News - Haberler
Sosyal medyadan "özür dileyerek" yargılanmaktan kurtuldu
Sosyal medyadan "özür dileyerek" yargılanmaktan kurtuldu Edirne'de, trafik denetiminde ceza yazan polise sosyal medya hesabından hakaret ettiği ve tehditte bulunduğu iddiasıyla hakkında soruşturma başlatılan kişi, sosyal medyadan "özür mesajı" yayınlaması şartıyla yargılanmaktan kurtuldu. Edirne'de, Trafik ekiplerinin denetimleri sırasında trafik polisi ile sürücü S.D. arasında tartışma yaşandı.Aracındaki teknik eksiklik sebebiyle cezai işlem uygulanan S.D, trafik polisine sosyal medya hesabından hakaret ve tehdit içeren mesajlar gönderdi.Polisin şikayetçi olması üzerine Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldı. "Hakaret" ve "tehdit" suçları uzlaşma kapsamında olması dolayısıyla soruşturma dosyası, uzlaştırma bürosuna gönderildi. Dosyayı inceleyen yetkililer, konuyla ilgili uzlaştırmacı görevlendirdi.Uzlaştırmacının taraflarla yaptığı görüşme sonucu şüphelinin sosyal medya hesabında 1 hafta boyunca duracak şekilde özür mesajı yayınlaması teklif edildi.Talebi kabul eden S.D, sosyal medya hesabından, "Kamuoyunun dikkatine. Trafik kurallarını ihlal etmem sonucu yasalar çerçevesinde tarafıma uygulanan idari para cezası nedeniyle yaşamış olduğum öfke haliyle haksız olarak, görevini ifa eden ve cezayı tarafıma uygulayan polis memuruna sosyal medya üzerinden yazmış olduğum tehdit ve hakaret içerikli mesajlardan dolayı öncelikle kendisinden ve tüm emniyet camiasından, kendimi esefle kınayarak özür diliyorum." ifadelerini 1 hafta boyunca yayımladı.Uzlaşma sonucu şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilerek, soruşturma kamu davası açılmadan kapatıldı.Böylece "hakaret" ve "tehdit" suçu nedeniyle S.D. ceza mahkemesinde sanık olarak yargılanmaktan kurtuldu. AASON DAKİKA | CumhurbaşkanıErdoğan: Aşımeselesi vahim bir hal almıştır
SON DAKİKA | Cumhurbaşkanı Erdoğan: Aşı meselesi vahim bir hal almıştır AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler tarafından devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla düzenlenen “Covid-19 ve Sonrasında Kalkınmanın Finansmanı” başlıklı çevrimiçi etkinliğe gönderdiği video mesajında, "Aşı meselesi vahim bir hal almıştır. Dünya genelinde 100'e yakın ülkenin aşıya henüz ulaşamadığını görüyoruz" ifadelerini kullandı. Erdoğan, mesajında şu ifadelere yer verdi:"Bir yılı geride bıraktığımız Covid-19 salgını küresel sorunlar karşısında tüm insanlığın kaderinin ortak olduğunu gözler önüne sermiştir. Türkiye olarak bu mücadelede en baştan beri küresel dayanışma ve uluslararası iş birliğini güçlendirmeye gayret ettik. Bu anlayışla 157 ülke ve 12 uluslararası kuruluşa tıbbi yardım ve destek sağladık. Özellikle Afrikalı kardeşlerimizi bu zorlu günlerde yalnız bırakmadık.2009-2019 döneminde sadece en gelişmiş ülkelere yönelik 2,5 milyar doların üzerinde resmi kalkınma yardımında bulunduk. Covid-19 salgını bizim hemen her platformda dile getirdiğimiz küresel sistemdeki çarpıklıkları bir kez daha ifşa etmiştir. Dünyanın en zengin ülkelerinin dahi hazırlıksız yakalayan küresel salgın bilhassa az gelişmiş ülkelerde ciddi yıkımlara neden olmuştur. Salgınla beraber daha da belirginleşen adaletsizlik aşı meselesi ile çok daha vahim bir hal almıştır.Dünya genelinde halen 100'e yakın ülkenin aşıya ulaşamadığını görüyoruz. Bir tarafta nüfusunun tamamını yakınını aşılamış ülkeler varken diğer tarafta milyarlarca insanın ilk doz aşıya dahi erişememesi insanlık ve insani değerler adına endişe verici bir durumdur. Oysa aşıya adil erişim güvence altına alınmadan salgının sona ermeyeceği ve ekonomik toparlanmanın gerçekleşmeyeceği ortadadır. Kendi vatandaşlarını aşılayacak doza oluşan ülkelerin fazla aşılarını ihtiyaç sahibi ülkelere ulaştırması gerekiyor.Yerli aşı çalışmalarımız tamamlandığında. Aşılarımızı en uygun şartlarda tüm insanlığın kullanımına sunmayı öngörüyoruz. Ekonomik toparlanmanın korumacı refleksler yerine iş birliğine ve dayanışmaya dayalı bir anlayışla yürütülmesi de önemlidir." AAKim’in kız kardeşinden Güney Kore’ye:‘ABD’nin yetiştirdiği papağan’
Kim’in kız kardeşinden Güney Kore’ye: ‘ABD’nin yetiştirdiği papağan’ Kuzey Kore lideri Kim Jong-un'un kardeşi ve Kore İşçi Partisi (KİP) Tanıtım ve Enformasyon Bölümü başkan yardımcısı Kim Yo-jong, Güney Kore lideri Moon Jae-in'e tepki gösterdi. Kim Jong-un'un kız kardeşi, nükleer denemeler nedeniyle eleştiride bulunan Güney Kore’yle ilgili açıklamada bulundu. Kız kardeş Kim Yo Jong, Güney Kore Devlet Başkanı Moon’un açıklamalarını ‘mantıksız ve küstah’ olarak nitelendirirken, yorumların ABD’nin duruşunu yansıttığını söyledi. Kim Yo-jong, Kuzey Kore medyası tarafından yapılan açıklamada, "Onun utanmazlığından duyduğu şaşkınlığı zorlukla bastırabiliriz" derken Moon için,” Amerika tarafından yetiştirilen bir papağan olarak övüldüğü için üzülmüyor" ifadelerini kullandı. Aynı açıklamada Yo-jong, Pyongyang'ı eleştiren Moon'un kendi nükleer füzeleri konusunda yaptığı olumlu konuşmayı da hatırlattı. Kaynak: NTV cumhuriyet.com.trPrenses Diana'nın meşhur röportajına ilişkin yeni iddia
Prenses Diana'nın meşhur röportajına ilişkin yeni iddia Prenses Diana'yla yaptığı meşhur röportajla bilinen Martin Bashir'in röportajı gerçekleştirmek için sahte kürtaj belgesi kullandığı iddia edildi. Söz konusu belgenin Kraliyet ailesi için dadılık yapan Tiggy Legge-Bourke'e ait olduğu öne sürüldü. Legge-Bourke hem Prens Harry'nin hem de Prens William'ın dadısıydı. The Sun'ın iddiasına göre Prenses Diana, Legge-Bourke'ün Prens Charles'tan hamile kaldığına inanıyordu. Independent Türkçe'nin Daily Mail'in haberine dayandardığına göre, gazetecinin Prenses Diana'ya kürtajın "kanıtını" gösterdiği yönündeki iddialar, emekli Yüksek Mahkeme hakimi Lord Dyson'ın 1995'te bomba etkisi yaratan röportaja dair soruşturma yürüttüğü sırada ortaya çıktı. Dyson'ın konuyla ilgili olarak şu ana kadar 17 kişiyi sorguladığı belirtildi.Öne sürülen iddiaya göre BBC'de yayımlanan röportaj için kanal tarafından görevlendirilen Dyson sıkıntı yaratacak bir rapor hazırladı. Dyson'ın sunduğu raporun içinde Prenses Diana'nın sahte bir belgeyle kandırıldığı bilgisinin bulunduğu öne sürüldü. Olaya dair bilgi sızdıran kaynaklardan biri şu ifadeleri kullandı:Gerçekten iyi ilerleme kaydediyor. Harika silahlar kullanıyor ve bunu beklenenden çok daha hızlı yapıyor. BBC geçen yıl, 1995'te yayımlanan röportaj için Prenses Diana'nın nasıl ikna edildiğine yönelik kendi içinde soruşturma yürütüleceğini açıklamıştı. Kanal o dönem Panorama programında çarpıcı açıklamalarda bulunan Prenses Diana'ya dair "gerçekleri açığa çıkaracağına" söz verdiğini duyurmuştu. Prenses Diana'nın erkek kardeşi Earl Spencer, ikna için sahte hesap belgelerinin kullanıldığını öne sürmüştü. cumhuriyet.com.trSümer Ezgü: Salda Gölügeleceğe miras kalmalı
Sümer Ezgü: Salda Gölü geleceğe miras kalmalı Burdurlu Türk Halk Müziği sanatçısı Sümer Ezgü, Salda Gölü'nün UNESCO Doğal Miras Alanı'na alınması için başlatılan çalışmaları desteklediğini belirterek, “Gölün korunması, geleceğe miras olarak kalması gerektiğini düşünüyorum" dedi. Burdur'un Yeşilova ilçesindeki, turkuaz suyunun ve beyaz kumsalının güzelliğiyle büyüleyen Salda Gölü'nün UNESCO'nun Doğal Miras Alanı Listesi'ne alınması için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'nce çalışma başlatıldı. Burdurlu Türk Halk Müziği sanatçısı Sümer Ezgü, bu çalışmalara destek verdiğini söyledi. Salda Gölü'nü Mars'taki kurumuş bir gölü barındıran Jezero Krateri'ne benzeten NASA'nın açıklamasını hatırlatan Ezgü, Salda Gölü'nün dünyada tek olduğunu, 'Türkiye'nin Maldivleri' olarak anılmasından vazgeçilmesi gerektiğini anlattı. Salda Gölü'nün bazı yerlerde 'Saldivler' olarak da anılmasına tepki gösteren Sümer Ezgü, Salda Gölü'nün UNESCO Doğal Miras Alanı'na alınma çalışmalarını desteklediğini söyledi."SALDA GÖLÜ İÇİN RİSK OLUŞTU"Ezgü, küçüklüğünde Salda Gölü'ne giderek kamp kurduklarını, doğa sevgisini daha çocuk yaşlardan itibaren aldığını anlattı. Salda Gölü'nün fark edilmesinin ardından insan yoğunluğu oluştuğunu belirten Sümer Ezgü, “İnsanın olduğu yerde tehlike vardır. Eğer insanın çok olduğu yerde bir koruma olmazsa bozulma riski var. Salda Gölü için risk oluştu" dedi."DÜNYADA TEK ÖRNEK SALDA GÖLÜ"Salda Gölü'nün özelliğinin NASA tarafından açıklandığını hatırlatan Ezgü, “Salda'nın Mars'taki toprak özelliği taşıdığı ve Jezero Krateri'nin benzeri olduğu ortaya çıktı. Salda Gölü'nün o beyaz toprağının yaşayan organik bir toprak olduğu, dünyanın ve Mars'ın oluşumunda bize ipuçları verebileceği açıklandı. Dünyada tek örnek olan Salda Gölü daha da dikkat çekip insan hücumuna uğradı. Burada gölün UNESCO yaşayan doğa alanı olması için bir girişim yapıldı. Bunu sonuna kadar destekliyorum. Gölün korunmasından yanayım" diye konuştu./Archive%5C2021%5C3%5C30%5C113851453-sumer-ezgu-salda-golu-gelecege-miras-kalmali_5.jpg"SALDA GÖLÜ GELECEĞE MİRAS"Salda Gölü'nün güzelliğinin korunmasından öte kültür ve doğa mirası olarak korunmasından yana olduğunu belirten Sümer Ezgü, bu yönde yapılan çalışmalara destek verdiğini aktardı. Devletin de halkın da bu konuda hassas davranacağını ümit ettiğini anlatan Ezgü, “Salda Gölü'nün korunması, geleceğe miras olarak kalması gerektiğini düşünüyorum" dedi."EYLEMLER YAPILDI"Göller Bölgesi'nde yer alan Burdur Gölü ve Salda Gölü'nün yaşam için çok önemli olduğunu anlatan Sümer Ezgü, “Göl olmazsa doğa koşulları tamamen değişecek. Burdur Gölü'nün dibinde oluşan kirlilik, gölün kurumasıyla birlikte rüzgarlarla Burdur'un üzerine gelecek ve oradaki insanların yaşamını tehdit edecek. Kanser oranının artacağı söyleniyor. Doğa koşullarıyla birlikte insan hatalarıyla da oluşan bir durum. Çünkü gölleri besleyen suların önüne eğer set çekersek ki; Burdur Gölü'nü besleyen suların önünde set var, göl kaynaksız kalıyor. Çevredeki dip kuyuları da suyu çektiği için bu denge bozuluyor. Göl kurumaya başlıyor onun için Burdur Gölü'nün de kurumaması gerekir. Bu konuda belgeseller çekildi. Elimizden geleni yapıyoruz. Tüm partililerle bir araya gelerek eylemler yapıldı. Bugünlerde de Salda Gölü'yle ilgili çalışmalar var" diye konuştu./Archive%5C2021%5C3%5C30%5C113850422-sumer-ezgu-salda-golu-gelecege-miras-kalmali_4.jpgZİNCİRLEME DOĞA OLAYIDoğanın bir zincir olduğunu belirten Sümer Ezgü, “Bu durum sadece bizi ilgilendirmiyor. Burada olan bir şey dünyanın bir yerinde kendisini zincirleme olarak gösterebiliyor. Suların iç bağlantıları var, aynı zamanda hayvan ve bitkilerin zincirlemesi var. Dolayısıyla bu doğal yaşam eğer ki bir yerde bozulmaya başlayınca her yere sirayet ediyor. Bunları insanlık ve doğanın bir değeri olarak görüyoruz. Kurumamaları için elimizden geleni yapıyoruz" ifadelerini kullandı. DHAMyanmar'da güvenlik güçlerinin sert müdahalesi sürüyor
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Myanmar'da güvenlik güçlerinin sert müdahalesi sürüyor Myanmar'da askeri darbe ve seçilmiş hükümet üyelerinin gözaltına alınmasına karşı düzenlenen protestolara güvenlik güçlerinin silahlı müdahalesi sonucu yaşamını yitirenlerin sayısı 510'a yükseldi. Myanmar Siyasi Tutuklulara Yardım Kuruluşunun (AAPP) yayımladığı günlük raporda son 24 saatte 51 kişinin daha yaşamını yitirdiği doğrulanırken toplam can kayıpları en az 510 olarak belirlendi.Ülkede 2 bin 574 kişinin gözaltında tutulduğu ve 120 kişi hakkında gözaltı kararı bulunduğu raporda kaydedildi.27 Mart'tan bu yana meydana gelen can kayıpları arasında 14 çocuk ve sivil itaatsiz yapan bir polis memurunun da bulunduğu ifade edildi.MYANMAR'DAKİ ASKERİ DARBEMyanmar ordusu, 8 Kasım 2020 seçimlerinde hile yapıldığı iddialarının ortaya atılması ve ülkede siyasi gerilimin yükselmesinin ardından 1 Şubat'ta yönetime el koymuştu.Ordu, ülkenin fiili lideri ve Dışişleri Bakanı Aung San Suu Çii başta olmak üzere pek çok yetkiliyi ve iktidar partisi yöneticisini gözaltına almış ve bir yıllığına olağanüstü hal ilan etmişti.Myanmarlılar 6 Şubat'ta demokrasiye dönüş talebiyle gösterilere başlamıştı.Güvenlik güçlerinin silahlı müdahalelerinde 500'ün üzerinde gösterici yaşamını yitirdi.Ülkede geniş katılımlı gösteriler sürerken gözaltındaki üst düzey hükümet yetkililerinin askeri mahkemede yargılanmalarına devam ediliyor. AAWashington ile Pekin hattında ittifak blokunu genişletme arayışıhızlandı
Washington ile Pekin hattında ittifak blokunu genişletme arayışı hızlandı ABD ile Çin mücadele sahası son dönemde Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyaya yoğunlaşmaya başladı. Washington yönetimi, Avrupa Birliği ile transatlantik işbirliği vurgusu yaparken Çin’in hem Dışişleri hem de Savunma Bakanı’nın bölgeye yönelik temasları dikkat çekiyor. Gözler Akdeniz gerilimindeyken Çin Savunma Bakanı Wei Fenghe, dün Yunanistan’ı ziyaret etti. ABD’nin Yunanistan Büyükelçisi Geoffrey Pyatt da Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ile görüştü.Yunanistan’da yayımlanan Kathimerini gazetesi, Wei’nin bölgedeki bazı ülkeleri kapsayan turunda Pekin’in Avrupa ile geleneksel dostluğu daha da pekiştirme, askeri işbirliğini geliştirme hedefinin bulunduğuna değindi. Wei, Atina temasları çerçevesinde Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakellaropoulou tarafından da kabul edildi.Haberde, Çin basınına yansıyan haberlere dayanılarak Savunma Bakanlığı’nın, Wei’nin 26 Mart’ta başlayan bölge ziyaretinin Macaristan, Yunanistan, Kuzey Mekedonya ve Sırbistan’ı kapsadığı, bu ülkelerden gelen davet üzerine gezinin yapıldığı açıklaması aktarıldı. Pekin’in geniş kapsamlı, dev bütçeli “Kuşak ve Yol” projesi çerçevesinde geçmiş yıllarda Çin Denizcilik Grubu’na bağlı bir şirketin Yunanistan’ın Pire Limanı’ndaki konteynır terminalini işletme hakkını satın aldığı duyurulmuştu. ‘ABD YENİ ÜS PEŞİNDE’Öte yandan Yunanistan’da Miçotakis yönetiminin ABD ile yakın işbirliği de biliniyor. ABD’nin Girit’teki Suda Üssü’nün ardından Dedeağaç’ta askeri yapılanma hamlesi, NATO tatbikatı çerçevesinde sevkıyat haberleri basına yansımıştı. Ayrıca geçen hafta ABD Başkanı Joe Biden’ın, Yunanistan Başbakanı Kyriakos Miçatokis’i ülkenin 200. bağımsızlık yıldönümü kutlaması çerçevesinde aradığı ve “güçlü ikili bağların derinleştirilmesi” vurgusu yaptığı belirtilmişti. Biden’ın artan savunma işbirliğine de dikkat çektiği aktarılmıştı. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, “Biden, Doğu Akdeniz’de istikrar için umutlu olduğu mesajını verdi. Ayrıca iki lider enerji güvenliği, Çin, Rusya ve Batı Balkanlar dahil ortak çıkar konularında koordinasyon yapılması konusunda mutabık kaldı” denilmişti. Yunan Estia gazetesinde de Dedeağaç’tan sonra Selanik, Volos, Girit ve Kavala’ya yeni Amerikan üsleri kurulabileceği iddiası aktarıldı. ABD’nin anlaşmaların 5 yıllık olmasını istediği savunuldu. Washington açısından, Dedeağaç ve Kavala limanları ile havaalanlarının Rusya faktörüne işaretle Karadeniz’in kontrolü için stratejik noktalar olduğu kaydedildi. Biden yönetiminin Türkiye’nin Rus S-400 füze savunma sistemi konusundaki muhalefetine değinildi. Kimi yorumda bu çerçevede Washington’ın Atina ile işbirliğini güçlendirme arayışında olduğu belirtildi.Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de geçen hafta kendi ülkesi gibi ABD baskısının merkezinde olan Rusya’nın Dışişleri Bakanı’nı ağırladıktan sonra Ortadoğu turu kapsamında Suudi Arabistan’a gitmişti. Geçen perşembe günü de Ankara’da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşmüştü. Çavuşoğlu, ekonomik işbirliği potansiyelini ele aldıklarını belirtmişti. “Salgınla mücadele ve aşı konusunda işbirliğini ilerleteceğiz” derken “Uygur Türklerine ilişkin hassasiyetimizi ve düşüncelerimizi ilettik” ifadelerini de kullanmıştı. Wang daha sonra ise İran’a geçmiş, iki ülke arasında 25 yıllık kapsamlı işbirliği anlaşması imzalanmıştı. Pekin, Moskova hattından ABD’ye yaptırımlara karşı tepki ve İran’la nükleer anlaşmaya koşulsuz dön çağrısı gelmişti. cumhuriyet.com.trAşılama programınıbasındanöğrenen hekimlerden tepki
Aşılama programını basından öğrenen hekimlerden tepki Sağlık Bakanı Fahrettin Koca aşı programında sıranın, 60 yaş üzeri yurttaşlara ve kanser, diyaliz gibi hastalıkları olan bazı risk gruplarına geldiğini açıkladı. Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu (AHEF) Başkanı Dr. Özlem Sezen, koronavirüse karşı aşılama sürecinde yeni grup açıldığını yine basından öğrendiklerini belirterek “Yine çok hızlı bir geçiş yaşadık. Şu anda bizde alınan randevu sayısı kadar aşı geliyor. Daha sonraki planlama nasıl olacak bilmiyoruz” dedi. Sezen, BioNTech aşısıyla ilgili de kendilerine bir bilgilendirme yapılmadığını aktararak “Bize gelen aşılarda bu yok. Gelip gelmeyeceğiyle ilgili bir bilgilendirme de yok. Burada ‘niye ona, şu aşı yapıldı, niye bana, bu yapıldı’ tartışmalarının önüne geçilmesi gerekiyor” çağrısı yaptı. Sezen, “Yeni grupla ilgili herkes aşı sormaya başladı. Yine bilgilendirme çok az oluyor. Biz önceden bilgilendirme yapılmalı, kamu spotları olmalı demiştik” dedi. Sarp SağkalEmekli Büyükelçi, eski Denizcilik ve Havacılık SorunlarıDaire BaşkanıTuygan, 'Montrö' tartışmasınıdeğerlendirdi
Emekli Büyükelçi, eski Denizcilik ve Havacılık Sorunları Daire Başkanı Tuygan, 'Montrö' tartışmasını değerlendirdi Kanal İstanbul ve Montrö tartışması yeniden gündeme gelince emekli Büyükelçi, eski Denizcilik ve Havacılık Sorunları Daire Başkanı Ali Tuygan ile konuştuk. Tuygan, “Dış-işlerin’de geçirdiğim 42 yılın önemli derslerinden biri mükemmelin, iyinin düşmanı olabildiğidir. Bir başka deyişle, uzun süredir sıkıntı yaratmadan yürüyen bir sistem varsa, onu mükemmeliyete taşıyacak girişimler Pandora’nın kutusunu açabilir, buna yol açmamak daha iyi bir seçimdir” dedi. - Montrö ve Kanal İstanbul tartışmaları yeniden alevlendi. Sanırım işin arka planına bakmadan yarını görmek mümkün değil...Değil elbet... Örneğin Çarlık Rusyası bir Avrupa gücü haline gelmeye başladığı günden itibaren gözünü Boğazlar’a dikti. Çünkü Rusya, sıcak denizlere yani Akdeniz’e inemediği sürece büyük bir deniz gücü özelliği kazanamayacaktı. Rusya’nın Pasifik kıyılarında da deniz üsleri vardı ancak bunların ikmali, mesafenin uzunluğu, hele o tarihlerde demiryolu ulaşımının olmayışı nedeniyle büyük bir sorun teşkil etmekteydi. 1905 Rus-Japon savaşında Rusya’nın aldığı yenilgide bu durum büyük rol oynamıştı. - Rusya’nın Karadeniz donanması Pasifik’e Baltık Denizi’nden daha yakın değil miydi?Elbette daha yakındı ancak 1878 Viyana Antlaşması’na göre Ruslar Karadeniz’deki savaş gemilerini Boğazlar’dan geçiremiyorlardı ve İngiltere kendilerini buna tevessül etmemeleri için uyarmıştı. Neticede Çar II. Nikola, Baltık donanması komutanı Rozhdestvensky’ye Port Arthur’u Japonlardan kurtarması talimatını verdi. Amiral Rozhdestvensky tam sekiz ay sonra oraya vardığında ne gemilerinin ne de denizcilerinin savaşacak hali kalmıştı. Rusya savaşı kaybetti. Kaldı ki Rusya’nın sorunu bundan ibaret de değildi. Rusya’nın dış ticareti büyük ölçüde Türk Boğazları’ndan geçmekteydi. Kırım Harbi ve Osmanlı-Rus savaşında ihracatları darbe aldı. 1911-1912 Osmanlı-İtalya savaşında da Rusya aynı sıkıntıyı yaşadı, zira Osmanlı yönetimi savunma amacıyla Boğazlar’ı kapattı.ATATÜRK, SÖZLEŞMENİN GÖZDEN GEÇİRİLMESİNİ İSTEDİ- Ve üç itilaf ülkesi, İngiltere, Fransa ve Rusya müzakerelere başladı. Evet, Londra ve Paris, Almanya’nın Batı cephesinde zafere ulaşmasının önlenmesinin Rusya’nın savaşta kalmasına bağlı olduğunu biliyorlardı. İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey, bu konuda Rusya’yı tatmin etmeye yatkındı. Fransız Dışişleri Bakanı Delcassé ise Rusya’nın Akdeniz’e güç projeksiyonu yapmasına yolu açacak bir pazarlık konusunda bazı duraksamalara sahipti. Ancak Rusya Dışişleri Bakanı Sazonov, kartlarını iyi oynadı. Zaman zaman İngiliz ve Fransız meslektaşlarını Almanya ile ayrı bir barış yapmakla tehdit etti. Neticede, İngiliz Mark Sykes ve Fransız Georges Picot, 1916 Mart ayında Ortadoğu’daki Osmanlı topraklarını kendi aralarında nüfuz bölgelerine ayırdıktan sonra Petrograd’a geldiler ve orada mayıs ayında İstanbul’u ve Boğazlar’ı Rusya’ya bırakan bir anlaşmaya vardılar. Ne var ki proje yürümedi.- Neden yürümedi?Birincisi Çanakkale Zaferi Türk askerinin teslim olmaya hazır olmadığını ortaya koydu. Bu İngiltere ve Fransa’nın Akdeniz-Ege-Marmara-Karadeniz üzerinden Rusya’ya harp yardımı ulaştırmasına yolu kapattı. İkincisi, Rusya’da Çarlık rejimi son buldu. 19 Mayıs 1919’da Atatürk Samsun’a çıktı ve Milli Mücadele bayrağını açtı. Yaklaşık dört yıl sonra da, Lozan Barış Antlaşması’nın imzası ile Sevr Antlaşması tarihin çöp sepetine atıldı. Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne göre, herhangi bir ülkenin Boğazlar’dan geçerek Karadeniz’e çıkacak gücü, o tarihte Karadeniz’e sahildar ülkelerin en güçlü donanmasına sahip ülkesinin donanmasından daha büyük olamayacaktı. Avrupa’da yeni savaş bulutlarının toplanmaya başlamasıyla Atatürk, sözleşmenin gözden geçirilmesini istedi. NATO ÜLKESİ SAVAŞ GEMİSİNİN GEÇİŞİNE İZİN VERMEDİM- Ve 20 Temmuz 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı... Aynen öyle. Size bir anımı anlatmalıyım. 1982 sonbaharında Bağdat Büyükelçiliğimizdeki görevimden Ankara’ya dönüşümde Denizcilik ve Havacılık Sorunları Dairesi Başkanlığı’na atandım. 1984 Şubat ayında bir gün, Sovyetler Birliği Büyükelçiliği Müsteşarı acilen görüşmek isteyerek bana geldi. Savaş gemilerinin Boğaz girişinde olduğunu ancak sekiz gün önce bize vermek üzere yazdıkları bildirim notasının o günün sıkıntı ve telaşı içinde gönderilmemiş olduğunu fark ettiklerini, anlayış göstermemizi rica ettiklerini, bunu yapamazsak büyükelçilik olarak makamlarına karşı güç durumda kalacaklarını söyledi. “O günün telaşı” ile kastettiği, devlet başkanları Andropov’un vefatı idi.- Ne yaptınız?Konuyu, bakanımıza olumlu görüşle sundum. Kendisi görüşümüzü onayladı. Büyükelçilik müsteşarını bakanlığa davet ederek gemilerinin geçebileceğini duyurdum. - İstisnai bir uygulama mı?Tabii, zamanında geçişi için bildirimde bulunulmamış savaş gemileri Boğazlar’dan geçemez. Yıllar sonra, bir NATO ülkesi savaş gemisi, büyükelçiliklerince bildirimde bulunulmaksızın, Çanakkale Boğazı’na dayandı. Bildirimde bulunulmamış olmasının gerekçesi, “Montrö Sözleşmesi’nin hükümlerini bilmemek” idi. Müsteşar yardımcısıydım ve müsteşara vekâlet ediyordum. Arkadaşlarıma danışıp geminin geçemeyeceğine karar verdim. Bunun daha sonra bazı şikâyetlere yol açtığını duydum ancak doğru olan bu idi. Özetle Montrö Sözleşmesi, Sovyetler Birliği ile diğer büyük güçler arasında bir denge kurmuştur. Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki tam egemenliğini ihya etmiştir. Türkiye’nin yıllardır tam bir titizlikle ve dürüstlükle uyguladığı Montrö Sözleşmesi Karadeniz’in, Soğuk Savaş’ın en karanlık günlerinde dahi bir çatışma alanına dönüşmesini engellemiştir. Karadeniz sahildar ülkeler kendilerine farklı yollar çizmiş olsalar da Karadeniz’de statükonun devamını yeni gerilimlere tercih ederler. - İktidar, Kanal İstanbul konusunda ısrarlı... Üstelik Montrö Sözleşmesi dışında gerçekleştirileceğini ifade ediyorlar...Cumhurbaşkanları Erdoğan ve Putin, yıllardır sık sık bir araya geliyor. Yaptıkları görüşmelerde bu konunun gündeme gelmediğini düşünmek mümkün değil. Rus diplomasisinin bu konuyu yok varsayacağını düşünmek de imkânsız. Amerikalılar ise sessiz. Biz Türkler ise hâlâ, belki bir ticari yatırım olması dışında, bu projenin mantığını anlayabilmiş değiliz. Dışişlerinde geçirdiğim 42 yılın önemli derslerinden biri mükemmelin, iyinin düşmanı olabildiğidir. Bir başka deyişle, uzun süredir sıkıntı yaratmadan yürüyen bir sistem varsa, onu mükemmeliyete taşıyacak girişimler Pandora’nın kutusunu açabilir, buna yol açmamak daha iyi bir seçimdir. TEHDİTLERLE BAŞ ETMENİN YOLU, TÜRK BOĞAZLARI TÜZÜĞÜ- “Montrö Sözleşmesi de böyle bir düzenlemedir” mi diyorsunuz?Kesinlikle. Atatürk ve yol arkadaşlarının, Avrupa’nın İkinci Dünya Harbi’ne sürüklenmekte olduğu bir dönemde imza attıkları büyük bir diplomatik zaferdir. Eğer Boğaz trafiği kıyılarımız için yeni tehditler ortaya çıkarıyorsa bunlarla baş etmenin yolu sözleşmenin akitleri ve Uluslararası Denizcilik Örgütü nezdinde bunları gündeme getirmektir. Nitekim bu da yapılmıştır, yapılmaktadır. Bu önlemlerden birincisi Türk Boğazları Tüzüğü’dür. Bir ikincisi trafik ayırım şemalarıdır. Ülkemiz tarafından 1994 yılında ihdas edilen Trafik Ayrım Düzeni ve Rapor Sistemi, 1995 yılında Uluslararası Denizcilik Örgütü tarafından bazı kurallarla birlikte onaylanmıştır. Keza, Boğazlar’da radar destekli Türk Boğazları Gemi Trafik Hizmetleri Sistemi, 30 Aralık 2003 tarihinde operasyonel olarak devreye girmiştir. Söz konusu sistemin devreye girmesiyle birlikte Boğazlar’da can, mal, çevre ve seyir güvenliği daha da artmış ve deniz trafiği daha etkin bir biçimde kontrol altına alınmıştır.‘EGEMENLİK HAKKIMIZDAN ÖDÜN VEREMEYİZ’ - Denizcilik ve Havacılık Sorunları Dairesi Başkanlığı yaparken başınızdan geçen başka olaylar olmuştur elbet, paylaşır mısınız?Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne ilişkin çalışmalar başlamıştı. Bu tür köprü projelerinde ilk işlerden biri de iki yaka arasında bir kılavuz tel çekmektir. Bunun için İstanbul Boğazı’nı, dört saat süreyle deniz trafiğine kapattık. Tabiatıyla önceden ülkelere gerekli bildirimde de bulunduk. Birkaç gün sonra Sovyetler Birliği Büyükelçiliği Müsteşarı beni ziyaretle verdiği notada böyle bir kararı tek taraflı olarak uygulamaya, Boğaz’ı trafiğe kapatmaya hakkımızın olmadığı, böyle bir meselenin önce sözleşmeye taraf ülkelere danışılması gerektiği belirtiliyordu. Müsteşara özetle şu yanıtı verdim: “Moskova ne kadar Sovyet toprağı ise Boğazlar da o kadar Türk toprağıdır. Sözleşmeye saygılıyız ancak egemenlik haklarımızdan ödün veremeyiz. Köprü yapılacağına göre tel de çekilecek ve geçiş güvenliği için trafik durdurulacaktır. Bu nedenle notanızın içeriğini reddediyorum.” Verilen bir notanın içeriğini görür görmez reddetmek önemli bir tavırdır. Bunu yapabilmek için haklılığınızdan emin olmanız ve notanın ülkenizi ciddi surette rahatsız eden, ulusal çıkarlarınızı göz ardı eden, haksızlığı söz götürmeyen unsurlar içermesi gerekir. İpek ÖzbeyMHP'denŞentop'un Montröaçıklamalarına tepki
MHP'den Şentop'un Montrö açıklamalarına tepki TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un, Cumhurbaşkanı kararıyla Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi sonrasında çekilmeyi savunurken, bir soru üzerine Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne ilişkin açıklaması, sözleşmenin, Türkiye’nin Boğazlar üzerinde tam kontrol hakkını garantilediğini vurgulayan MHP kanadında tepkiyle karşılandı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin daha Kanal İstanbul projesi tartışılırken Montrö ile ilgili hassasiyetinin altını kalın çizgilerle çizdiğine dikkat çekilirken, şimdi yapılan bu açıklamanın “toplumda kutuplaşma yaratacağına” dikkat çekiliyor. Bu nedenle Cumhur İttifakı bileşenlerinin “toplumu kutuplaştıracak, Türk milletinin hassasiyetle üzerinde durduğu ve Türkiye’nin bekasının söz konusu olduğu konularla ilgili açıklamalardan uzak durması gerektiği” vurgulanıyor. Cumhur İttifakı’nın özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası “Türkiye’nin bekası için kurulan bir birliktelik” olduğunun altı çizilirken, “Montrö ile ilgili açıklamaları fırsat bilen bazı siyasilerin, Türkiye’yi bunun üzerinden yabancı ülkelere şikâyet edilebileceği, bunun da Türkiye üzerinde emperyalizmin baskısını artırabileceği, kurucu değerler ve Türkiye’nin kurucusu yüce önder Mustafa Kemal Atatürk karşıtı cepheyi güçlendireceği” belirtiliyor. Türkiye’nin asla emperyalizmin tuzağına düşürülmemesi gerektiğinin altı çiziliyor. Selda GüneysuAksoy Araştırma'nın yaptığıçalışmada yurttaşlar,‘Kararlar Meclis’te alınsın’uyarısında bulundu
Aksoy Araştırma'nın yaptığı çalışmada yurttaşlar, ‘Kararlar Meclis’te alınsın’ uyarısında bulundu Aksoy Araştırma’nın çalışmasına göre yurttaşların yüzde 76’sı, “vatandaşın sağlığını, ekonomisini, güvenliğini ve refahını etkileyen kararların” Meclis’te alınmasını istiyor. Bu kararların Cumhurbaşkanı tarafından alınmasını destekleyenlerin oranı ise yüzde 24. AKP’lilerin yüzde 53.7’si ve MHP’lilerin yüzde 89.5’i de kararların Meclis’te alınmasını destekliyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile başlayan Meclis’in işlevsizleştirildiği tartışmaları, son olarak, Meclis’in onayladığı İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı kararı ile çıkılması ve Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un, bu uygulamanın Montrö Boğazlar Sözleşmesi için de geçerli olduğu yönündeki sözleri ile yeniden gündeme geldi. 26 Mart’ta, mobil panel üzerinden eşzamanlı olarak 1067 kişi ile görüşmeyle gerçekleştirilen araştırmada, yurttaşlara “Sizce vatandaşın sağlığını, ekonomisini, güvenliğini ve refahını etkileyen bir karar nasıl alınmalıdır” sorusu yöneltildi. Yüzde 95 güven aralığında yüzde 3 hata payı ile yapıldığı kaydedilen çalışmada, yurttaşların yüzde 24’ü, kararların Cumhurbaşkanınca alınması, yüzde 76’sı ise Meclis tarafından alınması görüşünü belirtti.MHP’LİLER DE MECLİS DEDİAraştırmada, Meclis’te grubu bulunan partilerin seçmenlerine yönelik dağılım da yer aldı. Buna göre İYİ Partililerin yüzde 93.5’i, HDP’lilerin yüzde 93.2’si, CHP’lilerin yüzde 90.2’si, MHP’lilerin yüzde 89.5’i ve AKP’lilerin yüzde 53.7’si “kararları Meclis alsın” yanıtını verdi. AKP’lilerin yüzde 46.3’ü, MHP’lilerin yüzde 10.5’i, CHP’lilerin yüzde 9.8’i, HDP’lilerin yüzde 6.8’i ve İYİ Partililerin yüzde 6.5’i ise kararların Cumhurbaşkanı tarafından alınması görüşünde. Sefa Uyar