Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Thursday, 05.15.2025, 01:23 AM (GMT)

News - Haberler

İkişehrin hikâyesi...

İki şehrin hikâyesi... Şehirleri kıyaslamak bize özgü bir alışkanlık değil. Aynı ülkede olmalarına rağmen birbiriyle yarışan o kadar çok şehir var ki... İstanbul ile Ankara arasındaki rekabetin benzeri Los Angeles ile New York arasında yıllardır devam ediyor. Porto Lizbon’a, Milano Napoli’ye her fırsatta meydan okuyor...Burada da durum farklı değil. Ülkede çalışan yabancılar ya da gezmeye gelen turistler iki büyük şehri karşılaştırıp durur. “Dubai mi, Abu Dabi mi” sorusuna verilecek cevap hangi ortamda olursa olsun uzun bir sohbetin başlama vuruşu gibidir. Topu alan rakip kaleye yönelir. Kazananı olmayan bu tartışmada genellemeler havada uçuşur ancak tüketilen nefes, kimsenin düşüncesini değiştirmeye yetmez. Bu yüzden işin ehli kişiler yuvarlak cevaplarla konuyu geçiştirir, hatta bazıları sohbeti sessizce izlemeyi tercih eder. Günün sonunda herkes sevdiği ya da yaşamak zorunda olduğu şehirle birlikte olacaktır. Buraya taşındığım günden bu yana “Dubai mi, Abu Dabi mi” sorusuna defalarca hedef oldum ama bu karşılaştırmada bugüne kadar kazananı ya da kaybedeni pek görmedim. Herkesin beklentileri, alışkanlıkları, yaşam tarzı farklı ve bütün bu kişisel tercihlere önyargılarla birlikte genellemeler de eklendiğinde “O mu, bu mu” sorusu anlamını yitiriyor. İki şehri kıyaslama konusunda lafı yuvarlayıp hâlâ cevap vermediğimin farkındayım... Kime göre, neye göre...FARKLI ALIŞKANLIKLAR...Şehir diye tanımladığımız Abu Dabi ve Dubai, yedi emirlikten oluşan Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) birbirine komşu en büyük iki emirliğinin adı. Abu Dabi, BAE’nin başkenti, iç dengelerin hakemi, dış siyasetin de aktörü. Zenginliğinin kaynağında petrol var. Dubai ise BAE’nin en kalabalık şehri, Ortadoğu’nun finans merkezi. Dünyanın en yüksek binasını, türünün ilk örneği dev palmiye adasını barındırıp bütün “en”leri toplamayı hedefleyen bir şehir. Abu Dabi’ye oranla çok az petrolü olan Dubai’nin gelir kaynağı emlak ve turizm. Birbirine sadece 140 kilometre uzaklıkta olmalarına rağmen iki emirliğin yaşam tarzı, alışkanlıkları ve öncelikleri farklı. Değişik mizaçlara sahip kişilikleri var. Abu Dabi mütevazı tavrıyla işini sessizce bitirmeyi tercih ederken Dubai “Ben senden daha zenginim” dercesine gösterişi seviyor. Abu Dabi köklerini unutmayıp kültürel faaliyetlerini geliştirirken Dubai, Guinness Rekorlar Kitabı’nın sayfalarını doldurmakla meşgul. Abu Dabi planlı ulaşım sistemiyle, Dubai içinden çıkılmaz trafiği ve kaybolma ihtimali yüksek yollarıyla ünlü. İkisinin de polis kuvvetleri, su ve elektrik sağlayıcıları, vergileri farklı. Başkentin bürokrasisi Dubai’de fazla hissedilmiyor. Abu Dabi, sosyal ilişkilerde herkesi memnun etmekten keyif alsa da ahlaki pusulası geleneklere dayanıyor. Otoriter ve kuralcı, macera aramaktansa uzman olduğu alanda kendini geliştirmeyi seviyor. Kavgayı sevmiyor ancak sakin görüntüsünün altında her an parlayabilecek yapıya sahip. Dubai’ye gelince... Hırslı, meraklı, kafasına koyduğunu yapıyor, şaşırtıcı derecede tutkulu aynı zamanda enerji dolu. İlgi çekmeyi seviyor ve hayat dolu. Parasal konularda da uzman. İki şehrin ortak noktası tolerans. BAE’de iş yapacak herkesin başarı ya da başarısızlığı ülkenin kültürüne ve ritmine ayak uydurmasına bağlı. İki şehrin hikâyesi birbirine benzer görünse de karakterleri farklı, ama itiraf edeyim ikisi de bana yabancı. Dubai’de yaşarken Abu Dabi’yi kıskanıyorum, Abu Dabi’yi ziyaret ettiğimde Dubai’yi arıyorum fakat en çok da geride bıraktığım kendi şehrimi özlüyorum.Başta da belirttiğim gibi şehirleri kıyaslamak kazananı olmayan bir tartışma. “Kime göre güzel, neye göre iyi” sorusunun cevabı kişiden kişiye değişir, olgular bazen yanıltır, istisnalar çoğu zaman geneli etkilemez ve bu konu sabaha kadar bitmez. Gelin hep beraber bir orta yol bulalım ve yazıyı Nietzsche’nin şu sözüyle noktalayalım: “Bu da dahil bütün genellemeler yanlıştır.”[email protected] Remzi Gökdağ / BAE (Dubai)

Deniz Arda’nın esrarengizölümü...

Deniz Arda’nın esrarengiz ölümü... Deniz Arda, İsveç Silahlı Kuvvetleri’nin kilit görevler için özel yetiştirilmiş elit komandolarından biriydi... Stockholm’de deniz kuvvetlerine bağlı bir askeri okulda komando eğitimi veriyordu. Kendisi dört ayrı komando eğitimini üstün dereceyle başarmıştı. Tekvando’da siyah kuşak sahibiydi. Başarılı bir geçmişi vardı. Girdiği her sınavı üstün derecelerle geçmiş, gösterdiği başarılarla birçok nişan kazanmıştı. Ailesi Ayvalık kökenliydi. Türkler arasında tanınan biri değildi. Muhtemelen silahlı kuvvetlerdeki özel konumu nedeniyle memleketlilerinin arasına karışmamaya özen göstermişti. O da 30 yıldır yaşadığım mahallede oturuyormuş ama fotoğraflarına dikkatle baktım, belleğimde Deniz Arda’nın yüzüyle ilgili hiçbir iz yoktu. Adı, koşuya çıktıktan sonra kendisinden hiç haber alınamadığı basına yansıyınca duyuldu. Gazetelerde üstün özellikleri olan bir asker olarak söz ediliyordu. Herkes şaşırmıştı. Fotoğraflarından da güçlü kuvvetli olduğu anlaşılıyordu. Kimse 30 yaşındaki bu maharetli askeri ölümle bağdaştıramıyordu. Sohbetlerde, Deniz’in çok özel bir görev üstlendiği, bu yüzden önce kayıp sonra ölü olarak kayıtlara geçirileceği gibi senaryolar üretiliyordu. ON BİNLERCE SAAT ARANDIDeniz Arda’nın son görüntüleri güvenlik kameralarınca 12 Kasım’da spor salonundan çıktığı sırada ve sonrasında markette alışveriş sepetini kasa önünde boşaltırken kaydedildi. Ertesi gün 17.30’da da telefon mesajıyla kardeşine 50 kilometrelik bir koşuya çıkacağını bildirdi. 15 Kasım’da da 50 askerle birlikte İsveç’in kuzeyine uçacak, onlara özel eğitim verecekti. Ailesi, kaybolduğunu 18 Kasım’da kuzeydeki eğitime gelmediği bildirilince öğrendi. Bunun üzerine ulusal parkın içindeki koşu parkuru üzerinde yoğun bir arama çalışması başlatıldı. Arama çalışmalarına ordu, gönüllüler ve ülke çapında örgütlü “Missing People” (Kayıp İnsanlar)  örgütü katıldı. Katılanların sayısı ve sarf edilen zamana göre 2020 sonunda arama çalışmaları 30 bin saati bulmuştu. Günleri, haftalar izledi; haftaları, aylar. Deniz, koşu parkurunda bulunamadı. Bu arada gazetelerde de olasılıklar üzerine yığınla yorumlar yapıldı. Acaba kaçırılmış mıydı? İntihar etmiş olabilir miydi? Yabancı istihbarat servislerinin bir komplosuna mı kurban gitmişti? Ulusal park 80 kilometre koşmaya elverişli. Böyle geniş bir alanda arama çalışmalarının zor olacağı belliydi. Bu yüzden arayanların sayısı azalsa da çalışmalar aralıksız sürdürüldü. Ta ki 27 Şubat’ta Deniz’in cansız bedenine rastlanıncaya kadar. RASTLANTIYLA BULUNDUAramalara binlerce kişi katılmasına rağmen Deniz’in cansız bedeni, doğada gezmeye çıkan biri tarafından rastlantı eseri bulundu. Ormanda gezen Orij Lozowski, koşu parkurunun dışında, kimsenin gelip geçmediği bir yerde önce ayakkabı ve pantolon, etrafına bakındığında da kovukta cansız bir insan bedenini gördüğünü bildirdi. Deniz’in cansız bedeninin bulunduğu haberi 8 Mart tarihli gazetelerde yazıldı. Ceset tanınmaz halde olduğundan Deniz’e ait olduğu DNA testiyle saptandı. Polisten yapılan açıklamada, bir suç belirtisine rastlanmadığı için cinayet şüphesinin ortadan kalktığı, muhtemelen dosyanın da kapatılacağı bildirildi.   Haberlerde yer alan bilgilere göre Deniz Arda’nın bilgisayarında, cesedinin bulunduğu yerin fotoğrafları varmış. Aynı yeri internet üzerinden de birkaç kez aramış. Neden aradığını bilmek olanaksız. Gazetelerdeki fotoğraflardan görüldüğü kadarıyla çok özel bir yer değil. İsveç’te, kovuklar da bulunan yüz binlerce kayalık vardır. Orası neden ilginçti? Tuhaf.İnsanın aklına başka sorular da geliyor. Deniz Arda, çok geniş alana yayılan ormanlık bir bölgede saatlerce sürecek bir koşuya çıkıyor. Peki, cep telefonunu neden evde bırakıyor? Deneyimli, zeki, İsveç Ordusu’nda çok kritik görevler üstlenmiş bu genç subay, nasıl oluyor da telefona ihtiyacı olmayacağını düşünebiliyor? Deniz, koşu parkurunda ayak burkulması gibi bir nedenden dolayı sakatlanıp kalsaydı birkaç saat içinde bulunurdu. Parkur dışındaki alanlarda aramalara köpekler katıldı mı? Katıldıysa çok derinlerde olmayan kayalık yerdeki cansız beden neden bulunamadı? Bu esrarengiz ölüm, belki bir gün, bir romana konu olur da zihnimiz biraz açılı[email protected] Osman İkiz / İsveç (Stockholm)

Dünyayısorgulama azmi

Dünyayı sorgulama azmi Sabah sakin ve keyifli; birkaç gündür esen meşhur Cape Doktor rüzgârı dinmiş... Atlantik Okyanusu’nun uzak bir mesafesinde çıkan fırtınanın kıyıya varan yol yorgunu soluganlarının kırılma gümbürtüsü ortama hâkim. Gelgit ise en dip seviyede. Çekilen suların genişlettiği kumsalda yürüyenleri, evcil hayvanlarını gezdirenleri, denizin içinde kendilerini sörf tahtalarının üzerine atacak uygun dalgayı bekleyen sörfçüleri, soğuk suda kesik kesik kulaç atan yüzücüleri, gövdelerinden büyük sörf tahtalarıyla kürek sörfçüleri (SUP) ve olası bir talihsiz kazayı önlemek için Big Bay cankurtaran kulübünün ellerinde dürbün ile okyanus severlere göz kulak olan gönüllüleri... Ne kadar da özlemişim bu manzarayı! Pandeminin verdiği öğüt, gündelik sıradan hayatlarımızın muhteşem tekdüzeliklerinin değerini mahrum kaldığımızda anlamak oldu belki de. KARANTİNAYI FIRSAT BİLİP...Güney Afrika sahilleri Noel ve yeni yıl tatili sonrası halkın sahillere akın etmesini engellemek için kısa bir süre öncesine kadar kapalı kaldı. Big Bay koyunun bu denli terk edilmiş halini en son dört yıl önce Robben Adası yakınlarındaki ölü balinanın yağlı gövdesine musallat olan büyük beyaz köpekbalığından dolayı -plaj önlem olarak bir günlüğüne- kapatıldığında tanık olmuştum.Mademki okyanusa uzaktan bakıp bakıp kederleniyorduk, yanına varamıyorduk; yasaktan istifade birkaç arkadaş Riebeek Vadisi’ne yola çıkmaya karar verdik. Kasteelberg Dağları’nın eteklerine oturmuş vadiye varan dönemeçli yolda kıvrıla kıvrıla ilerlerken sağım solum yaz güneşinin kavurduğu sarıya boyanmış kırlar ve buğday tarlalarıydı. Atlantik kıyısından uzaklaştıkça etkisini artıran yoğun sıcağın altında nereye varacağını öngöremediğimiz zigzag yol nihayetinde üzüm bağları ile yeşeren panoramik vadi manzarasına açılıverdi. Tepelerle çeperlenmiş vadide yetişen Pinotage (Güney Afrika’nın imza kırmızı melez üzüm çeşidi) üzüm bağlarına dadanan kuşları korkutup kaçırmak için asma dallarına asılı bir yanıp bir sönen simli çaputlar. Hani şu ikindi rüzgârının parlak güneş ışınları ile işbirliği yaptığı ilkel ama bir o kadar etkili göz alıcı yöntem. Düzlüğe indiğimizde artık şerit gibi dümdüz uzanan yolu takip ederek yerel lezzetlerin servis edildiği restorana vardık. Candan bir genç kız mönüdeki günün spesiyallerini sayarken, masa üzerinde “moozie ve miggie” (Afrikans dilinde sivrisinek, küçük böcek) spreyini görmek konsantrasyonumu dağıttı. Genç kızın sözünü kesip burada sivrisinek mi var diye sordum. Garson kız “Günbatımına yakın çıkan sivrisinek saldırılarından korunmak için her masaya bırakıyoruz, ama endişe etmeyin tamamen doğal esans yağları içermektedir” dedi. AFRİKA’DA SITMA GERÇEĞİCape Town ve çevresinde sıtma tehlikesi olmadığını bilmeme rağmen, yine de tedirgin oldum. Hafızamda öyle derin yer etmiş ki Mozambik’e uçurtma sörfü katalog çekimine giden bir grup arkadaşımız aldıkları tüm önlemlere rağmen sıtmaya yakalanmış; kapı gibi güçlü gövdeleri erimiş, avurtları çöken yüzlerinin ölgün bakışları ancak bir senede canlanmıştı.Ertesi sabah ise el ve ayak bileklerimde beliren kırmızı şişliklere bakıp, Afrika kıtası genelinde koronavirüs salgını nedeniyle göz ardı edilen sıtma gerçeğini araştırmam şart oldu. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dişi sivrisinekler aracılığıyla yayılan hastalığa 2019 yılında dünya çapında  230 milyon kişi yakalandı ve hastalık nedeniyle 409 bin kişi hayatını kaybetti. Sıtma vakalarının yarısı Nijerya, Kongo, Uganda ve Mozambik gibi dört Afrika ülkesinde görüldü. Geçen sene Afrika kıta genelinde sıtmadan dolayı yaşamını yitirenlerin sayısı ise 384 bin ve bu sayının büyük bölümünü beş yaş altı çocuklar oluşturuyor. Önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olan sıtmadan her iki dakikada bir çocuğun ölmesi ne acı! Koronavirüs pandemisi (Afrika 4 milyon vaka, 110 bin ölüm); sıtmaya karşı verilen küresel mücadelede bugüne kadar edinilmiş kazanımları kısıtlayıcı bir tehdit. Küresel finansmanın koronavirüs ile mücadeleye aktarılması Sahra Altı Afrika’da sıtma tedavisini sekteye uğratıyor. Hastalıkla mücadelede yüzde 10’luk bütçe kısıntısı bile 20 bin ek ölüm vakası anlamına geliyor. Dünyada tüm bunlar olurken; NASA Perseverance uzay mekiği Mars’a iniş yapıyor, Birleşik Arap Emirlikleri’nin uzay aracı yörüngeye giriyor, Çin’in keşif uydusu ise kızıl gezegenden ilk görüntüsünü yolluyor. Uzay macerası için büyük fonlar ayrılmasına ve kaydedilen gelişmelere “bravo” demekten başka diyecek bir şey yok. İnsanoğlunu tehdit eden iklim krizi, biyo-terörizm, önlenebilir sağlık krizleri, 2050 yılında 10 milyar olacak nüfusu bekleyen gıda ve su kıtlığı gibi devasa sorunların çözümü yeterli kaynak olmasına rağmen irade eksikliği nedeniyle belli ki daha uzun yıllar alacak. İnsan yine de sormadan edemiyor! Mars’ta yaşam izi arayan insanoğlu, kendi dünyasından bu kadar mı ümidini kesti acaba? [email protected] Elif Günsel / Güney Afrika (Cape Town)

Şiir insanı, insanla buluşturur

Şiir insanı, insanla buluşturur Dünya Şiir Günü, her yıl 21 Mart’ta kutlanıyor. Bu yıl PEN Şiir Ödülü’nü kazanan Erdal Alova, Dünya Şiir Günü Bildirisi’ni kaleme aldı.İşte o bildiri şöyle:“ ‘İnsan ozanca/şairane barınır bu dünyada’ der büyük Alman şair Hölderlin. Bir tek satır yazmayan, şiir sanatından haberi olmayan insan teki ‘ozanca yaşar.’ Teknolojinin, sömürünün, gözü doymazlığın bütün saldırılarına karşı doğadan, her zaman ‘ağır basan’ yaşam güdüsünden, insanoğlunun barışçıl yöneliminden kopmama çabasıdır bu. Ve bu direngenlik bin bir giziyle, duygusal, duyusal dolaşımıyla, bir yeraltı ırmağı gibi sessizce, kendini ele vermeden akıp gider insan soyunun olağanüstü serüveninde.Şair dediğimiz insan teki bütün bu olağanüstü deneyimi dile getiren sanatçıdır. Tıpkı hem suda hem karada yaşayan bir kurbağa gibi, hem toplumda hem toplum dışında yaşayan amfibik bir varlıktır. Sürekli olarak insanoğlunun arkaik döneminin tarihsel büyütecinden, o ‘Altın Çağ’dan yaşadığı dönemi izleyen şair ‘en uyanık gayretle gördüğü düş’lerinde insanın kendinin efendisi olduğu, yabancılaşmanın ortadan kalktığı, insan varlığının kendini doğanın etkin/edilgen bir parçası olarak gördüğü o ‘Kadim Çağ’ı hatırlatır okura. Bunu yaparken olanca malzemesini ‘Evrensel Dölyatağı’ndan sağlar.İşte, şiir sanatı ve onun etkin öznesi olan şair, Sappho’dan, Homeros’tan, Yunus’tan bu yana, durup dinlenmeden bu kutsal çalışmasını sürdürürken, insanı yeniden insanla buluşmaya çağırır.Bu yüzden, ‘şiir öldü’, ‘şiir geriledi’ gibi anlamsız çıkışlar ancak duyarsızlıkla, bilgisizlikle açıklanabilecek yargılardır.Şairler susmadıkça şiir ne ölür ne de geriler. Ancak, zaman zaman gölgelenir, araya giren parazitler yüzünden; sesi zor duyulur ya da tam anlaşılmaz. Günümüzde bu parazitlerin en güçlüsü görsel saldırganlıktır. TV’siyle, billboard’larıyla, reklam endüstrisiyle, toplumu yanılsamaya sürükleyen programlarıyla, söz konusu saldırı kapitalizmin yürüttüğü bir abrakadabra harekâtı, iflah olmaz bir tamahkârlık gösterisidir. Ve bu korkunç yanılsamanın gölgesi altında kalan, ‘Şiir’in o kadim sesi, o şairane/ozanca yaşama biçimi tehdit edilmekte, giderek, tümüyle ortadan kalkma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır.Ama ne zarar! Dünya şairleri susmadıkça, gerçekçilikten kopmadıkça, bu haksız yanılsama, bu amansız saldırı ortadan kalkacak, ‘Şiir’in gümrah sesi insanoğlunun her türlü yabancılaşmadan kurtulduğu, kendine yeniden kavuştuğu o yeni ‘Altın Çağ’a dek sürecek, ondan sonra da yeni arayışlarla varoluşunu sürdürecektir.” cumhuriyet.com.tr

Refik Anadol’un‘Makine Hatıraları: Uzay’sergisi Pilevneli Galeri’de

Refik Anadol’un ‘Makine Hatıraları: Uzay’ sergisi Pilevneli Galeri’de “Sanat bunun neresinde” sorusuna yanıtı: “Sanat, teknoloji ve bilim, kamusal alanda bir araya geliyor ama aynı zamanda izleyiciye sorular da sorduruyor. Bir makinenin hatırasından bir hayal çıkaran bir kavram ve ondan ortaya çıkan yapay zekâ sineması. Veri resmi, veri heykeli, yani hayal gücü sınırını zorlayabilmek işin kilit noktası. İşte sanat burada yatıyor.” Konuk yazar: Serfiraz Ergun“Makine Hatıraları: Uzay” sergisini gezmeye, Pilevneli Galeri’ye giderken Refik Anadol ismini ilk kez 2011’de İstanbul Bienali’ne paralel etkinlik olarak Yapı Kredi Kültür Sanat (YKKS) binasının üzerine düşürdüğü ses-görüntü yerleştirmesiyle duyduğumu hatırlıyorum. Hoş bir etkinlik tabii; kamusal alanda, tam Galatasaray Meydanı’nın göbeğinde İstiklal Caddesi’nin seslerini kaydet, görsel işitsel bir dijital giydirme yap binaya. Daha sonra PSM’de 2016’da açılan “Digital Revolution” isimli karma dijital sergide Refik Anadol ile bir söyleşi yapmıştık. O sergi de bayağı hoştu. Ama bu “Makine Hatıraları: Uzay” sergisi, Anadol’un henüz 34-35’indeyken olgunluk sergisi.Bilgi Üniversitesi’nde  fotoğraf ve video okumuş, eşi Efsun’la orada tanışmış, o da görsel iletişim tasarımı okuyormuş ve 2008’den beri birlikteler, 2016’da evlenmişler. Şimdi Refik Anadol Studio’nun (RAS) ortakları, Los Angeles’ta yaşıyor ve çalışıyorlar. TROPİKAL ORMAN...Pilevneli Galeri, Anadol’un işlerini sergilemek için ideal mekân. Kolonsuz kocaman salonları, yüksek duvarları, brüt beton döşemesi dijital görüntülerin istilasına uğruyor, sonra okyanus dalgaları gibi çekilip gidiyor. Derken tepelere tırmanıyor, renkler, grafikler değişiyor, birden tropikal bir dijital ormanda ses-dijital grafik siklonunun içerisinde buluyorsunuz kendinizi. Duvarlardaki görüntüler aşağı doğru kayarken bir ara yanılsamayla başım dönüyor, gerçekten insana, uzaya doğru kayıyoruz hissi veriyor. Siyahlar içindeki Refik Anadol’la söyleşiye başlıyoruz. Önce hangi makinelerin hatıralarından söz ettiğini soruyorum. “Bu sergideki hatıralar NASA’nın 60 yıldır peşinde koştuğu ‘Evrende yalnız mıyız? Başka neler ve kimler var’ sorusunu ararken kullandığı makineler. Üç makine var: ISS teleskopu, 1958’lerde bir uzay istasyonuna yolladığı ve dünyanın selfie’sini çeken, iklimini kontrol eden, birçok duyarlı sensöre sahip bir teleskop; diğeri MRO isimli Mars’ın bugüne kadar görülmedik hiçbir yerinin kalmamasını sağlayan fotografik bir teleskop; sonuncusu ise Hubble, 1990 yılında uzaya çıkan ve uzaydaki gözümüz galaksinin fotoğraflarını çeken başka bir cihaz. Üç teleskopun da ortak noktası fotografik hatıralar. Gidemediğimiz yerler ama bizim adımıza görüp fotoğraf çeken makineler. Benim de kullandığım bu makinelerin arşivi. Bunlar NASA tarafından dünyaya açık kaynaklar. Bu sergideki her veri noktası kamuya açık. Bu verilere ulaşmak kolay olmadı ama bu hatıralar orada duruyormuş, biz talep ettik, yollandı ve kullandık.” Peki, herhangi bir kişi bu veriye ulaşıp bu işleri yapabilir mi? “Tabii ki” diyor Refik Anadol. Ben istesem bu veritabanına ulaşabilir miydim yoksa Refik Anadol olduğun için mi eriştin? “Tamamen meraklı bir bilimsever olduğum için ulaştım” diyor sanatçı. SANAT HAYAL GÜCÜAnadol’a soruyorum: Ben şimdiye kadar işin teknolojisini anlamaya çalıştım. Sanat, bu işin neresinde? Neden biz sana sanatçı diyoruz? “Bu işteki sanat, hayal gücü. Bir insanın hayal gücü kapasitesinde. O veri orada duruyor. İlham ve motivasyon yeni sorular sorduruyor. Sanat, teknoloji ve bilim, kamusal alanda bir araya geliyor ama aynı zamanda izleyiciye sorular da sorduruyor. Düşünsenize bir makinenin hatırasından bir hayal çıkaran bir kavram ve ondan ortaya çıkan yapay zekâ sineması. Veri resmi, veri heykeli, yani hayal gücü sınırını zorlayabilmek işin kilit noktası. İşte sanat burada yatıyor.”‘UZAY’ AMA...Serginin başlığı Makine Hatıraları iki nokta üst üste Uzay. Yani bu sergi “Uzay” ama yeni makine hatıraları da gelecek. “Evet” diyor hemen Anadol. “Yüzlerce insanın verilerinden yola çıkarak kolektif bilincin, kolektif hatıraların anlamlı olabileceğine inandım. Yani sadece uzay değil, doğa, başka bir şey de olabilir, devamı gelir. Hayalim gerçekten herkese ait olan hatıralarla bir yapay zekâ ne yapabilir sorusunun cevabına erişmek.” Benim aile albümüm de Refik Anadol’a veritabanı olabilir mi? Ondan da dijital bir yerleştirme yapabilir mi? “Elbette” diye cevap veriyor.VERİTABANININ NİTELİĞİ VE NİCELİĞİ...Astrofizikçi Carl Sagan demiş ki “Hayal gücü bizi genellikle hiç var olmamış dünyalara taşır. Ama o olmadan hiçbir yere gidemeyiz.” Bu sözden yola çıkarak şunu soruyorum: Veritabanının niteliği ve niceliği yaratacağın işlerin sonucunu etkiliyor mu? Yani hayalini gerçekleştiriyor mu? “Temelini oluşturuyor” diyor. Peki, acaba Anadol hangi üretim aşamasında çıkacak olan yapıtın renkleri, hareketleri, akışı şekillendiriyor? Refik Anadol, “İşte orası işbirliği” diyor. “Yapay zekâ orada benim fırçam değil, bir ekip arkadaşım. Örneğin Mars’ın yüzeyi, bugüne kadar gidemediğimiz bir gezegen ama 12 telebaytlık her alanı karış karış görüntülenmiş. Yapay zekâ elbette benden daha iyi biliyor. Ben 2 milyon fotoğrafı tek tek açıp bakabilir miyim? Neden yapay zekâyla işbirliği yapmayayım ki? Neden birlikte öğrendiğimiz bir şeyin rüyasını o da görmesin ki?”TEKNOLOJİ FİRMASI...Burada  Refik Anadol, NVIDIA isimli büyük bir teknoloji firmasından bahsediyor. RAS’ı öncü buldukları için çok desteklemişler. Bu sergideki algoritmalar da NVIDIA’nın desteğiyle olmuş. “Bu algoritmaları herkes indirip kullanabilir mi” diye soruyorum. “Gizli saklı değil. Tabii herkes bu kadar deneyimli olmadığı için bu sonuçları çıkaramaz. Üzerinde bir emek var. Yapay zekâyla uğraşan, üreten herkesin bu teknolojinin her şeyini anlatması, paylaşması gerekir. Bunun korkusu da var tabii, aynı işi yapan insanlar ortaya çıkıyor. Olsun, yeter ki herkes öğrensin” diyor.  cumhuriyet.com.tr

Antik tiyatro ortayaçıktı

Antik tiyatro ortaya çıktı Afyonkarahisar’ın Dinar ilçesinde, MÖ 8. yüzyıla ait antik tiyatro ortaya çıktı. Afyonkarahisar’ın Dinar ilçesinde, tarihi MÖ 8. yüzyıla kadar dayanan Apameia antik kentinde başlatılan kazı çalışmaları devam ederken Roma döneminde Efes antik kentinden sonraki en önemli şehir olarak kabul edilen Apemeia’da 7 bin kişilik olduğu tahmin edilen antik tiyatronun önemli bir kısmı gün yüzüne çıkarıldı. cumhuriyet.com.tr

AB, ABD telkiniyle yaptırımlarıaskıya aldı

AB, ABD telkiniyle yaptırımları askıya aldı Gözler 25 Mart’taki Avrupa Birliği (AB) zirvesindeyken AB’nin, Ankara’dan son dönemde gelen söylemlerin ardından Türkiye’ye yönelik yaptırımları askıya aldığı yönündeki haberleri emekli büyükelçiler Faruk Loğoğlu ve Selim Kuneralp Cumhuriyet’e değerlendirdi. Geçen aralıktaki zirvede Türkiye’ye yönelik sınırlı yaptırım kararı alan ve yaptırımların devamını bu zirveye bırakan AB’nin, Ankara’dan son dönemde gelen söylemlerin ardından Türkiye’ye yönelik yaptırımları askıya aldığı belirtilmişti. Reuters’ın haberinde Biden yönetiminin, AB’den Türkiye’ye yönelik yaptırımları genişletmemesini istediği, AB’nin de bu doğrultuda TPAO yetkililerine uygulanan yaptırımları kaldıracağı gündeme yansımıştı. Önceki gün de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AB yetkilileriyle video konferans yoluyla görüşmüştü.‘KISA VADELİ SONUÇ’Türkiye’nin eski Washington büyükelçilerinden Faruk Loğoğlu, “Ankara’nın son dönemde ABD ve AB’ye yönelik yaptığı hamleler, yeterince inandırıcı olmasa dahi kısa vadeli olarak sonuç vermiş görünüyor. Washington’da ve Avrupa başkentlerinde Türkiye’ye bir şans tanınması gerektiği düşüncesinin hâkim olduğu anlaşılıyor. Fakat Türkiye’den somut adımlar atması beklenecektir” dedi.ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yönelik “katil” nitelendirmesiyle gerilen ABD-Rusya ilişkilerinin, Türk-Amerikan ilişkilerine de yansıması olacağını belirtti. Loğoğlu, “Ankara, AB ve ABD ile açılımlarını yaparken Moskova’yla ilişkilerini de gözetmek durumunda. Türkiye’nin hem ABD ve AB hem de Rusya ile iyi ilişkiler götürmesi gerekiyor. Hiçbir ülkeyle bağımlılık ilişkisi kurulmamalı. O bakımdan tüm bu ilişkilerin yüksek bir hassasiyetle yürütülmesi bir zorunluluk olarak görünüyor” dedi. AB ile ilişkilerde Doğu Akdeniz, ABD ile ilişkilerde de S-400 konularının öncelikli meseleler olacağını belirtti. Loğoğlu, “S-400 meselesinin, iki ülke ilişkilerindeki sorunlar yumağının üzerindeki düğüm olarak durduğuna, bu düğüm çözülmedikçe ilişkilerde bir ilerlemenin mümkün görünmediğine, Türkiye’den hem S-400 hem de Libya konusunda beklenen adımlar olacağına” dikkat çekti. “Ekonomik reform, adalet reformu gibi vaatler yakından takip ediliyor. İçeride hukukun üstünlüğü konusunda adımlar atılmadığı sürece Türkiye’nin olumlu söylemi ABD ve AB tarafında karşılık bulmayacaktır” dedi. Eski Washington Büyükelçisi, “Dolayısıyla Türkiye’nin bu geçici teneffüsü fazla uzun sürmeyebilir. Önümüzdeki hafta yapılacak zirvede Türkiye’ye yönelik yaptırımların gündeme gelmeyecek olması, yaptırım konusunun gündemden tamamen düşeceği anlamına gelmiyor. HDP’ye kapatma davası konusunda hem AB hem ABD’den eleştiriler gelmeye devam edecektir” değerlendirmesinde bulundu.‘İLAVE YAPTIRIM İÇİN SEBEP YOK’Türkiye’nin AB nezdindeki daimi temsilciliği görevini de yürütmüş olan emekli büyükelçi Selim Kuneralp ise gelecek haftaki zirvede AB’nin Türkiye’ye yaptırım uygulamasının zaten beklenmediğini vurguladı. “TPAO’ya ilave yaptırım kararı almaları için de bir sebep yok, çünkü gemiler zaten geri çekildi. Bu durumda yaptırım zaten anlamsız olurdu, onu yapmayacakları anlaşılıyor. Bu neticenin alınması için ABD’nin çok büyük bir gayret harcaması gerektiğini zannetmiyorum” dedi.Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin mülteci meseleleriyle sınırlı kaldığına dikkat çeken Kuneralp, AB zirvesinden Türkiye’ye mülteci yardımının artırılması kararının çıkabileceğini söyledi. Kuneralp, “AB zaten son dönemde Türkiye’nin üyelik perspektifinden, stratejik üyeliğinden söz etmiyor. Son AB Zirvesi’nden sonra yayımlanan sonuç bildirgesinde Türkiye’den ‘hasım ülke’ olarak bile söz edildi. Türkiye-AB ilişkileri artık Suriyeli mültecilerle sınırlı kaldı. Mültecileri Türkiye’de tutmaya devam edebilmek için bir miktar para verebilirler, buna yönelik bir karar çıkabilir” diye konuştu. Ancak HDP’nin kapatılması için dava açılmışken AB ile ilişkilerde bunun dışında somut bir gelişme beklememek gerektiğine işaret etti. Hüseyin Hayatsever

Haftanın ardından neler konuştuk?

Haftanın ardından neler konuştuk? İşte 14 - 20 Mart'ta yaşanan önemli gelişmeler... KATİL KAVGASIABD Başkanı Biden, bir röportaj sırasında gelen soru üzerine Rusya Başkanı Putin için “Katil olduğunu düşünüyorum” dedi. Putin, Biden’a sağlıklı günler diledi ve “Bir kişinin başka ülke kişileriyle ilgili böyle yorumlar yapması aynaya bakmak gibidir” yorumunu yaptı. “Soğuk Savaş yeniden mi başlayacak” sorularına Kremlin, “En kötüsüne hazırlıklıyız” yanıtını verdi.VAKALAR ARTIYOR, NORMALLEŞMEYE DEVAMCumhurbaşkanı Erdoğan, daha önce koronavirüse karşı önlemlerin 2 haftada bir güncellenecek risk haritasına göre alınacağının duyurulmasına karşın bu karara uymadı. Sağlık Bakanı Koca da Alman BioNTech aşısının testlerde kullanılacak olan ilk 5 bin 800 dozunun Türkiye’ye ulaştığını duyurdu. Koca, ayrıca “Gelecek haftadan itibaren bir alt grubun, yani 60-65 yaş grubunun aşılarına başlanacak” dedi. Bu arada vaka sayıları 20 bine ulaştı. TTB, hastaların yüzde 30’unda mutant virüs olduğunu belirterek vaka sayılarında 60 binin yeniden görülebileceğine dikkat çekti.ANDIMIZ TARTIŞMASIMEB, Danıştay 8. Dairesi’nin 2018’de, Andımız’ın “kaldırılamayacağı” yönündeki karara itiraz etmişti. Son noktayı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu koydu ve Danıştay 8. Dairesi’nin kararını iptal etti. Danıştay, ayrıca devlet madalyalarındaki Atatürk kabartmalarının da kaldırılması kararını aldı. Duruma tepki yağdı. MHP lideri Devlet Bahçeli, kararın ardından “Danıştay bu yanlıştan dönmelidir” açıklamasını yaptı. CHP lideri Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Andımız’ın hangi cümlesinden rahatsızsın? Çık, millete anlat” sorusunu tekrarladı.Cumhurbaşkanı Erdoğan, Andımız kararıyla ilgili “İstiklal Marşımız andımızdır” diyerek Andımız’ın kaldırılmasını savundu.REFORM MU DEDİNİZ?“İnsan Hakları Eylem Planı” diyerek reform sözü veren iktidar, hafta içinde verdiği sözle çelişen hareketlere imza attı. HDP’ye kapatma davası açıldı. HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği düşürüldü. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin, HDP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı. HDP eş genel başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar ile önceki eşbaşkanlar Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu 687 HDP’li için siyasi yasak istendi. BAHÇELİ YENİDEN BAŞKANMHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, MHP’nin 13. olağan büyük kurultayında yeniden genel başkan seçildi. TÜRKİYE’YE SURİYE BASKISIAvrupa Parlamentosu’nun (AP), Suriye’de iç savaşın başlamasının 10. yılında yayımladığı karar tasarısında terör örgütü YPG müttefik olarak kabul edildi ve Türkiye’nin bölgeyi yasadışı şekilde işgal ettiği öne sürüldü. Türkiye’nin “Suriye’de, Ortadoğu’da, Doğu Akdeniz’de barışı tehlikeye attığı” iddia edildi.LİBYA’DA YENİ HÜKÜMETLibya’da 10 Mart’ta Sirte’de toplanan Temsilciler Meclisi’nden 132 kabul, 1 çekimser oy ile güvenoyu alan Abdulhamid Dibeybe başkanlığındaki yeni Libya Ulusal Birlik Hükümeti yemin etti.‘MISIR’LA NORMALLEŞME’ Türkiye, Müslüman Kardeşler destekli Muhammed Mursi’nin 2013’te askeri darbeyle devrilmesiyle temaslarını fiilen kopardığı Mısır’la ilişkilerini normalleştirme kararı aldı. Bakan Çavuşoğlu, Mısır’la ilişkilerin normalleştirilmesi için temasların başladığını belirtti.NÜKLEER KARŞITI BİLDİRİJaponya’nın beş eski başbakanı Morihiro Hosokawa, Tomiichi Murayama, Junichiro Koizumi, Yukio Hatoyama ve Naoto Kan; Fukişima felaketinin 10. yıldönümünde yayımladıkları eşzamanlı bildiriyle nükleer enerjiye karşı olduklarını duyurdu. cumhuriyet.com.tr

Gezi Parkı’nın bir vakfa verilmesinin bahanesi, olmayan Topçu Kışlası

Gezi Parkı’nın bir vakfa verilmesinin bahanesi, olmayan Topçu Kışlası Gezi Parkı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) elinden Topçu Kışlası bahane edilerek alındığı ortaya çıktı. Bir günde gerçekleşen Gezi Parkı’nın tapu devrinde 1330 tarihli zabıt kütüğüne atıfta bulunularak Gezi Parkı’nda daha önceden Topçu Kışlası olduğu gerekçe gösterilerek parkın bulunduğu arazi Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na devredildi. İBB, karara karşı mülkiyet davası açacak. İBB’den yapılan açıklamada tarihi Galata Kulesi’nin de aynı yöntemle alındığına dikkat çekilerek “Ne yazık ki, diyalog, uzlaşı, ortak akıl ve birlikte çalışma kavramlarından daha çok; ‘hesaplaşma’, ‘gününü gösterme’, ‘iş yaptırmama’, ‘engelleme’ ‘vesayet’ ve ‘yetki gaspı’ anlayışıyla devam eden sürecin son halkası Taksim Gezi Parkı’nın İBB mülkiyetinden alınması olmuştur” denildi. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün önceki gün yaptığı açıklamasında, mülkiyeti İBB’de bulunan Taksim Gezi Parkı’nın, 12 Mart’ta alınan kararla Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na devredildiği belirtilmişti. Devir işleminin ayrıntıları ortaya çıktı. Konuyla ilgili İBB’ye Beyoğlu Kaymakamlığı Tapu Müdürlüğü tarafından 15 Mart’ta gönderilen yazıda İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü’nün Gezi Parkı’nın Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı adına tescilini talep ettiği belirtildi. 1330 tarihli zabıt kaydına değinilen yazıda özetle “eski yazı kayıtlarda bu taşınmazların ‘müştemilatı malumeye havi bir topçu kışlasının’ nevi hanesinde ‘Cennet mekân Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’ndan geldiği bildirilmiştir” ifadeleri kullanıldı. ‘ZAMANLAMA MANİDAR’Karara İBB, STK’ler ve çok sayıda yurttaştan tepki geldi. İBB yaptığı yazılı açıklamada, “Talimatla bu kararı alanların açıklamalarında kanun maddelerine atıfta bulunulması, bu kararları hukuksal kılmadığı gibi vicdanlarda da aklamaz. 166 yıldır İBB mülkiyetinde olan Galata Kulesi de aynı şekilde gasp edilmiştir. Şimdi de Gezi Parkı alanı, İBB’ye haber bile verilmeden, sadece 1 günlük yazışma ile yürütülmüştür. Yüz binlerce İstanbullunun oy vererek yapılmasını istediği yeni Taksim Meydanı projesinin çalışmalarına başlamak üzereyken alınan bu kararın zamanlaması manidardır” denildi. 'TESADÜF DEĞİL'İBB, kararın meydanın yeniden yeşil ve estetik bir alana dönüştürülme projesini durdurmak için alındığını vurguladı. Yazılı açıklamada özetle şu ifadelere yer verildi: “İstanbul’u betona çeviren kafa yapısının, İstanbul’un sembolik meydanını yeşile çevirecek bir projenin karşısında durması tesadüf değildir. Görünen o ki, başta İBB olmak üzere 31 Mart ve 23 Haziran 2019 tarihlerinde muhalefet partilerinden seçilmiş yerel yönetimlere karşı hasmane tavırlarla alınan bu ve benzeri kararların devamı da gelecektir.”‘SALDIRILARIN BİR PARÇASIDIR’EMİN KORAMAZ (TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı)Gezi Parkı İstanbul’un merkezinde yer alan ender yeşil alanlardan ve dinlenme mekânlarından birisidir. Gezi Parkı 1940 yılında yapılmıştır ve İstanbul’un Cumhuriyet döneminde yapılan ilk parkı olma özelliğini de taşımaktadır.  Gezi Parkı aynı zamanda 2013 yılından bu yana toplumsal mücadeleler tarihi açısından da önemli bir sembol haline gelmiştir. AKP iktidarına karşı en büyük halk hareketi Gezi Parkı’nın yıkılarak Topçu Kışlası yapılmak istenmesi talebine karşı ortaya çıkmıştı. Parkın bulunduğu arazinin İBB’den alınarak bir vakfa devredilmesi, iktidarın Gezi Parkı’na yönelik saldırılarının bir parçasıdır. Biz TMMOB olarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da şehrimizi hedef alan saldırılara geçit vermeyeceğiz. Hazal Ocak

‘Kadın haklarısavunucularıkazanılmışhaklarımızdan vazgeçmeyeceğiz’diyor

‘Kadın hakları savunucuları kazanılmış haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz’ diyor Kamuoyunda 'İstanbul Sözleşmesi' adıyla bilinen 'Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi', Resmi Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye bakımından fehsedildi. İstanbul Sözleşmesi’nin uzman denetim grubu GREVIO’nun ilk başkanı, CEDAW komitesi eski üyesi ve kadın hakları alanında uzun yıllar emek veren Prof. Dr. Feride Acar: Türkiye, uluslararası bir sözleşmenin ilk imzası olmakla gurur duyması gerekirken aksine geri çekildi. Memleketim adına çok üzüldüm. Bu sözleşmeden geri çekilmek, ‘bizler insan haklarıyla ilgilenmiyoruz’ demektir. - Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav: Siyasi seçim pazarlıklarında kadınlar kurban edildi. Bu kararla birlikte Türkiye’de yaşayan kadınlar şiddetle baş başa kaldı. Bizler mücadeleye devam edeceğiz ancak bunu asla unutmayacağız. İmzadan çekilerek haklı mücadelemiz bitirilemeyecek. Kadınların öldürülmesini nasıl içinize sindireceksiniz. İnsan olarak kalmak istiyorsanız, bu karardan vazgeçsin. Bu kararla kadın cinayetlerinin politik olduğunun bir kez daha altı çizilmiş oldu. Uluslararası sözleşmenin karşısına milli ve yerli sözleşme çıkarılamaz. - 2021 yılının Anne-Klein-Kadın Ödülü sahibi, avukat ve kadın hakları aktivisti Canan Arın: Türkiye’nin başı sağ olsun. Türkiye’de hukuk yok. Uluslararası sözleşmeler kabul edildikleri yöntemlerle kaldırılırlar. Cumhurbaşkanı kararnamesiyle uluslararası sözleşme feshedilmez. Bu karar hukuka aykırıdır. Bunları yapan birinin çıkardığı hukuk reformuna kimse inanmaz. Kadınlar adına alınan kararı, tek adam karar veremez. Kimse oturduğu yerden kadınların hayatları ile ilgili konularda kararlar alamaz. Buna izin vermeyiz. Bundan sonra demek ki medeni kanun, laiklik ve 6284 sayılı kanun da feshedilerek şeriat getirecek. Cumhurbaşkanı resmen kadınlara savaş açtı. Sözleşmeyi feshederek küçük yaştaki kız çocuklarının evlendirilmesinin önü açıldı.  - Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER): Bu karar Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama mücadelesine zarar verecek ve kadınların şiddete karşı bugüne kadar kazandıkları yasal zeminde geriye doğru bir adım oluşturacaktır.- Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı: İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi reddediyoruz. Kadınlar olarak yıllardır verdiğimiz mücadeleyle elde ettiğimiz kazanımlardan da yaşamlarımız için sürdürdüğümüz mücadelemizden de birbirimizle dayanışma kurmaktan da vazgeçmiyoruz. ÜNLÜ İSİMLER: KÖTÜLÜĞÜN SINIRSIZLIĞI- Gaye Su Akyol: Kötülüğün sınırsızlığına bak. Bu ülkede her gün kadınlar katledilirken gece uyumayıp şunu imzalıyorsun. VAAOOV!- Şevval Sam: Haydi herkes dövüş sporlarına yazılsın!! Ortaçağ’a dönüyoruz!! Orman kanunları geçerli artık!- Sabahat Akkiraz: Sırada ne var medeni hukuk mu? Yazık oluyor hepimize, hayatımıza…- Nurgül Yeşilçay: İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı bunca kadın rahatça öldürülemeyecekti!!! - Öykü Serter: Varilde gencecik kadın yakıldı, üzerine beton döküldü bu ülkede.. Siz katillerle saf tutun, biz sarılırız kız kardeşlerimizle.. - Gülse Birsel: İstanbul Sözleşmesi yaşatır...dı. Maalesef Türkiye’de kadınların iyi bir hayat yaşama ihtimali düne göre daha az.- Ayşenil Şamlıoğlu: Nasıl karanlık bir güne uyandık böyle, katil, tecavüzcü sırtı sıvazlanan yiğitler olarak sokaklarda gezecek. Kadını eve hapsetmek isteyen zihniyetin, her türlü hakkını görmezden gelenlerin bayramı bugün...- Fazıl Say: Karanlık zihniyetler karanlığı çöktürüyorlar üzerimize. Hayır.. İzin yok buna!  Karanlık bir zamanı aydınlatacağız o zaman ve gidecekler!- Demet Evgar: İçimde çok kuvvetli bir şey uyanıyor. Sinir, üzüntü, kırgınlıktan daha öte bir şey. Bu haksızlığa maruz kalan herkes gibi içimde çok kuvvetli bir şey uyanıyor. - Armağan Çağlayan: Bir uyandım, hem ekonomik reformlar, hem insan hakları eylem planı coşmuş!  Kübra Köklü

Türkiye’nin dört bir yanında‘Hep birlikte mücadele ederek bu kararıgeriçektireceğiz’dediler

Türkiye’nin dört bir yanında ‘Hep birlikte mücadele ederek bu kararı geri çektireceğiz’ dediler Kamuoyunda 'İstanbul Sözleşmesi' adıyla bilinen 'Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi', Resmi Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye bakımından fehsedildi. “Kararı geri çek, sözleşmeyi uygula” çağrısıyla dün Kadıköy Rıhtım Meydanı’nda bir araya gelen kadınlar, kararı protesto etti. “Sözleşmeyi uygula, kadını yaşat”, “Kararı geri çek, sözleşmeyi uygula”, “Kadın cinayetleri politiktir” sloganları atan kadınlar, “İstanbul Sözleşmesi’nin her bir maddesinde öldürülen kadınların kanı var. Biz bir kişinin lafıyla sözleşmeyi geri çektirmeyeceğiz. Hep birlikte mücadele ederek bu kararı geri çektireceğiz” ifadelerini kullandı. "BİR AVUÇ KADIN DÜŞMANI"Kadın Meclisleri adına konuşan Fidan Ataselim, “Bir avuç kadın düşmanının oyuna muhtaç kalmışlar. Kadınların yaşamakla birlikte daha fazla eşit ve özgür yaşamak istediklerinin farkındalar. Aşırı buluyor bizi aşırı. Sokaklardan bizi alamayacaklar. Geçmişte kaldı o günler geçmişte. Bir şahsın verdiği karar kadınlar nezdinde yok hükmündedir” dedi. “Kadınlardan o kadar korkuyorlar ki gecenin bir yarısı kararı açıklıyorlar” diyen Ataselim, “Her yer kadın her yer direniş bundan sonra. Milyonlarca kadını durduramayacaklar. Evet daha fazla özgürlük talebimizi bastıramayacaklar. Hiçbir yere gitmiyoruz. O karar geri çekilecek, sözleşme uygulanacak” diye konuştu. Kadıköy’deki eyleme CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu da destek verdi. Kayhan Ayhan

Saray kararıylaİstanbul Sözleşmesi feshedildi, Türkiyeşer’i topluma bir adım daha yaklaştı

Saray kararıyla İstanbul Sözleşmesi feshedildi, Türkiye şer’i topluma bir adım daha yaklaştı Kamuoyunda 'İstanbul Sözleşmesi' adıyla bilinen 'Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi', Resmi Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye bakımından fehsedildi. AKP’nin son dönemde sık sık hedef aldığı, imzaya İstanbul’da açıldığı ve ilk imzacılarından birinin Türkiye olması nedeniyle de “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, Cumhurbaşkanı kararı ile Türkiye açısından feshedildi. Fesihte, “Milletlerarası Antlaşmaların Onaylanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkındaki Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” dayanak gösterildi. Türkiye, kadınların yaşam güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanı kararıyla bir gecede feshedilmesi gerçeğiyle karşı karşıya kaldı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Erdoğan’ın imzasını taşıyan kararda, “Türkiye Cumhuriyeti adına 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalanan ve 10 Şubat 2012 tarihli ve 2012/2816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesi gereğince karar verilmiştir” ifadeleri yer aldı. /Archive/2021/3/21/013942513-ekran-goruntusu-2021-03-21-013927.jpg‘TARİHİ SÖZLEŞME!’İstanbul Sözleşmesi, 24 Kasım 2011’de Meclis’te kabul edildiği zaman tüm siyasi partiler bu sözleşmeye sahip çıkmıştı. O günkü TBMM’de söz alan AKP’liler İstanbul Sözleşmesi’ni tarihi olarak nitelemiş dönemin başbakanı Erdoğan’a teşekkür etmişlerdi. MHP’li Mehmet Şandır da destek verdiklerini belirtmişti.İKTİDAR, FESHİ SAVUNDU- Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, “Çareyi dışarılarda aramaya, başkalarını taklit etmeye gerek yoktur. Çözüm bizatihi gelenek ve göreneklerimizde, özümüzde mevcuttur” dedi.- İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Anayasamızın, kanunlarımızın, medeniyetimizin ve tüm değerlerimizin bize yüklediği görev ve sorumlulukları tamamen bir uluslararası sözleşmeyle ciro etmek ve eşitlemek Türkiye’ye haksızlık olacaktır” savunmasını yaptı. - Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, “Uluslararası sözleşmelerin onayı ve yürürlüğe konulması usulü hukukumuzda açıktır. TBMM katılmayı onaylar, yürütme de bunu bir kararla yürürlüğe koyar. Yürürlüğün aynı şekilde durdurulması ve feshi, yürütmenin yetkisindedir.” ANKARA SÖZLEŞMESİ HAZIRLIYORUZ- AKP Genel Başkan Yardımcısı Dr. Fatma Betül Sayan Kaya, “İstanbul Sözleşmesi’nin kutuplaşmaya yol açtığını görüyoruz. Bu kutuplaşma bizi; ‘İstanbul Sözleşmesi olmasa da olur. Aslolan hukuktur’ noktasına getirdi. İstanbul Sözleşmesi’nin yerine farklı bir sözleşmenin gelmesi zorunlu olmuştur. Ankara Sözleşmesi hazırlıyoruz” dedi.GERİCİLER SEVİNDİ- Daha önce de İskilipli Atıf’ın, ölüm yıldönümünde mezarında anma programına katılması nedeniyle tartışma konusu olan Çorum Valisi Mustafa Çiftçi, “Güzel haber. Çok şükür” dedi. - Laikliği hedef alan açıklamaları ve kadın cinayetleri ile ilgili paylaşımlarıyla eleştirilen Ayasofya Başimamı Mehmet Boynukalın, “İstanbul Sözleşmesi kaldırılmış. Hamdolsun. Allah razı olsun.”- İsmailağa tarikatına bağlı İsmailağa Camii İlim ve Hizmet Vakfı, “İstanbul Sözleşmesi’nin feshi memnuniyet vericidir” diyerek, Erdoğan’a teşekkür etti.- Elazığ depreminin ardından yaptığı açıklama ile tepki çeken ve pedofiliye karşı yasaları hedef alan Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Bedri Gencer de Erdoğan’a teşekkür etti. Sarp Sağkal




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter