Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Thursday, 05.01.2025, 02:16 AM (GMT)

Aylin Nazlıaka: "Bizi değil katilleri yargılayın"

Aylin Nazlıaka: "Bizi değil katilleri yargılayın" Ayşe Özdemir hakkında, devlet büyüklerine hakaret ettiği iddiasıyla açılan davanın karar duruşmasına, Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka da katıldı. CHP Aydın İl Kadın Kolları Başkanı Ayşe Özdemir'in, kadına yönelik şiddet, taciz ve cinayetlere tepki olarak gerçekleştirdiği “Las Tesis” protestosundan dolayı “Devlet büyüklerine hakaret” suçlaması üzerine karar duruşması bugün görülüyor.Ayşe Özdemir hakkında, devlet büyüklerine hakaret ettiği iddiasıyla açılan davanın karar duruşmasına, Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka da katıldı.Davaya ilişkin açıklamada bulunan Aylin Nazlıaka, “Bugün burada bütün dünya kadınlarının şiddete karşı dans etmesi yargılanıyor. Bizi değil, katilleri yargılayın” dedi.Ayşe Özdemir’in yanında olduklarını belirten Nazlıaka, “Herhalde kadınların şiddete karşı ses çıkarmasından; tacize, tecavüze ve cinayete kurban gitmeden yaşamak istemesinden rahatsızlar” ifadelerini kullandı./Archive/2021/2/22/114547188-5555.pngNazlıaka’nın açıklaması şöyle:Değeli Basın Mensupları, Bugün burada bütün dünya kadınlarının şiddete karşı dans etmesi yargılanıyor. Bizi değil, katilleri yargılayın! Yanlış duymadınız; Aydın CHP İl Kadın Kolları Başkanımız Ayşe Özdemir’in yargılanma gerekçesi; Şili’de başlayan ve ardından tüm dünyaya yayılan, kadına yönelik şiddeti protesto etmek için yapılan ‘Las Tesis’ dansıdır. Kadınlar artık bu ülkede şarkılar söyleyip, yaşadıkları şiddete karşı ses çıkarıp, dans ettikleri için yargılanıyorlar. Herhalde kadınların şiddete karşı ses çıkarmasından; tacize, tecavüze ve cinayete kurban gitmeden yaşamak istemesinden rahatsızlar. Şarkının orijinal sözlerinin Türkçe çevirisi ile dans edildi. Las Tesis dansının sözleri diyor ki; kadına yönelik cinsel saldırı ya da şiddet kadınların giyimlerinden kuşamlarından değil, ataerkil toplum düzeninin ve yargı sisteminin kadınlara reva gördüğü yerden kaynaklı. Bu sözleri çarpıtarak ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ diye tutanak tutan polisler, kovuşturmaya izin veren savcılar ve ‘suç’ olduğuna kanaat getiren hakimler; bugün burada bütün dünya kadınlarını yargılıyor. Bizler, bütün dünya kadınları; -'Yaşamak istiyoruz' diye İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkan kadınlar darp edilerek gözaltına alındıkları için,-Dava açılarak para cezalarına çarptırıldıkları için, -Çocuğunun babası tarafından istismar edildiğini kamu kurumlarından defalarca aldığı raporlarla kanıtlayan annenin akıl sağlığı sorgulandığı, istismarcı baba ise hâkimlik görevine devam ettiği için, -Kadınlar kendi kanlarıyla katillerin adını yazarak adalet aradığı için ? Başörtü özgürlüğünü savunurmuş gibi yapıp, kendisiyle aynı görüşten olmayan bir başörtülü kadın hedef gösterildiği için -Çıplak aramaya maruz kalan kadınların, yapılan akla ziyan açıklamalarla utancına utanç eklenildiği için -Katiller sırtları okşanarak “iyi hal” ve “tahrik” indirimleri ile ödüllendirildiği için-“Benim ölümüm gerçekleşince mi yardım edeceksiniz” diyerek çantasında 23. şikâyet dilekçesiyle katledilen Ayşe Tuba Arslan’ı korumak yerine işini yapmayan kamu görevlileri korunduğu için İsyandayız! Bu nedenle dans ettik. Susmayacağız! Sinmeyeceğiz! Korkmayacağız! Sesimiz daha da gür çıkacak. Bizler, dayanışma, örgütlenme, kazanılmış haklarımıza sahip çıkma ve eşit yaşam talebimizden asla geri adım atmayacağız. Hiçbir kız kardeşimizin feryadı havada asılı kalmasın diye, hiçbir kardeşimizin kirpiğini yere düşmesin diye mücadelemizi günden güne büyüteceğiz. Sözümüz söz: 2021 yılı kadın cinayetleriyle değil, kadın dayanışmasıyla anılan bir yıl olacak ve bu dayanışma, ilk seçimlerde sizi sandığa gömecek.” cumhuriyet.com.tr

Bakan Elvan: Esnafımızıyalnız bırakmayacağız

Bakan Elvan: Esnafımızı yalnız bırakmayacağız Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, "Esnaf kardeşlerimin karşılaştığı sorunları en aza indirmek adına farklı destek mekanizmalarını devreye aldık, bundan sonraki dönemde de esnafımızı yalnız bırakmayacağız" dedi. Bakan Elvan, Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken ve yönetimi ile bir araya geldi.Toplantıya ilişkin fotoğrafları Twitter hesabından paylaşan Bakan Elvan, "Esnafımız bizim için değerlidir, kıymetlidir. Pandemi sürecinden ne denli etkilendiklerini biliyoruz. Esnaf kardeşlerimin karşılaştığı sorunları en aza indirmek adına farklı destek mekanizmalarını devreye aldık, bundan sonraki dönemde de esnafımızı yalnız bırakmayacağız. TESK yönetimiyle gerçekleştirdiğimiz toplantıda esnafımızın sorunlarını, beklentilerini ve taleplerini ele aldık. Sayın Bendevi Palandöken ve heyetine değerli fikirleri için teşekkür ediyorum. Birlikten kuvvet doğar!" ifadelerini kullandı.1. Esnafımız bizim için değerlidir, kıymetlidir. Pandemi sürecinden ne denli etkilendiklerini biliyoruz.Esnaf kardeşlerimin karşılaştığı sorunları en aza indirmek adına farklı destek mekanizmalarını devreye aldık, bundan sonraki dönemde de esnaflarımızı yalnız bırakmayacağız. pic.twitter.com/MmnQ05gJNr— Lütfi Elvan (@lutfielvan) February 22, 2021 DHA

Covid krizi küreselleşmeyi nasıl etkileyebilir?

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Covid krizi küreselleşmeyi nasıl etkileyebilir? Küreselleşme tartışmaları Covid-19 krizinden sonra "Küreselleşmenin sonu mu geliyor?", "Yeni bir küreselleşme dönemi mi başlıyor?" soruları etrafından yeniden yoğunlaştı. İktisatçı Ergin Yıldızoğlu bu alandaki güncel tartışmaları aktarıyor. Getty ImagesKüreselleşme tartışmaları Covid-19 krizinden sonra "Küreselleşmenin sonu mu geliyor?", "Yeni bir küreselleşme dönemi mi başlıyor?" soruları etrafından yeniden yoğunlaştı.Geride kalan 30 yıl boyunca dünya ekonomisi ve uluslararası ilişkilerden, 'küreselleşmeye' değinmeden söz etmek olanaksızdı.Başlangıçta küreselleşme insanlığın doğal evriminin ürünü olarak tanımlanıyordu. Zamanın Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Ekim 1999'da bir konuşmasında "küreselleşme bir seçenek değil geri çevrilemez bir süreçtir" diyordu.2000'li yılların başında savaşlar, finansal krizler, ülkeler içinde ve arasında servet dağılımındaki bozulmalara ve göçmen dalgalarına karşı ulusalcı korumacı tepkiler, gündeme önce "Küreselleşmenin bozulması nasıl önlenebilir?" sorusunu getirdi sonra da küreselleşmeden geri dönüş (de-globalisation) gözlemlerini ve savlarını…Ve tüm bunlar, ABD ile Çin arasında başlayan ticaret savaşlarından ve Covid-19 krizinden önceydi.HANGİ KÜRESELLEŞME?Yukarda değindiğim gibi "geri çevrilemez bir süreç olarak küreselleşme" ve "küreselleşmeden geri dönüş"(de-globalisation) savlarıyla yeni bir küreselleşme, örneğin "Küreselleşme-2" ve "Küreselleşme-4" beklentileri arasında ilerlerken, sanırım önce bu yeni kavramların tanımını kesinleştirmek gerekiyor.Küreselleşme-2 1990'larda hızlanan malların, sermayenin, insanların ve kültürlerin serbestçe dolaşma eğiliminde son 10 yılda görülen belirgin yavaşlama içinden çıkacak yeni bir atılım beklentisi anlamına geliyor.Küreselleşme-4 ise daha tarihsel bir yaklaşım. Kapitalist dünya ekonomisinde yaşanan genişleme ve gerileme devrelerine işaret ediyor.Bu yaklaşımda 1. Dünya Savaşı öncesi yaklaşık 100 yıllık genişleme, yeni pazarların açılması dönemi "Küreselleşme -1" olarak tanımlanıyor.Sonra dünya ekonomisi savaşlarla ve ekonomik krizle parçalanıyor.2. Dünya Savaşı sonrasında ekonomisi düzenlenen, ticareti ve sermaye hareketleri denetlenen siyasi (ulusal) birimlerin karşılıklı ilişkilerinden oluşan, 19 yüzyılın serbest ticaret serbest dolaşım ortamından farklı bir "Küreselleşme-2" dönemi başlıyor.Bunu 1990'larda Kofi Annan'ın tanımladığı dönem, "Küreselleşme-3" olarak, izliyor. Bugün, bu yaklaşım, "küreselleşmeden geri dönüş" savlarına karşın, dünya ekonomisinin merkezinin doğuya kaymaya başlamasından, gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisi içindeki ağırlığının artmakta olmasından hareketle bir Küreselleşme-4'ün gündemde olduğu savunuyor.EPADÖRT BOZUCU ETKENCovid-19 krizi uluslararası tedarik zincirlerini küresel turizm ağlarını kırmaya, dünya ekonomisini depresyona itmeye başladığında "küreselleşmeden geri dönüş" savları daha da güçlendi.Dünyanın en büyük bono fonu yöneticisi uluslararası yatırım şirketi PIMCO'nun 2020 Ekim ayında yayımladığı "Tırmanan Bozulma" (Escalating Distruption) başlıklı raporu, Covid-19 krizinin güçlendirdiği dört bozulma dinamiğine işaret ediyordu.Bu dinamiklerin başında Çin'in bir ekonomik güç olarak yükselmesi geliyor. Bu yükseliş dünyanın başka yerlerindeki yüksek katma değerli üretim yapan üreticilerin konumlarını sarsıyor.Çin'in Covid-19 krizinden diğer ülkelerden önce çıkmaya başlayarak yeniden yüksek ekonomik büyüme trendine yerleşmesi, "Çin Malı 2025" (Made in China 2025) starejik planı, ekonomisinin küresel piyasalara ve teknolojiye bağımlılığını azaltmayı amaçlayan "İkili Dolaşım" stratejisi hem dünya ekonomisinin geleneksel merkezlerinin Çin'i etkileme gücünü azaltıyor hem de ABD egemenliğinde şekillenmiş küresel jeopolitik düzeni değişmeye zorluyor.PIMCO'nun listesinde ikinci sırada "popülizm ve onun yakın akrabası, korumacılık ve ulusalcılık" eğilimleri var.Bu iki eğilim Covid-19'un gelir dağılımındaki bozulmayı hızlandırmasıyla daha da ağırlaşıyor. Buna Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres'in işaret etiği gibi "Pandemi içinde suçlu arama çabalarını, artan yabancı düşmanlığını" da ekleyebiliriz.Üçüncü bozcusu dinamik, iklim krizinin insanların yaşamı üzerindeki yıkıcı etkilerinin giderek artmasıyla ilgili. 2020 yılında büyük çaplı ve olağanüstü sıklıkta orman yangınları vardı. 2021 yılı ABD'nin enerji merkezi Teksas'ta, enerji, su şebekelerini, iletişim ağlarını çökerten, hayatı durduran bir soğuk dalgasıyla başladı.İklim krizine yol açan etkenlerle, virüs salgınları arasında gittikçe daha belirginleşen ilişkiler de iklim krizi, virüsler ve finansal ekonomik sarsıntı risklerini birbirine bağlamaya başlıyor.PIMCO raporu son alarak, teknolojinin hem yararlı hem de bozucu etkilerinin Covid-19 krizinin etkisiyle daha da ağırlaştığına dikkat çekiyor. PİMCO raporu evden çalışma ve internetten alışveriş gibi eğilimlerinin kriz öncesi trendlerine ve özelliklerine büyük ölçüde dönmesini bekliyor.PA MediaAncak teknoloji şirketlerinin kriz sırasında artan, veri toplama ve finansal kaynaklarının, gelecekte onların bozuculuk gücünü daha da arttıracağına inanıyor.DÜNYA EKONOMİSİ KRİTİK BİR KAVŞAKTABu dört bozucu etkenin Covid-19 kriziyle ağırlaştığı ortamda IMF'nin son "Dünya ekonomisine bakış" raporu, dünya ekonomisinin 2020 yılında yüzde 3,5 oranında daraldığı tahmin ediyor.IMF devreye girmeye başlayan Covid-19 aşılarının katkısıyla dünya ekonomisinin, 2021 yılında yüzde 5,4, 2022'de de yüzde 4,2 büyümesini bekliyor.Dünya ekonomisi için yüzde 2,5-3 büyüme hızının resesyon sınırı sayıldığı anımsanırsa, 2020 yılında yüzde 3,5'luk bir gerileme resesyon sınırının yaklaşık 6 puan altında bir performansa işaret ediyor.Bu noktadan yüzde 5,5 büyüme dünya ekonomisinin mutlak büyüklüğünün resesyon sınırının altında kalmaya devam edeceğini gösteriyor.Araştırma şirketi IHS Markit'ın açıkladığı son veriler 2020 yılında gerçek değerlerle yüzde 13,5 daralan dünya ticaretinin 2021 ve 2022 yıllarında sırasıyla yüzde 7,6 ve 5,2 büyüme beklentisine işaret ediyor.Böylece 2023 başlarken dünya ticaretinin 2019 yılı düzeyinin yaklaşık 1 puan altında kalacağı anlaşılıyor.IMF'nin ve IHS Markit tahminleri, dünya ekonomisinin Covid-19 resesyonunda çıkarak düşük oktanlı da olsa büyüme trendine geri dönmeye başladığını düşündürüyor. Bu noktada da gündeme bu büyüme süreci "Hangi biçimde ve hangi bölgelerin etkisi altında ilerleyecek?" sorusu geliyor.Gerçekten de IMF gelişmiş ekonomilerin 2020'de yüzde 4,9 gerilediğini, Çin'in ise yüzde 2,55 büyüdüğünü hesaplıyor, 2021 yılında da bu oranların yüzde 4 ve yüzde 8 olmasını bekliyor.IHS Markit verileri de Avrupa Birliği ve Japonya'da toparlanma sürecinin özellikle hizmetler sektöründe ABD'den geride kaldığını gösteriyor, imalat sanayinde toparlanmanın bu grup içinde daha eşit dağıldığına işaret ediyor.RESİM HENÜZ BELİRGİNLEŞMEDİBu büyüme eğilimleri içinde "küreselleşmeden geri dönüş" devam mı edecek?Yoksa yeni bir küreselleşme mi (2 ya da 4) başlayacak?Bu soruların cevabının büyük bir kısmı PIMCO'nun saptadığı "bozucu dinamiklerin" olası gelişme sürecinde yatıyor.ABD'de Trump döneminde Çin'in birincil stratejik rakip olarak saptanması, gerek ihracat gerekse de teknoloji alanında Çin kaynaklı ticarete engeller getirilmesi, ABD-Çin ekonomik ilişiklerinde kopma riskini beslemeye başlamıştı.Biden döneminde ABD yönetiminin Çin'e bakışı değişmemiş olmakla birlikte iki etken kopma riskinin azaltacağını düşündürüyor.ReutersBirincisi Çin ile ticarete getirilen korumacı uygulamalarının ABD ekonomisinde birçok sektörü ve işsizlik oranlarını olumsuz yönde etkilediği, bir Reuters araştırmasına göre yaklaşık 250 bin kişilik istihdam kaybına yol açtığı, buna karşılık Çin ile dış ticaret dengesinde, belirgin bir iyileşme yaratmadığı (milyar dolar olarak 2019: 345, 2020: 310) anlaşılıyor.İkincisi ABD Ticaret Odaları Çin ile ticari bağların kopmasına kesinlikle karşı. Ticaret Odası'nın projeksiyonlarına göre, Çin ile bağların kopması yalnızca uçak ve havacılık sektöründe 50 milyar dolara yakın bir satış kaybı, 225 bin istihdam kaybı yaratabilir.Yarı iletkenler sektöründe kayıplar sırasıyla 83 milyar dolar ve 124 bin yeni işsiz olarak gerçekleşebilir.ABD-Çin ticaretinde bir kopuş olasılığının zayıflamasına ek, Çin ile Avrupa Birliği arasındaki ticari ilişkiler de gelişiyor.Bunlar da "küreselleşmeden geri dönüş" savının en azından ticaret alanında zayıfladığını düşündürüyor.Ancak, küreselleşmenin bir diğer dayanağı da uluslararası finansal hareketler. Portföy yatırımlarında ve kredilendirmede 2020 ortasından bu yana gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarında bir artış gözlenmekle birlikte, küresel çapta doğrudan yatırımlar 2020'de bir önceki yıla göre yüzde 42 gerilemiş.Gerileme gelişmiş ekonomilerde yüzde 69, gelişmekte olan ekonomilerde genelde yüzde 12, Latin Amerika ekonomilerinde de yüzde 37 olarak gerçekleşmiş.UNCTAD ekonomistleri 2021 yılında teknoloji ve sağlık sektörleri dışında yatırımlarda bir iyileşme beklemiyorlar.Diğer taraftan Uluslararası Finans Enstitüsü (IFF) verileri Covid-19 krizi sırasında, 2020 yılında toplam devlet, şirket ve hane halkı borçlarının 24 trilyon dolar daha artarak, dünya hasılasının yüzde 355'i düzeyine ulaştığını gösteriyor.Bu da genelde ekonomik büyümeyi ve istihdamı, sermaye hareketlerini besleyen genişlemeci para ve kredi politikalarının sürdürebilirliğine ilişkin kuşkuları arttırıyor.Küreselleşmenin bir diğer ayağı da küresel internet ağlarıydı. Bu alanda da parçalanmaya yol açacak gelişmelerin gündeme gelmeye başladığı görülüyor.Science Photo LibraryÖrneğin sosyal medya şirketleri küresel alanda ama siyasi ve yasal ortamı birbirinden farklı ülkelerde çalışıyorlar.Demokrasisi gerileyen, ırkçılığın, nefret suçlarının, komplo teorilerinin ve sahte haberlerin çoğalmakta olduğu ülkelerde sosyal medya şirketlerinin ülkenin siyasi kültürel yaşamı üzerindeki etkilerini kısıtlama, bu şirketlerin mali ve ticari statüsünü belirginleştirme, daha etkin vergileme, hatta internet ulaşımını kısıtlama çabaları artıyor.Bu gelişmeler bir New York Times yorumunda vurgulandığı gibi "Splinternet" (ayrışan internet) kavramını yarattı ve uluslararası bilgiye ve habere ulaşma özgürlüğünün geleceği üzerine bir soru işareti koydu.Özetle ekonomik büyüme, ticaret ve sermayen hareketleri hatta küresel iletişim özgürlüğü alanlarında küreselleşmenin geleceğine ilişkin henüz bir belirgin resim çizmek olanaklı değil.Virüs mutasyonlarının aşıların üzerindeki etkilerinin, aşıların küresel dağılımındaki eşitsizliklerin de Covid-19 krizinin aşılmasını geciktirme olasılığı bu belirsizlikleri daha da arttırıyor. BBC Türkçe

Kısıtlamalar bu haliyle sürdürülemez diyen hekimler: Toplumun belli kesimlerine yüklenmeyin

Kısıtlamalar bu haliyle sürdürülemez diyen hekimler: Toplumun belli kesimlerine yüklenmeyin Hekimler: Son iki haftadır kısıtlamalar aynen sürmesine rağmen olgu sayılarında artış olduğunu bizzat Sağlık Bakanı da söyledi. Salgını kontrol altına alamadık. Eğitim kurumlarında yüz yüze eğitim koşulları sağlanamazken elzem olmayan yerler açık. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın 1 Mart’ta koronavirüsle mücadele kapsamında normalleşme sürecini başlatılacağını duyurmasının ardından gözler mart ayına çevrildi. Hekimler, var olan kısıtlamaların zaten yetersiz olduğunu anımsattı, “Salgını kontrol altına alamadık” değerlendirmesini yaptı.65 YAŞ YASAĞINDAN VAZGEÇİLMELİBursa Uludağ Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala, lokanta, kafeteryalar, kahvehaneler gibi bazı işyerlerinin hizmet sunamaması, saat 21.00’den sonra ve hafta sonu sokağa çıkma yaşağı ile 65 yaş üstü ve çocukların sokağa çıkma kısıtlaması gibi durumların olduğunu anımsatarak “Kısıtlamalar yürürlüğe girdikten sonra olgu ve ölüm sayılarında bir azalma oldu. Fakat son iki haftadır kısıtlamalar aynen sürmesine rağmen olgu sayılarında artış olduğunu bizzat Sağlık Bakanı da söyledi. Kısıtlamaların bu haliyle sürmesi toplumun yalnızca belli kesimlerinin üstüne yük aktarılması anlamına geliyor ki bu haliyle sürdürülmesi mümkün görünmüyor” dedi.SOSYAL TAM KAPANMAToplumun tamamının dayanışma içerisinde bu süreçte yer alacağı bir toplumsal hareketlilik sınırlandırmasının daha doğru olacağını söyleyen Pala, 65 yaş üzeri ve çocukları günün belli saatlerinde dışarıya çıkartabilmesi uygulamasından da bir an önce vazgeçmek gerektiğini söyledi. “Bu durum onların beden ve ruh sağlığını olumsuz etkiliyor” diyen Pala, iller bazında epidemiyolojik ölçütler gözetilerek kısıtlamalara karar verilmesi gerektiğini kaydederek, şöyle devam etti: “Burada da üç temel ölçüt var. Birincisi son 14 günlük süre içerisinde yeni olgu görülme hızı, ikincisi nüfusa göre test yapabilme sayısı, üçüncüsü de testler içerisindeki pozitiflik oranı. Bunların üçü bir arada değerlendirilip o bölgede hangi kısıtlamaların uygulanacağına karar vermek gerekir. Büyükküçük işletme gibi düşünmeksizin ekonomik ve sosyal koşulları oluşturulmuş bir tam kapanmayı yeniden gündeme getirmek gerekir. Bir yıllık bir süreç bize şunu gösterdi: Salgını kontrol altına alamadık, nüfusa göre olgu görülme sıklığında pek iyi durumda değiliz.”‘VAKALARLA İLGİLİ DAĞILIMI AÇIKLAYIN’İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Pınar Saip ise özetle şunları söyledi: “Şehirlerle ilgili 100 bin nüfus üzerinden bir sayı veriliyor ama her şehre ait test sayıları, önceki vaka sayıları ve bu sayıların ilçelere göre dağılımları verilmiyor. İl pandemi kurullarına hâlâ ilgili meslek örgütlerinin, tabip odalarının katılımı sağlanmış durumda değil. Covid-19 enfeksiyonu daha çok hangi mahallelerde, hangi işkollarında, hangi ortamlarda oluyor, test sayıları ne kadar, pozitiflik oranları nedir gibi bilgilere sahip olduktan sonra kapanma- açılma adımlarının neler olması gerektiğine karar verilebilir.Özellikle topluma örnek olması gereken Cumhurbaşkanı kalabalık kongrelere katılıp salgın döneminde bile salonların dolu olmasından övgüyle söz edebiliyor. Küçük esnafın lokantalarını kapatırken kuralların hiçe sayıldığı kapalı salon toplantıları yapıyorsunuz ve kalabalık olmasıyla övünüyorsunuz, bu çok ciddi bir çelişki. Hâlâ eğitim kurumlarında yüz yüze eğitim koşulları sağlanarak yapılamazken çok elzem olmayan yerler açık tutulabiliyor. Okullar için birinci basamak okul sağlığı birimleri oluşturulmalı, salgın koşullarına uygun hale getirilmeli, her kurum kendi özelliklerine göre değerlendirilmeli ve düzenli denetlenmeli.” Sibel Bahçetepe

İktidar, HDP’li vekillerin dokunulmazlık oylamasını, muhalefet için algıyaratmada kullanacak

İktidar, HDP’li vekillerin dokunulmazlık oylamasını, muhalefet için algı yaratmada kullanacak İktidar, HDP’li vekillerin dokunulmazlık oylamasının TBMM Karma Komisyonu’na gelmesi gerektiğini belirtirken, muhalefetin bu fezlekeler ile ilgili kullanacağı oyların da “tarafları belli edeceği” söylemini kullanıyor. İktidar cephesi, HDP’li milletvekilleri hakkındaki “dokunulmazlık fezlekelerinin” bir an önce TBMM Karma Komisyonu’na gelmesi gerektiğinin altını çizerken, muhalefetin bu fezlekeler ile ilgili kullanacağı oyların da “tarafları belli edeceği” söylemini kullanıyor. İYİ Parti kanadının, “dokunulmazlıkların kaldırılması görüşünde olduğuna” dikkat çekilirken daha önce parti içinde “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” sözleri çok tartışılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ise bu kez “milletvekili dokunulmazlıklarıyla ilgili ilkesel bir tutum sergilemekten yana tavır alacağına” işaret ediliyor.Gara’da 13 asker, polis ve yurttaşın PKK terör örgütü tarafından katledilmesinin ardından iktidar bloku da HDP’ye yönelik söylemlerini sertleştirdi. HDP’li milletvekilleri hakkında bugüne değin 914 fezleke Meclis’te bulunurken, Ankara Cumhuriyet Başsavcığı da 9 HDP’li vekil hakkında harekete geçerek yeni “Kobani fezlekelerini”, Adalet Bakanlığı’na gönderdi. Şimdi gözler, Meclis’te. Meclis’teki Anayasa ve Adalet komisyonlarından oluşan Karma Komisyon’un, HDP’li milletvekillerinin haklarında düzenlenen toplam 923 fezlekeyi gündeme alması bekleniyor. Ancak bu fezlekeler ile ilgili gerek Karma Komisyon aşamasında gerekse TBMM Genel Kurul aşamasında, muhalefetin takınacağı tutumun “bir tür turnusol kâğıdı işlevi göreceği” söylemlerine ağırlık veriliyor.‘STRATEJİK ORTAKLIK...’İYİ Parti kanadı, “terörle mücadelenin partinin kırmızı çizgilerinden biri olduğunu”, “terörle iltisaklı her tür faaliyete karşı olduklarını” belirterek “dokunulmazlıklarının kaldırılması ve yargılama yolunun açılması için tavırlarının evet olacağına” işaret ediyor. İYİ Parti, bu durumun, “stratejik ortaklık olan Millet İttifakı’na zarar vermeyeceği” görüşünde.‘İLKESEL’ TUTUMKulislerde, milletvekilliği dokunulmazlığı ile ilgili CHP’ninse, “ilkesel bir tutum sergilemekten yana tavır alacağı” da konuşuluyor. Bunun en önemli nedenlerinden birinin de Kılıçdaroğlu’nun 2016’daki tavrı olduğu belirtiliyor. O dönem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, HDP’nin eski eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın “özerklik” açıklamalarının “anayasa suçu” olduğunu belirterek “Dokunulmazlıklarının kaldırılması suretiyle başlayacak süreç, terörle mücadele açısından ülkemizdeki havayı da olumlu yönde etkileyecektir” demişti. Bu sözlerin ardından da Kılıçdaroğlu, “Anayasaya aykırı olsa bile evet diyeceğiz” diyerek dokunulmazlıkların kaldırılmasından yana tavır belirlemişti. Kılıçdaroğlu’nun o dönemki sözlerinin gerek parti içinde gerekse taban nezdinde çokça tartışıldığına atıf yapılarak, bu kez, “CHP’nin iktidarın bu tuzağına düşmeyeceği” belirtiliyor. İktidarın “HDP’li milletvekillerinden başlayarak milletvekili dokunulmazlıkları üzerinden yeni bir siyaset oyunu kurgulamak istediği, HDP ile birlikte CHP gibi diğer muhalefet partilerini de dokunulmazlıklar üzerinden kıskaca almayı hedeflediği” ifade ediliyor. Ancak CHP’de dokunulmazlıklarla ilgili son noktada karar verecek mekanizmanın da parti meclisi ve merkez yönetim kurulu olacağına işaret ediliyor.‘GİZLİ ORTAKLAR’ SÖYLEMİYLE SIKIŞTIRACAKLARİktidar kanadı, CHP’nin tavrına yönelik bir strateji belirleyecek. Dokunulmazlıklarla ilgili tavrın “muhalefet açısından HDP ile ilgili ‘Gizli ortak mı değil mi görülecek” görüşünde birleşen iktidar cephesi, muhalefetin karşısına da “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerin hiçbiri devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz” kozuyla çıkacak. Ayrıca iktidarın, muhalefete dokunulmazlıklarla ilgili, “yasama dokunulmazlığı ile hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasının anayasanın 14, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin de 17. maddesine göre aykırı olacağı anımsatmasını yapacağı” belirtiliyor. Selda Güneysu

Ağbaba, salgında risk altındaçalışan ve işyüküartan gassalların sorunlarına dikkatçekti

Ağbaba, salgında risk altında çalışan ve iş yükü artan gassalların sorunlarına dikkat çekti CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, salgın döneminde iş koşulları ağırlaşan gassalların sorunlarına yönelik bir çalışma hazırladı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba'nın gassallarla ilgili çalışmasında, iş yükleri ve çalışma saatleri artan gassalların risk altında oldukları ortaya çıktı. 10 meslektaşlarından 4’ünün Covid-19’a yakalandığını ve salgın hastalıklara karşı korunmasız olduklarını belirten gassallar, sağlık çalışanlarına verilen desteklerin yanı sıra aşı önceliğine sahip olmak istiyor.CHP’li Ağbaba’nın, “Gassalların Pandemi Koşullarındaki Sorunları” başlıklı çalışmasında, öne çıkanlar şöyle:Covid-19 aşısında öncelik: Gassallar normal şartlarda günde 10-15 cenaze yıkarken, bu rakam pandemi döneminde 30-35’e yükseldi. Normalde günlük ortalama 10 saat çalışan gassallar, pandemide bu sürenin üzerinde mesai yapmaya başladı. Her 10 gassaldan 4’ü Covid-19’a yakalandı. Tüm salgın hastalıklara karşı korunmasız olan gassallar, Covid-19 aşısında öncelikli gruplar arasında yer almak, sağlık çalışanlarına verilen ücretsiz ulaşım ve ek desteklerden yararlanmak istiyor.Yıpranma payı ve psikolojik destek talebi: Türkiye’de Sağlık Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve yerel yönetimlerde yaklaşık 10 bin civarında gassalın çalıştığı tahmin ediliyor. Hayatını kaybeden insanları yıkayıp kefenleyen gassallar, herkesin yapmaya cesaret edemeyeceği bir görevi yerine getiriyor. Fiziksel ve psikolojik açıdan zor bir mesleğe sahip olan gassallar, meslek tanımı, güvenceli çalışma koşulları, yıpranma payı ve ücretsiz psikolojik destek talep ediyor.Eşit işe eşit ücret: Gassallar, başta yerel yönetimlerde hizmet verenler olmak üzere tüm meslektaşlarının kadroya alınmasını ya da açılacak memuriyet kadroları ile kamu personeli statüsünde istihdam edilmek istiyor. 3 bin ile 4 bin 500 TL arasında ücret aldıklarını belirten gassallar, “eşit işe eşit ücret” ve insanca yaşayabilecek seviyede maaş talep ediyor. Erdem Sevgi

TBMM Deprem Komisyonu’nda belediyelerüzerinden kayyım tartışması

TBMM Deprem Komisyonu’nda belediyeler üzerinden kayyım tartışması TBMM Deprem Komisyonu’nda çalışmalar hakkında belediyelerin yaptığı sunumlar sırasında kayyım tartışması yaşandı. Kayyım atanan belediyelerden olan Van Büyükşehir Belediyesi’nin Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Mucip Tapan’ın sunumunu eleştiren HDP’li Ali Kenanoğlu, “Seçilmiş yönetim ile kayyım yönetimi arasındaki farkı da çok net bir şekilde görmüş olduk” dedi. AKP’li Mustaf Demir ise kayyımı “Van’da, Diyarbakır’da, Hakkâri’de sokakta bıraksanız belediyenin binasını bulamayacak, hiç o bölgeyle alakası olmayan belediye başkanları gördük” cümleleri ile savundu.Komisyonda, eski AKP Van Milletvekili aday adayı da olan Van Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Mucip Tapan, Van depreminden sonra ilde yapılan 17 bin yeni konutun ihtiyacı karşılamak adına bölgenin sosyolojik durumuna uymadığı ve ulaşım planlaması yapılmadığı gerekçesiyle eleştirdi.Tapan’ın sunumunun ardından milletvekilleri arasında kayyım tartışması yaşandı. HDP’li Kenanoğlu, Tapan’ın sunumunu eleştirerek, “Van’ı dinlemek istedik ama Van’dan çok beyefendi kendi çalışmaları üzerinden değerlendirmelerde bulunmak durumunda kaldı. Seçilmiş yönetim ile kayyım yönetimi arasındaki farkı da çok net bir şekilde görmüş olduk. Buradan Van Belediye Eşbaşkanları Bekir Kaya ve Bedia Özgökçe Ertan’ı selamlıyorum” dedi. Kenanoğlu’nun sözlerine AKP’li Mustafa Demir ise şunları kaydetti:“O bölgede; Van’da, Diyarbakır’da, Hakkâri’de sokakta bıraksanız belediyenin binasını bulamayacak, hiç o bölgeyle alakası olmayan belediye başkanları gördük. Şimdi, onlar ile bunları mukayese edince yani sizi ve onları mukayese edince... Orada genel sekreter olarak çalışıyor olmanız bence takdire şayan bir durum, çok önemli. Van halkı açısından da alacağı hizmetler açısından da ülkemiz açısından da son derece önemli.” Sefa Uyar

Mimarlar OdasıAnkaraŞube BaşkanıTezcan KarakuşCandan, Danıştay 6. Dairesi'nin CumhurbaşkanlığıSarayıkararınıdeğerlendirdi

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Danıştay 6. Dairesi'nin Cumhurbaşkanlığı Sarayı kararını değerlendirdi Danıştay 6. Dairesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün mirası Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisi üzerine kurulu Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın “yapımına temel sağladığı” öne sürülen düzenlemeyi iptal etti. Kararı yorumlayan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, iptal kararının temyiz edilebileceğini ancak temyizden de farklı bir karar beklemediklerini belirterek “sarayın yok hükmünde olacağına” işaret etti. Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu, 16 Ocak 2014’te tarihi sit alanlarına karşı ilke kararı yayımladı. Buna göre “kamu hizmeti yapıları”, tarihi sit alanlarında yapılamayacak olan “inşai ve fiziki uygulamaların” dışında bırakıldı. Böylece karar ile tarihi alanlarda “kamu binası” yapılmasının önü açıldı. Danıştay 6. Dairesi de ilke kararını iptal etti. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Candan, kararın ardından gelişecek süreci Cumhuriyet’e değerlendirdi.İptal kararının en önemli örneğinin Cumhurbaşkanlığı Sarayı olduğunu söyleyen Candan, Cumhurbaşkanlığı’nın henüz bir açıklama yapmadığı ancak kararı temyize götürebileceklerini belirtti. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun “hukuka aykırı” kararının ardından söz konusu düzenlemenin Danıştay 6. Dairesi’ne geldiğine ve iptal edildiğine dikkat çeken Candan, “Bu kararın temyiz makamı da hukuka aykırı bulan makam yani Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu olacak. Kurulun daha önce verdiği kararın aksine bir karar vereceğini düşünmüyoruz” dedi. Candan, temyizin iptal kararını onaması ile birlikte Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın “yok hükmünde” olacağını vurguladı.‘HESAPLAŞMA MEKÂNI’İptal kararının hemen ardından “Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın boşaltılması çağrısında bulunduklarını” anımsatan Candan, “Devleti temsil eden birisinin kaçak bir yerleşkede oturuyor olması uluslararası açıdan da çok büyük bir skandal. Devleti temsil eden meşru ve yasal mekân Çankaya Köşkü’dür” dedi. Candan, temyizde iptal kararının onanmasının ardından Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın durumunun ne olacağına ise toplumun karar vereceğini söyledi. Candan, “Çünkü orası sadece bir mekân değil, rejimle hesaplaşmanın mekânsal karşılığı. Cumhuriyet rejimine yönelik bir hesaplaşma sürecinde Atatürk’ün şartlı bağışı ve vasiyeti ihlal edilerek o bina oraya yapıldı. Toplum bunu da değerlendirecektir. Bu, Türkiye’nin bir demokrasi sınavı anlamına gelir” diye konuştu. Sefa Uyar

OMÜ’lühekimler açık mektup yayımladı: Bu düzeni devam ettirmeye gücümüz yok

OMÜ’lü hekimler açık mektup yayımladı: Bu düzeni devam ettirmeye gücümüz yok “OMÜ’den Asistan Hekimler” imzalı açık mektupta, son günlerde artan genç hekim ölümlerine dikkat çekilerek, “Tüm hekimlere çağrımızdır gelin hep birlikte dönüştürelim” denildi. Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi asistanları, yaşanan sorunları “açık mektup” ile dile getirerek tüm hekimlere dayanışma çağrı yaptı.“OMÜ’den Asistan Hekimler” imzalı açık mektupta, son günlerde artan genç hekim ölümlerine dikkat çekilerek, “Genç hekim ölümleri kaygılarımızı da öfkemizi de arttırıyor” denildi. Tıp eğitiminin zorlu aşamalarının anlatıldığı mektupda, çalışma koşullarındaki adaletsizlik ve mobbinge dikkat çekildi. Asistan hekimlerin yayımladığı mektupda şunlar kaydedildi: “Polikliniklerde, servislerde tek başımıza çoğu zaman yalnızca akranlarımızdan öğrendiğimiz yaklaşımlar ile koca yükler sırtlıyoruz. Hasta yakınlarının ilk muhatabı olarak şiddete maruz kalıyor, çoğu zaman dinlenme arası dahi vermiyor, 24 saatlik nöbetlerimizi tuttuktan sonra da çalışmaya devam ettiriliyoruz.. İyi bir eğitim süreci geçirmek için ne zaman, ne istek ne de gücümüz kalıyor. Sorunları dile getirdiğimizde ‘öğretmemek’ eğitim süresini uzatmak, fazla nöbet yazmak gibi birçok tehditle karşı karşıya kalıyor, mobbinge uğruyoruz ve zorlu yollardan gelerek ulaştığımız eğitim hakkımızdan vazgeçmemek için susmak zorunda bırakılıyoruz (veya kalıyoruz). Mesleğimizin ve yaşımızın en değerli zamanları; bazılarımızı hiçbir ruhsal sorunu yok iken tükenmişlik, değersizlik, depresyon gibi sorunlara iten, bazılarımız için de çıkmazlarının üzerine çıkmaz ekleyen ve hatta intihara giden bir döneme dönüşüyor. Artık herkesin bildiği ama sustuğu bu düzeni devam ettirmeye gücümüz yok. Ama dönüştürme, değiştirme gücümüz var. Tüm hekimlere çağrımızdır, gelin hep birlikte dönüştürelim.” Cemil Ciğerim

Ankara Tabip Odası(ATO) Yönetim KuruluÜyesi Dr. LaleşTunç, asistan hekimler için: 'Güneşışığıgörmeyen var'

Ankara Tabip Odası (ATO) Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Laleş Tunç, asistan hekimler için: 'Güneş ışığı görmeyen var' Ankara Tabip Odası (ATO) Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Laleş Tunç, asistan hekimlerin sorunlarını anlattı. Kendisi de bir asistan hekim olan Ankara Tabip Odası (ATO) Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Laleş Tunç, asistan hekimlerin uğradığı mobbingi, “Asistan hekime mobbingi bu kadar artıran şey, asistan hekimin iş tanımının net olmaması. Her pozisyonda çalıştırılabiliyor ve net bir iş tanımı olmadığı için ciddi mobbinge uğruyor” sözleriyle anlattı. Alanları dışında verilen işlerden uzun çalışma saatlerine kadar yaşadıkları pek çok sorunu aktaran Tunç, “Resmi çalışma saatimiz bile 36 saat. Bu zaten çok uzun ama bunun da ötesine çıktığımız çok oluyor. Hiç güneş ışığı görmeden aylar geçiren asistanlar var” ifadelerini kullandı.Asistan hekimlere yönelik mobbingi artıran en önemli unsurun “iş tanımlarının net belirlenmemesi” olduğunun altını çizen Tunç, “Her uzmanlık alanının alması gereken eğitimler belirlidir. Ama günlük hayatta bu uygulanmıyor. Daha çok kâğıt işleri gibi hastanenin işinin dönmesi için yapılması gereken işler asistan hekimlere veriliyor. Bu nedenle de asıl eğitimimize vakit kalmıyor. İşleyiş içinde eğitimimiz hep ikinci planda kalıyor” ifadelerini kullandı. Çalışma saatlerinin uzunluğuna da dikkat çeken Tunç, “Resmi çalışma saatimiz bile 36 saat. Bu zaten çok uzun ama bunun da ötesine çıktığımız çok oluyor” dedi. Sarp Sağkal

Antidepresan ilaçkullanımıyüzde 9.6 arttı.İntiharlar korkutuyor

Antidepresan ilaç kullanımı yüzde 9.6 arttı. İntiharlar korkutuyor Salgın nedeniyle ekonomik kriz giderek derinleşti. Son iki ayda işini kaybeden ve geçim sıkıntısı yaşayan 95 yurttaş yaşamına son verdi. 2020 yılında 99 bin 588 esnafın dükkânı ve 40 bin 735 şirket kapandı, gerçek işsiz sayısı 10.7 milyona ulaştı. Bir hanede bir değil, birden fazla kişi borçlu. Salgın nedeniyle ekonomik kriz giderek derinleşirken, 2021 yılında geride bıraktığımız 2 ay içinde işini kaybeden ve geçim sıkıntısı yaşayan 95 yurttaş yaşamına son verdi. Ticaret Bakanlığı verilerine göre 2020 yılında 99 bin 588 esnafın dükkânı ve 40 bin 735 şirket kapandı, gerçek işsiz sayısı ise 10.7 milyona ulaştı. Salgının ekonomik etkilerini azaltmak için ilk olarak 17 Nisan 2020 tarihinde ilan edilen işten çıkarma yasağı mayıs ortasında bitecek. Yasağın bitmesiyle birlikte işsizler ordusuna binlerce kişinin daha katılması bekleniyor.Kocaeli’nde son 10 gün içerisinde ekonomik sıkıntı nedeniyle 7 kişi yaşamına son verdi. İzmir’de 31 Ocak’ta iki çocuk babası müzisyen Erdem Topuz, 19 Şubat’ta bir yıldır işsiz olduğu belirtiyen 29 yaşındaki müzisyen Mehmet Mert El, canına kıydı. 2021 yılında geride bıraktığımız yaklaşık 2 ay içinde eden 95 kişinin benzer gerekçelerle yaşamına son vermesi ağır tabloyu gözler önüne seriyor.CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, CHP Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) Meclisi üyesi Pınar Abdal, acı tabloyu Cumhuriyet’e değerlendirdi.‘YÜZDE 80’İ YOKSUL’- CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba: Gerçek işsizliğimiz 11.2 milyonu aşmış. İşsiz kalan, geçim sıkıntısı yaşayan, ailesine bakamayan milyonlar artık tek çare olarak intiharı düşünmektedir. Türkiye’de neredeyse her bir hanede artık tek bir kişi değil, birden fazla birey borçlu durumda. Kısa çalışma ödeneği pandemi sonrasına kadar devam ettirilmezse ilerleyen aylarda kitlesel işten çıkarmaların yaşanması kaçınılmazdır. Kısa çalışma ödeneği devam etmeli ancak ücretsiz izin köleliğine ve kod29’dan işten çıkarmalara son verilmelidir. Ayrıca salgın sürecinde işverenlere İşsizlik Fonu’ndan verilen desteklere son verilmeli, fon sadece işçiler için kullanılmalıdır.- CHP Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer: 81 ilin yerel gazetelerini tek tek taradık ve ocak ayında en az 95 kişinin intihar ettiğini belirledik. Kaç kere sormamıza rağmen bakanlık bize veri vermiyor. İntiharların en büyük nedeni şüphesiz pandemi koşullarıyla birlikte ağırlaşan ekonomik sıkıntılar.- İSİG Meclisi üyesi Pınar Abdal: İşsizlik pandemi döneminde had safhaya ulaştı. 10 milyonu aşkın işsiz var. İstihdamda olup pandemiden dolayı işbaşında olmayan 5 milyon kişiyi de düşünmek gerekiyor. Pandemi döneminde sözde işten çıkarma yasaklanmıştı. Fakat bu dönemde ücretsiz izin silah olarak kullanıldı. Bu kapsamda 2 milyon kişi ücretsiz izne çıkarıldı. Diğer yandan Kod 29’da suistimal edilerek işten çıkarmalar yaygınlaştı. Bunlar buzdağının görünen kısmı. Biz bir yandan da işyerinde ve işe bağlı intiharların kaydını tutuyoruz. TÜİK verilerinde de intihar edenlerin yüzde 80’inin yoksullar olduğunu görüyoruz. Türkiye’de işsizlik ve yoksulluk oranlarının artmasıyla beraber intihar oranlarının da arttığını görüyoruz. İşsizlik, borçluluk, güvencesizlik ve işyerinde baskı, intiharların başlıca sebepleri. Tedbirlerin bırakılması durumunda bu rakamların daha da artacağı ortada.DÖRT BİR YANDA BUHRAN VARCHP Ankara Milletvekili Eczacı Gamze Taşcıer, antidepresan ilaç kullanımındaki artışa dikkat çekerek “Saray’dan görünmüyor olabilir ancak Türkiye’nin dört bir yanında büyük bir buhran var” dedi.Antidepresan kullanımındaki artışa dikkat çeken CHP’nin eczacı kökenli milletvekili Gamze Taşcıer, “2019’da 49.8 milyon kutu antidepresan ilaç satılırken bu sayı 2020’de 54.6 milyona çıktı. Artış oranı ürkütücü boyutta. 2018’den 2019’a artış oranı yüzde 1.8 iken 2019’dan 2020’ye artış oranı yüzde 9.6 olmuş. Bunların reçeteli ilaçlar olduğu ve pandemi nedeniyle sağlık kurumlarına gitmeye çekinildiği de düşünüldüğünde, antidepresan kullanma ihtiyacı olan vatandaş sayısının aslında çok daha fazla olduğu da ortada” dedi. Türkiye’nin görülmemiş bir krizle karşı karşıya olduğunu belirten Taşcıer, “Sonuçta da antidepresan kullanım oranı olağanüstü düzeyde artıyor. AK Parti Türkiye’nin psikolojisini bozuyor” ifadelerini kullandı. Zehra Özdilek

28Şubat’ın 24. yılında emekli OrgeneralÇetin Doğan, sahte belgeyi açıkladı

28 Şubat’ın 24. yılında emekli Orgeneral Çetin Doğan, sahte belgeyi açıkladı 28 Şubat, 1997’de yaşandı. 103 sanıklı dava, AKP’nin yargıyı FETÖ’ye teslim ettiği yıllarda açıldı. Davanın sanıklarından emekli Orgeneral Doğan, “Son günlerde yandaş medyada 28 Şubat sürecinin gündeme getirilmeye başlanması Yargıtay safhasındaki davanın incelemeye alındığının işaretidir” dedi, FETÖ’nün 28 Şubat davasında da sahte belge ürettiğini söyledi. - “Genelkurmay Başkanlığı, ‘Gizli’ gizlilik derecesine sahip evrakın dışarıya sızdırılmasına karşı bir önlem olarak 5 Kasım 2002 tarihinden itibaren ‘evrak güvenlik numarası’ uygulamasına geçmiştir. Bu tarihten itibaren Genelkurmay Karargâhı dışına yayımlanan evrak ‘numaratör’ ile kaşelenmeye başlanmıştır.”- “Kumpasçıların 1997 tarihini taşıyan, ürettikleri ve amaçlarına uygun olarak tahrif ettikleri gerçek belgeler üzerinde ‘evrak güvenlik numarası’ bulunmakta. 28 Şubat davasının ek klasörlerinde 2002 yılı öncesine ait bir kısım gerçek tarih sayılı belgelerin üzerinde ‘evrak güvenlik numarası’nın bulunması, bu belgelerin içeriklerinin de tahrif edilmiş olduğunu kanıtlıyor.”- Sayın Doğan, Türkiye bir ara yargı reformunu tartışıyordu, şimdi de yeni anayasayı.. “Amaç, gündem değiştirmek” diyenler de var... Siz ne düşünüyorsunuz?Amaç, gündem değiştirmekse “uzay muhabbeti” türünden konuların ortaya sürülmesinin kamuoyunda çok daha fazla ses getirdiğini birileri “Encümen-i Daniş”e fısıldasa iyi olur. Bu tür muhabbetlerle ahali kasvetli karantina günlerinde Nasreddin Hoca’nın torunlarının ürettikleri gülmeceler ile nasipleniyorlar. “Bir kahkaha bir kilo pirzolaya bedeldir” diye bir atasözümüz bile var, unutulmasın. Yeni anayasa tartışmasını gündeme taşımak bizim sadece içimizi acıtıyor. Uygulanmayan bir anayasa ve usul hukuku varken, yargı erkinin ahaliye çektirdiği çile ortadayken, yeni anayasa ve yargı reformu tartışması açmak ahalinin ne işine yarıyor? Havanda su dövmenin zamanı olmadığını belirtmek için, bazı hatırlatmalar yapmak uygun olacaktır. Yeni anayasa ve yargı reformlarının gündeme getirilmesi hep toplumsal düzeni aşamalı olarak siyasi İslama taşıma amaçlı olmuştur. Şimdiye kadar “Özgürlük, bağımsız ve tarafsız yargı” ve de “Yeni Türkiye, güçlü Türkiye, etkin yürütme sistemi” sloganları ile gündeme taşınan, kabul gören iki referandumun ardından ulaştığımız nokta ortadadır. Hafıza tazelemesi amacıyla konuyu biraz daha açıklığa kavuşturalım.AMAÇ CUMHURİYET KURUMLARINI TESLİM ALMAK- Az önce bir ifadeniz oldu, onu açalım diyorum: “Yeni anayasa ve yargı reformlarının gündeme getirilmesi hep toplumsal düzeni aşamalı olarak siyasi İslama taşıma amaçlı olmuştur.”Evet, öyle dedim. Bakınız, FETÖ ile kol kola başarı ile tamamlanan 12 Eylül 2010 referandumunun amacı, siyasi İslam ve keyfi yönetime karşı direnç gösteren Cumhuriyet kurumlarını teslim almaya yönelik olmuştur. Bu amaç için referandumda hiç kimsenin itirazı olamayacak “Tam bağımsız ve tarafsız yargı” sloganı başarıyla kullanılmıştır. Bu başarıda, “kullanılmaya elverişli liberal (!) aptal” kesimlerin katkıları da elbette yadsınamaz. Sonuçta adaletin simgesi Themis’in giysisi hoyratça yırtılmış, elindeki kitap parçalanmış, ayağının altındaki yılan serbest kalmış ve de elindeki kılıç yobaz ellerde laik, demokratik, Atatürkçü yurtsever güçlere karşı acımasızca kullanılmıştır.- 16 Nisan 2017 referandumu için de aynısı söylenebilir mi?15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminin ardından devlet yönetiminde tek hâkim güç olarak cumhurbaşkanı “zuhur” etmiştir. Cumhurbaşkanı’nın anayasaya aykırı fiili uygulamalarını yasal bir zemine kavuşturmak acil bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda yeniden referanduma yeşil ışık yakan Sayın Bahçeli’nin sözleri hatırlanacaktır. 16 Nisan 2017 referandumunda AKP’nin kullandığı “Kararımız evettir... Yeni Türkiye, güçlü Türkiye, Türkiye’nin sorunlarını aşacağı etkin bir yürütme sisteminin kurulabilmesi için evettir” sloganını hatırlayalım. Referandum sonucunda fiilen demokratik parlamenter sistem sonlandırılmış, ülkemize özgü, II. Meşrutiyet dönemi padişahlarından daha yetkili, buna karşılık icraatından sorumsuz, ülkemize özgü bir “başkanlık sistemi” hayata geçirilmiştir.ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ERKEN GENEL SEÇİMLE İLGİLİ- Yargı reformu ve yeni anayasa tartışmasının niçin gündeme taşındığını konuşmaya devam edelim. Bu istemin ardında nasıl bir akıl var?“Yargı Reform Paketi” ve de anayasa değişikliği için başlatılan süreç, kaçınılmaz görünen erken genel seçimle ilişkilidir. Yaşam tutkusu, geleceğini güvenceye alma, hesap verme kaygısı, insanoğlunun doğal içgüdüleridir. Cinci hocalar, “sevap işleyerek” ahrette hesap vermekten kurtulmanın bin bir yolunu gösterseler de yaşadığımız bilgi çağında kul hakkı yiyenler için “Sap döner, keser döner; gün gelir, hesap döner” söylemi daha geçerlidir. Bu nedenle iktidar sahiplerinin kamuoyunda kuşku verici iddialarının gelecekte yasal zeminde sorgulanmasını önlemeye yönelik metinleri şu veya bu şekilde reform paketine sıkıştırmak isteyecekleri bilinmelidir. Özetle: Baskın bir erken seçime, Millet İttifakı’nın toparlanmasına fırsat vermeden takviyeli bir Cumhur İttifakı ile gidilmesini sağlamak, bu arada hazırlanacak metinlerde cumhurbaşkanın üçüncü defa seçimi, eski hesapların kapatılması, cumhurbaşkanın yemin metni ile uygulamadaki çelişkinin giderilmesi gibi mevcut pürüzleri gidermek ve yanı sıra inisiyatifin kamuoyunca genel kabulünü sağlayıcı kozmetik nitelikte tatlı/ekşi sosların metinlerde yer alacağından kuşku duyulmasın.- Röportaj yaptığım tüm hukukçular aynı noktaya dikkat çekerek “Türkiye’de yasalarda sorun yok... Sorun uygulamada” diyor. Öyleyse biz niye sürekli reform yapıyoruz?Tabii. Ülkemizde “adaletin” acınası hali bütün eksikliklerine rağmen anayasa ve yasa metinlerinin uygulanmasından değil, daha çok, uygulanmamasından kaynaklanıyor. Yargıdan duyulan şikâyetin kaynağı yargı erkinin siyasetin tasallutunda bulunması ve yargı içine siyaset simsarlarının çöreklenmiş olmasıdır. Yargıyı siyasetten arındırmadıkça, çağdaş demokratik bir toplum için vazgeçilmez demokratik hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması olanaksızdır. Bu nedenle, önce anayasa ve yasa metinlerinde görülen eksikliklerin tartışmaya açılması, arabayı atın önüne koşmaktan başka bir şey değildir. Silah arkadaşlarımla birlikte 10 seneyi aşkın süredir yargı girdabında çektiğimiz ve hâlâ da çekmeye devam ettiğimiz çilenin kaynağı, ülkemizde “yargı erk”inin tepen tırnağa büyük ölçüde siyasallaşmış olmasıdır. Yaşadığımız Balyoz ve 28 Şubat davaları sürecinde hâkim ve savcıların gözlerinin, adaletin terazisine değil, daima iktidarın işaretine, söylem ve eylemlerine odaklı olduğunu gördük. Her iki davanın bizce hâlâ devam eden sürecinde iktidar sahiplerinin davaya müdahale niteliğinde onlarca demeci tazeliğini korumaktadır. Siyasi davalarda hâkim ve savcıların yönlendirilmesinde “yandaş medyanın” da önemli işlevi olmaktadır. Ne zaman bizim “yandaş medyanın” silahşorları Bremen mızıkacıları gibi hep bir ağızdan Balyoz ve 28 Şubat davalarını gündeme getirseler, bilirim ki “yargı” ve “yönetime” bir hizmet yarışı başlamıştır. Son günlerde “yandaş medyada” 28 Şubat sürecinin gündeme getirilmeye başlanması Yargıtay safhasındaki bizim davanın incelemeye alındığının işaretidir.3 BİN 500 SAYFALIK GEREKÇELİ KARAR ÇÖPTEN İBARET- İlginç. Bu sonuca nereden vardınız?Önce 28 Şubat davasının neden ibaret olduğunu özetlemek isterim. Avukatımız Sayın Aykanat Kaçmaz, bütün sanıklar ve sanık avukatları adına, 8.7.2020 tarihinde 1734 sayfa, 18 ek, 1 CD ve 1 DVD’den oluşan bir bavul dolusu belgeyi “ortak savunma dilekçesi” olarak Yargıtay’a teslim etmiştir. Dilekçede sunulan belgeler 28 Şubat davasının gerek davayı kotaranlar gerek davayı sürdüren hâkim ve savcılar ve gerekçeli karara esas alınan sahte dijital kanıtlar, bilirkişi raporları açısından, Balyoz ve türevi davalarının karbon kopyası olduğunu kanıtlamıştır. Bu bilgiler, çok ayrıntılı olarak 28 Şubat davasının neden ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Gerçekte hiçbir ayrıntıya girmeye gerek kalmadan Genelkurmay Başkanlığı’na ait güncel tek bir resmi belge ile Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin davaya ilişkin 3 bin 500 sayfalık gerekçeli kararının çöpten ibaret olduğunu ortaya koymaya yeterlidir.- Nasıl bir belge! “Çöpten ibaret” ifadesi çok iddialı... Sahte mi?Söz konusu belge, Ankara 21. İstinaf Bölge Mahkemesi ve Yargıtay’a sunulan dosyada yer almaktadır. Madde başlıkları halinde açıklayalım: 28 Şubat davasının 3 bin 500 sayfalık gerekçeli kararında “Mahkeme heyetinin suçun sübutuna ilişkin kanaate ulaşmasında esas alınan deliller” yer almaktadır. Bu delillerin tamamının üzerinde sahte olduklarını kanıtlayan rakamsal damgalar bulunmaktadır.- Damgaları vuran kim(ler)?“Kusursuz cinayet olmaz” söyleminin doğruluğunu kanıtlayan bu damgalar, sahte delilleri üretenler tarafından vurulmuştur. Genelkurmay Başkanlığı, “Gizli” gizlilik derecesine sahip evrakın dışarıya sızdırılmasına karşı bir önlem olarak 5 Kasım 2002 tarihinden itibaren “evrak güvenlik numarası” uygulamasına geçmiştir. Bu tarihten itibaren Genelkurmay Karargâhı dışına yayımlanan evrak “numaratör” ile kaşelenmeye başlanmıştır. Gel gör ki kumpasçıların 1997 yılı tarihini taşıyan ürettikleri ve de amaçlarına uygun olarak tahrif ettikleri gerçek belgeler üzerinde evrak güvenlik numarası bulunmaktadır. Genelkurmay Başkanlığı arşivindeki bütün gerçek belgelerde ise 2002 yılı öncesinde yayımlanmış hiçbir belgede doğal olarak evrak güvenlik numarası bulunmamaktadır.BELGE İÇERİKLERİNİN TAHRİF EDİLMİŞ OLDUĞUNUN KANITI- Tüm bu olup bitenler bize neyi gösteriyor?28 Şubat davasının ek klasörlerde 2002 yılı öncesine ait bir kısım gerçek tarih sayılı belgelerin üzerinde evrak güvenlik numarasının bulunması bu belgelerin içeriklerinin de tahrif edilmiş olduğunu kanıtlıyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın evrak güvenlik numarası uygulamasına ilişkin resmi yazısının başlık kısmı ile ilgili maddesini içeren fotoğraf alıntısını da size vereceğim. Belgenin aslı, Ankara 21. Bölge İstinaf Mahkemesi’ne ve Yargıtay’a sunulan dava dosyasındadır. 28 Şubat davasının gerekçeli kararında “Suçun sübutuna ilişkin kanaatin oluşmasına esas alınan delillerden” olduğu nitelendirilerek yüzlerce defa atıfta bulunulan ilk üç sahte belgenin tarih sırasına göre fotoğraf alıntıları görülmektedir. Fotoğraf alıntılarının üzerinde “evrak güvenlik numarası” belirgin olarak görülmesi için kırmızı kalemle işaretlenmiştir. Sahte belgelerin tamamı Genelkurmay amblemli 5 No’lu CD’ye kayıtlı olup çıktıları alınarak dava dosyasına konmuştur. Söz konusu CD’yi FETÖ savcısına teslim eden ise TSK’den “Fethullah Gülen cemaati ile ilişkisi nedeniyle” 1997 yılında ilişiği kesilen bir tabip yüzbaşıdır.- Belgeden ne zaman haberdar oldunuz?“Evrak güvenlik numarası” uygulanmasına Genelkurmay Başkanlığı’nca ben emekli olmadan bir yıl önce başlanmıştır. Dava dosyasındaki 1997 tarihli belgelerde “evrak güvenlik numarası”nın vurulmuş olmasını, evrakların soruşturma evresinde Genelkurmay Karargâhı’ndan 2012 yılı itibari ile gönderilmiş olmasından dolayı hiç yadırgamamıştık. Söz konusu evrakı çok ayrıntılı bir şekilde inceleyen davanın sanıklarından Sayın E. Alb. Erkan Yaykır, Ankara Bölge 21. İstinaf Mahkemesi’ne sunulmak üzere “Ortak Çatı Savunmasını” hazırlama aşamasında dikkatimizi çeken bir tespitini paylaşmıştır. Sahte ve tahrifata uğramış 1997 tarihli gerçek belgelerin tamamı “evrak güvenlik numarası” ile taranmış olarak Tamer Tatar tarafından savcılığa teslim edilen CD’nin içeriğinde bulunmaktadır. Bu suretle Genelkurmay Karargâhı’ndan cumhuriyet savcılığına gönderilen belgelerin aslında CD’den çıktı alınarak Genelkurmay Başkanlığı’ndaki işbirlikçilere gönderilen belgeler olduğu belirlenmiştir. Sahte ve tahrifata uğratılmış belgelerin orijinal kaynağı olan CD’de taranmış olarak “evrak güvenlik numarası” taşıması, kurulan kumpasın tartışmasız kanıtıdır. Bu kanıt Genelkurmay Karargâhı’nda “evrak güvenlik numarası” uygulamasının tarihçesi hakkında bilgi sahibi olmayan kumpasçıların “olay mahallinde” farkına varmadan bıraktıkları izleridir.GENELKURMAY BAŞKANLIĞI’NIN TEYİDİNDE SORUN YAŞADIK- Nasıl ele geçirildi?Evrak güvenlik numarasına ilişkin söz konusu Genelkurmay belgesinin ele geçirilişi biraz “pehlivan hikâyesine” benziyor. Uzatmadan özetleyeyim: Sayın Yaykır’ın önerisi üzerine ortak çatı savunmasının hazırlanmasında görev alan avukat Sayın Ömer Çelikkese, 22 Temmuz 2019 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’na “Bilgi Edinme Hakkı” kapsamında bazı bilgi ve belgeleri talep eden bir dilekçe göndermiştir. Talep edilen bilgiler arasında “evrak güvenlik numarası” uygulamasının Genelkurmay Başkanlığı’nda ne zaman başladığı hususu da yer almaktadır. Yapılan resmi yazışmalardan anladığımız kadarı ile Genelkurmay Başkanlığı’nca 21. Bölge İstinaf Mahkemesi’ne 30 Temmuz 2019 tarihinde bir yazı göndererek söz konusu dilekçeye cevap verilip verilmeyeceği hususunda bilgi talebinde bulunmuştur. 21. Ankara Bölge İstinaf Mahkemesi 12 Eylül 2019 tarihli cevabi yazısında “Talep edilen bilgi ve belgelerin verilmesi hususunda bir değerlendirme yapılmasının uygun olmadığı” şeklinde yanıt vermiştir. Bunun üzerine Genelkurmay Karargâhı’nda başkanlıklar düzeyinde bir toplantı yapılarak durum değerlendirmesi yapılmış ve nihayet evrak güvenlik numarası uygulamasına Genelkurmay Karargâhı’nda 5 Kasım 2002 tarihinde başlandığına ilişkin emrin tarih ve sayısı dilekçe sahibine resmen bildirilmiştir. Bu noktada dava sürecinde ortaya çıkardığımız sahtekârlıkların Genelkurmay Başkanlığı’nca teyidinde neden sorun yaşadığımıza açıklık kazandırayım.- Lütfen...Adli Müşavirliğin koordinesinde, Genelkurmay Genel Sekreterliği ve Personel Başkanlığı’nda görevli bir kısım subayların 28 Şubat davasının kotarılması ve davanın devamı sürecinde eski savcı Mustafa Bilgili ile yakın işbirliği içerisinde olduğu duruşmalarda kanıtlanmıştır. Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminden sonra açılan davalarda, iddianameyi hazırlayan Mustafa Bilgili 17 yıl, eski Genelkurmay Adli Müşaviri Alb. Muharrem Köse ve işbirlikçi arkadaşları ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olmuşlardır. Bu konuya mahkemenin dikkatini çekerek 15 Temmuz darbe girişiminden sonra davaya ilişkin soruşturmanın genişletilmesi yolunda defalarca yapılan talepler kabul görmemiştir.İŞTE O BELGE/Archive/2021/2/22/020954384-iste-o-belge.pngBu belgeye gerekçeli kararda 209 kere atıfta bulunulmakta. Kararın 163. sayfasında yer alan “6 sayfadan oluşan belgenin aslının emanetin 2013/10 sırasında kayıtlı olduğu, belgenin onaylı suretinin Genelkurmay Başkanlığı’nın 30 Ocak 2013 tarihli cevabi yazı ekinde başsavcılığa gönderildiği” şeklindeki ifade de ilk bakışta ıslak imza olmayan belgenin Genelkurmay Başkanlığı’nca onaylandığı izlenimi yaratılmıştır. Söz konusu dijital sahte belgenin 28 Şubat davasının soruşturma evresinde kitlesel tutuklamaların gerçekleşmesinden başlayarak bütün süreçlerinde TSK mensuplarına kurulan kumpasın temel dayanaklarından birisi olmuştur. Gerekçeli Kararın 396. sayfasında sahte belgenin içeriğinden atılı suça dayanak yapılan aşağıdaki ifadeler yer almaktadır: “Refahyol Hükümetini takip ve düşürmek için faaliyet göstermek üzere Batı Çalışma Grubu oluşturulmasına ilişkin Genelkurmay Başkanlığı’nda Genelkurmay II. Başkanı Çevik Bir’in başkanlığında 7 Nisan 1997 tarihinde yapılan ve hükümete muhtıra verilmesi, sıkıyönetim ilan edilmesi, hükümetin değişimi, hükümetin devamını önleyecek tedbirler, gelecek hükümetin oluşumu, kriz yönetimi oluşturulması, eylem planı yapılması, yargı ve kamu yöneticilerine destek/tehdit. Üniversite, sendika ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapılması, cesaret verilmesi. Basın ve medyaya hâkimiyet sağlanması, yanlarına alınması. Batı Çalışma Grubu’nun kurulması. İki kez yapılan YAŞ toplantıları ile personelin atılmasının yeterli olmadığı. Halkın yanlarına değil, önlerine alınması; taarruzi psikolojik harekât icra edilmesi. Polise havuç ve sopanın gösterilmesi. Bilgi toplayan, eyleme dönüştüren psikolojik harekât yapan bir grup oluşturulması ve buna benzer konuların gündeme geldiği…” 28 Şubat kumpas davasını kotaranlar ürettikleri 1997 yılının tarihini taşıyan sahte belgelerin üzerine, “evrak güvenlik numarası” kaşesini vurarak kendilerini ele vermişlerdir.NEDEN ÇETİN DOĞAN? Hukuk ve siyaset tarihine kara bir leke olarak geçecek kumpas davalarında 10 yılı geride bıraktık. AKP’li Binali Yıldırım, “Balyoz’lar, Ergenekon’lar yalan mıydı” deyince ortam gerilmiş, büyük tartışmalar yaşanmıştı. Başbakanlık görevinde bulunmuş bir isim bunları hâlâ nasıl söyleyebiliyordu? Batı Çalışma Grubu’nun başkanlığını yapmış, 2003’te 1. Ordu komutanıyken Balyoz darbe planlarını hazırladığı iddia edilen ve 1 numaralı sanık olarak 2010-2014 arası hapis yatan Orgeneral Çetin Doğan, bir sohbetimizde yeni anayasadan ve Balyoz davalarının hukuki süreçlerinden konuşurken 28 Şubat davasına ilişkin öyle bir belgeden söz etti ki bize de ayrıntılarını sormak kaldı...YARIN: 2. SAHTE BELGE: BATI HAREKÂT KONSEPTİ İpek Özbey




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter