News - Haberler
Kadir Topbaşyaşamınıyitirdi
Kadir Topbaş yaşamını yitirdi Bir süredir koronavirüs tedavisi gören İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin eski belediye başkanı AKP’li Kadir Topbaş yaşamını yitirdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin eski belediye başkanı AKP’li Kadir Topbaş yaşamını yitirdi. Kadir Topbaş bir süre önce koronavirüse yakalanmış ve yoğun bakıma kaldırılmıştı.AYRINTILAR GELİYOR… cumhuriyet.com.trCHP'liÖzgürÖzel'den AKP'li CahitÖzkan'a 'Atatürk'lü, 'Yeniden KuruluşAnayasası' yanıtı
CHP'li Özgür Özel'den AKP'li Cahit Özkan'a 'Atatürk'lü, 'Yeniden Kuruluş Anayasası' yanıtı CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, AKP'li Cahit Özkan'ın yeni anayasa çalışmalarını 'Yeniden Kuruluş Anayasası' olarak nitelemesine tepki gösterdi. Özel, "O'nu yıkmaya yeltenenler karşılarında sadece bu ülkenin kurucu partisi olarak Cumhuriyet Halk Partisi’ni değil, genciyle yaşlısıyla, muhafazakarıyla, sosyal demokratıyla, Türk’üyle, Kürt’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle 84 milyonun tamamını bulurlar" dedi. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan’ın yeni anayasa çalışmalarını “Yeniden Kuruluş Anayasası” olarak nitelendirmesine tepki göstererek, “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir siyasi parti, hiçbir iktidar, yürütme erkini kullanan hiçbir grup, egemenliği bir saraydan alıp millete veren, Parlamentomuzu açan, cumhuriyetimizi kuran kurucu iradeyle, kurucu değerlerimizle ve kurucu felsefemizle hiç bu kadar kavga etmedi. Cahit Özkan’a ve kurucu değerlerimizi Cahit Özkan gibi yıkmak isteyenlere hatırlatıyoruz, cumhuriyetimizi yıkamayacaksınız. Kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk’ün de ifade ettiği gibi, ‘Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır’” ifadesini kullandı.CHP’li Özel, yaptığı yazılı açıklamada Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Cahit Özkan’ın yeni anayasa çalışmalarına ilişkin “Bu anayasanın ismi Yeniden Kuruluş Anayasası olacak” sözlerini değerlendirdi.Özel, “16 Nisan rejime kasteden anayasa değişikliği görüşmeleri sırasında, kurucu iradenin 23 Nisan 1920’de Meclis’i açtığını, 29 Ekim 1923’te ise cumhuriyeti ilan ettiğini vurgulamış, egemenliği halktan alıp saraya devreden cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak adlandırılan bu yeni rejimin olsa olsa ‘yıkıcı bir irade’ olabileceğini, kurucu iradenin ve cumhuriyet rejiminin kazanımlarını yok etme niyetlerini olduğunu ifade etmiştik. Rejime kasteden anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesiyle tarih bizi haklı çıkardı” dedi. Özel, şunları kaydetti:“KURULUŞ İRADESİNİ YIKMAK İSTİYORLAR”“Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir siyasi parti, hiçbir iktidar, yürütme erkini kullanan hiçbir grup, egemenliği bir saraydan alıp millete veren, Parlamentomuzu açan, cumhuriyetimizi kuran kurucu iradeyle, kurucu değerlerimizle ve kurucu felsefemizle hiç bu kadar kavga etmedi.İktidarları boyunca kurucu değerlerimizle kavga eden bu siyasi iktidarın temsilcileri birkaç hafta önce, milli kurtuluş mücadelemize karşı çıkan, Kuvayı Milliye’ye ve Ankara hükümetinin tam karşısında konumlanan İskilipli Atıf Hoca’yı bir Kuvayı Milliye kahramanıymış gibi valisiyle, rektörüyle, vekiliyle andı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin genel başkanvekili Numan Kurtulmuş, partisini Kuvayı Milliye’nin karşısında konumlandırdı. Bu iktidarın Ayasofya’ya başimam olarak atadığı kişi Anayasa’dan laiklik çıkarılmasını savundu.Şimdi de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin grup başkanvekili Cahit Özkan arkalarında ne Parlamento’da ne halk nezdinde yeterli destek bulunmadan bir Kuruluş Anayasası’ndan bahsediyor. Cahit Özkan’ın bu sözleri Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Cumhuriyetin 100’üncü yılına yetiştirmeyi amaçladıklarını açıkladıkları bu yeni anayasayla niyetlenenin kuruluş felsefesinin kazanımlarını yok etmek hatta kuruluş iradesini yıkmak olduğunu gösteriyor.“84 MİLYONUN TAMAMINI BULURLAR”Hatırlayalım Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bir MKYK üyesi, yeni anayasanın yürürlüğe girdiği dönemlerde, ‘Biz yeni bir devlet kuruyoruz. Beğenin beğenmeyin bu devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır’ ifadesini kullanmıştı. Daha sonra bu sözleri kuran kişi Cumhurbaşkanı Danışmanlığıyla taltif edildi. Adalet ve Kalkınma Partisi, Cahit Özkan’ın sözlerini sahiplenmediğini bir an önce açıklamak durumundadır. Cahit Özkan’a ve kurucu değerlerimizi Cahit Özkan gibi yıkmak isteyenlere hatırlatıyoruz, cumhuriyetimizi yıkamayacaksınız.Kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk’ün de ifade ettiği gibi, ‘Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.’ Bu cumhuriyet o kadar sağlam temeller üzerine kurulmuştur ki, bu cumhuriyetin kurucu değerleri, vatandaşlarımız tarafından o kadar içselleştirilmiştir ki, onu yıkmaya yeltenenler karşılarında sadece bu ülkenin kurucu partisi olarak Cumhuriyet Halk Partisi’ni değil, genciyle yaşlısıyla, muhafazakarıyla, sosyal demokratıyla, Türk’üyle, Kürt’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle 84 milyonun tamamını bulurlar.” cumhuriyet.com.trHabertürk: Prof. Dr. Selami Kuran BoğaziçiÜniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanıoluyor
Habertürk: Prof. Dr. Selami Kuran Boğaziçi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı oluyor Atanmış rektör protestolarının sürdüğü Boğaziçi Üniversitesi'nde kurulan Hukuk Fakültesi'nin dekanlığına Marmara Üniversitesi Milletlerarası Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Selami Kuran'ın atanacağı öğrenildi Boğaziçi Üniversitesi Hukuk Fakültesi, geçen hafta, üniversitenin rektörlüğüne Melih Bulu'nun atanmasının ardından başlayan protestolar sürerken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla Resmi Gazete'de yayınlanan kararla kuruldu. Rektör ataması üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri tarafından kabul edilmezken, yeni fakülte kurulması kararları da üniversitenin özerkliğine dışarıdan müdahale olarak değerlendirilmiş ve tepkiyle karşılanmıştı.Habertürk’ün haberine göre, fakültenin kurulmasına ilişkin karardan tam bir hafta sonra dekanın ismi netleşti. Marmara Üniversitesi Milletlerarası Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Selami Kuran'ın atanacağı öğrenildi./Archive/2021/2/13/161418601-maxresdefault.jpgLisans, yüksek lisans ve doktorasını İsviçre'de Zürih Üniversitesi Hukuk ve Siyasal Bilimler Fakültesi'nde tamamlayan Prof. Dr. Selami Kuran, doçentlik ve profesörlük unvanlarını Marmara Üniversitesi'nin akademik kadrosundayken edindi. Fakültenin Milletlerarası Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı olan Kuran, aynı zamanda İstanbul Barosu'na kayıtlı bir avukat. cumhuriyet.com.trNergisÖztürk: Takıntılarımın olmasına takıntılıyım
Nergis Öztürk: Takıntılarımın olmasına takıntılıyım Öztürk ve Toktaş, Berfin Zendirlioğlu'nun yönettiği Heşteg adlı tiyatro oyununda dijital sahnelere dönmeye hazırlanıyor. Oyun Kadıköy Boa Sahne'nin internet sitesinden izlenebilecek. Kıskanmak'ın Seniha'sı, Avlu'nun Zerrin'i, Hatırla Sevgili'nin Ayla'sı... Gişe Memuru, Yeraltı, İstanbul Kırmızısı... Altın Portakal'lı oyuncu Nergis Öztürk, son olarak Kurtcebe Turgul'un kısa filmi Sevinç Vesaire'de gözlerimizin pasını sildi, 15 dakika göz açıp kapatıncaya kadar bitti, başa sarıp tekrar izletti, düşündürdü, zamanın ötesindeki devlet dairesini gözlerimizin önüne, kendi zamanımıza getirdi. Sözlükçüler toplum refahı için sakıncalı sözcükleri sözlükten atadursun... Zamandan muaf devlet dairesinde, bitimsiz mesailer yeniden, yeniden başlasın. Sevinç, arzu, şen, rüya, hülya, sevda sözlükten çıksın mı çıkmasın mı? Kabul edenler.. kabul edildi! Bakarsınız daireye atanan bir daktilocuyla rutin bozulur. Eşi Cemal Toktaş ile açtıkları Taşra Kabare'de başarılı işlere imza atıyorlardı. Üç yıl süren Taşra Kabare, pandemiden önce kapandı. Öztürk ve Toktaş, Berfin Zendirlioğlu'nun yönettiği Heşteg adlı tiyatro oyununda dijital sahnelere dönmeye hazırlanıyor. Oyun Kadıköy Boa Sahne'nin internet sitesinden izlenebilecek. Nergis Öztürk'le pandemiyi, tiyatroyu, Sevinç Vesaire'yi konuştuk...- 40’ların en güzel yaşlar olduğu söylenir. Size neler hissettirdi, neleri farkettirdi? 40 lı yaşlarımla ilgili konuşmak için sanırım 50 lere gelmem gerekiyor. Çünkü geriye dönüp baktığımda her 10 yılda bir hayatımda büyük değişikler olmuş. Bu bana özel birşey değil tabi. Sadece şunu söyleyebilirim, zamanla insanın kendine doğru yolculuğu daha ağır basıyor.- Oyuncu olmaya karar verme süreciniz biraz sıkıntılı geçmiş. 15 yaşında oyuncu olmayı istiyorsunuz. Sonra bazen vazgeçiyorsunuz, bazen ne istediğinizden çok eminsiniz. Nasıl günlerdi? Ve tabii ki sizi etkileyen bir arkadaşınız Ayça... Geriye dönüp baktığınızda o günlere dair neler hissediyorsunuz?13 yaşımda ani bir kararla Gölcük'ten Bursa'ya taşımıştık. Bilmediğiniz bir şehirdesiniz ve hiç arkadaşınız yok. Çocukluğum sokakta ve kalabalıkla geçti. Bu taşınma durumu çok yalnız hissettirmişti bana kendimi o zamana dair hatırladığım en yoğun his bu. Çünkü o yaştaki bir çocuğun tek derdi arkadaş olabilir sanırım. Ayça ortaokulda ilk arkadaşlarımdan biriydi ve en yakınıydı. Bir gün okul çıkışı Devlet tiyatrosunun önünden geçerken' buranın kursu var seçmelere katılıcam sen de gel' dedi ve böylece başlamış oldum. Tiyatro çok büyük aşkım oldu. Birkaç sene devam ettim sonra biz yine ani bir kararla İstanbul'a taşındık ve herşey tekrar değişti. Her seferinde daha büyük bir yere taşınmışız. Bu da etkiledi beni tabi herşey geride bırakmak iyi gelmemişti ve büyüyordum ve kafam çok karışıktı. Üniversite sınavına denk geliyor bu zamanda. Ne olmak ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Sonra karar verdim sınavlara girmeye ve süreç öylece başlamış oldu.- 10 Saniye'de patolojik bir anneyi canlandırdınız, Kıskanmak'ta kıskançlığın insanı soktuğu halleri, Avlu'da takıntılı Zerrin'i... Patolojik durumları, insanın rahatsız edici yönlerini canlandırmayı seviyorsunuz sanki...Ben oynamayı seviyorum. Oyunun içinde olmayı. Şanslıyım birbirinden farklı güzellikte karakterlerle tanıştım ve birlikte yolculuğa çıktık.- 2019'da oynadığınız Sevinç Vesaire, çeşitli festivallerde gösterilmiş bir kısa film. Şimdi dijital platform Gain'de yayınlanıyor. Tam da zamanın ruhunu yakalayan ve tekrar tekrar izlenesi bir film. Diyaloglar etkileyici ve düşündürücü. Size neler düşündürdü bu kısa film? Senaryoyu okuduğumda çok etkilendim. Zamanın ruhunu aslında bu yüzyılın ruhunu yansıtan şahane bir senaryo. Kurtcebe Turgul'un kalemine hayran olmuştum ve hemen kabul ettim sonraki süreç de çok güzel geçti. Birçok festivalden çok güzel ödüller aldık.- Sizin sakıncalı sözcükler listenizde neler var? Hangi sözcükleri hayattan çıkarırdınız?Bu sorunuzun cevabı çok uzun olur. O kadar çok şey var ki. Sakıncalıdan ziyade zarar veren sözcükleri çıkarırdım ki eylem ve düşünce olarak tamamen silinsin yeryüzünden.- Daktilocunun soruları devlet dairesindeki rutini bozuyor, işleri karıştırıyor. Hayatta da daktilocu gibi ezber bozan, soru soran tiplere çok ihtiyacımız var öyle değil mi? Evet aynen öyle yaşadığımız alışageldiğimiz rutinden çıkmaya çok ihtiyacımız var- Daktilocunun adı Umut. Sözlükçülerin şefi "İlginç isim, hiç duymadım" diyor. Yoksa umudu sözlükten çoktan çıkardık mı?Çıkardık mı çıkarmaya mı çalışıyorlar bilmem...- Rüya kelimesinin sözlükten çıkıp çıkmayacağı tartışması daireyi kilitliyor. Olay yarım kalıyor, siz sahneyi nasıl devam ettirirdiniz?Rüyalar olmadan yaşayabilir miyiz bilmiyorum hiç düşünmedim.- Ne konuştuğuna dikkat et, gerçek olur derler. Kullanmayı bıraktığımız kelimelerin, konuşmayı bıraktığımız kavramların anlamını da mı unutuyoruz? Neler onlar?Zamanla herşeyin anlamı değişiyor elbette yaşamlarımız nasıl değişiyorsa kelimelerimiz cümlelerimiz de değişiyor. Hızlı yaşamlarımız kısaltmalarla dolu. Kısaltarak yaşıyoruz bu hayatı sanırım ve çok acelemiz var. - Geçen yıl Engin Hepileri ile birlikte oynadığınız Akciğer'de, dünyanın başta küresel ısınma olmak üzere türlü dertleri varken çocuk yapıp yapmamayı tartışan bir çifti canlandırıyordunuz. Ardından da pandemi geldi. Salgın günleri size bu anlamda neler hissettirdi? Çocuk sahibi olmak ölümü yenmenin bir yolu olabilir mi?Engin'le Akciğer'i 5 sezondur oynuyoruz. Oyunun meselesi güncelliğini hep koruyacak sanırım. Benim bir oğlum var ve bu meseleyi tartışmadım doğal olarak.Neyi yaşıyorsun ne için yaşıyorsun kime yaşıyorsun. Sürecin insanoğlunun kendisiyle ilgisi var çocuklarla değil bence. Onlar bize emanet, onlar bizim umudumuz. - Bugüne kadar oynadığınız karakterler sizde ne gibi izler bıraktı? Oldu da karşınıza çıktılar, onlara neler söylersiniz?Kimisi hayattan kimisi hayalden. Merhaba derim, gel otur. - Pandemi dönemi sizce tiyatroya nasıl yansıyacak? Aklınızda sahneye koymak için birşeyler var mı? Şu an tiyatrolar çok zor durumda hiçbir destek olmadan herkes kendi içinde çözüm yolları bulmaya çalışıyor. Bizim eşimle açtığımız bir kabaremiz vardı. Taşra Kabare. Pandemiden önce kapattık. 3 sene sürdürebildik. Çok güzel işler yaptık fakat maddi olarak daha fazla dayanamadık. Sürekli dışardaki işlerimizden kazdığımızı aktarıyorduk. Bir yerde dur dememiz gerekti. Tiyatro yaparken zaten genel olarak bunu yaşıyorsunuz, pandemi zor olan şartları daha da zorlaştırdı. Şu an Kadıköy Boa Sahne'nin 'boakısalar' 'sezonhayattakalmak' başlığıyla başlattığı bir projede biz de Eşim Cemal Toktaş ile rol aldık. Tamamen Türk yazarlardan oluşun kısa oyunlar var. Her oyunda farklı oyuncular oynuyor ve farklı yönetmenler yönetiyor. Bu dönemde birlikte hayatta kalmak için yapılan bir proje. Bizim oyunumuzun adı HEŞTEG. Ebru Nihan Celkan yazdı, Berfin Zenderlioğlu yönetti, Cemal Toktaş ve ben oynuyoruz. Şubat ayı içinde dijital olarak yayınlanacak. - Bir tiyatrocu gözüyle, pandemi dönemi sizce insanlarda hangi duyguları ve davranışları ortaya çıkardı? Siz bu dönemi nasıl geçirdiniz, hangi duygularla? Siz de İstanbul'dan kaçıp gitmek isteyenlerden misiniz?Bizi eşimle İstanbul'dan kaçma isteğimiz çok öncesine dayanıyor. Ben zaten çok geç geldim İstanbul'a ve hiçbir zaman çok sevemedim. Gezerken çok büyülü yaşarken çok yorucu bir şehir. Ailelerimiz şehir dışında olduğu için şanslıyız yazları burada geçirmiyoruz. Bir köyümüz var daha ne olsun. Yani pandemiyle ilgili çok büyük kararlar almadım ya da çok büyük aydınlanmalar yaşamadım. - Takıntılarınız neler? Takıldığım bir sürü şey var. Takıntımın olmasına takıntılıyım- Pandeminin yıkıp geçtiği sektörlerden biri de tiyatro. Salgın bitince tiyatro salonlarına bir hücum olur mu? Tiyatro seyircisi elinden geleni yapıyor ve desteğini veriyor zaten hücum da ederler. - Eşiniz de oyuncu, birlikte bir tiyatro da kurdunuz. İki tiyatrocunun yaşadığı ev nasıl bir ev?Cümbüş...- Oğlunuz Yaman'a nasıl bir dünya bırakmak istersiniz? Onların kuşağı şahane. Yaşamak istedikleri dünyayı kurarlar. - Anne olmak sizi nasıl değiştirdi?Daha kaygılı biri oldum. - Gelecek planlarınız neler? Canlandırmak istediğiniz bir karakter var mı? Gelecekle ilgili değil şimdiyi yaşamaya çalışıyorum çabam bu. Ömrüm yettiğince oynamak isterim onlar beni bulur ben de yaşatırım elimden geldiğince. ELİF TOKBAYGündüz Vassaf: Olmadık yerde düşman arıyorlar
Gündüz Vassaf: Olmadık yerde düşman arıyorlar Gündüz Vassaf, yeni kitabı üzerinde çalışıyor, “Bitsin de istemiyorum. Geçen gün, kitaba başladığım ilk zamanlarda yazdığım notları buldum. Ürkerek baktım. 6 yıl olmuş. Yaşam biçimi oldu şimdilik” diyor. Yazdıklarıyla olaylara farklı bakmamızı sağlayan, her daim sınırsızlığı savunan ve okura “hadi uyan” diyen Gündüz Vassaf’la dolu dolu bir sohbet gerçekleştirdik. Yeni kitabı üzerinde çalışıyor, “Bitsin de istemiyorum. Geçen gün, kitaba başladığım ilk zamanlarda yazdığım notları buldum. Ürkerek baktım. 6 yıl olmuş. Yaşam biçimi oldu şimdilik” diyor. Vassaf ile buluştuk, İstanbul’dan kedilere, balıklardan farklı şehirlere insana ve toplumsal alana duyduğumuz aitliliklerimize dair konuştuk.- 18 yaşındayken ABD’de bir akıl hastahanesinde gardiyanlık deneyiminiz var. Sonrasında hayatınız değişiyor. Ne değişti ve bugünden geçmişe baktığınızda hayatınızdaki diğer sert dönüm noktaları ya da sert uyanışlar neler?18 yaşındayım. New Hampshire’da bir akıl hastahanesinde yaz işi. 150-200 hasta var içeride. Bizi alıştırmak için yaşlılar koğuşuna aldılar. Koğuşta, 30-40 yıldır pencereden bakmak dışında günışığı görmemiş terk edilmiş kadınlar ve erkekler vardı. Çıplak, dışkılarıyla oynuyorlar, birbirlerine saldırıyorlar, bağırıyorlardı. Bizim işimiz mümkünse orada olay çıkmasını önlemek, dışkılarını tutamadıklarından altlarını temizlemek, yemek yiyemeyenleri yedirmeye çalışmak. İnsanın bu halini hiç görmemiştim. O kadar ölüm yolcusunu bir arada görmek ürkütücüydü. İlk günün sonunda “Bu işi yapamam” dedim ancak kendime yediremeyip geri döndüm. İkinci gün azıcık alışır gibi oldum. Üçüncü gün alışmıştım. Bu deneyimden, insan halinin ne boyutlara varabileceğini ve en uç boyutları bile isyan etmeden kabul edebileceğimizi öğrendim. İnsanın düzen verme, anlamsızlığı düzenleme huyu ile ilgili bir deneyim yaşadım. Koğuşun bir ucunda katatonik bir hasta vardı. Sürekli aynı hareketi yapıyor, başını sallıyordu. Koğuşun diğer ucunda hezeyan halinde, elleri kolları havada diktatör gibi devamlı konuşan biri. Bir uçtaki başını sallıyor, öbür uçtaki bağırıp çağırıyor, nutuk atıyor. Koğuşun öbür ucuna diğer adamı taşıdım. İkisini birleştirip, normal görünümlü, anlamlı bir düzen kurdum. Dünyamızın hali de bu. Normale benzetmek istiyoruz ama düzen öyle çalışmıyor. Kendisi patalojik.- Diğeri?6-7 Eylül Olayları’nda Leventteyiz. Güruh evin önünde durdu. Seslerini duyduk, annemle kepenklerin deliğinden bakıyoruz. Eve saldırıp saldırmamayı konuşuyorlar. Niçin? Çünkü bahçede babamın otomobili var. İlkokul birinci sınıftaydım. O gün öğretmen bize “Kıbrıs Türktür” yazmasını öğretmiş ben de otomobilin üzerine beyaz tebeşirle yazmışım. Onu görünce vazgeçip gittiler. İlk defa insandan korkulacağını, o zaman anladım. - Birçok söyleşinizde insanoğlu kendini çok abartıyor demişsiniz. Yani kendine fazla mı rol biçiyor?Ebru, “Ben” kelimesi çok zor ve yüklü bir kelime. Bazı dillerde ben kelimesi yok. Kendimizi çok merkezde görmeye başladık. Bir de “Sen kimsin, sana seni tanıtabilirim” sanayisi türedi. Uçtuk gittik. Fazla abarttığımız için kendimize zarar veriyoruz. Kendimizi tanıdığımızı zannettikçe, gayret gösterdikçe daha çok problemli kişiler olmaya başlıyoruz. Socrates’den beri “kendini tanı” demişler. Hala insan kendini tanımadı! Yeter artık tanımayalım, yaşayalım! - Son dönemin sözde en önemli sorgulamalarından biri “Ben Kimim?” Herkes derinlerine girmeden kim olduğunu bulmak çabasında. Ama bir yandan da hakikat ötesi dediğimiz bir çağ bu. Hakikati görmek istiyor muyuz, istemiyor muyuz, kafam karışık biraz bu konuda. Ne dersiniz?Bir defa düşünce ve duygu bombardımanı altındayız. Şöyle ki; yüz sene önce bir kişi ömrü boyunca en fazla bir cinayete tanık olurken, şimdi TV ya da gazetelerden bir gün içerisinde elli tane cinayet görüyor. Görmese bile her gün cinayet haberleriyle sarsılıyor ve bir süre sonra da sarsılmaz olup duyarsızlaşıyor. Sağ kalabilmek, hiç olmazsa azıcık vicdan taşıyabilmek için red ediyor, görmezden geliyoruz. Sadece “ben” ile ilgilenenlerden oluşan sığ bir dünyanın içine giriyoruz. Örneğin elli sene önce İstanbul’da bir evsiz gördüğünüzde durup yardım etmek isterdiniz şimdi onlarca evsiz insan var. Üstüne basmamak için dikkat ediyoruz en fazla.- Hepimize gelecek kaygıları, ekonomik sorunlar, en önemlisi umutsuzluk hakimken neden umutsuz olmaya hakkımız yok?Günlük adlı kitabım, 40-50 bin yıl öncesinden günümüze gazete haberlerinden oluşuyor. Mesela içindeki haberlerden birisi; insan iki ayak üzerinde yürüdü. Sürmanşet! O perspektiften bakınca nereden, nereye geldik diye göbek atıp zil çalmamız gerekiyor. Çocuk ölümleri, kölelik, kadının toplumdaki yeri, uzun yaşam, açlıktan ölenler vs. düşününce türümüz çok ilerledi diye düşünüyorum. Son 4000 yıla bakarsanız savaşlar yüzyıllar geçtikçe nispeten çok azaldı. Bunlar olumlu gelişmeler. Bencillik devreye girdiğinden, günümüzdeki sorunları abartarak bunları göremiyoruz. Umutsuzluğumuzun bir kökeni geçmişi yadsımaksa diğeri de günümüzü abartan haklı isyanlarımızda sabırsızlık.- Kilit kelime ‘sabır’ mı? Sabır ve tarihi bilmek. Tarih, geçmişe sahip çıkmak için değil, ilerlemeyi görebilmek için çok önemli. Annemden örnek vereyim. Annem din okuluna giderken, cumhuriyet ilan edilince üniversiteye gidiyor. Felsefe okuyup Harvard’a bile gidebiliyor. Hala ataerkil toplum ama bugün o kapılar açık artık. Çin İmparatorluğu döneminde, Çinli kadınlar okuyamadığı için kendi aralarında mektuplaşmak için Nu Şu adlı gizli bir yazılı dil geliştirmişler. Çince'den çok farklı ve alfabesi de var. Türümüzün tarihinde büyük bir değişiklik. Sırf kadınının tarihi bile yeter umutsuz olmamaya. ‘Şikayet hasta eder’Şikayet etmek salgın bir hastalık gibi midir? Neden?Evet. Birkaçını sıralayalım.Şikayetle yetinmek bencillik, bak ben ne kadar duyarlıyım diyen vicdan reklamıdır.Şikayet salgın hastalık gibidir, güçlülere güç verir, ezilenleri edilgen kılar.Şikayet hasta eder, kötü gelir, depresyona sokar.Şikayet mazoşizmdir.Şikayet yakınmak değil de uyarmak içinse yeri başka. Şikayetten sonra ‘’Ben ne yapabilirim?’’ ‘’Biz ne yapabiliriz,’’ gelmeli. Yoksa sus!- İnsanlık olarak son bir yıldır hepimiz evlerimizdeyiz. Bir virüs ile mücadelemiz var. Holdingler teker teker çalışma sistemlerini değiştirip homeoffice dönemini başlatıyor. Yeni dönemde bizleri neler bekliyor?Korona’nın olumsuzluklarını çok dile getiriyoruz da evden çalışmak olumlu bir gelişme. Bizi özgürleştirdi. Korona olayında pek telaffuz edilmeyen bir nokta mevcut. Veba salgınında, veba, tanrının bize yağdırdığı bir belaydı ve kurtuluşu da cennete gitmekti. 100 yıl önce İspanyol gribi ise makus talihimiz, kaderimizdi. Korona’da ilk defa dinden değil, bilimden, aşıdan medet umuyoruz. Bu büyük bir değişiklik. İklim krizini tüm varlığıyla dile getiren gezegenimizin ilk küresel yurttaşı Greta, bencilliğimizi, tüketim patolojimizi sarsmazken korona korkumuz bizi küresel vatandaş yaptı. Zaten uzatmaları oynayan dinlere, ulus devletlere bakışımızı değiştirdi. Devletlerin hazırlıksızlığını, beceriksizliğini, suçluluğunu, insanların katlinde sorumsuzluğunu gösterdi. Çok basitçe; tüm devletler anlaşsa, savaş bütçelerinden yüzde beş ayırsa, herkes maaşını alır, yemeğini yer, borcunu öder, işe, tüketmeye, eğlenceye gitmeden corona sürecini kısa zamanda atlatabilirdik. Çok zor bir şey değildi. - Çin ve Asya ülkeleri bu sorunu nasıl çözdü? Çin’de geçen hafta toplam ölü sayısı 5’in altındaydı. Birbuçuk milyar nüfus! Çoğu Asya ülkeleri bu işi halletti. Batıyla Çin arasında büyük bir propaganda savaşı başladı. Benim aşım daha iyi, seninki daha kötü şeklinde. Bir tür soğuk savaş. Doğu bunu iyi halletti. Çünkü toplumsal sorumluluk hala var. Tüketim patolojisi ve alışkanlıkları yüzünden Batı çok şımardı. Birçok ülkede devletin önlemlerinden bana ne diye insanlar sokağa çıktı. Korkunç. Batı çuvalladı kısaca. Dünya liderliğine oynayan, bizlere barbar gözüyle bakan Çin diktatörlüğü, Batı’nın bu kadar çuvallamasına çok şaşkın. - Peki içinde bulunduğumuz korona günlerini de ileride unutacak mıyız?Unutacağız muhtemel. Unutmadığımız olay yok ki. Ama şöyle; korona sonrasında, korona ile başlayıp hayatımıza giren süreçleri, artık rutinimiz olanları koronaya bağlamayacağız. Hep öyleydi, hep yapıyormuşuz gibi gelecek. - Korona sonrasında ulus devletlerinin sonu gelecek mi? Korona sonu hızlandırdı çünkü ulus devletlerin beceriksizliğini ortaya çıkarmasından öte birleştirici gücünü yitiriyor, içeriden parçalanıyor. Göçmenler ve azınlıklar kendilerini devlete ait hissetmezken milliyetçiler de göçmenlere kapılarını açan, azınlıklara el uzatmak isteyen, demografisi değişen devlete öfkeli. İki taraftan da ulus devlet parçalanıyor. Belki ilerde şehir devleti daha güçlü olur. Gidişat onu gösteriyor.- İnsanoğlunun kadim korkusu ölüm. Ölümden bu kadar korkarken neden doğayı, hayvanları katlederek sonumuzu hızlandırıyoruz? Tarıma başladığımızdan bu yana asırlardır kendimizi en tepede hayvanların üzerinde gördük. Psikologlar hala insana ne kadar benzerse o kadar akıllı diyor şempanzelere dilimizi öğretiyor. (gülüyor). Yavaş yavaş biraz değişmeye başladı bu durum. Onlardan öğreneceklerimiz de var. Milyonlarca yıldır evrimleşerek değişen türler var. Afrika’dan çıkalı daha 100,000 yıl oldu. Çok yeniyiz bu işte. Zaten insan olarak tek tür kaldık, bir anda kırılıp gidebiliriz. İklim değişikliği olaylarında da görüyoruz, doğanın dengesi için birbirimize ihtiyacımız var. Üstelik yaşam onlarla ne kadar renkli, güzel ve mucizevi. Geçenlerde Kuzey Amerika’da bir kurbağa türünün kışın buz kalıplarının içinde donduğunu, kalbinin durduğunu, baharda tekrar canlandığını keşfettiler.- Psikiyatrinin en yükseldiği dönemleri yaşıyoruz. Dostoyevski insanı Freud’dan daha iyi biliyor diyorsunuz. Bayıldım. Nasıl? Freud 19. Yüzyıl’ın sonu, 20. Yüzyıl’ın başlarında kuramlarını Viyana burjuvazisi üzerine geliştiriyor ve sokağı bilmiyordu. Dünyası çok dardı. Bol bol afyon içip, uçuyordu. Kendisine gelen burjuva kişilerin sorunlarından evrensel bir kuram geliştiriyordu. Dostoyevski ise sokağı tanıyor. Sokaktan öte, başka sınıftan insanları tanıyor. Ölüm ve yaşamın uç noktasına gelmiş, gözleri bağlı kurşuna dizilmekten son dakikada kurtulmuş. Freud aslında iyi bir yazar ama o kadar. Modası geçiyor. Dostoyevski romanlarında ise kendimizi buluyoruz, içselleştiriyoruz. İnsanı Freud’dan daha iyi tanıyor.- Hayvanların üzerinde egemenlik kurmaya çalışmamız, sahip-köle ilişkisinde davranmamız aşağılık komplekslerimizden mi ileri geliyor? Bencillikten ve ahlaksızlıktan. Din de bu konuda pek yardımcı değil. Hiçbir dinde canlılara cennette yer yok. Hatta din bazı insanları da kabul etmiyor cennete. Eşcinsel, trans gibi. Çok üzücü. - İnsanoğlunun en kıymetli özelliği sevgisi ise neden nefret duygusu bu kadar hakim? Herhalde kendimizi çok sevdiğimizden. (gülüyor) Sevgimizin bencilliğinden, nefret, bu kadar hakim. Sevgi kelimesini ne kadar az kullanırsak sevgisizlikten o kadar kurtulmuş oluruz. Sevgiyi daha çok yaşarız. - O halde hangi kelimeleri kullanarak ya da kullanmayarak kendi gerçeğimizi daha iyi buluruz? Kelimeler yeni keşfedilmiş topraklara dikilen bayraklar gibi. Her yeni kelime, hem yeni bir keşif olduğu için kendimize, dünyamıza bakma ufkumuzu zenginleştiriyor, hem de artık bilincimize yerleştiği için o kelimenin tutsaklığında bakar oluyoruz dünyaya. Aşk gibi. Kelimenin İngilizce de kullanımlarına bakın. “I love God”,”I love NYC”, “I love you” Hal böyle olunca “love” sözcüğünü kullanmamak daha anlamlı. Türkçe’de de; aşk, sevgi, demokrasi, özgürlük, hep az kullanılması gereken kelimeler. Dünyada 208 ülke var. 170 ülkenin de adında demokrasi var. Onlarında çoğu diktatörlük (gülüyor) Kullanmazsak daha iyi olur. Yalan kelimeler. - Hepimiz Amerikanca sisteminin kurbanları olma yolunda mıyız?Türkçe konuşurken bile Amerikanca düşünce biçimininin yaygınlaşmasından endişeliyim. İnsan ilişkilerimiz homojenleştikçe sevişme dilimizde bile özgünlüğümüzü yitiriyoruz. İş hayatımız, esprilerimiz, üniversite hocalarımız…Ünlü edebiyatçılarımız bile dünyaya Amerikanca bakmaya başladı. Yaşama farklı bakış açılarımızın kaybolması Amazon’da yok olan türler gibi. Bilişsel eko sistemimizi sarsıyor, değişen koşullara uyum sağlama esnekliğimizi zayıflatıyor. Cezayirli psikiyatrist Fanon’un deyimiyle dünyaya ‘beyaz maskeli kara derililer’ gibi bakıyoruz. - Çocuklar neden tarihimizin son köleleri? Bir yerde çocuklara son kölelerimiz diye bakıyorum. İsim veriyoruz. Daha kötüsü din veriyoruz. Kölelere de aynı şeyi yapardık. İsim verip, din değiştirirdik. Çocuklar anne-babalara emanet, sahipleri değil. Dinlerin kültürlerini tabii tanısın, reşit olduğunda seçsin dinini ya da dinsizliği. İsterse adını değiştirsin, kendi adın kendisi koysun.- Peki siz oğlunuza nasıl davrandınız bu konuda? Lisede matematiği çok kötüydü, mezun olamayabilirdi. “Olmazsan olma” dedim. İnat etti, zor bela lise diplomasını aldı. Üç ülkenin vatandaşı. Türkçe ismiyle oynadı, her dilde anlaşılır kıldı. Aidiyetliklerin göreceliği ve geçiciliğinin farkında. Onun adına karar verip yaptığım tek şey sünnet. O da benim gibi olsun diye miydi? Bir bencillik vardı altında. Sağlıksal açıdan argümanlarım olmasaydı zihnimde yine sünnet olmasını ister miydim? Bilmiyorum./Archive/2021/2/12/012531513-cmt-gunduz2-en20.jpg- Boğaz sularında yaşayan balıklar neden birer ‘kahraman’?Türümüzde insan, hele dinlerinin kapitalizmle bütünleşmesiyle, kendi rekabetinin kurbanı olurken, bizlerden milyonlarca yıl yaşlı, okyanus diplerinin karanlığında var olabilen balıklardan, ölümsüz denizanalarından öğrenebileceğimiz çok şey var. Boğaz’ı balıksız düşünemiyorsak, bu bizim onları koruyup sahiplenmemizden değil, bize rağmen var olabildiklerinden.- Yemek yapıyor musunuz?Sıradan keyifsiz yemekler yapıyorum. Büyük bir kayıp. Halbuki yeni tatlar yaratmak mucizevi. Yazmakta olduğum kitap o kadar beni hayattan koparıyor ki sadece kısa yürüyüşler yapabiliyorum.- Yazarlık içinde bencillik barındırıyor mu?Yazarlık bencillik tabii. Kendini beğenmek vs. Oynayamamak. Oyun olduğunu kabul ediyorsan daha hafifliyor olay. Çok ciddiye aldığın zaman yürüyüş yaparken bile bulutlara da bakamıyorsun, sürekli kitabı düşünüyorsun.- Yeni kitabınızı yakında okuyabilecek miyiz?Bitsin de istemiyorum bir anlamda. Geçen gün, kitaba başladığım ilk zamanlarda yazdığım notları buldum. Ürkerek baktım. 6 yıl olmuş. (gülüyor) Yaşam biçimi oldu şimdilik. Hem bitsin hem de bitmesin istiyorum.- Neden evleniriz? Boston’da oturduğum dönemde, Amerika’da ilk defa eşcinsel evlilikler gündem oldu. Ben de görmeye gittim. Sonra birden dank etti. Eşcinsellere birçok hak tanınmışken, çivisi çıkmış bir kurumu yani evliliği niçin ilericilik, özgürlük adına yapmak istiyorlardı? Orada bir kafa karışıklığı var. Evlilik bitiyor. Aşk’ı öyle tanımlıyoruz. Aşk masalımızda evlilik ve ritüelleri var. Ölmeye mahkum. Ölüyor zaten de.- Peki günümüzde hâlâ aşk önemini koruyor mu?Evet . Bir gün Levent’teki evin çatı katında eski gazeteler vardı, onlara bakarken, babamla yapılmış bir mülakat gördüm. Gazeteci babama soruyor. “Doktor bey, aşk hastalığı ne menem bir şeydir?” Babam da “Aşk hastalığı yoktur, âşık olmama hastalığı vardır.” Ben de öyle hissediyorum. Âşık olma hali, insanın en güzel hali. Aşk, bir sarhoş olma sürecidir. Kitap yazarken de insan sarhoş olur, kokular, renkler her şey üzerinize gelmeye başlar. Aşk, sizi tamamlar.OLMADIK YERDE DÜŞMAN ARIYORLAR- Boğaziçi Üniversitesi’nde ne kadar süre görev aldınız?12 Eylül’den az sonra üniversitede özgürlük kalmadığı ve bir sürü arkadaşımın işine son verildiği için YÖK’le birlikte istifa ettim. İnanılmaz sansür vardı. Asker, evlere girip çıkıyordu. Askerin hoşlanmadığı bir kitapla yakalanırsanız hapse girebilir, işkence görebilirdiniz. Boğaziçi kütüphanesi bile “Asker gelirse ne yapacağız?” diye kara kara düşünüyor, ne olur ne olmaz başlarına bela gelir diye kitapları saklıyorlardı. Arlarında Şerif Mardin’in ‘Din ve İdeoloji,’’ kitabı vardı. Başlığında ideoloji var ya? O tarihten itibaren yurt dışında ders vermeye başladım.- Boğaziçi Üniversitesi’nde sarsıcı, çok üzücü olaylar yaşanıyor. Ne düşünüyorsunuz? Kurumlara özgürlük ve özerklik tanıyacak yeni bir üniversite yasası derhal gerekli. Askeri cuntadan miras 40 yıllık YÖK’e geç kalmış bir tepki. Üniversitelerin günümüze kadar suskunluğundan Ankara da şaştı bu da nereden çıktı diye. Olmadık yerde düşman arıyorlar. Yanlış bilgilerle kamuoyu da yönlendirilip üniversiteler konusunda bölünüyor.Gençler bölünüyor. Bölünme geçmişte ülkenin başına gelen ibret verici felaketleri hatırlatıyor. - Peki bugünlere nasıl gelindi? YÖK, 12 Eylül’den beri Kenan Evren ve İhsan Doğramacı ile var. Son 40 yıl içinde çeşitli hükümetler geldi geçti. Hepsinde üniversite hocaları uyudu, kapı kulu oldu. Bunu kabul ettiler. Akademik özgürlüğün ve üniversite özerkliğinin devletin eline geçmesini kabul ettiler. Şimdi en nihayet öğrencilerin de “Yeter Artık” demesiyle hocalar tek tük uyanmaya başladı. Öğrenciler kendilerini öne atarak neredeyse provokatif olaylara kurban oluyor, dayak yiyor, hapse giriyorlar. Hiç hoş değil. Çok üzücü. Bu nedenle, sadece devleti değil seslerini çıkarmayan hocaları da suçlu buluyorum. Kızgınım. Öğrenciler hocalarının sessizliğinin kurbanı olmamalı.Neden yaşıyorum?- Size sormak istiyorum hayatın anlamı var mıdır? Örneğin siz hayatın anlamını buldunuz mu? Bir hafta önce “Neden Yaşıyorum” diye bir şiir yazdım. Sanırım sorunun cevabı satırlarda…Neden yaşıyorum?Acıkan, susayan, Nefes alıp veren vücudum. Şehvetlenip,Neslimi sürdüren de o.Vücudum yaşar,Vücudumu yaşatırken,Ölümüm ben.Benim,Zihnimin zehriyle kendimi,İcatlarımla gezegenimi öldüren.Ahlak de,Göster ahlakın kofluğunu.Ahlak de,Zarar verme.Ahlak de,Taşlasınlar.Ahlaksızlığın şarkısını söyleAlkışlasınlar.Ahlak de,Putlaştırsınlar.Parasını basŞifresini söyle Senin olsun.Sustuğunda bencil,Susmadığında yalancı,Seslenme kendine.Kork, korkma,Sus, susma,Oyna içinden geldiği gibi.Farkım yok senden,Dakikalarla saatleri yarıştırırken Ölümü unutuyorum.Yıldızlara bakıyor, Zamanı durdurup hızlandırıyor, Sonsuzlukta dolaşırken, Kalıyorum tek başıma. Dur,Benden kaçma,Annemin babamın ölüp Beni bıraktığı gibi.Sevgilim olma sevgilim,Sevme, seni sevdiğim gibi.Uykum geldi.Sana gün aydın.Uyanınca yollayacağım,Bugün burada 29 Haziranmış. Ebru D. Dedeoğluİşte sevgiliye alınacak en teknolojik hediyeler
İşte sevgiliye alınacak en teknolojik hediyeler Teknoloji şirketleri, sevgiliye birbirinden farklı hediye seçenekleri sunarken, teknoloji perakendecileri de güne özel indirimler başlattı. Cep telefonu, akıllı saat, kulaklık, tablet, saç düzleştirici, tıraş makinesi, hoparlör sistemleri... listeyi uzatmak size ve bütçenize kalmış. Yarın sevgililer günü, henüz teknoloji merakı eş ve sevgiliye alınacak hediyeleri belirlemediyseniz bu öneriler işinize yarayabilir. MediaMarkt, hangi hediyeyi alacağı konusunda karar veremeyenler için Hediye Rehberi uygulamasını devreye aldı. Teknosa ise öne çıkan akıllı telefonlarda indirim kampanyalarının yanı sıra Vatan Bilgisayar da, “Teknoloji Aşıklarına Sevgililer Günü Fiyatları Vatan’da” kampanyası başlattı. Samsung Galaxy A51 ya da Galaxy A71 telefon satın alanlara, Philips 8'i 1 arada erkek bakım kiti veya Remington saç düzleştirici hediye ediliyor. İYİ TRAŞ DENEYİMİ İSTEYENLERE* Braun Series 7 S7200cc Kablosuz Tıraş Makinesi, AutoSense teknolojisiyle sakal yoğunluğunu algılıyor ve ona göre gücünü ayarlıyor. 3 haftaya kadar traş için Li-Iyon pil var. Bir tam tıraş için 5 dakikalık hızlı şarj özelliği mevcut. cihazın satış fiyatı ise 1.899 TL./Archive/2021/2/12/232600574-grundig-sac-duzlestirici.jpgSAÇ DÜZ OLSUN DİYENLERE* Bu dönemde kadınların büyük kısmı kuaför ihtilacını evde karşıladı. Saç düzleştirme ya da kıvırcık yapma ihtiyacı hisseden sevgiliye Grundig HS 7730 Saç Düzleştirici ürünü iyi bir seçenek olabilir. 388 TL'ye satılan cihazın otomatik kapanma, 30 saniyede hızlı ısınma özellikleri var. /Archive/2021/2/12/232520574-samsung-sevgililer-gunu.jpgRİTİM ARAYANLARA* Samsung “aşkımızın nabzı da ritmi de yerinde” mesajını vermek için Galaxy Watch3, Galaxy Watch Active2 ve Galaxy Buds+ ürünlerinde “1 alana 2’incisi yüzde 50 indirimli” imkanı sundu. Kampanya 15 Şubat’a kadar geçerli olacak. Galaxy Watch3’ün fiyatı ise 2 bin 499 TL.OYUN TUTKUNLARINA* JBL, oyun tutkunu sevdiklerini mutlu etmek isteyenler için de Quantum 100 ve Quantum 400 kulaklık modellerini sunuyor. Quantum serisindeki kulaklıklar, konsol, mobil, Discord, TeamSpeak ve Skype ile uyumlu çalışıyor. Quantum 100 modeli 399, Quantum 400 modeli ise 999 TL’ye satın alınabiliyor.ZAMAN DEĞERLİ DİYENLERE* Huawei, 1-14 Şubat arasında Huawei FreeBuds Pro, FreeBuds 3i, FreeBuds 3, Watch Fit, Watch GT 2 Pro ve Huawei Watch GT 2 ürünlerinden aynı ya da farklı iki adet ve üzeri alanlara için yüzde 10'a varan indirimler sunuyor. Huawei’nin akıllı saatleri Watch GT 2 Pro’nun satış fiyatı 2 bin 299 TL. Watch GT 2’nin fiyatı ise renk seçeneklerine göre 1.399 TL ile 1.499 TL arasında değişiyor./Archive/2021/2/12/232444981-anker-nebulaapollo094001567.jpgSİNEMA TADINDA OLSUN * Anker, Nebula Apollo projeksiyon cihazıyla sosyal mesafeyi korumak için sinemaya gidilemezken, sinema artık evlere geldi. Anker’in Nebula Apollo projeksiyon cihazı HDMI ve USB bağlantılarıyla öne çıkıyor. Cihazın satış fiyatı ise 2 bin 999 TL.MÜZİK TUTKUNLARINA * Logitech’in taşınabilir kablosuz hoparlörler Wonderboom 2 ve Boom 3, 360 derece ses kalitesiyle müzik tutkunu sevgililere eşlik ediyor. Cihaz, darbelere karşı dayanıklı ve su geçirmez özelliğe sahip./Archive/2021/2/12/232417841-iphone-12.pngAKILLI TELEFON İSTEYENLERE* Apple’ın akıllı telefonu iPhone 12, fotoğraf tutkunları için iyi bir seçenek olabilir. 12 Megapiksel f/1.6 ana kamera ve 12 Megapiksel f/2.4 geniş açılı lense sahip. Cihaz 4K 60 FPS ve 1080p 240 FPS video kayıt imkanı sunuyor. 12 Megapiksel f/2.2 öz çekim kamerası var.* Xiaomi’nin giriş seviyesi Redmi 9T modeli de hediye seçenekleri arasında. Cihaz iyi fotoğraf çekili ve uzun pil ömrüyle öne çıkıyor.* Oppo’nun Reno4 Serisi'nde yer alan Reno4 Lite, Reno4 Pro ve Reno4 modelleri mobil fotoğrafçılık alanında yaratıcılığınızı ortaya koymanıza yardımcı olacak donanımla birlikte geliyor. Reno4 Serisi'nde, portre fotoğrafçılığınızı ve video çekimlerinizi bir üst düzeye çıkartan bir dizi yaratıcı kamera özelliği bulunuyor. ŞEHRİBAN KIRAÇ5 kıtada kornaçalıyor
5 kıtada korna çalıyor Tülin Tezer, Renault’tan, Tesla’ya, Ford’a dünya devi otomobil, kamyon, iş makinası markalarına korna üreten Seger'in başındaki kadın yönetici. Şu anda 70 ülkeye korna satıyorlar. Uzayda bile korna çalmışlar. Türkiye’nin önde gelen korna üreticisi Seger Genel Müdürü Tülin Tezer’in makine mühendisliğinden mezun olup iş bulması pek kolay olmamış. İş ilanlarında hep “erkek eleman aranıyor” engeliyle karşılaşmış. Sonra erkek egemen bir alanda otomotiv yan sanayinde işe başlamış. Sonrası genel müdürlük ve aralarında Renault, Isuzu, Audi, Honda, Mercedes-Benz, Volkswagen, Tesla, Nissan, Ford, Dacia’ya, Karsan, Temsa, Otokar, DAF gibi dünya devlerine korna üretimi. Hatta uzaya çıkan Tesla aracın sesli ikaz cihazını da üretmiş. Şu anda 70 ülkeye korna satıyorlar.Seger Genel Müdürü Tülin Tezer, Seger'in hep kadın dostu bir şirket olduğunu belirtirken “Her şirketin bir kalite, çevre politikası vardır, biz bunun yanına bir de toplumsal cinsiyet eşitliği politikamızı oluşturduk” diyor. Tülin Tezer ile ağırlıklı erkeklerin çalıştığı otomotiv yan sanayindeki başarısını ve hayallerini konuştuk.* Seger’in hikayesinden biraz bahseder misiniz neler yapıyorsunuz?Seger 1981’de kuruldu. Hemen hemen tüm araba modellerinde sesli ikaz cihazı olan korna olarak kullanılıyor. Binek araçlar, otobüs, kamyon, TIR, iş makinası, traktör gibi her alana ürün üretiyoruz. Renault gibi global markalra direkt ihracat yapıyoruz. Binek araçta Tesla’nın, ağır vasıtada MAN, Daimler gibi firmaların tedarikçisiyiz.Türkiye’deki tüm üreticilere korna tedarik ediyoruz. Üretimimiz Bursa’da. 16 yıldır da Çin’de üretim merkezimiz var, orada da üretiyoruz. Rusya’da satış ofisimiz var. Toplam 350 kişi çalışıyor. Bunların 190’ı Bursa fabrikamızda. Toplam korna üretim kapasitemiz yıllık 16 milyon adet. Yenileme pazarında da kornalarımız var. Yaklaşık 70 ülkeye ihracat yapıyoruz. Üretimimizin yüzde 75-80’i ihracat. İhracatın büyük bölümü Avrupa’ya yenileme ürünleri ise Kuzey Afrika, Ortadoğu, Asya Pasifik, Latin Amerika bölgelerini kapsıyor. 5 kıtada ürünlerimiz satılıyor. Yıllık 24 milyon dolar ciromuz var.* Tesla’nın uzaya giden aracına da siz mi korna ürettiniz?Muhtemelen bizim kornamız kullanılmıştır. Çünkü o dönem korna tedarikçisi bizdik. 7-8 yıldır Tesla ile çalışıyoruz. İlk elektrikli araçlarına da üretim yaptık. Yeni modellerin artmasıyla Tesla ile iş hacmimiz de yıldan yıla artıyor.AVRUPA TOK SES, ASYA TİZ SES TERCİH EDİYOR* Coğrafya ya da ülke bazında korna sesleri değişiyor mu?Elektrikli araçlarda salyangoz ve disk tipi diye iki korna çeşidi tercih ediliyor. Kornalar kullanım alışkanlıklarına göre şekilleniyor. Avrupa’da şehir içinde çok fazla korna kullanımı yok. O pazarlarda salyangoz korna daha çok tercih ediliyor. Çünkü sesi daha tok ve daha uzağa taşıyan bir yapısı var. Asya Pasifik ülkeleri, Afrika, Ortadoğu gibi ülkelerde günlük hayat içinde şehir içinde korna kullanımı daha fazla. Bu ülkelerde disk tipi daha tiz sesli ve yakındaki alana ses veren korna modelleri tercih ediliyor.* Seger’e nasıl başladınız, erkek egemen bir alanda nasıl genel müdürlük statüsüne geldiniz, zor olmadı mı?1989’da Uludağ Üniversitesi makine mühendisliği bölümünden mezun oldum. otomotiv sektörü kadınları işe alma fikrine çok da açık değildi. O dönemde çok firmaya başvurdum ama kadın olduğum için tercih edilmedim. Sonra yolum Seger ile kesişti. Seger 30 yıl evvelinden kadınlarla çalışma fikrine açıktı. İlk kalite bölümünde başladım çalışmaya. 10 sene sonra mühendislik departmanına geçtim. 2008’de genel müdür olarak atandım.ÇALIŞANLARIN YÜZDE 25’İ KADIN* Kendinizi kabul ettirme anlamında zorluk yaşadınız mı?İlk başladığım yıllarda hep atölye ortamında çalıştım. O dönemde ufak tefek önyargılar oluyordu. Ama sonuçta kararlı durursanız önyargıların üstesinden geliyorsunuz. İnsanlar da sizi kabulleniyor. Sonrası desteğe dönüşüyor. Tepeden gelen bir genel müdür olmadığım için zorlukla karşılaşmadım. Seger’de kadın erkek birlikte çalışma kültürü çok yerleşti artık. Toplam çalışanların yüzde 25’i kadınlardan oluşuyor. Beyaz yakada yüzde 30’a çıkıyor. Montaj atölyesinde de plastik enjeksiyon bölümünde de çalışan kadınlarımız var.* Toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili çalışmalarınızdan dolayı çok ödül de aldınız, bu başarının sırrı ne?Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını 2017’de Birleşmiş Milletler Kadını Güçlendirme İlkeleri’ne (UN Women Empowerment Principles - UN WEPs) imza atarak kamuoyuna da duyurmuştuk. Şirket içerisinde bir eşitlik grubu oluşturduk. Sonrasında toplumsal cinsiyet eşitliği politikası oluşturduk. Her şirketin bir kalite, çevre politikası vardır biz bunun yanına bir de toplumsal cinsiyet eşitliği politikamızı oluşturduk.Bursa Platformuna katıldık. Aile içi şiddete karşı çalışmalar yapıyoruz. Bu gerçekten toplumsal bir sorun acı bir şekilde yaşıyoruz. Sabancı Vakfı ve BM Nüfus Fonunun gerçekleştirdiği iş dünyası aile içi şiddete karşı gerçekleştirdikleri projeye katıldık. Çalışanlarımızı aile içi şiddete karşı bilinçlendimek için Mor Salkım Derneği ile protokol imzaladık. Bunun bir yansıması olarak da ödüllendiriliyoruz. Bu hem bize güç veriyor hem de bu alandaki motivasyonumuzu arttırıyor./Archive/2021/2/12/010121762-seger.jpgÖNYARGILARI YIKMALIYIZ* Çalışma hayatında kadın sayısı hala çok düşük, bu oranı arttırmak için neler yapılmalı?Türkiye’de kadınların iş güçüne katılımı yüzde 32’ler seviyesinde, pandemi nedeniyle de düşüyor. Her şirkette kadın ve erkeğin birlikte ve eşit seviyelerde bulunması şirketlere büyük kazanımlar sağlıyor ve verimliliği artırıyor. Bu gerçeği şirketlere ve yöneticilere anlatmak gerekiyor. Cam tavanları oluşturan ön yargıları yıkmak lazım. Tabi burada eğitim ve rol modeller çok önemli.Kız çocuklarını iş hayatına sokmak için belki lise çağlarına inmemiz lazım. Rol modelleri o çocuklara göstermemiz gerekiyor. Bunu yasalarla desteklemek lazım. Kadın kotaları da konulabilir.* Girişimci olmayı düşünen kadınlara neler önerirsiniz?Cesaretli olsunlar. Kadınların da kendilerine koydukları bir takım ön yargılar var, önce bu önyargıları kadınlar kırmalı. Erek işi kadın işi kavramını öncelikle beynimizde yıkmalıyız. Kadınlar başarılı olacaklarına kendilerini inandırmalı, sorumluluk almaktan kaçınmamalılar. İş yaşamında yükselmeleri için kendilerini her anlamda donatmaları gerekiyor.AÇIK KAPI POLİTİKASI UYGULARIM* Günlük rutininiz nasıl?Pandemi ile çalışma şeklimiz değişti. Artık her şey online. İletişime çok önem veriyorum. Klasik bir genel müdür değilim, yani özel bir oda formatım yok, açık kapı politikasını uyguluyorum. Her şeyi konuşarak hallediyoruz. Her türlü kararı birlikte alıyoruz. Her kararımı onlara danışırım.* Tutkularınız, hobileriniz neler?Fırsat buldukça kitap okurum. Teknolojik gelişimlerle ilgili videolar izlemeyi seviyorum. Yeni teknoloji, gelecek nereye gidiyor tarzı şeylere meraklıyım. Yürüyüş yapmayı seviyorum.* Ne dinlersiniz?Türküleri çok severim. İçinde bulunduğum moda göre değişiyor ama sanat müziğini, klasik müzik müziği de çok severim. Zeki Müren, Sevcan Orhan ve Funda Arar’ı dinlemeyi seviyorum.* Neleri izlemekten hoşlanıyorsunuz?Daha çok Netflix izliyorum. Gerçek yaşam, biyografik filmler ilgimi çekiyor. Oradan da kendime dersler çıkarıyorum. Kitap seçimim de daha çok tarihsel ve gerçek olaylardan yana olur.* Dostlarınızı neye göre seçersiniz?En büyük değerim dürüst olmak. Dürüstlükten korkmamak gerekiyor. Samimiyet çok önemli.HAYALİM DAHA ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR TÜRKİYE* Nasıl bir Türkiye hayaliniz var?Çoğu değerimizi kaybettik, daha ileriye gitmemiz gerekirken geriye gittik. İnsanların dürüst olduğu, bir takım değerleri kaybetmediği, herkesin düşüncelerini özgürce ifade ettiği bir Türkiye hayal ediyorum. Daha fazla teknoloji ürettiğimiz bir ülke olmalıyız. ŞEHRİBAN KIRAÇBereketli 'balülkesi' Malatya
Bereketli 'bal ülkesi' Malatya Malatya, tüm güney bölgeleriyle Orta Anadolu’nun kesiştiği noktada. Sivas’a Tohma Köprüsü ile bağlı artık. Karasal iklim hüküm sürüyor, ama bu sene kış oldukça yumuşak yaşanıyor. Bu dönemde nasıl böyle bir cesaretim var, bilemiyorum. Antikorlarımın gücüne sığınıp memleketi dört koldan fethetmeye devam ediyorum. Yıllar evvel gittiğim, gördüğüm yerleri yeniden keşfediyorum. Ziyaret noktalarının bomboş oluşunun tadını doyasıya çıkartıyorum. Malatya uçuşları, öyle hemen işini yap ve dön planına pek uygun değil. Gidişler genelde akşam saatlerinde, dönüşler öğlen uçakları falan. Öyle bir organizasyon oldu ki, bir gün gidişten, bir gün de dönerken fazladan kalmak zorundaydım. E ilçeler için mesafeler de üstüne eklenince, ben yarım Malatyalı oluverdim. Ancak bu durumdan asla pişman değilim; hatta herkese de tavsiye ederim. BU KIŞ MALATYA’DA DA ILIK GEÇİYOR Malatya, tüm güney bölgeleriyle Orta Anadolu’nun kesiştiği noktada. Sivas’a Tohma Köprüsü ile bağlı artık. Karasal iklim hüküm sürüyor, ama bu sene kış oldukça yumuşak yaşanıyor. Son yıllarda ardı ardına inşa edilen barajlarla şehrin mevsimi biraz değişmiş. Yaşlılar, o eski kışları, o insan boyu biriken karı anlatmayı çok seviyorlar. Hititler, Asurlular, Medler, Persler, Romalılar, Bizanslılar; derken Osmanlılar’ın toparağı olmuş. Bilinen ilk ismi “Maldia” imiş. Araştırmacılar, bu ismin “Bal Ülkesi” anlamına geldiğini söylüyorlar. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte, şehrin adı Malatya olarak kayıtlara geçirilmiş. Malatya Ovası, bereket kelimesinin neredeyse tasviri niteliğinde. Zaten “44 ayar altın” dedikleri kayısı, şehrin simgesi. Tüm dünyanın kuru kayısı ihtiyacının yüzde 85’i buradan karşılanıyor. Ama bir de kiraz var ki, daha önce kiraz mevsimine denk gelmiştim; aman, aman, aman! Arslantepe Höyüğü, MÖ 5 binlerden 11. yüzyıla kadar olan yerleşimin kesintisiz olarak devam ettiği bir bölgede. Bölge, Bizanslılar zamanında da nekropol olarak kullanılmış. Kazı çalışmaları yıllardır devam ediyor. Sanıyorum biraz daha duyulmaya, bilinmeye ihtiyacı var. İnsanlık tarihinin katman katman ortaya çıkartıldığı, dünyaya önemli bir ışık olacak Arslantepe, tüm dünyadan ziyaretçi çekebilecek kadar güçlü. Bir ufak sorun var sadece: Bunun ne Arslantepe farkında, ne de dünya... Size tavsiyem, Malatya’yı keşfetmeye önce şehirden başlamanız. Şehir dışını sonraki günlere bırakın ve yola sabah çok erken çıkın. Şehir içinde, özellikle akşam saatlerinde oldukça yoğun bir trafik olduğunu da unutmayın. Nüfusun ilçelerle beraber 800 bin olduğu şehirde bu kalabalık nereden çıkıyor, ben pek anlayamadım. Ayrıca, Malatya mutfağıyla da iddialı. Lokantalar açılınca eminim çok daha fazla çeşit tatmak mümkün olacak. Bizi Kadın Girişimi Kooperatifi misafir etti. Her tür organik ürünü satıyorlar. Kiraz yaprağı, biber salçası, salça, üzüm yaprağı, ve daha neler. Aslında orası bir lokanta değil, ama yemek yapmışlar, ikram ettiler. Herşey çok lezzetliydi. Analı kızlı, kömbe denen bir tür el açması börek, bulgurlu bir köfte olan banık, sulu köfte, kayısılı kebap ve kayısı tatlısı vardı. Malatya mutfağının baştacı, bulgur. Neredeyse her yemek bulgurla yapılıyor veyaa bulgur da ekleniyor. Ayranı acılı yapıyorlar, acayip lezzetli oluyor. Bir de Darende’de farklı yemekler de varmış, maalesef bu sefer tadamadım hiçbirini. Hayat normale dönünce, dilerim en kısa zamanda... /Archive/2021/2/12/002733094-cmt-mltya4-en25.jpg KISA KISA MALATYA Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, müthiş bir yapı. 17. yüzyıldan kalma. Bir zamanlar şehrin ticari yoğunluğunu anlatması açısından önemli. 1224 yılında Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılan Ulu Cami, şimdilerde restorasyon nedeniyle kapalı. Şansının varsa kapılar açık oluyor. Firuze ve mor renklerdeki çinileri ve mozaikleri, inanılmaz etkileyici. Öyle bir cafcaf yok, tipik Selçuklu mimarisi. Ama sessiz ve vakur bir güzellik. Bayıldım ben. Malatya Müzesi, oldukça küçük bir teşhir alanına sıkışmış. Küçücük alanına rağmen, çok yoğun. Hititler, Asurlar, hatta Tunç çağı eserleri sergileniyor. Biraz okuyup gitmek faydalı olur. Keşke yakın zamanda büyükçe bir yere taşınsa ve nadide eserler daha iyi koşullarda sergilenebilse... Müze gezisine Malatya Müzesi’yle başladım, en klasiğini en başta göreyim diye. Yoksa, öyle çok müze var ki. Çoğu da yeni açılmış. Hayretler içinde, ağzım açık dolaştım. Oyuncak Müzesi, daha çok çocuklar için, ama yine de görülmeli. Fotoğraf Makinesi Müzesi, eşi benzeri olmayan bir yer. Asya ve Avrupa’nın en büyük fotoğraf makinesi müzesiymiş. İki binin üzerinde makina, binlerce aksesuar sergileniyor. Müzenin müdürü Emre İnan, işine resmen aşık. Konuklarla ilgileniyor, keyifle ve tutkuyla müzeyi etkileniyor. Her gelen misafirin fotoğrafını çekiyor. Radyo ve Gramofon Müzesi, bir diğer girince çıkılamayan yer. Şöyle bir görüp güne devam ederim dedim, en az iki saat kaldım içeride. Müze gibi değil de, sanki, ne bileyim, çoğu yerinde kendinizi dedenizin, anneannenizin evinde hissedeceğiniz, sıcacık sarmalayan bir mekan. Genç kadro müzelerini çok güzel benimsemiş, çok iyi anlatıyorlar ayrıca. Sanat Sokağı, şimdilik çok renkli değil. Herhalde yaz mevsiminde daha cıvıl cıvıl oluyordur. Akşamları belki müzik dinletileri, film gösterileri yapılıyordur. Bu mevsimde pek bir özelliği yok. Belki biraz daha ilgi istiyor, pek bilemedim. Şire Pazarı, Malatya ticaretinin kalbinin attığı yer. Envai çeşit kuru kayısı, burada bulunuyor. Sarı, gün kurusu, yaprak, ekşi yaprak, dilimlenmiş, yumuşak, sert, pestil; herşey var. Araplar kayısıya “mişmiş” diyorlar, burada da halk arasında öyle. Çarşıdan bavulu tıka basa dolduracak kadar çok alışveriş yaptım. Ayrıca, her tür yöresel ürünlerin satıldığı dükkanlar da var yakınlarda. Şire Pazarı, gün boyu çok kalabalık. Bayılırım ben kalabalığa, çarşı pazara. Hayat olması gerektiği gibi akıyor havası gelir birden. Burası da tam öyle bir yer. Hürriyet Parkı, şehrin ortasında, 20 dönümlük bir alanda kurulmuş. Bayıldım parka. Havalar müsade ettiği sürece, bu parkta tüm günü geçirmek mümkün. Meraklısına iki adet anı: Müslüm Gürses ve Muhterem Nur, bu parkın içindeki gazinoda tanışmışlar ilk defa. O meşhur tokat olayını filmden hatırlarsınız zaten. Diğer hatıra da, İbrahim Tatlıses ile ilgili. İlk sahneye çıktığı yerlerden birisi, Malatya’daki Hürriyet Parkı içindeki aile gazinosuymuş. Ayrıca, Malatya’nın civarında başka parklar, piknik ve mangal yapılacak alanlar da var. Birkaç yere daha gittim ve çok etkilendim. Ama fazla uzatmayayım, çünkü şehrin biraz dışından başlayarak da geziye devam etmek lazım. Levent Vadisi, dudak uçuklatan bir yer. Yarım saatlik bir araba yolculuğuyla ulaşılıyor. Bir nevi Grand Canyon diyebiliriz. Bahar ve yaz aylarında yürüyüş turlarıyla saatlerce kanyon içinde yürümek mümkün. Jeolojik deformasyon sopnucunda oluşmuş bir doğa harikası. Aşağı yukarı 30 km uzunluğunda bir vadi, yol boyu mağaralar ve kabartmalı kayalarla dolu. Bir de seyir terası yapmışlar, 100 metre yukarıdaki cam tabanlı terastan vadinin seyrine doyum olmuyor. Darende, bence Malatya gezisinde mutlaka görülmesi gereken, çok özel bir ilçe. Kanyon ve Şifa Havuzu, o kanal boyu yürüyüş, çok huzurlu. Rafting de yapılıyordu eskiden, şimdi yasaklanmış. Bahçelerin de sulandığı dere suyu kirlenmesin diye. Günpınar Şelalesi’ni ziyaret ettim. Normalde kış mevsiminde donarmış, Pamukkale’yi andıran bir manzara olurmuş. Şarıl şarıl akıyordu ve çok güzeldi. Hava bir tık daha sıcak olsaydı saatlerce orada oturabilirdim. Ayrıca, Darende, inanç turizmi açısından da çok önemli. İlçedeki Somuncu Baba Türbesi’ni, her yıl binlerce kişi ziyaret ediyor. Anadolu sufiliğinin doğuşu ve yayılışında önemli bir rol oynayan Somuncu Baba, bu yıl ilk kez Bursa’da karşıma çıkmıştı. Biraz okumaya başladım. Meğer Darende’de son nefesini vermiş. Adına bir külliye yapılmış, türbesi de burada. Soyundan gelen torunlarının başında olduğu bir vakıf tarafından yönetiliyor. İnanılmaz temiz ve bakımlı. Bir de gördüğüm en konforlu umumi tuvaletler Darende’de. Kullanılan mermerlerden ışıklandırmasına, ısıtmadan armatürlere kadar, on numara beş yıldız. Ayrıca tertemiz. Fatih TürkmenoğluArapülkelerinde laikliği savunanların sayısında artış
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Arap ülkelerinde laikliği savunanların sayısında artış Kamuoyu araştırmalarına göre Arap ülkeleri ve İslam'ın baskın olduğu diğer ülkelerde dinden uzaklaşanların sayısı, ayrıca din ve devletin birbirinden ayrılmasını isteyenlerin sayısı artıyor. Peki, neden? Resmi rakamlara göre Yemen ile Fas arasındaki bölgede yaşayan insanların büyük çoğunluğu İslam inancına sahip. Farklı din ve mezheplerin yaşadığı Lübnan'da Müslümanların toplam nüfustaki oranı yüzde 60 civarında. Ürdün, Suudi Arabistan ve Arap dünyasındaki birçok ülkede ise nüfusun yüzde 100'e yakınının Müslüman olduğu söylenebilir. Bölgede çoğu otoriter hükümet de oluşturulan dini yapılarla dini yaşamı, medyayı ve okul müfredatını kontrolü altında tutmaya çalışıyor.Ancak yapılan yeni kamuoyu araştırmaları Arap dünyasında ve İslam'ın etkili olduğu ülkelerde sekülerleşme eğiliminin giderek arttığını ortaya koyuyor. Bu ülkelerde din ile siyasetin birbirinden ayrılması için reform talepleri de giderek daha yüksek sesle dile getiriliyor./Archive/2021/2/13/133032542-55311450401.jpgLÜBNAN VE İRAN'DAKİ DURUMBu trendi gösteren araştırmalardan biri ABD'li Princeton ve Michigan üniversitelerinin ortak araştırma ağı Arap Barometresi. Arap Barometresi adlı kamuoyu araştırması çerçevesinde Lübnan'da 25 bin kişiye dini eğilimleri soruldu. Elde edilen sonuçta ise geçen 10 yıl içinde kendini dindar olarak tanımlayan kişilerin oranının yüzde 43'e gerilediği tespit edildi.Hollanda merkezli Utrecht Üniversitesi'nin İranlılarla yaptığı araştırmada da benzer bulgulara ulaşıldı. Üniversiteye bağlı İran'daki Davranışları Analiz ve Ölçme Grubu'nun (GAMAAN) 40 bin kişiye ulaşarak yaptığı araştırmaya göre, kendisine soru yöneltilenlerden yüzde 47'si kendini dindar olarak tanımlamadı.Utrecht Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve araştırmayı hazırlayan uzmanlardan Pooyan Tamimi Arab, bu gelişmenin ve dini değişim arzusunun İran'ın sekülerleşmesinin mantıklı bir sonucu olduğu değerlendirmesini yaptı. Arab, İran'da ortaya çıkan eğilimi "İran toplumu büyük değişimler geçirdi. Okuryazarlık oranı inanılmaz şekilde arttı, şehirleşmede büyük ilerlemeler kaydedildi, ekonomik gelişmelerin geleneksel aile yapılarına etkisi oldu, ayrıca dijital altyapı da Avrupa Birliği ülkeleriyle kıyaslanabilir durumda. Öte yandan doğum oranları da geriledi" şeklinde yorumladı.GAMAAN'ın araştırmasında anket yapılan kişilerin yüzde 78'i ise Allah'a inandığını söyledi, ancak kendini "Şii Müslüman" olarak tanımlayanların oranı ise yüzde 32 olarak ölçüldü. Araştırmada elde edilen sonuçlara göre İranlıların yüzde 9'u kendini ateist, yüzde 6'sı agnostik, yüzde 8'i Zerdüşt, yüzde 5'i de Sünni olarak tanımlarken yüzde 7'si ise spiritüel akımlara inandığını söyledi. Soru sorulanların yüzde 22'si, yani beşte biri ise, kendini bu tanımlamalardan birine dahil etmedi.İran'da sekülerleşmenin ve inanç çeşitliliğinin arttığını gözlemlediklerini ifade eden Tamimi Arab, halkın büyük çoğunluğunun inançlı olmasına rağmen devlet ve dinin iç içe geçmesinin dini araçsallaştırması nedeniyle toplumda hoşnutsuzluk yarattığı değerlendirmesini yaptı.KOŞULLAR ÜLKEDEN ÜLKEYE FARKLILIK GÖSTERİYORMichigan Üniversitesi'nden sosyolog ve siyaset bilimci Profesör Ronald Inglehart'in 1981 - 2020 yıllarası arasında 100'den fazla ülkede yapılan analizleri incelediği Religious Sudden Decline adlı kitabında ise sekülerleşmede baskın bir modelin olmadığına, sekülerleşmenin ülkeden ülkeye farklı koşullar altında gerçekleştiğine dikkat çekiliyor.Tamimi Arab da değerlendirmesinde hiç inanmaların sayısındaki artışın özellikle Irak, Tunus ve Fas gibi ülkelerde olduğuna işaret ediyor.Araştırmalara göre, dini bir inanç ve bir mezhepsel sistem olarak ayıran insanların sayısı arttıkça reform talepleri de daha yüksek sesle çıkıyor. Ancak reform taleplerinin her ülkede hoş karşılanmaması şaşırtıcı bir sonuç değil. Uzmanlar, bazı ülkelerin nüfuzunu sınırlarının ötesine taşımak için dini hakimiyeti hâlâ bir araç olarak kullandığına işaret ediyor.Singapur'da Nanyang Teknoloji Üniversitesi'nde bağlı Uluslararası Araştırmalar Okulu'nda ders veren Ortadoğu uzmanı ve gazeteci James Dorsey, "İnançtan vazgeçme eğilimi, İran ve bölgedeki rakipleri Suudi Arabistan, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) çabalarına ters düşüyor. Bu ülkeler, Müslüman dünyasının lideri ve dini yumuşak bir güç olmak için yarışıyor" analizini yapıyor./Archive/2021/2/13/133121323-53648445401.jpgSUUDİ ARABİSTAN'DA DİNİ ELEŞTİRMEK BİR SUÇHükümetlerin bu çağrılara farklı şekillerde yanıt verdiğini de belirten Dorsey, buna BAE ve Suudi Arabistan'dan örnek gösteriyor. Dorsey, BAE'de alkol tüketimi ve evli olmayan çiftlerin birlikte yaşamaları yasağının kaldırıldığına, Suudi Arabistan'da da terörizmin bir biçimi olarak görülen ateizme bakışın değiştiğini kaydediyor.Ancak Suudi Arabistan'da dine muhalefetin ağır sonuçlarından da bahseden Dorsey, Suudi bloger ve aktivist Raif Bedevi'yi hatırlanıyor. Bedevi, "Suudi vatandaşların İslam'a bağlı kalmaya neden zorunlu olduğu" sorusunu sorduğu için İslam'a hakaretten 10 yıl hapis, bin de kırbaç cezasına çarptırılmıştı. cumhuriyet.com.trBanka müşterileri 2020'de kredi masraflarına ne kadarödedi
Banka müşterileri 2020'de kredi masraflarına ne kadar ödedi Bankaların, kullandırdıkları krediler üzerinden aldıkları ücret ve komisyon tutarı, 2020'de bir önceki yıla kıyasla yüzde 0,2 artarak 16 milyar 36 milyon lira olarak gerçekleşti. /Archive/2021/2/13/132534107-vergi-kapak.jpgBankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerinden derlediği bilgilere göre, 2020 yılında bankaların elde ettiği faiz dışı gelir, 2019'a kıyasla yüzde 3,5 azalarak 102 milyar 711 milyon lira oldu.Faiz dışı gelirler içinde kredilerden alınan ücret ve komisyonların payı yüzde 15,6 olurken, söz konusu gelir, 2019 yılına göre yüzde 0,2 artarak 16 milyar 36 milyon liraya yükseldi.Nakdi ve gayrinakdi krediler üzerinden alınan ücret ve komisyonların tutarı sırasıyla 7,7 milyar lira ve 8,3 milyar lira oldu.HİZMET GELİRLERİ 42,6 MİLYAR LİRABankaların verdikleri hizmetler üzerinden elde ettikleri gelir de 2020'de bir önceki yıla kıyasla yüzde 14,1 azalarak 42 milyar 648 milyon lira oldu. 2019 yılında bu tutar 49,6 milyar lira seviyesindeydi.Bankacılık hizmetlerinden elde edilen gelirin, toplam faiz dışı gelirler içindeki payı yüzde 41,5 olarak belirlendi.Aralık sonu itibarıyla aktiflerin satışından elde edilen gelirler 2,8 milyar lira, diğer faiz dışı gelirler 35,6 milyar lira, alınan kar payları da 5,6 milyar lira olarak kayıtlara geçti.FAİZ DIŞI GİDERLERİN 5'TE BİRİ PERSONELE GİTTİBankaların 12 aylık dönemde faiz dışı giderleri yüzde 39,8 artarak 179 milyar 899 milyon lira oldu. Faiz dışı giderler içinde yüzde 28,6 ile en yüksek paya sahip olan genel karşılık provizyonu, 2020'de bir önceki yıla kıyasla yüzde 142,3 artarak 21,2 milyar liradan 51,4 milyar liraya yükseldi.Geçen yıl bankaların personel giderleri 39,3 milyar lira, diğer provizyon giderleri 17,3 milyar lira ve diğer faiz dışı giderleri 44,1 milyar lira olarak gerçekleşti. Faiz dışı giderlerin yüzde 21,9'unu personel giderleri oluşturdu.2019 ve 2020 yıllarında bankaların elde ettiği faiz dışı gelirler ve değişim oranları (milyon TL) şöyle:/Archive/2021/2/13/132455358-krediler1.png2019 ve 2020 yıllarında bankaların elde ettiği faiz dışı giderler ve değişim oranları (milyon TL) şöyle:/Archive/2021/2/13/132511608-krediler2.png AAMilyonerlerin mevduatı568 milyar lira arttı
Milyonerlerin mevduatı 568 milyar lira arttı Hesabında 1 milyon lira ve üzeri para bulunan mudilerin sayısı geçen yıl 310 bine, toplam mevduat tutarı da 2 trilyon liraya yaklaştı. /Archive/2021/2/13/131902300-fon.jpgHesabında 1 milyon lira veya üzeri parası olan mudi sayısı 2020'de bir önceki yıla göre 82 bin 837 artarken, milyonerlerin toplam mevduatı 1 trilyon 960 lira oldu.Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerinden derlenen bilgilere göre, yurt içinde ve dışında yerleşik milyonerlerin sayısı 2020 yıl sonu itibarıyla 308 bin 278 oldu. 2019 yılı sonunda 225 bin 441 olan milyoner sayısı, 12 ayda 82 bin 278 arttı.Milyonerlerin toplam mevduatı da geçen sonu itibarıyla 1 trilyon 959 milyar 601 milyon liraya ulaştı. Böylece milyoner başına düşen ortalama mevduat, 6 milyon 357 bin lira oldu.019 yılı sonunda 1 trilyon 391 milyar 599 milyon lira seviyesinde bulunan milyonerlerin toplam mevduatı, 12 aylık dönemde 568 milyar 2 milyon liralık artış kaydetti.YURT İÇİ YERLEŞİK MİLYONERLERE 77 BİNİN ÜZERİNDE KİŞİ EKLENDİYurt içinde yerleşik milyonerlerin sayısı, 12 ayda 77 bin 774 artarak 279 bin 794'e ulaştı. Bu kişilerin toplam mevduatı 1 trilyon 842 milyar 409 milyon liraya yükseldi.Söz konusu dönemde yurt içi yerleşik milyonerlerin mevduatlarının 813 milyar 372 milyon lirası yerel para cinsi, 972 milyar 319 milyon lirası döviz tevdiat hesabı, 56 milyar 718 milyon lirası kıymetli maden depo hesaplarından oluştu.Yurt içinde yerleşik milyoner başına düşen ortalama mevduat da 6 milyon 585 bin lira olarak hesaplandı.YURT DIŞI YERLEŞİK MİLYONER SAYISI 10 AYDA 11 BİN ARTTIBDDK verilerine göre, yurt dışında yerleşik mudi sayısı 2020 yılı sonu itibarıyla 28 bin 484'e yükseldi. Yurt dışındaki milyonerlerin sayısı 2019 yılı sonuna göre 5 bin 63 kişi artarken, hesaplarındaki para miktarı 117 milyar 192 milyon lira oldu.Yurt dışında yerleşik mudilerin bankalardaki mevduatlarının 18 milyar 771 milyon lirası yerel para, 97 milyar 130 milyon lirası yabancı para ve 1,3 milyar lirası da kıymetli maden depo hesaplarından oluştu.Yurt dışında yerleşik milyoner başına düşen ortalama mevduat da 4 milyon 414 bin lira olarak hesaplandı.Yıllara göre hesabında 1 milyon lira ve üzeri bakiye olan mudi sayısı ve toplam mevduatları şöyle:/Archive/2021/2/13/131844847-mudiler.png AA