Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Saturday, 11.08.2025, 04:03 AM (GMT)

News - Haberler

VakıfBank, yenilgisizçeyrek finalde

VakıfBank, yenilgisiz çeyrek finalde VakıfBank, Polonya’da düzenlenen 2021 CEV Şampiyonlar Ligi C Grubu altıncı ve son maçında Bulgaristan ekibi VC Maritza Plovdiv’i 3-1 yenerek, namağlup çeyrek finale çıktı. CEV Şampiyonlar Ligi’nde dört kez namağlup şampiyon olan VakıfBank, Polonya’da düzenlenen 2021 CEV Şampiyonlar Ligi C Grubu altıncı ve son maçında Bulgaristan ekibi VC Maritza Plovdiv’i 3-1 yenerek, namağlup çeyrek finale çıktı.Salon: Lodz Spor ArenaHakemler: Alexey Pashkevich (Rusya), Alexandros Mylonakis (Yunanistan)VakıfBank: Milena, Maja, Meliha, Zehra, Haak, Michelle, Ayça (L), Cansu, Gözde, GabiMaritza Plovdiv: Usheva, Paskova, Kamenova, Aguilera, Barakova, Milanova, Todorova (L), Chausheva, Drumeva, DudovaSetler: 25-11, 25-20, 25-27, 25-14Süre: 89 dakika (20, 23, 27, 19) İHA

KKTC'de sokağaçıkma yasağıilan edildi

KKTC'de sokağa çıkma yasağı ilan edildi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) artan koronavirüs nedeniyle 5 Şubat’tan 15 Şubat’a kadar tam “sokağa çıkma yasağı” ilan edildi. Bakanlar Kurulu sonrası açıklama yapan Başbakan Ersan Saner, ülke genelinde yarın akşam 20.00'den, 15 Şubat saat 05.00'e kadar elzem ihtiyaçları dışında sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini açıkladı.  Alınan kararlar ise şu şekilde paylaşıldı:“Bu gece 20.00'den itibaren 15 Şubat'a kadar elzem ihtiyaçlar haricinde TAM SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI uygulanacak. İlçeler arası giriş çıkışlar tamamen yasaklandı. Üst Komite ve İlçe Emniyet Kurulları'nın verdiği bütün izinler iptal edildi.  Bankalar 8-12 Şubat'ta kapalı olacak, çekler işleme girmeyecek. PCR test kitleri ile 3 yeni PCR test cihazı alınacak.”KKTC’DE SON 24 SAATTE 80 POZİTİF VAKAKKTC Sağlık Bakanı Dr. Ali Pilli, son 24 saatte yapılan test sayısının 6 bin 937 olduğunu, 80 pozitif vakaya rastlandığını, 35 kişinin taburcu edildiğini açıkladı. Bakan Pilli, 1 kişinin hava yolu ile ülkeye geldiğini, 10 kişinin daha önce tespit edilen vakaların temaslıları olduğunu ve bu süre içinde gözetim altında bulunduklarını, 69 kişinin ise yerel vaka olduğunu kaydetti. Pilli, vakalardan 21’inin Lefkoşa, 49’unun Girne, 5’inin Mağusa, 4’ünün Güzelyurt Bölgesi'nden olduğunu belirtti. DHA

Abdullah Avcı: Trabzon geliyor!

Abdullah Avcı: Trabzon geliyor! Trabzonspor’da teknik direktör Abdullah Avcı, 4’üncü sıraya yükseldiklerini ve bunun kısa sürede harika bir durum olduğunu belirterek, “Ama yerimizde duramayız. Her zaman bir şeyi ispatlamamız gerekiyor” dedi. Süper Lig'in 23'üncü haftasında sahasında konuk ettiği Yukatel Denizlispor'u 1-0 mağlup eden Trabzonspor’da teknik direktör Abdullah Avcı, 4’üncü sıraya yükseldiklerini ve bunun kısa sürede harika bir durum olduğunu belirterek, “Ama yerimizde duramayız. Her zaman bir şeyi ispatlamamız gerekiyor” dedi.Abdullah Avcı, maçın ardından yaptığı değerlendirmede kısa sürede takım olarak iyi bir duruma geldiklerini söyledi. Zaman zaman iniş ve çıkışların olabileceğini belirten Abdullah Avcı, “8’inci gün, iki tanesi kağıt üzerinde ağır gözüken biri Süper Kupa finali, diğeri hafta sonu oynadığımız ligin lideriyken Beşiktaş müsabakası. Arkasından da hemen hemen aynı oyuncu grubuyla Denizlispor müsabakası. Her oyun zor. Bugün belki şut, topa sahip olma, rakip ceza sahasına girme, kaybettiği yerdeki baskılar. Bu oyunlar erken gol bulamazsan zorlaşır. Ama oyuncular hep oyunun içinde kalmaya gayret ettiler. Oyunun genelinde belki bir net atılan şut vardı. Takım halinde doğru duruyorduk. İyi bir oyuncu grubu var. Geldiğimiz günden beri beraber çalıştığımız ve bunu geri olarak vermeye çalışan oyuncularım var. Zaman zaman iniş çıkışlar olacak. Bu oyunlar zordur, gelişmek kolay değildir. Geldiğimiz günden itibaren hem gelişip, hem skor alıyoruz. Bu beni mutlu ediyor. Bazen antrenmandan çıkaramıyoruz, bugün oyunda da kalmak istiyorlar. Bu çok güzel ve değerli bir şey. Bugün ilk defa oynayan Bakasetas için iyi oldu. Uğurcan kalede net duruyor. Nwakaeme ayağında ağrı var ama hala oyunda kalmak istiyor. Ekuban aynı şekilde. Djaniny her geçen gün daha iyi. Savunma iyi duruyor. Kamil bugün ilk defa oynamasına rağmen doğru oynadı. Afobe giriyor, takım savunmasına yardım ediyor. Kulübenin enerjisi iyi. Bu beni mutlu ediyor. Günleri karıştırıyoruz. Bazen kalktığımızda bugünün hangi gün olduğunu bulmaya çalışıyoruz. Bu sektör bu sağlık durumunda ayakta tutmaya çalışıyor. Zor süreçler, yorgunluklar fazla. İyi dinlememiz ve toparlanmamız gerekiyor. Bugün 4’üncülüğe geldik, bu kısa sürede harika bir durum, ama yerimizde duramayız. Her zaman bir şeyi ispatlamamız gerekiyor. Kupayı almış, lideri yenmiş olabilirsiniz ama bugün yeni bir sınav veriyorsun. Yenilemek ve ispat etmek zorundasınız. 3 gün sonra yine aynı şekilde ispata çıkacağız. Trabzonspor camiasına ve şehrin bize hissettirdikleri o yüksek enerji beni memnun ediyor. Bu enerjiyi vermeye devam etsinler. Oyuncularımı tebrik ediyorum ve Denizlispor’a da başarılar diliyorum” diye konuştu."ŞİMDİ MALATYA MAÇINA BAKACAĞIZ"İnişler ve çıkışların olabileceğini kaydeden Avcı, “Trabzonspor’un 17’nci olması normal değil. Olması gereken yerler buralardır. İnişler çıkışlar olabilir. Bugünkü maçın yorgunluğunu yarın atacağız ve cebimize 3 puanı koyacağız. 4 gün sonraki Malatyaspor maçına hazırlanacağız. Her hafta 3 puanı nasıl alırız ona bakacağız. Bu 3 puanla bizi nereye taşıyacak onu zaman gösterecek. 3 transfer yaptık. Oyuncu kaliteleri, geçmişleri var. Yaşları çok uygun ve teknik kapasitesi yüksek oyuncular. Felsefemize de uygun oyuncular. Parçadan bütüne gitmeyi düşündüm. Kazandığın sürece her zaman karlısındır. Şimdi Malatya maçına bakacağız” ifadelerini kullandı. DHA

Süleyman Soylu, Twitterüzerinden Twitter'ıhedef aldı

Süleyman Soylu, Twitter üzerinden Twitter'ı hedef aldı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada Twitter'ı hedef aldı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Twitter hesabı üzerinden Twitter'ı eleştirdi. LGBTİ+ bireyleri tekrar 'sapkın' olarak nitelendiren Soylu, "Terör örgütlerine ve sapkın LGBT'ye koruma kalkanı oluşturan Twitter; şahit oluyoruz ki, eline geçirdiği iletişim tekeliyle ülkelerin, demokrasinin, huzurun kimyasını bozmaya çalışmaktadır" dedi.Bakan Soylu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Boğaziçi Üniversitesi öğrecilerinin eylemleri hakkında attığı bazı tweetlerine Twitter tarafından kısıtlama getirilmesinin ardından Twitter'ı eleştirdi. Soylu, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda şöyle dedi:"Terör örgütlerine ve sapkın LGBT'ye koruma kalkanı oluşturan Twitter; Şahit oluyoruz ki, eline geçirdiği iletişim tekeliyle ülkelerin kimyasını, demokrasinin kimyasını, huzurun kimyasını bozmaya çalışmaktadır. Emperyalizmin bu oyuncağı, insanlığı teslim alamaz."  /Archive/2021/2/4/220909194-272994605x411.jpg cumhuriyet.com.tr

Deniz Tezuysal: Korka korka hayat geçmiyor

Deniz Tezuysal: Korka korka hayat geçmiyor "Bir şeylerin değişmesi için önce biz kadınların kendimizi değiştirmesi lazım. Biz kendimizi özgür bırakmalıyız bize dayatılan kalıplardan çıkmalıyız ki çevremiz de bize ayak uydurmak zorunda kalsın çevre de değişsin. Kimsenin o şunu dedi bunu dedi, ayıp bilmem ne bu kalıplara çok fazla takılmadan, neyi kendileri için uygun buluyorlarsa neyi doğru buluyorlarsa onu yaşamaları gerekiyor diye düşünüyorum." Deniz Tezuysal’ın yazıp başrolünde oynadığı BluTV dizisi Bonkis, yeni mini dizi olarak yayın hayatımıza girdi. Tezuysal’ın kendi hayatından süzerek yazdığı senaryoda, kadınlık hallerine dair pek çok trajikomik hikâye var. Bir kadın olarak izlerken, ‘anlatılan bizim hikâyemiz’ dememek elde değil. Dizinin baş karakterinin adı da Deniz. Deniz’in en yakın arkadaşını Vildan Atasever oynuyor. Deniz, (aynı gerçek Deniz gibi) mimarlığı bırakıp açtığı kafesi Bonkis’i ayakta tutmaya çalışırken aşk, flört, aile, para gibi konularda başına gelen ‘felaketlerle’ de boğuşuyor. Kafede umutsuzca müşteri bekleyişleri, anne ve babasıyla buluşacakken kendini eski sevgilisinin nişanında buluvermesi, anne ve babasından borç isteme provaları gibi... Tezuysal’la hem dizisini hem de bu devirde kafe açmanın zorluklarını, iki Deniz’in benzerliklerini ve farklılıklarını  konuştuk.  BluTV’de başlayan diziniz Bonkis’te, kısa ama vurucu ifadeler var kadın olmaya dair... Nereden toplandınız bu hikâyeleri?Ben iyi bir gözlemciyim. Yazarlık ezelden beri yaptığım bir iş, metin yazarlığı, blog yazarlığı yaptım. Kafam hep öyle çalışıyor yani hayatı hep kayıt altına alma durumum var çocukluğumdan beri. Defterin başına geçince de o birikimden bir şeyler akıyor. Çok da şöyle yapayım böyle yapayım diye dizayn etmedim. İnsanlarla sohbetimden kalanlardan böyle bir şey çıktı ortaya. Deniz karakteri ile benim çok alakam yok. Ben yedi yıllık evliyim, altı yaşında bir oğlum var. Ben böyle olmasam nasıl olurdu, nasıl bir hayat sürerdim diye düşündüğüm şeyler de Deniz'le ilgili bu hayalleri kurmama sebep oldu açıkçası. Hep şunu diyorum o bir paralel evren Deniz’i. Ben hayatımda bir gün belki başka bir tercih yapsam şu an o hayatı yaşıyor olurdum gibi düşünüyorum. Kadınlar üzerindeki standart baskılar bana da farklı türlü sirayet ediyor. Her türlü baskı var anne babadan, etraftan... Bunları anlatmak hoşuma gidiyor. Deniz’in başına gelenler birebir benim hayatım değil ama maruz kaldığımız durumlar evli de olsak bekar da olsak çoğu zaman benzer oluyor. İki Deniz arasındaki diğer farklar neler? O evli değil, çocuksuz... Başka?Dizideki Deniz’in bir şeyi yapmayı kafasına koyduğunda içinden gelen hırsı ve inadı tamamen kendimden kattığım şey. Diziyi de bu inadım olmasa yapamazdım. O konuda çok benziyoruz ikimiz de çok inatçıyız. Ben biraz daha makul temkinli korkak bir insanım. O Deniz’in gözü kara, per şeyi yapabilir. Birazcık deli bir arkadaş kendisi. O yanı benim çok hoşuma gidiyor. Benim yapmaya cesaret edemeyeceğim çok şeyi o düşünmeden yapıyor. /Archive/2021/2/4/220824850-26-tezuysal-5.jpg9 sene mimarlık yaptı. 36 yaşında. Bir ablası var. Dedesi Bostancı Emniyet Müdürü. 7-8 göbek İstanbullu biri aileden. Babası Ereğli Demirçelik Fabrikası’nda çalışıyormuş. Tezuysal orada doğmuş. Çok eğlenceli bir çocukluk geçirmiş: “En büyük şansım orada doğmak. İstanbul’da büyüseydim bu insan olamazdım. Binlerce kişinin oturduğu lojmanlarda büyüdüm. Güvenliydi, anne babalarımız bizi sokağa salardı, gece birlere kadar oynadığımı bilirim, iyi okullar vardı, iyi eğitimler aldık. Hepimiz müzik, spor aktiviteleri hiç eksik olmadı. Avrupai bir yaşantı vardı, açık hava, her yer yemyeşil...”DOĞURUP TÜYDÜM!Yazarlığa ne zaman adım attınız? Sizi biraz daha tanıyalım...İTÜ mimarlık mezunuyum.  Üniversiteden beri edebiyat klüpleri, blog yazarlığı gibi şeylerle çok ilgiliydim. Sonra mimarlık yapmaya başladım, savrula savrula gece gündüz çalışıyoruz, başka hiçbir şey yapmaya fırsatım olmadı. Ama işi bıraktıktan sonra ben ne yapmak istiyorum diye sorunca yazarlık yapmak istiyorum dedim kendime. 30 yaşımı geçmiştim... Kendi kendime hikâyeler yazıyordum. Bartu Küçükçağlayan, arkadaşım, ‘bu yazdıklarını senaryoya dönüştürsene’ dedi bir gün. Bana yol gösterdi...  Sonra ben de ‘ben bu işi yaparım’ dedim. Baya çalıştım, gece gündüz demeden...Kaç yıl mimarlık yapmıştınız?9 sene olmuştur.Bırakmanız büyük cesaret aslında...Çoğu kişi haya kurar ama bırakamaz, karar anı nasıl oldu?Sekiz buçuk hamileydim. Hasankeyif’teki mağaraları otele dönüştürme projesinde çalışıyorduk... Karnım burnumda, gece dörtlere kadar iş, ‘ne yapıyorum ya ben’ dedim. Öyle bir sistemin içine giriyorsunuz ki, köleye dönüşüyorsunuz. Tamam projenin teslimi gecikmesin ama biz ölelim mi yani. Ne para var, her hafta ödeme bekle... Bunun sonu yok dedim, çocuk benim için kaçış noktası oldu, doğum yaptıktan sonra tüydüm! Anneliğinizin yazarlığınıza etkisi oldu mu?Çok romantik bir annelik yaşamıyorum. Anneliği kutsal gören kadınlardan değilim. Daha doğal, hayatın akışında gelişen bir şey oldu benim için çocuk sahibi olmak. Çocuğu da oradan oraya sürükledim, yaptığım her şeye dahil ettim. Yazarlığımı besliyor mu emin değilim ama benim yazar olmam annelik şeklimi etkiliyordur, daha özgür bir birey yetiştiriyor olabilirim bu rahatlıkla. /Archive/2021/2/4/220950100-pd-bonkis.jpgDiziden bir kare...KAFE AÇILMAZ ARTIK! PEYNİR KAÇ LİRA? Kafe Bonkis’i de sormak istiyorum. Kafe açmak zor mu?Ortak olduğumuz arkadaşım Öykü’nün (Karayel) bir hayaliydi, birlikte yapalım mı dediğinde deneyeyim dedim. Bir senedir evde oturuyordum. Sonra bambaşka bir hikâyenin içinde buldum kendimi. O aksiyon yazma isteği uyardırdı. 2016 yılıydı açtığımızda, yaklaşık üç senelik bir maceraydı... Çok zor bir iş. Hayaller ve gerçekler arasında uçurum var. İlk sene ellerim paramparça oldu bulaşık yıkamaktan. O iş mutlaka size kalıyor! Ve insanların bu kadar kaprisli olabileceği ölsem aklıma gelmezdi. Neler neler! Milyon çeşit insan varmış. Kimseyi memnun etmeniz mümkün değil. Birinin çok beğendiğini diğeri kafanıza atabiliyor. 10-12 saat ayaktasınız, alışveriş, derken eleman gelmez, dükkanın açılmasına beş dakika kala arar ‘hastayım’ der. Yataktan atlar, çocuğu sırtlar koşarsın dükkana, kepengi kaldırmayla boğuşursun... Pandemi öncesi dükkana alıcı çıkınca iyi ki kapattık yoksa iflas ederdik. Ben de yorulmuştum... Diziye de başlamak üzereydik...Para kazanamadınız mı hiç?Üç senenin sonunda ne zarar ettim ne de kâr. Kârım şu oldu bir sürü insanla tanıştım, bir sürü eğlenceli hikâyem oldu. Hiç pişman değilim. Nasıl hikâyeler mesela?İlk açarken ruhsat için belediyeden geldiler, ‘tamam’ deyip gittiler. Bir ay sonra bir zabıta geldi, ‘sizin bir tuvaletiniz var.’ Koşturdum belediyeye. Yasa değişmiş, çift tuvalet gerekliymiş. Bir hafta kala depoyu tuvalete çevirdik. O kadar komikti ki ne gideri var ne başka bir şeyi. O tuvaleti yapışımızı asla unutamam, ruhsat alamayacağız diye... Kafe ortamı dışarıdan çok güzel görünüyor. Tezgahtan bakınca nasıl?Mesela bazıları ‘hoşgeliniz’ deyip ilgilenince rahatsız oluyor, bazısı ilgi istiyor. Çok acayip, ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. Ters ters bakıp geçip oturan oluyor. Biz bir noktadan sonra salmıştık (gülüyor.) İnsan memnun etmek zor. Kafe açılmaz artık, isteyen de varsa otursun oturduğu yerde. Ben açtığımda beyaz peynirin kilosu 35 liraydı, bir buçuk senede 75 sene çıktı. Biz o kadar zam yapamayız ki. Aynı paraya satmaya çalışıyorsun, kahvenin çekirdiğe 50 liradan 120 liraya çıktı... İki Deniz’in de ilham verici yönleri var. Kadınlar için ufuk açıcı. Öyle bir kaygınız var mıydı kadınlara mesaj vermek gibi...Aslında doğal gelişti. Kadınların sesi olayım diye bir amacım yoktu. Kadın olmaya bakış açımız belli olduğu için aklımızdan çıkan hayaller de o şekilde oluyor. Feminist pavyon mesela... Neden olmasın? Diziyi izleyenlerden mesaj geliyor. Hoşuma gidiyor ve şaşırıyorum.Feminist pavyon çok iyi fikir birileri açabilir!Açsınlar, ben giderim (gülüyor.)Aileniz ne dedi yeni yolu çizdiğinizde?Bir tek annem ‘mimarlığa dönsen mi acaba’ diyor: “Eski ofisin belki eleman arıyordur.” Anne diyorum, “Şaka mı yapıyorsun.”/Archive/2021/2/4/220830522-26-tezuysal-10.jpg“2015'te çocuğum dünyaya geldiğinde bir sene izin aldım kaçış o kaçış, tüydüm” diyor. Başka hikâyeler var tezgahında. Başka bir dizi projesi üzerinde çalışıyor.Yeni dizisinde oynamayacak! Bonkis’te oynamasına herkes karşı çıkmış, yönetmen Emre Erdoğdu hariç. Şimdi geri dönüşlerden oldukça memnun. Oyunculuğun çok zor olduğunu söylüyor: “Deneme arzum var. Bir arkadaşım ‘bir yıl konuşmasak aradığımda doktor oldum diyeceksin diye korkuyorum’ dedi. (Gülüyor ) Seviyorum, bir şeylerin peşine takılıp gitmeyi, uğraşmayı.” Özgüveni yüksek biri misiniz? Kendime aşırı güveniyorum diyemem ama bir şeyi yapmak istersem cesaret ederim. En kötü ne olabilir? Başarısız olursun ne olacak. Dükkanda olduğu gibi... O başarısızlık da başka bir şeye yol açar. Korkmuyorum başarısız olmaktan. Bonkis’in vereceği bir mesaj varsa da o bu olmalı. Yapmak lazım ne istiyorsan. Denemek lazım. Korka korka hayat geçmiyor.Neden mimarlık okumuştunuz?Gözlemleyi, çizmeyi, dizayn etmeyi seviyordum o yüzden mimarlığı tercih ettim. Senaryo yazarken mimarlık bilgilerimden çok faydalandım. Bir tasarım nasıl oluşturulur? Hikâyesi ne olacak? Nerede geçecek? Bunları düşünürken mimarlık bilgilerim bana çok yardımcı oldu. İyi ki okumuşum. Bir günü nasıl yaşarsınız? Dizayn etme alışkanlığı olan biri günü de planlıyor olmalı...Planlı olmayı seviyorum. Aşırı düzenli olmasam da her zaman planım bellidir. Kafama göre takılıyorum diyemeyeceğim. Dizideki Deniz’e gıpta ediyorum, o kadar özgür bırakamam kendimi. Kadınlara ne söylemek istersiniz peki?Bir şeylerin değişmesi için önce biz kadınların kendimizi değiştirmesi lazım. Biz kendimizi özgür bırakmalıyız bize dayatılan kalıplardan çıkmalıyız ki çevremiz de bize ayak uydurmak zorunda kalsın çevre de değişsin. Kimsenin o şunu dedi bunu dedi, ayıp bilmem ne bu kalıplara çok fazla takılmadan, neyi kendileri için uygun buluyorlarsa neyi doğru buluyorlarsa onu yaşamaları gerekiyor diye düşünüyorum. Kimsenin ne dediğine bakmasınlar. Biz özgürleştikçe kadınlar dünyayı değiştirme yeteneğine sahip, bu bir gerçek. Dünyayı biz değiştireceğiz. Bizim evde her şey cinsiyetsiz. Yıl olmuş 2021 erkeklik ne arkadaşlar? Bırakın bunları bıktık. cumhuriyet.com.tr

Düşünmeye dair

Düşünmeye dair Hannah Arendt, Yahudi kasabı Eichmann yakalandıktan sonra 1961’de The New Yorker dergisi adına duruşmaları izlemek üzere Amerika’dan İsrail’e gitti, duruşmaları izledi ve bu duruşmalarla ilgili görüşlerini Kötülüğün Sıradanlığı alt başlığını taşıyan bir kitapta topladı. O duruşmalardan çıkardığı şey şuydu: Eichmann onca kötülüğü yapabildiyse olağandışı biri olduğu için yapmamıştı, sıradan –sizin benim gibi- bir adamdı, yalnızca kendisine verilen emirleri körü körüne yerine getirmişti. Yaptığı kötülüklerin sonuçlarını düşünemezdi çünkü düşünmeyen bir insandı. “Düşünmeyen insan.” Metin Eloğlu’nun bir şiiri vardır, kısacık bir şiir. Şiirin ilk birkaç dizesinde şair bazı sorular sorar, sorular aklımda kalmamış, ama son dize hiç aklımdan çıkmaz: Metin Eloğlu son dizesinde, “Ha şöyle, düşünmeye alışın” der. Metin Eloğlu çok zeki bir şairdir, kamçı gibi sözleriyle sizi afallatır ama onun çok muzip ve alaycı bir şair olduğunu da bilmek gerekir. Ancak o zaman anlarsınız, “Düşünmeye alışın” derken, oturup ıvır zıvır şeyler düşünmek, düşünmek değildir demek istediğini. Uğur Mumcu’nun da bir sözü vardır, herkes bayılır, tekrarlar durur. “Bilgi sahibi olmadan fikir [yani düşünce] sahibi olmak” sözünü. Bu sözün, gazetecilik bağlamında, bir şeyin doğrusunu bilmiyorsan eğrisini söyleme, yazma,  doğrusunu araştır anlamında söylediği doğrudur. Doğrudur ama gerisi de vardır. Bana sorarsanız Uğur Mumcu, oturup bu ay kiramı nasıl vereceğim diye düşünmek, gerçekten düşünmek değildir, düşünmek başka bir şeydir, demek istiyordu. Yoksa neden “bilgi” sahibi olmaktan söz etsin? ***Çünkü, “Ben nasıl kiramı ödeyeceğim?” diye düşünen adama bilgi gerekmiyor, onun hesap yapması gerekiyor, o zaten kirasını zor ödeyeceğini biliyor, zor ödeyecek çünkü parası yok, parası yok çünkü yoksul. Ama bu adam ben neden yoksulum diye düşünmeye başlarsa ona işte o zaman “bilgi” gerekir: İnsan toplulukları nasıl oluştu, nasıl gelişti, başlangıçta insanlar avcılık ve toplayıcılık yaparken zengin-yoksul var mıydı, bunlar nasıl ortaya çıktı, nasıl süreklilik kazandı, yönetimlerin bunda payı ne oldu,  yönetimler neyi yönetiyor, dinler nereden çıktı, bize ne öğütlemek için çıktı, dünya nereye, nasıl geldi falan filan diye başlayıp pek çok şey bilmesi gerekir. Bu bilmenin adeta sonu yoktur, kurcalaya kurcalaya bilgi içinde bilgi edinmenin.  Bunu yapmadığınız zaman elinizi şakağınıza dayayıp düşünmeye düşünmek denmez. Hannah Arendt, Yahudi kasabı Eichmann yakalandıktan sonra 1961’de The New Yorker dergisi adına duruşmaları izlemek üzere Amerika’dan İsrail’e gitti, duruşmaları izledi ve bu duruşmalarla ilgili görüşlerini Kötülüğün Sıradanlığı alt başlığını taşıyan bir kitapta topladı. O duruşmalardan çıkardığı şey şuydu: Eichmann onca kötülüğü yapabildiyse olağandışı biri olduğu için yapmamıştı, sıradan –sizin benim gibi- bir adamdı, yalnızca kendisine verilen emirleri körü körüne yerine getirmişti. Yaptığı kötülüklerin sonuçlarını düşünemezdi çünkü düşünmeyen bir insandı. “Düşünmeyen insan.” ***Bana bu yanıt az geldi, sorun yalnızca düşünmemekte değil, dedim kendi kendime, insanın doğuştan gelen ve terbiye edilmemiş içgüdüleri, dürtüleri, gereksinimlerinde de var, bazı kötülüklerin anası bunlar olabilir, dedim. Ama biraz düşününce baktım, insanın doğuştan gelen gereksinimlerine, dürtülerine ya da içgüdülerine teslim olması da onun, “İnsan nedir, ne olmalıdır?” hatta “Hayat nedir, yaşamak nedir?” sorularını kendisine hiç sormamış, bu konuyu düşünmemiş olmasıyla ilgili ve iş sonuçta yine gelip “düşünmeye” dayanıyor.Bu “körü körüne”, yani düşünmeden “itaat”e bizde “biat” diyorlar. “Biat” sözcüğü sözlükte “bir kimsenin egemenliğini tanıma” diye tanımlanmış. Biat etmek isteyen insan, kendisine ne söyleniyorsa onu yapar, ne söyleniyorsa ona inanır. Bağımsız aklını kullanan çocuklarına annelerin dediği gibi, “İcat çıkarma”z. Oysa Cumhuriyet icat çıkaran gençler yetiştirmeye çalışıyordu, biatçılar o yüzden cumhuriyeti hiç sevmediler.    Şimdi durup dururken aklıma bir kadın bakanın söylediği bir söz geldi, tarikat yurtlarında ırzına geçilen çocuklar için “Bir kereden bir şey çıkmaz” demişti. Belki bu eski bakan hanım çok iyi bir annedir, çocuklarının üzerine titrer, çocuklarına böyle bir kötülük yapılsa çıldırır ama kendi partisinin ideolojisi ona tarikat yurtlarına tepki göstermesini yasakladığı için bu kadar korkunç bir şey söyleyebildi. Düşünmemek tam da budur işte. “Biat” etmek, sizin iyi bir insan olabilecekken kötü biri olmanıza yol açabilir. İyi insan olmak için bağımsız düşünce ve özgürlük şarttr çünkü. İnsanı korku ipiyle istediğiniz kadar sıkı bağlayın, bu onun elinin kolunun kötülüğe ulaşmasını engellemez. .. Ülker İnce

Katarlıişinsanının rehin alınmasıüzerine 2 tutuklama

Katarlı iş insanının rehin alınması üzerine 2 tutuklama Hatay'ın İskenderun ilçesinde, Katarlı iş insanını fidye istemek için rehin aldıkları iddiasıyla gözaltına alınan 5 şüpheliden 2'si tutuklandı. İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığı koordinesinde, kentte Katarlı bir iş insanının yakınlarından ve kendisinden fidye istemek için rehin tutulduğu bilgisi üzerine İlçe Emniyet Müdürlüğü ve istihbarat birimleri çalışma başlattı.Ekipler, iş insanının alıkonulduğu Meydan Mahallesi'ndeki adrese operasyon düzenledi.Operasyonla iş insanını kurtarıldı, 5 zanlı gözaltına alındı.2 TUTUKLAMAİşlemlerinin ardından adliyeye sevk edilen zanlılardan 2'si nöbetçi sulh ceza hakimliğince tutuklandı, 3'ü adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.Savcılık, soruşturma kapsamında 4 kişi hakkında daha gözaltı kararı çıkardı. AA

Herkesi doyuran adamöldü

Herkesi doyuran adam öldü Jim Haynes, kırk yıl boyunca binlerce insanı akam yemeğinde ağırladı... Ölmüş meğerse. Eve kapanmışken daha çabuk haberdar oluyorum dünya ahvalinden diye boşuna inandırmışım kendimi. Geç duydum ölüm haberini. İlginç bir adamdı. Tuhaf anlamında söylemiyorum. Cesaret isteyen onca projeyi hayata geçirmiş, inançlarını sonuna adar savunmuş olması yüzünden de ona ilginç dediğim yok. Bunu çağına saygılısorumlu her insan yapar çünkü ya da yapmalı. Bu adam “açık eve” dönüştürdüğü evinde tam kırk yıl boyunca binlerce insanı “akşam yemeğinde” ağırlamış, bunu belki de benzerleri arasındaki en uzun sosyal sorumluluk projesine dönüştürmüştü. Nasıl ilginç bulunmaz?BÖYLE BİR ISRAR GÖRÜLMEMİŞTİRAmaç yoksulları doyurmak desem, pek öyle değildi. Paranız olmasa da giderdiniz akşam yemeğine ama katılımcıların çoğu gittiklerinde küçük miktarda bağış yaparlardı çünkü. O paralar da başka projelere harcanırdı. Neydi o zaman böyle yapması diye düşündüğümde, “herhalde” dedim “yaşadığı toplumda pek de sık rastlanmayan ‘ikram kültürünü’ yaygınlaştırmaktı amacı”. Çok sevdim bu tespitimi. Herhalde öyle olmalıdır çünkü tam kırk yıl boyunca insan ağırlamak sadece hobi olamaz. O “kültür” yerleşti mi yerleşmedi mi bilemem ama her şeyin kolayca eskitildiği günümüzde bir tutumda ısrarlı olmak neymiş bu adamda görürdünüz. Jim Haynes’dan söz ediyorum.“Serbest cinsellik” için verdiği mücadeleden bilir çoğu kişi onu. Ama sadece bu yanıyla bilmek, tanımak büyük eksikliktir kuşkusuz. ABD doğumluydu. 1950’lerin sonunda yaşadığı İskoçya’nın Edinburgh kentinde ilk karton kapaklı kitapların satıldığı bir kitapçı açmıştı. Ama ne kitapçı? Sohbete, kahve, çay içmeye geçenlerle dolup taşan bir mabetti burası adeta.  1962'de Haynes Traverse tiyatrosunun kurulmasında da etkili oldu. Henry Miller, Norman Mailer, Mary McCarthy, William Burroughs başta olmak üzere edebiyat dünyasının ne kadar devi varsa onların da katılımıyla ilk Edinburgh uluslararası kitap festivalini de düzenleyen Haynes’tir.1969'da Hollanda’da Amsterdam'da Suck dergisinin kurulmasına da yardım etmiştir. Cinsel özgürlüğün savunucusu kabul edilmesine yol açan girişimi budur. Ailesi ABD’den Venezüela’ya taşındığında 13 yaşındaydı. Liseden sonra kalktı ABD ordusuna yazıldı ama ilk büyük pişmanlığıdır bu kendi ifadesiyle. Babasının kendisine verdiği bir öğüt vardır ki, bayıldım: “Biri için güzel bir şey yaptığında hemen unut. Biri senin için güzel bir şey yaptığında bunu asla unutma”. Böyle yetiştirildiği içindir ki en büyük erdemi hoşgörülü olmasıydı.Yaşadığı mali zorluklar nedeniyle 60’lı yılların ortasında Londra’ya taşındı.  Orada da bir mekan yarattı, herkesin gelip kendini gösterdiği, hangi dalda iyiyse onu sergilediği bir mekan. David Bowie, John Lennon, Yoko Ono da gelenler arasındaydı, düşünün. Gelirken ama, kendi iskemlenizi getirmek zorundaydınız, koltuk vs yoktu mekanda çünkü. 1969'da Paris VIII Üniversitesi'nde bir yıllık misafir öğretim görevlisi olarak çalıştı. Paris’te komşularından biri Samuel Beckett’di.PAZAR AKŞAMLARI SOFRASI                           Jim Haynes, yüz binlerce yabancıyı (abartılı bulmayın doğrudur bu)  Paris’teki evinde her Pazar akşam yemeğinde ağırlamıştır. Yerliler, göçmenler, gezginlerden oluşan her ulustan insanlardı bunlar. Bugüne kadar ağırlananların sayısının 150 bini bulduğu söyleniyor. Ocağın üzerinde son derece doyurucu bir yemek olurdu. Yabancılarla bağlantı kurmanın yolunu açan kişidir.Küresel barış/özgürlük yanlısı biri olarak ulusal pasaportları ciddiye almayışını anlayabilirim. İsteyen herkese, gerçek bir pasaporttan ayırt edilmesi imkansız olan “dünya pasaportları” üretmesi de hoştur. Küresel barıştan/özgürlükten yana birine yakışır elbette. O pasaportlar o kadar inandırıcıydı ki, kimileri sınırları onlarla geçmiştir derler.Pandemi, yakınlarının yalnızlığı sevmediğini söyledikleri bu iyi adamı da vurdu.  Covid – 19 kısıtlamaları yüzünden ziyaretçi sayısı azaldı haliyle. 6 Ocak’ta ölmüş meğerse Haynes. Oğlu Jesper “bütün hedefi tüm dünyayı birbiriyle tanıştırmaktı” Neredeyse başardı” diyor.Yanlış hatırlamıyorsam Fatih Sultan Mehmet yemeklerini yalnız yermiş.  “Zatımdan başkasıyla sofraya oturmam” dediğini yazarlar. Fatih’le, benzerlerini böyle kaydeden tarih Haynes gibilerini de yazar, “sofraya tek oturmayan biri” olarak. İster Fatih gibi ister Haynes gibi davranın, Montaigne’in dediği ne kadar doğrudur: “Kral da, dilenci de aynı iştahla acıkırlar”.Bu “eşitliği” her anlamda eşitliğe çevirme kavgasında olanlara saygı, sevgi elbette.Haynes’a da. Mustafa K. Erdemol

Salgında bedenimiz kurtulur belki, ya ruhumuz?

Salgında bedenimiz kurtulur belki, ya ruhumuz? Bazı akşamlar ben de dizilere bakar oldum. “Unorthodox” adlı diziye denk geldim. ABD’de gettolaşmış Yahudi cemaatinden kaçan bir genç kadının öyküsü. Deborah Feldman başından geçenleri kitap haline getirmiş. Her dinde, mezhepte gericiliğin, cemaatçiliğin insanı nasıl esir aldığını izledim. Kadınlar için her yer güç, tüm dinler hapishane... Unorthodox dizisinden...1 Okullar yarıyıl tatiline girdi, karneler verildi. Bu cümle olağan koşullarda sevinç yaratır, güzel düşler kurulurdu. Salgın döneminde kekeme gibi aç kapa günlerini saymazsak, çok zamandır “uzaktan eğitim” denen felaketle yaşıyor çocuklar. İnsansız eğitim bu, yapay zekâ, robot çağında duygusuz insanlar yetişiyor. Yetişiyor derken, elbette nasıl, nereye diye sormak gerekir. Belki bir takım bilgiler istifleniyor olabilir, lakin ruhsal gelişim, düşünsel olgunluk bağlamında kayıp günlerindeyiz. Eve kapanmış, insan ilişkilerine yabancı çocuklar arasındayız. Eskiden karne elinde eve gelen çocuğa, sonuç her ne olursa olsun, tatille ilgili umut verilir, az ya da çok birlikte düş kurulurdu. Geçen hafta kar yağınca şöyle bir baktım sokağa, çocuklar heyecanla dokunuyorlar kara, hemen içine atılıveriyorlar. Kimi ilk kez karşılaşıyor karla; artık her ne varsa yaşama dair yapay, uzak. 2 Yeşile hasret her İstanbullu gibi, okulun kapanmasını fırsat bilip, yürüyüş için Atatürk Arboretumu’na gittik. Trafik içinde geçecek olan zaman, gidiş dönüş yolu hesaba katılmalı, eylemin pek de akıllıca olmadığını gösteriyor elbette; tıpkı kara hasret çocuklar gibi, benzer sevinçle ağaçların, bitkilerin kollarına bıraktık kendimizi. Endemik bitkilerin varlığından haberdardık da, aralarında dolaşmak ayrı bir keyif; gelişmiş ülkeler yurttaşlarına şehir içinde dinlenme, düşünme olanağı sağlayan parklar sunar. Can çekişen İstanbul çoktandır bu armağanı veremiyor. Çocuklardan kar sevinci gibi, ağaçlar, parklar,  yeşil, kuşlar, yaşama dair ne varsa çalınmış durumda. Kulak kesilince gençlerin sözcük dağarcığının ne denli yoksullaştığını görüyor insan. Hazin. Dilsiz, hissiz insanlar yetişiyor.3 Geçen gün büyük bir şirketin başındaki adam sırıtarak “evden çalışanların yüzde otuzu görevlerini aynı şekilde yapmaya salgın sonrasında da devem edecek” dedi. Eklemiş “Esnek çalışma koşulları hem insanların kendine zaman yaratmasına yarıyor, hem de maliyetleri düşürüyor” diye. Birinci sav diğerinin kılıfı! İş yaşamına katılmak, özellikle bizim ülkede, sosyal varlık olmanın kazanımıdır. Keşke “esnek” denen koşullar sahiden patron bekçisinin söylediği gibi olsa, kölelikten kurtulan çalışan yaratıcı etkinliklere zaman ayırsa. Elbet hakikat bu değil, fırsattan faydalanan patronlar yeni sömürü biçimleri buluyor. Salgında katlanan kârlar bunun en güzel göstergesi. Dilsiz,  hissiz, boyun eğen insanlar arasındayız.4 Taksim’den geçerken yükselen heybetli camiye, yerle bir olan Atatürk Kültür Merkezi’ne baktım hüzünle. Cumartesi sabah saat 11.00’de izlediğim klasik konserleri ansıdım. Dünyanın en değerli şefleri, solistleri sahne alırdı. Cep harçlığı yeterdi bilet almaya. Konserde nasıl davranılır, giyim kuşam nasıl olmalıdır, öğrenirdik. Öğleden sonra bale ya da opera izlerdik. Şimdi baleye spor muamelesi yapılıyor. AKM bunu diyebilmek için yıkıldı. Milyonlarca genç insanı yetiştiren binanın varlığı, kasıtlı biçimde ortadan kaldırıldı. Üstelik karşısına ibadethane konarak, bir tür ideolojik şifreleme yapıldı. Salgın koşulları sanatçıları muhtaç konumuna düşürdü sanılıyor, oysa çok zamandır vaziyet böyle, ne zaman toplum AKM’den vazgeçti İstanbul o gün son nefesini de verdi! 5 Gençler arasında yaygın söylem “paçayı kurtarmak için kapağı yurtdışına atmak” şeklinde. Dili olmayan birinin düşüncesi olmaz. Sabaha dek oyun bilgisayarları karşısında kendini imha eden birinin memleketi yoktur. Herkesin aynı oyunu oynaması, benzer sözcüklerle birbirini asgari ölçüde anlaması evrensellik göstergesi değildir. Kaba ortaklıklar aynılaşma doğurur, rengi olmayan, rengini yitiren insan kimliksizdir. Elbet “kimlik nedir?” sorusu değerli, tartışmaya muhtaç.  İstanbul’dan silinen ne varsa bizim kimliğimiz değil midir? Gezi Parkı’nın hüzünlü, mahzun hali gözümün önünde… Kuşaklar arası bağ tamamen koptu. Aynı memleketin yurttaşları değiliz. 6 Kredi kartıyla vergi ödeme olanağı sağlıyor devlet. Salgın günlerinde bu türden kolaylıklar olması hayranlık verici! Baktım, ne iş yaptığımı sormadan –işsiz gazeteci çağındayız malum- basmışlar cezayı. Birkaç kez hastanelere yolum düştü, hekimlerin canı pahasına çalıştığını görümdü zaten- o rakamları ödeyebilen kaç âdem vardır memlekette acaba? Aşı tartışmalarının alabildiğine arttığı günlerde kimileri “özel teşebbüs de ithalat yapsın” diyor. Yoksul insanla yolu kesişmemiş tuzu kuruların hali böyle. Vergimizi ödedik, başımız belaya girmesin bari. Bir söz vardır; “devlet borcuna kuzu alacağına kurttur” diye.7 Bazı akşamlar ben de dizilere bakar oldum. “Unorthodox” adlı diziye denk geldim. ABD’de gettolaşmış Yahudi cemaatinden kaçan bir genç kadının öyküsü. Deborah Feldman başından geçenleri kitap haline getirmiş. Her dinde, mezhepte gericiliğin, cemaatçiliğin insanı nasıl esir aldığını izledim. Kadınlar için her yer güç, tüm dinler hapishane. İnsan kendi zindanını yaratıyor; çevrimiçi zorunluluklar farklı türden sürgünlüğe, hapisliğe hepimizi mahkûm ediyor, o ayrı. Asıl sorun artık dilsiz yığınların sağa sola çarparak, bu görüntü kirliliği içinde tükenişidir. Bu çağa yabancıyım, biliyorum. Peki,  bu çağa kendini ait sayan var mı? Salgın geçer belki ama bu yara hep kanayacağa benzer… Enver Aysever/Kurşunkalem

Çanakkale'deki Boğaziçi eylemlerinde deöğrencilere gözaltı

Çanakkale'deki Boğaziçi eylemlerinde de öğrencilere gözaltı Çanakkale'de, Boğaziçi Üniversitesi'ne AKP'li Melih Bulu'nun rektör atanmasını protesto edenlere destek vermek isteyen gruba polis müdahale etti, 9 kişi gözaltına alındı. İstanbul'da AKP'li Melih Bulu'nun Boğaziçi Üniversitesi 'ne rektör olarak atanmasına yönelik protestolar, Ankara, İzmir, Bursa'nın ardından Çanakkale'de de gözaltılarla sonuçlandı. Sosyal medyadan haberleşen öğrenciler kordon boyunda sergilenen Troya Atı yanındaki Çağlar Kaynak Basketbol Sahası'nda toplandı. Polis, gruba dağılması için uyarıda bulundu. Dağılmayan gruba müdahale eden polis, 9 kişiyi gözaltına aldı.Gözaltına alınan 9 kişi, Çanakkale Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü./Archive/2021/2/4/210756401-2ea9ed3eb5f46f86642f581d0e2baed2.jpg DHA

Avustralya Açık’a teknolojikönlem

Avustralya Açık’a teknolojik önlem 8 Şubat’ta başlayacak Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nda maçlarda görevli çizgi hakemlerinin yerine hoparlörlerin kullanılacağı belirtildi. 8 Şubat’ta başlayacak Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nda maçlarda görevli çizgi hakemlerinin yerine hoparlörlerin kullanılacağı belirtildi. Sport Business’da yer alan haberde, Avustralya Açık’ta uygulanacak koronavirüs önlemleri kapsamında hakem sayısının azaltıldığı açıklandı. İlk kez bir grand slam tenis turnuvasında kullanılacak hoparlör sisteminde yerleştirilen kameralar sayesinde maçın canlı takip edilerek kural hatalarının belirleneceği ve hoparlörlere önceden kaydedilmiş seslerin hata olup olmayacağını söyleyeceği ifade edildi. Maç esnasında sahada sadece sandalye hakemi ve oyuncuların olacağı, çizgi hakemleriyle birlikte top toplayıcılarından da sahada olmayacağı kaydedildi. Oyuncuların topun çizgide sekip sekmediğine ilişkin yapacakları itirazlarda, sandalye hakeminin uygun bulması halinde görüntünün ekrana yansıtılacağı belirtildi. Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nın direktörü Craig Tiley, ABC’ye verdiği demeçte, ‘’ Avustralya Açık’ı düzenleme konusunda son derece eminiz. Buradaki tenisçiler ve destek ekipleriyle birlikte bir süre çalışacağımızı biliyoruz ve sorun çıkma ihtimalini çok düşük görüyoruz. Şu anki tek hedefimiz planladığımız şekilde turnuvayı düzenlemek ve ana plana uymak. ‘’ ifadelerini kullandı. Öte yandan Avustralya Açık Tenis Turnuvası’na ev sahipliği yapan karantina otellerinden birisinde çalışan görevlilerden birinde koronavirüs tespit edilmesi sonrasında dün oynaması gereken hazırlık turnuvası maçları ertelendi. cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter