerini inceleyen Avusturyalı psikanalist Rene Spitz’in yolundan giden bir doktorun, yetimhanede kalan bebekleri her türlü sevgiden ve ilgiden mahrum bırakarak onların gelişimini inceleyişine tanık oluruz.Kısa zaman içerisinde bebeklerin bitkisel hayata girmesiyle sonuçlanan araştırma, bu bebeklerin hayatta kalabilmek için sadece fiziksel bakıma değil, şefkate, güçlü bir duygusal bağa da ihtiyaç duyduklarını ortaya çıkarır. Bu deney yıllar sonra, sakin Traveni kasabasına büyük bir kötülük getirecektir.Dedektif Teresa Battaglia, kurbanın gözlerinin çıkarıldığını, kollarının iki yana açılarak sırt üstü yatırıldığını ve de kanlı kıyafetlerinden insan figürü yapıldığını gördüğünde bu olayda hastalıklı, korkunç bir şey olduğu hemen anlar. Soruşturmayı yürütürken bir yandan da diyabetiyle ve tansiyonuyla uğraşmak zorundadır. Tüm bu sağlık sorunlarından çok daha önemli olan Alzheimer hastalığı da zihnini yok etmektedir./Archive/2021/2/24/001656857-ic3.jpgSeri katiller kurbanlarını belli kriterlere göre seçerler. Bu yüzden kurbanların ortak özellikleri olur. Ama bu kurbanlarda hiçbir ortak bir özellik belirlenememektedir. Sonunda, Teresa bütün bu olayların yaşları sekiz ile on arasında değişen Oliver, Lucia, Diago ve Mathias isimli çocukların etrafında döndüğünü keşfeder.İlk kurban Diago’nun babası, ikinci kurbansa Lucia'nın annesidir. Lucia ve Diego aynı sınıftadırlar. Derisi yüzülen hademe de çocuklarının gittiği okulda çalışmaktadır. Kurbanların ortak noktası bu çocuklardır ve katil çocuklara zarar veren yetişkinleri cezalandırmaktadır. Çünkü, Diego, kendisini ezen, şefkatsiz bir babaya sahiptir. Lucia’nın annesi uyuşturucu bağımlısıdır ve sık sık ortadan kaybolur. Oliver ise sadist bir hademe tarafından rahatsız edilir.Masalsı köylerin, vadilerin, göllerin, ormanların coğrafyasında Teresa Battaglia, 39 numaralı çocuğun başına gelenleri öğrendiğinde, korkunç sırrı ve katilin kim olduğunu ortaya çıkarır.Cehennem Çiçekleri / Ilaria Tuti / Portakal Yayınları / 355 s. Çağatay YaşmutSaramago…‘Körlük’te görmedikleri,‘Görmek’te gördükleri
Saramago… ‘Körlük’te görmedikleri, ‘Görmek’te gördükleri Salgın ile ülkemizde seyirci kaldığımız siyasi manzaranın bir benzeri Saramago’nun kaleminden yıllar önce çıkmış. Körlük, tıpkı Covid 19’un tüm hayatımızı birkaç hafta içinde felce uğratması gibi, ölümcül bir virüsün aniden yayılarak insanları paniğe ve kaosa sürüklemesini anlatıyor. /Archive/2021/2/24/001143689-ic1.jpgFotoğraf: VEDAT ARIKPortekizli yazar José Saramago, 7 Aralık 1998 tarihli Nobel Edebiyat Ödülü kabul konuşmasını bitirirken, Körlük romanını yazma amacına bir cümleyle değinir ve şöyle der: “Amacım okurlara yaşamı hor görürken mantığımızı sapkınca kullandığımızı, insan denen varlığın onurunun her gün dünyamızdaki güç sahiplerinin hakaretine uğradığını, evrensel yalanın çoğul hakikatlerin yerini aldığını, insanın benzerine olan saygısını yitirerek, kendisine saygı duymayı bıraktığını hatırlatmaktı.”Saramago’nun bu vurgusu buzdağının sadece görünen kısmıydı, zira katman katman derinleşen roman, söz ve hatta imla oyunlarıyla çatallanan, toplumsal gözlemlerle bezenmiş, insan psikolojisinin tüm kuytularına girip çıkan bir anlatı harikasıydı. 1995’te kaleme aldığı Körlük romanına, 2004’te devam niteliğinde yazdığı Görmek de eklenince hikâye bir başyapıta dönüştü.YENİDEN GÜNDEMDEPeki, Türkiye’de her iki romanın da bu kadar çok okunmasının, hele ki son günlerde okurların elinden dilinden düşmemesinin sebebi nedir? Yanıtı basit: Gündemimize bir gülle gibi oturan, çoğumuzu eve kapatan ve hatta bize eve kapanmayı bir ayrıcalık (!) saydıran Covid 19 salgını ile ülkemizde seyirci kaldığımız siyasi manzaranın bir benzerinin Saramago’nun kaleminden yıllar önce çıkmış olması. Tıpkı okuruna “Nasıl da günümüzü anlatıyor!” dedirten 1984’ün yazarı George Orwell gibi Saramago da yıllar öncesinden bize sesleniyor.Körlük, tıpkı Covid 19’un tüm hayatımızı birkaç hafta içinde felce uğratması gibi, ölümcül bir virüsün aniden yayılarak insanları paniğe ve kaosa sürüklemesini anlatıyor. Trafik ışıklarında yeşil yandığı halde geçmeyen adamın aniden kör olmasıyla başlayan roman, daha sonra sırasıyla onu evine götüren adamın, eve gelen karısının, gittikleri göz doktorunun, doktorun sekreterinin ve muayenehanede bekleyen öteki hastaların da aniden kör olmasıyla ilerliyor.BULAŞICI KÖRLÜKHükümet, körlüğün bulaşıcı olduğunu anlar anlamaz, ilk kör olanları karantinaya alma kararı alıyor ve mekân olarak bir akıl hastanesi seçiliyor! İşte bundan sonrası tam bir hayatta kalma savaşı.Açlıkla savaşmak, tıkanmış tuvaletlere, akmayan sulara çare bulmak zorundalar. Bir süre sonra ölülerini gömmeyi bıraktıkları ve bedensel ihtiyaçlarını hijyenik koşullarda gideremedikleri için pis kokuyla boğuşuyorlar.Bu da yetmiyor, yan taraftaki “ahlaksızlar koğuşu”, gelen yemek sandıklarına el koyup onlara, kadın göndermedikleri sürece aç kalacaklarını söylüyor. Aç kalmamak uğruna bedenlerini feda eden ve tecavüze uğrayan kadınlar koğuşlarına ekmekle döndüklerinde artık romanda ciddi bir eşik atlanmış oluyor.Ölümcül bir virüse yakalanmaktan daha kötü bir şey varsa o da bu virüse totaliter bir rejimin baskısı altında yakalanmak, çünkü baskıyla rejim de virüs gibi kendini dayatarak bedenlerde, zihinlerde, dilde üreyip çoğalıyor. “Sosyal mesafe” giderek kapanırken sıkışma kör bir şiddet doğuruyor.Körlerin pek çoğu askerler tarafından vurulup öldürülüyor. Karantinadan kaçmayı başaranları ise belirsizlikle birlikte sokaklarda çok daha çetin koşullar bekliyor; çöpleri eşeleyip yiyecek arayan insanlar, yağmalanmış raflar, cesetler, cesetleri parçalayan aç hayvanlar...Her yönüyle sistem çökmüş olsa da insanlar evlerine dönmek istiyor; ev bir sığınak onlar için... Ta ki simgesel açıdan bu en korunaklı ve en mahrem yerin yağmacılar tarafından ele geçirildiğini görene kadar. Ev, uyanılan bu cehennemde bir kapana dönüşüveriyor!/Archive/2021/2/24/001400578-kapakkkk.jpgŞİFACIRomanda görme yetisini kaybetmeyen bir kadın var. Kadim gelenekten gelen bu bilge kadın, şifacı dişi arketipi, Saramago’nun kaleminde tüm olağanlığı içinde kahramanlaşıyor.Ölümcül ve bulaşıcı virüsle birlikte insanlığın irtifa kaybettiği toplumda kişisel özellikler, kazanımlar, eğitim ve gelir durumu önemini kaybediyor. Sosyal ve ekonomik olarak “düzlenen”, fiziksel kuvvetin, direncin ve dayanıklılığın öne çıktığı bu yeni düzende, güçlünün güçsüzü ezmesi ve toplumsal çürüme ayyuka çıkıyor.“GÖRMEK”Görmek romanı da bu olayların dört sene sonrasında, aynı isimsiz şehirde, aynı isimsiz kahramanlarla anlatılırken Saramago bu kez bir insanlık dramına değil, kendiliğinden gelişen bir politik tavır alışa vurgu yapıyor.Genel seçim gününde on dört numaralı sandık başkanının görevinin başına geçmesi, ancak hiçbir vatandaşın oy vermeye gelmemesiyle başlıyor roman!Seçimlerin tekrarlanmasına rağmen oy pusulalarının yüzde seksen üçü sandıktan boş çıkınca, seçmen hükümetin elindeki tüm imkânlar ve aygıtlarla yarattığı baskı iklimine maruz kalıyor. Olağanüstü hâl ilan edilmesi, tecrit, gizli servis ve muhbirlerin iç ve dış düşman arayışı, “boş” kelimesinin bile yasaklanması, patlayan bombalar ve en önemlisi demokratik hakkını kullanıp boş oy atan her bir seçmenin “terörist” damgasını yemesi romanın ana gövdesini teşkil ediyor.“Beyaz körlük” ya da “süt beyazı” olarak tarif edilen körlük, ikinci romanda beyaz, boş bir oy pusulasına dönüşüyor. Yazara göre ikisi de birer salgın! Ama her iki salgın, her iki felaket de belirsizlik ve düzensizliğin yarattığı şiddete ve kaosa rağmen, gelecek adına umutlanmamızı sağlayan; cesaret, korku, şefkat gibi insan doğasının en temel duyguları içinden bir direnişin, hiç değilse bir kıpırdanış ve uyanışın filizlenmesine yol açıyor. Saramago insanlığı önce dibe vurdurup sonra da küllerinden doğan Anka kuşu örneği yeniden yükseltiyor.Körleşen insanoğlu kendi gerçeğiyle yüzleştikten sonra yeniden ayakları üzerinde yükseliyor. Hükümetlerin baskıcı uygulamalarına, toplumun bağrındaki çürümüşlüğe, maddi ve manevi kayıplara rağmen yaralar sarılıyor. Her şey aniden başladığı gibi aniden bitiyor.Ne diyordu Nobel Komitesi, Saramago’nun ödülü alma gerekçesinde, “hayal gücü, şefkati ve ironisiyle anlaşılması en zor gerçekliği anlamamızı sağladığı için...”Sıkı bir Saramago okuru olarak şunu da eklemek istiyorum: “Kucağımıza bir tutam umut bıraktığı için.”Evlerimizde kaldığımız Corona günlerinde umudunuzu asla yitirmemeniz dileklerimle...Körlük / José Saramago / Çeviren: Işık Ergüden / Kırmızı Kedi Yayınevi / 336 s.Görmek / José Saramago / Çeviren: Işık Ergüden / Kırmızı Kedi Yayınevi / 324 s. İrem UzunhasanoğluJancar ile‘Mayıs, Kasım’
Jancar ile ‘Mayıs, Kasım’ Viyana’dan Ljubljana’ya uzanan bir savruluşu konu ediyor Mayıs, Kasım. Drago Jancar, okurunu bu kez devasa şirketlere, başarısızlığı taç hâline getirmiş bir müzisyene ve bolca aryanın olduğu uzak bir bakışa davet ediyor. /Archive/2021/2/24/000934753-ic2.jpg“Herkesin ona güveni tamdı zira hepsi biliyordu ki Dobernik onu bir metro istasyonundan çıkarıp getirmişti. Çünkü Ciril hiç kimseydi. Şirketten hisse kapmaya, kimsenin işine burnunu sokmaya kalkışmayacak bir hiç kimse. Adam yerine konduğu, hem de kısa zamanda benimsendiği için şükran duyması gereken bir hiç kimse. Öyle bir hiç kimseydi ki başka bir hayatta işsiz güçsüz bir aylak, bir sokak müzisyeni, bir kemancıyken, kendinden ne beklediklerini anlamadığı kişilerin kurduğu yeni hayatında, televizyon kameralarının önünde Piscanec’i şantiyede tozun içine yuvarlanmaktan kurtarmak zorunda kalmıştı.”Ciril gündüzleri metrolarda, geceleri üçüncü sınıf bir barda müzik yapan bir kemancı. Ne akademiye girecek kadar yetenekli ne müstakil bir evde yaşayacak kadar paralı ne de gönlünce bir aşk yaşayacak kadar şanslı. O, her şeyin ortalaması; bir vasatlık prensi.Ve bu prensin, Stefan Dobernik’le tanışmasıyla bütün hayatı değişiyor, altüst oluyor. Her adımda hayallerinden daha da uzaklaştığını bildiği hâlde yürümek zorunda kalıyor.Viyana’dan Ljubljana’ya uzanan bir savruluşu konu ediyor Mayıs, Kasım. Drago Jancar, okurunu bu kez devasa şirketlere, başarısızlığı taç hâline getirmiş bir müzisyene ve bolca aryanın olduğu uzak bir bakışa davet ediyor.Mayıs, Kasım / Drago Jancar / Çeviren: Neşe Ay Başman / Dedalus Kitap / 352 s. Cumhuriyet Kitap EkiMaistre’den‘Odamda Yolculuk’
Maistre’den ‘Odamda Yolculuk’ Odamda Yolculuk, Xavier de Maistre’in insanlığa yüzyıllar önce armağan ettiği bir seyahat biçimi; oda hapsiyle cezalandırılmış genç bir subayın, çevresi otuz altı adımdan ibaret ‘kocaman’ odasında dört duvarın sınırlarını sonsuzluğa evrilttiği düşsel bir yolculuk. /Archive/2021/2/24/000651973-9.jpg“Beni bir şehri dolaşmaktan men ettiler. Hepsi bu. Ama bütün bir evreni bana bıraktılar: Uçsuz bucaksızlık ve sonsuzluk emrime amadedir.” Kitaptan…Odamda Yolculuk, Xavier de Maistre’in insanlığa yüzyıllar önce armağan ettiği bir seyahat biçimi; oda hapsiyle cezalandırılmış genç bir subayın, çevresi otuz altı adımdan ibaret ‘kocaman’ odasında dört duvarın sınırlarını sonsuzluğa evrilttiği düşsel bir yolculuk.İzlenecek güzergâh, mola verilecek duraklar, deneyimlenecek coğrafyalar bellidir; hatta her seyahatte olduğu gibi beklenmedik kazalar dahi gerçekleşecektir.Zamanı ve mekânı önemsemeksizin bu zorunlu istirahatini, kapatana yönelik bir eleştiriye dönüştüren, ruh ve beden bütünlüğüne dair tartışmalar kadar dönemin politik atmosferini de satır aralarından yansıtan ve günümüze kadar ulaşan üç asırlık bir metin...Dünyanın gizli saklı köşelerini, cennet mekânlarını ve zorlu güzergâhlarını dolaşan yolcuları şaşırtacak, genellikle küçümsenen ve göz ardı edilen bir coğrafyanın ilk gezi rehberini yazmıştır Xavier de Maistre. Tutsaklığını ironik bir özgürlük metnine dönüştürmeyi becererek edebiyat tarihine geçmiştir.Kendisini kısıtlayan dış koşullara inat, insanın kendi bedeniyle ruhunu birbirinden ayrıştırmasının mümkün olduğunu öne sürer Maistre; ruhunu istediği her yere, görmeyi arzuladığı her türlü güzelliğe gönderebilmekle birlikte, bedeninin bu yolculukta karşılaştığı yataktan koltuğa, masadan duvarlarda asılı tablolara kadar odanın topografyasını da ayrıntılı biçimde anlatmaktan geri kalmaz.Bir yolcunun özgürlüğünü esaret altında bile hissedebilenlerin gayet iyi anlayacağı metinlerden biri Odamda Yolculuk.Odamda Yolculuk / Xavier de Maistre / Çeviren: Işık Ergüden / Sel Yayıncılık / 96 s. Cumhuriyet Kitap Eki