News - Haberler
Bakan Varank'tan Eren Erdem'e ilginç'gizli tanık' davası
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Bakan Varank'tan Eren Erdem'e ilginç 'gizli tanık' davası figure > CHP eski milletvekili ve PM üyesi Eren Erdem sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank'ın kendisine açtığı davayı duyurdu. CHP eski milletvekili ve PM üyesi Eren Erdem sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank'ın kendisine açtığı davayı duyurdu.Eren Erdem, Mustafa Varank'ın kendisine açtığı davayı şu sözlerle anlattı:"Tutuklu olarak 500 gün kaldığım davada, aleyhimdeki tek delil olan “GİZLİ TANIK,” duruşmada çıkıp; “telkin altında Eren Erdem’e iftira ettim, bana Mustafa Varank’ın ekibi telkin yaptı” demişti. Ve bu kumpas, böylece çökmüş, kumpasçılar rezil rüsva olmuşlardı.Bende, mahkeme tutanaklarını ve gizli tanığın ifadelerini göstererek bir açıklama yapmış, Varank’ın bu hareketini “tutanaklarla” göstermiştim. Bu konuda, bana bir dava açılmış. Yarın 10:50’de Çağlayan İstanbul 34. asliye’de duruşması var! İnanılır gibi değil.Pişkinliğin ve utanmazlığın böylesi! Mustafa Varank, hem beni tutuklatan gizli tanığa para vaadedip yalan söyletiyor; gizli tanık bunu itiraf edince; bana dava açıyor! Ve mahkeme bu davayı kabul ediyor! Yarın 10:50’de Varank rezil rüsva olacak."1- Tutuklu olarak 500 gün kaldığım davada, aleyhimdeki tek delil olan “GİZLİ TANIK,” duruşmada çıkıp; “telkin altında Eren Erdem’e iftira ettim, bana Mustafa Varank’ın ekibi telkin yaptı” demişti. Ve bu kumpas, böylece çökmüş, kumpasçılar rezil rüsva olmuşlardı. ++— Eren Erdem (@erenerdemnet) December 30, 2020 cumhuriyet.com.trAdana'da motosiklet devrildi: 1ölü, 2 yaralı
Adana'da motosiklet devrildi: 1 ölü, 2 yaralı figure > Adana'da devrilen motosikletin refüjdeki kadına çarpması sonucu 1 kişi öldü, 2 kişi yaralandı. Merkez Seyhan ilçesi Ali Bozdoğanoğlu Bulvarı'nda Serkan Y'nin (26) kullandığı motosiklet, sürücüsünün direksiyon hakimiyetini kaybetmesi sonucu devrildi. Sürüklenen motosiklet refüjde bulunan Dürdane S'ye çarptı.Kazada sürücü Serkan Y. olay yerinde yaşamını yitirdi, Dürdane S. ve araçtaki Selim A. yaralandı.Serkan Y. ve Selim A'nın bir restoranda çalıştıkları, kazanın mesai çıkışında meydana geldiği öğrenildi. AAHellasözgürdür artık! Onur Bilge Kula'nın yazısı...
Hellas özgürdür artık! Onur Bilge Kula'nın yazısı... figure > Her koşul altında özgürlükleri savunan, Doğu’ya ve Asya’ya açılmanın insanlığı ve sanatı yetkinleştireceğini düşünen Hugo’nun özellikle ’Oryantaller’i, evrenselci yaklaşımının tersine filhelenist, dolayısıyla da Türk karşıtı imgelerle doludur. /Archive/2020/12/31/001550102-ic1.jpgHELLAS’IN ÖCÜ ALINMIŞTIRVictor Hugo 'Oryanteller'in on dördüncü baskısına yazdığı önsözde de sanat ve yazın eleştirisinin özgürlüğünü her koşul altında savunmayı sürdüreceğini belirtir. Konuya ilişkin şunları yazar: "Bu kitap, yazarın, yazınsal bunalım ve devrimlerin gerçekleştiği şu anda ulaşabileceği biricik başarıyı sağlamıştır: Bir yanda canlı bir muhalefet, öbür yanda belki birazcık olumlama ve biraz sempati... Her türlü rahat bozucu şey, kendi yararlarını da birliğinde getirir. Her kim ki, sanatın özgürlüğünü istemektedir, eleştirinin de özgürlüğünü istemelidir. Ne denli tehlikeli olursa olsun, özgürlüğü yeğlerim."Her zaman "savunma yapmaya" karşı olduğunu belirten Hugo'nun deyişiyle, "eleştirileri onaylamak veya çürütmek zamanın işidir."Bazı eleştirmenlerin önyargılı ve nezaket dışı davranışlarından ötürü "üzüntü duyduğunu" belirten yazarın anlatımıyla, "bu tür davrananlar, öyle ki, yazıncının fantezi ve keyif adamı, ama aynı zamanda düşünce/inanç adamı, dürüst bir adam olduğunun ayrımına varamıyorlar." Bunlardan bazıları "daha da ileri giderek, örneğin, yazarın yazılarından hareketle kişiliğini" söz konusu etmektedir. Bunlar, yazara "kibirlilik, özünü yüceltme, gurur ve ne bileyim her türlü suçlamayı" yapmaktadır. Böylece, yazardan "elinde kırbacıyla en ciddi görüşmelere giren genç bir XIV. Ludwig yaratmak" istemektedir. Böyle yargılayanlar düşünenler, Hugo'yu yanlış değerlendirmektedir.Öz yanılsamalar içinde olmadığını vurgulayan Hugo "çok iyi bilmektedir ki, kitapları etrafında ortaya çıkan birazcık gürültüyü kitapları değil, bu fırsattan yararlanarak, dilin ve yazının en önemli sorunlarını konuşmayı yerinde görme anlayışı çıkarmaktadır. Gürültü, dışarıdan değil, içerden gelmektedir. Benim kitaplarım, neden değil, sonuçtur. Sanatın ve şiirin bu ciddi sorunlarıyla uğraşan insanlar, görünüşe göre, kitaplarımı, savaşımlarını yürütecekleri arena olarak seçmişlerdir" (Şubat, 1829).'NAVARIN': CELLÂDIN ERKİ KIRILMIŞTIR, HELLAS ÖZGÜRDÜR ARTIKYazınsal yaratım ve nesnel yazın eleştirisi için sınırsız özgürlük gerektiğini savunan Hugo'nun şiirlerinde filhelenist, bir başka deyişle, Türk ve Asya karşıtı imgeler de vardır. 'Oryantaller' arasında yer alan ve yazıncının Yunanistan'ın bağımsızlık savaşımını söylenceleştirdiği 'Navarin' adlı şiiri Filhelenist yaklaşıma örnektir.20 Ekim 1827 günü başlayıp biten Navarino deniz savaşında Osmanlı/Türk deniz gücü yenilgiye uğratılır. Bu savaş, Osmanlı donanmasının yürüttüğü son büyük savaş olur ve 1828/1829 Türk-Rus savaşına yol açar. Kafkas cephesinden de Osmanlı topraklarına giren Rus ordusu, Haziran 1828'de Erzurum'a değin ilerler. Rus ordusunda Aleksander Puşkin de vardır. Puşkin'in Türk imgesini ve filhelenizmin izlerini taşıyan anı kitabını da irdeleyeceğim.Victor Hugo “Navarin” adlı şiirinde, Yunan başkaldırısının başarıyla sonuçlanmasında dönüm noktası olarak görülen Navarino deniz savaşını şöyle betimler: "Çadırlar, yelkenler, türbanlar, gemi direkleri hepsi kırılmış", Yarımay' yenilmiştir. Yunan komutan ‘Kahraman Kanaris', "gemisi, adamları ve faresiyle Kapudan Paşa'yı" alt etmiş, "Hellas’ın" öcünü almış ve cellâdın erkini kırmıştır. "Hellas özgürdür artık!" diyen Hugo'nun betimlemesiyle, "Avrupa bir söz söyledi,/Param parça etti zalimliği." Hugo, Hellas'ın özgürleşmesini Fransa'nın savaşa katılmasına bağlar: "Fransa savaşırsa, dönmek zorundadır senin yazgın/ Fransa’nın öç alan elleri/Güvenilirdir/ Hellas, sevin, iyisin!/ Kucaklasın Byron’ın ve Homer’in ülkesi/ Şarkılarıyla bacısını, anasını ve bizi/ Çok güzeldin, derin acılar çektin."Hellas'ın üstüne sürü üstüne sürü aktı/ Afrikalı, Asyalı!/ Ne Apol’dan, ne de İsa’dan korktu/ İbrahim, kirletti bunları.../ Ve ne çıktıysa yoluna/ Parçaladı, alıp götürdü çadırına/ Kazığa geçirip astı kopardığı başları/ Kesik başlarla çevreledi Saray’ı."Bu anlatımlardan da görüleceği üzere, Victor Hugo, yazar olarak örnek aldığı veya onun gibi bir yazar olmak istediği Chateaubriand’ın 'Paris-Kudüs Yolculuğu' adlı gezi yazısında Osmanlı egemenlerine ilişkin imgeleri üstlenmiştir. Hugo'nun anlatımıyla, Avrupa, özellikle de Fransa Helen'in yardımına koşmuş, Yarımay'ın donanması yok edilmiş, Hellas'ın öcü alınmıştır.Kararlı ve içten bir Filhelenist, diyesi, Yunan hayranı olan Hugo’nun anılan şiirinde imge ve simgeler açısından öne çıkan bölüm şudur: "Teselli et kendini: Kırıldı erki cellâdın; Hellas özgürdür artık!/ Avrupa bir söz söyledi/ Param parça etti zalimliği." Cellât diye nitelendiren Osmanlı egemenleridir; bunların erkini kıran da Avrupa'dır. Avrupa'yı belirleyen güç ise, Fransa'dır. Bu nedenle, Hellas, öncelikle Fransa'ya güvenmelidir.Hugo’nun Byron ve Homer'in ülkesi "Hellas, sevin, iyisin" dizeleri, Batı’da anlatı sanatının, diyesi, yazının kurucusu olarak görülen Homer’i ve Yunan başkaldırısına eylemli olarak katılan Byron’ı anması, bu yazıncının filhelenist yaklaşımının somut bir göstergesidir.“Hellas, işte nihayet yardımına koşan Avrupa!” dizesi, hem Yunanların yanında yer alan Avrupalı güçleri, hem de bir filhelen olan Hugo’nun hayalini ve ülküsünü dile getirir. Bu yazıncıya göre, Asya barbarlık, Avrupa ise uygarlık yurdudur. Oryantalizmin düşünsel dayanaklarından biri olan Avrupa-merkezcilik, Asya-Avrupa karşıtlığıyla olanaklıdır. Hugo, söz konusu karşıtlığa vurgu yapmıştır./Archive/2020/12/31/001632226-ic2.jpgAFRİKALI BARBARLARIN VE TÜRKLERİN ÇIĞLIKLARI SÖNMEKTEDİRHugo “Navarin”in beşinci bölümünde savaşın gidişini şöyle dizeleştirir: "Afrika’dan gelen barbar güruh/ Berbat filosuyla gemilerimiz etrafında kudurmaktadır./ Artık umarsız öfkeleriyle Türklerin çığlıkları kurumaktadır/ Canavarlar ordusu hemen barbarlar üzerine atılmaktadır.”"Afrika’dan gelen barbar güruh" anlatımı, Mehmet Ali ve oğlu İbrahim Paşa’nın Mısır’dan gelen askerlerini imler. “Umarsız Türklerin çığlıkları kurumaktadır” dizesi, Osmanlı/Türk deniz filosunun Avrupalılarca alt edilmiş olduğunu anlatır.Hugo şiirin devamındaki anlatımıyla, “yanarak kemikleri kömürleşen ve okyanusun derin diplerine batan” Türklerin geride kalanları, artık “kentleri yakıp yıkamayacaktır.” Onlar artık “Yunan halkının gırtlağına” basamayacaktır; çünkü Türk cellâtlar yenilmiş, "ölmekte olan Hellas kurtulmuştur." ‘Hellas çürümek zorunda mıdır?’diye ah çeken Avrupa "soylu ve değerli bir halk" olan Yunanları kurtarmıştır. Soylu Yunan halkını kurtaranlar, Avrupalı din adamları ve krallar değil, Hellas adını unutmayan "şair kalplerdir."HELLAS’IN ÖZGÜRLÜĞÜ VE BYRON ÜZERİNE TÜRKÜLER YAKILMAKTADIRHugo’nun “yalnızca şairler, Hellas adını bırakmadı” dizesi, belli ölçülerde gerçeği yansıtmaktadır. Yunan başkaldırısıyla birlikte, başta Lord Byron, Goethe ve Hugo gibi şairler olmak üzere, Batılı şairler ve yazarlar, Yunan başkaldırısını sadece yazınsal yapıtlarıyla desteklemekle kalmazlar, Lord Byron örneğinde olduğu gibi, bütün güçleriyle başkaldırıcıları etken olarak desteklerler.Hugo’nun lirik anlatımıyla, artık yakınmalar, ağlamalar yerini 'sevinç çığlıklarına' bırakmıştır. Yunan halkı sevinçli ve neşelidir; çünkü Türk, Asya'ya sürülmüştür. Artık "Hellas’ın özgürlüğü üzerine, Byron’ın mezarı ve Navarin üzerine türküler yakılmaktadır!" Hıristiyan ordusuna katılmayan "utangaç, soysuz ve ürkek" Avusturya'nın yeri, "Timur'un ya da eşlik etmeyi içine sindirdiği İbrahim'in yanıdır." (Kasım, 1827)Şairin deyişiyle üzerlerine türküler yakılan Byron ve Yunanistan’ın Akdeniz kıyısındaki küçük deniz kenti Navarin(o), hem Yunan, hem de Batı edebiyatında yazınsallaştırılarak söylenceleştirilmiştir. “Mısır'dır gönderen bu gemileri, kap kara” dizesine gelince: Bu dizedeki “kap kara” nitemi, hem kötüleme, hem de Afrikalı siyah ırkı aşağılama göstergesidir. Sömürgeciliğin doruklaştığı 19. yüzyılın birinci yarısında ırkçılık, dolayısıyla da ırk ayrımcılığı da belirgin ölçüde artmıştır.İlkesel bir Voltaire izleyicisi olan Hugo, yetiştiği ortamın doğal bir sonucu olarak üstlendiği Avrupa-merkezciliği ödünsüz olarak savunmuş ve şiirlerine de yansıtmıştır. Öte yandan, Hugo, Yunanistan için “benim gururlu yurdum” diyebilecek ölçüde Yunan hayranıdır. Onur Bilge Kula / Cumhuriyet Kitap EkiYapıKredi Kültür Sanat 2021’içocuklarla karşılıyor
Yapı Kredi Kültür Sanat 2021’i çocuklarla karşılıyor figure > Yaratıcı Okuma ve Drama Eğitmeni Çiğdem Odabaşı, çocukları yeni yıla kitaplarla keyifli bir başlangıç yapmaya davet ediyor. Kitapların içindeki hikâyelerden yola çıkarak oluşturulan yaratıcı oyunlarla çocuklar kendi hikâyelerini tasarlıyorlar. Odabaşı’nın YKY’nin Doğan Kardeş kitaplığından seçtiği ‘Baloncuk Makinesi’ ve ‘Uykucular ve Kakaocular Ülkesi’ kitapları çocuklar için hazırlanan yaratıcı oyunlarla buluşuyor. /Archive/2020/12/31/001343384-ic.jpgÇİĞDEM ODABAŞI İLE KİTAPLA OYUN SAATİ‘BALONCUK MAKİNESİ’Çiğdem Odabaşı yeni yıla özel olarak hazırladığı atölye çalışmasında, YKY'nin Doğan Kardeş kitaplığından seçtiği ‘Baloncuk Makinesi’ kitabını çocuklar için yaratıcı bir oyunla buluşturuyor. 2 Ocak Cumartesi günü saat 11.00’de internet üzerinden canlı yapılacak etkinlik için gereken malzemeler kuru boya kalemleri ve renkli kâğıtlar.‘UYKUCULAR VE KAKAOCULAR ÜLKESİ’Çiğdem Odabaşı’nın yeni yıla özel olarak hazırladığı diğer atölye çalışmasında da YKY'nin Doğan Kardeş kitaplığından seçtiği "Uykucular ve Kakaocular Ülkesi" kitabını çocuklar için yaratıcı bir oyunla buluşturuyor. Bu etkinlik 3 Ocak Pazar günü saat.11.00’de internet üzerinden canlı yapılacak.Herkesin katılımına açık ve ücretsiz olarak düzenlenecek etkinliklere https://www.youtube.com/channel/UCkSlBOVNKV-XdUtNRwXeQnQ’e tıklayarak Yapı Kredi Kültür Sanat’ın YouTube kanalı üzerinden katılabilirsiniz. Cumhuriyet Kitap EkiBir Cervantes romansı;‘Çingene Kızı’
Bir Cervantes romansı; ‘Çingene Kızı’ figure > Preciosa’yla ilahlaşan, Çingenelerin yaşamına sevecenlik ve doğallıkla yaklaşan bir üslup, belki de örnek alınacak bir hikâye... Çingene Kızı, modernitenin gelişini müjdeleyen, sözlerinin büyüsüyle okurunu etkileyen Cervantes’in mizahi / eleştirel diliyle küçük bir yolculuğa çıkmak için iyi bir neden. /Archive/2020/12/31/001057230-ic1.jpgİspanyol edebiyatının önemli ismi Miguel de Cervantes, kalabalık bir ailede büyümüştür ve ailesiyle birlikte farklı şehirlere gitmek zorunda kaldığı için düzenli bir eğitim görememiştir. Bunun yanı sıra 1569’da İtalya’ya giderek asker olmuş, İnebahtı Deniz Savaşı’nda Türklere karşı savaşmış, beş yıl boyunca Osmanlı amirali ve Cezayir valisi Hasan Paşa tarafından esir alınmıştır.İspanyol edebiyatı, Rönesans döneminde en büyük hamleyi destan, roman ve tiyatro alanında yapar. Sekiz heceli mısralarla yazılan eski manzum destanlara da “romancero” denilirdi. “Romans” sözünden gelen bu sözcük, sonradan “roman”a dönüşmüş olan bir türdür.Yaşamı boyunca onca çile ve yoksulluk çeken Cervantes’i eserleri arasında en büyük üne kavuşturan şüphesiz “Don Kişot”tur. Şövalyelerin maceralarını anlatan kitaplarla alay etmek için yazılan bu kitap, modern romanın da başlangıcı sayılmaktadır.“Novales ejemplares (Örnek Alınacak Hikâyeler)” adlı eseri ise on iki kısa romandan (romans) oluşur. Bu kısa romanlardan ilki “Çingene Kızı”dır. İçerik - teknik açısından kusurları bulunmakla birlikte Çingenelerin yaşamöyküsünü anlatan ve başkahramanı da bir Çingene olan ilk edebi eser olmasının dışında Çingeneleri aşağılamaya tabi tutmayan ilk edebi eserdir aynı zamanda./Archive/2020/12/31/001114933-ic2.jpgÇİNGENELER VE ŞÖVALYELER“Erkeğiyle kadınıyla Çingeneler dünyaya sırf hırsız olmak için gelmiş gibidir” cümlesiyle başlayan Cervantes, onları hırsızlığın ustası olarak nitelese de içten bir sevecenlikle yaklaşır. Yaşlı bir Çingene kadının, küçük bir kızı torunu olarak büyütmesi, adını “Preciosa” (güzel, değerli) koyması, onun Çingene dünyasındaki en iyi rakkase olması, güzelliğiyle, aklıyla ün salmış olması ve aldığı terbiye karakterin idealize edildiğini gösteren ipuçları.Özellikle de “namus”una dair güçlü bir vurgu vardır. Bunu, hizmetkârın Preciosa’ya romans vermeyi teklif ederken ona ün kazandıracağını söylemesi üzerine Preciosa’nın “...İçlerinde bir bayağılık yoksa veriniz (...)” (s. 45) sözüyle görmek de mümkün. Onu büyükannesi olarak büyüten yaşlı kadın ise Preciosa’nın oyunlarıyla, danslarıyla ve okuduğu romanslarla kendi servetini artıracağını düşünmektedir.Don Kişot adlı romansıyla, şövalyelerin kahramanlıklarının anlatılarıyla alay eden Cervantes, Çingene kızı Preciosa’nın ağzından şu sözlere de yer veriyor: “...Falınızı söylediğimi farz edin ve kendinize başka bir yüksük bulun (...) Yine geleceğim ve falınıza bakıp bir şövalyelik kitabındakinden daha çok macera anlatacağım size.” (s. 61) /Archive/2020/12/31/001126401-kapakic3.jpgBİR AŞKIN DOĞUŞU VE BİR İFTİRAPreciosa’nın zekâsını ve güzelliğini duyan ve ona tutulan şövalye Andres ise aşkını ilan eder. (s. 62, 63, 64) Çingene kızımızın da beylik sözlerinin ardından ortaya idealize edilmiş bir aşk doğar. Sevecen âşığı zamanla iyi ve becerikli bir hırsız olur. Öte yandan Clemente ve Andres arasında da bir rekabet yaşanır, aşkları ve kıskançlıkları birbirlerine okudukları romanslara yansır. (s. 124, 125, 126)Juana Carducha’nın da Andres’e olan aşkı yüzünden onu yapmadığı bir hırsızlıkla suçlaması, olayları çıkmaza doğru sürükler. Preciosa, aşkı için başhâkimin ve karısının önünde diz çöker, ağlar, onlara yalvarır. Amacı ise Andres’in babasına haber salmaktır. Sözleriyle, güzelliğiyle hâkimi ve karısını da etkiler üstelik. Tüm bunlar olurken şaşırtıcı bir biçimde Preciosa’nın, onların kızı olduğu da anlaşılır ve Andres, kefaletle serbest bırakılır. İki âşığın evlenmesiyle de mutlu bir sona ulaşılır.Daha o zamanlarda modernitenin gelişini müjdeleyen, sözlerinin büyüsüyle okurunu etkileyen Cervantes’in mizahi/eleştirel diliyle küçük bir yolculuğa çıkmak için iyi bir neden.Çingene Kızı / Miguel de Cervantes / İspanyolcadan çeviren: Adnan Özer / Notos Kitap Yayınevi / 159 s. / 2020. Sevda FidanOğuz Atay'dan 'Tehlikeli Oyunlar'
Oğuz Atay'dan 'Tehlikeli Oyunlar' figure > Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’dan sonra ikinci eseri olarak kaleme aldığı Tehlikeli Oyunlar, bireyin toplum ve kendisi ile olan sorunlarını ele alıyor. Tehlikeli Oyunlar, Hikmet Benol adlı “tutunamayan” bir adamın yaşamını konu alıyor. Okurun karşısına yeni boşanmış ve mutsuz bir adam olarak çıkan Hikmet Benol, yaşamına düşünceleri ve yalnızlığı ile devam ediyor. Dostlarıyla geçirdiği zamanlar da onu düşüncelerinden sıyırmak için yeterli olmuyor. Başkahramanın kişiliği bakımından Tutunamayanlar ile aynı düzlemde ilerleyen roman, bu yönüyle Atay’ın “anlaşılamama” kaygısını yeniden ve güçlü bir şekilde vurguluyor. /Archive/2020/12/31/000818763-ic1.jpgYALNIZLIĞA ADANMIŞ BİR DESTANOğuz Atay anlaşılamamanın sancılarını yaşar Tehlikeli Oyunlar’da. Yaşarken anlaşılmayı istemesine rağmen ölümünden sonra ancak anlaşılabildi; Bunun nedeni ülke koşullarında gizli. O dönemde feodal yapı henüz çözülemediğinden ve hâlâ büyük bir çoğunluk köyünde, kasabasında yaşadığı için; insanlar sanayi toplumun yarattığı kent insanlarının sorunlarından (yalnızlaşma, anlaşılamama, eylemsizlik, eşyaya esir düşme vs.) habersizdiler.Yetmişler ülkenin geçişi yaşadığı bir dönemdi ve insan ilişkileri bakımından hâlâ parlak bir süreci yaşıyordu. “İnsanlık” henüz ölmemişti. O, insanlığı zamanından önce öldürdüğü için yaşarken anlaşılamadı belki de. Ancak değerli olan da öngörü değil midir zaten?/Archive/2020/12/31/000830434-kapakic2.jpgGECEKONDUNUN KATLARI TOPLUMUN KATMANLARI!Tehlikeli Oyunlar’da, Hikmet Benol kalabalıklardan kaçarak, kendi kalabalıklarına sığınmak için üç katlı bir gecekondunun orta katına yerleşir. Üst katında Emekli Albay Hüsamettin Tambay, alt katında oğlu askerde olan Nurhayat Hanım vardır.Kimse tarafından anlaşılmadığını düşünen Hikmet, kendi hayallerinde var ettiği kişilerle anlaşmayı amaçlamaktadır: “Kimsenin anlamadığı ince metodlarım var, gecekonduda oturuyorum, seviyemin altında yaşıyorum...Beni hemen anlamalısın,çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum, ben Van Gogh resmi değilim…”Üç katlı gecekonduyu toplumun katmanlarına yerleştirdiğimiz zaman; alt katta oturan Nurhayat Hanım halkı, orta katta oturan Hikmet, kent aydınını, üst katta oturan albay ise otoriteyi (orduyu) temsil etmektedir. Psikolojik katmanlara yerleştirirsek; (Freud’e göre) alt kat alt benliği, orta kat ben’i, üst kat ise üst benliği yani ego, id ve süperego’yu temsil etmektedir...Satırların altı bu kadar fazla çizilen başka bir Türk romanı yoktur herhalde. Neredeyse her sayfada altı çizilecek satırlar mevcut…Yazar, Hikmet Benol karakterinde evliliği sorgulamaya başlar. Evlilik için önce ruhun büyümesi, olgunluğa ulaşılmış olması gerekir. İçimizdeki çocuk çocukluğunu yaşayamadığı için büyümemiştir.Evlilik ayakları bağlayan bir prangadır Hikmet’e göre, hayatın monotonlaşmasından başka bir şey değildir: “Ben kendimi beğenmiş değildim albayım, çünkü karıma uzun süre kölelik yapmıştım. kendi isteğimle bulaşıkları yıkamıştım…”, “Evlilik yarışında can sıkıntısı birinci geldi...”Anlaşılan o ki adına özellikle Sevgi verilmiş kadın kahramanın evliliğinde sevgisizlik galip gelmiştir. Ruhları uyuşmayan, hayat anlayışları farklı olan iki insanın ayrılması kaçınılmaz olmuştur artık…/Archive/2020/12/31/000841372-ic3.jpgİKİ ARADA BİR DEREDE AYDIN OLMAK!Hikmet toplumun bir aydını olarak; gerçeklikle zihinsel hayal aleminde, iyi ile kötü arasında, yaşamla ölüm arasında iki ara bir derededir... Türk aydının ülke koşullarında kaçınılmaz kaderidir bu, bu ikilikten kurtulanlar gerçek anlamda aydın olmuşlardır zaten. Tabii aydın olmanın bedelini fazlasıyla ödeyerek...Kitabın bütününe baktığımızda bu arada kalmışlığı çoğaltmak mümkündür. Bunu en açık şekilde birbirine zıt şeyler söyleyerek gösterdiği tutarsızlıkta net bir şekilde görebiliriz. Bir zaman diliminde “Ben yaşamak istiyorum albayım” derken bir başka zamanda “Ben ölmek istiyorum” diyebilmektedir. Kurgu neredeyse zıtlıklar üzerine kurulmuş gibidir…Bilinç akışı tekniğinin doruğunda bir yapıt Tehlikeli Oyunlar, James Joyce’un “Ulysses”i kadar okunması zor bir roman. Kahramanların gerçek mi yoksa zihinden fırlayan kahramanlar mı ayrımına varamıyorsunuz. Aslında gerçek hayattaki kahramanların zihinsel yansıması olduğunu söylemek daha doğru.Romanın Türk modern edebiyatında başyapıt, yalnızlığa adanmış bir destan olduğunu söyleyebiliriz.Bütün hayatını kelimeler uğruna harcayan Oğuz Atay; yazık ki kelimelerinin gününü ve mürüvvetini görmeden hayata gözlerini kapamıştır. Kelimeleri ise daha çok uzun yıllar tartışılacak gibi görünüyor…Oğuz Atay / Tehlikeli Oyunlar / İletişim Yayıncılık / 479 s. Nurbanu KablanEdebiyat; soyutlayım ve dönüştürüm...
Edebiyat; soyutlayım ve dönüştürüm... figure > “Bir yazar, işin başında anadili zanaatının ustası olmak zorunda. Ama ‘edebiyat için’ bu zanaatın aşılıp sanatçı olunması gerekir. Bunun için de anadilindeki iletişil diline dayalı kullanımın bırakılıp soyutlayım dönüştürüm temelli bir yazınsal dile dönüş zorunlu...” /Archive/2020/12/31/000504577-ic1.jpgİyi kötü anlatım yetisine sahip biri, yazmak istediği herhangi konuyu, kullanımlık iletişim diliyle de olsa, roman düzeneği içinde kitaplaştırabilir kuşkusuz. Tahkiye anlamında hikâyeler de nakledebilir. Bu durum, yazılanların "roman gibi", “öykü gibi” anlatılmaya çalışıldığı düşüncesine yol açsa da, sözü edilen metni tek başına "roman" ya da “öykü” yapmaya yetmez hiçbir zaman.Edebiyat yapıtı da öteki alanlarda görüldüğünce kendine özgü dile, mantığa dayanır ille. Bu, iletişim amaçlı gündelik konuşma diline sığdırılarak edebiyat yapılamaz, anlamına gelir. Homeros için de geçerlidir bu, Yunus Emre, Shakespeare, Kafka, Yaşar Kemal için de. Oysa bu adların yapıtları, kullanmalık dille çok çok bir iki paragrafta özetlenebilir. Zaten onları büyük kılan da, birkaç satırla özetlenebilecek izlekleri, konuları, sorunsalları özgün bireysel dil, kurgu, biçem hüneriyle büyük yapıtlar haline getirebilmesinde yatıyor. Edebiyata özgü matematik şunu söylüyor demek: Soyutlayımsız dönüştürümsüz edebiyat olmaz!PROLETERLER İÇİN ‘PATAFİZİK DERSLERİ’Onur Akyıl, tiyatro kökenli şair-yazar. Yayımladığı ilk romanı yukarıdaki düşünceleri doğruluyor: Proleterler İçin ‘Patafizik Dersleri (Can, 2020).Romanda bir saat tamircisinin hikâyesine giriyoruz. Günün birinde “İçi eski saatlerle, kahramanlarla dolu” (39) dükkânına onarılması için getirilen guguklu saatle tahta kuşunun Matruşka bebek benzeri önüne serdiği olaylar dizisine karşı saatçinin, kedisiyle birlikte, toplumsal, sınıfsal, simgesel pek çok öğeyle teyellendiği bir serüvendir bu. “Şeyler kalabalığının ölümsüzlüğü ve ölümsüzlüğün eşyaya yerleşmiş katılığı ‘hayat’ adı altında müthiş bir sıkılıkla yaşanı(r)” (24) romanda. Soru, kendiliğinden gelecektir: “Baktığımız her şeyin önünde yeniden kendimizi bulmaktan başka ne olabilir ki, yeni bir gün?” (47)Okurken bir çalım Bulgakof’u anımsamadan edemedim. Tumturaklı bir yabancılaşmaya dayalı kara anlatı temelinde denemesel metin gözüyle bakmak da olanaklı romana. Yapıtta zaman, özgürlük, kendilik vb. sorunların sorgulayıcı dille deşildiği bölümler için, anlatıya yer yer eklemlenmiş okuma parçaları gibi bakılabilir belki ama bu, okura, romanın kapsayıcı dili-mantığı içinde tartışmaya koyulma, sorulara kendince yeni açılımlar getirme olanağı tanıyor sonuçta. Zamanı berrak biçimde göstermeyen bir saatin merkezde olduğu, hep arandığı bir eğretileme girdabında gezinildiği görülebiliyor ayrıca romanda.Sonuçta kendi gerçekliğiyle buluşamadığı öngörülen bir toplumcu kavrayıştan yayılan o tuhaf “şeyleşme”ye karşı (28), yabancılıktan yabanlığa siyasal bir eleştiri bütünü halinde alınabilir yapıt. Bu çerçevede anlatılandan, kurgudan, kişilerden çok bu üst dil dikkati çekiyor zaten. Tiyatro kökenli bir şair tarafından verimlenişi de önemli yapıtın. Biçemsel yanıyla dikkati çeken Proleterler İçin ‘Patafizik Dersleri’, sessizlikle karşılanılamayacak düzeyde bir roman./Archive/2020/12/31/000518108-ic2.jpgDÜNYA DAMLASIWITOLD GOMBROWICZ: ‘BAKAKAI’Witold Gombrowicz’in, bir bölümünü yirmili yaşlarında kaleme aldığı on iki öyküsünden oluşuyor Bakakai (Çev.: Ece Korkut, Everest, 2020).İlkinin yıkımı, ikincisinin kışkırtısı arasında yitik kuşak olarak “manevi harabe” (23) bırakan bir savaşa nasıl bakılabileceğinin dersini de veriyor âdeta bize yazar. Büyümüşü, büyümekte olanı, gitmeye yakın duranı, küçüklüğünü sürdüreniyle yitik kuşaktan kişilerdir tümü bunların. Bu yüzden Gombrowicz, anlatıcısının gözlerini bağlamıştır da sanki, onu öylece salmıştır ortaya. Bu olgu, grotesk yapısına, kara anlatı damarına karşın açık biçimle kaleme alınan öykülerin yine de bir dramatik aks doğrultusunda yapılanmasını engellemiyor.Böylece yazar, cinlik örülü zekâsıyla, öyküde en zayıf yanından avını yakalayıp bunların üzerine yüksek soyutlayımlı bombardıman indiriyor âdeta. “Her şeyi gövdeye indir(ip)” (89) böylesi yaşamı içine sindiren tüm toplum bir anomali tablosu çizerken bu tür bulaşla yalnız ülkesinde değil, tüm Avrupa’da, sonra tüm dünyada bunun bir “insanlık hali” olarak alabildiğine nasıl yaygın olduğunu gösteriyor bize, üstelik zengin alaysama-parodi eşliğinde. Balzac’tan Moliére’e uzanan kahırlı gülümseme, Gogol’den Çehov’a akan içli bir hüzünle.Güçlü bir öykü kurucu Gombrowicz. Yirmi yaşlarından başlayıp kaleme aldığı bu öykülerinde sıçramalı sekmeli anlatısını oyunsu süreçlerle sürdürüyor hep, böylece ustalıkla öyküye bağlıyor okuru.İşte yüzyıl önceden, genç-erişkin her öykücünün okuması gereken modern edebiyatın bir öykü devi Witold Gombrowicz ve Bakakai./Archive/2020/12/31/000529483-ic3.jpgÖYKÜDENLİK…‘BİR GÜNÜ BİTİRME SANATI’Banu Özyürek’in önce ikinci öykü kitabı Poz’u (2019) okumuş, notlarımı paylaşmış, “Bir yazarı daha öyküleriyle dikkate alacağız,” diye yazmıştım.Öyküye, roman kadar yer açılamıyor edebiyatımızda. Oysa öykü sanatımız, romanın önünde, ne ki değerli pek çok öykücü, hak ettiği ilgiyi göremeden sürdürüyor yazında yolculuğunu. Hadi, dedim, bu düşüncenin dürtüsüyle, ilk öykü kitabını da okuyayım Banu’nun: Bir Günü Bitirme Sanatı (Raskol’un Baltası, Üçüncü Basım, 2017)Banu, birer zekâ oyunu kuruyor öykülerinde. Nitekim anlatıcıya göre, “ölüm bile yaşamak için çevrilen bir oyun,” (33). Böylece deftere, kitaba sığmaz bir yalnızlaştırma olgusuna yaslanıyor öykülerinde yazar, üstelik oyunsu süreçlerle. Bireyin kendi yalnızlığını aşamayışının nefis örneklerine dönüşüyor bunlar. Yoksa kişinin, “insanlar(ın), “dilleri olmasa daha iyi olmayı becebil(eceklerini)” (44) düşünmesi ne anlama gelir?Bu büyük yalnızlaşma, yabancılaşma eğretilemesi, örtük de tutulsa belirgin bir groteskle yol alıyor. Öte yandan olgunun kadın için taşıdığı anlam üzerinde de durmak gerekiyor. Çünkü kadınlığın bu yalnızlaşma-yabancılaşma içinde neredeyse tek paydaş halinde kaldığı söylenebilir. Banu, bu çerçevede kadının fiziksel, psikolojik yapısından gelen her ne rahatsızlık varsa bunların da ayrıca kökenine inmekte kararsızlık göstermiyor.Aynı zamanda “bağlamlı öykü” niteliğiyle de güzel bir örnekçe oluşturan ve “bizim büyük yalnızlığımız”a (65) özgülenen bu öyküleri okuyun derim.www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap EkiVaadedilmiştopraklarüzerine!
Vaadedilmiş topraklar üzerine! figure > Hüsnü Mahalli herhangi bir ön yargıya kapılmadan olanı biteni, vaadedilmiş topraklar özlemi içindeki Yahudilik açısından ele almakta haksız sayılmasa da tek etken Yahudilik değil, emperyalizmin gücünü de atlamamalı. Kitapta, Filistin, özellikle Yahudi tarihi eşliğinde anlatılıyor. Hayli uzun bir Yahudi tarihi okuyacak okur. Burada dile getirilen kimi görüşlerin ya da iddiaların ciddi tartışma konusu olacağı kaçınılmaz. Arapların sanıldığı gibi Türkleri “arkalarından vurmadığının” anlatıldığı bölümde ise Arap uluslarının bağımsızlık mücadelesinin ele alındığını da görmek isterdim. /Archive/2020/12/30/235700122-ic1.jpgDoğrusu İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki “normalleşme” anlaşmasıyla, öncesinde Filistin’i işin içine katmadan yapılan ABD-İsrail tezgahı “yüzyılın barışı”yla iyice köşeye sıkıştırılan Filistin’in bugününü anlamak için tam zamanında geldi bu kitap. Hüsnü Mahalli gibi, bölgeyi çok iyi bilen, “sıkı” bir gazetecinin hayli uğraştığı belli Filistin Benimdir’ini okurken bu talihsiz halkın tarihini elbette hüzünle, ama kitap okumanın da keyfine vararak okudum.Yazarın “Bana Göre” adıyla yazdığı sunuşta “kendimi bildim bileli, Filistin’i dinler, Filistin’i okur, Filistin’i yazarım” deyişi o coğrafyanın mensubu bir gazetecinin, “dinlediği, okuduğu, yazdığı” Filistin’i, belki başka kaynaklarda da bulacak bilgilerin yanı sıra, bence, çok özel “zata mahsus” gözlemlerle ele aldığının ifadesi. O nedenle okurun Mahalli’nin “bildiği, dinlediği, okuduğu Filistin’i” yazdığını aklından çıkarmaması gerekir.YAHUDİ TARİHİ OLMADAN OLMAZKlasik deyimle, “oylumlu” bir kitap “Filistin Benimdir”. Mahalli’nin keskin gazeteci gözlemciliğinin yanı sıra çeşitli kaynaklardan aktardığı bilgiler konuya vakıf olmayan ama yeni başlamak isteyenler için gerçek bir kaynak kılıyor kitabı.Kitapta, Filistin, özellikle Yahudi tarihi eşliğinde anlatılıyor. Bu nedenle hayli uzun bir Yahudi tarihi okuyacak okur. Burada dile getirilen kimi görüşlerin ya da iddiaların ciddi tartışma konusu olacağı kaçınılmaz.Hüsnü Mahalli bu anlamda ciddi bir risk de alarak, büyük bir açık sözlülükle Yahudi Soykırımı’na ilişkin var ya da yok diyenlerin görüşlerini de aktarmış örneğin. Yani kitap içinde, aslında başka bir kitabın konusu olacak bilgiler / iddialar var. Okuru başka kaynaklardan da takip ederek kuşkusuz bu bilgilere / iddialara yanıtlar bulabilir pekâlâ. Kitap okuru, özellikle ilgili okuru, bu açıdan yönlendirici bir özellik taşıyor./Archive/2020/12/30/235717450-kapakic2.jpgNESNELLİK DEDİKLERİKitabı tarafgir bulanlar da olabilir. Bunda yazarın dünya görüşünün de etkili olduğu bir gerçek, ancak Filistin gibi son derece yakıcı bir konuya sanıldığı gibi “nesnel” yaklaşmak pek de o kadar kolay değil. İsrail’in ya da Yahudiliğin, Filistin sorununu yaratmada, bugünkü haliyle bu sorunu sürdürmede etkisi anlatılmadan, sanıldığı gibi “nesnellik” beklemek de doğru değil kanımca. Çünkü, İsrail’in Filistin trajedisini yaratmadaki etkisini görmemeyi ya da hafifsemeyi “nesnellik” olarak değerlendirenler var. Hüsnü Mahalli herhangi bir önyargıya kapılmadan olanı biteni, vaadedilmiş topraklar özlemi içindeki Yahudilik açısından ele almakta haksız sayılmasa tek etken Yahudilik değil. Günümüzde emperyalizm anlatılmadan Filistin sorununun kavranması zor. Keşke bunun üzerinde daha çok dursaydı Mahalli.Mahalli, Türk kamuoyunda yaygın olan “Osmanlı’nın Araplar tarafından arkadan vurulduğu” yargısını da konu ediniyor kitabında. Arapların sanıldığı gibi Türkleri (Osmanlıyı) “arkalarından vurmadığını” ciddi kaynaklar sunarak anlattığı bölümde gözüm, Arap uluslarının (Osmanlıdan) bağımsızlık mücadelesinin ele alındığını da görmek isterdi doğrusu.Mahalli, elbette Arapların Osmanlıyı arkadan vurmadıklarını anlatmakla doğru bir iş yapıyor. Bağımsızlık peşindeki uluslara her zaman bu tür suçlamalar yöneltileceğini anımsatarak, “Arap kurtuluş hareketi”ne de yoğunlaşsaydı keşke. Bu eksiklik değilse de, “kendi kaderini belirleyen” eski Osmanlının parçası ulusların bu mücadelesini de anımsatmış olurdu./Archive/2020/12/30/235734184-ic3.jpgÖRNEKLERİYLE İSRAİL DIŞ POLİTİKASIDediğim gibi, kitapta elbette Filistin’den uzaklaşmadan İsrail’in dünya politikasındaki etkisi örnekleriyle anlatılıyor ancak Filistin’de İsrail devletinin yapıp etmelerine karşı tavır alan Yahudilerden de söz ediliyor. Ortodoks Yahudilerin, İsrail devletini tanımadıkları düşünülürse onların bu karşı çıkışları din kaynaklı, ancak dünyada alanlarında etkili olmuş çok sayıda Yahudi bilim, sanat insanı, hem hakkaniyet açsından hem de insanlık açısından Siyonizm’e karşı çıkıyorlar.Bunlar arasında bir nükleer uzman olan Mordahay Vanunu da vardı. O sadece karşı çıkmakla kalmayıp, İsrail’in nükleer silaha sahip olduğunu dünyaya duyuran biriydi. Roma’da bulunduğu sırada Mossad ajanlarınca kaçırılarak götürüldüğü İsrail’de yıllarca hapis yattı. Şimdi Vanunu’nun unutulmuş olan İsrail’i ifşa çalışmalarını kitapta okumak hayli önemli.ABD’nin / Batı’nın kimde olup olmayacağına karar verdikleri nükleer silaha İsrail’in sahip olmasında, o dönem karşı çıkıyormuş gibi yapıp aslında destekleyen bir ABD / Batı oldu her zaman. Anımsatılması elbette gerekliydi. Kitap bunu çok da güzel vurguluyor.EMPERYALİZMİ GÖZARDI ETMEDENEleştiri konusu yapılan, elbette bölgedeki tüm musibetin sorumlusu olan, kendi halkının da başının belası Siyonizm anlatılırken emperyalizmle bağının sıkça, kuvvetlice vurgulanmasında yarar var. Çok haklı olarak Siyonizm derken emperyalizmi gözden kaçırmamak gerekir. Siyonizm tüm etkisine rağmen emperyalizmden daha güçlü değil. En büyük müttefiki emperyalizm sayesinde dilediğini yapma gücü var. Siyonizm, uzun tarihi köklerine rağmen emperyalizm olmadan bir şey yapamaz. O nedenle dikkatler emperyalizmin üzerinde olmalı çoğunlukla.Doyurucu, o oranda keyifli bir kitap “Filistin Benimdir”. Gazeteciliğinin yanı sıra son derece üretken bir yazar da olan Hüsnü Mahalli’nin “Ortadoğu’nun Kanlı Tarihi” alt başlığıyla yazdığı kitap özellikle günümüzde okunduğunda çok daha anlamlı olacak.Keşke Filistinli de okusa. Tabii ki iyi bildiğini varsaydığımız tarihinin ne kadar çok aktörlü, faktörlü olduğunu belki unutmuştur. Kültürü, adeti, geleneği, nihayet hafızası o kadar çok unutturuluyor ki, bu kitap belki “hafıza tazelemelerine” yardımcı da olur.Filistin Benimdir / Hüsnü Mahalli / Kırmızı Kedi Kitabevi / 564 s. / Eylül 2020. Mustafa K ErdemolFenerbahçe basketbolda Asvel'i farklıyendi
Fenerbahçe basketbolda Asvel'i farklı yendi figure > Fenerbahçe Beko: 81 - ASVEL: 59 /Archive/2020/12/30/234341528-fenerbahce-beko-asvel-fotograflar_1.jpgSalon: Ülker Spor Ve Etkinlik SalonuHakemler: Ilija Belosevic (Sırbistan), Tomislav Hordov (Hırvatistan), Carlos Peruga (İspanya)Fenerbahçe Beko: Guduric 16, De Colo 12, Barthel 4, Vesely 16, Ulanovas 2, Melih Mahmutoğlu 12, Brown 8, Pierre 6, Eddie 3, Düverioğlu 2, Tarık BiberovicASVEL: Freeman 9, Diot 6, Noua 3, Hayes 4, Lighty 11, Cole 10, Bako 6, Strazel 5, Kahudi 3, Howard 2, Lacombe1. Periyot: 15-19Devre: 38-323. Periyot: 59-42Fenerbahçe Beko Basketbol Takımı, THY Avrupa Ligi'nin 17. haftasında konuk ettiği Fransa'nın ASVEL ekibini 81-59 yendi.Sarı-lacivertli takım bu sonuçla ligde 7. galibiyetini elde ederken, Fransa temsilcisi ise 11. kez mağlup oldu.Karşılaşmaya iki takım da üç sayı çizgisinin gerisinden bulduğu sayılarla başlarken, savunmada daha iyi performans gösteren ASVEL, ilk periyodu 19-15 önde bitirdi.İkinci periyoda etkili başlayan ve rakibine fazla sayı şansı tanımayan Fenerbahçe Beko, soyunma odasına 38-32 üstün gitti.Maçın ikinci yarısına iyi başlayan Fenerbahçe Beko, hem hücum hem de savunmada üstün bir mücadele sergileyerek son çeyreğe 17 sayı (59-42) farkla önde girdi.Son periyotta da farkı açmaya devam eden Fenerbahçe Beko, karşılaşmadan 81-59 galip ayrıldı. AAİYİPartili DurmuşYılmaz koronavirüse yakalandı
İYİ Partili Durmuş Yılmaz koronavirüse yakalandı figure > İYİ Parti Ankara Milletvekili ve eski Merkez Bankası (MB) Başkanı Durmuş Yılmaz, koronavirüse yakalandı. Yılmaz, durumunun iyi olduğunu belirtti. Durmuş Yılmaz, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada koronavirüse yakalandığını duyurdu. Twitter üzerinden paylaşım yapan Yılmaz, şu ifadeleri kullandı:''İki gündür sırtımda ve eklemlerimde ağrı hissediyordum. Bugün test yaptırdım pozitif çıktı. Şimdilik durumum iyi.''/Archive/2020/12/30/231452402-durmus-yilmaz-tweet.jpg cumhuriyet.com.trÇin'in geliştirdiği aşının kullanımıÇin'de yasak iddialarına ilişkin Bilim KuruluÜyesi AteşKara'dan açıklama
Çin'in geliştirdiği aşının kullanımı Çin'de yasak iddialarına ilişkin Bilim Kurulu Üyesi Ateş Kara'dan açıklama figure > Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ateş Kara Çin aşısı onaylı değil iddiaları ile ilgili açıklamalarda bulundu. Çin‘in İstanbul Başkonsolosu Cui Wei, bugün Türkiye‘ye ulaşan Çin’in ürettiği koronavirüs aşısının Çin’de kullanımının yasak olduğunu söylediği iddia edildi.İddianın ardından Çin İstanbul Başkonsolosluğu Sözcüsü tarafından yapılan açıklamada, "Bir yalan haber daha. Başkonsolosumuz hiçbir zamanda Çin'de aşının yasak olduğunu söylememişti. Gerçek: Temmuz ayından itibaren Çin'de aşının acil kullanımı başlatılmış durumda, Aralık ayında Çin'de farklı eyaletlerde aşının toplumdaki uygulanması da başlatılmıştır" denildi."ÖN BİLGİYE SAHİBİZ"Konuya dair bir açıklamada Bilim Kurulu Üyesi Ateş Kara'dan geldi.Kara şunları söyledi:"Bu aşının Çin'de 300 bin nüfuslu bir kasabada tamamen uygulandığını ve Çin genelinde toplam 1 milyon doz olarak uygulandığını biliyoruz. Ama bu bilgiler resmi bilgiler değil bize sunulan ön bilgiler." cumhuriyet.com.tr