News - Haberler
Pessoa'dan huzursuzluğun kitabı!
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Pessoa'dan huzursuzluğun kitabı! “Baştan beri sadece hayalci olmayı istedim. Yaşamaktan bahsedenleri yarım kulak dinledim. Olduğum yerde olmayana, asla olmadığım şeye ait oldum hep. Ne kadar değersiz olursa olsun, ben olmamak kaydıyla her şeyi şiirsel buldum. Ben bir tek hiçlik’i sevdim. Düşünü bile kuramayacaklarımı arzuladım sadece…” Böyle yazıyor Fernando Pessoa, ölümünden yıllar sonra ortaya çıkacak, Huzursuzluğun Kitabı’nı oluşturacak notlarından birine. Kendi kalın kabuğunda yaşamaktan yorulmuş bir adama dair yazınsal bir hezeyan niyetine… Kim bilir belki de yazdıklarının bir gün ortaya çıkacağını, yayımlanacağını düşünmeden öylesine… /Archive/2021/2/1/002725883-ic2.jpgMetinlerini hangi dürtüyle yazarsa yazsın kuşkusuz bugün Portekiz edebiyatı denince akla gelen ilk isimdir Fernando Pessoa (1888-1935). Bunda Pessoa’nın, deneme, roman, şiir, siyasi makale, tiyatro oyunu gibi edebiyatın pek çok dalında eserler vermesinin, Portekiz modernizminin kurucusu olmasının yanı sıra kendine özgü bir edebiyat adamı olmasının da etkisi vardır.Malum edebiyat, sanat dalları arasında icra edeni en fazla yalnızlaştıranıdır. Sinema, resim, müzik gibi öteki sanat dallarında, sanatçı eserini bitirene dek çeşitli insanlarla iletişim kurmak zorundayken, yazar için benzer bir durum söz konusu değildir. Yazar kısmı eserini bitirene dek sanatıyla tek başınadır, kimseyle fikir alışverişinde bulunma zorunluluğu yoktur. Edebiyatçıların çoğunlukla asosyal olmaları, yalnızlıktan haz almaları biraz da mesleki bir eğilimdir.İlk bakışta Pessoa, yalnızlığı seven yazarlardan biri gibi görünse de hayatını mercek altına alan metinleri incelediğimizde onda bu yalnızlığın daha radikal bir temsiline rastlarız. Onun yalnızlığı, dünyevi olan her şeyden elini eteğini çekmiş bir keşişin katı perhizine benzemektedir. Pessoa hayatta kalmak için yapmak zorunda kaldığı işler dışında bedenini bütünüyle kalemine amade eder. Yalnız kendi kabuğunun içinde yaşadığını, edebiyattan başka her şeyin ona dayanılmaz geldiğini yazılarında da sıkça belirtir.Pessoa her ne kadar kendini o kalın kabuğunun içine hapsetse de Kafka gibi eserlerinin insanlıktan gizli kalmasını istemez. Nitekim daha hayattayken eserlerinin bir bölümü dönemin hatırı sayılır edebiyat dergilerinde yayımlanır, edebiyat dünyasında enikonu ses getirir. Ancak gerçek anlamda üne kavuşması çok daha sonra, ölümünden, yazılarının bulunduğu sandığın ortaya çıkmasından, yazdığı metinlerin kitaplaştırılmasından sonra gerçekleşir./Archive/2021/2/1/002754211-ic1.jpgKİMLİK ARAYIŞIEdebiyatla bir şekilde ilişki kurabilen bizler biliriz ki, büyük bir yazarın bütün eserleri tek bir eserinin farklı türevlerinden ibarettir çoğunlukla. Proust’un meselesi bellek ve zamandır; Woolf’unki ise benlik ve zaman… Dostoyevski kafayı işlenen suçun kefaretine takmışken, Kafka ise yapıtlarının önemli bir bölümünü kişiye biçilen kefaretin sebebini bulmaya adamıştır. Bu minvalde Pessoa’nın edebiyatını yoğuran en önemli meselesinin kimlik arayışı olduğunu söyleyebiliriz. O, hayatını, benliğinin karanlık dehlizlerinde yaptığı yolculuğa adar. O yolculuk sırasında karşılaştığı kişiler ve olaylarla metinlerini inşa eder.Pessoa’nun kendi benliğinin karanlık dehlizlerinde karşılaştığı söz konusu kişilere gelince; bu kişiler, onun edebiyatında bazı eserlerinin yazarı veya şairi olarak tanımladığı bir tür “dış kimlik” olarak var olurlar. Pessoa’nın yarattığı bu kurmaca yazar kimlikler onun deyimiyle “kendi bedeninin içinde yaşayan, kimi zaman ona yabancıdan da yabancı olan” kişiliklerdir. Zira bu karakterlerin ne hayat anlayışları ne dini inançları ne sanata bakışları ne de kişilik yapıları birbirine benzer. Üstelik bu karakterler Pessoa’ya da benzemezler.Bir yazarın eserlerini, başka isimle yayımlatması, uzun süre gerçek ismi yerine bu kurmaca kimliği kullanması sık rastlanılan bir durumdur. Dünya edebiyat tarihi bunun emsalleriyle doludur. Ancak Pessoa’nın yönteminde olağandışı olan onun bu yazar kimlikleri bir mahlas olarak değil de gerçek kişilermişçesine ortaya çıkarması, bu kimliklere bir dünya kurması, onları farklı bir üslup ve edebi düsturla payelendirerek var etmesidir. Keza onun en tanınan kurmaca kişiliklerinden Alberto Caeiro, doğada kalabalıklardan kaçarak yaşayan barışçıl bir pagan çoban ve şairken, Alvaro de Campos coşkulu, asi, hırçın bir denizci şair, Richordo Reis ise mutluluk ve haz peşinde koşan bir şairdir./Archive/2021/2/1/002824150-ic4.jpgBERNARDO SOARESPessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı’nın yazarı olarak var ettiği Bernardo Soares ise, Pessoa’yla bazı ortak yanları olması sebebiyle bu yazar/şair kişiliklerden biraz daha farklıdır. Keza Soares de tıpkı yaratıcısı Pessoa gibi düşünceyi kutsar, hayata karışmadan kıyısından bakmayı daha evla bulur. Geçimini sağlayabilmek için bir gündüz işinde çalışır çalışmasına ancak o da tıpkı Pessoa gibi geceleri büyük bir adanmışlıkla zihnindekileri kaleme alan bir yazı üstadıdır.Pessoa’nın her satırından buram buram yükselen yalnızlık, tedirginlik, karamsarlık, yaşama karışmayı hor gören, düşünceyi kutsayan münzevilik ve varoluş sancıları Huzursuzluğun Kitabı’nda ayyuka çıkar. Soares gün ışığı altında sıradan yaşamının kisvesiyle örttüğü yaralarının kabuğunu geceleri kalemiyle kaldırır. Oradan akan ıstırap ve hüzün mürekkebine karışır. Keza şu satırlar bu hüznün kâğıdın üzerindeki küçümen bir ifadesidir:“Aynalarda gördüğüm suretim, hep ruhumun kollarına sığınırdı. Düşüncelerimde bile olduğum gibi var olabilirdim ancak: zayıf ve beli bükük biri.”Bugün artık edebiyat tarihinde hatırı sayılır bir yere sahip bir yazar olmasına rağmen, Pessoa’nın hâlâ hak ettiği ilgiyi göremediğini, edebiyatının hem akademisyenler hem de eleştirmenler tarafından daha fazla ele alınması gerektiğine inanıyorum.Bununla birlikte Pessoa’nın sandıktan çıkan notlarından, otobiyografik karalamalarından, günlük ve kimi kurmaca mektuplarından derlenerek Işık Ergüden’in değerli emeğiyle dilimize kazandırılan otobiyografik anlatı kategorisinde yer verebileceğimiz Pessoa Pessoa’yı Anlatıyor isimli kitap, sanatçıyı yakından tanımak isteyenler için şimdilik en önemli bir çalışma gibi görünüyor. Ergüden’in kitabın önsözünde belirttiği gibi bu çalışma, sanatçının ruh dünyasına ışık tuttuğu gibi, okurlara, yarattığı yazar kimlikler veya edebi-kurgusal kalkanlar olmaksızın Pessoa’nın sıra dışı kişiliğini tanıma olanağı veriyor.Huzursuzluğun Kitabı / Fernando Pessoa / Çeviren: Saadet Özen / Can Yayınları / 484 s.Pessoa Pessoa’yı Anlatıyor / Çeviren: Işık Ergüden / Sel Yayınları / 280 s. Merve KüçüksarpKasa arkasıbir toplum eleştirisi!
Kasa arkası bir toplum eleştirisi! Japon Edebiyatının yeni kuşak yazarlarından Sayaka Murata, bir kasiyerin hayatından yola çıkıp Japon toplumunun ataerkillikle kapitalizm arasına sıkışan çıkmazlarını irdeliyor. /Archive/2021/2/1/002344615-ic1.jpg Tokyo’da halen yarı zamanlı kasiyerlik yapan Japon yazar Sayaka Murata, bize çok iyi bildiği bir yerden sesleniyor: Bir marketin kasa arkasından. Kasiyer, 1979 doğumlu ödüllü yazarın onuncu romanı. Roman kahramanımız Keiko, geleneksel Japon toplumuna ayak uydurmayı becerememiş yani evde kalmış ve markette çalışan otuz altı yaşında bir kadındır. Bir gün çevresi tarafından garipsenmekten kurtulmak için kendisi gibi bekâr ve uyumsuz bir erkek olan Şiraha’yı evine alır. Onu kelimenin tam anlamıyla evcil bir hayvan gibi sahiplenir, çünkü Şiraha işsiz ve beş parasızdır. Üstelik çalışma ve toplum hayatına karışma gibi bir gayesi de yoktur.Yazar; Keiko ve onun ilişkileri aracılığıyla ataerkil zihniyeti ve kapitalist toplumun sahteliğini eleştirir. Bu anlamda romandaki yaşantının çoğunlukla markette geçmesi tesadüf değildir. Kahramanımız bir gün eve dönerken yolunu kaybeder ve marketi ıssız bir yerde karşısında buluverir. Aslında market bütün yapaylığı, saydamlığı ve tekdüzeliğiyle Keiko’nun kendisidir. Çünkü Keiko, çocukluğundan beri garip biri olduğuna inanmış/inandırılmış, çareyi de insanları taklit etmekte ve duygularına yabancılaşmakta bulmuştur. Öyle ki roman boyunca karakterin duygularından bahsettiğini görmeyiz. Zaten karakter duygulandığı zaman bile bunun neden olduğunu anlamaz ve okura da anlatamaz./Archive/2021/2/1/002415833-kapak.jpgUyum sağlamamış, sağlamış gibi yapmış, bunu yaparken de kendi içini boşaltmıştır. Ta ki Şiraha ile karşılaşıncaya kadar... Şiraha da toplumun baskısından nasibini almıştır. Fakat Keiko’dan farklı olarak o sürekli isyan eder ve uyum gösteriyormuş gibi yapmayı reddeder. Fakat bu isyan da görünüştedir ve aslında nefret ettiği zihniyetin düşüncelerini ne kadar sahiplendiğini Keiko’yla olan iletişiminde görürüz. “Senin gibiler bakire bile olsa ikinci el sayılır... Erkek olduğum için ben bir nebze paçamı kurtarabilirim ama artık senin elinden hiçbir şey gelmez” der ve Keiko’nun evindeki penisli varlığının, toplum baskısının kesilmesi için gerekli olduğuna onu inandırır. Böylece Keiko ona bakmak için daha fazla çalışmaya, Şiraha da evin küvetinde parazit bir yaşam kurmaya başlar.Karakterin donuk anlatımı hikâyeyi yer yer kara komediye dönüştürse de karakterle bağ kurmamızı güçleştirdiğinden metni zayıflatan bir unsur olarak karşımıza çıkar. Nitekim Keiko’nun market yaşamı sayfalarca anlatılırken Keiko’nun ailesi, eski arkadaşları ve Şiraha ile olan ilişkilerine görece az yer ayrılmıştır. Karakterin birdenbire topluma daha fazla uyum sağlama çabasına neden girdiğini okur olarak anlamakta zorlanırız. Keiko’nun hayatını market raflarının önünden geçer gibi izler, tüketiriz. Belki de yazarın amaçladığı şey tam da budur.Kasiyer / Sayaka Murata / Çeviren: H. Can Erkin / Turkuvaz Kitap / 126 s. Cumhuriyet Kitap Eki‘Popülizmin Küresel Yükselişi’
‘Popülizmin Küresel Yükselişi’ “İşte milyon dolarlık soru: Popülizmi gelecekte neler bekliyor? Popülist aktörler dünya çapındaki başarılarının keyfini sürmeye devam edecekler mi? Popülizmin farklı bağlamlarda ‘ana akımlaştırılmaya’ devam etmesini bekleyebilir miyiz? Açıkça ifade etmek gerekirse, şayet koşullar bugünkü haliyle devam ederse, popülizmin belirleyici konumunu uzun dönemde sürdürme ihtimali yüksek. Popülizm için iyi zamanlar olduğu söylenebilir.” /Archive/2021/2/1/002111178-icc.jpgSon yıllarda hakkında en çok konuşulan kavramların başında popülizm geliyor dersek, abartmış olmayız. Peki ama popülist politikaların ve popülist siyasetçilerin böylesine itibar gördüğü bir zamanda, popülizmi bir “arıza” olarak görerek kestirip atmadan, onu tam da “bugün” nasıl ele alabiliriz?Benjamin Moffitt, Popülizmin Küresel Yükselişi: Performans - Siyas - Üslup ve Temsil adlı incelemesinde, popülizm etrafındaki temel tartışmaları okuyucuya sunuyor.Popülizmin “bugüne” dair ne tür izler taşıdığını titizlikle keşfe çıkan Moffitt; “siyasi üslup” kavramını zenginleştirerek popülizmin çağdaş biçimlerini anlamaya ve günümüz popülizmine özgü özellikleri açığa çıkarmaya çalışıyor.Popülizmin Küresel Yükselişi: Performans - Siyas - Üslup ve Temsil / Benjamin Moffitt / Çeviren: Onur Özgür / İletişim Yayınları / 280 s. Cumhuriyet Kitap EkiÜtopya edebiyatının peşinde
Ütopya edebiyatının peşinde İnsanlar tarihin başlangıcından bu yana daha iyi bir hayatın, refah içinde bir düzenin özlemini duyar ve bu özlem elbette edebiyatta da kendine yer bulur. Yüzyıllardır var olan “daha iyi bir yer” tahayyülü, ismine Thomas More’un Utopia adasında kavuşmuştur. Bu adadan ayrılıp tüm dünyaya yayılan ütopyacılık, disiplinlerarası bir kavram olarak pek çok alanda karşımıza çıkıp gelişmeyi sürdürüyor. Gregory Claeys tarafından derlenen Ütopya Edebiyatı, yüzyıllara uzanan bu geleneğin doğuşunu, gelişim aşamalarını ve günümüzdeki durumunu ele alan, kavramsal ve kuramsal meselelere eğilen 11 makaleden oluşur. /Archive/2021/2/1/001745836-ic1.jpgÜTOPİK TARTIŞMALAR!Gregory Claeys tarafından derlenen Ütopya Edebiyatı, yüzyıllara uzanan bu geleneğin doğuşunu, gelişim aşamalarını ve günümüzdeki durumunu ele alan, kavramsal ve kuramsal meselelere eğilen 11 makaleden oluşur.J.C. Davis, Jacqueline Dutton, Alessa Johns, Patrick Parrinder, Nicole Pohl, Kenneth M. Roemer, Lyman Tower Sargent gibi alanında uzman isimlerin katkısıyla oluşturulmuş bu kaynak kitap, Tarih ve Edebiyat olarak iki bölüme ayrılır:İlk bölümde “ütopya” kelimesinin etimolojik kökeninden, bir edebiyat türü olarak dizgedeki yerini alma sürecinden ve diğer edebi türlerle olan ilişkisinden bahsedilir. İkinci bölümde ise bilimkurgu ve romans gibi türlerin ütopyalarla olan ilişkisi, feminizmin ve sömürgecilik sonrası kuramların türe etkileri, batılı olmayan ütopya gelenekleri ve ekoloji - distopya ilişkisi ele alınır.Böylece bir bütün olarak Ütopya Edebiyatı, tarihi, politik ve edebi bir alanın uzun süreli, zengin geleneğinin evrimini ve mevcut halini; geleneğin nasıl yeniden inşa edildiğini ve ütopya edebiyatını çevreleyen temel entelektüel tartışmaların neler olduğunu okuyucuya sunar.HÜMANİZMİN BİR UZANTISI1516 yılında Thomas More, Utopia adlı kitabında betimlediği adaya bir isim verme ihtiyacıyla “ütopya” sözcüğünü türetir. Sözcük başta hayali yerleri çağrıştırmak üzere doğsa da daha sonra belli bir tür anlatıya atfen kullanılır. More’un ütopya düşüncesi, insanın geleceği inşa etmek için aklını kullanabileceği inancıyla temellenen hümanizmin bir uzantısıdır.More “ütopya” sözcüğünün mucidi olsa da daha iyi bir hayata olan arzuya yönelik ütopyacılığı ilk kullanan o değildi; Antik Yunan’daki arketiplerde ve Platon’un Devlet’inde de (M.Ö. 370-360) bu tahayyüller karşımıza çıkar.Ütopyacılık fikri mevcut toplumun bu dünyada tasavvur edilen yeni düzeni ile insan ilişkilerinin tesisine ve insanların doğaya karşı tavırlarının daha uyumlu şekilde yapılandırılmasına odaklanır.Fátima Vieira, kitabın giriş makalesi olarak kaleme aldığı “Ütopya Kavramı” adlı yazısında, hem “ütopya” sözcüğünün kökenini ve doğuş sürecini hem de bu fikri yaratan zemini inceler./Archive/2021/2/1/001802836-ic2.jpgBİLİMKURGUYLA KESİŞME VE H.G. WELLS!“Ütopya” yeni bir kavramı adlandırmak üzere türetilmiş bir neolojizm olmakla birlikte, daha sonrasında başka yeni sözcüklerin oluşumunda da kök olarak kullanılmış ve distopya, anti-ütopya, heterotopya, ekotopya gibi türetimsel neolojizmler yaratılmıştır.Ütopya, distopya ve bilimkurgu arasındaki geçişliliğe dikkat çeken Peter Fitting’e göreyse, modern bilimkurguyla ütopyanın kesişimi, bilimkurgunun geleceğe dair umut ve korkularımızı bilim ve teknolojiyle ilintilendirme becerisiyle başlar. Bu geçişliliğin içinde H.G. Wells ayrı bir yerde durur.Wells hem “bilimsel roman” olarak adlandırdığı distopyacı imalarla yüklü bilimkurgu eserleri Zaman Makinesi, Dünyalar Savaşı, Doktor Moreau’nun Adası’nı (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) kaleme almış, hem de daha klasik ütopyalar (Tanrı İnsanlar, Modern Bir Ütopya) yazmıştır.DİSTOPYACI YAZARLAR VE TOPLUMSAL TAHAYYÜLWells, kariyerine 19. yüzyılın sonlarına özgü bir karamsarlık havasıyla başlamış, bu muhtelif distopyalarından sonra ütopyayı benimseyerek bozulmanın yerine yenilenmeyi koymuştur. Wells, 1901 yılından başlayarak toplumsal tahayyüllere ve dünya devleti fikrine yönelik çalışmalara ağırlık verir.Wells, Orwell, Zamyatin ve Huxley gibi yazarlarla birlikte, 1900’den sonra distopyacı eğilimler artış gösterir. Jack London’ın ilk distopya örneği olarak kabul edilen Demir Ökçe’si kapitalizmi hedef alır, Charlotte Gilman Perkins kendi ütopyacı eseri Kadınlar Ülkesi’ne bir nevi yanıt olarak Bizim Ülkemiz’i yazar. Ray Bradbury’nin ünlü Fahrenheit 451’i de batılı toplumlardaki hedonizmi lanetleyen ithamları resmeder./Archive/2021/2/1/001820102-ic3.jpgTOPLUMUN SİSTEMATİK TASVİRİÜtopyacı anlatı, yazarın kendi toplumundan daha iyi olan ve onun karşısında yer alan bir toplumun sistematik tasviridir. Dolayısıyla ütopya, kadınlar için de mevcut toplum yapısına yönelik eleştirilerini sunmalarına yardımcı olacak güçlü bir araçtır.Modern feministlerin daha adil ve eşitlikçi bir toplum arzularını dile getirmek amacıyla, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başında ütopyacı vizyona geri dönmesi ve 1970’lerin özgürleşme hareketleri feminist ütopyacılığı yeşertmede rol oynamıştır.Feminist ütopyacı yazarlar eğitime, insan psikolojisine, doğaya yönelerek ataerkil sistemi tadil etmenin ve toplumdaki güçsüzlerin yaşamını iyileştirmenin yollarını arayan farklı dünyalar tahayyül ederler. Erişilebilir olmayan bir geleceğin aksine, filizlenebilir bir gelecek önermek için yüzlerini ütopyaya dönerler. Belki de Gayatri Spivak’ın sorduğu “Madun konuşabilir mi?” sorusunun yanıtı bu ütopya metinlerinde gizlidir, onlar bu metinler aracılığıyla konuşurlar.GOGOL’UN PALTOSU, PLATON VE MORE’UN ADASI!Lyman Tower Sargent, “Sömürgeci ve Sömürgecilik Sonrası Ütopyalar” ve Jacqueline Dutton da “Batılı Olmayan Ütopya Gelenekleri” adlı makaleleriyle, ideal toplumu tahayyül etmenin batılı yolu addedilen ütopyanın epistemolojik temellerini sorgular, batılı ütopya geleneğini indirgeyici bir sınıflandırma olarak ele alırlar. Batılı kalıpların ötesinde, Doğu’nun da bize anlatacakları olduğunu hatırlatırlar.Nasıl ki Dostoyevski, Rus edebiyatındaki gerçekçilik akımına atfen “Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık” demişse, biz de ütopya edebiyatının Platon’un kurduğu Devlet’ten ve More’un tahayyül ettiği adadan çıktığını söyleyebiliriz. 2007 yılında Isparta’daki uçak kazasında aramızdan ayrılan genç fizikçinin ismini yaşatan Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi ile Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın ilk ortak yayını olan bu kitap, More’un adasından günümüze uzanan ütopik yolculuğu takip edip anlayabilmek için önemli bir kaynak olacaktır.Ütopya Edebiyatı / Gregory Claeys / Çeviren: Zeynep Demirsü / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphanesi / 424 s.Utopia / Thomas More / Çevirenler: Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Mina Urgan / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / 224 s.Devlet / Platon / Çevirenler: Sabahattin Eyüboğlu, M. Ali Cimcoz / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / 392 s. Damla GölTuhaf, kozmik Lovecraft!
Tuhaf, kozmik Lovecraft! Geçen yüzyılın başında yaşamış H. P. Lovecraft’ın son derece verimli külliyatının, kendisi hayattayken, tek bir öyküsü dışında kitap formunda basılmamış olması, kulağa şaşırtıcı geliyor. Yalnızca 2019’da Türkçede birden fazla yayınevi tarafından yazarın yapıtlarının hem yeni çevirileri hem de eski çevirilerin yeniden değerlendirildiği baskıları yayımlandı. /Archive/2021/2/1/001236760-ic1.jpgGeçen yüzyılın başında yaşamış H. P. Lovecraft’ın son derece verimli külliyatının, kendisi hayattayken, tek bir öyküsü dışında kitap formunda basılmamış olması, kulağa şaşırtıcı geliyor. Yalnızca 2019’da Türkçede birden fazla yayınevi tarafından yazarın yapıtlarının hem yeni çevirileri hem de eski çevirilerin yeniden değerlendirildiği baskıları yayımlandı.Amerika’nın en önemli yazarlar panteonuna girmesi geç oldu ama H. P. Lovecraft’ın eserleri, dehşetin kozmik haline dikkat çeken dünya görüşü ve kanonlaşmasına ön ayak olduğu tuhaf kurgu türü şüphesiz, 21’inci yüzyılın başında edebiyat, sinema ve akademi çevrelerinde yoğun ilgi görüyor. H. P. Lovecraft’ın hayattayken niçin rağbet görmediğini açıklamaktansa, bugün nasıl olup da kıymet bulduğunu sormak anlamlı olacağa benzer.H. P. Lovecraft deyince akla gelen motiflerin çoğunun mucidi yazarın kendisi değildi fakat bugün bunlardan bahsederken “Lovecraftçı” sıfatını kullanıyoruz. Yazar, insan-öncesi bir kültürün kadim şehri Hastur’u Robert W. Chambers’ın Sarı Kral’ından (ki o da Ambrose Bierce’dan almıştır), Kadim Tanrılar mitosu konseptini Lord Dunsany’den aldığını Poe’nun, Algernoon Blackwood’un ya da Arthur Machen’in kendisini nasıl etkilediğini “Lovecraft Çevresi” olarak da anılan Clark Ashton Smith, Robert E. Howard, Robert Bloch gibi yazarlara yazdığı mektuplarda ifade ediyordu.Yazışmaları sayesinde öncülleri ile ardılları arasında bir köprü vazifesi gördü; 18. yy’dan gelen gotik geleneğin günümüze taşınabilmesinin olmazsa olmaz koşulunun, türün 20’inci yüzyıl ruhuna özgü anksiyetelere göre güncellenmesinin bir aracısı oldu Lovecraft. Bunun da ötesinde, tuhaf kurgunun China Mieville, Jeff VanderMeer, Thomas Ligotti, Clive Barker, Neil Gaiman gibi bugünkü yüz akı yazarlarının Lovecraft’ı büyük usta olarak işaret ettikleri sır değildir./Archive/2021/2/1/001257541-ic2.jpgCTHULHU MİTOSUH. P. Lovecraft’ın yazdıklarını derleyip yayımlamak amacıyla kurulan ve Lovecraft Çevresi’nden pek çok ismin ilk evi olan Arkham House yayınevinin sahibi, yazar ve editör August Derleth, “Cthulhu Mitosu” kavramını ortaya atan kişiydi.Bugün, S.T. Joshi gibi HPL uzmanı eleştirmenlerin geçerli bulmadıkları “New England Öyküleri, Dunsany-vari öyküler ve Cthulhu Mitosu” kategorizasyonu, Derleth’e aittir. Böyle bir ayrımdan ziyade, tekrarlanan motifler, mekanlar, temalarla ve her şeyden önemlisi dehşetin kozmik kipi ile birbirine bağlanan parçalardan oluşan, bir açık evren söz konusudur.Lovecraft’ın tanrı tanımaz dünya görüşüyle çelişen Katolik hassasiyetlerinin güdümünde, Derleth, kendisi de öyküleriyle katkı sunduğu bu açık evrende iyiler ile kötülerin savaşını aramış, Lovecraft’ın niyetlenmediği bir ahlaki boyutu kendi mitos öykülerinde inşa etmek istemiştir.H. P. Lovecraft bir mektubunda, tuhaf kurgu yapıtlarında insan olmayan varlıkları, - uzaylıları - mutlaka insani ölçekte ve biçim, motivasyon ve varlık koşulları yönünden insana benzer tarif edilmesini çocukça bulduğunu söylüyordu:“Tüm öykülerim insanın alelade yasalarının, çıkarlarının ve hislerinin geniş dış-evrende bir geçerliliği, bir önemi olmadığı önermesi üzerine kurulu. Zamanın, uzayın veya boyutların dışında oluşun hakikatine ulaşmak için, insanoğlu denen ırkın, organik yaşam, iyi ve kötü, sevgi ve nefret gibi geçici ve görmezden gelinebilir vasıflarını unutmak gerekir.”Öyle ki, Kadimleri tanrı olarak kabul eden - ve feci şekilde yanılan - kült üyelerinin meşum kitap Necronomicon’dan aldıkları duaların, Cthulhu gibi kelimelerin dilini icat ederken Lovecraft, insanın telaffuz edemeyeceği bir dil olmasına özen göstermiştir. Burada, “herşeyin ölçüsü insandır,” diyen bir hümanizmden mümkün olan en uzak noktadayız.H. P. Lovecraft’ın büyüsü kaçmış evreninde, insanı bulmak zordur; Lovecraft mitosunda, yaşamı veya ölümü anlamlı olan, bir yolculuğa çıkıp bir yere varabilen kahramanlar olmadığı gibi, karakterlerinin değişmesi, psikolojik açıdan derinleşmesi söz konusu değildir. En fazla, Kadimlerle veya işaretleriyle karşılaşıp, korkudan akıllarını yitirebilirler.Zaten, dile gelmeyen, akılla kavranamayan ve insanoğluna bir avuntu ihtimali bırakmayan dehşetlerin dünyasıdır burası; herhangi bir bilgi edinebilen insanlar da bilgiyi başkalarıyla paylaşmanın bir yolunu bulamazlar. İnsanlığın bir zamanlar mikroorganizmalardan habersiz oluşu gibi, Dagon’un, Cthulhu’nun yeryüzündeki varlığından ve kadim uygarlığından habersiz olmaları da bir kozmik dehşet kaynağıdır. Demek ki HPL evreninde, bilgi ile kurulan ilişkinin sorunsallaşması söz konusudur./Archive/2021/2/1/001319885-kapakic3.jpg21’İNCİ YÜZYILDA KOZMİK DEHŞETBilginin meşruiyet zemininin kayganlaşmaya başladığı 17’inci ve 18’inci yüzyıllarda Gotik anlatılar ortaya çıkmışsa, sekülerleşmenin hız kazandığı, Darwin’in evrim teorisiyle, statik, tahmin edilebilir bir Yaradılış’tan akışkan, birbirine dönüşen biçimlerin tehditkar alemine geçilen, Freud’un özgür ve bilinçli bireysel iradeye olan inancı silip süpürdüğü dönemde yaşayan Lovecraft da, bu dönemin anksiyetelerine ses vermişti şüphesiz.İnsanoğlunun bir zamanlar kendini merkezinde gördüğü evrendeki yeri konusunda bildiklerimizin sahası her geçen gün genişlermiş gibi görünüyor ama dünyanın “büyüsü kaçtıkça” insanın varlığına, işlerine, heveslerine ve istikbaline karşı kayıtsız bir evrende yaşadığımız gerçeğiyle yüzleşmek gereği de doğuyor.21’inci yüzyılın ilk on yılı içinde hakikat-sonrası, sahte haber, alternatif gerçek gibi kavramlarla yüz yüzeyiz ve insanoğlu yalnızca değerler bazında değil, aynı zamanda neyin gerçek olduğu konusunda da mutabakata varmakta zorlanıyor; bilginin ve inancın ya da kanaatlerin, ideolojilerin doğası, meşruiyeti, akla yatkınlığı temelden sorgulanmakta.Ekolojik felaket, muhafazakâr ideolojilerin yükselişi, dijital altyapıdan faydalanarak kitlelerin manipüle edilebilmesi gibi geç kapitalist dönemin çelişkileri, bir epistemoloji krizi; bilginin ve bilmek zemininin sorunsallaşmasının krizi olarak görülemez mi?Tuhaf kurgu türü ve bu türün Lovecraftçı kozmik dehşet damarı, bir kez daha istikrarı bozulmuş, önceki paradigmanın tanıdık düşünsel kabullerinin güvencesinden mahrum bir medeniyetin korkularını, fantazilerini, marazlarını ifade etmek için gerekli cephaneyi sağlıyor. Fatma Cihan Akkartalİntikamın soyağacı
İntikamın soyağacı Birbirinden bağımsız iki tarihsel trajedi; “Radyum Kızları” olarak bilinen işçilerin ve elektrik verilerek öldürülen filin trajedisi, Brooke Bolander’ın kısa romanında, tek bir hikâyede birleşiyor. /Archive/2021/2/1/000818655-ic1.jpg 1900’lü yılların başında ABD’deki çeşitli fabrikalarda, karanlıkta parlayan saatlerin imalatına başlandı. Bunun başlıca sebebi cephedeki askerlerin geceleri de saatlerini bir ışık kaynağı kullanmadan ve düşmana görünmeden görebilecek olmasıydı. Bu saatlerin kadranlarına parlaklık veren boya radyum içeriyordu ve bunun sonucunda, saat boyama işinde çalışan fabrika işçilerinin birçoğu radyasyon zehirlenmesine maruz kaldı. Kimisi çalıştıkları kurumlara dava açsa da birçok kadın işçi hayatını çok büyük acılar çekerek kaybetti. İşte bu işçi kadınlar tarihe “radyum kızları” olarak geçti.Yine aynı yıllarda, Coney Adası’nda, sirklerde çalıştırılan Topsy adlı fil birkaç kişinin ölümüne sebep oldu ki bunlardan biri filin üzerinde sigara söndürmek istemişti. Bunun üzerine sirkten çıkarılan Topsy’nin halka açık bir biçimde idam edilmesine karar verildi, hem de elektrik verilerek./Archive/2021/2/1/000831686-kapakic2.jpgRADYUM KIZI REGAN VE FİLLER!Birbirinden bağımsız bu iki tarihsel trajedi, ödüllü yazar Brooke Bolander’ın Zararsız Tek Büyük Şey başlıklı kısa romanında, tek bir hikâyede birleşiyor. Üç farklı anlatıcı kısa bölümler halinde peş peşe devreye giriyor ve döngüsel bir çerçeve çiziyorlar.Bunlardan biri, “radyum kızları”ndan biri olan Regan’ın başına gelenleri okuduğumuz bölümlerden oluşuyor. Diğeri ise fillerle diplomatik ilişki kurması ve onlara radyoaktif trajediyi hatırlatan bir teklif götürmekle görevli bir bilim insanı olan Katherine’in bölümlerinden meydana geliyor.Nesilden nesile öykülerini miras bırakan fillerin dokunaklı anlatısı da ayrı, üçüncü bir izlek halinde ilerliyor. Kısacık bir kitap da olsa anlatı üç farklı ama iç içe geçen, giderek etkileyiciliği artan, bir yanıyla sert, bir yanıyla dokunaklı öykülerin kesişiminden ibaret./Archive/2021/2/1/000852780-ic3.jpgVE İNTİKAM...Brooke Bolander, tarihte gerçekten yaşanmış olayları bir noktaya kadar sadık bir şekilde birleştirdikten sonra, alternatif bir final sahneye koyuyor. Radyum kızların ve Topsy’nin - ve elbette diğer fillerin - intikamını kurguluyor. Bir de bunu yaparken hikâye anlatıcılığı hakkında bir hikâye de sunmaya çalışıyor. Üç katman birleştiğinde, bir intikamın soyağacının resmini görüyoruz adeta.Brooke Bolander Türkçede ilk defa okuduğumuz bir yazar ama yurtdışında okur kitlesini çoktan yaratmış, kendine has bir hayal gücüyle kalburüstü öykülere imza atan biri.Theodore Sturgeon Onur Ödülü Adayı olan, çeşitli öyküleriyle Hugo, Nebula, Locus gibi ödüllere de birçok kez aday gösterilen yazarın en çok ses getiren kısa romanı - kimilerine göre uzun öyküsü - Zararsız Tek Büyük Şey; Nebula En İyi Uzun Öykü Ödülü ile Locus En İyi Uzun Öykü Ödülü’ne değer görülürken, En İyi Kısa Roman dalında Britanya Fantazi Ödülü, Dünya Fantazi Ödülü ve Shirley Jackson Ödülü’ne, ayrıca Hugo En İyi Uzun Öykü Ödülü’ne aday gösterilmiş bir kitap.Bu kadar ödül ve adaylığın sebebinin, metnin ustaca kurulmasında, anlatıcının döngü halinde sürekli değişmesine rağmen tadını hiç kaybetmemesinde, dildeki şiirselliğin anlaşılırlığını yitirmemesinde yattığını söyleyebiliriz ki çevirmen Çağlar Kök’ün de bunda büyük bir payı var.Zararsız Tek Büyük Şey / Brooke Bolander / Çeviren: Çağlar Kök / Çınar Yayınları / 88 s. Tolga Babanur'Çoğunluğun Zorbalığı'
'Çoğunluğun Zorbalığı' Çoğunluğun Zorbalığı, siyaset bilimi literatürünün kanonik eserlerinden Amerika’da Demokrasi’den seçilmiş bölümlerden oluşuyor. Alexis de Tocqueville bu metinlerde, modern demokrasilerin ayırıcı özelliği olan eşitlik tutkusunun özgürlüğü tehdit eder hale gelebileceğini ve sonunun çoğunluğun tiranlığına varabileceğini ileri sürer. Amerika’da çoğunluğun sınırsız gücünün halkın düşünceleri, ulusun karakteri ve kamu yönetimi üzerindeki etkilerini çözümler. /Archive/2021/2/1/000517063-kapak.jpgSiyaset bilimi literatürünün kanonik eserlerinden Amerika’da Demokrasi’den zihin açıcı bir bölüm. Fransız hukukçu, düşünür ve tarihçi Tocqueville, 1830’lu yılların başında Amerika Birleşik Devletleri’ne uzun bir seyahat yapar. Amerikan demokrasisi, siyasal sistemi ve toplumsal yapısı hakkındaki bu “saha çalışması” boyunca yaptığı gözlemlerine dayanan görüş ve çözümlemelerini, 1835 ve 1840 yıllarında iki cilt halinde yayımlanan ve siyaset bilimi literatürünün kanonik eserlerinden biri haline gelen Amerika’da Demokrasi adlı çalışmasıyla kitaplaştırır.Çoğunluğun Zorbalığı bu kitaptan seçilmiş bölümlerden oluşuyor. Tocqueville bu metinlerde, modern demokrasilerin ayırıcı özelliği olan eşitlik tutkusunun özgürlüğü tehdit eder hale gelebileceğini ve sonunun çoğunluğun tiranlığına varabileceğini ileri sürer. Amerika’da çoğunluğun sınırsız gücünün halkın düşünceleri, ulusun karakteri ve kamu yönetimi üzerindeki etkilerini çözümler.Çoğunluğun Zorbalığı / Alexis de Tocqueville / Çeviren: İnci Malak Uysal / Can Yayınları / 64 s. Cumhuriyet Kitap EkiJaponya,Çin'e karşıalarma geçti
Japonya, Çin'e karşı alarma geçti Japonya'nın, Çin'in sahil güvenlik ekiplerine ülkenin egemenliğini ihlal eden unsurları vurma yetkisi vermesinin ardından, alarma geçtiği iddia edildi. Japan Times'ta yer alan haberde, ismi açıklanmayan Japonya Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin, Çin'in çıkardığı yasanın uluslararası hukuka dayalı düzeni sarsabileceği uyarısında bulunduğu kaydedildi.Haberde, Tokyo yönetiminin, Çin ile ihtilafa konu olan Doğu Çin Denizi'ndeki tartışmalı Senkaku Adaları üzerinden meydana gelebilecek askeri hareketliliğe hazırlandığı ve alarm durumunda olduğu belirtildi.Ayrıca, haberde, iktidardaki Liberal Demokrat Parti'den bazı isimlerin Japonya Öz Savunma Kuvvetleri'nin Çin'in askeri girişimlerde bulunması halinde "daha büyük bir rol oynaması gerektiği" ifade edildi.''ULUSLARARASI HUKUKUN AKSİNE UYGULAMAMALIDIR''Japonya Ulusal Güvenlik Konseyi, 29 Ocak'ta bölgesel meseleleri görüşmek üzere toplanmış, Dışişleri Bakanı Toshimitsu Motegi ise düzenlediği basın toplantısında, "Çin, hukuku, uluslararası hukukun aksine uygulamamalıdır" uyarısında bulunmuştu.SİLAH KULLANIMI YETKİSİ TANINMIŞTIÇin'de yürürlüğe giren kanun uyarınca, sahil güvenlik ekiplerine, "denizlerde yabancı kuruluşlar veya şahıslar tarafından ulusal egemenlik ve yargı yetkisinin ihlal edildiği durumlarda silah kullanımı da dahil gerekli tüm tedbirleri alma" yetkisi tanınmıştı.Yasayla ayrıca sahil güvenliğe, Çin'in hak iddia ettiği resifler ile adalar üzerine inşa edilen diğer ülkelere ait yapıları yıkma ve Çin'in kara sularına yasa dışı olarak giren yabancı gemileri ele geçirme yetkisi de verilmişti.Söz konusu yasanın ihtilaflı Güney Çin Denizi'ndeki çatışma riskini artırabileceği kaydediliyor. AAOtomobilinçarptığıgece bekçisi yaralandı
Otomobilin çarptığı gece bekçisi yaralandı İstanbul Fatih'te sokak üzerinde otomobili çarptığı gece bekçisi yaralandı. Kaza, saat 22.30 sıralarında Vefa Mahallesi Canfeda Cami Sokak'ta meydana geldi. İddiaya göre, sokak üzerinde Genel Bilgi Toplama (GBT) yapan gece bekçisine otomobil çarptı. Haber verilmesi üzerine olay yerine ambulans sevk edildi. Yaralanan bekçi hastaneye kaldırılarak tedavi altına alındı. Bekçinin sağlık durumunu iyi olduğu öğrenildi. DHAAykut Erdoğdu'dan Berat Albayrak iddiası: 130 milyar dolarlık rezervi kimlere kıyakçekti?
Aykut Erdoğdu'dan Berat Albayrak iddiası: 130 milyar dolarlık rezervi kimlere kıyak çekti? CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, Merkez Bankası'nın eriyen rezervlerini hatırlatarak, "Önceki Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın erittiği rezerv ile kimlere kıyak çektiği incelenmelidir" çağrısını yaptı. CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, ekonomik kriz ile ilgili yazılı açıklama yaptı.Ekonomik kriz için kısa vadede dış kaynak bulunması gerektiğini belirten Erdoğdu, "Türkiye, yeni bir kur şoku ile karşılaşmak istemiyorsa, gerçek bir adalet reformu yapmak, kuvvetler ayrılığını tesis etmek ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmek zorunda" düşüncesini dile getirdi.''50 MİLYAR DOLAR DIŞ KAYNAK''Türkiye'nin dövize muhtaç olduğunu ifade eden Erdoğdu, "Kısa vadede 50 milyar dolara yakın bir dış kaynak bulması gerektiğini" belirtti. ''BERAT ALBAYRAK, KİMLERE KIYAK ÇEKTİ?''Erdoğdu, Merkez Bankası'ndaki 130 milyar dolarlık rezervinin, sırf doları belli seviyede tutmak için akılcı olmayan bir ekonomi politikasıyla yok pahasına elden çıkarıldığını belirterek"Önceki Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın erittiği rezerv ile kimlere kıyak çektiği incelenmelidir" değerlendirmesini yaptı.''KRİZ DEVAM EDECEK''Erdoğdu, "Pandemi bitse bile kriz devam edecek. Bu kadar derin bir krizden ancak gerçek bir yapısal reform yaparlarsa çıkarlar. Reform yapıyormuş gibi görünmekle ne güveni tesis edebilirler ne de ekonomiyi toparlayabilirler" görüşünü savundu. cumhuriyet.com.trÖzel harekat polislerini taşıyan zırhlıaraçkaza yaptı
Özel harekat polislerini taşıyan zırhlı araç kaza yaptı Mersin'in Mezitli ilçesinde özel harekat polislerini taşıyan zırhlı araç ile otomobilin çarpışması sonucu 4'ü polis 6 kişi yaralandı. Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'nda özel harekat polislerini taşıyan zırhlı araç ile E.Y. yönetimindeki otomobil çarpıştı.Kazada, özel harekat polislerinden M.Ç, Y.Ü, M.G, D.K. ve otomobilin sürücüsü E.Y. ile yanında yolcu olarak bulunan Ç.U. yaralandı.Yaralılar, olay yerine gelen ambulanslarla Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ve Mersin Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırıldı. AA