Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Monday, 06.10.2024, 07:51 PM (GMT)

News - Haberler

Sağlık Bakanlığıson koronavirüs tablosunu paylaştı

Sağlık Bakanlığı son koronavirüs tablosunu paylaştı Sağlık Bakanlığı, son koronavirüs tablosunu paylaştı. Tabloya göre, 6 bin 435 kişiye vaka, 752 kişiye koronavirüs hasta (Covid-19) tanısı konuldu. 159 kişi daha yaşamını yitirdi. Sağlık Bakanlığı'nın internet sitesinde yer alan Türkiye Günlük Koronavirüs Tablosu'nun güncel verileri paylaşıldı.Türkiye'de koronavirüs nedeniyle 159 yurttaşın daha yaşamını yitirdiğini, 6 bin 435 kişiye vaka, 752 kişinin koronavirüs hastası olarak tespit edildiğini bildirdi. Koronavirüs nedeniyle 24 bin 487 kişi yaşamını yitirirken, koronavirüs vaka sayısı 2 milyon 406 bin 216'ya yükseldi. Bugün iyileşen sayısı 5 bin 932 oldu.  AĞIR HASTA SAYISI 2 BİN 102Tabloya göre, toplam test sayısı 27 milyon 867 bin 450, toplam ağır hasta sayısı 2 bin 102, toplam iyileşen sayısı 2 milyon 283 bin 919, bugünkü test sayısı 168 bin 894 olarak kayıtlara geçti.Türkiye'nin 20 Ocak 2021 güncel koronavirüs tablosu şöyle:/Archive/2021/1/20/200851390-covid.png cumhuriyet.com.tr

Joe Biden, ABD'nin 46. başkanıoldu

Joe Biden, ABD'nin 46. başkanı oldu ABD'de 3 Kasım 2020'de yapılan seçimleri kazanan Joe Biden, ABD Kongresindeki törende yemin ederek ülkenin 46. başkanı oldu. Biden, olağanüstü güvenlik önlemlerinin alındığı ABD Kongresinde, Yüksek Mahkeme Başyargıcı John Roberts'ın huzurunda 1893 yılından beri ailesinde olan İncil'e el basarak yemin etti. 50 yıllık siyasi kariyeri boyunca senatör ve başkan yardımcılığında yemin etmek için de aynı İncil'i kullanan Biden, eski başkan John F. Kennedy'den sonra ABD'nin ikinci Katolik başkanı oldu. Yemin törenine görev süresi dolan Donald Trump katılmazken, başkan yardımcılığını Kamala Harris'e devreden Mike Pence katıldı. Törene ayrıca eski başkanlar Barack Obama, George W. Bush ve Bill Clinton da katıldı AA

Galatasaray’da Feghouli farkı

Galatasaray’da Feghouli farkı Sakatlığının ardından takıma dönen Cezayirli futbolcu Sofiane Feghouli son olarak Trabzonspor mücadelesinde oynamıştı. Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim, Beşiktaş derbisine göre Denizlispor’a karşı 11’de 6 değişiklik yaptı.Süper Lig’in 20. haftasında sahasında Denizlispor ile karşılaşan Galatasaray’da Teknik Direktör Fatih Terim, son oynadıkları Beşiktaş derbisine göre Denizli karşısında 11’de 6 değişiklik yaptı. Terim; Okan, Luyindama, Şener, Oğulcan, Etebo ve Diagne’nin yerinde Muslera, Linnes, Donk, Feghouli, Emre Akbaba ve Ryan Babel’e görev verdi.ARDA TURAN’DA PAZUBENDİNİ MUSLERA’YA VERDİGalatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim, maç öncesinde yayıncı kuruluşa yaptığı açıklamada, Arda Turan’ın soyunma odasında kaptanlık pazubendini çıkarıp, Fernando Muslera’ya verdiğini açıkladı. Muslera, Denizlispor karşısına kaptan olarak çıktı.SOFİANE FEGHOULİ 4 MAÇ SONRA 11’DESakatlığının ardından takıma dönen Cezayirli futbolcu Sofiane Feghouli son olarak Trabzonspor mücadelesinde oynamıştı. Feghouli, Denizlispor karşılaşmasıyla birlikte 4 maç sonra sahadaki yerini aldı. Başarılı futbolcu, mücadeleye 11’de başladı. İlk yarı bir gol atan Cezayirli yıldız, Galatasaray'ın her atağında adından söz ettirdi. İHA

Meteoroloji'den "kar, buzlanma ve don" uyarısı

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Meteoroloji'den "kar, buzlanma ve don" uyarısı Doğu Karadeniz ile Ardahan, Muş, Bitlis, Van, Hakkari, Şırnak, Batman ve Siirt çevrelerinde yarın karla karışık yağmur ve kar yağışı, iç ve doğu kesimlerde kuvvetli buzlanma ve don bekleniyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nden yapılan uyarıya göre, yarın ülkenin doğu kesimleri parçalı ve çok bulutlu olacak.Trabzon, Rize, Artvin, Ardahan, Muş, Bitlis, Van, Hakkari, Şırnak, Batman ve Siirt çevrelerinin karla karışık yağmur ve kar yağışlı, diğer yerlerin az bulutlu geçeceği tahmin ediliyor.Gece ve sabah saatlerinde kıyılarda hafif, iç ve doğu kesimlerde kuvvetli buzlanma ve don olayı ile birlikte yer yer pus ve sis hadisesi bekleniyor. AA

İtalya'dan aşıtedarikini azaltacağınıaçıklayan Pfizer'a karşıyeni hamle

İtalya'dan aşı tedarikini azaltacağını açıklayan Pfizer'a karşı yeni hamle İtalya'nın, Avrupa'ya yeni tip koronavirüs (Covid-19) aşısı tedarikini geçici süre azaltacağını açıklayan ABD’li ilaç firması Pfizer’a karşı yasal yollara başvurmayı değerlendirdiği bildirildi. İtalyan basınında yer alan haberlerde, Pfizer’ın İtalya ve diğer Avrupa Birliği (AB) ülkelerine sağlayacağı dozları azalttığını açıklamasının ardından İtalyan hükümetinin, devletin kıdemli hukuk danışmanını, Pfizer’ın sorumluluklarına yönelik atılacak adımları değerlendirmek üzere harekete geçirdiği belirtildi.Başbakanlık Acil Tedarik Komiserliği kaynaklarına dayandırılan haberde, İtalya’ya bugün 330 bin doz aşının daha ulaştığı ve bunun daha önce duyurulduğu üzere sözleşmenin gerektirdiğinden yüzde 29 daha az olduğu kaydedildi.Aşı tedarikinde kesinti olacağı için İtalyan hükümetinin, aşıların ülke içindeki dağıtım planını gözden geçirdiği belirtildi.Buna göre, aşılamada birinci dozu alanların 2. doza ulaşamama durumu olmaması için plan revize ediliyor.''GEÇİCİ OLARAK AZALTACAĞINI AÇIKLAMIŞTI''Amerikan ilaç şirketi Pfizer ile Alman biyoteknoloji firması BioNTech, geliştirdikleri Covid-19 aşısı üretimini artırmak için imalat operasyonlarını yeniden ölçeklendireceklerini belirterek, bu durumun Avrupa'ya yapılan tedariki geçici olarak azaltacağını açıklamıştı.Diğer yandan, yaygın aşılama kampanyasının 27 Aralık 2020'de başladığı İtalya'da, bugün itibarıyla aşılananların sayısı 1 milyon 236 bin 479 oldu. AA

Kılıçdaroğlu'ndan Takvim'in o manşetine olay yanıt

Kılıçdaroğlu'ndan Takvim'in o manşetine olay yanıt CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, iktidara yakın Takvim gazetesinin kendisi hakkında "çöpçüler kralı" manşeti atmasına yanıt verdi. Kemal Kılıçdaroğlu, "Çöpçü arkadaşlarımızla birlikte olmaktan şeref duyuyorum" dedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İzmit Belediye Başkanı Fatma Kaplan Hürriyet'e ziyarette bulundu.Ziyaret sırasında açıklamalarda bulunun Kılıçdaroğlu, iktidara yakınlığı ile bilinen Takvim gazetesinin kendisi hakkında "Çöpçüler kralı" manşeti atmasına yanıt verdi. "ÇÖPÇÜLERİN KRALI DEĞİLİM, ONLARIN YANLARINDAYIM"Kılıçdaroğlu, yaptığı açıklamada, "Ben çöpçülerin kralı değilim, onların yanında, onlarla birlikte olmaktan şeref duyuyorum" ifadesini kullandı."Onların gazetelerinde benim bir fotoğrafımı 'Çöpçüler Kralı' diye yapmışlar" diyen Kılıçdaroğlu, "Bende üzülecekmişim. Bir tane çöp sepeti var, elimde de süpürge var. Çöpçülerin sorunlarını çözmek, çöpçülerin haklarını savunmak benim için onurlu bir görevdir.Alın teriyle geçinen adamın yanında olmak lazım" ifadelerini kullandı. cumhuriyet.com.tr

'Klasik Kadınlar'..

'Klasik Kadınlar'.. Dünya edebiyatının usta kalemlerinden, toplumsal yaşam dinamiklerine ve kadına bakışı değiştiren hikâyeler.... Can Yayınları’nın, hem kadın yazarların kaleme aldığı klasik olmuş eserler hem de erkek yazarların kaleme aldığı klasikleşmiş yapıtlardan oluşan Klasik Kadınlar dizisi edebiyat tarihinde çığır açmış, öncü romanları bir araya getiriyor. /Archive/2021/1/20/185757550-ic1.jpgDünya edebiyatının usta kalemlerinden, toplumsal yaşam dinamiklerine ve kadına bakışı değiştiren hikâyeler.... Can Yayınları’nın, hem kadın yazarların kaleme aldığı klasik olmuş eserler hem de erkek yazarların kaleme aldığı klasikleşmiş yapıtlardan oluşan Klasik Kadınlar dizisi edebiyat tarihinde çığır açmış, öncü romanları bir araya getiriyor./Archive/2021/1/20/185808143-ic2.jpgJANE EYREJane Eyre, yalnızca kadının erkek egemen toplumdaki konumuna gözüpek yaklaşımıyla değil, şiirsel duygusallığı çağdaş bir gerçekçilikle harmanladığı anlatımıyla da öncü olmayı başarmış klasik bir başyapıttır.Küçük yaşta öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmektedir. Katı kurallarla yönetilen bir yatılı okula gönderilince, bu kez hayatın başka zorluklarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Okulda geçirdiği on yılın ardından öğretmen olarak mezun olur. Edward Rochester’ın malikânesinde mürebbiye olarak iş bulur. Evin gizemli efendisi Rochester’a âşık olur; ancak onu hayal bile edemeyeceği zorluklar ve acılar beklemektedir.19. yüzyıl İngiltere’sinde, her türlü tutuculuğun kol gezdiği Victoria döneminde geçen Jane Eyre, birçoklarınca kadın hak ve özgürlüklerine sahip çıkan ilk romanlardan biri olarak kabul edilir. Yazarı Charlotte Brontë’nin yaşamından izler de taşıyan roman, zorlu bir yaşam süren yapayalnız bir genç kızın güçlü bir kadına dönüşmesinin öyküsüdür./Archive/2021/1/20/185815674-ic3.jpgMADAM BOVARY19. yüzyıl taşra burjuvazisinin yaşamını gerçekçi bir bakış açısıyla sergileyen, ilk yayımlandığında ahlakdışılık suçlamasıyla dava konusu olan Madam Bovary, hem edebiyatta yeni bir çağ açmış hem de eskidikçe yenileşen, yaşlandıkça gençleşen pek az romandan biri olarak günümüze ulaşmıştır.Ünlü İngiliz romancı ve eleştirmen Arnold Bennett, klasik edebiyat tanımını yaparken, “Herkesin okuduğu sanılan ve herkesin okuduğunu sandığı kitap,” demişti. Italo Calvino’ya göre ise klasik, “ilk okunduğunda verdiği keşif duygusunu her okunuşunda yeniden veren kitap”tır. Fransız edebiyatında “gerçekçiliğin babası” olarak kabul edilen Gustave Flaubert’in Madam Bovary’si, bu iki ustanın klasik tanımlarına en uygun düşen eserlerden biridir./Archive/2021/1/20/185822971-ic4.jpgEUGENIE GRANDETEugénie Grandet, “İnsanlık Komedyası” başlığı altında tasarlanmış dev romanlar dizisinin en tanınmış, en sevilen bölümlerinden biri.Klasik Fransız edebiyatının büyük yazarı Honoré de Balzac, ilk kez 1833’te yayımlanan bu romanında taşra insanlarını ve onların özellikle parayla ilişkilerini kendine özgü gerçekçiliğiyle anlatır.Temel olarak cimriliği ve aşkı birlikte ele aldığı bu önemli romanında Balzac, romanın kahramanlarından birinin, Grandet Baba’nın büyük mal varlığının çalışmakla elde edilemeyeceğini gözler önüne serer.Fırsatçılıkla, Fransız Devrimi sonrasındaki karışıklıkta türlü aldatmacalarla elde edilmiş bu servetin içinde alın terinin payı, denizde bir damla gibidir. Dürüst, erdemli Eugénie Grandet’nin tertemiz aşkının ve yüce gönüllülüğünün bütün bu pisliklerin yanında yeri nedir?Balzac’ın romanı, tüm kuşaklar için güncelliğini ve değerini koruyor.“Roman kahramanları yaratmak demek doğru görebilmek, yoğunlaşmak ve şiddetleştirmek, maksimuma ulaşmak, her tutkunun içindeki acıyı ortaya koymak, her gücün içindeki zayıflığı görebilmek, gizli kalmış güçleri dışarı çıkarmak demektir. Eugénie Grandet, bu yoldaki ilk adımdır; bu basit, inançlı kızdaki kendini teslim etme duygusu o denli bir artış gösterir ki, neredeyse dindar olacaktır, yaşlı Grandet’nin cimriliği de tıpkı yaşlı çirkin hizmetçi kızın sadakati gibi şeytanlaşır.” Stefan Zweig/Archive/2021/1/20/185831362-ic5.jpgMOLL FLANDERSMoll Flanders, 17. yüzyıl İngiltere’sinde dünyaya gelen bir kadının yaşamöyküsünü, kendi ağzından aktarır. Zindanda doğup on iki yıl fahişelik, on iki yıl hırsızlık yaparak yaşayan, başından beş evlilik geçen, maceraları İngiltere’den Amerika’ya uzanan Moll Flanders, tartışmaya açık hayat görüşü ve derinlemesine sunulan portresiyle İngiliz edebiyatının en ilgi çekici kadın kahramanlarından biridir.Roman türünün ilk örneklerinden olan Moll Flanders, bir yandan dönemin toplumsal değerlerine ışık tutarken diğer yandan da suç dünyasını ve cinsellik konularını, ahlak dersi verme kaygısı gütmeksizin açıkça gözler önüne serer. İlk yayımlandığı 1722 yılından itibaren büyük ses getiren kitabın başkarakterinin temel olarak kabul ettiği ihtiyaçlarından vazgeçmeden ve kişiliğinden ödün vermeden toplum içinde hayatta kalabilme mücadelesi, Moll Flanders’ın Daniel Defoe’nun en ünlü eseri Robinson Crusoe’yla karşılaştırılmasına vesile olmuştur. Zira Moll Flanders, bin bir özveri ve kurnazlık göstererek göğüs gerdiği ataerkil toplumda, okyanusun ortasında bir adaya düşen Robinson Crusoe kadar yalnız, bir o kadar da yaratıcı ve beceriklidir./Archive/2021/1/20/185844143-ic6.jpgAŞK VE GURURAşk ve Gurur sıradan insanların günlük yaşamlarını işleyerek romana ilk kez belirgin bir modern nitelik kazandıran Austen’ın en sevilen romanlarından biridir.Aşk ve Gurur, taşralı bir beyefendinin kızı olan Elizabeth Bennet ile varlıklı ve soylu toprak sahibi Fitzwilliam Darcy arasındaki çatışmayı anlatır. Jane Austen bu iki karakteri birbirlerinin tuzağına düşmüş kişiler gibi sunsa da bu ilk izlenimi tersine çevirmekte gecikmez.Soylu bir aileden gelen ve önemli bir servet sahibi olan Darcy, Elizabeth’in ailesinin soylu olmayışı nedeniyle mesafeli davranır. Elizabeth’in davranışında da hem özsaygının uyandırdığı gurur hem de Darcy’nin züppeliği karşısındaki öfkesi etkili olur.Zeki ve coşkulu Elizabeth yalnızca Austen’ın en çok sevdiği kadın kahramanı değil, aynı zamanda tüm İngiliz edebiyatının en çok ilgi uyandıran kadın roman kişiliklerinden biridir./Archive/2021/1/20/185852830-ic7.jpgUĞULTULU TEPELERÖlümünden bir yıl önce bitirdiği Uğultulu Tepeler’deki karakterlerin yalnızca hayal ürünü kişiler olmadığı, Brontë’nin çevresindeki gerçek kişilerden derin izler taşıdığı da bir gerçektir. Sevgi, kin, nefret, intikam, tutku gibi güçlü duygularla örülü bu gençlik öyküsü, aynı zamanda marazi bir aşkın hikâyesidir.İngiltere’de 19. yüzyılın ikinci yarısı (Victoria dönemi) orta sınıfın yükselişini, gösterişli yaşamların moda oluşunu simgeler. Brontë kardeşler, kadının edebiyatla uğraşmasının hoş görülmediği bu yıllarda, önce erkek kimliğiyle şiirler yazmış sonra kendi adlarıyla, klasikler arasında yer alacak üç önemli romana imza atmışlardır.Emily Brontë 1848’de öldüğünde dünya edebiyatının en güzel yapıtlarından birini, ilk ve tek romanı Uğultulu Tepeler’i bırakmıştır ardında. Bu Victoria dönemi romanı, kimine göre dünyanın gelmiş geçmiş en büyük aşk romanı; kimine göre her okunuşunda değişik tatlar veren çağlar ötesi bir eser ya da insanın içine işleyen bir anlatımla dile getirilmiş uzun bir şiirdir./Archive/2021/1/20/185900486-ic8.jpgSON İNSANGotik edebiyat alanı, kadın yazarların sivrildiği bir türdür. Bazı eleştirmenler bu olguyu kadın yazarların özel yaşamlarında babalarından, sevgililerinden ve kocalarından gördükleri baskı, taciz ve zulümden etkilenmelerine bağlarlar.Mary Shelley de 1826’da yayımlanan Son İnsan romanıyla gotik edebiyata özgü bilimkurgunun alt türü olan apokaliptik romanın ilk modern örneğini veren ve bu türün önde gelen yazarı oldu.Vahiy ya da gelecekle ilgili sırların aydınlığa kavuşturulması anlamındaki apokalips sözcüğünden türemiş olan apokaliptik kurgu, salgın hastalık, nükleer savaş, sibernetik ayaklanma, doğaüstü olaylar, ekolojik felaketler ya da başka afetler yüzünden uygarlığın sonunun gelmesini irdeler.Son İnsan, bugün sıradan sayılacak kadar yaygınlaşmış bir konuyu, insanlığın yok oluşunu ele alan ilk büyük romandır. Shelley, bir salgının Batı dünyasındaki etkilerini Romantik dönemin akıcı üslubuyla dramatize eder ve gerçek kişilerin yansıması olan zıt karakterler eksenindeki bir kurguyla aktarır.Romandaki başlıca karakterler kısmen ya da tamamen Shelley’nin çevresindeki kişilerden esinlenmiştir. Örneğin doğal bir cennet arayışı içinde tanıdıklarını peşinden sürükleyen Adrian, yazarın eşi Percy Bysshe Shelley’nin kurgulanmış portresidir. Yunanlarla savaşmak için İngiltere’den yola çıkan ve İstanbul’da ölen Lord Raymond ise Lord Byron’ın yaşamından esinlenmiştir.Roman, yazarın “seçkinler” diye adlandırdığı çevresini kaybetmekten duyduğu acıyı ve dünyanın anlamsızlığını, bireyin tarihi yönlendirme gücünden yoksun oluşunu da dile getirir. Shelley günlüğünde “son insan”dan “alter egom, ikinci benliğim, yoldaşlarımın benden önce ölmesiyle sevgili bir gruptan geri kalan yadigâr” olarak söz eder./Archive/2021/1/20/185908221-ic9.jpgSİCİLYA'DA BİR AŞK HİKÂYESİÖlçüsüz tutkular, dehşet verici eylemlere yol açar... Sicilya’nın ıssız kıyılarında, benzersiz bir doğa manzarasının ortasındaki muhteşem bir şato, karanlık sırların yatağı olabilir mi?Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi, sakin ve durgun görünen hayatları apansız bir çalkantıyla bulandırıyor. Şatonun dolambaçlı koridorlarında, insanı bir kez kendine çektikten sonra girdabından dışarı bırakmayan, kaynağı belirsiz bir korkuyu, günlük hayata istikrarla sızan bir psikolojik dehşete dönüştürüyor.Ann Radcliffe’in erken dönem yapıtlarından Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi, gotik romanı romantik unsurlarla besleyen yetkin bir örnek. Radcliffe dehşetin anlatımını kendine özgü lirik bir üsluba bağlarken, korkuya da sıcak, çekici bir yön kazandırıyor: Haz ile dehşet arasındaki her an kopmaya hazır o ince çizgi ortadan kalkıyor.Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi, 18. yüzyıldan günümüze gotik adını alan korku ve dehşet edebiyatının klasiklerinden biri. Cumhuriyet Kitap Eki

Karagümrük, Lucas Castro’yu kadrosuna kattı

Karagümrük, Lucas Castro’yu kadrosuna kattı Karagümrük, İtalya’da SPAL forması giyen Arjantinli 10 numara Lucas Castro’yu renklerine bağladı. Fatih Karagümrük, İtalya’da SPAL forması giyen Arjantinli 10 numara Lucas Castro’yu renklerine bağladı.Fatih Karagümrük, kadrosunu güçlendirmeye devam ediyor. İstanbul temsilcisi, İtalyan takımlarından SPAL’da top koşturan 31 yaşındaki Arjantinli Lucas Castro’yu transfer etti. Karagümrük 2. Başkanı Serkan Hurma’nın yer aldığı törenle başarılı futbolcu, kendisini kırmızı-siyahlı renklere bağlayan sözleşmeyi imzaladı. İHA

Fuat Sevimay:‘Joyce, anlaşılamazmış! Hiçöyle değil!’

Fuat Sevimay: ‘Joyce, anlaşılamazmış! Hiç öyle değil!’ Fuat Sevimay, “Benden’iz James Joyce’ta; usta yazarı ve yapıtlarını daha iyi anlamak, hatta onunla arkadaş olmak için iyi bir olanak sunuyor okurlara. 1882 ve 1941 yılları arasında yaşamış İrlandalı yazar, şair, öğretmen, edebiyat eleştirmeni James Joyce, 2013’un İstanbul’unda tam da Gezi Direnişinin göbeğinde beliriyor ve romandaki yol arkadaşı çevirmeni ile karşılaşıyor. Ve ortaya ‘yazarın çevirmene, çevirmenin okura, okurun kitaba dönüştüğü bir şey’ çıkıyor. /Archive/2021/1/20/185019883-ic1-.jpgRoman, öykü ve çocuk kitaplarından tanıdığımız Fuat Sevimay’ın kaleminden gizemli, komik ve tanıdık bir roman “Benden’iz James Joyce”.Sevimay, romanında; kahraman kültünü yıkarak sıradan insanın tek bir gününü yücelten Ulysses ile edebiyatın zirvesine çıkan, dünya edebiyatının usta yazarlarından James Joyce'u ve yapıtlarını daha iyi anlamak, hatta onunla arkadaş olmak için iyi bir olanak sunuyor okurlara.1882 ve 1941 yılları arasında yaşamış İrlandalı yazar, şair, öğretmen ve edebiyat eleştirmeni James Joyce, 2013 yılının İstanbul’unda çevirmeni ile karşılaşıyor ve ortaya ‘yazarın çevirmene, çevirmenin okura, okurun kitaba dönüştüğü bir şey’ çıkıyor…/Archive/2021/1/20/185049882-ic2.jpg- Romanda her şey 16 Haziran 2013’te, Galata’da başlıyor. Mezarından kalkarak kendini birdenbire Taksim’de Gezi Direnişi’nin ortasında buluveren James Joyce’u tüm tepkileri ve algılarıyla çapulcu bir kardeşimiz kılıyorsunuz.Bu da kendimizi onunla düşsel ve evrensel bir boyutta, olduğundan daha fazla özdeşleştirmemizi sağlıyor. Okuruyla zamanda ve mekânda birlikte kırılıyor, omuz omuza bir serüvene davet ediyor Benden’iz James Joyce.Canını zor kurtaracağı Gezi Olayları’nın göbeğinde bulmuş, haklı olarak epey süre tedirgin, huysuz ve hayli sinirli bir Joyce’a eşlik ediyor okur.Yer alan ve açımlanan tüm kahramanlar da alayına isyan gelgitli bir duygusallık ve itirazlar içinde.Yine edebiyatın seçkinci tarafıyla kavgaya kararlı sonra İngiliz, İtalyan, Türk olsun polisi muktediriyle o bileşik yapılanmaya karşı Joyce lokomotifliğinde; edebiyat dünyası ile siyasete sıkı göndermelerde bulunan romanın önce bu büyülü gerçekçi yapısını sonra da göndermelerini açar mısınız?Mezarında sıkılıınca kalkıp İstanbul’a gelmiş Joyce’un, gelmişken vereceği bir kavga var. Metinlerimin zaman ve mekânının, beynimizin kıvrımları olduğunu düşünürüm. Yani o kıvrımlarda dolaşmaya elverişli her türlü büyü veya gerçek, Joyce olup İstanbul’a gelip ete kemiğe bürünebilir. Yeter ki inanmasını bilelim.Romanın temel derdi, Joyce’a dair (ki başka yazar da olabilirdi) dillendirilen “okunamaz, çok değerli ama anlaşılamaz” algısını yıkmak. Çünkü aslında hiç öyle değil.Hayatı, Britanya tacından papalığa, İrlanda milliyetçiliğinden edebi tahtlara kadar her türlü iktidar fikrine karşı mücadeleyle geçmiş ve metinlerini bu doğrultuda kaleme almış bir adamın okunmamasını isteyen, onu dar bir zirveye hapseden birtakım çevreler var.Oysa Ulysses başta olmak üzere Joyce’un bütün eserleri, halk ile sanatı/ sanatçıyı buluşturma fikri üzerine kuruludur. Büyük edebiyat eserleri için bu buluşma, tartışma ve uzlaşma olmadığı sürece, biz, ucuz işlere mahkûm kalacağız.Dolayısıyla Joyce’un Gezi Direnişinde belirmesinin, sanatın şiirin sokağa indiği günlerde İstanbul’a gelmesinin, kendi derdini de o ortamdan başlayarak dile getirmesinin en uygunu olacağına karar verdim. Romandaki bolca gönderme de hangimizi nereden yakalıyorsa oraya denk düşecektir./Archive/2021/1/20/185347396-ic3-.jpg‘BENDEN’İZ JAMES JOYCE, YENİ BİR TÜR!’- Öte yandan yazarından esinli Çevirmen ve James Joyce resmen birlikte yazıyorlar romanı: “Metni ben Biauthoraphy diye yeni bir türe sokmak isterim. Türkçesiyle Çifteyazar.” diyorsunuz. Bunu anlatır mısınız?Bunu ben değil, kitabın sonsözünü yazan Tanrı-Okur diyor. :)) İşin şakası bir yana, sırf edebi türlere bakış açımız genişlesin diye bile, Benden’iz James Joyce’un yeni bir tür olarak ele alınabileceğini düşünüyorum. Çünkü biyografi değil, kurgu ama tam o da değil, deneme hiç değil.Romanda çok fazla Joyce cümlesi var ama diğer yazarın, yani Fuat’ın öngördüğü şekliyle. Sanki birlikte yazmışlar ama zaman zaman, ruh hallerine göre kendilerine yontmuşlar gibi. Üstelik bu iki yazar dışında da bir dolu yazarın cümleleri dolanıp duruyor metinde. Bazı yerde Joyce’un bazı yerde Çevirmenin sesi baskınken, kimi bölümlerde de İstanbul’u veya bizzat okuru duyuyoruz.Daha önce halk ile sanatın buluşması gerekliliğinden bahsettik ya, bunu da belki yazar ile çevirmenin ve her ikisiyle okurun buluşması gerekliliği olarak düşünebiliriz. Velhasıl iki zihinden süzülen, çifte kavrulmuş bir metin söz konusu.Dolayısıyla “Çifteyazar” kavramının, bundan sonra yazılacak benzer metinlere de ışık tutması açısından değerlendirilmesini, belki bir miktar yol gösterici olmasını isterim. İddialı cümleler kurmak niyetinde değilim ama yine de sanat eserini anlama ve üstüne kurgu yaratma boyutunda bu roman çığır açıcı olabilir. Kaldı ki Benden’iz James Joyce’un ana dertlerinden birisi de bu zaten./Archive/2021/1/20/185355208-ic4-.jpgÇOKSESLİ BİR ROMAN- Joyce’tan rol çalan çalana! Sizden esinli çevirmen ve dipnotlarda metne günlük konuşma diliyle dahil olan, çevirmenin başına da adeta Demokles’in kılıcı gibi dikilen “sağlamacı” editör de az değil!Kurguda benimsediğiniz, metni geçişli ve çok boyutlu yapan bu katılımları da değerlendirir misiniz?Romanların artık, satın alınıp okunan, fotoğrafı paylaşıldıktan sonra rafa kaldırılan metalar olmasını istemiyorum. Sanat aslında, biz hepimiz üstüne konuşup tartıştığımız sürece değer kazanıyor. Ben de bu konuşma, tartışma veya çatışmayı ilk elden romanda başlatmaya, birçok kademeye yaymaya çalıştım.Joyce ile Çevirmen kendi cephelerinden konuşsunlar ama sonra her ikisiyle birlikte editörün ve dipnotları veren akademisyenin ve hatta okurun da düşüncesini duygusunu okuyalım. Dahası ki bu bence çok önemli, sokaktaki teyzenin, parktaki berduşun, taksicinin, imamın ve rahibin de dahil olduğu bir çokseslilik yakalamaya çalıştım. Sanırım Joyce da böylesini arzu ederdi.Joyce; Uydurdun gene. Nereden biliyorsun? Çevirmen; Yani bana öyle geliyor. Editör; Ben bunların hangisine güveneyim arkadaş. Akademisyen; Joyce sorusunda haklı gibi ama Çevirmen de sanki… Okur; Bir karar verin de okuyalım. İşte kabaca böyle bir şey.‘BİZE GERÇEKLİĞİNİZİN FARKINA VARIN DERDİ’- Yıllar içinde çeşitli çevirilerini yaptığınız James Joyce’u oldum olası nasıl bilirsiniz? Edebiyata ve hayata bakış açısı, sanat algısı, dönemindeki akımların ondaki etkisi ve elbette Benden’iz James Joyce’da ona getirdiğiniz yorum ve yaklaşımla bizim de kıldığınız sizin Joyce’unuz nasıl bir adam, yazar, birey?Joyce sanki bütün akımların hem ötesine geçebildiği ve hem de hepsini kapsadığı için dünya edebiyatının dev yazarlarından birisi. Bize tek bir tavsiyesi olsa sanırım, size dayatılan kof kahraman algısını bir yana bırakıp kendi gerçekliğinizin farkına varın, derdi. Kendisinin de hem edebi açıdan hem de hayatında en çok bu gerçekliğin peşinde olduğunu sanıyorum. İşte böyle biri Joyce./Archive/2021/1/20/185405130-ic5-.jpg‘ROMANDA, 4 TEMEL ESERİ ÜZERİNDEN İLERLEDİM’’- Joyce’un, romanınızda temel alınan ve anılan eserlerinden söz açar mısınız? Ayrıca başat yapıtları doğrultusunda Joyce’un yapıtlarının günümüzle izdüşümlerine ilişkin neler söylersiniz?Romanda da belirttiğim gibi Joyce’un kaleme aldığı ve bizim okuduğumuz 10 eser var ama ben romanı 4 temel eseri üzerine ilerletiyorum. Başta Dublinliler, sonra Sanatçının Gençlik Portresi, en çok Ulysses ve biraz da Finnegan Uyanması.Ve bu yapıtlar sinemadan edebiyata, resimden tiyatroya birçok çağdaş esere esin kaynağı olmuştur. Çünkü aslında çoğu zaman, Bloom ile Dedalus gibi, Joyce ile Çevirmen gibi, Turgut ile Selim gibi, birbirini arayan bireylerden söz ediyoruz. Ve bu karakterlerin, bireysel konumlarının ötesinde hep toplumsal temsilleri de söz konusu.İSTANBUL’DA HEM AŞİNA HEM EĞRETİ BİR JOYCE- Çevirmenin zihninde İstanbul’a gelen Joyce hangi duygularla yol alıyor o zihinde ve kentte? Joyce’un karakterleri ve yapıtları kentlerinin ve İstanbul’un ruhuna nasıl karışıyor?Joyce’un, yaşadığı dönemde imkânı olsa görmek isteyeceği birkaç kentten birinin İstanbul olduğuna inanıyorum. Bu platonik bir inanç değil, düşünce yapısını iyi bildiğim için bunu rahatlıkla söyleyebilirim ve roman biraz da bu temel üzerine kuruldu.Çünkü İstanbul’un temsil ettiği eşik, Joyce’un algısına ve dünyaya bakış açısına çok uygun. O nedenle bizim sokaklarımıza hem hiç yabancılık çekmeden karışıyor ama bir yandan da o eğreti hali hep üstünde hissediyor.Sonuçta düşünce sistemini batı medeniyeti üzerine kurmuş ama bir yandan da hep doğuyu anlamaya çalışmış birisinden bahsediyoruz. Ruhu sokaklarla ve Latife’nin gönlü ile rahatlıkla hemhal olurken, yorgun bedeni bu anlamda biraz zorlanıyor sanki./Archive/2021/1/20/185413239-ic6-.jpg‘ONU ANLAYACAKSAK ÖNCE ÜSLUBUNU TANIMAMIZ GEREK’’- Joyce’un roman diline, roman karakterlerinin özgün ve özgür dil yaklaşımına ilişkin yorumlarınız nelerdir? Benden’iz James Joyce’ta da meselâ Joyce’un yaratıcı okur üretme yolunda kurguladığı; yarı otobiyografik romanı Portre’deki Dante veya Charles Amca, Ulysses’teki Gerty McDowell veya Yurttaş’ından yola çıkarak nasıl karşılık buluyor, irdeleniyor bu düşünceleriniz?Biz hayatta hepimiz, yazarlar, çevirmenler, okurlar, dahası memurlar, işçiler, tüccarlar veya kadınlar, erkekler, eşcinseller, sonra varsıllar, yoksullar ve orta halliler, hepimiz ama hepimiz, kendi sesimizle ve sözümüzle varız. Hayat bu çeşitliliği ve çok dilliliğiyle güzel.Joyce da eserlerinde, her karaktere uygun bir üslup (kastettiğim sadece konuşma dili değil) yaratmanın ustasıdır. Gerty’nin neden Gerty olduğunu bu sayede iyice kavrarız. Çünkü yanımızda yöremizde bir dolu Gerty vardır. Biz, Gerty’e arzu ettiğimiz dili biçmek yerine, onun dilini anlamakla mükellefiz. Ben de Bendeniz’de, Joyce ve Çevirmen başta olmak üzere beher karaktere bir üslup biçmeye çalıştım. Joyce’u ve diğerlerini anlayacaksak, önce üsluplarını tanımamız gerekir diye düşündüm. Bazen sakin, bazen bıçkın, kimi zaman sinirli, kimi zaman matrak.‘MİZAH MÜTHİŞ BİR ENSTRÜMAN’- Romanda Joyce’un “mizahı, hayatın ağırlığı karşısında denge unsuru şeklinde kullanmak” olarak yorumladığı üslup parodileri konusundan hareketle sorarsam: Bu bağlamda romanda rahat günlük dil ve/veya argoyla yansıyan; Joyce’a ve onu referans alan yazarının duygusuna da hayli yakın o mizahın okumaya katkısına ilişkin neler söylersiniz?Daha önce de çok fazla dile getirdim. Ben, edebiyatın derdinin olması gereğinin, edebiyatın dertli olması gibi bir zorunluluğa dönüşmesinden, bu yanlış anlayış sonucu kasvetli ve arabesk metinlerin gırla gitmesinden okur olarak rahatsızım. Oysa mizah, ele alınan derdi de sarsmak, gücü ele geçirmek adına müthiş bir enstrüman.İroniyi Joyce da çok fazla kullanır. Mesela, az bilinmekle birlikte, Finnegan Uyanması dünyanın en komik metinlerinden birisidir. Ulysses’te de ironi tam kıvamındadır. Bizde Oğuz Atay bu işin zirvesidir. Ben de elimden geldiğince, denge unsuru olarak mizahı, gündelik dili, kimi zaman argoyu, dile sinmiş deyimleri, mesleki jargonları kullanmayı seviyorum./Archive/2021/1/20/185431708-ic7-.jpg‘SAÇMA KAHRAMAN KÜLTÜNE İSYAN EDERDİ’- Uğruna vuruşulacağına inandığı idealleri yabana atmamakla birlikte sizce Joyce hangisini önceler, hangisini öteler; kahraman mı kahramanlık mı?Bu doğrultuda Joyce’un köşeye sıkıştırılmış sıradan insana bakışı “kahraman”dan neyi anladığı, isyan duygusu ve derin toplumsal farkındalıkları Dublinliler, Portre ve Ulysses’inde romanınızda da sıklıkla karşımıza çıkan hangi “kahramanlar”ında vücut buluyor?Joyce gibi bir yazardan ve onu ele alan bir romandan bahsederken, öncelikle “kahraman” ifadesi yerine “karakter” demeliyiz belki de. Çünkü hiçbir karakteri, bilindik anlamda bir kahramanlık sergilemiyor ve ta ki bu halleriyle önemli “karakterlere” dönüşüyorlar.Şöyle diyelim; Holywood filminde dünyayı kurtaran kahramanla mı arkadaşlık etmek istersiniz yoksa toy entelektüel, mevzuları yüzüne gözüne bulaştıran Stephen Dedalus ile mi? Veya tüm kadınların âşık olacağı bir artistle mi konuşmak istersiniz, Bendeniz’de şaşkın şaşkın dolanan Joyce ile mi?Dünyayı kurtaran kahraman veya herkesin âşık olacağı artist büyük yalan. Onları seçtiyseniz üzgünüm çünkü yok öyle birisi. Onlar, gündelik dertlere kafa yormayalım diye bize kakalanmış illüzyonlar. Diğerleri ise gerçek. Yani kurgular ama yine de gerçekler. Siz gibi, biz gibi, hepimiz gibi.Ve Joyce adına bir isyandan bahsedeceksek, sanırım bu saçma kahraman kültüne isyan ederdi. Yani savaşta vatan uğruna can verecek kahramanlar yerine (ve bize bunları anlatan popüler sanatın aksine), hayatı yaşayan, oturup konuşacağımız, birlikte gülüp ağlayacağımız dostlar isterdi etrafında. Gerçeğin peşine düşelim isterdi. İstanbul sokaklarında aradığı da bu sanırım./Archive/2021/1/20/185439286-ic8-.jpg‘JOYCE DA ÇEVİRMEN DE UMUTTAN YANA’- “Yığınlar düşünmeye teşvik edilmeli” demiş Joyce’un, Ulysses’in tüketim kültürüne dâhil olmasına ilişkin endişeleri kurguda nasıl yer buldu, yorumlandı?Bir de Joyce’un bir bölümünün din ile sağlıksız, radikal ilişki içine girmiş, halkın ve devletin içindeki çürümüşlüğü soğurmuş olduğunu düşünerek gösterdiği tepkinin imlendiği o yığınlardan neyi kastettiğini burada da açar mısınız? Hatta Ulysses’i nasıl yorumluyor tam da o anlarda çevirmene?Şimdi şöyle düşünün; çok sıkı bir roman yazıyorsunuz ve eseriniz bir milyon kişinin rafına giriyor, ne güzel. Ama o bir milyonun içinden ancak yüz bini romanı okuyor ve layığıyla anladığını düşünen de taş çatlasın on bin kişi. Ne anladım ben bu işten!Joyce’u mezarında dört döndüren işte bu. Yazdıkları konuşulsun, tartışılsın, eleştirilsin diye kalkıp geliyor. Sadece kendi eserleri değil derdi, sanatla alışverişimizin bu yönde olmasını, sanatın toplumsal gelişime katkısının da ancak bu şekilde olabileceğini savlıyor.Bu bağlamda bir başka derdi daha var ki şöyle; tamam, sanatla yığınları dürtelim ama o yığınların büyük kısmı bağnaz düşünceye meyilli, o halde bu iş nasıl olacak, diye sorguluyor. Orada da Çevirmenin devreye girip, Gezi’ye de bir sürü bağnaz kişinin karşı çıkmasına rağmen, milyonlarca gencin, kadının da doğaya, kente, özgürlüğe sahip çıkmasını hatırlatmasını görüyoruz.Yani toplumun sorunlu tarafına bakıp yılgınlığa kapılabilir veya hayatının ipini eline alan cesur insanların tarafına bakıp umut taşıyabiliriz. Nereye baktığımız bu açıdan çok önemli. Bendeniz’de Joyce ile Çevirmenin tarafı umuttan yana.JOYCE VE SOSYALİZM!- Joyce’un sanatçının halk ile teması ve sanatın gerçekle araya mesafe koymamasına ilişkin tavrı da önemli kuşkusuz. Özellikle Dublinliler’i yazma sürecinde Joyce’un sosyalizmle ilişkisi, temasına ilişkin sonra tam da o bağlamda sizin ve okurlarının içindeki, içimizdeki İrlandalıyı harekete geçirişine ilişkin düşüncelerinizi burada da dile getirir misiniz?Joyce, beni ille de bir siyasi fikre dahil edecekseniz, bu sosyalizm olurdu, diyor ama bunu dile getirirken bile temkinli. Çünkü aslında hiçbir ideolojik kalıpla kendisini sınırlamak istemiyor. Bunu, kendisi hazır İstanbul’a gelmişken, bize çok şey ifade eden “İçimizdeki İrlandalı” tanımıyla açıklamaya çalışayım.Mustafa Denizli’nin bir futbol maçının ardından dile getirdiği bu söz daha çok ihaneti vurgular. Oysa önemli olan Mustafa Denizli’nin itirazı, kokuşmuş düzene başkaldırısıdır. İşte Joyce’un siyasetle ilişkisi de bu yönde. Biat etmek, baş eğmek, kabuğuna çekilmek yerine gerektiğinde itiraz etmeliyiz. Gerektiğinde İrlandalı olmalıyız. Ancak o zaman sosyal eşitsizliğe ve baskıya karşı direnç sergileyebiliriz./Archive/2021/1/20/185447770-ic9-.jpg‘DİN İLE MESAFELİ AMA ATEİST DEĞİL’- Ya din? Din ile ilişkisinde, derdinde hangi duygular baskındır? Dublinliler’deki rahip gibi; dinin ve toplumun felç halini yorumladığı anlar yapıtlarında nasıl vücuda gelmiştir?“Çoklu benliğin ideal örneği” olarak nitelenen Bloom ile getirilen yorum ve dine eleştirelliğinde Bloom ile getirdiği denge nasıl yorumlanabilir?Okul yıllarını Cizvit eğitimiyle geçiren, koyu Katolik İrlanda toplumunda yetişen Joyce, bir yaştan sonra dinle arasına mesafe koyuyor ve dini kurumları kıyasıya eleştiriyor. Ama birçok okurun sandığının aksine ateist değil. Hatta ateist olan kardeşi Stanislaus ile bu konuda sık sık tartışıyorlar.Joyce’un derdi, iktidar alanına dönüşen papalıkla, saçma gördüğü kilise ritüelleriyle ve bu kurumların kendilerini sorgulanamaz göstermesiyle. Şu sözünü çok değerli bulurum; Papa keşke samimi bir Hıristiyan olsaydı, der. O kadar çok şey anlatan bir cümle ki. Yani din, ancak ve ancak kişisel inançla ilgili bir alandır ve dini kurumlar, samimiyetlerini ispatlamak zorundadır. Açlığın kol gezdiği bir dünyada, din adına şaşaa yaşayan, toplumu zihinsel felce sürükleyen kurumlarla hiç işi yok ama yaratıcı fikirle de ters düşmüyor.- Joyce’un yaşadığı şehirler; Dublin, Trieste, Paris. Zürih... Bu kentlerde çağın hangi sancılı aralıklarında yaşamış James Joyce?Dublin’deki ilk gençliği, bağımsızlık öncesi karmaşık döneme denk gelir. Trieste günleri 1. Dünya Savaşının ayak sesleriyle geçiyor. Zürih, her iki dünya savaşında da güvenli liman. Paris ise asıl üretim sürecini yaşadığı kent. Böyle bakıldığında, tüm o gergin zamanların Joyce’u beslediğini düşünebiliriz. Velhasıl oldukça zorlu bir hayatı var esasen. Bu kentlere şimdi bir de İstanbul eklendi./Archive/2021/1/20/185524457-ic11-.jpg‘METİNLERİNDE KADIN ÖN PLANDADIR’- Romantik Joyce’u da sormalı. Nora’dan Latife’ye “Ah kadınlar. Ne onlarla ne onlarsız” duygusunu baki kılarak kadınlarına hep iç çekerek dikkat kesiliyor...Joyce metinlerinde kadın çok ön plandadır. Eserlerin yazıldığı dönemi düşünürsek, bu daha da önemli hale geliyor. Dublinliler bir kadının, en yakınındaki eşi tarafından anlaşılmaması üzerine sonlanır. Portre’de Dedalus, sanat imgesine bir kadın üzerinden ulaşır. Ulysses boyunca iki adamın sözü edilir ama çok değerli sonsözü, hiç eğip bükmeden Molly, yani kadın dile getirir. Finnegan’ın özü hayat kaynağı kadın yani Anna Livia Plurabella’dır.Ben bu bağlamda Joyce’un, baskın eril düşünceye, erkek iktidarı fikrine karşı kadın merkezli düşünceyi öncü kılmasını çok değerli buluyorum. Hem de yüz yıl önce.Bendeniz’de de Joyce, pek de konduramadığı Latife’nin sade ama sağlam görüşü karşısında sus pus olur, en büyük dertlerinden birisi onu gereğince anlayamamaktır.‘JOYCE, HER METNİ AŞILACAK ESER OLARAK GÖRÜR’- Joyce’un Shakespeare yapıtlarına, metinlerine bakışındaki temkinli saygıyı nasıl yorumluyorsunuz?Joyce, her metni aşılacak eserler olarak görüyor. O nedenle Shakspeare veya başka yazarlar üzerinde yaratılmış uzman kültünden rahatsız. Belki işin içine biraz Britanya-İrlanda meselesi de giriyordur ama Joyce aynı tutumu kendi eserlerine karşı da sergileyecek kadar net ve dürüst bu konuda. Finnegan’da düpedüz Ulysses ve Portre ile eğlenir. Yani bize, oku anla ve saygı duy ama hiçbir eseri veya yazarı puta dönüştürme diyor.- Çeviride hangi yöntemi kullanıyorsunuz? Sadece ben değil romanda Joyce da soruyor bunu çevirmene?Romanda bu soruya verilen yanıtı aslında, Finnegan’ın Hollandalı çevirmeninden emanet almışımdır. İşi biraz da dalgaya vurarak 29 farklı yöntemden bahseder Eric. Benim yöntemime gelince ki şimdi “yöntem” dediğimde biraz gerildim, yani yok öyle yöntem falan. Akademik açıdan vardır da bende yok. Joyce Türkçe bilse bunu nasıl yazardı diye düşünüp sonra çeviriyorum. İlle de adı konacak veya tanımı yapılacaksa, yöntemim böyle bir şey sanırım.- Romanın çizimlerinden de bahseder misiniz?Kapak resmini ve iç sayfalarda, Joyce’un İstanbul’da dolaştığı sokakları gösteren haritaları eşim Ayşegül Sevimay çizdi. Eline sağlık. Çünkü evet, Joyce o sokaklarda gerçekten dolandı. Ayağına sağlık. Oturdu çay içti, boğazı seyretti. Resimlerde de görüldüğü üzere bizzat şahidiz.- Yeni tasarılarınızı sorarak bitirelim söyleşimizi?Bir öykü dosyasını tamam edip, Joyce’tan sonra öyküyle de vedalaştım. Yeni roman için de ufak ufak okumalar yapıyorum. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim; tarihte ve güneyde bir yerlerde geçiyor. Belki de kuzeydedir, bilmiyorum.Benden’iz James Joyce / Fuat Sevimay / İthaki Yayınları / 512 s. / 2020. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

CHP'liÖztunç: "Tarlalara arpa, buğday,üzüm yerine JES ekilmiş"

CHP'li Öztunç: "Tarlalara arpa, buğday, üzüm yerine JES ekilmiş" CHP Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç, Aydın'ın ardından Manisa'da da yurttaşlarla 'jeotermal enerji santralleri' (JES) üzerine görüştüklerini belirterek, "Gördüğümüz şu; Aydın'da da, Manisa'da da tarlalara buğday, arpa yerine JES ekilmiş. Üzümüyle meşhur olan Manisa'da bağ dikileceğine JES dikilmiş" dedi. CHP Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı tarafından kurulan 'Jeotermal Enerji Araştırma Komisyonu' Manisa'da incelemelerde bulundu. CHP Salihli İlçe Örgütü'nde açıklama yapan CHP Genel Başkan Yardımcısı ve komisyonun başkanı Ali Öztunç, dün Aydın'da yaptıkları incelemelere bugün Manisa'da devam ettiklerini belirtti. Komisyona Manisa'da, CHP Grup Başkanvekili ve Manisa Milletvekili Özgür Özel eşlik etti.   "TARLALARA JES EKİLMİŞ"Komisyon adına açıklama yapan Öztunç, JES'lere ilişkin çalışmalar yürüttüklerini ve bölge halkının görüşlerini aldıklarını ifade ederek, "Çiftçilerle, üreticilerle bugün JES'lere ilişkin bir çalışma gerçekleştirdik. Gördüğümüz şu; Aydın'da da Manisa'da da tarlalara buğday, arpa yerine JES ekilmiş. Üzümüyle meşhur olan Manisa'da bağ dikileceğine JES dikilmiş" dedi. "HER TARAF BORULARLA DONATILMIŞ"Öztunç, Aydın'da incir, Manisa'da üzümün JES'ler yüzünden olumsuz etkilendiğini ve mahvolduğunu vurgulayarak şöyle konuştu: "Çok sayıda JES'e izin verilmiş. AKP hükümeti döneminde bunlar, neredeyse mantar gibi çıkmışlar. Her taraf solucan benzeri borularla donatılmış. Daha fazlasına izin vermeyin diyoruz. İnsanların yaşam hakkını, havasını, suyunu elinden alıyorlar bunlar. Bugüne kadar yapmışlar, bundan sonra daha fazla JES'e hükümetin izin vermesini istemiyoruz. Bölge halkı da istemiyor. Bugüne kadar yapılanların da denetlenmesini istiyorlar. Çünkü pek çoğu eski teknoloji ve aynı zamanda özellikle geceleri bacaları açıyorlar. Doğaya zehir saçıyorlar ve yine özellikle geceleri, yerin altına gönderilmesi gereken suyu çaylara, derelere, nehirlere salıveriyorlar." "DÜNYA STANDARTLARINA UYGUN YAPILMAMIŞ"Öztunç, JES'lerin dünya standartlarına uygun bir şekilde yapılması gerektiğinin altını çizerek, "Dünya standartların yapılmamış. Bundan sonra daha fazlasına izin verilmesine gerek yok. Bundan sonra açılacak her yeni santral, mevcut santrallerin kapasitesini de düşürecektir" dedi. JES'lerin ürettiği enerjinin Türkiye'deki enerji ihtiyacına katkısının yüzde 1.7 olduğuna dikkat çeken Öztunç, "Yüzde 1.7 için değmez. Yaptınız mı, yapıldı. Bundan sonra yenileri yapılmasın, var olanlar denetlensin" çağrısı yaptı.  ANKA

Agatha Christie'nin Poirot’su 100 yaşında!

Agatha Christie'nin Poirot’su 100 yaşında! Agatha Christie'nin sevilen karakteri Hercule Poirot'nun kaleme alınmasının 100. yılı şerefine özel ciltli Poirot Seçkisi Seti piyasaya çıkıyor. Poirot Seçkisi Seti, sürükleyici kurgusu ve dikkat çekici konularıyla her döneme hitap eden Ölüm Sessiz Geldi, Nil'de Ölüm, Roger Ackroyd Cinayeti, Acı Kahve, Doğu Ekspresinde Cinayet ve Cinayet Alfabesi romanlarından oluşuyor. /Archive/2021/1/20/184256626-ic1.jpgHercule Poirot karakteri ile tanıştığımız, Agatha Christie’nin ilk romanı olan Ölüm Sessiz Geldi yayımlanalı 100 yıl oldu. Altın Kitaplar Yayınevi, Polisiye kraliçesinin en sevilen roman kahramanlarından Hercule Poirot’nun 100 yıllık macerasına yaraşır bir projeyi okurların beğenisine sunuyor.Poirot Seçkisi Seti, sürükleyici kurgusu ve dikkat çekici konularıyla her döneme hitap eden Ölüm Sessiz Geldi, Nil'de Ölüm, Roger Ackroyd Cinayeti, Acı Kahve, Doğu Ekspresinde Cinayet ve Cinayet Alfabesi romanlarından oluşuyor.Ölüm Sessiz Geldi, Nil'de Ölüm, Roger Ackroyd Cinayeti, Acı Kahve, Doğu Ekspresinde Cinayet ve Cinayet Alfabesi / Agatha Christie / Çev.: Çiğdem Öztekin / Altın Kitaplar / 1576 s,/Archive/2021/1/20/184304454-ic2.jpgAGATHA CHRISTIE (1890-1976): 15 Eylül 1890 tarihinde, Torquay, Devon‘da doğmuştur. Tam adı Agatha Mary Clarissa Miller Christie Mollowan’dır. Mary Clarissa Miller ve Mary Westmacott takma adını da kullanmıştır. Babası Frederick Alvah Miller ve annesi de Clarissa Miller’dır. Kız kardeşi Margaret Frary Miller ve erkek kardeşi Louis Montant Miller’dır.Agatha Christie, evde eğitim görmüştür. Çok küçük yaşta annesi tarafından yazmak için cesaretlendirilen Christie, on altı yaşındayken, Paris‘e, şan ve piyano dersleri alacağı bir okula gönderilmiştir./Archive/2021/1/20/184313782-ic3.jpgCiddi anlamda ilk edebi denemeleri, duygusal konuları ele alan öyküler oldu. 1914'te bir Flying Royal Corps çalışanı olan Archibald Christie ile evlendi ve Fransa’ya gitti. Bu evliliğinden 1919 yılında kızları Rosalind, dünyaya geldi. Dislektik olmasına rağmen öykü, roman okumayı çok seviyordu.Archiebald, Christie’nin, NancyNeele adında, daha genç bir kadına aşık olduğunu açıklaması üzerine, 1926 yılında boşanan Agatha Christie bu üzüntüsünün üzerine aynı yıl annesini de kaybetmiştir.Aynı yıl 11 gün boyunca ortadan kaybolan Christie tüm aramalara rağmen bulunamadı. Arabası ağaçlara çarpmış, bavulları yerlere saçılmış vaziyette göl kenarında bulundu. Christie bir süre sonra ortaya çıksa da bu konu hakkında hiçbir açıklama yapmadı. Agatha Christie'nin geçici hafıza kaybına uğradığı, kocasını ve onun sevgilisini öldürme planları yaptığı gibi çeşitli iddialar ortaya atıldı./Archive/2021/1/20/184321188-ic4.jpg1928 yılında sonuçlanan boşanma sürecinin iki yıl sonrasında, Agatha Christie, 1927’de, Ortadoğu’ya yaptığı ziyaretler sırasında tanıştığı, Arkeolog Max Mallowan’a, Suriye ve Irak’taki kazı alanlarına yaptığı yolculuklarda eşlik etmiştir. Daha sonra Max Mallowan ile evlenen Christie, bir çok yer gezip, görmüştür.Agatha Christie’nin ilk dedektif romanı, The Mysterious Affair at Styles’dır (Styles’daki Esrarengiz Olay). Daha sonra kırkı aşkın romanda karşımıza çıkacak olan ünlü Belçikalı dedektif karakteri, Hercule Poirot’u ilk kez kullandığı kitabıdır. Kitap, çeşitli yayınevinlerinden geri çevrilmiştir. Daha sonra 1920 yılında Bodley Heidi Yayınevi tarafından kabul edilmiştir./Archive/2021/1/20/184332673-ic5.jpgEn çok çalıştığı ve yoğun olduğu dönemi 1920’lerin sonu olan Agatha Christie’nin, 1930’larda, farklı esrarengiz olayları konu alan dört, Dedektif Hercule Poirot’un hikayelerini yazdığı on dört, Miss Marple ve Müfettiş Battle’ın hikayelerini yazdığı dört kitabı basılmıştır. Christie, yine aynı yıllarda Harley Quin ve Mr. Marker Pyne hikayelerinin anlatıldığı, iki kitap yazmıştır. Daha sonra da iki sahne oyunu yazmıştır.Christie'nin, diğer kitabında yazdığı ünlü dedektifi, görevinde amatör olan dedektif Miss Jane Marple, tipik bir İngiliz karakteri olarak kaleme alınmıştır. Poirot karakteri, mantığını, akılcı metotlarını ve “küçük gri hücreler”ini kullanarak esrarengiz olayları çözüme ulaştırmak için görevini yerine getiren bir dedektiftir./Archive/2021/1/20/184340391-ic6.jpgMarple karakteri, kadınlık içgüdülerine ve empati kurma yeteneğine güvenen bir dedektif olarak görevini yerine getirmiştir. Marple’ın adı, içlerinde ilk olarak Agatha Christie’nin 1930’da yazdığı, Murder At The Vicarage (Ölüm Çığlığı) ve son olarak da, 1977’de yazdığı, Sleeping Murder (Uyuyan Ölüm)’ın bulunduğu, on yedi kitabında geçmektedir. Poirot ve Miss Marple karakterlerinin ikisi de sinema ve televizyona uyarlanmıştır.1978 yılında Michael Apted’in yönetmenliğini yaptığı ve Agatha Christie’yi, Vanessa Redgrave’in canlandırdığı, Christie’nin gerçek hayat öyküsünü konu alan Agatha filmi, çekilmiştir. Film, 1926 yılında Christie’nin boşanmasından sonra bir süreliğine ortadan kaybolup Harrowgate Oteli’nde, Mrs. Neele adı altında yaşamasını konu almaktadır./Archive/2021/1/20/184348110-ic7.jpgAgatha Christie’nin, 1936 yılında Mary Westmacott takma adı altında yazdığı, ilk altı psikolojik romantizm romanı basılmıştır.1937 yılında ise Howard Carter’la tanıştığı, Luxor ziyaretinden sonra, 1973 yılına kadar basılmayan, “Akhanaton” adlı sahne oyununu yazmıştır. Bu oyun 1979 yılında New York Londra’da, “Akhanaton” ve “Nefertiti” adıyla sahnelenmiştir.Hayranlarınca her kitabı beğenilmekle birlikte, Agatha Christie’nin edebi kaygılarla yazdığı bazı romanlar eleştirmenlerin de dikkatini çekti. On Küçük Zenci romanı da polis romanının klasikleri arasındadır./Archive/2021/1/20/184356094-ic8.jpgAgatha Christie, ikinci dünya savaşı sırasında, Londra’da Univesity College Hospital dispanserinde görev yapmıştır. Savaş sonrasında, roman çalışmalarına devam etmesinin yanı sıra, sahnede ve sinemada da başarı kazanmıştır.1954 yılında “Witness for the Prosecution (Beklenmeyen Şahit)” oyunu, New York Drama Critics Circle tarafından, sezonun en iyi yabancı sahne oyunu seçilmiştir. Agatha Christie, 1967 yılında, İngiliz Araştırma Klübü’nün başkanı olmuştur. 1971 yılında ise AgathaChristie, İngiltere’nin en yüksek onur ünvanı olan “Britanya İmparatorluğu Kadın Komutanı” nişanını almıştır./Archive/2021/1/20/184404001-ic9.jpgAgatha Christie, 12 Ocak 1976’da, 86 yaşında İngiltere Wallingford'da hayatını kaybetti. Polisiye edebiyatın öncüsü olarak anılan yazar, kısa hikâyeleri ve sahne oyunlarının yanında yüzden fazla roman yazmıştır. Yüz farklı dile çevrilen ve tüm zamanların en çok satan İngiliz roman yazarı olan Christie’nin. yapıtları tüm dünyada yüz milyonlarca, İngiltere’de ise bir milyar kopyanın üzerinde satmıştır. Cumhuriyet Kitap Eki




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter