News - Haberler
Kanser düşmanı10 besin
Kanser düşmanı 10 besin Kanser tüm dünyada kalp ve damar hastalıklarından sonra en sık ölüme yol açan hastalıkların başında geliyor. Sağlıklı ve iyi beslenmek ise kanserle savaşta büyük rol oynuyor. İşte kanserden koruduğu öne sürülen 10 besin… Tüm dünya 2019 yılının sonundan beri koronavirüs pandemisiyle mücadele etse de, kanser hala çağımızın hastalığı olmaya devam ediyor. Dünyada her yıl 8 milyon insanın kanserden hayatını kaybettiği biliniyor. Bu kişilerin yaklaşık üçte biri ise önlenebilir kanserlerden ölüyor. Kanserde genetik etkenler yüzde 5-10 arasında sorumlu olsa da, hastalık yüzde 90-95 oranında çevresel faktörlerden etkileniyor. Bu çevresel faktörlerin yüzde 30’unu da beslenme alışkanlıklarımız oluşturuyor. Bu yüzden sağlıklı ve iyi beslenmek, kanserle savaşta büyük rol oynuyor. İşte kansere karşı koruyan 10 besin…1 – SOĞAN VE SARIMSAKDoğal antibiyotik olarak bilinen sarımsak ve soğan, kanser düşmanı besinlerin başında geliyor. Bu sebzelere kokusunu veren içerdikleri biyoaktif sülfür bileşikleri kansere karşı koruyucu etki gösteriyor. Özellikle gastrointestinal bölgedeki kanserlere karşı koruyucu olduğu biliniyor.2 – TURPTurp çeşitlerinin, antioksidan açısından zengin olduğu biliniyor. Lif içeriği ve içerdiği glukosinolat birleşikleri ile kalın bağırsak kanseri başta olmak üzere, kansere karşı koruma sağlıyor. 1 kase turp rendesi tüketildiğinde günlük posa ihtiyacın yüzde 25’i karşılanmış oluyor.3 – ÇEKİRDEKLİ SİYAH ÜZÜMAntioksidan açısından en güçlü meyvelerden olan siyah üzüme ilişkin yapılan çalışmalar; özellikle akciğer, kolon ve pankreas gibi türlerde kanserli hücreleri etkisiz hale getirdiğini gösteriyor. Uzmanlar, taze siyah üzümü çekirdekleriyle günde 1 salkım tüketilmesi gerektiğini söylüyor. Aynı şekilde çekirdekli kuru üzüm de tavsiye ediliyor.4 – BALIKUskumru, somon gibi yüksek omega 3 içeriğine sahip balıklar, özellikle göz ve beyin hücrelerinin korunmasında etkili rol oynuyor. Birçok çalışma meme, prostat ve bağırsak kanserlerinde koruyucu etki gösterdiğini de kanıtlıyor.5 – ISPANAKIspanak, içeriğindeki önemli vitaminlerden folik asit ve karotenler ve lutein gibi fonksiyonel bileşenler ile kansere karşı güçlü bir silah görevi görüyor. Çalışmalarda özellikle ağız, özefagus ve mide kanserine karşı koruyucu olduğu görülüyor.6 – PANCAR VE SİYAH HAVUÇAntosiyanin adlı mor pigmentler sayesinde oldukça etkili bir antioksidan işlevi gören siyah havucun birçok kanser hücresini baskıladığı, üremesini engellediği ve bağışıklığı güçlendirdiği biliniyor. Kırmızı pancar ise çok önemli kanser önleyici antioksidanlar olan betanin ve vulgaxanthin içeriyor. Ancak pancarın etkinliği uzun süre kaynatıldığı zaman büyük oranda azalıyor. Bu yüzden pancar ve havucu birer tane sıkıp içmeye dikkat edilmeli.7 – YEŞİL ÇAYYeşil çayın içindeki epigallokateşin gallat’ın kansere karşı potansiyel bir önleyici etkisi olduğuna dair ciddi çalışmalar yer alıyor. Ayrıca zengin polifenol içeriği sayesinde de kansere karşı koruyucu etkisi bulunuyor. 8 – DOMATESDomatesin kırmızı rengini veren bir karotenoid türü olan likopen kanser hücrelerinin büyümesini durduruyor. Özellikle rahim ağzı kanserine karşı koruyucu etki gösteriyor. Uzmanlar, özellikle yaz aylarında likopen içeriği daha yüksek olduğu için sofralarda domatese daha fazla yer verilmesi konusunda uyarıyor.9 – SOYA FASULYESİSoya, kansere karşı koruyucu etkisini içeriğindeki izoflavonlardan alıyor. Daha fazla soya tüketen Asya toplumlarında meme kanserinin daha az olduğu biliniyor. Günde bir fincan pişmiş soya fasulyesinin meme kanserine karşı koruyuculuğu olduğuna dikkat çekiliyor.10 – ZEYTİNYAĞIAkdeniz tipi beslenmenin vazgeçilmezi olan zeytinyağı, yüksek miktardaki tekli doymamış yağ asitleri, tokoferol ve fenolik bileşikleriyle kansere karşı koruyucu etki görevi görüyor. Zeytinyağı, günlük beslenmede olması gereken yağların başında geliyor. Zeytinyağı aynı zamanda karaciğeri temizleyici ve sindirimi düzenleyici etkisiyle de biliniyor. cumhuriyet.com.tr‘OsmanlıResmindeİstanbulİmgesi’
‘Osmanlı Resminde İstanbul İmgesi’ İstanbul, Osmanlı kültürünün en önemli imgelerinden biri olmasının yanında bir arzu nesnesi olarak da, hayalle gerçeğin, izlenim ile kurgunun iç içe geçtiği bir görsel dilin oluşmasına aracılık eder. Tarkan Okçuoğlu’nun Osmanlı modernleşme sürecinde resim sanatının önemli bir ayağını oluşturan duvar resimlerine ve bu eserlerin ortak paydası olan İstanbul imgesine odaklandığı kitap, İstanbul’un hangi üslûp özelliklerine, ne tür söylemlere ve biçim çeşitliliğine göre betimlendiğini araştırıyor. /Archive/2021/2/21/003413411-ic1.jpgSuna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü (İAE), İstanbul çalışmalarına yeni katkılar sunan yayınları okurlarla buluşturmayı sürdürüyor. Çalışmalarında geç Osmanlı dönemi görsel kültür ve mimarlık alanlarına yoğunlaşan Tarkan Okçuoğlu’nun, İAE Yayınları’ndan çıkan Hayal ve Gerçek Arasında: Osmanlı Resminde İstanbul İmgesi, 18. ve 19. Yüzyıllar başlıklı kitabı, hem tarih meraklıları ve sanatseverler hem de mimarlık ve şehircilik alanında çalışanlar için ilgi çekici bir içerik sunuyor.Çalışmada, Osmanlı sanatındaki ilk natüralist resim denemelerinden, yağlıboya tekniğinde tamamen Avrupalı bir üslubun hâkim olduğu döneme kadar uzanan bir zaman diliminde İstanbul imgesi mercek altına alınıyor./Archive/2021/2/21/003426786-ic2.jpgOsmanlı Devleti’nin geniş sınırları içerisinde saraylardan konaklara, camilerden türbelere, hanlardan şadırvan kubbelerine kadar dinî ve sivil mimariyi süsleyen duvar resimleri, çalışmanın merkezini oluşturuyor.Modernleşme/Batılılaşma süreci ile birlikte Osmanlı sanatında ortaya çıkan yeni üslup ve yaklaşımların anlatımıyla başlayan kitabın ikinci bölümünde, Osmanlı resminde kent ve manzara tasvirleri, tarihi yapılar ve hayali mekânlar mercek altına alınıyor./Archive/2021/2/21/003438020-ic3.jpgİstanbul imgesine odaklanan son bölümde ise Anadolu, Rumeli, Suriye ve İstanbul gibi farklı coğrafyalardan duvar resmi, pulat tepsi, harita örnekleri karşılaştırılarak derinlemesine bir inceleme yapılıyor.İstanbul imgelerindeki çeşitliliği, üslup ve biçim farklarının yanı sıra düşünsel arka planıyla da ele alan Tarkan Okçuoğlu, kültürel iklime göre değişen söylemleri gözler önüne seriyor.Hayal ve Gerçek Arasında: Osmanlı Resminde İstanbul İmgesi, 18. ve 19. Yüzyıllar / Tarkan Okçuoğlu / Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü / 241 s. Cumhuriyet Kitap EkiMyanmar'da yeni bir yılan cinsi ve türükeşfedildi
Myanmar'da yeni bir yılan cinsi ve türü keşfedildi Doğu Yangon Üniversitesi ve Almanya'daki Senckenberg Araştırma Enstitüsü'nden bilim insanları, Myanmar'da çamur yılanları diye bilinen Homalopsiade familyasına ait yeni bir cins ve tür olduğunu tespit etti. /Archive/2021/2/20/183404164-yilan.jpg(Gunther Köhler)1 Şubat'taki darbeyle çalkantılı günler geçiren Güneydoğu Asya ülkesi Myanmar'dan bilim camiasını heyecanlandıran bir haber geldi. Doğu Yangon Üniversitesi ve Almanya'daki Senckenberg Araştırma Enstitüsü'nden bilim insanları, Myanmar'ın en büyük bölgesindeki kampüsün yakınlarında buldukları sürüngenlerin, çamur yılanları diye bilinen Homalopsiade familyasına ait yeni bir cins ve tür olduğunu tespit etti.Phys.org'un aktardığına göre, cinse Myanophis, türe de Myanophis thanlyinensis adı verildi. Cinsin adı Myanmar'ın kısaltılmış hali "Myan"dan ve Yunanca yılan anlamına gelen "Ophis"den geliyor. Türeyse yılanın bulunduğu şehir Thanlyin'in adı verildi.Söz konusu ekipten Herpetolog Gunther Köhler keşiflerine dair "Saha çalışması esnasında kısa kuyruklu 4 birey topladık. Bu hayvanları bilinen herhangi bir çamur yılanı türüyle eşleştiremedik" dedi.Zira analizler, bulunan sürüngenlerin çamur yılanı cinsleri Myrrophis ve Gyiophis'le yakından ilişkili olduğunu gösterse de bu canlılar farklıydı. Köhler sözlerine şöyle devam etti:Nispeten kısa kuyrukları, pürüzsüz sırt pulları, ayrı nazal pulları, alışılmadık sayıdaki karın, sırt ve kuyruk pulları, iki loblu çiftleşme organı ve hemipenis bu bireylerin yeni bir cins ve tür olduğunu gösterdi. Türlerin dağılımı çok küçük olmalı. Aksi takdirde daha önce keşfedilirdi. Ekolojileri ve popülasyonları hakkında bilgi yok.Yeni bir tür tanımlandığında, holotip denen hayvanın bir örneği gelecekteki araştırmalarda kullanılmak üzere saklanıyor. Myanophis thanlyinensis yılanlarında sürece ek olarak holotipin genom dizilimi incelendi. Bu sayede de Köhler ve arkadaşlarının tespiti doğrulandı.Kaynak: Independent Türkçe cumhuriyet.com.trDan Brown'dançocuklara...
Dan Brown'dan çocuklara... Melekler ve Şeytanlar, Da Vinci Şifresi, Cehennem ve Başlangıç kitaplarıyla tüm dünyada satış rekorları kıran Dan Brown, ilk çocuk kitabı Hayvanlar Senfonisi ile okurların karşısına çıktı. Sesli ve resimli kitap özelliği taşıyan Hayvanlar Senfonisi, Susan Batori’nin eğlenceli çizimleriyle oldukça dikkat çekici görünüyor. Maestro Fare önderliğinde, Zıp Zıp Kangurular, Sakar Kediler, Dans Eden Yaban Domuzları ve daha nice eğlenceli kahramandan oluşan koroda her hayvan bir müzik aleti çalıyor. Dan Brown, “Bu hayvanların her biri müzik aleti çalmanın yanı sıra okura bilgece bir mesaj ve hayata dair küçük bir sır veriyor,” diyor. /Archive/2021/2/21/003201897-ic1.jpgARTIRILMIŞ GERÇEKLİKArtırılmış gerçeklik kullanılarak hazırlanan Dan Brown’ın ilk resimli ve sesli çocuk kitabı Hayvanlar Senfonisi, Dan Brown’ın içindeki müzik sevgisini çocuklarla paylaşma isteğinden doğmuş. Brown’ın kendi bestelerinin yer aldığı kitap, özgün içeriğiyle de büyük ilgi topladı. Çıktığı ilk haftada tüm dünyada çok satanların zirvesine yerleşen Hayvanlar Senfonisi, şimdiden okurların başucu kitabı olmaya aday.Ünlü oyuncu Ceyda Düvenci’yle yaptığı röportajda çocukluğundan beri müziğe ilgi duyduğunu söyleyen Dan Brown, kitapta yer alan her hayvana özel bir beste yapmış. Müzisyen bir aileden gelen ve çocukluğundan beri her üzüntüsünde, sevincinde kendini müzikle ifade ettiğini belirten Dan Brown, kitapta birbirinden güzel besteler paylaşmış.Özellikle İnanılmaz Balina için hazırladığı beste gerçekten harika! İnsanın içine işleyen, kalbine akan bir beste olmuş. Hikâyeyi okyanusun derinliklerinde balinalar eşliğinde okuyoruz sanki. Armadillo’nun Zırhı ise verdiği hayat dersiyle kitaptaki en etkileyici hikâyeler arasında yerini alıyor.Teknolojik bir kitap olan Hayvanlar Senfonisi, teknolojiyle iç içe büyüyen çocukları kitap okumaya yönlendirmekte oldukça başarılı olacağa benziyor. Kitabın iç sayfasındaki QR kod telefona okutulduğunda bestelerin bulunduğu wildsymphony uygulamasına yönlendiriliyoruz. Uygulamayı indirdiğimizde istediğimiz besteyi seçip dinleyebileceğimiz gibi kitaptaki sayfaların üzerine tuttuğumuzda o sayfa için özel olarak hazırlanmış besteyi dinleme olanağı da buluyoruz./Archive/2021/2/21/003215975-ic2.jpgÇOCUKLAR VE YETİŞKİNLERİN BULUŞMA NOKTASIDan Brown’ın olmazsa olmazı şifreler, bu kitapta da karşımıza çıkıyor; her sayfaya gizlenmiş harfler, çözülmeyi bekleyen şifrelerin ipuçlarını taşıyor. Şiirsel bir dille hazırlanan Hayvanlar Senfonisi, ahenkli bir melodiyle akıp giderken Maestro Fare’nin hayattan dersler taşıyan aforizmaları da karşımıza çıkıyor. Her hayvandan öğrenilecek bir ders var bu kitapta, hep gözümüzün önünde olmasına rağmen fark etmediğimiz gizli gerçekler hatırlatılmış adeta.Çocukların aileleriyle birlikte kaliteli zaman geçirmelerini sağlayacak çok özel bir kitap Hayvanlar Senfonisi. Ayrıca, çocuklar kadar yetişkinlere de hitap ediyor. Tekrar tekrar okunabilen, her defasında yeni şeyler keşfettiren, çözülmesi gereken anagramları ve umut telkin eden alt metinleriyle modern bir deneyim sunuyor.Hayvanlar Senfonisi / Dan Brown / Resimleyen: Susan Batori / Çeviren: İpek Demir Gedik / Altın Kitaplar / 44 s. Ecem KodakAntitezler...
Antitezler... Charles Coustille’i Antitezler kitabı, edebi ve akademik yazıların “yazar tezi” gibi çok özel bir malzeme aracılığıyla nasıl karşılaştığını, yollarının nasıl kesiştiğini gözler önüne seriyor. Choustille’in Fransa deneyimini merkeze alan amaçlayan çalışması, aynı zamanda tez yazımına dair, yazarların akademik normları ve biçimleri sorguladığı ve yazma hakkındaki tavsiyelerini damıttıkları bir antikılavuz niteliğinde. /Archive/2021/2/21/002349574-ici.jpgEdebi ile akademik alanların gelgitli bir ilişkisi olduğu söylenir. Yazarlar ve akademisyenler birbirlerinin antitezi olarak düşünülür. Peki, bu iki dünya arasında gerçekten de aşılamaz bir duvar mı örülüdür, bir köprü oluşturmanın hiç mi olanağı yoktur?Antitezler, edebi ve akademik yazıların “yazar tezi” gibi çok özel bir malzeme aracılığıyla nasıl karşılaştığını, yollarının nasıl kesiştiğini gözler önüne seriyor. Yazar tezleri söz konusu olduğunda, akademik çalışma edebi bir yatırım olamaz mı ya da edebi eser akademik araştırmadan ne derece etkilenebilir?/Archive/2021/2/21/002402870-kapakic2.jpgMallarmé varoluşsal krizinden kurtulmak amacıyla dilbilimle ilgili bir teze başlamıştı; Péguy’nin tezi Sorbonne’a karşı uzun bir hakaretten ibaretti; Paulhan’ınki otuz beş yılı aşan bir süreye yayılmış sayısız müsvedde içinde kaybolmuştu; Céline, Macar bir doktora düzdüğü methiye arkasına belli belirsiz gizlenmiş otoportresini sunmuştu doktora jürisine ve Barthes, tezin “erotik bir beden” olması gerektiğini ileri sürmüştü.Üniversite ile edebiyat arasında, yazılmayı bekleyen bir tarihe - yazarların üniversiteyle ilişkilerinin tarihine -/Archive/2021/2/21/002414105-ic3.jpgFransa deneyimini merkeze alarak katkı yapmayı amaçlayan Antitezler, edebi ve akademik dünyaların karşılaştığı ve birbirine meydan okuduğu tarihsel bir soruşturma sunuyor.Aynı zamanda tez yazımına dair, yazarların akademik normları ve biçimleri sorguladığı ve yazma hakkındaki tavsiyelerini damıttıkları bir antikılavuz niteliğinde.Karşılaştırmalı Edebiyat doktorasına sahip olan Charles Coustille, özellikle Fransız şair ve deneme yazarı Charles Péguy hakkındaki çalışmalarıyla tanınıyor.Antitezler / Charles Choustille / Çev.: Ahmet Nüvit Bingöl / Koç Üniversitesi Yay. / 216 s. Cumhuriyet Kitap Eki'İnsanın Kusurları'
'İnsanın Kusurları' İnsan retinası niye ters? Diğer hayvanlara kıyasla üst solunum yolu enfeksiyonlarına neden daha açığız? Bedenimizde niçin gereksiz kemikler var? Birçok hayvan tek çeşit besinle bütün ihtiyacını karşılayabilirken biz neden "dengeli" beslenmek zorundayız? DNA’mız niye geçmiş enfeksiyonlardan kalan milyonlarca virüs "enkazı" içeriyor? Primatlar içinde neden bebek ve anne ölüm oranı en yüksek olan tür biziz? İnsanın bağışıklık sistemi niye kendi bedenine bu denli sık saldırıyor? Amerikalı biliminsanı Nathan H. Lents İnsanın Kusurları’nda ‘arızalarımızı’n hikâyesini anlatıyor. /Archive/2021/2/21/001724999-ic1.jpgSık sık insan bedeninin ne kadar mucizevi olduğunu duyar, ona düzülen övgüleri dinleriz. Bedenimizin incelikli işleyişine dair kitaplar raflarımızı doldurur. Oysa bütün o harikulade yönleri bir yana, insan bedeninin milyonlarca yıllık evrim sürecinde ortaya çıkmış bariz kusurları da var.Amerikalı biliminsanı Nathan H. Lents de İnsanın Kusurları - İşe Yaramaz Kemiklerden Bozuk Genlere, Arızalarımıza Genel Bir Bakış’ta işte bu kusurların hikâyesini anlatıyor.İnsan retinası niye ters? Diğer hayvanlara kıyasla üst solunum yolu enfeksiyonlarına neden daha açığız? Bedenimizde niçin gereksiz kemikler var? Dizlerimiz, sırtımız ve belimiz niye sık sık sorun çıkarıyor?Birçok hayvan tek çeşit besinle bütün ihtiyacını karşılayabilirken biz neden "dengeli" beslenmek zorundayız? İnsanda neden işlevsel genlerin yanı sıra bir o kadar da bozuk, işlevsiz gen var? DNA’mız niye geçmiş enfeksiyonlardan kalan milyonlarca virüs "enkazı" içeriyor?Primatlar içinde neden bebek ve anne ölüm oranı en yüksek olan tür biziz? İnsanın bağışıklık sistemi niye kendi bedenine bu denli sık saldırıyor? Baş tacı edilen beynimiz yanılgılara ve kötü kararlar vermeye neden bu denli yatkın?“Ama kulağa ne kadar tuhaf gelirse gelsin, kusurlarımızın kendine has bir güzelliği var,” diyor Lents.“Bizi biz yapan şey kusurlarımız. Bu kitapta ele alacağımız kusurlar, yaşam mücadelesinde kazandığımız galibiyetlerden geriye kalan yara izleridir. Bizler şansımız düşük olduğu halde bu sonsuz evrimsel çatışmadan sağ çıkanlarız; onca riske rağmen dört milyar yıldır azimle sürdürülen direnişin ürünleriyiz. Kusurlarımızın hikâyesi başlı başına bir savaş hikâyesidir.”İnsanın Kusurları - İşe Yaramaz Kemiklerden Bozuk Genlere, Arızalarımıza Genel Bir Bakış / Nathan H. Lents / Çeviren: Şiirsel Taş / Metis Yayınları / 248 s. Cumhuriyet Kitap EkiMarjinallerin hayatta kalma sanatı
Marjinallerin hayatta kalma sanatı Bernardine Evaristo’nun, Booker Ödüllü romanı Kız, Kadın, Öteki; yaşamları çeşitli şekillerde kesişen, çoğunluğu siyah on iki kadının hikâyesini anlatıyor. Aşk, erkekler, siyaset, cinsiyet tartışmaları, feminizm, cinsel kimlikler / yönelimler / tercihler, ırk ve sınıf ayrımı, çok kültürlülük, farklı coğrafyalar ve kültürel çatışmalar romanın temel konuları. /Archive/2021/2/21/001112050-ic1.jpgMargaret Atwood (Ahitler) ile birlikte 2019’da Booker Ödülü’nü alan Bernardine Evaristo’nun sekizinci romanı Kız, Kadın, Öteki, Ebru Kılıç çevirisiyle yayınlandı. Booker Prize’ı kazanan ilk siyah kadın yazar olan Evaristo, 2020’de de British Book Award’ı kazandı. 1959 doğumlu yazar, İngiliz bir anne ve Nijeryalı bir babanın sekiz çocuğundan biri. Vogue dergisinin İngiltere’nin En Etkili 25 Kadını listesinde. Yazarlığının yanı sıra aktivist kimliğiyle de tanınıyor. Island of Abraham, Lara, The Emperor’s Babe, Soul Tourists, Blonde Roots, Mr. Hello Mum ve Loverman; edebiyat eleştirisinden, şiire ve öyküye uzanan bir dizi alanda ürünler veren yazarın diğer romanları.İNSANI İNSAN YAPAN NEDİR?Evaristo bir bütün olarak insanı tanımlayan her şeyi romana katarak bazı sorulara cevap arıyor: İnsanı insan yapan nedir? İnsanın tek bir kimliği olmak zorunda mı? Bizi yaşamımız içerisinde bir kültür ürününe dönüştüren geçmişimizi bugüne nasıl taşırız? Geçmişimiz her şeyimiz midir? Bugün yeniden tek başına ve hep birlikte nasıl inşa edilir?“Tüm bu soruların cevapları aslında gündelik hayatın içerisinde”, diyor ve soruyor: “Fakat biz gerçek dünyanın ne kadar içindeyiz, yoksa herkes kendi kurgusunda yalnız mı takılıyor?”.Feminizm fikriyle ilgilenenlerin karşısına çıkan “kesişimsellik” kavramı romanda izi sürülen kavramlardan yalnızca biri. Avukat Kimberlé Crenshaw’ın yaratıcısı olduğu bu kavram, bireylerin sahip oldukları farklı sosyal kimliklerden dolayı, farklı gruplara yöneltilen nefret türleriyle karşılaştıklarına dikkat çekiyor. Son ABD seçimlerinde de bu kavrama sıklıkla referans verildi./Archive/2021/2/21/001138565-ic2.jpgKESİŞİMSEL FEMİNİZM!Kesişimsel feminizmde diğer insanların yaşam hikâyelerini dinlemek ve onları anlamaya çalışmak önemli bir yer tutuyor. Sonuçta her deneyimin öğretici olduğuna ve ancak birbirimizin deneyimlerinden öğrendiklerimizle kuracağımız dayanışmanın gücüne yaslanıyor kesişimselliğin önerdiği siyaset. Romanın Barrack Obama’nın en sevdiği kitapların arasında yer almasının nedenlerinden biri, belki de budur.Kız, Kadın, Öteki’de çeşitli etnik, ırksal, tarihsel ve ekonomik koşullardan çoğunluğu siyah olan on iki kadın bir şekilde yan yana geliyor. Yazar çeşitli baskı türleri ve dışlanmalarla karşılaşan bu kadınların yaşamlarının nerede ve nasıl kesiştiklerini betimliyor.Aranan şey sadece adalet ve eşitlik değil: Bir ev, bir yurt, gidilebilecek ve gerekirse kaçılabilecek bir yer, bir sevgili, sürprizli bir gelecek, geçmişte bir yerlerde kaybolmuş bir baba... Özetle bir aidiyet, bir benlik.Toplumsal cinsiyet rollerinin ve modellerinin dışında yüz yıllık bir tarihin içinde ebeveynlerimizin ve onların ebeveynlerinin kayıplarına da yer veriyor. Ailelerinin, arkadaşlarının, büyüme çağlarının, hayatta kalma mücadelelerinin, sevgililerinin hikâyelerini anlatıyor kadınlar.İnsanların birbirlerinde keşfedecek, öğrenecek, başına gelmeden deneyimleyecek ne kadar çok şeyleri olduğunu anlıyorlar. Çünkü yaşam gözümüzün görmeye tahammül ettiğinden daha fazlasına bakabilme ve onu anlayabilme cesareti./Archive/2021/2/21/001148737-kapakic3.jpgHER KADINA AYRI BİR BÖLÜMFarklı on yıllarda dünyayı dolaşan bu on iki kadının her biri için bir bölüm yazmış Evaristo. Karakterler yakın arkadaş, akraba, sevgili ya da aynı gece aynı tiyatro oyununu seyreden veya sosyal medya üzerinden tanışan insanlar.Lezbiyen oyun yazarı Amma, kendini Amma’nın topluluğunda yabancı hisseden öğretmen Shirley, mutsuz bir evliliği olan Winsome, yıllardır seks yapmayan Penelope, sarışın kadınları seven Dominique, başarının peşinde koşan Carole birbirleriyle hem hayal güçlerini, hem aşklarını hem de neşelerini paylaşıyorlar hikâyelerinin olanca acımasızlığına rağmen.Okuyan herkesin empati kurabileceği bir karakter var kurguda. Özellikle yaşadığımız ikili ilişkilere sızan siyasi düşüncelerimizin, diğer insanlarla temasımızı nasıl belirlediği konusu oldukça can alıcı.ÖZEL YAZIM KURALLARIYLA YAZILMIŞBernardine Evaristo, teknik olarak da yazım ve anlatım kurallarının iktidarını sorguluyor. Romanda nokta yok. Cümleler küçük harfle başlıyor. Şiirle düz yazı arasında bir metin akıyor sayfalarda. Hikâye ettiği kadınlar büyük ve özlü cümleler kurmuyorlar. Dertlerini gündelik ve yalın bir dille anlatıyorlar. Biz nasıl konuşuyorsak, öyle. Bu dil, yazarın bir başkasını dinleme becerisine yaptığı vurguyu belirginleştiriyor. Çünkü kendi sesiyle başbaşa kalan ve herkeste o sesi arayan insanın gözü dönmüş bir hınca kapılması çok kolay.Yatağımızın içine kadar giren siyasetle, ekonomik güçlüklerle, pek çok şikâyete rağmen sürdürdüğümüz ilişkilerimizle, ailemiz ve geçmişimizle vazgeçtiğimiz benliğimize dair bir sorgulama Kız, Kadın Öteki.Kız, Kadın, Öteki / Bernardine Evaristo / Çeviren: Ebru Kılıç / Doğan Kitap / 2020 / 483 s. Adalet ÇavdarOturma hastalığınedir?
Oturma hastalığı nedir? Koronavirüs ile mücadele tüm hızıyla devam ederken giderek artan hareketsiz yaşam tarzı ise başka sorunlara davetiye çıkarıyor. Bulaşıcı hastalıklardan daha tehlikeli olan bu durum ‘Oturma Hastalığı’ olarak da nitelendiriliyor. Kişiler oturmayı zararsız gibi görse de rakamlar tehlikeyi açıkça ortaya koyuyor. Dünyada her yıl 3,2 milyon kişi, fiziksel hareketsizlik nedeniyle yaşamını yitirirken pandemi sürecinin de etkisiyle bir insanın her gün ortalama 12 saatini oturarak geçirdiği gözlemleniyor. Çağımızın en büyük sorunları arasında yer alan ‘Hareketsiz Yaşam Tarzı’ başta yüksek tansiyon olmak üzere birçok fiziksel ve psikolojik sorunun da temelinde yer alıyor. Salgın sürecinde ise değişen hayat tarzımız bu durumu daha tehlikeli boyutlara getirdi. Nitekim virüsten dolayı daha çok evlerde vakit geçirirken oturma sürelerimiz de arttı. Bu da aslında bu tarz sorunları yaşayanları tanımlamak için kullanılan oturma hastalığının daha çok yaygınlaşmasına neden oldu. BULAŞICI HASTALIKLARDAN DAHA TEHLİKELİ Tıp dilinde ‘Oturma Hastalığının olmadığının bunun günde 8 saatten fazla oturan hareketsiz kalan kişileri tanımlamak için kullanılan bir terim olduğunu vurgulayan Romatem Hastanesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Nurten Küçükçakır, “Oturma süresi üzerine yapılan araştırmalar, gün içinde gerekli miktarda egzersiz yapsanız bile, gün boyunca uzun süre hareketsiz kalmanın hastalık riskinizi artırabileceğini gösteriyor. 7’den 70’e herkesi etkileyen bu durum pandemi sürecinde daha çok arttı diyebiliriz. Bulaşıcı hastalıklardan daha tehlikeli olan bu yaşam tarzı önlenebilir ölüm nedenleri arasında yer alırken kişinin yaşam kalitesini de önemli derecede etkiliyor. Çünkü başta yüksek tansiyon olmak üzere, kalp, kanser, diyabet gibi birçok sorun da beraberinde geliyor. O yüzden mümkün olduğunca evde dahi olsak hareket şart ” dedi. SAĞLIKSIZ BESLENMEYE DİKKAT! Bu durumun obezite gibi birçok sağlık sorununu da tetiklediğini belirten Diyetisyen Gülşah Bozkurt, “Uzun süre hareketsiz kalındığında bağışıklık sistemi de düşüyor. Bu hastalıklardan korunmak ve bağışıklığımızı kuvvetlendirmek adına genel beslenme alışkanlıkları olarak; paketli gıdalardan uzak durmak, sebze-meyve tüketimini arttırmak, haftada bir iki kere mutlaka balık yemek, günde en az 2 litre su tüketimine özen göstermek, şeker ve tuz tüketimini en minimuma indirmek gerekmektedir. Beslenme şeklimizin sağlıklı bir hal alması ile beraber aşırı kilo ve obeziteyle birlikte gelişen kronik hastalıklar büyük ölçüde önlenebilmektedir. Bu noktada bireylerin doğru bilgiye ulaşması büyük önem taşıyor” ifadelerini kullandı. FİZİKSEL VE PSİKOLOJİK RAHATSIZLIKLAR BİRBİRİYLE BAĞLANTILI Hareketsiz yaşam tarzı sadece fiziki rahatsızlıkları değil depresyon, anksiyete, stres, uykusuzluk ve bilişsel problemleri de beraberinde getirdiğini vurgulayan Psikolog Merve Güleç ise şöyle konuştu: “Fiziksel ve psikolojik hastalıkların birbirleriyle bağlantılı olmaları oldukça dikkat çekicidir. Psikolojik rahatsızlık yaşayan bir insanda fiziksel bir hastalığın tetiklenme ihtimali çok yüksek iken fiziksel rahatsızlığı olan bireylerde de psikolojik problemlerle karşılaşmak çok olasıdır. Depresyon ise kronik bedensel hastalıklarla en sık görülen ruhsal bozukluktur. Yaşam boyu yaygınlığı erkeklerde yüzde 5-12, kadınlarda yüzde 10-25 olarak bulunmuştur. Depresyonun en temel belirtilerinden birisi ise enerji kaybıdır. Kişilerin genelde halsizlik, enerjisizlik ve yorgunluk yakınmaları vardır. Depresyon kişilerin zindeliğini etkilediği gibi, kişilerin işlevselliğini bozar ve sorumluluklarını yerine getirmesini engeller. Kişiler bu süreci uzun süreli yaşıyorsa muhakkak bir uzmandan destek almalıdır. Aynı zamanda depresyon tedavisinde psikoterapinin yanında fiziksel aktivite de etkili olabilecek bir alternatiftir. Fiziksel aktivite depresyon gelişimini önlemek ve depresif belirtileri azaltmak için tercih edilebilir. Fiziksel aktivitenin stresi azaltma, dikkati arttırma ve bilişsel problemlerde iyileştirici etkisi de göz ardı edilmemelidir. Unutulmamalıdır ki; bedenimizi iterken, zihnimizi geliştiririz. Bilincimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi değiştirmek ve geliştirmek; irademizi ve kendi kaderimizi tayin etmek için harekete geçmeliyiz.” cumhuriyet.com.trBalayıiçin gittikleri otelde 'hayatlarının en kötüanısı'nıyaşadılar
Balayı için gittikleri otelde 'hayatlarının en kötü anısı'nı yaşadılar Balayı için Güney Kore'de yeni açılan bir otele giden çift yaşadıkları ilginç olayı blog yazısıyla paylaştı. Paylaşılan yazıda, "5 yıldızlı otelin süit odasında kaldık fakat balayım hayatımın en kötü hatırası haline geldi." /Archive/2021/2/20/182514122-otel.jpg7newsGüney Kore'nin popüler tatil beldelerinden Jeju Adası'nda yeni açılan 5 yıldızlı bir otel, müşterilerinden birinin blog yazısıyla özür dilemek zorunda kaldı. Ancak özür, otelin namının bütün dünyaya yayılmasına engel olamadı.15 Şubat'ta yayımlanan yazıda, Koreli blogger eşiyle birlikte oteldeki havuzu ve saunayı kullandığını belirterek şu ifadeleri kullandı:"Balayı için Jeju Adası'na gittik ve yeni açılmış 5 yıldızlı otelin süit odasında kaldık fakat balayım hayatımın en kötü hatırası haline geldi.Son gün yürüyüşe çıktım ve saunaya doğru baktığımda içerisinin dışarıdan görüşebildiğini fark ettim. Dışarıdan bakınca duşları ve banyoları görebiliyorduk. Otelin girişi, yürüyüş yolu, otopark ve odaların balkonlarından dahi içerisi görülebiliyordu.Eşim ve ben bunu öğrenince şoke olduk. Banyo ve duşu pek çok insanın önünde kullanma fikri bizi çok ürküttü ve şimdi terapi görüyoruz."Durumu öğrenen müşteriler polise şikayette bulundu.Kamera görüntülerini alan polis, herhangi birinin fotoğrafının ya da videosunun gizlice çekilip çekilmediğini inceliyor. Olayın büyümesi üzerine 18 Şubat'ta açıklama yayımlayan otel, camların kaplamasında ve jaluzilerde sorun olduğunu kabul etti.Saunanın faaliyetlerinin durdurularak eksikliklerin tamamlandığı aynı açıklamada vurgulandı.Kaynak: Independent Türkçe cumhuriyet.com.tr‘Bakışın Ritmi’
‘Bakışın Ritmi’ “Portreler kadrajın içine sadece insanı alarak (her) insanın hikâyesinin ne kadar uzun ve geniş, ne kadar derin olduğunu anlatır,” diyor Ahmet Tulgar. Bakışın Ritmi’nin girişinde yer verdiği bu alıntı ile, kendisinin de bir yazar olarak yakalamayı arzuladığı derinliği hatırlatarak söze başlıyor. /Archive/2021/2/21/000729536-ic2.jpg“Portreler kadrajın içine sadece insanı alarak (her) insanın hikâyesinin ne kadar uzun ve geniş, ne kadar derin olduğunu anlatır,” diyor Ahmet Tulgar.Yeni kitabı Bakışın Ritmi’nin girişinde yer verdiği bu alıntı ile, kendisinin de bir yazar olarak yakalamayı arzuladığı derinliği hatırlatarak söze başlıyor. Bakışın Ritmi’nin başardığı aslında belki de arzulananın daha da ötesinde.Evet, Tulgar’ın odağında her bir portre için ayrı bir ritim, ayrı bir hikâye var. Fakat izini sürdüğü ritimleri bağlı oldukları biricik hayatlardan ileriye taşıyarak, birlikteliklerini toplumsal hayattan, kolektif varoluştan alan ve yine onun derinliğine ayna olan çok sesli bir ahenk oluşturuyor.Okur olarak, elli portreden oluşan kitap boyunca hem yazar hem de portresi ele alınan kişi ile diyalog içerisine giriyoruz. Tulgar’ın dili kullanmadaki yetkinliği, çarpıcı tanımlamaları, gülümseten benzetmeleri ile kendinizi adeta bir sohbet ortamında buluyorsunuz.Sayfaları hızlıca çevirten, bir sonraki deneme için heveslendiren de yazarın üsluptaki başarısı olsa gerek. “Benim portre yazarlığıma her defasında bir açılıp kapanma, daralıp genişleme hareketinin ritmi eşlik eder,” diyen yazarın, üslubunda bu ritmi yansıtması çok da şaşırtıcı değil aslında./Archive/2021/2/21/000748724-kapakic.jpgHer bir deneme sıradan bir mevzudan ya da tanınmış birinin çok bariz bir özelliğinden çok farklı tartışmalara, tespitlere o kadar doğal bir incelikle geçiş yapıp, dallanıp budaklanıyor ve sonunda tekrardan odak noktasına geri dönüyor ki daralıp genişleyen ritmi yazar ile birlikte hissetmemek, ya da en azından şahit olmamak, mümkün değil.Bu yüzden portreler, salt bahsi geçen kişiler ile ilgili değil; satır aralarında kendini hissettiren yazarın ve okurun hem birbirleriyle hem de metindeki odak kişi ile kurduğu dinamik bir ilişki niteliğinde.Kitabın ilk portresi Yılbaşı Dansözü - Cuntanın İletişim Uğrağı: Nesrin Topkapı açılıp kapanan ritmin güçlü bir örneği bana kalırsa. Üç sayfalık kısa bir yazı, bir bedenden devlet ile toplum ilişkisi, 1980 darbesi, erkeklik, beden işçiliği ve haz gibi kavramlara açılan çarpıcı bir giriş.Yazar, Nesrin Topkapı’nın 12 Eylül 1980 darbesinden sonraki ilk yılbaşı programını merceğe alıyor ve iktidarın bir kadın bedeni aracılığıyla bir bedenler bütünü olarak gördüğü toplumu kontrol altında tutma çabasına, bu çabanın toplumdaki kadın-erkek ilişkilerindeki etkisine işaret ediyor.Bu girişi diyet, yeme-içme ve sosyal medya kültürleri gibi kişiye değil de kitleleri etkileyen kavramlara odaklanan portreler takip ediyor. Bu denemelerde insanın bedeni, diğeri ve doğa ile kurduğu ilişkilere dair kışkırtıcı tartışmalara yer verilmiş. Özellikle, sosyal medya ve ölüm duygusu üzerine alışılmışın dışında bakış açıları sunan “Ahiretbilim Olarak Sosyal Medya” başlıklı yazı, seçki içerisinde kesinlikle en hatırlanacak portrelerden biri.Bakışın Ritmi’nde ele alınan denemelerin çeşitliliği sayesinde okur ilgili olduğu isimler kadar belki de daha önceden bakışına takılmayan isimleri okumaktan da edebi bir zevk duyuyor.İlk bakışta birlikteliğini garipseyeceğimiz isimleri, kişiliklerinin yanı sıra toplumsal kimliğin inşasındaki yerlerinin altını çizerek, kendi bakışındaki Türkiye’yi resmediyor Ahmet Tulgar.Güler Sabancı, Ali Ağaoğlu, Aydın Doğan gibi isimler üzerinden iş dünyasına bir pencere açılırken, Aziz Yıldırım, Şenol Güneş, Ali Koç gibi futbol camiasının göz önündeki isimleri ile odak başka alana kayıyor.Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç, Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu, Selahattin Demirtaş gibi siyasi figürler ile Ali İsmail Korkmaz, Yılmaz Güney, Şokopop, Yıldız Tilbe, Vedat Milor, Fazıl Say, Seda Sayan gibi birbirinden çok farklı isimler art arda sayfalarda yerini alıyor.Siyaset, kültür, sinema, müzik, spor… Her bir deneme hayatı oluşturan ortaklıkların aynası halinde sunuluyor.Bakışın Ritmi’nde her biri farklı bir benliğin, kimliğin ve ideolojinin simgesi haline gelmiş bu figürler bir araya geliyor ve Ahmet Tulgar’ın dili kullanma ve incelikli anlatı kurmadaki ustalığıyla doğal bir bütün oluşturuyorlar.Zamanımızın çok sesli ve çok renkli bir aksi olan kitap, okuru yazarının ifadesiyle “zor ama güzel bir durum” olan insanı anlamaya, empatinin ritmini hissetmeye davet ediyor.Bakışın Ritmin / Ahmet Tulgar / İletişim Yayınları / 245 s. Büşra BakanSüleyman Soylu'nun 'Gara'ya gitti' dediği HDP'li vekilden açıklama
Süleyman Soylu'nun 'Gara'ya gitti' dediği HDP'li vekilden açıklama İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun Gara'ya gittiğini söylediği Ağrı Milletvekili Dilan Dirayet Taşdemir, "Bu ülkenin İçişleri Bakanı güya bir kişinin anlatımlarına dayanarak ismimi veren bir açıklama yaptı. Bunun kocaman bir yalan ve iftira olduğunu göstereceğiz" dedi. İçişleri Bakanı Soylu, katıldığı canlı yayın programında HDP'li Dilan Dirayet Taşdemir'in Gara'ya gittiğini söyledi. Soylu yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:"2017’de terör örgütüne katılan biri, bir süre önce bize teslim oldu. Terör örgütlerinin korkusu, bizim bu kişilerle yaptığımız mülakatlardır. 2017’de ilk önce Nusaybin ve Kızıltepe’ye geliyor, sosyal medyadan tanıştığı birinin ikna etmesiyle birlikte terör örgütüne katılıyor. Ardından kendisine bir telefon numarası veriliyor, o da HDP eski milletvekili Hatice Kocaman’a ait.Kocaman’ı arıyor ‘terör örgütüne katılmak istiyorum’ diyor. Kocaman’ın telefonda böyle şeyler konuşulmaz çıkışı sonrası buluşuyorlar ve gidip bir süre onunla kalıyor. Ardından terör örgütüne katılıp Gara’da eğitimlerini alıyor. En nihayetinde Gara’dan Mahmur’a gidileceği söyleniyor. Gara’dan birisiyle birlikte arabaya biniyorlar. Yanındaki diyor ki 'bunu tanıdın mı?', 'Hayır tanımadım' deyince bu Dilan Dirayet Taşdemir, HDP Ağrı milletvekili diyor.”Soylu'ya yanıt veren HDP'li Taşdemir, Soylu'nun iftira attığını ifade ederek şunları söyledi: "Bu ülkenin İçişleri Bakanı güya bir kişinin anlatımlarına dayanarak ismimi veren bir açıklama yaptı. Bunun kocaman bir yalan ve iftira olduğunu göstereceğiz."/Archive/2021/2/20/235517667-ddddd.jpg cumhuriyet.com.tr