News - Haberler
JaleİnanÖdülü’nün sahibi anaerkil Patara’nın kazıbaşkanıProf. Işık oldu
Jale İnan Ödülü’nün sahibi anaerkil Patara’nın kazı başkanı Prof. Işık oldu Ödül Türkiye’nin ilk kadın arkeoloğu Prof. Jale İnan adına. Ödülün sahibi anaerkil Patara’nın kazı başkanı Prof. Havva İşkan Işık. Ödülü veren ise Antalya Kadın Müzesi. Konuk yazar: Gila Benmayorİçinden kadınların geçtiği hikâye, geçmiş zamanlarda “Işık Ülkesi” diye bilinen Likya Birliği’nin başkenti antik Patara’da başlıyor günümüze kadar geliyor.Antikçağlarda benzeri olmayan çoğulcu demokratik bir yapı kurmayı başarmış Likya için Fransız aydınlanmasının önemli yazarlarından Mostesquieu, “Kanunların Ruhu Üzerine” kitabında şöyle der:“Eğer mükemmel bir konfederasyon cumhuriyet örneği vermek gerekirse Likya’yı gösteririm.”Fransız yazarın bu sözlerinin ABD’nin 1787 yılında anayasasında etkili olduğu öteden beri bilinir. Patara’da demokratik geleneğin en önemli kanıtlarından biri milattan önce 2. yüzyılda inşa edilen dünyanın en eski meclis binası.2006 yılı kazılarında gün ışığına çıkarılan 1400 kişilik meclis binasında bulunan yazıtlardan, Likya Birliği’nin meclis kararlarını burada alındığı anlaşılıyor.Meclis binası TBMM’nin sağladığı bütçeyle restore edildi ve 2020 Patara Yılı’nda ziyarete açıldı.Patara aynı zamanda Noel Baba diye bildiğimiz Aziz Nikolaos’un da doğum yeri.LİKYALI KADIN, YAŞAMIN MERKEZİNDEAncak bu antik şehirle bilmemiz gereken en önemli şeylerden biri, anaerkil bir toplum barındırdığı ve kadınları sosyal yaşamın merkezine aldığı.Tarihin babası diye bilinen Herodot, Likyalıların soylarını annelerine göre tanımladığını yazar.Yine Herodot’a göre, Likyalı bir kadın bir köle ile evlendiğinde çocuğu tüm vatandaşlık haklarına sahip olabiliyordu.Oysa Likyalı bir erkek bir köle ya da yabancıyla evlendiğinde çocuğun böyle bir hakkı yoktu.Yani Likyalı kadın soyun belirlenmesinde ve yasalar karşısında bir adım önde./Archive/2021/3/15/053106081-basliksiz-1.jpgYeliz Gül Ege ve Prof. Havva Işık ödül töreninde Prof. Jale İnan’ın fotoğrafı önünde.İLK KADIN ARKEOLOG ADINAAnaerkil uygarlığın başkentinde kazıların bir kadın başkanlığında devam etmesinden daha doğal ne olabilir?1988 yılından beri Patara’da çalışan, 2009 yılından günümüze kazı başkanı olan, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Havva İşkan Işık’tan söz ediyorum.Patara ile ilgili kadın hikâyemiz burada bitmiyor.Prof. Işık, geçen günlerde Türkiye’nin ilk “kadın arkeoloğu” Prof. Dr. Jale İnan adına verilen ödülün sahibi oldu.Tam adı “Prof. Dr. Jale İnan 2020 Antalya Yılın Kadın Ödülü” olan ödül, kadın hikâyesinin devamı.Çünkü ödül altı yıldan beri Antalya Tanıtım Vakfı (ATAV) çatısı altındaki sanal ortamdaki Antalya Kadın Müzesi tarafından veriliyor.ATAV ve Antalya Kadın Müzesi’nin kurucusu bir başka kadın, turizmci Yeliz Gül Ege.Ödül daha önce iş insanı Suna Kıraç, Dünya Serbest Dalış Rekortmeni Şahika Encümen gibi isimlere verilmiş.Geçen yıl 257 bin 560 kişinin ziyaret ettiği Patara’daki kazı çalışmaları 2016 yılından beri Türkiye İş Bankası ve iştirakleri Şişecam ile TSKB tarafından destekleniyor. cumhuriyet.com.trYazar Erol Toy yaşamınıyitirdi
Yazar Erol Toy yaşamını yitirdi Yazar Erol Toy, eserleriyle toplumsal, ekonomik ve politik sorunlara dikkat çekti. Öykü, roman, deneme ve eleştiri yazarı, gazetemizin ve Cumhuriyet Kitapları’nın bilge ismi Erol Toy, (85) hayatını kaybetti. Toy’un ölümünü kızı Ayşe Toy, sosyal medya hesabından duyurdu.Toy yaptığı açıklamada, “Canım babam, yazar Erol Toy, uzun bir hastalığının sonunda yanımızdan ayrıldı, acımız tarifsiz. Babacım, merak etme, ömrün boyunca kaleminle anlatmak ve korumak için mücadele ettiğin laik Cumhuriyet bize emanet artık. Fikirlerin ölümsüz, huzur içinde uyu” ifadelerini kullandı.İLK ÖYKÜSÜ ÇINAR DERGİSİ’NDE YAYIMLANDI Erol Toy, 1936 yılında Alaşehir Manisa’da dünyaya geldi. İlk öyküsü 1952 yılında Çınar dergisinde yayımlandı. Romanlarında Türkiye’nin toplumsal, ekonomik ve politik sorunlarını işledi.Bank-İş Sendikası’nın kurucuları arasında yer alarak sendika yaşamına adım attı. Toplumcu gerçekçi ekolünü benimseyen yazar, 1974 yılında yayımlanan ve Vehbi Koç’un yaşam-öyküsünün anlatıldığı öne sürülen ‘İmparator’ adlı romanıyla adını duyurdu. Gazetemizde yazıları yayımlanan, Cumhuriyet Kitapları yazarı Toy’un iki ciltlik ‘Azap Ortakları’ kitabı yankı uyandırmıştı.Öykü, roman, deneme ve eleştiri yazılarının dışında sahnelenmiş tiyatro oyunları da bulunan Erol Toy, 1962 Ali Naci Karacan üçüncülük ödülü sahibidir.KİTAPLARIToprak AcıkıncaAcı ParaAzap OrtaklarıİmparatorKördüğümSon SeçimGözbağıDoruktaki AdamKuzgunlar ve LeşlerZor OyunuKilittaşıYitik Ülkü Cilt :1Pir sultan AbdalParti PehlivanMeddahİzmir’in İçindeİptekiAltın SarayFareler CumhuriyetiSon ÇağrıAvcı KekliğiArinna’nın GölgesiAydınımız İnsanımız DevletimizYitik Ülkü Cilt -2Yitik Ülkü Cilt -3Türk Gerilla TarihiO’na KatılmakBal Tutanlar cumhuriyet.com.trAli Babacan, ekonomiyi ve gündemi değerlendirdi: "Tedavi konuşuluyor ama teşhisi konuşmak yasak!"
Ali Babacan, ekonomiyi ve gündemi değerlendirdi: "Tedavi konuşuluyor ama teşhisi konuşmak yasak!" Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, açıklanan ekonomi paketini, 2023 seçimlerini, seçim ittifaklarını ve birçok konuyu değerlendirdi. Neden Ali Babacan? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 12 Mart’ta ekonomi paketi açıkladı. İktidar medyası, reformu bir mucizenin müjdecisiymiş gibi karşılasa da ekonomistler içini “boş” bulmuştu. Peki, yıllarca ekonominin dümeninde oturmuş olan Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ne düşünüyordu? Eleştirilerin odağına işsizlik, yoksulluk ve yoksunluğun damga vurduğu bir ekonomi oturunca, bize de Babacan’a sormak kaldı./Archive/2021/3/15/044206626-ikili-2-2.jpg- Cumhurbaşkanı paketi açıklarken “İnşallah Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri haline getirmek için gece gündüz çalışarak hedeflerimize ulaşacağız” dedi. Sahi, Türkiye dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olabilir mi? Açıklanan paket önemli ölçüde bir hayal kırıklığı. İçinde belki teknik anlamda bazı sorunların farkına varılmasıyla ilgili izleri görüyoruz ama bu sorunların farkına varanların daha çok teknisyen ekip olduğunu anlıyoruz. Enflasyonun tek haneye indirileceği yazılıyken Cumhurbaşkanı’nın çıkıp da “Fiyat istikrarını artık bir kenara koyuyoruz” açıklaması birbiriyle 180 derece farklı bir konu. Fiyat istikrarı, fiyatların zikzaklanmaması demek. Yasal düzenlemelerimize baktığımızda temel görevlisi Merkez Bankası. Para politikalarının ana hedefinin fiyat istikrarı olduğunu söyleyerek geldik bugüne kadar. Bir yandan metinde yazdığı gibi tek haneli enflasyon sözü verirken bir yandan da Merkez Bankası’yla, para politikalarıyla olan kavgalı duruşun devamının izlerini gördük. - Peki, “Kanal İstanbul’u öteliyoruz, altyapı projelerindeki ödeme sistemlerini değiştiriyoruz, Cumhurbaşkanlığı’nın harcamalarını kısıtlıyoruz, ihale yasasını güçlendiriyoruz” deseydi… Öncelikle ekonominin düzelmesi sadece ekonomi politikalarıyla olacak iş değil. Özellikle hukukun üstünlüğü ilkesinin Cumhurbaşkanı tarafından içselleştirilmesi, somut adımlar atılması gerekiyor. Özgürlükler olmadan, sorunları teşhis etmeden, problemler üzerinde konuşmaya başlamadan çözüm aşamasına geçmek mümkün değil. Hastalığın tedavisini konuşuyoruz ama teşhisi konuşmak yasak. Hastalıktan bahseden herkes ağır yaptırımlarla karşı karşıya kalıyor. - Evet, siz bir süredir buna vurgu yapıyorsunuz. Erdoğan da siyasi istikrar ve güven ikliminin önemine dikkat çekti. Ancak sonra acaba bir özeleştiri mi gelecek diye beklerken, tersine “Demokratik ve ekonomik kalkınmanın temel şartlarından biri olan siyasi istikrarı kurumsallaştırdık” deyiverdi. Aslında iktidar da ne yapması gerektiğini biliyor; peki, demokratikleşmede niye zorlanıyor? Zihniyet. Devletin en tepesindeki yöneten kişinin yakın çevresinin zihniyeti. Gerçekten çoğulcu bir demokrasiye inanıyorlar mı? Gerçekten devletin, her bir vatandaşın temel hak ve özgürlüklerini koruması gerektiğine inanıyorlar mı? Yoksa çoğulcu bir demokrasi değil de çoğunlukçu bir demokrasi mi var akıllarında? “Bana oy verenler bana yeter, diğerleri hiç önemli değil, onları ötekileştirebilirim, hain ilan edebilirim. Bana oy verenlere destek vereyim, yüzde 50+1’i cebime koyayım ve devam edeyim” mi diyor? Bunların izlerini çok açık görüyoruz. - Ama kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki artık yüzde 50+1 de garanti değil… 50+1’i artık göremiyoruz, doğru. Kararsız ciddi bir kitle var. Ama o çoğunlukçu demokrasi köşesine sıkıştıktan sonra tekrar o köşeden çıkıp da “toplumun geri kalan kesimlerin kucaklayayım” deme şansları yok. - Niye? Çünkü artık mevcut ekip ve zihin dünyalarıyla herhangi bir konuda başarı üretme şansları yok. Başarı üretemeyince ancak kutuplaştırarak, korkutarak oy toplama eğilimine giriyorlar. Dış güvenlik meseleleriyle korkutuyorlar, az kalan özgürlük alanlarını da kaybetmekle korkutuyorlar. Cumhurbaşkanı’nın sık sık söylediği “CEHAPE zihniyeti” sözünün arkasında “Bak, biz gidersek başörtüsü yasağı gelir; bak, biz gidersek imam hatipler kapatılır” gibi bir korku yaratma fikri var. Özellikle devletten sosyal destek alan yoksul kesimi de “Eğer biz gidersek bu desteği alamazsın” diye korkutuyor. Bu köşeye sıkışmaktır. Ellerinde çözüm üretecek kadro yok. İhale yasası dediniz az önce, dikkat edin metinler hep bir yönelimden bahsediyor. Kati bir duruş göremiyorsunuz. Öyle alışkanlıklar oluştu ki bu süreçte vazgeçmesi mümkün değil. Nemalanma mekanizması, önünde engel tanımaz. Halbuki yapması gereken çok basit. Avrupa Birliği’nin 28 ülkesinde uygulanan mevzuatı gelip Türkiye’de uygulamak. - O yasa uygulansa ihaleler beş müteahhide gitmez mi mesela? Kesinlikle, daha rekabetçi olacak. Kamu alımları şu anda acele işler kapsamına alınıyor, ağırlıklı olarak davet usulü yapılıyor. - İktidar, ihalelerin aynı firmalara gitmesiyle ilgili bu kadar eleştiriye maruz kalıyor ya… Bunu göğüslemek hangi çıkara hizmet için? Bunlar tabii gayri resmi ve örtülü ilişkiler olduğu için açık şekilde “‘ilişki budur” demek kolay değil, ama en küçük bir belediyede daha bu işlerde sistemin nasıl işlediği az çok belli. Rekabetin oluşmamasından kaynaklanan bir rant varsa, yüksek maliyet varsa… Yüksek maliyet devletin maliyeti ama yüksek rakam ihaleyi alanların eline geçiyor. Herhalde ihaleyi alan beş firmaya kalmıyordur diye düşünüyorum. Fakat devlette her şeyin kaydı, izi kalıyor. Dolayısıyla yarın bunların hepsi açığa çıkar. Hukuk dışı işlerin olmaması lazım. - Ekonomik büyümede birçok gelişmiş ülkeyi geride bıraktık mı sahiden? Büyüme bir bilmece. Sadece TÜİK’in açıkladığı rakamları bile yan yana koysanız büyük tutarsızlık var. TÜİK, “2019’dan 2020’ye istihdam azaldı” diyor. Yine TÜİK, “Çalışanların toplam çalışma süreleri de azaldı” diyor. Peki, çalışan sayısı düştüyse, çalışıyorum diyenlerin de çalışma süresi düştüyse o ülkede nasıl büyüme olur? Reel büyüme diyorlar fakat açıkladıkları enflasyon gerçek enflasyon değil. - Erdoğan, TÜİK’i ilişkili kuruluş haline getireceklerini de açıkladı. Daha iyi mi olur? Bağlı kurumlar vardır. Bir de bağımsız olduğu için ilgili/ilişkili dediğimiz kurumlar vardır. Mesela hukuken baktığınızda Merkez Bankası ya da kamu bankaları, BDDK, SPK, bakanlıklara dağıtılır ama emir-komuta zincirinde yer almazlar. Örnek; ben bakanken Merkez Bankası 11 yıl benimle “ilgili” kuruluş olarak değerlendirildi ama bağımsızdı. Mesela Merkez Bankası’nda diyelim başkan yardımcılarından birinin görev süresi dolunca, onun atamasıyla ilgili hükümetten birilerinin atama sürecini başlatması gerekiyor. İşte o ilgili bakan oluyor. Biliyorsunuz beş yıldır TÜİK Başkanı asaleten bile atanmadı. Vekâleten demek, “Seni oraya koyuyorum ama yarın ipini çekebilirim” demek. Tabii atamayla iş bitmiyor, yönetim tarzı da önemli. Ben ve Erdem Bey de ayrıldıktan sonra Merkez Bankası üzerinde çok ciddi bir baskı oluşturuldu. Kanunda bir değişiklik yapılmadı ama 2016 sonrası kararnamelerden birine bir madde konuldu: Eğer herhangi bir kamu kurumu hedefleri tutturamazsa yöneticisi değiştirilebilir. Merkez Bankası başkanlarının görev süresi dolmadan görevden alınması bu madde çalıştırılarak yapılıyor. Yoksa kanunda, “beş yıl için görevlendirilir, kimse dokunamaz” diyor. Ama o kararnameyle Merkez Bankası başkanı eğer Cumhurbaşkanı’nın kızdırırsa derhal görevden alınıyor. Böyle bağımsızlık olmaz. - Piyasaların tepkisini nasıl okumalı? Ekonomi paketi açıklandı, fonlarda dalgalanma oldu…Geçen yıl kasımda artık döviz kuru tamamen kontrolden çıkınca “akraba bakan” birdenbire ortadan yok oldu. Bir de Merkez Bankası başkanı değiştirildi. Teknik geçmişi olan bir isim görevlendirilince piyasalarda bir ümit belirdi. Kur bayağı bir aşağıya indi. Bir süre piyasalarda “acaba ders aldılar mı” gibi bir hava oluştu. Fakat bir baktık “akraba bakan” Cumhurbaşkanı tarafından gündeme getirildi, yaptıkları övüldü. Üzülerek söylüyorum ki şu anda görevdeki bakan arkadaşım da ayrılan “akraba bakan”ı övdü. Madem çok iyi işler yaptı, niye gitti, niye sen geldin? Bunlar kredibiliteyi çok etkileyen unsurlar. Döviz artmaya başladı, paket açıklandığı günlerde de piyasa bozuktu yani. Hatta o gün biraz daha bozuldu. Çünkü içeride kredibiliteye yardımcı olacak bir durum yok. Şu anda bu hükümetin söylediklerine kimse inanmaz, somut adım atmaları lazım. - Herkes “damat” derken, siz neden “akraba bakan” diyorsunuz? Yani bugün damat olur, yarın başkası olur, nepotizm hastalığı sadece kayınpeder-damat ilişkisi değildir. Daha genel anlamda akraba görevlendirmenin yanlış bir şey olduğunu vurguluyoruz. Damat diyerek tek bir kişiyi hedef alıyorsunuz, oysa bizim burada problemimiz yakın akrabanın bakan olarak atanması. İsterse en başarılı kişi olsun… Onu bile yapmaması lazım. En başarılı kişiyi bile sırf yakın akraba olduğu için oraya koyarsanız, o insana da yazık. Ben bazen bakıyorum, damada yüklenme çok fazla oluyor. Onu görevlendiren kişi... sanki onun hiç suçu yokmuş gibi. Herkes damatla uğraşıyor, onu göreve getiren kim? İlk milletvekili listesine konulurken bile “Yapmayın bunu, yanlış” dedik. - Siz de mi? Ben o zamanlar kopuş sürecindeydim ama biliyorum ki ilk milletvekili listesine konulurken o dönem yakın olan insanlar Tayyip Bey’e “Bunu yapmayın, bu çocuğa da yazık olacak, ilk defa bir ilkemizi bozuyoruz” dediler. Kendisi çok ısrarcı oldu. O günkü başbakan mecbur kabul etmek zorunda kaldı. Bütün bu olanların faturasını tek bir kişiye yıkmak doğru değil. Onun için mesela bu Merkez Bankası rezervlerinin erimesi konusunda, “Taraflı cumhurbaşkanı, akraba bakan beraber yaptılar” diyorum. - Oraya gelelim o halde. “130 milyar doların siyasi hesabının verilmesi lazım” dediniz. Böyle bir paranın nasıl buharlaştığını da anlatır mısınız? Biz buna “çarçur edilen para” diyoruz. Bunlar ağırlıklı olarak Merkez Bankası’nın kendisi tarafından değil, diğer kurumlar tarafından devlete ait döviz rezervlerinin satışıyla azalır. Merkez bankaları döviz satarak piyasaya müdahale edebilirler. Ama bizim fiyat istikrarı odaklı para politikasında döviz satışı sadece geçici piyasa düzensizliklerini dengelemek için yapılır. Yoksa kurun seviyesini belirlemek amacıyla yapılmaz. O zaman serbest kur olmaz. Önemli olan gecelik ve haftalık faizleri doğru yerde tutmaktır. Merkez Bankası’nın web sitesine bakın, 2014 yılına kadar bütün müdahalelerin şeffaf bir biçimde açıklandığını görürsünüz. MB başkanları değiştikten sonra baktık ki piyasaya hiç açıklanmadan, hem faiz düşük hem kur artmıyor gibi bir algı oluşturulmaya çalışıldı. Bu öyle bir tuzaktır ki bataklığa benzer. Çırpındıkça batarsınız. Nihayetinde ne oldu? Amaç kuru belli yerde tutmaktı. Fakat kuru sadece döviz satışıyla tutmaya çalışırsanız o zaman dövizi çarçur edersiniz. Türk Lirası hiç bu kadar değer kaybetmemişti. Problem şeffaf olunmaması. Siyasi olarak hesap verilmeli. - Adalet Bakanlığı’nın Adıyaman’da açtığı dokuz kişilik temizlik görevlisi kadrosu için 5 bin 217 kişi başvuruyor, 1143’ü üniversite mezunu. Bir yandan dayanışma elbette çok kıymetli, ancak ekmek askıda, mama askıda, fatura askıda… Hayatın bu kadar “askıda” olduğu bir dönemi hatırlıyor musunuz? Korkunç. İnanın içim cız ediyor. Türkiye’de yoksulluk intiharları başladı. Daha iki hafta önce genel merkez binamızın yanındaki inşaatta bebeğine mama alamayan bir babanın intihar girişimi oldu, bir arkadaşımız kendisini ikna etti de hayatına son vermekten kurtuldu. Esnaf borçlarını ödeyemiyor. Türkiye hiçbir zaman bu duruma düşmedi. Fırınlar biliyorsunuz marketlere ekmek dağıtıyor. Satılmayanlar da fırına iade ediliyor. Bayatlamış ekmekler… Soruyorum fırın sahiplerine, ne yapıyorsunuz diye. O bayat ekmeklerin özel müşterisi var. 30-40 kuruş daha azına almak için kuyruğa giriyorlar. Böyle bir şey yoktu Türkiye’de… Ancak bu gerçeği gören bir iktidar da kalmadı. Sorunları inkâr ediyorlar. Sayın Erdoğan’ın esnaf ziyareti yapması kolay değil artık. - Reform paketinde 850 bin esnafın vergi ödemeyeceği maddesini gördük. Bu olumlu ama değil mi? Bu 850 bin kişi, yani basit usulde defter tutanlardan ne kadar vergi alınıyor biliyor musunuz? 234 milyon lira. Bölün 850 bin kişiye. Yıllık 275 lira. Zaten çok az vergi ödeyen kısımdan bahsediyoruz. Bunu büyük bir şeymiş gibi açıklıyorlar. Kira desteği veriyoruz diyorlar, o kadar dolaşıyorum, daha alabilen esnafla karşılaşmadım. “Başvurduk, alamadık” diyorlar. Tabii kaynak da yok, tükettiler. Merkez Bankası’nın rezervinin eksiye düşmesi felakettir. İTTİFAKI SEÇİM KARARI ALINDIĞINDA KONUŞURUZ- Deva Partisi, bir yılda hedeflediği noktaya gelebildi mi? Teşkilatlanma aşamamız ve büyük kongremizi yapmış olmamız nedeniyle artık seçime girme konusunda eşiği geçmiş bir partiyiz. Pandemi döneminde bire bir temasla kendimizi anlatmamız bir miktar kısıtlı oldu. Partiyle ilgili farkındalığı henüz istediğimiz noktaya getiremedik. Öte yandan da farkında olan vatandaşlarımızın tutumu çok olumlu. Diyelim İzmir’de bazı partilerin rahat dolaştığı ilçeler vardır, daha zor dolaştığı ilçeler vardır. Bizde öyle bir şey yok. Her ilçeye rahat giriyoruz, güler yüzle karşılaşıyoruz. Diyarbakır, Urfa’da, Muğla’da, Manisa’da da öyle. Dolayısıyla DEVA Partisi’nin bir karşı tarafı yok, tepkisel bakan bir kitle yok. Çok önemli bir fırsat bizim için. - Tepki mi bekliyordunuz? Amacımız her kesime rahatça ulaşabilmekti. Amaca ulaşmaktan mutluyuz. - AKP geçmişinizle ilgili oluşan soru işaretlerini giderebildiniz mi? İlk aylarda soruldu tabii ama bugün itibarıyla insanlar anlamış durumda. Ekibimizi gördükçe bakıyorlar ki her siyasi partiden, her görüşten insan var. - Partinizi nerede konumluyorsunuz? Pek çok kesimi yatay kesen sorun alanlarıyla ilgileniyor, çözüm üretiyoruz. Yepyeni bir siyasi kimlik inşa ediyoruz. Merkezin sağı, liberal, merkezin solu, muhafazakâr gibi yerlere oturmuyoruz. Her kesime hitap ediyoruz, öyle yola çıktık. Bize gönüllü olmak için başvuran 18 bin kişi, web sitemiz üzerinden ankete cevap verdi. Yüzde 30’u daha önce AKP’ye, yüzde 20 CHP, yüzde 10 HDP, yüzde 10 MHP, yüzde 10 İYİ Parti’ye oy veriyormuş. Yüzde 20 de hiçbir partiye oy vermemiş. Coğrafya dağılımı tüm Türkiye… Partiye gençlerin ilgisinin çok yüksek olduğunu da söyleyebilirim. - Ufukta bir erken seçim görüyor musunuz? Teknik olarak baktığımızda erken seçim Cumhurbaşkanı’na bir dönem daha hak veriyor. Dolayısıyla benim tahminim, vaktinden bir miktar önce seçim yaparak bir dönem daha kendine hak kazandıracak bir yöntem izleyeceği. Ama ne kadar erken? Ülke herhalde bu kadar sıkışmış durumdayken Cumhurbaşkanı’nı elindeki gücü riske atmayacaktır diye düşünüyorum. Seçim yasası, siyasi partiler kanunuyla, barajla oynayarak acaba oyunun kurallarını değiştirebilir miyiz diye bakıyorlar. Bir sorun da bizi ölçemiyorlar. - Bu onların hareket kabiliyetini etkiliyor mu? Elbette. Ölçemedikleri için ne yapacaklarına karar veremiyorlar. Barajı ne yaparsak Deva Partisi’ni engelleriz mesela. İttifakla ilgili neleri düzenleriz ki Deva Partisi’ni engelleriz? Rasyonel olan 2022’de seçim… Ama bir küçük ortak var biliyorsunuz. Desteğini çektiği anda hükümetin sürdürülebilirliği kalmaz. - İttifak içinde yer almıyorsunuz ama bir yandan da ittifaka yakın duruyorsunuz… Kuruluşumuzdan sonra tüm siyasi partilerle diyalog içinde olmaya gayret ettik. Bütün siyasi partilerle bayramlaşmak için adım attık, iktidardan ret, muhalefetten kabul aldık. Pandemi nedeniyle Zoom üzerinden bayramlaştık. Biz siyaseti kavga üzerinden değil, diyalog üzerinden yürütmek istiyoruz. Ama iktidar kapıyı kapattı. Arkasından geçen sene “güçlendirilmiş parlamenter sistem” çalışması başlattık. Genel merkezimizi açtıktan sonra muhalefet partileri ziyaretimize geldi, onlara çalışmamızdan bahsettik. Sizin de varsa çalışmanız, arkadaşlarımız konuşsun dedik. Partilerin bu konuda görevlendirdiği kişiler en az bir defa görüştüler… Kim, ne hazırlamış, istişare ettik. - Diyelim yarın seçim oldu, tüm bu çalışmalarınızı bir mutabakat olarak seçmene duyuracak mısınız? Mutabakata ulaşabilir miyiz bilmiyorum. Bütün partiler bir arada çalışmıyoruz. İkili görüşmeler bunlar… - Niye bir araya gelmiyorsunuz? Bu kadar erken bir aşamada bir ittifak görüntüsünün doğru olmayacağını düşünüyorum. - Niçin? Çünkü ittifak bir seçim ittifakı. Seçim bitince ittifak anlamsızlaşıyor. Kaldı ki son bir ayda diğer muhalefet partilerinin yaptıkları açıklamalara bakarsanız ittifak konusunda çok somut şeyler duymuyorsunuz. Örneğin Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Karamollaoğlu’nun yaptığı basın toplantısını dönüp bir izleyin. İkisi de “Seçim yaklaşınca bunu konuşuruz” diyorlar. Bizim de kendimize özel bir sebebimiz var. Kendi özgün kimliğimizi öncelikle oluşturmamız lazım. Erken aşamada herhangi bir siyasi partiye yakın görünür, erken aşamada ittifakın içinde gibi algılanırsak vatandaşlarımız bizi anlamak için çaba göstermez, “Bunlar onlarla beraber” derler, bitti. Kendi zihinlerinde bizi bir torbaya atarlar. Halbuki bizim yeni bir parti olarak kendi özgün kimliğimizi oluşturmamız gerekir. - Peki, ittifaklarla ilgili kararınızı ne zaman vereceksiniz? Seçim kararı alındığında... Ama olumlu-olumsuz, hangi ittifakla bilemiyorum. - Sahiden bir öngörünüz yok mu? Yok, çünkü işler çok çabuk değişiyor. Siyasi partiler arasındaki diyalog çok önemli. Birbirimizi anlama egzersizi çok önemli. Siyasi partiler de değişiyor, yeni partiler kuruluyor. Ayrılmalar oluyor, işler de değişiyor. Güven de çok önemli. Bir kader ortaklığı yapılacak karşılıklı güven de çok önemli. Birbirlerini tanımadan, anlamadan bu güveni nasıl sağlarsınız. Sürekli şekil değiştiriyor siyasi partilerimiz, evrile evrile gidiyor. Bir yıl önceki durumla bugünkü durum farklı, muhtemelen bir sene sonra da biraz daha değişir. O gün geldiğinde, günün şartlarında değerlendireceğiz. Bugünden adını koymayı doğru bulmuyoruz. - Ya HDP’nin kapatılması?İlkesel olarak parti kapatmalara karşıyız. Bu sadece bizim değil Cumhurbaşkanı’nın da daha önce defalarca ortaya koyduğu bir bakış açısıdır. Tutarsızlık orada zaten. Zamanında defalarca kapatılmış bir partinin içinden çıkıp da başka partileri kapatma eğiliminde olması da büyük bir tutarsızlıktır.- Orada MHP’nin kararlılığı görülüyor…Küçük ortağın derdi onlar da hiçbir şey üretemiyorlar. Bugüne kadar Türkiye’nin hangi sorununu çözmüşler ki? Desinler ki sayın Bahçeli’nin Türkiye’ye şöyle bir faydası var… Böyle bir şey yok. Küçük ortağa sürekli büyük düşmanlar gerekiyor. Düşmanlık üzerinden beslenen bir siyasi yaklaşımdan söz ediyoruz. Birilerine saldırarak, hakaret ederek kendi kimliklerini tanımlamanın Türkiye’ye bir faydası yok. Biz ilkesel olarak parti kapatmalara karşıyız ama demokratik dünyada parti kapatmalar sıfırdır diye bir şey yok. Bizim kendi özelimize baktığımızda, burada önemli olan siyasetin demokratik ve meşru bir zeminde ilerliyor olması. Dolayısıyla Türkiye’de hiçbir siyasi partinin üzerinde bazı örgütlerin gölgesi dolaşmamalı. Buradaki uyarı o örgütleredir. Türkiye, sorunlarını meşru demokratik siyasetle çözebilecek olgunluktadır.- Suriyeliler vatandaş yapılacak deniyor, bir seçim stratejisi mi?Beyhude çaba. Şu anda hükümetin hızlı bir şekilde yapması gereken kendi vatandaşının sorununu çözmek. Bunu yapmayıp başka ülkeden gelenleri vatandaş yapıp onlardan gelen oylarla varlığını sürdürmeye çalışacaksa hiç uğraşmasın, bunlar beyhude. Oradan geleceğin çok fazlasını öbür tarafta kaybeder. Tamamen kendi şahsi bekası derdine düşmüş bir yönetim zihniyetiyle karşı karşıyayız. İktidar devam etsin de… Böyle baktığınızda bu ülkenin sorunları çözüm üretemezsiniz. Oradan gelecek desteğe bel bağlarsanız, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ne düşünecek! Onlar cepte diye mi düşünüyorlar? Şu anda ülkemizde olan Suriye vatandaşlarının bir an önce kendi ülkelerinde huzur ve refah içinde yaşayacakları bir ortamı sağlamak için çaba gösterilmeli.DOSTUM SİSİ’YE DOĞRU GİDER BU İŞ- Çavuşoğlu açıkladı, Mısır’la diplomatik düzeyde temaslarımız başladı. AKP geri adım mı attı? Sisi n’oldu?Dış politikada iki önemli taşıyıcı sütun vardır: Biri ilkeler ve değerler sütunudur. İkincisi de ulusal çıkarlardır. Kuşkusuz bizim ülke olarak ilke ve değerler açısından baktığımızda demokrasiden yana bir duruş ortaya koymamız lazım. Eğer insanların, sivillerin hayatı söz konusuysa orada bir kaygı duymamız lazım. Sırf ulusal çıkardır diye on binlerce insanın hayatını kaybedeceği konuda gözünüzü karartarak hareket ederseniz, bu doğru değil. Bir yandan da çıkarlar, sabit büyüklükte bir pastayı paylaşmak değil. Pastayı nasıl büyütürsünüz, herkes nasıl kazanır, önemli olan odur. Böyle baktığımızda Türkiye’nin uzun vadede kader ortaklığı yapacağı bölgelerde tabii ki demokrasi, hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü çok önemli. NATO ittifakının ruhunda da bu vardır. Demokrasinin işlemediği ülke yoktur. Demokrasinin kalitesi belli bir yere geldiğinde ülke daha öngörülebilir oluyor. Ama tek adam sistemi varsa öngörülemez oluyor. Bir kişinin dürtüleri, tavrı ülkenin her şeyini değiştiriyor. Bu, Türkiye demokrasinin olmadığı ülkelerle kavgalı olmalı anlamına gelmiyor. Kaldı ki şu andaki hükümetin, daha doğrusu Erdoğan’ın ciddi bir tutarsızlığı olduğunu görüyoruz. Dostum diyerek sarıldığı liderlerin pek çoğunun ya bir monarşinin başında olduğunu görüyoruz ya da bir başka otokratik sistemin başında olduğunu. Öyle bakınca, Mısır’la ilişkilerdeki bu soğuk tavrın hiçbir tutarlılığı yok. Hüsnü Mübarek Mısır Cumhurbaşkanı iken Mısır ile Türkiye’nin ilişkileri kopuk muydu? Sayın Erdoğan, “Ben onun elini sıkmam, masasına oturmam” diyor muydu? Tam tersine biz Mübarek cumhurbaşkanı iken Doğu Akdeniz konusunda Mısır ile ilgili görüşmelerimizi çok ilerletmiştik. En uzun kıyı şeridi olan ülke Mısır ve Türkiye. Mısır ile Türkiye anlaştığı zaman bütün bu coğrafyanın şekillenmesine yardımcı olur ve her iki ülkenin çıkarları da maksimize edilmiş olur. Bizzat kaç kere Sayın Mübarek’in odasında haritalar üzerinde çalışma yaptık. Biz bunu yaptığımızda “Diğer ülkelerle daha iyi anlaşırız ve Doğu Akdeniz’in tümünde istikrar istiyorsak bunun iki ülkesi Mısır ve Türkiye’dir” dedik. Sonra Arap Baharı oldu, Mursi geldi. Onların da devlet tecrübesi eksikliği vardı. Şimdi yeni bir yönetim var. Türkiye, Mısır’dan uzak durdu, ne oldu? Ülkenin çıkarları Doğu Akdeniz’de çok büyük zarar gördükten sonra mı Sayın Erdoğan’ın aklına geliyor da “Darbeci Sisi” oluyor, “Dostum Sisi”. Yarın görürsünüz Dostum Sisi’ye doğru gider bu iş. Gitmezse de tüm ülkeler bir araya gelir, Türkiye haklı olduğu yerde haksız duruma düşer ve Doğu Akdeniz’deki milli çıkarlarımız büyük zarar görür.- Esed, Esad olur mu?Oradaki durum biraz daha farklı. Öncelikle Suriye’nin uzun vadede nasıl bir ülke olarak şekilleneceği çok belirleyici. Pek çok ülke bu son dönemde tutum değiştirdi. Pek çok ülke Esad’sız bir ülkeye göre planlarını yaparken şimdi Esad’ın içinde olduğu senaryolar konuşulmaya başlandı. Burada önemli olan bir ülkenin dış politikasının tek bir kişinin dürtüleriyle şekillenmemesi. Bu ülkenin yetişmiş, tecrübeli diplomatları var. Hem istihbarat hem asker bürokrasisinde çok kıymetli insanları var. Teknik kapasiteyi sonuna kadar kullanması ve Türkiye’nin yeni fotoğrafa bakarak bir Suriye stratejisi oluşturması lazım. Amaç da mutlaka en kısa zamanda Suriye’de istikrarın ve barışın sağlanması olmalı.- Kürdistan haritalı Papa pulu için diyecekleriniz?Bunlar yeni değil. 20 sene öncesine gidin, arada haritalar çıkar. Hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Türkiye’nin özgüveni ne kadar yüksekse bu haritalar da o kadar gündeme gelmez. Özgüveni düşük olduğunda bu haritalar mesele olur. İpek ÖzbeyOtomotivde kayıp sürüyor
Otomotivde kayıp sürüyor Otomotiv Sanayii Derneği (OSD), ocak-şubat dönemine ait üretim ve ihracat adetleri ile pazar verilerini açıkladı. Otomobil üretimi yüzde 16 azaldı. Yılın ilk iki ayını kapsayan dönemde toplam otomotiv üretimi bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 6.5 azalarak 222 bin 264 adet, otomobil üretimi yüzde 16 azalarak 136 bin 882 adet olarak gerçekleşti. Aylık bazda verilere bakıldığında, otomotiv sanayisinin şubat ayı üretimi geçen yılın aynı ayına göre yüzde 9.3 azalarak 116 bin 88 adet olurken, aynı dönemde otomobil üretimi yüzde 22.4 azalarak 68 bin 105 adede geriledi.Ticari araç üretimi yüzde 14 arttı.Ocak-şubat döneminde ticari araç üretimi bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 14 artış gösterdi. Bu dönemde, ağır ticari araç grubunda üretim yüzde 55 artarken hafif ticari araç grubunda üretim yüzde 12 arttı. Aynı dönemde, yük ve yolcu taşıyan ticari araç üretimi 85 bin 382 adet, traktör üretimi de 9 bin 314 adet olarak gerçekleşti. Ocak-şubat döneminde toplam pazar geçen yıla göre yüzde 38 artarak 106 bin 532 adet düzeyinde gerçekleşti. Bu dönemde otomobil pazarı ise yüzde 34 oranında arttı ve 80 bin 107 adet oldu. Bu dönemde, otomobil satışlarındaki yerli araç payı yüzde 38 olurken, hafif ticari araç pazarında yerli araç payı yüzde 55 olarak gerçekleşti.OCAK-ŞUBATTA İHRACAT YÜZDE 14 AZALDIYılın ilk iki ayını kapsayan dönemde otomotiv ihracatı geçen yılın aynı dönemine göre adet bazında yüzde 14 azalarak 165 bin 476 adet olarak gerçekleşti. Otomobil ihracatı ise yüzde 27 oranında azalarak 98 bin 433 adet oldu. Hakan AkarsuTTBİkinci BaşkanıÖkten, salgın koşullarındaki tıp eğitimini değerlendirdi
TTB İkinci Başkanı Ökten, salgın koşullarındaki tıp eğitimini değerlendirdi Türk Tabipleri Birliği (TTB) İkinci Başkanı Doç. Dr. Ali İhsan Ökten, salgın koşullarının tıp eğitimini olumsuz yönde etkilediğine dikkat çekerek, “2019-2020 eğitim-öğretim döneminde son sınıfta olan intern hekimler ortalama 2-3 stajlarını yüz yüze yapamadan mezun oldu. 5. sınıfta olanlar geçen dönemin ikinci yarısı ile bu dönemin ilk yarısındaki intern eğitimi ile ilgili uygulamalara katılamadılar” dedi. Salgın koşullarındaki tıp eğitimine ilişkin Cumhuriyet’e değerlendirmelerde bulunan Doç. Dr. Ökten, tıp eğitiminin “uygulamalı eğitimle beceri kazandırmaya dayalı olduğunun” altını çizerek şöyle konuştu: “Beceri kazanmaya yönelik eğitim, staj programları kapsamında planlanmaktadır. Covid-19 pandemisi nedeniyle Nisan 2020’den itibaren stajların da yaygın olarak çevrimiçi yapıldığı bilgisine sahibiz. 2019-2020 eğitim-öğretim döneminde son sınıfta olan intern hekimler ortalama 2-3 stajlarını yüz yüze yapamadan mezun oldu. 5. sınıfta olanlar geçen dönemin ikinci yarısı ile bu dönemin ilk yarısındaki intern eğitimi ile ilgili uygulamalara katılamadılar.”BİR ÇABA YOKAynı şekilde 4. sınıfta olan öğrencilerin de geçen dönemin ikinci yarısındaki iki büyük anabilim dalı uygulamalarının ve bu dönemin ilk yarısında da 5. sınıfın staj uygulamalarının uygun bir biçimde yapılamadığına işaret eden Ökten, “Bu dönemin ikinci yarısında da staj uygulamalarının yapılmasını hedefleyen herhangi bir çaba bulunmamaktadır” dedi.ASGARİ STANDART YOKTürkiye’de toplam 125 tıp programı yürütüldüğü bilgisini de veren Ökten, sözlerini şöyle sürdürdü: “Vakıf üniversitelerindeki 36 programdan yalnızca 6’sı, devlet üniversitelerindeki 89 programdan da 35’i, Tıp Eğitimi Programlarını Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (TEPDAD) tarafından akredite edilmiştir. Başka bir ifadeyle ülkemizde tıp programlarından vakıf üniversitelerindekilerin yüzde 84.6’sı, devlet üniversitelerindekilerin de yüzde 60.2’sinin asgari standartları taşıyıp taşımadıkları bilinmemektedir.” 12 TIP FAKÜLTESİ ÖĞRENCİ ALMIYORTıp fakültelerinin sayısını artırmanın değil, var olan programları asgari standartları taşır hale getirmenin önemli olduğunun altını çizen Ökten, Türkiye’deki 12’sinin henüz öğrenci almadığını vurguladı. Ökten, ayrıca 14 tıp fakültesinde de eğitimin bir kısmı ya da tamamının başka bir tıp fakültesinde yürütüldüğüne dikkat çekti. Ökten, “Konunun bütün bileşenleri, zaman kaybetmeden bir araya gelerek bilimsel ve toplum yararına bir çözüm getirmelidir. 2020-2021 eğitim-öğretim döneminin ikinci yarısından başlanarak, sorunların çözümü için taraf olunmalıdır” dedi. Sarp SağkalSağlık Bakanı‘ilkbahar’dediği aşılama takvimini‘sonbahar’a erteledi
Sağlık Bakanı ‘ilkbahar’ dediği aşılama takvimini ‘sonbahar’a erteledi Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, son yaptığı açıklamada nüfusun 50 milyonluk kısmının aşısının sonbahardan önce yapılmasının planlandığını söyledi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, aşılanma sürecinin nisan, en geç mayıs ayında biteceğini açıklamıştı ancak son yaptığı açıklamada nüfusun 50 milyonluk kısmının aşısının sonbahardan önce yapılmasının planlandığını söyledi. “Hani aşılama sürecini Nisan en geç mayıs ayında bitirecektin Sayın Fahrettin Koca!” diye soran Dr. Ergün Demir ve Dr. Güray Kılıç “Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın aşı konusunda 15 gün içerisinde iki farklı açıklama yapması güvensizliğe ve aşı tereddüdüne yol açmaktadır. Sağlık Bakanı bir an önce güven kaybına yol açan bu açıklamaları terk ederek gerçekleri kamuoyuyla paylaşmalıdır” dediler. Dr. Demir ve Dr. Kılıç, yaptıkları açıklamada koronavirüs salgınının insan hayatını ve toplumsal yaşantıyı tüm ciddiyetiyle tehdit etmeye devam ettiğini anımsattılar. “Fikri takip ile gerçekleri meslektaşlarımıza ve halkımıza aktarmaya devam ediyoruz. Hani aşılama sürecini nisan en geç mayıs ayında bitirecektin Sayın Fahrettin Koca!” diyen Demir ve Kılıç “Aşılama sürecinin en geç mayıs ayında biteceğini açıklayan Sayın Bakan 15 gün sonra fikir değiştirerek aşılama sürecinin bu kez sonbahara kaldığını söylemiştir. Ancak sonbahardan sonra virüsün yayılma hızının düşeceğini ve vaka ve kayıp sayılarının azalacağını belirtmiştir. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın aşı konusunda 15 gün içerisinde iki farklı açıklama yapması güvensizliğe ve aşı tereddüdüne yol açmaktadır. Sağlık Bakanı bir an önce güven kaybına yol açan bu açıklamaları terk ederek gerçekleri kamuoyuyla paylaşmalıdır” açıklamasını yaptılar. /Archive/2021/3/15/002435104-ekran-goruntusu-2021-03-15-002416.jpgKİM DOĞRU SÖYLÜYOR?Vaka sayılarının giderek yeniden arttığı bu dönemde yapılan aşı sayısının azalması ve aşı uygulama sürecinin uzamasının, insanları önlenebilir bir hastalıktan kaybetmeye devam etmesi anlamına geldiğini söyleyen Demir ve Kılıç “Yeterli aşı tedariki yapılamaz ise sonbahara kadar yaşamını yitirecek vatandaşlarımızın sorumlusunun salgını yönetemeyen AKP iktidarı ve Sağlık Bakanının olacağı aşikârdır. Kim doğru söylüyor? AKP Genel Başkanı mı yoksa Sağlık Bakanı mı?” diye sordular. Sibel BahçetepeGündemdeki 'daraltılmışseçim sistemine’geçişinde MHP tereddütte
Gündemdeki 'daraltılmış seçim sistemine’ geçişinde MHP tereddütte AKP’nin 2023 seçimleri öncesinde Siyasi Partiler Yasası (SPY) ile seçim yasalarına yönelik yaptığı çalışmada, “daraltılmış seçim sistemi” ile ilgili MHP ile “ayrışma” yaşanıyor. AKP, “daraltılmış bölge seçim sisteminin matematiksel olarak Cumhur İttifakı’na yarayacağını” düşünürken, MHP’nin ise sistemle ilgili özellikle “HDP”ye ve “sistemden yola çıkarak, dini yapıdaki partilerin kurulabileceğine” yönelik kaygısı bulunuyor. MHP’ye göre, “daraltılmış bölge seçim sistemi, etnik ve dini yapıları öne çıkarabilir, bölgede güçlü partilerin parlamentoda temsilini güçlendirir ve bu durumda da temsilde adalet geçersiz kılınır.” MHP’nin, seçim sistemine yönelik bu tutumunun 2023’te yine partilerin mevcut d’hondt sistemiyle seçime girecekleri seçeneğini güçlendiriyor. Ancak AKP ise yüzde 50+1’i “riske atmak istemiyor.”AKP, 2023’e iki yıl kala, yasal zorunluluk dolayısıyla SPY ve seçim yasaları üzerindeki çalışmasını büyük oranda tamamladı. Çalışmanın, önümüzdeki günlerde de MHP’ye sunulacağı belirtiliyor. AKP’nin yasalar üzerinde yaptığı çalışmada, “seçim sistemleri” ile ilgili ayrıntı da yer alıyor. AKP, 2023’e, “daraltılmış bölge seçim sistemi” ile gitmek istiyor. Bu nedenle de çalışmasında “daraltılmış bölge seçim sistemine” yönelik adımlar atıldı. ‘MATEMATİKSEL AVANTAJ’“Daraltılmış bölge seçim sisteminin” uygulanması durumunda Türkiye’deki seçim çevresi sayısı da artacak. Sisteme göre, her il, 5 milletvekili çıkaracak şekilde seçim çevrelerine ayrılacak. Seçim barajının yüzde 7 olması durumunda, ülke düzeyinde en az yüzde 7 oy alan partiler, aldıkları oya göre milletvekilliklerini paylaşacak. Siyasi partiler de bu sisteme göre, her seçim bölgesi için milletvekili sayısının iki katı kadar aday gösterebilecek. Seçmenler ise bu adaylar arasından istediği ve sadece bir milletvekili adayına oy verebilecek. Yurttaşlar da oy kullanırken önce partiyi sonra da milletvekillerini seçecek. AKP iktidarı, bu sistemin uygulanmasının “her bölgede seçmen ve seçilen arasında yakınlık sağlayacağı” görüşünde. Ayrıca matematiksel olarak bu sistemin uygulanması “oy oranı yüksek partilere yarayan bir sistem” olarak da biliniyor. AKP’nin, uzun bir aradan sonra yeniden “daraltılmış bölge seçim sisteminden” yana tavır sergilemesinin altında, “son yerel seçimlerin etkisi olduğu” vurgulanıyor. AKP, son yerel seçimlerde 11 büyükşehiri CHP’ye kaptırmış ve iller bazında da ittifakın oyları düşmüştü. AKP, aynı durumun 2023 seçimlerinde de “yaşanma ihtimalinin önüne geçmeyi hedefliyor”. Bu nedenle, başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere büyükşehirlerdeki Cumhur İttifakı’nın temsil oranını artırmayı planlıyor. AKP’ye göre, “eğer daraltılmış bölge seçim sistemi” uygulanırsa, “özellikle, üç büyükşehirde HDP’nin milletvekili çıkarmasının neredeyse imkânsız olacağı” vurgulanıyor. 1991 ÖRNEĞİAKP, bu durumla ilgili 1991 yılındaki uygulamayı da anımsatıyor. O dönem Türkiye’de “daraltılmış bölge seçim sisteminin uygulandığına” atıfta bulunarak, 1991 yılında oyların yüzde 27’sini alan DYP’nin Meclis’teki sandaye sayısının yüzde 39’unu kazandığına, oyların yüzde 10’unu alan DSP’nin ise sandalyelerin sadece yüzde 1.5’ini kazanabildiğine işaret ediliyor. Bu örnekten de yola çıkılarak “Cumhur İttifakı’nın daraltılmış bölge seçim sistemiyle parlamentodaki temsil oranının artacağı” hesaplanıyor. MHP’NİN KAYGISI, HDP’NİN BÖLGESEL GÜCÜMHP’de daraltılmış bölge seçim sisteminin metropollerde “HDP’ye dezavantaj sağlamasına karşın özellikle partinin oy oranlarının yüksek olduğu Doğu ve Güneydoğu illerinde bunun tam tersi bir sonuçla karşılaşabileceğine” dikkat çekiliyor. Bu sistemin uygulanması halinde “HDP’nin bölgedeki gücünün artacağı ve yerel siyasete odaklanacağı, merkezi yönetimden de ayrılmayı hedefleyeceğine” işaret ediliyor. Böylece parlamentoda şu anda 56 milletvekili ile temsil edilen HDP’nin, milletvekili sayısının mevcut sistemden çok daha fazla olacağı belirtiliyor. Ayrıca MHP, “sistemin temsilde adaleti etkisiz kılacağının” da altını çiziyor. MHP’ye göre, “bu sistem küçük partilere dezavantaj sağlayacağı için Millet İttifakı’nın bileşenlerini de artırabilir.” Bununla birlikte MHP, sistemin, “partilerin kurumsallığının ortadan kaldırılmasına davetiye çıkardığı gibi, seçmende ‘ayrıştırıcı etki’ yapabileceğini” de varsayıyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “seçim sistemiyle ilgili son sözü söyleyeceği, ancak MHP’nin kabul etmemesi durumunda mevcut d’hondt sistemiyle seçime gidilmesinin daha güçlü bir seçenek olduğu” vurgulanırken, “anketlerde oy oranı düştüğü görülen AKP’nin yüzde 50+1’i ise riske atmak istemediğinin” altı çiziliyor. Selda GüneysuDoğu Akdeniz ve Ortadoğu’da yeni dönemin kapısıaralandı
Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da yeni dönemin kapısı aralandı İtalya’nın Ankara Büyükelçisi Massimo Gaiani, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'daki diplomasi trafiğini değerlendirdi. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ihmal edilip edilemeyeceği sorusuna, İtalya’nın Ankara Büyükelçisi Massimo Gaiani yanıt verdi: Hayır... Geçen hafta bir ileri adım daha geldi. Türkiye ve Mısır, ilişkilerin düzeyini yükseltmek için görüşmelere başladı. Ayrıntılara geçelim...Donald Trump’ın şımarttığı, İran’a karşı ve İsrail’in güvenliği için birbirine yapıştırdığı emirlikler, Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkeler artık Joe Biden ile karşı karşıya. Amerikan politikası bir ton farklılaştı. Bu farklılık, İsrail’i ABD bölge politikasının merkezinden çıkarmadan İran’la anlaşma yoluna gidip, bu ülkenin sınırlandırılmasını hedefliyor. İran’ın üzerindeki baskının hafifleme olasılığı Körfez’deki Arap devletlerini tedirgin etti.Türk dış politika yapıcıları ABD yaklaşımının başarı ya da başarısızlığını, bölgedeki yeni durumu değerlendirecektir. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Mısır’a ilişkin son açıklamaları yapıcı. Kahire ile temaslarda ilk önce içişlerine karışmama kuralı ve yeniden güven tesis edilmeye çalışılacağı açık. Bu aşamanın geçilip, bölgesel sorunlara gelinmesi iki ülkenin de yararına. Yakınlaşma, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki yayılmacılığını geriletebilir. Çünkü Mısır, en zor dönemde dahi Türkiye’nin tezlerini önemsedi. Ayrıca Türkiye, Libya’daki konumlanmasını İhvancı gruplar üzerinden yapmıştı. Daha kapsayıcı ilişki kurmak elzemdir, tersi dışlanma riskini güçlendirir.GERİLİMİN MALİYETİİktidarın yanlış tutumu, Türkiye’yi haklı olduğu Doğu Akdeniz’de, en son araç olan silahlı kuvvetlerini sahaya sürmesine neden oldu. Kıbrıs Türklerinin haklarını, deniz yetki alanlarını koruyacağını deniz tatbikatlarıyla göstermek zorunda kaldı. Maliyet bir hayli arttı. Oysa diplomasi her zaman daha az maliyetlidir.Ankara’nın sorunlu olduğu diğer bölgesel aktör İsrail. İsrail Başbakanı Netanyahu, Türkiye ile görüştüklerini dile getirdi. Enerji Bakanı Yuval Steinitz de “Türkiye ile işbirliğine hazırız” dedi, ekledi: “Türkiye’yi Akdeniz Gaz Forumu’nda görmek istiyoruz.”Türkiye’siz bölgede gaz ticaretinin olmayacağının İsrail de farkında. Ancak Türkiye, bölge ülkeleriyle diplomatik onarım sürecini tamamlamadan foruma katılırsa, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi karşısında yalnız kalabilir.Türkiye Ortadoğu’ya bakışını yenileme arayışına girmiş gibi görünüyor. İktidar, güncelleme yaparken İhvancı yaklaşımı terk etmeli. Suriye, “İhvancılığın tatmin edileceği” bölge olarak görülmemeli. Suriyeli göçmenlerin geri dönmesi, İdlib, Fırat’ın doğusu gibi sorunların düşük maliyetle çözümlenebilmesi için Şam yönetimiyle iletişim kaçınılmaz. ABD ve Batı’nın Suriye’ye bakışı değişmedi. Fakat Türkiye’nin Suriye’deki çıkarları tamamen kendine özgü... Tutkulu İhvancılık, Körfez’deki krallıkları da ürkütüyor, Arap dünyasında Türkiye karşıtı bloklaşmaya neden oluyor. “Arapların kalbi ve beyni” Mısır ile başlayacak normalleşme hızlanmalı, genişlemeli... AMERİKA’DA YARGI VAR MI?Geçmişteki Ermeni terörü “hukuk” sorunu ile gündemde. Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan, 1982’de, Ermeni teröristlerce öldürüldü. Arıkan’ı katledenlerden Hampig Sasunyan afsız ömür boyu hapse mahkûm edilmişti. Şimdi “yargı kararı”yla serbest bırakılıyor. ABD’nin “bazı suçluları” pazarlıkla iade ettiği tarihte görülmüş. Ancak iade etmek istenmeyenler için de verilecek yanıt hazırdır: “Bizde yargı var…” Son dönemde Türkiye’de yargı çok tartışılan bir konu. Şimdi Amerikalılar için sormak lazım, suçu mahkeme kararıyla kesinleşmiş bir suçluyu salıvermenin neresinde yargı var? Sertaç EşSanatçılara gönderilen,‘iççamaşırlarınıza karışacağım’mesajıeleştiri sayıldı
Sanatçılara gönderilen, ‘iç çamaşırlarınıza karışacağım’ mesajı eleştiri sayıldı Ankara Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Müdürü Gürsel Bilmiş'in sanatçılara gönderdiği, “Sanatçı arkadaşlara bundan sonra konser öncesi giyecekleri iç çamaşırı, çorap, kravat, gömlek gibi ne varsa bizzat ben bildireceğim” yazılı mesajına idari soruşturma başlatılmıştı. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in sanatçılara, “giyecekleri iç çamaşırına kadar karışacağı” yönünde mesaj atan koro müdürü ile ilgili sorusuna, “İdari soruşturma başlatılmıştır” yanıtını verdi. Olayın üzerinden 7 ay geçtiğini anımsatan Emir, “Demek ki hiçbir işlem yapılmamış. Göstermelik soruşturma açılmış” tepkisini gösterdi.Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı Ankara Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’na Ocak 2020’de atanan Gürsel Bilmiş, korodaki sanatçıların yer aldığı WhatsApp grubuna attığı mesajda, “Sanatçı arkadaşlara bundan sonra konser öncesi giyecekleri iç çamaşırı, çorap, kravat, gömlek vs ne varsa bizzat ben bildireceğim” ifadesini kullanmıştı. Skandalın gündeme gelmesinin ardından bakanlık, Bilmiş hakkında soruşturma başlattığını açıkladı. CHP’li Murat Emir de 26 Ağustos 2020’de, Bakan Ersoy’un yanıtlaması istemiyle Meclis Başkanlığı’na soru önergesi verdi.Önergeyi yanıtlayan Bakan Ersoy, özetle şunları kaydetti: “Devlet Koroları ve Toplulukları Yönetmeliği’nin 18. maddesinin ‘Sanatçılar konserlerde Sanat Kurulu’nca kararlaştırılmış şekilde giyinirler ve konsere başlamadan en az 30 dakika önce konser yerinde bulunurlar’ şeklindeki beşinci fıkrası uyarınca, sanatçıların kıyafetlerini belirleme konusunda koro müdürünün de üyesi olduğu Sanat Kurulu yetkilidir. Denetleme ve personeli uyarma yetkisi ise genel müdüre verilmiştir. Yapılan uyarılar eleştiri mahiyetinde olup, olaya ilişkin idari soruşturma başlatılmıştır.”‘ELEŞTİRİ DEĞİL HAKARET’CHP’li Emir, soruşturmanın sonuçlanmamasına tepki göstererek, “Koro müdürünün, sanatçılara giyecekleri iç çamaşırlara bile karışacağını söylemesi büyük bir skandal. Sanat Kurulu’nca kararlaştırılmış kıyafeti denetlemek ile ‘sanatçıların iç çamaşırına karışacağım’ demek bambaşka şeyler. Sanatçılara bu şekilde hitap etmek, eleştiriden öte aşağılama ve hakaret içeriyor” değerlendirmesini yaptı. Erdem SevgiGörev alacak alan kılavuzlar nedeniyle rehberler hak gaspına uğradı
Görev alacak alan kılavuzlar nedeniyle rehberler hak gaspına uğradı TUREB Başkanı Tural, tarihi Gelibolu Yarımadası’nda görev yapacak alan kılavuzları nedeniyle üniversite eğitimi alan rehberlerin hak gaspına uğradığını söyledi. Ekim 2020’de Danıştay tarafından iptal edilen tarihi Gelibolu Yarımadası’nda alan kılavuzlarının görev yapabilmesine ilişkin düzenleme, AKP’nin sunduğu torba yasaya eklendi ve Meclis’te kabul edildi. Türkiye Turist Rehberleri Birliği (TUREB) Başkanı Suat Tural, sadece kurs alarak görev yapacak alan kılavuzları nedeniyle üniversite eğitimi alan turist rehberlerinin hakkının gasp edildiğini vurgulayarak, “Hukuk çerçevesinde hakkımızı arayacağız” dedi.Meclis’te yasalaşan torba teklif ile birlikte Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Yasa’ya geçici madde eklendi. Buna göre, tarihi alan sınırları içinde gerçekleştirilecek bilgilendirme hizmeti, turist rehberlerinin yanı sıra alan kılavuzları tarafından da verilebilecek. Turist rehberi bulundurulması zorunlu olan hallerde de turist rehberi yerine alan kılavuzu görevlendirilebilecek. Ancak, benzer bir düzenleme 2017’de çıkarılan yönetmelik ile yapılmış ve tarihi alanda alan kılavuzlarının görev yapabilmesinin önü açılmıştı. Turist rehberleri, söz konusu yönetmelikteki bazı hükümleri yargıya taşımış ve nihai olarak Danıştay, alan kılavuzlarının görev yapmasını düzenleyen hükümleri Ekim 2020’de iptal etmişti. Böylece, Danıştay’ın iptal etmiş olduğu hükümler, birkaç ay sonra Meclis tarafından yasaya eklendi.‘HAKKIMIZI ARAYACAĞIZ’TUREB Başkanı Tural, Danıştay’da davayı kazandıktan sonra “Meslektaşlarımız artık daha rahat biçimde Çanakkale’yi ve ruhunu anlatabilecek konuma geldi” dediklerini ancak birkaç ay sonra torba yasayla karşılaştıklarını söyledi. Halihazırda turist rehberliği yapanlar ile bu bölümde okuyan öğrencilerin geleceğine haksız şekilde müdahale edildiğini düşündüklerini vurgulayan Tural, Çanakkale’de turist rehberliği programları olduğuna işaret etti. Tural, “Gençlerin büyük kısmı 4 yıllık lisans eğitimi alıyor, yabancı dil öğreniyor, kendilerine yatırım yapıyor ve bir meslek sahibi oluyor. Gençler bizi arayıp, ‘Biz neden Çanakkale’de kalalım?’ diyorlar” ifadelerini kullandı. Tural, yasa geçmeden önce siyasilerle görüştüklerini, şimdi de görüşmeye devam edeceklerini söyledi. Tural, “Çanakkale bölgesinde uzmanlaşmış halihazırda 200’ü aşkın rehber var. Hukukçularımız çalışmaya başladı. Hukuk çerçevesinde hakkımızı arayacağız. Haklı mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz” dedi. Sefa UyarSuriye: Savaşbitse de insani kriz sürecek
Suriye: Savaş bitse de insani kriz sürecek Çatışmaların tamamen bitmesi durumunda Suriye’yi bekleyen bir başka önemli kriz var. Ülkenin yeniden imarının nasıl olacağı hala belirsiz. BM ülkenin başta alt yapısı olmak üzere yeniden inşası için gerekli parayı 250 milyar dolar olarak tahmin ediyor. uSriye yeniden inşaya başlayacak kaynakları bulamazsa insani kriz devam edecek. Suriye iç savaşı onuncu yılına girdi. 2011’deki “Arap Baharı”nın bir parçası olarak en uzun sürmüş kriz özelliğini hala koruyor. Önceleri “vekalet savaşı” olarak adlandırdığımız, son üç yılda ise artık bizzat “asillerin savaşı”na dönüşmüş bir kriz bu.Bugün gelinen noktada Rusya’nın doğrudan, İran’ın da dolaylı desteğiyle Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad savaşın galibi durumunda görülüyor. Bir dönem radikal İslamcıların geniş alanlarını kontrol ettiği ülkede bir yandan Suriye hükümeti diğer yandan da ABD öncülüğündeki batılı koalisyon güçlerinin müdahalesiyle radikal İslamcıların artık pek etkisi kalmadı. IŞİD artık Suriye'deki hiçbir toprak üzerinde kontrolü elinde tutmuyor ancak, lideri Ebu Bekir el-Bağdadi'yi kaybetse de tamamen ortadan kaldırılmış değil. Suriye'de veya başka yerlerde saldırılar yapabilecek “uyuyan savaşçı”ları var örgütün.ÇATIŞMALAR BİTMEDİDurum Esad’ın lehine olsa da bu elbette çatışmaların bittiği anlamına gelmiyor. Kuzeybatı İdlib hükümetin kontrolünün dışında halen. 2020 başında Suriye ordusunun İdlib’i muhaliflerden geri almak için Rusya destekli gerçekleştirdiği operasyonlar, Türkiye’nin kendisine yakın gördüğü grupları korumak için orada bulundurduğu Türk kuvvetleriyle çatışmalara da yol açtı. Bölgede Türkiye, Suriye ile Rusya varlığı halen mevcut. İdlib'deki yüksek yoğunluklu çatışmalar, Türkiye sınırına yönelik mülteci dalgalarına yol açma endişesini doğuruyor. Bu insani bir kriz her an gündeme gelecek demek elbette.Savaşta insan kaybı ise hayli yüksek. 500 bin kişinin yaşamını yitirdiği tahmin ediliyor. Ülke nüfusunun yarısından fazlası yerinden olmuş durumda. Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı, savaş başladığından beri 5,6 milyon insanın Suriye'den kaçtığını tahmin ediyor. Çatışmalar tamamen sona erdiğinde bile gidenlerin dönüp dönmeyecekleri belli değil.İNŞAYI KİM ÜSTLENECEK?Çatışmaların tamamen bitmesi durumunda Suriye’yi bekleyen bir başka önemli kriz var. Ülkenin yeniden imarının nasıl olacağı hala belirsiz. BM ülkenin başta alt yapısı olmak üzere yeniden inşası için gerekli parayı 250 milyar dolar olarak tahmin ediyor. Bunun ABD’den, Avrupa’dan sağlanamayacağı çok açık. Sanılanın aksine Rusya’nın da böyle bir yükün altına girmeyeceği biliniyor. Rusya’nın, dünyadan mali yardım alması için Esad’ı reformlar yapmaya zorlamaktan başka çaresi yok. Kaldı ki ABD Başkanı Joe Biden’ın Suriye ilişkin saldırı dahil birçok planı olduğu da artık sır değil. Çünkü Suriye’de Esad’ı kabul etmek ABD için Rusya ile İran’ı da bölgede bir güç olarak kabul etmek demek.Türkiye ile Rusya’nın İdlib’deki krizin tırmanmasını engellemek için ne yapacakları belli değil. Daha doğrusu ortak bir noktada bulunmaları mümkün görünmüyor. İran ile desteklediği milisler ülkede çatışma sonrası varlıklarını sürdürmeye devam edecek mi? Yanıtı zor bir soru olarak duruyor ortada. Ama Suriye’de hakim aktörlerin pozisyonlarından kolay vazgeçmeyeceklerini tahmin etmek zor değil.Asıl sorun şu; iç savaş tamamen bitse bile BM şu anda nüfusu 17 milyon dolaylarında olan Suriye’de 13,1 milyon insanın yardıma ihtiyacı olduğunu tahmin ediyor. Bu sayı İdlib'deki çatışmalar sona erdirilmezse artmaya devam edecek.İç savaşın onuncu yılında ortaya çıkan manzara şu; Suriye yeniden inşaya başlayacak kaynakları bulamazsa insani kriz devam edecek. Bu “çatışmasızlık ortamı”nda bölgenin karşılaşacağı en büyük kriz bu olacaktır kuşkusuz. Mustafa Kemal Erdemol