Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Friday, 09.19.2025, 06:47 AM (GMT)

News - Haberler

Altaylı: Erdoğan o gün ilk ve son kez‘lütfen bu konuya girmeyelim’demişti

Altaylı: Erdoğan o gün ilk ve son kez ‘lütfen bu konuya girmeyelim’ demişti figure > Habertürk yazarı Fatih Altaylı, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanan Melih Bulu'nun ardından başlayan protestolar ve AKP'li isimlerin gösterdikleri tepkileri köşesine taşıdı. AKP'de uzun süre siyaset yapan ve milletvekiliği adaylığı da bulunan Melih Bulu'nun, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından rektör olarak atanmasının yankıları sürüyor.Habertürk yazarı Fatih Altaylı, Melih Bulu'nun ardından başlayan protestolar ve AKP'li isimlerin gösterdikleri tepkileri köşesine taşıdı.“1990'lı yıllarda başörtüsü için özgürlük eylemi yapan gençlerle şimdi eylem yapan gençler aynı, fakat şimdi hoş karşılanmıyorlar” diyen Altaylı'nın bugünkü “Kenar süsü arka bahçede mi kalmalıydı?” başlıklı yazısının ilgili bölümü şu şekilde: Üniversitelerde 1990’lı yılların ikinci yarısı, başörtülü ya da türbanlı kızların “Başörtüsüne özgürlük eylemleri” ile geçti. Solcu ve liberal öğrenciler de bu eylemlere hep destek verdiler. AK Parti’nin 2002 vaatleri arasında bu sorunun çözümü de vardı. Ancak bu sorunu gelir gelmez çözemedi.Hatta 2005 yılıydı yanlış hatırlamıyorsam, Başbakan Erdoğan’ı Teke Tek’te konuk ediyordum ve yayını Beylerbeyi Sarayı’ndan yapacaktık. Programlar öncesi asla şunu sormayın diye bir talebi olmayan Erdoğan o gün ilk defa ve son defa “Türbanlı öğrenciler meselesine girmeyelim lütfen. Bugün o sorunu çözebilecek durumda değiliz. Söyleyeceğim her şey yanlış anlaşılabilir” diye rica etti.Peki ben ne yaptım? Tam da bunu sordum. Soruyu duyunca biraz kızardı ama yanıtladı. Reklam arasında da “İlk kez bir şeyi konuşmayalım dedim siz tam da oradan girdiniz” dedi. Güldük. (O zaman medya ile ilişki açısından farklı bir Erdoğan vardı bana göre.)AK Parti başörtülü ya da türbanlı kızları kendi arka bahçesindeki çocuklar olarak görüyordu. Onların kıyafetsel özgürlük arayışı AK Parti’nin çözebileceği bir mesele idi. Bu sorun ilerleyen yıllarda köklü biçimde çözüldü.Şimdi aynı kızların bir bölümü başka özgürlük alanlarında farklı taleplerle yine eylem yapıyorlar. Ancak bu kez hoş karşılanmıyorlar. Kıyafet için özgürlük isteyince “demokrat” olan bu gençler, başka özgürlüklerin peşine düşünce ya “terörist” ya da “kenar süsü” haline geliyorlar. Oysa bunlar aynı çocuklar. Aynı gençler. Aynı kızlar. Sadece arka bahçeden çıktılar ve daha geniş bir alanda özgürleşmek, başka konularda da fikirlerini, duyarlılıklarını göstermek, açıklamak istiyorlar. Onlar sadece bir türbandan ibaret olmadıklarını gösteriyorlar. Bunlara kenar süsü demek, Fikri Sağlarlaşmak’tır.Oysa bu gençlerin farklı taleplerle ortaya çıkıyor olması türbanın artık bir siyasal simge olmaktan çıkıp, normalleşmesidir. Belki de bazılarını rahatsız eden budur. Onlara göre “Türban simge olarak kalmalı ve arka bahçede oynamalıdır” cumhuriyet.com.tr

Tüketici hakem heyetleri 2020'de 861 milyon liralık uyuşmazlığaçözüm getirdi

Tüketici hakem heyetleri 2020'de 861 milyon liralık uyuşmazlığa çözüm getirdi figure > Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, geçen yıl tüketici hakem heyetlerine toplam 594 bin 270 başvuru yapıldığını belirterek, bunların 521 bin 553’ünün (yüzde 87,8) karara bağlandığını ifade etti. Bu kapsamda 860 milyon 778 bin 208 lira değerinde uyuşmazlığın değerlendirildiğine dikkati çeken Pekcan, alınan kararların yüzde 59’unun tüketiciler lehine sonuçlandığını kaydetti. /Archive/2021/1/10/131725922-hakem-heyeti.jpgTüketici hakem heyetleri 2020'de 861 milyon liralık uyuşmazlığa çözüm getirdi. Hakem heyetlerine en çok fazla başvuru cep telefonu, ayakkabı, internet abonelikleri ve kredi kartı üyelik ücreti için yapıldı. KARARLARIN YÜZDE 96,11'İ MAHKEMEYE TAŞINMADAN KESİNLEŞTİPekcan, 2020 yılında tüketici hakem heyetleri tarafından alınan kararların yüzde 96,11'inin tüketici mahkemelerinde dava konusu edilmeden kesinleştiğine işaret ederek, “Tüketici hakem heyetlerinin kararlarının sadece yüzde 3,89’u mahkemelere dava konusu edildi ve bu davaların  yüzde 45,2’si de tüketici hakem heyetlerinin verdiği kararlar yönünde onandı. Böylece 2020 yılında tüketici hakem heyetlerinde alınan kararların yaklaşık yüzde 98’i, söz konusu heyetlerin aldığı kararlar yönünde kesinleşti.” ifadelerini kullandı.BAŞVURULARIN YARISI ELEKTRONİK ORTAMDA YAPILDITüketiciler tarafından tüketici hakem heyetlerine 2019 yılında e-Devlet üzerinden toplam 137 bin 731 elektronik başvuru yapıldığını hatırlatan Pekcan, 2020 yılında Covid-19 salgınına karşı alınan önlemlerin de etkisiyle bu rakamın yüzde 118 artarak 299 bin 597'ye yükseldiğini bildirdi.Pekcan, söz konusu heyetlere 2020'de yapılan toplam başvuruların yüzde 50’sinin e-Devlet üzerinden elektronik ortamda gerçekleştirildiğine dikkati çekti.EN ÇOK UYUŞMAZLIK CEP TELEFONLARINDABakan Pekcan, geçen yıl tüketici hakem heyetlerine en çok 50 bin 515 adetle cep telefonu, 40 bin 567 adetle ayakkabı, 36 bin 919 adetle internet abonelikleri, 31 bin 457 adetle kredi kartı üyelik ücreti ve 18 bin 659 adetle GSM aboneliklerine ilişkin başvuru yapıldığını kaydetti.Görülen uyuşmazlıkların sektör bazında değerlendirildiğinde 265 bin 661 adetle perakende ticaret sektörünün başta geldiğine işaret eden Pekcan bunu, 95 bin 59 adetle finansal hizmetler sektörünün ve 80 bin 780 adetle abonelik hizmetleri sektörünün izlediğini belirtti. AA

Anais Nin ile kadının bin bir hali!

Anais Nin ile kadının bin bir hali! figure > Edebiyat dünyasının özgün ve aykırı figürlerinden, yazdıkları kadar ilişkileri ve evlilikleriyle de bir dönem gündem olan Anaïs Nin’in, İthaki Yayınları tarafından yayımlanan beş kitaplık nehir anlatısı İçsel Kentler’de; yazarın bir kadın olarak geçirdiği dönüşüm, ilişkileri, dostlukları, sancıları ve çıkmazları, can buluyor. Hem aşka ve birlikteliğe bakışını hem de yazmaktan kaçınılan sorunları işleyen Anais Nin; kadının tamamlanmamış bir varlık olduğu fikrini, parçalara ayırdığı kadın bedenlerine yerleştirerek yaşatıyor. İçsel Kentler; her kadının kendini izleyebileceği bir ayna niteliğinde. /Archive/2021/1/10/130304841-ic1.jpgEdebiyat dünyasının özgün ve aykırı figürlerinden Anaïs Nin’in “kadın gelişiminin öyküsü” olarak tanımladığı beş kitaplık nehir anlatısı İçsel Kentler, Püren Özgören’in çevirisiyle İthaki Yayınları’ndan çıktı. Kadının tamamlanmamış bir varlık olduğu fikrinden yola çıkan yazarın bir kadın olarak geçirdiği dönüşüm, ilişkileri, dostlukları, sancıları ve çıkmazları, bu seride can buluyor. Bu yönüyle İçsel Kentler’i, “sanatsal dışavurum” olarak değerlendirmek olanaklı.Nin’in Günce’sinde, İçsel Kentler serisinin yazımına ilişkin ipuçları yer aldığı gibi, romanlarda da Nin’in yaşamından izler bulunuyor. Henry Miller ve eşi June’a ait bazı niteliklerin roman kişilerine geçmesi, bunun en iyi örneklerinden. Kitapların dikkat çeken yönü, Nin’in kuvvetli gözlem yeteneği ve sözünü aktarım gücü.İyi bir anlatıcı Nin. Kurgu kendi akışında ilerlerken insanın düştüğü durumların üzerine eğiliyor, ân parçalarını dondurup birleştiriyor, ruhları tahlil ediyor. Roman kişileri arasındaki ilişkilerin bir haritasını sunduktan sonra hepsine eşit mesafede durarak sırayla portrelerini çiziyor. Açıkça ve tüm kusurlarıyla... Onun metinlerinde erkekler “nesnellik” sayesinde acılardan kurtulurken kadınlar aynı kadere yazgılıymışçasına acı çekiyorlar./Archive/2021/1/10/130331795-ic2.jpgERKEĞİN KARŞISINDA KADINSerinin ilk kitabı Ateş Merdivenleri’nde, beş kitap boyunca bize eşlik edecek kişilerle tanışıyoruz: Lillian, Djuna, Jay, Sabina, Faustin, Rango... Nin, Lillian ile başlıyor anlatmaya. Onun ilişkileri üzerinden otorite/iktidar meselesine odaklanıyor. Lillian, “düzenin getirisi” olarak evlenmiş ve “varlığının başka bir yerinden kaynaklanan” bir ilgi duyuyor ailesine.Dünyayı herkesten geniş bir açıdan gören gözleriyle, içsel odalarıyla tanıdığımız Djuna’yla gerçekleştirdiği sohbetlerde, ilişkilerin kadın üzerindeki tahribatı açıkça gözler önüne seriliyor. Ateş Merdivenleri, Djuna’ya ayna tutarak sonlanıyor.İkinci kitapta kaldığımız yerden devam ediyoruz; iki bölümden oluşan Albatrosun Çocukları’nın ilk bölümü Djuna’nın çocukluğuna, yetimhane günlerine, dansın hayatını nasıl değiştirdiğine ayrılmış.İçsel kentlerinde dış dünyanın tam tersini inşa etmiş bir kadın Djuna. Kadere hükmetmek için aynanın karşısına geçip hislerini kendinden ayıran bir kadın... Paris’teki evinde yaşadıkları, Michael ve genç Paul’le olan ilişkisi ve elbette bu ilişkilerin “kadın” üzerindeki etkisi aktarılıyor okura.İkinci bölümde ise Sabina, Jay ve Faustin üzerinden ilerliyor kurgu. İsmini değiştirip duran, keşfedilmekten ödü kopan Sabina, hareketi seven ve küçük şeylerden bile büyük keyif almayı bilen ressam Jay, Zombi lakaplı ve hayatı “eşlikçi/yorumcu” olmakla geçmiş Faustin... Kişilerin türlü olaylarla birbirine bağlandığı anlatıda, ilişkiler ağının karmaşıklığını ortaya koyan ve bilinçli bir okurun gözünden kaçmayacak ayrıntılar mevcut./Archive/2021/1/10/130348701-ic3.jpgNEDEN DÖRT ODALI?Dört Odalı Kalp adlı üçüncü kitap, yalnızca Djuna, Rango ve Zora arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Djuna’nın müziğinin içerdiği her şeyi tutmak istercesine eğildiği gitarist Rango, evli bir adam, üstelik hasta bir eşe sahip. Zamanla Djuna ve hasta Zora arasında “emirden farksız bir davetle” başlayan “mecburi” dostluğun, Nin’in bir kadını bütün çıkmazlarıyla ele almasını sağlayan unsur olduğunu söyleyebilirim.“Sıcacık ve insancıl” Djuna’nın her gün sil baştan inşa etmeye koyulduğu şeyleri erkek yerle bir ediyor ve Djuna yeniden kurmak ve onarmaktan alıyor gücünü. Zora ve Djuna arasındaki gerilim, Rango’nun devrimci harekete katılmak istemesi, Djuna’ya durmaksızın Paul’ü hatırlatan sözleri, Zora’nın farklı yüzlerinin ortaya çıkması gibi durumlar sonucunda, her ilişki gibi bu ilişki de su almaya başlıyor ve yavaş yavaş batıyor.BİR KISIR DÖNGÜDördüncü kitap Aşk Evindeki Casus, hayatı bir tiyatro sahnesi gibi gören Sabina’nın yalan ilişkileri üzerine kurulu. Sabina; parçalanmış, dağılmış, aşkı tek kişi olarak yaşayamamış kadınları temsil ediyor. Birçok Sabina’yla yaşıyor o. Eşi Alan’ın yanındaki Sabina ne kadar farklıysa diğer bedenlerin yanındaki Sabina’lar da öyle farklı.Bu düzende değişmeyen tek bir şey var: Her biri, makyajını sildiğinde çırılçıplak kalıyor. İşte bu yüzden, rolünden çıkan her oyuncu gibi Sabina da katlanamıyor makyajsız hâline. Roman boyunca kendisini bir dedektif gibi takip ettiğini düşündüğü “yalan makinesi”, aslında Sabina’nın ta kendisi. “Aşk evindeki casus” da öyle.Serinin son kitabı Minotor’u Kışkırtmak ile yeniden Lillian’ın yanı başına dönüyoruz. Nin, Lillian’ın ilk bakışta Golconda’ya gibi görünen, fakat aslında “kendine doğru” çıktığı yolculuğuyla vedalaşmayı tercih etmiş okuruyla.Akışı sürdürmek için bildiği tek yol “başka hayatlara kaçmak ve onlara eklemlenmek” olan Lillian ve ona eşlik eden Doktor Hernandez üzerinden hapsolmak, kaçmak ve kaybolmak arasındaki bozulmayan düzeni gözler önüne sermiş.Çocukluğuyla kurduğu bağlantıların da yardımıyla içsel yolculuğunda çok yol kat eden Lillian, tıpkı Sabina gibi, evliliğinin casusu ve kaçağı. Fakat önünde sonunda kaybolup “en iyi bildiği yere” dönmeye mahkûm.Yazdıkları kadar ilişkileri ve evlilikleriyle de bir dönem gündem olan Nin, hem aşka ve birlikteliğe bakışını hem de yazmaktan kaçınılan sorunları dahil etmiş bu seriye. Kadının tamamlanmamış bir varlık olduğu fikrini, parçalara ayırdığı kadın bedenlerine yerleştirerek yaşatmış. İçsel Kentler, her kadının kendini izleyebileceği bir ayna niteliğinde.../Archive/2021/1/10/130430684-ic4.jpgAteş Merdivenleri / Anais Nin / Çev.: Püren Özgören / İthaki Yayınları / 152 s. / 2020.Albatrosun Çocukları / Anais Nin / Çev.: Püren Özgören / İthaki Yayınları / 128 s. / 2020.Dört Odalı Kalp / Anais Nin / Çev.: Püren Özgören / İthaki Yayınları / 136 s. / 2020.Aşk Evindeki Casus / Anais Nin / Çev.: Püren Özgören / İthaki Yayınları / 136 s. / 2020.Minotor’u Kışkırtmak / Anais Nin / Çev.: Püren Özgören / İthaki Yayınları / 176 s. / 2020. Beyza Ertem

Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp yaşamınıyitirdi

Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp yaşamını yitirdi figure > Ünlü mimar, şehir planlayıcısı ve siyasetçi Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp yaşamını yitirdi. Mimar, şehir planlayıcısı ve siyasetçi Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp yaşamını yitirdi.Alp'in ölüm nedenine ilişkin ise herhangi bir açıklama yapılmadı.İstanbul Büyükşehir Belediyesi İyi Parti Grup Başkanvekili İbrahim Özkan, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, "Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp Hocayı Kaybettik. Ruhu şad, mekanı Cennet olsun" ifadelerini kullandı.  AHMET VEFİK ALP KİMDİR?Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp hayatını kaybetti. Şehir planlayıcısı, mimar ve siyasetçi Alp, MHP Genel Merkezi’nin yanı sıra Ozan Arif’in kabrine yapılan anıtında mimarıydı. Alp 31 Mayıs 1948’te Kızıltoprak’ta dünyaya geldi. 1967’de İstanbul Saint Joseph Fransız Lisesini, 1971’de İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümünü bitirerek mimar, 1973’te Yüksek Mühendis Mimar oldu. - İstanbul Teknik Üniversitesine asistan olarak atandı. Amerika’da yüksek lisans ve doktora yaptı. Tez çalışmaları ve makaleleri birçok dilde yayınlandı. 1982’de Suudi Arabistan Kral Fahd Üniversitesine davet edildi ve burada 7 yıl boyunca dersler verdi; birçok mimarlık projesine imza attı. - 1984’de doçent, 1989’da Birleşmiş Milletler Teşkilatının himayesindeki "Uluslararası Mimarlık Akademisi" profesörlüğüne getirildi. - Amerika ve Suudi Arabistan’a ilaveten İsviçre ve Japonya’da birçok çalışma yaptı. 1996 yılında "T.C. Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Müdürlüğüne" getirilen Alp, aynı yıl "Amerikan Mimarlar Enstitüsü Türkiye Temsilciliği"ne ve bunu takiben “Güney Avrupa Direktörlüğü"ne oybirliği ile getirilmiştir.  cumhuriyet.com.tr

Gazeteciden Batı’ya fiskeler!

Gazeteciden Batı’ya fiskeler! figure > İngiliz bir adam Batı’nın işgalindeki orantısız savaşların hüküm sürdüğü topraklarda Batılı karşıtlarının deyimiyle fink atıyor! Başına gelenler film olsa olur! Yıllardır cephe cephe dolaşıp röportajlar yapıyor, mazlumuyla da konuşuyor, zalimiyle de... Gazeteci ve yazar Robert Fisk’in Büyük Medeniyet Savaşı: Ortadoğu’nun Fethi adlı kitabı, bölgede tüm vahşetiyle süregelmiş/gelen işgallere ilişkin kanlı bir günce. Savaşların göbeğinde soluk soluğa yaşadıklarının güncesi eşliğinde ‘süper’ işgal güçlerinin ipliğini bir kez daha pazara çıkarıyor Fisk! /Archive/2021/1/10/125258360-ic1.jpg“Devasa bir orduda, daima yanlış bir güven duygusu vardır.”Robert Fisk “Bu insanların (Iraklılar) bazıları onları kurtarmaya gelmemize rağmen bizi sevmiyor. Fakat ben onlara hep gülümsüyorum. Okullarda çocuklar bize taş atıyor, ben onlara şeker veriyorum. Ben onlara şeker veriyorum, onlar bana taş veriyor.”Çavuş Phil Cummings, Rhode Island’dan bir polis. “İşler iyiye gittikçe, şiddet kötüye gidiyor, çünkü Irak’ta hayat düzeliyor!” George W. Bush/Archive/2021/1/10/125408469-ic2ic11.jpgORTADOĞU’YU GEZEGENE TAKDİMİDİR!İngiliz bir adam Batı’nın işgalindeki orantısız savaşların hüküm sürdüğü topraklarda Batılı karşıtlarının deyimiyle fink atıyor! Başına gelenler film olsa olur! Yıllardır cephe cephe dolaşıp röportajlar yapıyor, mazlumuyla da konuşuyor, zalimiyle de... Robert Fisk’in yazdıkları başta vatanı İngiltere olmak üzere hele ki ABD’de tu kaka, aldığı tehditlerin bini de bir para! Hükümetlerin kara listesinde!Büyük Medeniyet Savaşı: Ortadoğu’nun Fethi adlı kitabında da savaşların göbeğinde soluk soluğa yaşadıklarının güncesi eşliğinde ‘süper’ işgal güçlerinin ipliğini bir kez daha pazara çıkaran bir bilgi, belge seli.Bir asker çocuğu... Babası Saraybosna’da sıkılan bir kurşun yüzünden Fransa cephelerinde savaşmış… Savaşa aşinalığı ta çocukluğuna dayanıyor bu nedenle. Gerçi bizzat bombardıman altında yaşamadı ama babasının onu her yıl Birinci Dünya Savaşı’nın yaşadığı cephelere götürdüğünü yazıyor. 30 yıl boyunca ancak gücün saldırganlığı olarak tanımlanabilecek olaylara tanık olacağı Ortadoğu’ya gazeteci olarak ilk gittiğinde 29 yaşında./Archive/2021/1/10/125425687-ic3-.jpgSAVAŞIN YANAN KARNINDAN YAZAN ADAMYıllar sonra Afganistan’da Rusları, uluslararası teröre karşı savaş diye niteledikleri uluslararası görevlerini (!) ifa ederken; Afgan hasımlarını da komünist saldırganlığa karşı ve Allah yolunda savaşırlarken yerinde izliyor Fisk.İranlılar Saddam Hüseyin’e karşı ‘Musallat Savaş’ dedikleri mücadeleyi verirken de yine savaşın ön cephelerinden, yanan karnından haberler geçiyor.İsraillilerin terörizm diyarlarını temizlemek (!) gerekçesiyle Lübnan’ı iki kez, ardından Filistin Batı Şeriası’nı yeniden işgal edişine tanık oluyor. Mahkûmları tutkuyla işkenceden geçiren ve infaz eden Cezayir ordusu görünüşte aynı nedenle İslamcılarla savaşa girdiğinde de orada./Archive/2021/1/10/125439593-ic4ic16.jpg“Bu insanların (Iraklılar) bazıları onları kurtarmaya gelmemize rağmen bizi sevmiyor. Fakat ben onlara hep gülümsüyorum. Okullarda çocuklar bize taş atıyor, ben onlara şeker veriyorum. Ben onlara şeker veriyorum, onlar bana taş veriyor.” Çavuş Phil Cummings, Rhode Island’dan bir polis.ABD, ‘Yeni Dünya Düzeni’ni dayatmak için ordularını Körfez’e gönderdiğinde, çöldeyken ‘yeni dünya düzeni’ kelimelerini not defterine hep bir soru işareti eşliğinde yazan da O. Bosna’da, Müslüman düşmanlarını toplu toplu öldürerek ‘Sırp medeniyeti’(!) dedikleri şey için dehşet saçan Sırpların vahşetine tanık olan da... Sonra Afganistan’da bir dağın tepesinde, Usame Bin Ladin’le çadırında karşı karşıya oturarak röportaj yapmış ilk Batılı gazeteci de… ‘Tanrı’ ve ‘şer’den bahsederek ABD’ye yönelik ilk doğrudan tehdidini, söylediklerini gaz lambası ışığında not defterine yazan Fisk’in karşısında savurur Bin Ladin./Archive/2021/1/10/125502702-ic5.jpgİŞGALİN İLK FÜZELERİ BAŞININ ÜZERİNDEN GEÇTİ11 Eylül 2001’de Atlantik üzerinde bir uçaktadır Fisk. Üç ay sonra Afganistan’da, ABD zaten savaşlarla yerle bir olmuş bir ülkenin enkazını bombalarken, Kandahar’ın batısındaki otoyoldan Taliban’la birlikte kaçıyordur. Bir yıl sonra George W. Bush da ‘Tanrı’ ve ‘şer’in yanı sıra kitle imha silahlarından dem vurup Irak’ı işgale hazırlanmışken BM Genel Kurulu’ndadır. Bush’un ‘terörle savaşının’ (!) sözümona ahlaki temellerinin peşinen tanığıdır. İşgalin ilk füzeleri Bağdat’ta başının üzerinden geçen gazetecidir.Askeri trenle Tahran’ın kuzeyine giden, bir yandan Kuran okurken bir yandan da Saddam’ın gazını ağız dolusu kan ve balgam halinde öksürerek tüküren İranlı askerleri asla unutmayacak. ABD’nin Irak’a 2003’teki misket bombası saldırısından sonra eline, yarım somun ekmeğe benzeyen bir şey (parçalanmış bir bebeğin yarısı) tutuşturan o babayı da...Bir Amerikan hava saldırısında adeta bir ortaçağ celladınca kafası gövdesinden ayrılan o Kosovalı Arnavut mülteciyi; Sırpların öldürdüğü, kemeri karnının etrafını koparacak gibi sıkmış, karnı normal bir insanın iki katı büyüklüğündeki Kosovalı çiftçinin cesedini de...İran-Irak savaşı sırasında Fao’daki Iraklı askerin siperde rahimdeki bir bebek gibi kıvrılışını, sol elinin üçüncü parmağındaki altın nikah yüzüğünü de... Onun için “Asker ve sivil, on binlerce insan öldü, çünkü ölüm onlar için hazırlanmıştı” diye yazdı/yazmakta/yazacak./Archive/2021/1/10/125522514-ic6.jpgZORAKİ ASKER CEVAD’IN DİLİNDEN EL ENFALLL!İran-Irak savaşından sağ çıkmış eski asker Cevad’ın tanıklığı mesela. Saddam’a lanet okuyor asker Cevad, fakat onun için sekiz korkunç yıl savaşmaktan kurtulamamış. Enfal Harekâtını soran Fisk’e, ellerini dua eder gibi, çaresiz bir tarzda kaldırarak yanıt veriyor:“Her şeyi gördük. Gaz kullanmaya başladıklarında ne garip şeyler olduğuna inanamazsın. Kuşların gökyüzünden yere pat pat düştüğünü gördüm. Ağaçların dallarındaki küçük tomurcukların aniden karardığını gördüm. Yapraklar gözümüzün önünde çürüyüverdi. Çok fazla ceset vardı. Hepsi sivildi. Köylerin çevresinde, tepelerin eteklerinde öylece yatıyorlardı. Kucaklarında çocuklarıyla birçok kadın vardı ve hepsi olduğu yerde ölmüştü. Biz askerler bu meseleyi konuşmaya bile korkardık. Çok fazla ölüm gördük. Ve sesimizi çıkarmadık.”/Archive/2021/1/10/125540405-ic7.jpgUSAME BİN LADİN İLE DAĞDA!Usame Bin Ladin’e gelince, Fisk’in ona kitabında geniş yer vermemesi düşünülemezdi kuşkusuz zira hem kendisiyle görüşen ilk Batılı gazeteciydi hem de hani diyorlar ya Ortadoğu’yu kana bulayan işgallerin baş sorumlusuydu! Görüşme, Aralık 1993’te, Sudan’ın başkenti Hartum’da düzenlenen bir İslam zirvesini takip ettiği sırada Fisk’in Suudi gazeteci arkadaşı, Cemal Kaşuggi’nin aracılığıyla gerçekleşiyor.Fisk, Bin Ladin’e dair ilk izleniminin utangaç bir adam olduğu, minnettarlık karşısında tedirgin olduğu yönünde olduğunu yazıyor. Kendisinden birkaç metre uzaklıktaki bir Batılının görüş alanında olmaktan rahatsız olduğunu da... Bakışlarında kötü niyet yoktur, fakat derin bir şüphe yerli yerindedir./Archive/2021/1/10/125558873-ic8.jpg“Selamın Aleyküm” der. Elleri sıkıdır ama güçlü değildir ve evet, tam bir dağ adamına benziyordur. Zindedir; gülüşü kötücül değildir fakat nazik de denemez. Bin Ladin’in, Fisk ile sonraki görüşmelerinde de sergilediği tavır hep aynıdır. Düşmanlarının kendisi hakkında ne düşündüğüyle hiç ilgilenmiyor, fakat Müslüman ulema ve militanların hakkındaki düşüncelerini dinlemeye can atıyordur.Fisk’e pek söz bırakmaz Bin Ladin şunları der özetle:“Afganistan işgali başladığında öfkeye kapıldım ve birkaç günde oraya vardım. Afganistan’a ilk gidişimde daha 1979 yılı bitmemişti ve ikinci kez dokuz yıl sonra gittim. Afganistan halkına yapılan haksızlık beni çileden çıkarmıştı. Dünyada gücü ele geçiren insanların, o gücü farklı isimler altında başkalarına hükmetmek ve fikirlerini zorla kabul ettirmek için kullandığını öğretti bu işgal bana. Sovyetler Birliği’ni yendik. Ruslar kaçtı... Afganistan’daki dönemim, hayatımın en önemli tecrübesiydi.”Bin Ladin ile ikinci görüşme; Haziran 1996’ya tarihlenir. Fisk, Beyrut’tadır. Telefondaki ses “Celalabad’a gidin, sizinle temasa geçilecek” demektedir. Film gibi bir yolculuktan sonra Suudi entarisinin içinde uzun, sakallı Bin Ladin’in karşısındadır. Bin Ladin ayağa kalkar “Afganistan’a hoş geldin” der./Archive/2021/1/10/125614998-ic9.jpgKİNİN MAHİYETİ!Artık kırk yaşındadır, ilk görüşmelerinden çok daha yaşlı göstermektedir. Daha zayıftır, yer yer beyazlamış sakalı daha uzundur. Beyaz entarisinin üzerinde siyah bir muharebe ceketi vardır, başına kırmızı kareli bir kefiye sarılıdır ve yorgun görünüyordur. Bir kapatılmışlık vardır halinde, Fisk’in daha önce dikkat etmediği bir münzevilik vardır, sanki öfkesini dizginlemeye çalışıyor, kininin mahiyetini gözden geçiriyor gibidir.Bin Ladin’e göre Amerikalılar elbette Suudi Arabistan’dan ve Körfez’den çekilmek zorundadır. Ortadoğu’daki ‘musibetler’ Amerika’nın bölgeye egemen olma çabalarından ve İsrail’e verdiği destekten kaynaklanıyordur. Suudi Arabistan ‘bir Amerikan sömürgesine’ dönüşmüştür. “Bu Batı’ya ve Batılı insanlara savaş ilan etmek anlamına gelmiyor; bu, bütün Amerikalıların da düşmanı olan Amerikan rejimine karşı bir savaş” der Bin Ladin.“Arap rejimlerinden farklı olarak ABD kendi hükümetini kendi seçti”, der Fisk. Bu yorumuna katılmaz Bin Ladin, oysa katılmasını dilerdi Fisk. Zira açtığı savaş gelecek yıllarda binlerce Amerikalı sivilin ölümüne yol açacaktır.Bin Ladin devam eder: “ElHubar’daki patlama Amerikan işgaline doğrudan bir tepki olarak değil, Amerika’nın Müslümanlara yönelik tavrının, Filistin’deki Yahudilere verdiği desteğin, Filistin ve Lübnan’da Müslümanların katledilmesinin (Sabra, Şatila ve Kana’dan söz ediyordur) ve Şarm ElŞeyh Konferansı’nın bir sonucu olarak gerçekleşti.”/Archive/2021/1/10/125630404-ic10.jpgBin Ladin’in vardığı netice açıktır. İsrail yanlısı Lübnanlı Falanjist milislerin 1982’de 1700’den fazla Filistinli mülteciyi katletmesi, yanı sıra Fisk’in Bin Ladin’le görüşmesinden üç ay önce İsrailli topçuların Kana’daki bir BM kampında 106 Lübnanlı sivili öldürmesi, bırakın sadece Arapları, milyonlarca Batılı için de İsrail’in vahşetini gösteren kanıtlardır.Başkan Clinton’ın Mısır’ın sahil kenti Şarm ElŞeyh’teki ‘antiterörizm’ konferansı Araplar tarafından bir aşağılanma olarak görülmüştür. Clinton, Hamas’ın ve Lübnan Hizbullah’ının ‘terörizmini’ kınarken, bir hafta önceki Kana katliamını kınayan tek kelime etmemiştir. Bu yüzden bombacılar Sabra ve Şatila’daki Filistinliler için, Kana için, Clinton’ın ikiyüzlülüğü için El Hubar’ı vurmuşlardır. Mesaj nettir; Amerikalılar sadece Körfez’den kovulmakla kalmayacak, bazı tarihsel yanlışların intikamı da alınacaktır./Archive/2021/1/10/125408469-ic2ic11.jpgÖFKENİN BOYUTU: 2500 KİLO TNT PATLAYICIBin Ladin sözlerini şöyle sürdürür: “Sokaktaki adam ülkesinin dünyanın en büyük petrol üreticisi olduğunu, fakat kendisinin vergilerden ve kötü hizmetlerden muzdarip olduğunu biliyor. İnsanlar şimdi ulemanın camilerdeki vaazlarının anlamını, yani ülkemizin bir Amerikan sömürgesi haline geldiğini idrak ediyor. Riyad ve El Hubar’da yaşananlar, Suudi halkının Amerika’ya karşı muazzam öfkesinin açık göstergesi. Suudiler artık gerçek düşmanlarının Amerika olduğunu biliyor.”Konuşmanın burasında sıra Bin Ladin’in gelecekte pratiğe geçirilecek olan ve korkutucu bir tehdit içeren sözlerine gelmiştir. O zaman tam nedenini tabi bilemese de Bin Ladin’in şu sözlerinden çok ürktüğünü anımsıyor Fisk:“Bir asır boyu kimsenin patlama nedir bilmediği bir ülkede bir kilo TNT infilak ettiğini düşünün. Bir de El Hubar’da infilak eden 2500 kilo TNT’yi bir düşünün; halkın Amerikalılara karşı öfkesinin ve Amerikan işgaline karşı direnişi sürdürme kabiliyetinin bundan daha açık bir kanıtını bulamazsınız. Bay Robert, üzerinde oturduğunuz bu dağda savaşıp Rus ordusunu yendik ve Sovyetler Birliği’ni yok ettik. Ve Allah’a, ABD’yi de kendisinin bir gölgesi haline getirmemize izin vermesi için dua ediyorum.”/Archive/2021/1/10/125717622-ic12.jpgFisk bugün dönüp o günü düşündüğünde kendine şu soruyu sormadan edemiyor:“Bir kahin olsaydım, Bin Ladin’in TNT ile ilgili kullandığı bu ürkütücü metafordan daha isabetli bir tahmin çıkarabilir miydim? Bir halkın öfkesinin kanıtı mahiyetinde, tasavvur edebileceğinin 2500 kat ötesinde bir saldırıyla vurulabilecek (ve üstelik sınırları dahilinde bir asrı aşkın bir süredir savaş görmemiş) bir ülke yok muydu gerçekten? Fakat o gece kafam daha basit denklemlerle meşguldü.”Ve Bin Ladin’in neyi kastettiğini çok sonra bütün dünyayla birlikte anlayacaktır.“İşler iyiye gittikçe, şiddet kötüye gidiyor, çünkü Irak’ta hayat düzeliyor!” George W. Bush/Archive/2021/1/10/125754606-ic13.jpgALLAH’I ŞAŞAN AMENTÜABD’nin kurduğu, diğer devlet adamlarının ve dünya medyasının hevesle bağrına bastığı ve sonradan Allah’ı şaşacak olan amentü, yani 11 Eylül 2001’in ‘dünyayı ilelebet değiştirdiği’ bir yalandı. Ayrıca Fisk’e göre 11 Eylül’de olanlardan dolayı suçlanacak taraf İsrail değildi. Tertipçiler Araptı, İsrailli değil. Fakat faşist Bush yönetiminin Ortadoğu’da onurlu davranmayı becerememesi, sivillere karşı kullanacağını bildiklerine gelişigüzel füzeler satması, en büyük destekçisi Washington olan yaptırımlar nedeniyle on binlerce Iraklı çocuğun ölümünü zerre kadar umursamaması -bütün bunlarla, New York’u cehenneme çeviren Arapları üreten toplum arasında ayrılmaz bir bağ vardı./Archive/2021/1/10/125813949-ic14.jpg Bu eşikte Fisk’in ikinci sınıf Teksas Valisi olarak nitelediği Bush lokomotifliğindeki ABD yönetiminin ve Britanya hükümetinin tepkisini bir alçaklık türü olarak daha net görmeye başladığını yazıyor Fisk.Tam bu esnada Kahire’deki Mısır operasına görevlileri taşıyan bir otobüsten, radyodan katliam haberleri verilirken sevinç çığlıkları ve alkışlar yükselmişti. O otobüste olanlardan biri sonradan Fisk’e şunu söyleyecekti: “Amerikalıların bunu hak ettiğine inandığımızdan değildi, hayır. Fakat kendimizi düşünüyorduk. ‘Nasıl olduğunu şimdi onlar da biliyorlar’ diyorduk.”“İki bin yıl önce buranın biraz batısında, yine bu yolun kıyısında, toprak bu kez Roma lejyonlarının adımlarıyla sarsılırken oturuyor olacaktık. Bugünse Amerikan İmparatorluğu’nda yaşıyoruz. Evet, bu savaş petrolle ilgili. Hile, kibir ve yalanlar üzerine kurulu. Fakat neomuhafazakar fanteziler peşinde, kuşkusuz muazzam bir ölçekte güç gösterme arzusuyla da ilgili bu” sözlerini insanlık namına utançla ve hepimiz adına da sarfediyor Robert Fisk.Sonraki süreçte Bush’un Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkıntıları üzerinde inşa ettiği yeni Amerika’nın doğasını abc’siyle nasıl idrak ettiklerini ayrıntılıyor derken. Öyle ki 11 Eylül’de tüm ölenlerin kanları ve ruhlarıyla beslenecek olan vahşi, hukuksuz bir dünyaydı bu. Başlarına çuval geçirilen esirler zincirlenip uyuşturuluyordu. Ardından dünyanın ıssız bir köşesine götürülüyorlardı; burada infaz edilebilirlerdi, burada insan hakları askıya alınmıştı./Archive/2021/1/10/125831652-ic15.jpg“Biz gazeteciler bu projedeki suç ortaklarıydık” demesi de diğer bir önemli ve cesur tespiti. Bir Fox News Kanalı’nın başkanı Roger Ailes misal... Bush’a şahsi tavsiyesinde, Amerika’ya saldıranlara karşı ‘mümkün olan en sert önlemleri’ almasını söylememiş miydi? Aldılar da... Hem de ne biçim!Mesela Felluce’de Amerikalı inzibatlardan birinin, arama operasyonu iptal edildiğinde kendisine dönerek “Üçüncü Piyade Birliği, burayı hallaç pamuğu gibi atmak için yarın geliyor” demesini ve sonrasında tanık olduklarını asla unutamayacak Fisk.Bağdat’ın doğusuna uzanan otoyolda, kente doğru ilerleyen Amerikan zırhlılarını gördüğü o anları da. Hepsi yine oradaydı işte, Bradley’ler, Abrams’lar, Humvee’ler, taşıyıcılar ve kamyonlar…Askerler araçların zırhlarının ve top namlularının üzerine isimlerini yazmışlardı. “Silahlı Karşılık” yazıyordu birinde, yanında da bir tank mermisinin üzerine ata biner gibi oturmuş çıplak bir kızın resmi vardı.Bir diğerinde “Başka Dayak İsteyen?” yazılıydı. “Ölümcül Anma” ve “Son Sözünü Söyle”den sonra şu inanılmaz ifade göze çarpıyordu: “Tacizci Baba” ve yanında da bir Hıristiyan haçı.Felluce’deki genç bir adamın Fisk’e sözleri de “düşman nasıl yaratılır” sorusunun yanıtı gibi: “Silahlı adamların ailemin evine gelmişti ve bizden yeni bir direniş hareketine katılmamızı istemişti. ’Kabul etmemiştik. Ama şimdi tekrar gelirlerse ne derim bilmiyorum’.”“Afganlarda hayal gücü eksikliği var ve yaratıcılığın muhakemeden önce geldiğinin kanıtı olarak gösterilebilirler.” Yarbay Alexander Burnes- Yıl 1841/Archive/2021/1/10/125858434-ic17.jpgOSMANLI’NIN YIKILMASIÖte yandan kitabında Ortadoğu’nun bütün modern tarihinin, ezilmiş, aşağılanmış bir halkı temsil ettiğini iddia edenlerce bütünüyle silindiğini belirten Fisk, bunu şu başlıklarla örnekleyerek veriyor: “Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması, Balfour Deklarasyonu, Arabistanlı Lawrence’ın yalanları, Arap isyanı, İsrail devletinin kurulması, İsrail’in Arap topraklarındaki acımasız işgalinin 34 yılı boyu yaşanan dört Arap-İsrail savaşı.”Robert Fisk’e göre sonunda, trajedimizin daima mazimizde yattığını kabul etmek zorundayız, atalarımızın çılgınlıkları ve aptallıklarıyla yaşamak ve bundan dolayı acı çekmek zorundayız; tıpkı onların da kendi zamanlarında çektiği acılar gibi ve tıpkı bizim de, kibrimiz ve gösterişimizle, kendi çocuklarımızın acı çekmesini garanti ettiğimiz gibi.Son tahlilde “Tarihi nasıl düzelteceğiz, mesele bu” diyor Fisk. O nedenle de, bu kitabı yazarken, babası Asteğmen Bill Fisk ve Kraliyet Liverpool Alayı 12. Tabur’dan silah arkadaşlarının, 11 Kasım 1918 akşamı Somme üzerindeki küçük Fransız köyü Louvencourt’a uygun adım girerken yankılanan ayak seslerini tekrar tekrar, acı duyarak ve rüya gibi bir gerçeklik halinde işitip durduğunu ifade ederek bitiriyor “Büyük Medeniyet Savaşı: Ortadoğu’nun Fethi” kitabını.Büyük Medeniyet Savaşı: Ortadoğu’nun Fethi / Robert Fisk / Çeviren: Murat Uyurkulak / İthaki Yayınları / 936 s. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

‘ABD Tarihi’

‘ABD Tarihi’ figure > Yankeeler... Kızılderililer... Zenciler... Köleler... İşçiler... Yalnızca güç ve başarı peşinde koşan fırsat avcıları... Başta Britanya’dan olmak üzere dünyanın her tarafından gelip bu bakir topraklara yerleşen göçmenler... Allan Nevins - Henry Steele Commager’ın kaleme aldıkları ve usta tarihçi Halil İnalcık’ın çevirisiyle yayımlanan ABD Tarihi, kıtanın gerçek sahibi Kızılderililer’in yerinden edilişinden itibaren dünya hâkimiyetine uzanan bir imparatorluğun hikâyesi. /Archive/2021/1/10/125014364-ic.jpgAllan Nevins - Henry Steele Commager’ın kaleme aldıkları ABD Tarihi, kıtanın gerçek sahibi Kızılderililer’in yerinden edilişinden itibaren dünya hâkimiyetine uzanan bir imparatorluğun hikâyesi.Yankeeler... Kızılderililer... Zenciler... Köleler... İşçiler... Yalnızca güç ve başarı peşinde koşan fırsat avcıları... Demokrasinin, liberal değerlerin görkemli yükselişi, diğer yandan dev sermayelerin gölgesi altında kapitalizmin vahşi ve acımasız yüzü... Başta Britanya’dan olmak üzere dünyanın her tarafından gelip bu bakir topraklara yerleşen göçmenler...Bu göçmenler, çoğunlukla kendi ülkelerinden dışlanmış, hor görülmüş, sürülmüş ya da ezilmiş kişilerdi. Yepyeni bir hayat macerasına atılmak için zorlu bir mücadeleye giriştiler. Dünyadaki uygarlığı miras aldılar fakat bunu bir kültüre dönüştüremediler. Bu durum belki de bu ülkenin kuruluşunda ve sonrasında oluşan koşulların doğal bir sonucuydu.Bir roman tadında okuyacağınız kitabın çevirmeni usta tarihçi Halil İnalcık.ABD Tarihi / Allan Nevins - Henry Steele Commager / Çeviren: Halil İnalcık / 544 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Denediğim bütünçıkışlar....

Denediğim bütün çıkışlar.... figure > Çıkmaz Sokak, İlker Karakaş’ın dördüncü kitabı. Kitapta savrulan, uyumsuz, kadınlarla ilişkisi yüzeysel ve sorunlu, hep yalnız ve kendinden hoşnutsuz, evrende kendine yer bulamamış orta yaşlı bir erkeğin dilinden on iki kısa öykü anlatılıyor. /Archive/2021/1/10/124808008-2-.jpgÇıkmaz Sokak, Bodrumlu avukat ve yazar İlker Karakaş’ın dördüncü kitabı. Kitapta orta yaşlı bir erkeğin dilinden on iki kısa öykü anlatılıyor. Öykülerin genelinde yaşamdan kopma, kalabalıklardan kaçma, sosyal dağılmışlık, içki bağımlılığı ve yaşamın anlamını arıyor gibi görünmeden gerçekten o “anlamı” sorgulamaya odaklanıyor Karakaş.Öyküler, birbirinden bağımsız gözükse de dil, içerik ve anlam bütünlüğü bakımından birbirini izler nitelikte. Okurken aynı kahramanın gözünden ve yaşamından kesitlere tanıklık ettiğiniz duygusuna kapılıyorsunuz.Kendini evrensel akışa bırakan, savrulan, ne kendisiyle barışık ne çevresine uyum sağlayabilmiş, uyum sağlayabilenlere de hep mesafeli yaklaşmış, kadınlarla ilişkisi ise yüzeysel ve sorunlu ama en çok da hep yalnız ve kendinden hoşnutsuz bir kahraman anlatılan.NE MELEK NE ŞEYTAN!Bu kahraman antisosyal, toplumsal gelişmeleri özümsemede yetersiz, hasta bilinçli biri. Bir öyküde bir akademisyen, başka bir öyküde ailesinden ve geleneksel değerlerinden kaçan iç dünyasına mülteci, başka birinde uzak bir dağ köyünde münzevi, diğerinde alıp başını uzaklara gitmekten geri durmayan bir deniz yolcusu. Bir başkasında da ev sahibinin merhametine sığınan bir kiracı.Duygularını yitirmiş. Nereye giderse gitsin, nereye sığınırsa sığınsın onun için dış dünya neredeyse yok. O, nedense, yaşamın hep kıyısından, köşesinden geçiyor. Hiçbir yere ait değil. Bu durumu Eugenie İonesco’nun deyişini anımsatıyor: “Gülünç bir yaratık bu. Ne melek ne şeytan. Evrende kendine yer bulamıyor.”Ne kendini vurduğu sokaklara ne ailesine ne içkiye ait. İçki sadece hiçliği, yaşamın anlamsızlığını bir süre için kolay ve katlanılabilir kılan bir çeşit acı ilaç. Kekremsi. Etkisi geçtiği zaman farkına vardığı tek gerçek, girdiği sokakların onu hiçbir yere götürmeyeceği. Denediği bütün çıkışlar, “çıkmaz sokak.”Yazar, postmodernizmin çoğu zaman saplandığı imgeli yer yer argolu dilden ayrılıyor. Sade, yalın, konusu gibi etkili bir dil yaratıyor.Kaotik dünyada yalnızlığa mahkûm olmuş insan realitesi, bütün bunalımı, kaygı, umutsuzluk ve uyumsuzluklarıyla bir itiraflar monoloğu şeklinde okuru sürüklüyor. Öykülerde çöken modernite mi yoksa bir kahramanın psikolojisi mi? Yoksa o sıradan karakter, ruhunun özgürlük patikalarını mı arıyor? Okumaya ve sorgulamaya değer.Çıkmaz Sokak / İlker Karakaş / Notos Kitap Yayınları / 79 s. Z. Doğan Koreli

Edebiyat ve aşk

Edebiyat ve aşk figure > Edebiyatın var oluş nedenlerinden ve temel izleklerindendir aşk. Aşksız bir yaşam düşünemeyen insanlık, geleceğe kalmanın, insan olmanın farklılığını kanıtlamanın bir aracı olarak sanatla özgürleşirken, yarattığı bu gerçekliğin temeline aşkı da koymuştur hep. Aşk ve edebiyat birbirini ve insanı tamamlayan bir vazgeçilmezliktir. /Archive/2021/1/10/124400623-ic1.jpg“Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da,hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil...” Nâzım HikmetEdebiyatın günümüze kadar gelen kalıcı, değerli ürünlerine baktığımızda en temel izleklerden birinin aşk olduğunu görürüz. Destanlardan, sözlü dönemlerden günümüze tüm edebiyatta var olan gerçekliğin en önemlilerindendir aşk.Savaşların anlatıldığı edebiyat yapıtlarında da arka planda mutlaka aşk yer alır. Homeros’un destanlarındaki onca savaş görünümlerinin arkasına yerleştirilen Güzel Helena olayının başka bir açıklaması yoktur. Ya da dünyanın önde gelen savaş romanlarından örneğin Savaş ve Barış’ın, Durgun Don’un, Fırtına’nın, Çanlar Kimin İçin Çalıyor’un aşklarla da dolu olduğu unutulamaz.Aşkın ve savaşın insanlığı geleceğe aktaran, yaşamın vazgeçilmez birer parçası olduğu bir gerçekliktir. Elbette aşkı da, savaşı da yalnızca kavramların özgün karşılığı olarak alamayız.Aşkı, cinsel aşktan, yurt sevgisine, doğa sevgisine, yaşam sevgisine, savaşı da yaşamın güzelleştirilmesi kavgasına, aydınlıkla karanlığın savaşımına doğru genişleterek algılamalıyız. İnsanın aydınlık ve özgürlük arayışının savaşımı bu iki sevdada bütünleşir. Tek tek insanlarla ilgili ya da toplumla ilgili aşklar ve savaşlar insanlığın yaşantısı, düşü umudu ve geleceğidir. DÜŞÜN VE İNANÇLA BİR BÜTÜN!Toplumların yaşama koşullarına göre kimi zaman en öne çıkan, kimi zaman geri plana itilen ama mutlaka var olan aşk gerçeği edebiyatın vazgeçilmez bir ögesidir. Aşkın düşünceyle ve inançla bütünleştirilmesi de edebiyat tarihinin çok önemli bir gerçeğidir. En diri kavga şiirlerinden, en eski halk öykülerinden başlayarak tüm edebiyat ürünlerindeki altyapıyı oluşturan bir öge olarak görmek gerekir aşkı.Aşkın, edebiyattaki yeri zamanla, yaşla, doğayla, yaşama biçimiyle ilgili olarak değişik boyutlarda olmakla birlikte mutlaka vardır. Mitolojideki Daphne-Apollon, Eros-Psykhe, Helena-Paris, Afrodit-Ares, Narkissos-Echo, Odysseus-Kalypso, Orpheus-Eurydike, Apollon-Heliotrope aşkları, yüzyıllardır edebiyatın işlediği konulardandır./Archive/2021/1/10/124431013-kapakic2.jpgDÜNYANIN EN GÜZEL AŞKLARIEdebiyatın - ve tarihin - efsaneleşmiş ve toplumsal yaşamla bütünleşmiş Kleopatra-Antonius, Tac Mahal’le simgelenen Şah Cihan-Mümtaz Mahal, Kanuni-Hürrem, Napolyon-Josephine, Kafka-Milena, Sartre-Beauvoir, Aragon-Elsa, Nâzım-Piraye gibi aşkları da vardır.Shakespeare’den başlayarak Neruda’ya, günümüze uzanan dünya şiirinde vazgeçilmez bir yeri olan aşkın klasik romanlarının hem yayımlandığı günlerde hem de günümüzde keyifle okunması bunun kanıtıdır:Genç Werter’in Acıları (Goethe), Rüzgâr Gibi Geçti (M. Mitchell), Uğultulu Tepeler (E. Bronte), Muhteşem Gatsby (Fitzgerald), Aşk ve Gurur (Austen), Jane Eyre (C. Bronte), İlk Aşk, Bahar Seli (Turgenyev), Anna Karenina (Tolstoy), Beyaz Geceler (Dostoyevski), Yüzbaşının Kızı (Puşkin), Madame Bovary (Flaubert), Kırmızı ve Siyah (Stendhal), Vadideki Zambak (Balzac), Bir Aşk Sayfası, Nana (Zola), Doktor Jivago (Pasternak), Aragon’un “Dünyanın en güzel aşk öyküsü” dediği Cemile, Selvi Boylum Al Yazmalım (Aytmatov), Kolera Günlerinde Aşk (Marquez)…Edebiyatımızda, ilk sözlü ürünlerden başlayarak örneğin, Fuzuli’nin “Aşk imiş her ne var âlemde” dizesiyle de ortaya çıkan bir anlayış, aşkın, divan şiirinin en temel izleklerinden biri olduğunu gösterir.Halk şiirimizde, âşık edebiyatında da aynı boyutta var olan bu gerçeklik, tekke şiirinde zaman zaman sevgiliye, zaman zaman inanca yöneliktir: Ferhat-Şirin, Kerem-Aslı, Tahir-Zühre, Leyla-Mecnun, Asuman-Zeycan, Arzu-Kamber, Yusuf-Züleyha, Karacaoğlan-İsmikan, Elif -Mahmut, Derdiyok-Zülfüsiyah, Emrah-Selvihan… Aynı gerçeklik Tanzimat’tan sonraki edebiyatımızın tümünde de asıl ya da yan izlek olarak sürer.EDEBİYATIMIZIN KLASİKLERİEdebiyatımızın klasiklerinden akla ilk gelen romanlar şöyle sıralanabilir: Kalp Ağrısı (Halide E. Adıvar), Dudaktan Kalbe, Çalıkuşu (Reşat N. Güntekin), Eylül (Mehmet Rauf), Aşkı Memnu (Halit Z. Uşaklıgil), Huzur (Ahmet H. Tanpınar), Kürk Mantolu Madonna (Sabahattin Ali), Cemile (Orhan Kemal), Ağrı Dağı Efsanesi (Yaşar Kemal), Bir Gün Tek Başına (Vedat Türkali), Zeliş (Necati Cumalı), Bir Kadının Penceresinden (Oktay Rıfat)…Nâzım Hikmet’in, Attilâ İlhan’ın, Ahmed Arif’in, Cemal Süreya’nın, Turgut Uyar’ın, Hasan Hüseyin’in, kısacası edebiyatımızın neredeyse tüm şairlerinin şiirlerinde aşkla sarmaş dolaş oluruz.Yaşamın sanatlaştırılması, güzelleştirilmesi, anlamlandırılması, insanın ölümsüzleşmesi demek olan özgürlüğün gerçekleştirilmesinde aşkın ve aşk edebiyatının katkısı yadsınamaz. Yaratıcı insanın yarattığı sanat aracılığıyla aktardığı her üründe aşkın izlerini, çırpıntılarını, hiç değilse gölgelerini görmek sanatın doğasındadır.Aşk, edebiyatı yüzlerce yıldır derinden etkilenmiştir. Aşkla tanışanların aşk edebiyatıyla aşklarını büyüttükleri de söylenebilir. Yüzlerce yıllık insanlık tarihinin aynasında gördüğümüz aşkla edebiyatın birbirini ve insanı tamamlayan bir vazgeçilmezlik olduğudur.Aragon’un “Mutlu Aşk Yoktur” şiirinin son dizeleriyle aşkı, aşk edebiyatını selamlayalım:“Hüsranla bitmeyen aşk yoktur/ Yara açmayan aşk yoktur kalpte/ İz bırakmayan aşk yoktur insanda/ Ve tıpkı senin gibidir vatan aşkı da./ Gözyaşlarına boğulmayan aşk yoktur/ Mutlu aşk yoktur/ İkimizin aşkıdır bu gene de.” Öner Yağcı

Endonezya’da düşen yolcu uçağının kara kutusunun yeri tespit edildi

Endonezya’da düşen yolcu uçağının kara kutusunun yeri tespit edildi figure > Endonezya’da kalkıştan kısa bir süre sonra denize düşen yolcu uçağının kara kutusunun yerinin tespit edildiği bildirildi. Endonezya Genelkurmay Başkanı Hadi Tjahjanto, yaptığı açıklamada, uçağın düştüğü bölgede yürütülen arama çalışmalarında sinyal alınan kara kutunun yerinin belirlendiğini belirtti.Kara kutunun çıkarılmasının uzun sürmeyeceğini ümit ettiğini söyleyen Tjahjanto, böylece kazanın nedeninin bulunabileceğini aktardı.Tjahjanto, denizin 23 metre derinliğinde bulunan uçağın enkazını da en kısa sürede çıkarmayı umduklarını kaydetti.Endonezya Ulaştırma Bakanlığından yapılan açıklamada da arama kurtarma çalışmalarının geniş bir alanda aralıksız sürdüğü yinelendi.Ulaştırma Bakanı Budi Karya Sumadi, dün düzenlediği basın toplantısında, kalkıştan yaklaşık 5 dakika sonra iletişimin kesildiği ve içinde 12 kişilik mürettebat ile 50 yolcunun bulunduğu "SJ182" sefer sayılı yolcu uçağının başkent Cakarta'nın kuzey açıklarındaki Laki ve Lancang Adası arasındaki noktaya düştüğünü açıklamıştı.Ulaştırma Bakanlığı Sözcüsü Adita Irawati, en son iletişimin dün yerel saatle 14.40'ta gerçekleştirildiği uçağın Cakarta-Pontianak seferini yapmak üzere havalandığını bildirmişti.Endonezya Donanması, yolcu uçağının enkazının başkent Cakarta sahilinin kuzeyindeki Thousand Adaları açıklarında 4 ayrı noktaya dağıldığını ifade etmişti.Küresel uçuşları takip eden Flightradar24'ün sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, uçağın kalkıştan 4 dakika sonra yaklaşık 11 bin fite (3 bin 352 metre) çıktığı, daha sonra 1 dakikadan kısa sürede 250 fite düştüğü ve hava trafik kontrolü merkeziyle irtibatının kesildiği belirtilmişti. AA

Antalyaspor deplasmanda 155 gün sonra kazandı

Antalyaspor deplasmanda 155 gün sonra kazandı figure > Süper Lig ekiplerinden Antalyaspor, deplasmanda Göztepe'yi yenerek 155 gün sonra galip gelmeyi başardı. Süper Lig ekiplerinden Fraport TAV Antalyaspor, deplasmanda Göztepe'yi yenerek 155 gün sonra galip gelmeyi başardı. Kırmızı beyazlı takım Göztepe maçından önce geçen sezonun 33'üncü haftasında deplasmanda MKE Ankaragücü'nü 1-0 mağlup etmeyi başarmıştı.Süper Lig'in 18'inci haftasında Fraport TAV Antalyaspor, deplasmanda Göztepe'yi Doğukan Sinik'in attığı golle 1-0 mağlup etti. Kırmızı-beyazlılar bu golle 10 maç, 155 gün aradan sonra dış sahada galip gelmeyi başardı. Akdeniz ekibi, bu galibiyetle puanını 24'e yükseltti.DIŞ SAHADA İLK GALİBİYETFraport TAV Antalyaspor, bu sezon deplasmanda oynadığı 9 maçta sadece 1 kez galip gelebildi. Kırmızı-beyazlılar, 5 beraberlik ve 3 yenilgi alarak topladığı 24 puanın sadece 8'ini dış sahalarda alabildi. Akdeniz ekibi bu sezon deplasmanda Göztepe'yi yenerken, Beşiktaş, Kasımpaşa, Büyükşehir Belediye Erzurumspor, Sivasspor ve Galatasaray maçlarından beraberlikle sahadan ayrıldı. Yeni Malatya, Medipol Başakşehir ile Çaykur Rizespor mücadelelerinden ise puan çıkartamadı./Archive%5C2021%5C1%5C10%5C130101700-antalyaspor-deplasmanda-155-gun-sonra-kazandi_5.jpgAntalyaspor, 9 deplasman maçının 6'sında kalesinde gol gördü. Bu maçlarda 13 gole engel olamayan Akdeniz ekibi, rakip ağları ise 8 kez sarsabildi. Fraport TAV Antalyaspor, Sivasspor, Galatasaray ve bu sezon deplasmanda ilk galibiyetini aldığı Göztepe maçında kalesini gole kapatma başarısı elde etti.Göztepe karşısında attığı golle takımına 3 puanı kazandıran isim olan Antalyaspor'un 21 yaşındaki genç oyuncusu Doğukan Sinik, kariyerindeki ilk Süper Lig golünü kaydetmiş oldu. Antalyaspor ile ilk kez 2014-2015 sezonunda TFF 1’inci Lig'deyken 3-1 kaybedilen Elazığspor maçında forma giymeye başlayan Doğukan Sinik, kırmızı beyazlılarla 71 maça çıktı. Genç orta saha oyuncusu 63 Süper Lig, 7 Türkiye Kupası ve 1 kez de TFF 1’inci Lig'de takımı adına forma giydi. Genç oyuncu, Göztepe'ye gol atarak Süper Lig kariyerindeki ilk gol sevincini yaşarken, 2019-2020 yılında oynanan Türkiye Kupası maçında da bir kez gol sevinci yaşadı. Doğukan Sinik, geçen sezon Ziraat Türkiye Kupası'nda oynanan Sivasspor mücadelesinde Antalyaspor formasıyla ilk golünü kaydetmişti. DHA

"Suçiçeği aşısıneden temin edilmiyor?"

"Su çiçeği aşısı neden temin edilmiyor?" figure > CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin, 2020'nin elim ayından bu yana su çiçeği aşısının temininde sorun yaşandığını belirterek konuyu TBMM gündemine taşıdı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından yazılı olarak cevaplandırılması istemiyle verdiği soru önergesinde şunları söyledi: "Vatandaşlarımızdan gelen şikâyetlerle birlikte, genellikle çocukluk çağında görülen suçiçeği hastalığına karşı uygulanan suçiçeği aşısının temininde Ekim 2020’den beri sıkıntı yaşandığını öğrenmiş bulunmaktayız. Danıştığımız aile hekimleri, aşının sınırlı dozlarda temin edildiğini ve aşının uygulanan bireylere genellikle birkaç doz yapılması gereken bir aşı olduğunu, bu yüzden tedarik edilebilen miktarın aşının etkinliğini azalttığını belirttiler. Olası bir suçiçeği salgınına karşı, yeterli miktarda suçiçeği aşısının bir an önce temin edilmesi gerekliliğini vurguladılar."Girgin, “Su çiçeği aşısının temin sorunu acilen çözülmelidir, Bakanlık üzerine düşeni yapmalıdır, aileler kaygılı” diyerek, Bakan Koca'ya, "Suçiçeği aşısının temininde yaşanan sorunların nedeni nedir? Suçiçeği aşısının temin sorunlarını çözmek için bir çalışmanız mevcut mudur? Olası bir suçiçeği salgınına karşı Acil Eylem Planı hazırlanmış mıdır?" sorularını yöneltti. İZMİR / Cumhuriyet

CHP veİYİParti’den ortak açıklama

CHP ve İYİ Parti’den ortak açıklama figure > AKP-MHP ortaklığındaki ‘Cumhur İttifakı’na karşı muhalefet partilerinden bazıları tarafından oluşturulan ‘Millet İttifakı’ içinde yer alan CHP ve İYİ Parti ortak açıklama yaptı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek ile İYİ Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı Rıdvan Uz, ortak yazılı basın açıklaması yaptı. CHP ve İYİ Parti’nin her zaman önceliğinin Türkiye olduğu belirtilerek, “Bu temelde kurulmuş olan ittifakımız, ülkemizin geleceğinin şekillenmesi noktasında da yan yana durmaktadır. Millet İttifakı; demokratik hukuk devletine olan bağlılık, evrensel insan hakları ilkelerine saygı, Cumhuriyetimizin kazanımlarını ve milletimizin değerlerini koruyup kollama inancıyla bugünlere gelmiştir. Kurulan bu birliktelik ve yürüdüğümüz meşakkatli yol, demokrasi dersleri ile doludur. Hatırlanacağı üzere 2018 seçimleri öncesinde İYİ Parti seçime girmesin diye demokrasiye kurulan kumpas, CHP’nin on beş milletvekili hamlesiyle aşılmıştır” denildi.DEMOKRASİ MÜCADELESİ HER ŞEYİN ÜZERİNDEDİRİYİ Parti ile CHP’nin birlikte girdiği 2019 yerel seçimlerinde çok sayıda büyükşehir belediyesinin Millet İttifakı tarafından kazanıldığı anımsatılarak, şunlar kaydedildi:“Unutulmasın ki bu önemli sonuçlar, ülkemizin geleceği adına mücadele veren genel başkanlarımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve Sayın Meral Akşener’in liderliğinde bir memleket masası çerçevesinde başarılmıştır. İlk genel seçimlerde yurttaşlarımızın desteğiyle Millet İttifakı iktidarı kurulacak, iktidarımızda Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, bağımsız ve tarafsız yargı tesis edilerek, kuvvetler ayrılığının yok edildiği tek adam rejimi sona erdirilecektir.Bu bağlamda İttifak üyesi partilerimizin ilkeli ve kararlı yol yürüyüşü büyük emek ve mücadele ile devam etmektedir. Genel başkanlarımızın özveri ile ülkemiz adına attıkları cesur adımlara, partilerimizin kurumsal mücadelesine saygı ve destek açısından hepimiz kullanacağımız kelimeleri özenle seçmek ve dikkatli olmak gibi bir görevle yükümlüyüz. Her iki partimizin de Türkiye sevdası ve verdikleri demokrasi mücadelesi her şeyin üzerindedir.” cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter