Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Saturday, 10.25.2025, 11:41 PM (GMT)

News - Haberler

MHP, bir veto unsuru olarak hareket ediyor

MHP, bir veto unsuru olarak hareket ediyor figure > Türkiye, Cumhurbaşkanı’nın dile getirdiği hukuk reformunun ardından şimdi de rotanın AB’ye çevrilmesini konuşuyor. Bülent Arınç’ın Kavala ve Demirtaş ile ilgili sözleri, ardından Erdoğan’ın “Kendimizi Avrupa’da görüyoruz” demesi “Biden etkisi mi” sorusunu akla getirince, Türk-Amerikan ilişkilerinde uzman, siyasal bilgiler uzmanı, Uluslararası Siyasal Bilimler Derneği’nin (IPSA) eski başkanı Emeritus Profesör İlter Turan’ın kapısını çaldık. Bu etkinin içeride hangi değişiklikleri beraberinde getireceğini de konuştuk. Turan'a göre: - Biden, özgürlükleri korumaya daha ağırlık veren ve bunu yapmayan ülkelere baskı uygulayacağını ilan eden bir tavır sergiledi. Israr eden yönetimler bundan memnun olmayabilir. - Türkiye’ye dönük demokratikleşme baskılarından söz ederken Biden’ın bu konularda AB ile aynı çizgide taleplerde bulunacağını, belki de birlikte hareket edeceğini unutmamalıyız.- Sayın Cumhurbaşkanımızın sözlerinde samimi olmasını gönülden temenni ederim. Eminim ki kendisi de yaşanan tecrübelerin ciddi bir inandırıcılık sorunu yarattığının idraki içindedir.- AKP- MHP ilişkilerinde, dış ilişkilerden bağımsız olarak bünyesel bir sorun giderek kendini belli ediyor.- MHP, sadece bir koalisyonun küçük ortağı olmakla kalmıyor, büyük ortağını gerekli görürse engelleyen, bazı şeyleri yapmasını da dikte eden bir veto unsuru olarak hareket ediyor.- Hiçbir konuda anlaşmak mecburiyetinde değilsiniz ama sistemin temel unsurları şekillendirilirken HDP de süreçte yer almalı. Partilerimizi bu cesaretten uzak buluyorum.- ABD’nin Kürt politikasında değişiklik beklememiz için sebep yok. Dolayısıyla Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD’nin Kürt politikasının yarattığı olumsuzluklar devam edecektir.- ABD’nin 46. başkanı Joe Biden, Trump’ın tahrip ettiği uluslararası prestiji yeniden kazanabilir mi? Esas itibarıyla bu soruyu iki ayrı seviyede cevaplandırmak gerekiyor: Bunlardan birincisi, işbirliği seviyesi. Biden ABD’nin geleneksel müttefikleriyle ilişkilerini yeniden güçlendirebilir ve birlikte hareket etme kabiliyetini kazandırabilir. Fakat ikinci seviyede, güven seviyesinde iş çok zor. Amerikan siyasetinin cilveleri dolayısıyla Trump döneminde Amerika itimat edilebilir bir ortak olmaktan uzaklaştı. Böyle bir itimadın yeniden inşası sadece Biden’ın iyi niyetiyle gerçekleştirebileceği bir husus değil, çünkü dört yıl sonra Biden gidebilir, başka bir Trump gelebilir, hatta hakikisi geri dönebilir. Böyle düşünüldüğünde eski dostlukları, eski bağları inşa etmek pek kolay olmayacaktır. Kaldı ki bu dostlukların altında maddi çıkar ilişkileri de yatıyor. Amerika’nın ittifak ilişkileri geliştirdiği döneme göre dünya çok değişmiş, güç dağılımı farklılaşmıştır. Dolayısıyla maddi temellerin değişmesinden kaynaklanan bir ayrışma var, ki bu da eski durumun iadesini güçleştiren diğer bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.  - Amerikan iç siyasetinde otoriterleşme baş gösterdi. Trump uluslararası pek çok kurumla kavga etti… Biden, bunu çözecek bir ajandayla mı geliyor? Biden, seçim sırasında dahi Amerika’nın uluslararası camiada zedelediği bazı ilişkilerini düzelteceğini ve eskiden yaptığı bazı taahhütlere geri döneceğini ifade etti. Bu taahhütler arasında İklim Anlaşması’na tekrar katılmak, İran ile olan nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmak, DSÖ’ye katkıda bulunmak vs. var, ama bunun ötesinde Trump’ın yıktığı ilişkilerin yerini başka ilişkiler almaya başladı ki bunları değiştirmekte güçlük çekecektir. En canlı örneği, Obama döneminde Pasifik ülkeleriyle yapılan iktisadi işbirliği anlaşmasıdır. Trump bu süreci sonlandırdı. Bir-iki hafta önce Çin, bu ülkelerin hepsiyle ticareti genişletmeyi amaçlayan bir anlaşma yaptı. Biden’ın “Gelin eski Trans-Pasifik anlaşmasını yeniden kuralım” demesi, mevcut gelişmeler sonrası imkânsızlaşmıştır. İlişkilerini iyileştirmeye, bağlantıları güçlendirmeye çalışabilir ama eskinin aynen iadesi mümkün değil. Şunu da göz önünde tutmak lazım: Trump bu işleri yaparken arkasında bir Amerikan kamuoyu bulunmaktaydı. Bu kamuoyu ülkelerinin uluslararası politikada bu kadar yoğun bir angajman içinde bulunmasını ve dış siyasete fazla kaynak tahsis etmesini isteksizlikle karşılıyor. Biden’ın bunu görmezden gelmesi mümkün değildir ama kamuoyunu Amerika’nın dünyanın lideri olması gerektiğine, bunun da Amerika’nın çıkarına olduğuna ikna etmeye çalışacaktır. Bir ölçüde başarı sağlayacağını da tahmin ederim.  - Seçim dönemi hiç de alışık olmadığımız şekilde cereyan etti. 31 Mart seçimimize benzetildi, hatta “Amerika küçük Türkiye oldu” diye espriler yapıldı, ama sonunda Türkiye’den farklı olarak son sözü yasalar söyledi ve hukuk galip geldi. Ne dersiniz? Popülist siyasi hareketler dünyanın hangi ülkesinde ortaya çıkarlarsa çıksınlar, benzer davranışlar sergiliyor. Bunların önemli vasfı kurulu düzene karşı çıkmak; kurulu düzenin yozlaşmış ve halkın çıkarlarını gözetmeyen bir yapı olduğunu savunarak onun yerini almaya çalışmak. Tabii, kurulu düzen dediğimiz zaman bunun içinde mevcut hukuk düzeni, ekonomik düzen ve demokratik düzen de bulunuyor. Popülist liderler, oy çoğunluğuna sahip oldukları düşüncesinden yola çıkarak hukukun, anayasaların, kurumların yapmak istediklerine izin vermemesine karşı çıkmakta, reddetmektedirler. Trump da bu çizgide hareket etti, Amerikan kurumlarını zorladı. Popülist liderlerin bir diğer özelliği de kendilerinin halk tarafından çok sevildiğine inanmalarıdır. Bir türlü seçim kaybedebileceklerine inanmazlar. Böyle bir durumla karşılaştıklarında ise ya halkın kandırıldığını ya da işin içinde bir hile olduğunu düşünürler. Bu kendi inandıkları bir açıklama ama başkalarını da bu zihni çerçeve içinde değerlendirirler. Trump, Amerikan kurumlarını çok zorladı, fakat bir popülist yönetimin bir ülkenin siyasi yapısını değiştirebilmesi için birkaç faktöre bakmak lazım: Bunlardan biri, bu kişinin yetkisi ne düzeydedir? Trump, oyların dağılımına bakacak olursanız çok büyük bir yetkiyle gelmedi. Ayrıca, Amerika’da federal bir sistem var. Federal hükümetin yetkileri, mesela Türkiye’yle karşılaştırıldığında, çok daha sınırlı. Bazı yetkiler federal hükümete aittir, bazı yetkiler ortak kullanılır. Başkan her şeye karışamıyor. - Dolayısıyla federal sistemin başkanı olan Trump’ın bütün sisteme hâkim olması mümkün değil, diyorsunuz.. Kesinlikle. İkinci husus, demokratik ve hukuk devleti kurumlarının ne derece yerleşik ve kurumsallaşmış olduğu. Burada da Amerika’daki demokrasi geleneğinin daha yerleşik, daha güçlü olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Trump’ın yaptıklarını birçok Cumhuriyetçi de kabul edilemez buluyor. Mesela Trump, Michigan seçim kurulundaki Cumhuriyetçi Parti üyelerini Beyaz Saray’a davet ederek bu eyaletteki seçim sonuçlarını değiştirme çabasını desteklemelerini istedi. Onlar, sonucu kabul ettiklerini söyleyerek baskıya rağmen boyun eğmediler. Bu da kurumların yerleşikliğine işaret ediyor. Tabii, bir de genel kamuoyuna da bakmak lazım. Onlar da demokrasi ve sonuçlarına alışık ve bunlarla barışık. Evet, Cumhuriyetçilerin içinde radikal bir unsur var, hatta birtakım adamlar silahlarını kuşanarak eyalet parlamentolarına girdiler ama bunlar sistemin temelini sarsacak güçte değiller.  - Gelelim asıl meseleye... Şu anda Türkiye açısından önemli soru ABD’nin Türkiye politikasının nasıl olacağı... Felaket senaryoları yazılıyor; katılır mısınız? Bir kere Trump ile ilişkimizin aşırı iyimserlikle değerlendirildiğini düşünüyorum. Evet, Trump’ın Cumhurbaşkanımızla olan iletişim kolaylığı belki Türkiye’nin istemediği bazı şeyleri engelledi... - Neydi bunlar? Halkbank’ın üzerindeki davanın geciktirilmesi, CAATSA dediğimiz anlaşmanın bazı maddelerinin uygulamaya geçirilmemesi, ama bakın neler oldu? F-35 satışı iptal edildi. ABD, Dedeağaç’ta askeri imkânlar elde ederek ve Suda Körfezi’ndekileri genişleterek Yunanistan’la savunma ilişkilerini güçlendirdi. Dışişleri Bakanı Pompeo, son ziyareti sırasında Türk yetkililerle görüşmeye bile yanaşmadı. Suriye’de göz göre göre YPG’yi destekliyor, Kuzeyden Akdeniz’e uzanabilecek bir Kürt koridoru açmak için kendine göre planlar uyguluyor. Doğu Akdeniz’de Kıbrıs ve Yunanistan ile beraber. Şimdi bunlar Trump zamanında oldu. Dolayısıyla Trump döneminde Türkiye- Amerika ilişkilerinin iyiye gittiğini söylememiz mümkün değil.  - Elbette ama Biden ile kopma noktasına gelir mi? Biden, baştan itibaren Amerikan dış politikasında demokrasiyi yaygınlaştırmaya, özgürlükleri korumaya daha ağırlık veren ve bunu yapmayan ülkelere baskı uygulayacağını ilan eden bir tavır sergiledi. Muhtemelen de bu çizgisini sürdürecektir. Otoriter kalmakta ısrar eden yönetimler bundan memnun olmayabilir.  - Biden yılın başında verdiği mülakatta Türkiye ile ilgili “Ne olursa olsun muhalefet desteklenmeli” dedi. Aslında okumaların birçoğu bu sözleri üzerinden yapılıyor. Hükümet bugünlerde “hak, hukuk, adalet”i dilinden düşürmüyor, reform mesajları veriyor. Bülent Arınç’ın Kavala, Demirtaş çıkışını da eklersek “Biden hazırlığı” yapılıyor diyebilir miyiz? Türk hükümetinin demokratikleşme programına ihtiyaç olduğu yönündeki beyanları, Biden’ın gelişine yönelik bir hazırlık olarak da yorumlanabilir, ancak Türkiye’nin zaten içinde duyulan ihtiyaçlar ve Türk siyasetinin şu anda vardığı tıkanma noktası birtakım açılımları gerektirmekteydi. Hükümetin ortağıyla geçinmekte karşılaştığı güçlükleri de hesaba katarsanız, belki diğer bazı partilerle daha barışık bir çizgiye gelebilmesi için değişikliklere hazır olması gerekiyor. Amerikan seçimi sonuçları bu konuların üzerine daha fazla eğilmenin baskısını yarattı. Biz Biden’dan bahsediyoruz, ama Türkiye’ye dönük demokratikleşme baskılarından söz ederken Biden’ın bu konularda AB ile aynı çizgide taleplerde bulunacağını, belki de birlikte hareket edeceğini unutmamalıyız. Burada Biden, “Muhalefeti destekleyelim” derken zannediyorum şu ya da bu partiyi kastetmiyor, muhalefetin demokratikleşme taleplerinin desteklenmesinden bahsediyor. Türkiye’nin demokratikleşmesini çoğumuz zaten arzuluyoruz.  - AKP 18 yıldır iktidarda... Açılım yaptığı dönemler oldu, sonra otoriterleşti ve sonra bugün yine, yeni bir rüzgâr… ABD Başkanı’yla değişen söylemi ne derece samimi bulunur? Bekleyip görmemiz lazım. Şu ana kadar Cumhurbaşkanı’nın izlediği politikalara baktığınızda, genellikle oldukça gerçekçi oldukları görülüyor. Güç mücadeleleri esnasında kendisinin görevde ve partisinin iktidarda kalması için ne yapılması gerekiyorsa, o yönde hareket etmek konusunda başarılı olmuştur. Şimdiki taleplere cevap vermediğinde zorda kalacağını düşündüğü müddetçe uyumlu yönde hareket etmesini bekleyebiliriz sanıyorum.- Bu dönüşte MHP ile de yolları ayrılır mı AKP’nin?AKP- MHP ilişkilerinde dış ilişkilerden bağımsız olarak bünyesel bir sorun giderek kendini belli ediyor. MHP, sadece bir koalisyonun küçük ortağı olmakla kalmıyor, büyük ortağının neler yapabileceğini belirleyen ve gerekli görürse engelleyen, bazı şeyleri yapmasını da dikte eden bir veto unsuru olarak hareket ediyor. Büyük ortağın bu ilişkiden sıkıntı duymaya başladığı değerlendirmeleri giderek daha sık yapılmaya başlandı. Yine de iktidarın yeni bir ortaklık oluşturabileceğinden emin olmadan mevcut ortağını terk etmekte aceleci davranmasını beklemek gerçekçi olmaz.- Hocam “Hükümetin diğer bazı partilerle daha barışık bir çizgiye gelebilmesi için değişikliklere hazır olması gerekiyor” dediniz. Ama Türkiye siyasetinde öngörülemezlik söz konusu. Hangi parti hangi partiyle görüşüyor, ittifakların geleceği, hükümetin ne yapmaya çalıştığı net değil. Bu tabloyu bir siyaset bilimci olarak okur musunuz?Toplumla siyaset bağlantısı Türkiye’de son derece zayıf. Siyasi partilerimiz, iktidar partisi başta olmak üzere, desteğini daha çok patronajla sağlamaya çalışıyor; birtakım kimseleri kamu kaynaklarından yararlandırarak, onların işlerini görerek, karşılığında onlardan siyasi destek ve oy istiyor. Bunun sonucunda partiler çeşitli ve şeffaflıktan uzak yöntemlerle varlıklarını sürdürmek, iktidara ortak olarak durumlarını güçlendirmek için mücadele ediyor. Bunu demokrasi eksikliğinin tezahürü olarak da değerlendirebiliriz. Yalnız bütün bu karışıklık içinde iyimser not düşmek istiyorum. Türkiye’de siyaset uzun süre Türk modernleşmesinin yarattığı zıtlıklar üzerinden yürütülmüştü. Modernleşmemiz sert bir laiklik unsuru içeriyordu ve iktisadi boyutu zayıftı. Siyaseti kültürde modernleşme yoluyla toplumu değiştirme yandaşlığı ve karşıtlığı şekillendirmişti. Dolayısıyla Türk siyaseti, olağan demokratik siyasetin odaklandığı iktisadi sorunların dışında daha çok sembolik sorunların egemen olduğu bir alan oluşturmuştu. Şu anda bu durum değişiyor. Siyasi saflaşma veya kamplaşma artık sadece modernleşme çizgisi üzerinden değil, daha çok uygulanan iktisat veya diğer kamu politikaları üzerinden yürütülüyor. Zannediyorum bu dönüşüm zamanla Türk siyasetinin demokratik ülkelerdeki olağan görünümüne kavuşmasına yardımcı olacaktır. Fakat, günümüzde tüm demokratik sistemlerde ortaya çıkan sorunlar var. Sadece bir örneğini vereyim: Demokratik ülkelerin hemen tümünde siyaset alanında parçalanmalar artıyor. Mesela parlamentolardaki partilerin sayıları yükseliyor, daha dar davaları kovalayan gruplar siyasette güçleniyorlar. Ve demokratik toplumlarda uzlaşma zeminleri zayıflamaya başlıyor. Bu bütün demokrasileri endişelendirmesi gereken çok sayıda soruna bir örnek. HDP ANAYASA ÇALIŞMALARI İÇİNDE YER ALMALI- Sanki 2012’de bütün partiler anayasa değişikliği için aynı masaya oturmamış gibi, bugün, hangi partinin HDP ile görüşüp anayasa taslağı üzerinde çalışma yapıp yapmadığı tartışılıyor. Sandalye sayısı bakımından Türkiye’nin üçüncü partisinden bahsediyoruz ama kimse yan yana gelmek istemiyor ya da geliyor, saklıyor... Bunu da konuşmalıyız...Bu, bizim siyasetimizin yeterince demokratikleşemediğinin bir tezahürü. Sistem sorunu ile her partinin gütmek istediği politikaları birbirinden ayırmak lazım. Siz HDP’nin güttüğü politikaları onaylamayabilirsiniz. HDP gibi bir partinin parlamentoda temsil edilmemesini dahi arzulayabilirsiniz. Bütün bunlar mümkündür ama bir anayasa dediğiniz zaman toplumdaki tüm ağırlıklı kesimlerin rızasını almak zorundasınız. Anayasanın hazırlanmasında ülkenin önemli oranda oy alan bir partisinin sürecin dışında tutulması mümkün değildir. Diğer hiçbir konuda anlaşmak mecburiyetinde değilsiniz ama sistemin temel unsurları şekillendirilirken bu partinin de süreçte yer alması lazım. Siyasi partilerimizi bu konuda cesaretten uzak buluyorum. HDP’nin anayasa çalışması içinde bulunmasının gerekçesi izah edildiğinde, kamuoyunun ikna edilebileceğini düşünüyorum- ABD’nin yeni döneminde Kürt politikasında nasıl davranmasını bekliyorsunuz?ABD’nin Kürt politikasında bir değişiklik beklememiz için sebep yok. Dolayısıyla Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD’nin Kürt politikasının yarattığı olumsuzluklar devam edecektir. Ama Türkiye demokratikleşme süreci içinde etnik farklılaşmaları da tabiileştiren değişiklikler yapacak olursa ülkemiz rahatlayacak, sadece Amerika’dan değil, AB’den de Türkiye’ye yönelik eleştiriler azalacaktır. - Erdoğan’ın “Kendimizi başka yerlerde değil Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile kurmayı tasavvur ediyoruz” sözünü de bu noktadan okuyabilir miyiz? Merkel’in, Türkiye’ye yaptırım ihtimalinin 10 Aralık’taki AB zirvesinde görüşüleceğini açıkladığını, Sözcü İbrahim Kalın’ın da günler öncesinden Brüksel’e gittiğini not düşelim... Sayın Cumhurbaşkanımızın sözlerinde samimi olmasını gönülden temenni ederim. Eminim ki kendisi de yaşanan tecrübelerin ciddi bir inandırıcılık sorunu yarattığının idraki içindedir. Ekonomimizin içinde bulunduğu çok yönlü güçlükleri aşması için AB ve ABD ile uzun vadeli işbirliğine ihtiyaç duyulması, bir ihtimal, bu son beyanlar yönünde ilerlemek için gereğinin yapılmasını teşvik edecektir. RUSYA'NIN DESTEK VERECEK DURUMU YOK- Türkiye-Rusya ilişkisi ABD ile daha büyük bir gerginliğe yol açar mı?Şunu unutmayalım ki bizim Rusya’yla anlaşamadığımız konu sayısı az değildir. Libya’da, Kıbrıs’ta, Suriye’de esas itibarıyla anlaşamıyoruz. Kafkaslar’da Türkiye’nin varlığı Rusya’yı pek heyecanlandırmıyor. Kırım’ın işgal yoluyla Ukrayna’dan alınmasını kabullenmiyoruz. Listeyi uzatmayayım ama anlaşmazlık konularımız zengin. Türkiye’nin Rusya’yı Amerika’ya karşı seferber edeceği bir dayanak olarak ileri sürmesi pek doğru olmayacaktır. Benim ümidim, Amerika’nın da Türkiye’nin tamamen Rusya’ya muhtaç duruma düşmesini yaratacak yollara başvurmamasıdır. Bütün sorunlara rağmen Biden’ın bu hususu gözetmesini bekliyorum. Biden yönetimi içinde bazı gruplar Türkiye’ye sert davranılmasını, diğerleri ise dosya bazında da ilişkilerin daha muntazam yürütülmesini savunuyor. Biden yönetiminin karşılaşacağı çok sayıda sorunu düşündüğümüz zaman herhalde Türkiye’yle büyük sorunlar yaratmak istemeyecektir. Türkiye şu anda oldukça büyük iktisadi güçlüklerle karşı karşıya. Bu güçlüklerin aşılmasında Rusya’nın Türkiye’ye büyük destek verecek bir durumu yoktur. Dolayısıyla, iktisadi çıkarlarımız ister AB ile, ister ABD ile olsun, sonsuz bir gerilime müsaade edecek nitelikte değildir. CONDOLEEZZA RİCE OLMASIN- Pompeo’nun İstanbul’da Fener Rum Patriği’ni ziyaretiyle devam edersek: Yedi ülkeyi ziyaret etti, hepsinde devletin zirvesiyle görüştü, amaTürkiye’de böyle olmadı. Üstelik “İstanbul’dayken kendisiyle temas etmek isteyen bir Türk yetkili olursa görüşmeye açık olduğunu” söyledi… Bunun diplomasi dilinde anlamı nedir?Bunun anlamı Pompeo’nun terbiyesizliğidir. Pompeo, daha önce de bu bölgeye geldi, yine Türkiye’nin hoşuna gitmeyen beyanlarda bulundu. Bir ülkeye gelip de “İsteyen beni İstanbul’a gelir görür” demek, başkenti ziyaret etmemek büyük bir nezaketsizlik ve kabalık. Pompeo zaten gidici. Şu andaki davranışlarını Amerikan dış politikası açısından değerlendirmektense iç politikasındaki geleceğe matuf hesapları açısından değerlendirmek daha doğru olur. - Ne yapmaya çalışıyor?Pompeo, Amerika içindeki lobilere selam veriyor. Bunlar arasında Köktendinci Hıristiyan lobisi, Musevi, Ermeni, Yunan lobisi var. Bunlara, “Bakın ben sizinle beraberim. Dört yıl sonra seçim dönemi geldiğinde herhalde hatırlar ve tercihinizi ona göre belirlersiniz” diyor. Pompeo’nun kibir yüklü nezaketsizliği sadece Türkiye ile sınırlı kalmadı. İsrail’de de gitti, Golan Tepeleri’ni ve kanunsuz Musevi yerleşmelerini gezdi. - Biden’ın dışişleri bakanının kim olacağı da önemli değil mi? Sizin bu konuda bir öngörünüz var mı?Bilmiyorum ama Condoleezza Rice’ın olmasını istemem, çünkü sert tabiatlı ve Türkiye’ye dostane yaklaşmayacağını tahmin ettiğim bir kişidir.   İpek Özbey

Salgında en büyük artışıerkek bakım setleri gösterdi. Mart/haziran döneminde satışyüzde altıbini aştı

Salgında en büyük artışı erkek bakım setleri gösterdi. Mart/haziran döneminde satış yüzde altı bini aştı figure > 14 Ekim’de halka arz için SPK’ye başvuran Arzum Küçük Ev Aletleri Üst Yöneticisi Mete Zadil, pandemiye karşın şirketin büyümeyi sürdürdüğünü anlattı. Zadil, pandemi döneminde tüketicinin ütüden uzaklaştığını, ekmek yapımı ve kişisel bakıma yöneldiğini söyledi. Dünyayı ve ülkeyi etkisi altına alan salgının en çok değiştirdiği alanlardan biri de evlerdeki alışkanlıklar oldu. Evlerdeki küçük ev aletleri kullanımında öncelik ve ağırlık sırası değişti. GFK verilerine göre geçen yılki büyüklüğü 5.4 milyar lira seviyesinde olan bu pazarda, pastadan önemli bir pay alan Arzum’un altı aylık verileri tüketimde küçülme olmadığı gibi kaydadeğer bir büyümeye işaret ediyor. Şirketin brüt kârı 30 Haziran 2019 tarihinde sona eren altı aylık dönemde 67.4 milyon lira iken, 30 Haziran 2020 tarihinde sona eren altı aylık dönemde 18.9 milyon liralık bir artışla 86.3 milyar liraya yükselmiş durumda. Şirketin yıl başından önce yapmak istediği halka arzı konuşmak için bir araya geldiğimiz Arzum Küçük Ev Aletleri Üst Yöneticisi (CEO) Mete Zadil, bu artışın yüzde 28’i aştığını belirterek şirketin pandemi döneminde de ciro artışını sürdürdüğünü anlattı. Arzum olarak pazarın büyük oyuncularından biri olduklarını belirten Zadil, “Şirket hasılatı, 30 Haziran 2019’da sona eren altı aylık dönemde 217.2 milyon lira iken, 30 Haziran 2020’de sona eren altı aylık dönemde 55.5 milyon liralık yani yüzde 25.5’lik artışla 272.7 milyon TL’ye ulaştı. 2019 yılında yurtiçi ve yurtdışı servis gibi tüm kanallarımız dahil toplam şirket cirosu 448 milyon TL olarak gerçekleşti” bilgisini verdi.SAÇ EVDE KESİLİRÇalışma biçimlerinden eğitime, yeme içmeden seyahate yeni normalin konuşulduğu pandemi dönemi, alışkanlıkları da değiştirdi. Mete Zadil’in günlük hayata ilişkin sorularımıza verdiği yanıtlardan anladık ki yaşam biçimleri yeni normalini çoktan bulmuş. Zadil’in verdiği bilgiye göre, erkeklerin saç ve sakallarını şekillendirmek için gösterdikleri çaba, erkek bakım setinin satışını yüzde altı binden fazla artırdı. Herkesin az buçuk aşçı olduğu, ekmek yaptığı bu dönemde satışları yüzde 100 hatta yüzde bin artan ürünler, ekmek yapma ve çay makineleri oldu. En büyük talep artışı Panetti ekmek yapma makinesinde gözlemlenirken detoks içeceklerinden sağlıklı birçok içeceği kolayca hazırlayabilmeye olanak tanıyan Shake’n Take Kişisel Blender da gözde ürünlerden biri olmuş. Zadil’in kendisinin de yoğunlukla kullandığı elektrikli modern sefertası Foodie, bu dönemde birçok tüketiciden teşekkür almış.HALKA ARZ YÜZDE 47’YE ÇIKABİLİRMete Zadil’in, Arzum’un halka arz, satış ağı, yeni pazarlar ve iharacata ilişkin verdiği bilgiler özetle şöyle:- Arzum, halka arz için 14 Ekim’de SPK’ye başvuru yaptı. Bugüne kadar iki özel sermaye fonu ortağı oldu. 6 kez özel sektör tahvili ihracı yapıldı. - Halka arzda, Özel Sermaye Fonu ortaklığı (Mediterra Capital Partners I’in iştiraki olan SDA International S.a.r.l.) sahip olduğu yüzde 47.5’e kadar payların halka arz edilmesi planlanıyor. Bu nedenle, halka arzdan şirkete bir para/sermaye girişi olmayacak. - Halka arz edilecek paylar özel sermaye fonuna ait. Arzum’un yüzde 51 oranında paylarına sahip olan Kolbaşı Ailesi hisse satmayacak. - Türkiye’de faaliyet gösteren Starbucks’ın bütün şubelerinde Arzum OKKA var. Starbucks’ın Türkiye dışındaki dört ülkedeki mağazalarında da OKKA kullanılıyor. - Merkezde, operasyonda toplam 146 kişilik bir organizasyon. Hizmet sağlayan üreticiler söz konusu. Fabrikalarda yani üretici bölümünde ise yaklaşık 3 bin 500 kişi var. Olcay Büyüktaş

Salgının derinleştirdiği kriz, binlerce işyerinin kapanmasına yol açtı

Salgının derinleştirdiği kriz, binlerce işyerinin kapanmasına yol açtı figure > Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) verilerine göre, 2020 Ocak-Ekim döneminde kapanan gerçek kişi ticari işletmelerin sayısı yüzde 16.61 artarak 18 bin 316’ya çıktı. Aynı dönemde kapanan şirket sayısı ise yüzde 12.6 artarak 11 bin 223’e yükseldi. TOBB’ye göre: - 2020 Ocak-Ekim aralığında en çok kapanan şirketler, yüzde 11 ile elektrik enerjisi üretimi alanında görüldü. - En çok şirket kapanışı olan ilk 10 faaliyet arasında ikinci sırayı ise yüzde 8 ile bina inşaatı aldı. Bunu yüzde 2.7 ile bilgisayar programlama faaliyetleri, yüzde 2.6 ile mühendislik faaliyetleri ve yüzde 2.52 ile de lokanta, seyyar yemek hizmeti faaliyetleri takip etti.SERMAYE AZALDI- Oteller ve benzer konaklama faaliyetlerinin kapanmadan aldığı pay yüzde 1.31 oldu. - Yılın ilk 10 ayında 102 banka şubesi açılırken, 189 şube kapandı. - 2020 Ocak-Ekim döneminde kurulan şirket sayısı ise 85 bini aştı. Ancak 2020 Ekim’de kurulan şirketlerin sayısında aylık bazda yüzde 3.2 azalış yaşandı. - 2020 Ekim’de kurulan şirketlerin sermayelerinin toplamı, bir önceki aya göre yüzde 21.6 düştü. cumhuriyet.com.tr

Barışİçin Akademisyenler: Almanya’da güvencesizlik, Türkiye’de işsizlik

Barış İçin Akademisyenler: Almanya’da güvencesizlik, Türkiye’de işsizlik figure > “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza attıkları gerekçesiyle kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) görevlerinden ihraç edilen ve tüm hakları ellerinden alınan Barış İçin Akademisyenler’den bir kısmı burs buldukları Alman üniversitelerinde akademik yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Potsdam Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak çalışan Dr. Muzaffer Kaya, “Biz Türkiye’den buraya siyasi bir eylemin bedeli olarak geldik. Belki çok büyük bir eylem değildi ama sonuçları ağır oldu. Türkiye’de beraat ettiğimiz halde işlerimize dönüp dönmeyeceğimiz belirsiz. Dolayısıyla bu bir geleceksizlik getiriyor bizlere” diye konuştu. Almanya, AKP hükümetinin 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan ettiği olağanüstü hal (OHAL) döneminde çıkarılan KHK’lerle görevlerinden ihraç edilen Barış İçin Akademisyenler’in, ülkeyi terk etmek zorunda kalmalarının ardından en çok gittikleri ülkelerin başında. Bu durumun altında ise Almanya’daki devlet destekli vakıfların risk altında bulunan akademisyenlere diğer ülkelere oranla daha fazla burs olanağı sağlaması yatıyor. 200 civarı “Barış İçin Akademisyenler” bildirisi imzacısı akademisyenin ihraçların ardından Almanya’ya geldiği tahmin ediliyor. Büyük bir kısmı ise Berlin’de. Burada yaşayan akademisyenlerin temel sorunları arasında hâlâ çözülemeyen pasaport problemi ve Alman akademisinin güvencesizliği var. Akademisyenler bir yandan Türkiye’de kalan meslektaşlarıyla dayanışmak için çok sayıda faaliyet yürütürken bir yandan da kendi tabirleriyle “bildikleri en iyi şeyi yapmaya” devam ediyorlar. Yani dersler vermeye... Bildiri imzacılarından akademisyen Muzaffer Kaya, 2016 yılında cezaevinden çıktı. Nişantaşı Üniversitesi Sosyal Hizmetler Bölümü’nden ihracının ardından Türkiye’de bir süre iş arayan Dr. Kaya, OHAL başlayınca bunun artık imkânsız hale geldiğini söylüyor. Bu süreçte bulduğu bir bursla Berlin’e gelen Kaya, şu anda da misafir araştırmacı olarak Potsdam Üniversitesi’nde çalışıyor. Almanya’daki akademisyenlerin yaşadıkları zorlukları da anlatan Kaya şöyle devam ediyor: “Buraya gelenler süreli burslarla geldiler. Bu bursların uzunluğu en iyi ihtimalle 2 yıl ve sonrası tamamen belirsiz. Türkiye’de beraat ettiğimiz halde işlerimize dönüp dönmeyeceğimiz belirsiz. Buradaki akademi de son derece güvensiz hatta Türkiye’den daha neoliberal şartlarda. Dolayısıyla bu bir geleceksizlik getiriyor bizlere. Buradaki arkadaşlarımızın bazılarının bursu bitti. Türkiye’ye dönseler zaten iş bulamayacaklar. Bu iktidar sürerken Barış İçin Akademisyenler’in Türkiye’de iş bulması pek olası görünmüyor.”‘SONUÇLARI AĞIR OLDU’Bu dayanışma faaliyetleri kapsamında bir dernek oluşturduklarını belirten Kaya, şu anda 100 civarında üyelerinin bulunduğunu belirterek dayanışma faaliyetlerini şöyle anlatıyor: “Biz Türkiye’den buraya sonuçta siyasi bir eylemin bedeli olarak geldik. Bu belki çok büyük bir eylem değildi ama sonuçları ağır oldu. Dolayısıyla barış ve demokrasi isteğimizi, demokratik duruşumuzu burada da sürdürmeye çalışıyoruz. Buradaki Türkiyeli demokratik kesimlerle de bağ kurmaya çalışıyoruz.”‘AİLEM TRAVMA GEÇİRDİ’15 yıl çalıştığı Yıldız Teknik Üniversitesi’nden 2017’de ihraç edilen Şehir Plancısı Tuba İnal Çekiç de Humboldt Üniversitesi’nde araştırmacı olarak görev yapıyor. Çekiç, “Türkiye’de kalmış olsaydım profesör olmuş olabilirdim ama burada hala bir ara kademede çalışır durumdayım. Burada, bize bakış açısı sorunlu olabiliyor. Türkiye’den geldiyseniz hiçbir şey bilmiyormuşsunuz gibi davrananlar olabiliyor. Ancak Türkiye akademisi öyle bir yer değil” diyor. Türkiye’ye ilişkin düşüncelerini sorduğumuzda ise şu yanıtı veriyor: “Türkiye’ye dönmekle ilgili şu aşamada bir planım yok, çünkü tek başıma yaşamıyorum, bir ailem var. 4.5 senedir burada yaşıyoruz ve zaten onlar da bu süreçte bir travma geçirdi. Eşim işini, çocuğum okulunu bırakıp gelmek zorunda kaldı. Dönsek bile artık eski üniversitelerimizde çalışmamızın çok kolay olabileceğini sanmıyorum. Arada kırgınlıklar, kızgınlıklar var. Bizim için dönmek o kadar kolay olmayacaktır.” Tuğba Özer

CHP’li Bakırlıoğlu: Turquality zenginleşme aracıolarak kullanılıyor

CHP’li Bakırlıoğlu: Turquality zenginleşme aracı olarak kullanılıyor figure > CHP Manisa Milletvekili Ahmet Vehbi Bakırlıoğlu, birkaç firmanın Turquality’i zenginleşme aracı olarak kullandıklarına dikkat çekti. CHP Manisa Milletvekili Ahmet Vehbi Bakırlıoğlu, dünyada olumlu Türk malı imajı yerleştirilmesi amacıyla oluşturulan devlet destekli ilk ve tek markalaşma programı olan Turquality kapsamındaki desteklerin “devletin parasını yağmalamaya” dönüştüğünü vurguladı. Birkaç firmanın bu kapsamda verilen destekleri zenginleşme aracı olarak kullandıklarını belirten Bakırlıoğlu, “Bu firmalar kimdir, nedir, tek tek açıklanmasını istiyoruz” dedi. TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu üyesi CHP’li Bakırlıoğlu, Turquality’de amacın güzel, ancak uygulamanın yanlış olduğuna işaret etti. Bakırlıoğlu, “Çünkü bu kapsamda yapılan desteklerin büyük kısmı limitsiz. Birkaç firma bunu zenginleşme aracı olarak kullanıyor. Destekler resmen devletin parasını yağmalamaya dönüşmüş” dedi. Sayıştay’ın da 4 yıldır Turquality desteklerinin yanlış uygulandığını, amacı dışında hak etmeyen firmalara destek verildiğini tespit ettiğine işaret eden Bakırlıoğlu, tebliğe aykırı şekilde milyonlarca lira fazladan ödeme yapıldığının raporlarda yazdığını vurguladı. Ancak Ticaret Bakanlığı’nın yanlışta ısrar ettiğini kaydeden Bakırlıoğlu, “Her yıl yeni skandallar ortaya çıkıyor. Amaç nedir? Global Türk markaları yaratmak. Marka potansiyeli olan firmalara global bir marka olma yolunda finansal kaynak sağlamak. Peki, bir dünya markası yaratılmış mı? Hayır” dedi. Buna karşın desteklerin düzenli ödendiğini, hâlâ da ödenmeye devam ettiğini belirten Bakırlıoğlu, “Bakanlığın tebliğlerde gerekli değişiklikleri yapmayarak usulsüzlükte ısrar etmesini anlamak mümkün değil” dedi. Bakırlıoğlu, yurtdışı mağazalarında hem kendi markasını hem de birçok yabancı markaların satışını yapan bir ayakkabı firmasının “Türk Ürünlerinin Yurtdışında Markalaşması, Türk Malı İmajının Yerleştirilmesi ve Turquality®?’nin Desteklenmesi Hakkında Tebliğ” kapsamında sadece Türk markası oranında desteklenmesi gerekirken, “hizmet firması” kabul edilerek, “Döviz Kazandırıcı Hizmet Sektörleri Markalaşma Destekleri Hakkında Karar” kapsamında yüzde 100 oranında desteklendiğine işaret etti. Söz konusu ayakkabı markasına diğer hiçbir firmaya sağlanmayan bir imtiyaz tanındığını dile getiren Bakırlıoğlu, “Irak Bağdat’ta faaliyet gösteren firmanın 15 ay boyunca genel giderler dahil olarak ayda 50 bin dolar destekten usulsüz şekilde faydalandığı görülmüştür. Irak’ta faaliyette bulunan 4 yurtdışı mağazasının 2019 yılı sonuna kadar toplam 507 bin 210 dolar destekten faydalandığı ve halen de faydalanmaya devam ettiği görülmektedir” diye konuştu. Bakırlıoğlu, Sayıştay raporunda usulsüzlüklerine geniş şekilde yer verilen ayakkabı firmasının, “ayakkabı satışından değil de devlet desteği ile zenginleşen” hangi firma olduğunu merak ettiklerini söyledi. “Uluslararası marka yaratacağız” diye çıkılan yolda devletin milyarlarca lira parasının heba edildiğini belirten Bakırlıoğlu, “Birileri bu parayla zengin olmuştur. Yaratılan tek marka yağma markasıdır ve adı Turquality®?’dir” dedi. Bugün TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Ticaret Bakanlığı bütçesinin ele alınacağına işaret eden Bakırlıoğlu, “Bugün bakanlık bütçesi görüşülürken bakandan açıklamasını isteyeceğiz. Devletin parası heba ediliyor. Bu firma kime ait? Açıklansın” dedi. Mustafa Çakır

Akbank Caz Festivali 30. yaşınıkutladı

Akbank Caz Festivali 30. yaşını kutladı figure > Akbank Caz Festivali’nde geçmişten bugüne kadar yer alan sanatçıların şarkıları albüm haline getirildi. Akbank Caz Festivali bu yıl 30. yaşını kutladı. Festival bunca senedir sayısız konser ve çok sayıda sanatçıyı cazseverlerle buluşturdu. Şimdi de bu 30 yıla özel “Dün, Bugün, Yarın” albümü yayımlandı. Özel kayıtlarla 30 özgün beste ve 80’e yakın sanatçının performansının yer aldığı özel plak çalışmasının dijital versiyonu ise Spotify, Fizy, Apple Music, Deezer ve iTunes’un da aralarında bulunduğu 156 ayrı dijital müzik platformunda ekim ayının sonunda yayına girdi. Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı ve albümde yer alan sanatçılardan Elif Çağlar ile konuştuk.773 KONSER 500 BİN İZLEYİCİ...İlk olarak Akbank Caz Festivali’nin 30 yılını anlatmasını istediğimiz Bigalı, “Türkiye’de cazın gelişimini 30 yıldır destekliyoruz. Bu kapsamda caz müziğinin yeni nesillere aktarılması için 30 yılda 773 konser, bin atölye ve 100’ün üzerinde söyleşi gerçekleştirerek 500 binin üzerinde izleyiciye ulaştık” diye konuştu. Festival, bu yılın başında “Yıl Boyu Caz” sloganıyla tüm yıl boyunca konserler vermeyi planlamıştı. Ancak koronavirüs salgını her alanda olduğu gibi burada da planlara engel oldu. Ancak festival, “Evin Caz Hali” başlığı altında sosyal medya kanallarından bu konserlere devam etti. Bigalı, festivalin 30. yılına özel bir proje yapmak istediklerini söyleyerek “Türk caz sahnesinin bulunduğu noktayı kayıt altına almak için çalışmalara hızlıca başladık. Akbank Caz Festivali’nin 30 yılını içeren bu retrospektif çalışma ile Türk caz dünyasına etkili, anlamlı ve kalıcı bir eser bırakmayı amaçlıyoruz” dedi.‘HİKÂYELER SOSYAL MEDYADA’Peki, bu albümün önemi ne? Bigalı şöyle anlatıyor: “Türk Caz sahnesini yansıtan ve arşiv niteliği taşıyacak olan bu albüm, plak formatının yanı sıra dijital kanallarda da paylaşılmak üzere ekim ayında cazseverlerle buluştu. Belgesel ve söyleşi kısmını, sanatçıların ağzından albümde yer alan bestelerin ortaya çıkış hikâyelerini eşzamanlı olarak sosyal medya kanallarımızdan paylaşacağız. Albümde; Türk caz sahnesinin 30 caz müzisyeninin ve grubunun; festivale, şehre ve bu döneme dair duygu ve düşüncelerinden ilham alarak hazırladığı, daha önce yayımlanmamış özgün eserleri yer alıyor. Kayıtlarımız ve belgesel çekim sürecimiz stüdyoda gerçekleşse de pandemi nedeniyle bazı sanatçı ve gruplar kayıtlarını kendi stüdyolarından/evlerinden yapıp paylaştılar. Her şey kendi doğal seyrinde ve güzel geçti.” Sonuç olarak albüm, Türk caz dünyasına etkili, anlamlı ve kalıcı bir eser bırakıyor. Derya Bigalı da albümde emeği geçen tüm sanatçılara teşekkür ediyor.‘PANDEMİNİN HİSSETTİRDİKLERİ...’Pandemi nedeniyle canlı müzik keyfinden mahrum kaldık. Elif Çağlar, “ruhu şifalandırmak adına” müziğe daha da çok ihtiyacımız olan bir dönemde olduğumuzu belirterek proje için şunları söyledi: “Akbank Caz Festivali senelerdir süren, gelenekselleşmiş bir festival. Sadık katılımcı kitlesi için de müzisyenler için de süreçte bu geleneği dönemin şartlarına uyarak sürdürmesi çok kıymetli. Böyle bir albüm, 2020’nin türlü hislerini yine müzik bağı kurarak paylaşacak ve bu global şekilde yaşadığımız değişik sürecin bir temsili olarak arşiv niteliği taşıyacak. Bu açıdan da müzisyenlerin daha önce hiçbir yerde basılmamış bestelerinin sunulması da ayrıca önemli.”‘BİLİNMEZLİĞİN ENDİŞELERİ...’Çağlar da albümde bestesi olan sanatçılardan, şöyle anlatıyor: “Ben ‘seneler geçip gidiyor’ olarak çevirebileceğimiz ‘Years Go By’ isimli bir beste yaptım bu albüm için. Pandemi döneminin bende hissettirdiği, bilinmezin getirdiği endişenin ötesindeki sakinlik hissini vermeye çalıştım. Parça zamanın akıp geçmesi, gerçekten kıymetli olanların, paylaşılanların, anıların, sevdiklerimizin değerini anlamakla ilgili ki sanıyorum bu birçoğumuzun sevdiklerinden, hayatından ayrı kaldığı ilk aylarda sorguladığı bir şeydi. Minimal bir altyapı yazarak durağanlık hissi vermeye çalıştım ve çalkantı hissini ise sevgili Çağrı Sertel klavyeleri çalarak verdiği muhteşem katkısıyla sağladı.” Orhun Atmış

Sanatta bu hafta

Sanatta bu hafta figure > Sanatta bu hafta İSTANBUL MODERN’DE ALMAN FİLMLERİ...İstanbul Modern Sinema ve Goethe-Institut Istanbul işbirliğiyle düzenlenen Almanya’dan Yepyeni Filmler seçkisi, sinemaseverleri günümüz Alman sinemasının öne çıkan yapımlarıyla buluşturuyor. Gösterimler 26 Kasım-6 Aralık tarihleri arasında çevrimiçi olarak izleyicileri bekliyor. Programda Johannes Naber’in yönettiği, Alman hükümeti ile istihbarat teşkilatının Irak savaşındaki rolünü gerçek hikâyeden uyarlayan kara komedi tarzındaki ajan filmi Kod Adı Curveball (26- 28 Kasım) yer alıyor. Çağdaş Alman tiyatrosunun da önemli isimlerinden olan sinema yönetmeni Christoph Schlingensief’in 40 yıllık sanat kariyerini arşiv görüntüleriyle aktaran belgesel Sessizliği Yırtan Çığlık, program kapsamında izleyiciyle buluşuyor. “Cleo” adlı film 26-28 Kasım’da gösterilecek. Geçen yıl Berlinale’de Generation Kplus bölümünün açılışını yapan, Erik Schmitt’in ilk uzun metrajı Cleo, eğlenceli bir aile filmi olarak programda yer alıyor. Filmle aynı adı taşıyan Cleo’nun fantastik macerasını anlatan yapım, izleyiciyi Berlin şehrinin 800 yıllık tarihinde renkli bir yolculuğa çıkarıyor.7. FRANKFURT TİYATRO FESTİVALİ DEVAM EDİYORTiyatro Frankfurt’un sosyal medya hesabından 29 Kasım’a kadar yayımlanacak 7. Frankfurt Türk Tiyatro Festivali, çocuk ve yetişkin oyunları, ünlü sanatçıların söyleşileri ve atölyelerle izleyiciyle buluşacak. Festival boyunca, Ayla Algan, Ayşe Kökçü, Reha Özcan, Kubilay Karslıoğlu, Hilmi Zafer Şahin, Celal Kadri Kınoğlu, Canan Kırımsoy, Hakan Çimenser, Beyti Engin, Nazlı Başaran, Nur Onur, Hilal Saral, Esra Dermancıoğlu, Cüneyt Yalaz, Cüneyt Uzunlar, Veda Yurtsever gibi ünlü isimlerin katılacağı söyleşi ve atölyelerde “temel oyunculuk teknikleri”, “dramaturji yazarlık”, “karakter yaratma süreci”, “tiyatronun izleyicisine ne kadar dokunabildiği”, “kuşaklar arası tiyatro”, “oyunculukta karakter tasarımı”, “dünden bugüne tiyatro”, “bir tiyatronun sahnelenme serüveni” konularında bilgiler paylaşılacak. Tiyatroseverler, oyunları ve programı Tiyatro Frankfurt’un YouTube sayfasından takip edebilecek.İŞ SANAT CAZ SAHNESİ GENEDOS İLE AÇILIYOROzan Musluoğlu’nun da içinde bulunduğu “Genedos”, sezonun ilk caz konseri yarın saat 20.30’da İş Sanat’ın sosyal medya hesaplarından ve internet sitesinden ücretsiz izlenebilecek. Piyano ve vokalde Eylül Ergül, davul ve vokalde Çağla Karaali, saksafon ve flütte Serdar Barçın, kontrbasta ise Ozan Musluoğlu’nun yer aldığı “Genedos” caz projesi, ana akım cazdan modern parçalara uzanan konserde Beatles’tan Joe Henderson’a, John Lennon’dan Charlie Parker’a uzanan bir seçki yer alıyor. İş Sanat Masal Tiyatrosu’nun sahneleyeceği “Hansel ve Gretel” ile “Alaaddin” 22 ve 29 Kasım’da, W. Shakespeare’in “12. Gece” eserinden bir bölümün seslendirileceği Okuma Tiyatrosu 25 Kasım’da sanatseverlerle buluşacak. Tüm konser ve dinletiler 20.30’da, çocuk etkinlikleri ise 15.00’te yayında olacak.GEDİK SANAT’TAN KORO ESERLERİGedik Sanat tarafından sipariş edilerek oluşturulan koro eserleri, üç değerli şairin dizelerinden bestelendi. Ayten Mutlu’nun “Telefonda” adlı şiirini Oğuzhan Balcı, Didem Madak’ın “Ay Işıl’a Sığışmıştı” adlı şiirini Enver Yalçın Özdiker ve Gonca Özmen’in “Belki Sessiz” adlı şiirini Mesruh Savaş besteledi. Bu eserlerin dünya prömiyerlerini “10. J. Brahms” ve “8. R.Schumann” koro yarışmalarından iki altın madalya alan, şef Volkan Akkoç’un kurucu şefliğini ve müzikal direktörlüğünü yürüttüğü Türkiye’nin ilk ve tek kadın korosu Sirene yorumuyla dinleyicilerle buluşacak. Konser 29 Kasım’da saat 12.00, 15.00 ve 18.00 olmak üzere üç seans halinde Gedik Sanat Sosyal Medya Hesapları üzerinden dijital olarak müzikseverlere sunulacak. Öznur Oğraş Çolak

Gemlik’te zeytinüreticisine destek

Gemlik’te zeytin üreticisine destek figure > Bursa’nın Gemlik ilçesinde dolu yağışı nedeniyle mağdur olan zeytin üreticilerine belediye destek verdi. CHP’li Gemlik Belediyesi, piyasada fabrikaların kilosuna 2 TL verdikleri dip zeytinleri 4 TL’den alarak zeytinyağı haline getirdi. Üretilen zeytinyağını yurttaşların yanı sıra İstanbul ve Eskişehir Büyükşehir Belediyesi de satın aldı. Gemlik’te geçen haftalarda aniden bastıran şiddetli dolu yağışı, hasat bekleyen zeytinlerin vurdu. Henüz kararmayan ve toplanmasına bir aydan uzun süre olan zeytinler, hızlı yağışlar nedeniyle dallarından koparak ağaç diplerine düştü. Kumla, Karacaali ve Narlı bölgesinde hasattan sonra sofralık hale gelecek zeytinler, yarım saat bile sürmeyen yağış sonrası dip zeytini haline geldi. Öte yandan körfezin karşı kıyısındaki Kurşunlu ve Gencali bölgesinde yağışlardan zeytinleri büyük zarar gördüğü, kimi ağaçlarda zeytinlerin dalından kopmadan parçalandığı gözlendi. Zeytin üreticisinin yaşadığı mağduriyete çözüm bulmak amacıyla yağışların gerçekleştiği bölgelerin muhtarları ile bir araya gelen CHP’li Gemlik Belediye Başkanı Mehmet Uğur Sertaslan, piyasada fabrikaların kilosuna 2 TL verdikleri dip zeytinini, Gemlik Belediyesi olarak yüzde 100 yüksek fiyatla, 4 TL’ye alacaklarını açıkladı. Belediyenin aldığı zeytinlerin, MHP’li meclis üyesi Mahmut Solaksubaşı’nın fabrikasında sıkılarak yağ haline getirileceği, Solaksubaşı’nın da sıkım işi için herhangi bir ücret talep etmediği öğrenildi. 100 ton zeytin toplamayı hedefleyen belediye ekipleri, dört gün süren alım boyunca 180 ton zeytin satın aldı. Alınan zeytinler, tutanak ile kayıtlara geçirildi. Üreticilerin kaç kilo zeytin sattığı, ne kadar ödeme yapılacağı gibi işlemler kayıt altına alınırken, toplam 35 tonu aşkın katkısız zeytinyağı üretildi. Gemlik’teki siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ile vatandaşların yanı sıra çeşitli belediyeler de zeytinyağı satın aldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi ilk paketlenen yağlara talip olurken Bursa ve çevresinde ilçe belediyeleri de üretici belediye dayanışmasına ortak olarak, ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak üzere tonlarca zeytinyağı aldı. Mustafa Emre Özgen

Ne bitki ne de hayvan... Gizemli canlı: Rangeomorph

Ne bitki ne de hayvan... Gizemli canlı: Rangeomorph figure > Ne bitki sınıfına sokuluyor, ne de hayvan. Kiminin boyu 2 metreye ulaşmış. 571 milyon yıllık “rangeomorph” adı verilen bu gizemli ve soyu tükenmiş yaratıkların yeryüzündeki yaşam ile ilgili kritik sorulara yanıt oluşturabileceği düşünülüyor. Paleontologlar 2000’li yılların başlarında Newfounland’de ilginç bir görüntü ile karşılaştı. İki metre uzunluğunda, 571 milyon yaşında olduğu hesaplanan hem yaprak hem de dal görünümünde organizmaların bulunduğu bir fosil yatağı keşfettiler. Bilim insanları “rangeomorph” adı verilen bu gizemli ve soyu tükenmiş yaratıkları daha önceden de bulmuştu ama ne oldukları konusunda bilgileri yoktu. Newfoundland Memorial Üniversitesi’nde jeoloji dalı öğretim üyesi Jack Matthews, “50 yıldır rangeomorph’lar bilim insanlarını şaşırtmaya devam ediyor. Hiçbirimiz bu organizmaların nasıl yaşadığını ‘yaşam ağacı’nın neresinde yer aldıklarını kesin olarak bilmiyoruz. Bazıları bunların ilkel hayvanlar olduğuna inanıyor, ama bu konuda görüş birliği de yok” diyor. Her şeye karşın bilim insanları bu tuhaf görünümlü varlıkların yeryüzündeki yaşam ile ilgili kritik sorulara yanıt oluşturabileceğini düşünüyor. Matthews bu konuda şöyle konuşuyor: “Bu organizmalar çok önemli, zira çokhücreli karmaşık yaşamın evrimi ile ilgili en büyük kanıtı oluşturuyorlar.” Daha önce de Namibya’da, Rusya, Avustralya ve İngiltere’de de bulunan rangeomorph’ların 635 milyon ile 541 milyon yıl önce Ediyakaran döneminde yaşadığı tahmin ediliyor. Bilim insanlarına göre bunlar toplu halde, deniz tabanına demir atmış gibi bulunuyorlardı. Rangeomorph’lar karmaşık bir yapıya sahipti. Sap şeklindeki gövdeden dallanma oluşturuyorlardı; denizanası gibi jöle kıvamındaydılar ve akıntıların etkisiyle dalgalanıyorlardı. Bilim insanları bunları nasıl sınıflandıracağını bilemese de çoğu, bunları bitki kategorisine sokmak istemiyor, çünkü güneş ışığının erişemeyeceği derinliklerde, fotosentez yapamayacakları bir ortamda yaşıyorlardı. Bu da yosun veya su bitkisi oldukları olasılığını ortadan kaldırıyordu.JEOKİMYADA KÖKLÜ DEĞİŞİKLİKLERKimilerinin boyu 2 metreye ulaşırken, kimilerinin genişliği 3 santim ile sınırlı. Rangeomorph’ların yok olmalarından sonra yeryüzü, Kambriyen döneminde farklı ve iri hayvanlarla tanıştı. Bu dönemde yeryüzü jeokimyasının köklü bir değişim geçirmesi, denizlerde oksijen düzeyinde de büyük artışlara yol açmış olabilir. Bu koşullar büyük ve farklı hayvanların nasıl ortaya çıktığını açıklayabilir. Hoyal Cuthill ve Cambridge Üniversitesi’nden paleontolog Simon Conway Morris bu olasılıkları daha iyi değerlendirmek için çeşitli randeomorph fosilini inceledi. Nature Ecology ve Evolution dergisinde sonuçları yayımlanan bu incelemede, Newfoundland’de keşfedilen Avalofractus abaculus adı verilen türün fosilinin bilgisayarlı tomografisi çekildi. Hoyal Cuthill ve Morris’in modelleri bu organizmaların nasıl bu kadar büyüyebilmiş olmalarına ışık tutuyor. Cuthill “Rangeomorph’un boyutlarındaki büyüme oksijen ve diğer besleyici unsurların bolluğundan kaynaklanıyor olabilir” diyor.KRİTİK BİR DÖNEM...Fakat diğer uzmanlar bu yaratıklar için kesin bir hükme varmakta tereddüt ediyorlar. Los Angeles’taki Kaliforniya Üniversitesi’nden evrimsel biyolog David Jacobs, “Bu yaratıkları yalnızca beslenme düzenlerine bakıp sınıflandırmak doğru olmaz. Başka modellerin de geliştirilmesi ve incelenmesi gerekir” diyor. Eğer Hoyal Cuthill ve Morris’in bulgularının doğru olduğu kanıtlanırsa, gezegenimizdeki canlı evrimindeki kritik bir dönem daha netlik kazanmış olacak. Hoyal Cuthill, “Bu sonuçlar daha büyük organizmaların ortaya çıkış sürecindeki eksik halkayı tamamlıyor olabilir” diyor. cumhuriyet.com.tr

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde yangın

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde yangın figure > Fatih'te bulunan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü binasında yangın çıktı. Yangın kısa sürede söndürülürken tedavi gören bazı hastalar tedbir amaçlı dışarıya çıkarıldı. Yangın, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü'nde 03.50 sıralarında çıktı. 4 katlı binada bilinmeyen bir sebeple yangın çıktığını gören görevliler, durumu itfaiyeye bildirdi. İhbar üzerine olay yerine çok sayıda itfaiye ekibi sevk edildi. Yangın kısa sürede söndürüldü. Binadaki duman nedeniyle tedavi gören bazı hastalar, itfaiye ekipleri tarafından tedbir amaçlı dışarıya çıkarıldı. Ambulanslara alınan hastalar başka bölümlere götürüldü. İtfaiye ekipleri bir süre binada duman tahliyesi yaptı. Polis ve itfaiye ekipleri yangının çıkış sebebini belirlemek amacıyla çalışma başlattı.   DHA

Çin, 40 yıl sonra Ay'dan taştoplayan ilkülke olmayıamaçlıyor

Çin, 40 yıl sonra Ay'dan taş toplayan ilk ülke olmayı amaçlıyor figure > Çin, bu hafta Ay'a giderek 1970'lerden beri Ay'dan taş getiren ilk ülke olmayı amaçlıyor. Getty ImagesÇin, bu hafta Ay'a giderek 1970'lerden beri Ay'dan taş getiren ilk ülke olmayı amaçlıyor.Eğer görev başarılı olursa Çin, ABD ve Sovyetler Birliği'nin ardından Ay'dan parça toplayabilmiş üçüncü ülke olacak.Çin'in Ay tanrıçasının adını taşıyan Chang'e-5 adlı uzay aracı, bilim insanlarının Ay'ın nasıl oluştuğunu araştırması için parça taşımayı amaçlıyor.Bu görev, Çin'in uzaydan daha karmaşık görevler için uzaydan parça taşımakta ne kadar başarılı olduğunu ölçmek açısından da önemli olacak.Sovyetler Birliği'nin Luna 2 adlı uzay aracı 1959 yılında ilk defa Ay'a çarparak iniş yapmış ve böylece Ay'a ulaşan ilk araç olmuştu.O zamandan beri Japonya ve Hindistan gibi ülkeler de Ay'ı hedefleyen uzay programları geliştirdi.Getty ImagesBu hafta fırlatılması planlanan roket, Ay'dan parça taşımayı amaçlayan uzay aracını gönderecekABD'nin Apollı programı kapsamında ise 1969'dan 1972'ye kadar 12 astronot Ay'a inmeyi başardı ve bu yolculuklar sırasında 382 kilogram taş ve toprak taşındı.Sovyetler Birliği de 1970'lerden beri üç başarılı görevde robotlar aracılığıyla parçalar taşıdı.Çin ise önümüzdeki günlerde gerçekleştirmeyi planladığı görevle 2 kg. taş taşımayı amaçlıyor.Böylece Ay'ın ne kadar süre volkanik olarak aktif kaldığı ve manyetik alanının nasıl dağıldığı araştırılacak. BBC Türkçe

Sokağaçıkma kısıtlamasında husumetlisi tarafından sokakta vuruldu: 1 yaralı

Sokağa çıkma kısıtlamasında husumetlisi tarafından sokakta vuruldu: 1 yaralı figure > Adana'da Hasan M., sokağa çıkma kısıtlamasının olduğu saatlerde sokak ortasında kavga ettiği ve aralarında husumet olduğu ifade edilen Emre Can A. tarafından pompalı tüfekle ayağından vuruldu. Olay, saat 02.30 sıralarında merkez Yüreğir ilçesi Tahsilli Mahallesi 2556 Sokak'ta meydana geldi. Sokağa çıkma kısıtlamasının olduğu sırada dışarı çıkan ve henüz bilinmeyen nedenle aralarında husumet bulunduğu öne sürülen Hasan M. ve Emre Can A., sokak ortasında karşılaştı. Çıkan tartışmada Emre Can A., pompalı tüfek ile Hasan M.'yi bacağından yaralayıp, olay yerinden kaçtı. Silah sesini duyup, dışarıya çıkan yakınları tarafından otomobille Yüreğir Devlet Hastanesi'ne kaldırılan Hasan M., hayati tehlike kaydı ile ameliyata alındı.Şüpheliyi yakalamak için harekete geçen polis, soruşturmaya çok yönlü olarak devam ediyor. DHA




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter