Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Wednesday, 06.11.2025, 08:10 AM (GMT)

İŞKUR’dan CHP’li belediyeye ret

İŞKUR’dan CHP’li belediyeye ret CHP’li Kırşehir Belediyesi, İŞKUR il müdürlüğünden yüzde 50 istihdam garantili üç aylık işbaşı eğitim programı kapsamında 100 personel talebinde bulundu. Kırşehir İŞKUR İl Müdürlüğü bu talebe olumsuz yanıt verdi. Kırşehir İŞKUR İl Müdürlüğü üç aylık işbaşı eğitimi projesi başlattı. Proje kapsamında anlaşma imzalanan firma ve kurumlarda 20’şer kişi üç ay boyunca İŞKUR’dan maaş alarak işbaşı eğitimine tabi tutuluyor. üç ay sonunda ise istihdam sözü veren firma ve kurumlar bu 20 kişiden 10’unu işe alacak. Şu ana kadar projeden BİM, ŞOK Marketler zinciri ve ÇEMAŞ faydalandı. Yüzde 50 istihdam garantili üç aylık işbaşı eğitimi programına Kırşehir Belediyesi de başvurdu. Kırşehir İŞKUR İl Müdürlüğü’nden üç ay için 100 kişi talebinde bulunan Kırşehir Belediyesi, üç ay sonunda bu 100 kişiden 50’sini işe alacağının taahhüdünü de verdi. Ancak Kırşehir İŞKUR İl Müdürlüğü bu talebe olumsuz yanıt verdi. İŞKUR il müdürlüğünün olumsuz yanıtına bir anlam veremediklerini belirten Kırşehir Belediye Başkanı Selahattin Ekicioğlu bu duruma tepki gösterdi.Kırşehir İŞKUR İl Müdürlüğü üç harfli marketler ve bazı özel firmalarla üç aylık yüzde 50 istihdam garantili işbaşı eğitimi anlaşması imzalıdığını belirten Ekicioğlu şunları kaydetti:“Biz geldiğimizde de 570 kişi İŞKUR aracılığıyla Kırşehir Belediyesi bünyesinde çalışıyordu ancak daha sonra bir kişi dahi verilmedi. Kırşehir Belediyesi bünyesinde üç ay boyunca işbaşı eğitim projesi kapsamında 100 kişi talebinde bulunduk. Bu 100 kişiden 50’sini de üç ay sonunda istihdam edecektik. Ancak Kırşehir İŞKUR İl Müdürlüğü bu talebimize olumsuz cevap verdi. Çok yazık, yani özel şirketlere, üç harfli firmalara ‘evet’, Kırşehir Belediyesi’ne ise sırf siyasi nedenlerden ötürü ‘hayır’ diyorlar. Kırşehir AKP Milletvekili Mustafa Kendirli diyor ki: ‘Attıkları her adımdan haberim var.’ Biz bu 100 kişi için resmi talepte bulunduk. Herhalde bundan da haberi vardır. Şimdiden belirtelim de yarın çıkıp inkâr etmesin.” Ömer Duran

Taylan Kulaçoğlu’nu 8örgüteüye yaptılar, enönemli tanık ise FETÖitirafçısı

Taylan Kulaçoğlu’nu 8 örgüte üye yaptılar, en önemli tanık ise FETÖ itirafçısı 8 Yıl önce Fransa'dan Türkiye'ye gelen ve yurt dışına çıkış yasağı nedeniyle bir daha dönemeyen Taylan Kulaçoğlu, artık Balıkesir il sınırları dışına dahi çıkamıyor. Kulaçoğlu, "Asıl mesele ben değilim, amaç sosyal medya kullanıcılarına gözdağı vermek. Korku gibi cesaret de bulaşıcıdır. Bu süreç de geçecek" diyor. 39 yaşındaki Taylan Kulaçoğlu 3 aydır Balıkesir'deki bir otelde 'şehir hapsi'nde, 24 Mart'ta görülecek duruşmasını bekliyor. Şehrin dışına çıkma yasağı var. DHKP-C, TİKKO, MLKP ,MKP, RedHack, Kızıl Dayanışma, Kızıl Kadın Dayanışması ve Kızıl Öğrenci Dayanışması'na üye olmaktan, "terör suçundan" yargılanıyor. Davadaki tek tanık da bir itirafçı.Kulaçoğlu, 'gerçek hayatında' Kadıköy'de kafe-bar işleten bir esnaf. "Kafe-barı olan bir adamı kendi istese bile örgüt almaz" ona göre.  Hayatı boyunca bilgisayar işleriyle hiç alakası olmamış, "Nereden çıkardılar hiç bilmiyorum. Bir profil varmış ben de ona uyuyormuşum. Söylenen tek şey bu" diyor.Yargı Reformu'nun tartışıldığı bu günlerde Kulaçoğlu'nun hikayesi oldukça ibretlik. Kulaçoğlu'na açılan davalar ve soruşturmaların tamamı sosyal medya paylaşımları ile ilgili. Davaların birinde,  Berkin Elvan'ın mahkemesine katılma çağrısı yaptığı ve Twitter'da 'tek yol devrim' yazdığı için terör örgütü propagandasından cezalandırılması isteniyor.Her şey Gezi'den sonra 2013 Kasımı'nda düzenlenen RedHack operasyonuyla başlıyor. Kulaçoğlu başına gelenleri şöyle anlatıyor:8 YILDIR  İDDİANAME YOK, SORUŞTURMA VAR2013'te Fransa'dan Türkiye'ye gelmek üzere biletimi  aldım. Ülkeye daha girmeden,  yurt dışına çıkış yasağı konulmuş.22 Kasım'da gece yarısı yüzlerce polisin katıldığı bir operasyonla gözaltına alındı. Toplamda 14 kişiyi, Barış Atay'ı RedHack sözcüsü, beni de yöneticisi olarak gözaltına aldılar.  4 gün sonra hepimiz serbest bırakıldık. Ancak ertesi gün savcılığın yaptığı itiraz ile beni tutukladılar. 10 gün sonra tahliye edildim. O günden bugüne ortada yalnızca süren bir soruşturma var. Bir iddianame dahi düzenlenmedi. Son olarak soruşturmayı  Organize Kaçakçılık Şubesi'ne vererek, "çete" dosyasına evirdiler.RESTORAN DA ELLERİNDEN GİTTİ2013'ten bugüne yurt dışı yasağım kaldırılmadı. Erkek kardeşim o süreçte kanser hastasıydı. 13 yıldır Fransa'da idim, orada bir işim vardı ve bir daha geri dönemedim.Bunun üzerine kardeşimle Beyoğlu'nda restoran  işletmeye başladım. Ancak ne hikmetse restoranımızın bulunduğu bina, Erdoğan'a yakın olan bir isme satıldı. Binayı aldıktan sonra kentsel dönüşüme soktular ve 2020'ye kadar sözleşmemiz olmasına rağmen 60 gün içerisinde tahliye etmemizi istediler. Bina için depreme dayanıksız raporu aldılar. Biz İTÜ'den binanın 9.5 şiddetinde  depreme bile dayanıklı olduğuna ilişkin ayrı bir rapor aldık. Direnmemize rağmen bizi kapı dışarı ettiler. Hapisle uslandıramadılar, parasızlık ve yoklukla uslandırmaya çalıştılar.ÇIPLAK ARAMA, İTİRAFÇILIK2016 yılında ise Berat Albayrak'ın elektronik postalarının ele geçirilmesiyle birlikte yine gözaltına alındım. 15 Temmuz sonrası süreciydi ve çok kötüydü. O dönemde işkenceye uğrayanlardan oldum. Çıplak aramaya direnince dövdüler, saçımı kesmekle tehdit ettiler, Filistin kelepçesi denilen yöntemle kelepçelendim. 13 gün boyunca benden e- postaları istediler. E-postalar henüz yayınlanmamıştı. 'Bunları bize verirsen hemen bugün senin çıkışını veririz' diyerek itirafçılıktan yararlanmamı teklif ettiler. OHAL süreci olduğu için gözaltı süresi 30 gündü.SİLAHLI SALDIRIYA UĞRADIAynı yıl  benim, avukatımın arkadaşlarımın bütün sosyal medya hesapları çalındı. Hesaplarımızı çalan grup 'Berat Albayrak'ın intikamını aldık' diye haberler yaptırdı. 10 gün sonrasında da sokakta silahlı saldırıya uğradım. Üzerimde para olmasına rağmen telefonlarımı alıp gitmişler.'PROFİLE UYMA' SUÇUBenim RedHack yöneticisi  "Manyak" kod adlı kişi olduğumu iddia ettiler. Gerekçe de profilin uymasıymış. Profil ise şöyle uyuyormuş; Ben 2013 yılında Fransa'dan geldiğimde bu bahsettikleri yöneticinin Fransa ile bağlantısı varmış. Sanırım Ekşi Sözlük'te böyle bir şey yazılmış. Soruşturmayı yürüten polis ise savcılık sorgusunda benim RedHack'le ilişkimi şöyle açıkladı: "Manyak" ile benim dedem aynı zamanda ölmüş. O da Fransa'da yaşıyormuş ben de. Fransa'da yaşayıp dedesi ölenleri 6 bin kişi olarak tespit etmişler, daha sonra bunu 600'e düşürmüşler. Bu 600 kişi içerinde de en iyi bilgisayar kullanan benmişim. Bu polis fezlekesi.Benim RedHack'le hiçbir zaman ilgim olmadı. Açık ve net olarak mahkemelerde de her zaman da söyledim; muhalif bir kimliğim var ve sosyalistim. Bu kadar.KİM BU İSİMSİZLER?Son olarak kurucusu olduğum İsimsizler Hareketi nedeniyle gözaltına alındım. İsimsizler'i kurma amacım ise; sosyal medyada trollerin etki alanını kısıtlamak. Onlar  binlerce kişilik gruplar kurmuşlar ve insanların tutuklanması için hedef gösteriyorlar. Benim tutuklanmama neden olanlar da onlar. Biz de meşru müdafaa hakkımızı kullanmak istedik. Yasalara uygun bir grup.Son olarak Sevda Noyan'ı hedef gösterme suçlamasıyla Ayvalık'ta Emniyet'e götürüldüm. Konu Noyanken bir anda örgüt propagandasına döndü ancak hangi örgüt olduğu söylenmedi. O an bulacaklar ya örgütü.Bu soruşturmadan serbest bırakılmamın ardından aynı mahkeme tarafından tekrar gözaltına alındım.Bu kez, evdeki Afrika bayrağının renklerini taşıyan şal nedeniyle PKK üyeliği iddiasıyla tutuklandım.ANNEYE  SORUŞTURMA, ABLAYA GÖZALTI7 ay tutuklu kaldım ve ben hapisteyken kız kardeşim ile avukatımı gözaltına aldılar. Anneme soruşturma açıldı. Gözaltına alınma gerekçeleri de sosyal medyada 'Taylan Kulaçoğlu serbest bırakılsın' etiketini en çok konuşulan konular arasına sokmaları.Binlerce gazeteleri, medya organları var ama sosyal medya onların elinde değil. Bu onların canını çok sıkıyor. Biz de sosyal medyada gerçekleri dile getirebiliyoruz çünkü başka alanımız yok. Sosyal medyada öne çıkan insanları içeriye alarak arkadaki insanlara gözdağı veriyorlar. Bunda başarılı da oldular. Çok sayıda insanı korkuttular.'DERİN' GİZLİ TANIK2013 Redhack davasında bir gizli tanık çıkardılar. Mahkeme bu kişinin yalan söylediğini düşünerek ciddiye almamış o dönem. İtirafçının beyanına göre, ben 1996'da Ankara Beypazarı'nda DHKP-C yöneticisi Dursun Karataş ile görüşmüşüm ve bana talimatlar vermiş. Biz 'sanal alemin yaramaz çocukları' isimli bir örgüt kuracakmışız. Ben o yıllarda 14 yaşındayım ve eminim ki Beypazarı'nda bilgisayar bile yoktu. Kod adı Derinmiş. Ne hikmetse bu tanığın ifadesi şu an yargılandığım davada mahkemeden bir gün önce dosyama sıkıştırıldı. Mahkeme dinlenmesini istedi, Ankara Emniyeti  dinlenemez dedi. Çünkü böyle bir tanık aslında yok.Bu kez de 4-5 gün önce yeni bir tanık yargılandığım davaya dahil edildi. Bu kişi daha önce hapis cezası almasının ardından 'FETÖ'ye ilişkin bilgim var' diyerek itirafçı olmak istemiş. Mahkeme cezadan sıyrılmak için itirafçı olduğuna kanaat getirmiş. Daha sonra benimle ilgili itirafçı olmak istemiş ve mahkeme yine ciddiye almamış. Ancak birileri bu şahsı alıyor ve benim dosyama itirafçı olarak getiriyor. Hakkımdaki davanın en büyük tanığı bu şahıs şu an. Tuğba Özer

TanerÖngür:‘3 Derdim Var’Ayrılık, yoksulluk veölüm

Taner Öngür: ‘3 Derdim Var’Ayrılık, yoksulluk ve ölüm Moğollar’ın bas gitaristi olarak tanıdığımız Taner Öngür, “3 Derdim Var” adlı yeni bir albüme imza attı. Güçlü sesi ve yorumuyla tanıdığımız Serap Yağız ile birlikte çıkardığı albüm dijital platformlarda yerini aldı. Dünyanın derdi büyük. İnsanlığın derdi dünyadan büyük. Hak, hukuk, adalet yok, dürüstlük yok, derdini anlatmaya çalışmak düşündüğünü söylemek yok çünkü suç; çocukların gülen yüzü yok, ekmek yok, iş yok, sağlık yok. Yok, yok. yok...Müzisyen Taner Göngür ise “İnsanlığın 3 derdi var: ayrılık, yoksulluk ve ölüm” diyor.Tıpkı, “Bir Ayrılık, Bir Yoksulluk, Bir Ölüm” isimli Karacaoğlan şiirinde olduğu gibi...Moğollar’ın bas gitaristi olarak tanıdığımız Taner Öngür, “3 Derdim Var” adlı yeni bir albüme imza attı. Güçlü sesi ve yorumuyla tanıdığımız Serap Yağız ile birlikte çıkardığı albüm dijital platformlarda yerini aldı. Çek Cumhuriyeti’nde bastırılan 250 plak ise müzikseverlere ulaştı.Daha önce birlikte üç albüm yapan ikilinin bu albümü diğerlerinden oldukça farklı; bu sefer yıllardır dinledikleri, sevdikleri, etkilendikleri şarkılara sert bir üslup kazandırmışlar.  “Alageyik Destanı”nı Taner Öngür Moğollar repartuvarına kazandırdığından beri şarkının pek çok değişik düzenlemesi yapıldı. Bu albümdeki ise akustik gitar ve mandolinin ile birleşiyor ve Yağız’ın yorumundan oluşuyor.Albümde Batucan Işık beş, Kemal Küçükbakkal üç, Ediz Hafızoğlu ise bir şarkının davullarını çalıyor. Haluk Önol’un da iki şarkıda gitar solosu çaldığı albümde geri kalan her şeyi, Taner Öngür, Heybeliada’daki evinde, karantina günlerinde çaldı, kaydetti ve miksledi.Öngür, ile albümüm sürecini konuştuk.- Albümün fikir aşamasından ve oluşum sürecinden bahseder misiniz?Serap Yağız ile birlikte daha önce üç albüm yaptık. 2007’de “Suların Uğultusu”, 2009’da “ Güneş Şarkıları” ve 2014’te “Tiyatro Şarkıları” isimli albümler... Buna bağlı olarak bu repertuvarı canlı çalabilmek için bir grup oluşturduk, çeşitli zamanlarda bulabildiğimiz konser ortamlarında çaldık. Bu faaliyetler sırasında albümlerde yer almayan ancak sevdiğimiz bazı şarkılar da repertuvarımızda yer bulmaya başladı. - Hangileri bu sevdiğiniz şarkılar.Çok sevdiğimiz Tülay German’ın “Yunus’tan, Nâzım’a” isimli albümündeki “Mapusun İçinde”, “Urganda Gerdan İniler” ve “Yeniliğe Doğru” isimli şarkıların bizim Anadolu rock repertuvarımıza yakışacağını düşünüp bu şarkılara yeni düzenlemeler yaparak konserlerimizde çalmaya başladık. Bunlara ek olarak, Can Yücel’in, ülkemizdeki anti-nükleer kampanyalara hediye ettiği şiiri “Sonsöz”e benim yaptığım beste, yine Can Yücel’in “İşçi Marşı” isimli şiirine 1975’te Cem Karaca & Dervişan ile çalışırken yaptığım beste de repertuvara katıldı. Bu şarkılar konserlerde iyice piştikten sonra bu şarkıların temelini oluşturduğu bir albüm yapma fikri oluştu. Bunlara ek olarak, “Hem Okudum Hem De Yazdım”, “Obur Dünya” gibi bu Anadolu rock tarzımıza uyan şarkıları da ekledik. Son olarakta 1974’de Ersen & Dadaşlar grubu ile birlikte çalışırken yaptığımız, Karacoaoğlan’ın şiirine, Fehiman Uğurdemir’in yaptığı beste “Bir Ayrılık, Bir Yoksulluk, Bir Ölüm” eklendi repertuvara. Böylece albüm severek seçtiğimiz şarkılardan oluşan bir Anadolu rock klasikleri demeti gibi oldu. Albümde hem benim yıllardır bu tarzın oluşması sırasında edindiğim tecrübelerden hem de yeni deneylerden izler duymak mümkün. Son yıllarda Anadolu pop-rock tarzının yurt dışında ve yurtiçinde yeniden ilgi görmesi de yıllardır bu tarz üzerinde çalışan birisi olarak bana cesaret verdi diyebilirim. Bu tarzın yıllar içindeki örneklerine baktığımızda genellikle şarkıların erkek sanatçılar tarafından seslendirildiğini görürüz, bu albümde Serap Yağız’ın güçlü sesi ve yorumuyla bu klişenin dışına çıktık.- Serap Yağız ile bu çalışma süreciniz nasıldı?Serap Yağız ile uzun süredir aralıklarla da olsa birlikte çalıştığımız için, aramızda rahat bir iletişim var. Müzik yapmayı, şarkı söylemeyi seven insanlar olarak birlikte çalışmak genellikle yaratıcı ve keyifli oluyor...- Albüm istediğiniz gibi oldu mu? Karantina süreci kayıtları nasıl etkiledi?Evet, oldu diyebilirim. Elbette insan her zaman daha iyi olmasını istiyor, karantina süreci biraz zorladı. Müzisyenlerin bir araya toplanması zor hatta bazen imkânsız olduğu için kayıtları teker teker yapmak zorunda kaldık. Bu tarz müzikte topluca çalıp kaydetmek daha makbul ama ne yazık ki pandemi koşulları buna müsaade etmedi. Ancak karantina sürecinin mix aşamasına faydalı olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bana daha sessiz bir şehir ortamı ve daha uzun zaman ayırabilme olanağı sağladı. Öznur Oğraş Çolak

Dolu dolu sanat

Dolu dolu sanat İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, kültür-sanat etkinliklerini sanatseverlere online olarak ulaştırmaya devam ediyor. Sanatseverleri, oyunculuk üzerine atölye programları, çocuklar için özel programlar, hazırlıkları devam eden oyunların provaları, söyleşiler, uzun süre sahnelenmiş oyunların tekrar gösterimleri gibi pek çok etkinlik bekliyor. Bu hafta da Şehir Tiyatroları’nda YouTube hesabından sanatseverlerle söyleşi, okuma provası ve oyun gösterimi programları olacak. 25 Mart Perşembe günü 20.00’de Ustalarla Söyleşi programının yeni konuğu Oyuncu Ayşe Kökçü olacak. Selçuk Yüksel’in hazırladığı programı Defne Gürmen sunuyor.26 Mart Cuma günü 20.00’de Çat Kapı Prova’da hazırlıkları devam eden Kutlama adlı oyununun okuma provası yayımlanacak.27 Mart Cumartesi günü 19.00’da, “Sahnenin Gizli Kahramanları” isimli söyleşinin yeni konuğu ise Aksesuvarcı Cengiz Önay olacak. cumhuriyet.com.tr

Heykeller, yerleştirmeler, fotogravürler...

Heykeller, yerleştirmeler, fotogravürler... Emre Hüner’in yarı kurgusal bir senaryo metni etrafında şekillenmiş yeni üretimlerinden oluşan [ELEKTROİZOLASYON]: Bilinmeyen Parametre Kayıt-Dışı başlıklı kişisel sergisi Arter’de perşembe gününden itibaren görülebilir. Küratörlüğünü Aslı Seven’in üstlendiği sergide mecralar arasında dolaşarak ilerleyen, doğaçlamaya dayalı, performatif bir üretim sürecini yansıtan heykeller, yerleştirmeler, fotogravürler, serigrafiler, film sekansları ve metinler yer alıyor. Hüner sergide, film, roman veya mimari yapı gibi formlar arasında aracı bir unsur olarak gördüğü senaryoyu işlevinden bağımsızlaştırıyor ve nihai bir sonuca varmak yerine açık bir üretim yöntemi, bir senaryo yazım süreci öneriyor. Sergi mecralar arasında dolaşarak ilerleyen, doğaçlamaya dayalı, performatif bir üretim sürecini yansıtan heykeller, yerleştirmeler, fotogravürler, serigrafiler, film sekansları ve metinlere yer veriyor. Sergi 5 Aralık’a kadar görülebilir. cumhuriyet.com.tr

Kadın haklarısavunucusu Neval el Seddavi yaşamınıyitirdi

Kadın hakları savunucusu Neval el Seddavi yaşamını yitirdi Mısırlı kadın hakları savunucusu, feminist yazar Neval el Seddavi hayatını kaybetti. Mısır medyasında bir süredir hasta olduğuna dair haberler çıkan el Seddavi’nin ölüm nedeni açıklanmadı.Mısırlı feminist yazar Neval El Seddavi 1931 yılında doğdu.60’a yakın kitap...1955’te Kahire’de tıp fakültesinden mezun oldu.Şimdiye kadar 60’a yakın kitabı yayımlanmış olan yazar, kadınların durumu ve toplumsal cinsiyet konusundaki düşüncelerinden dolayı Mısır hükümetinin baskılarından kurtulamadı.1981’de Enver Sedat hükümeti tarafından cezaevine konuldu ve 1982’de serbest bırakıldığında Arap Kadınları Dayanışma Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı.Dernek 1991’de kapatıldı ve Seddavi de siyasal baskılara dayanamayarak yurtdışına çıktı.ABD’deki üniversitelerde dersler veren yazar 1993-96 yıllarında Duke Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdürdü.Yazarın Türkçeye çevrilen Tanrı Nil Kıyısında Öldü adlı bir kitabı daha bulunmaktadır. cumhuriyet.com.tr

Camerata BarokİstanbulİşSanat’ta

Camerata Barok İstanbul İş Sanat’ta İş Sanat’ın klasik müzik konserleri “Camerata Barok İstanbul” ile devam ediyor. Topluluk, konserinde orkestra eserlerinin yanı sıra dönemin operalarından aryaları da icra edecek. Konser 25 Mart’ta saat 20.30’dan itibaren İş Sanat’ın YouTube kanalından ve internet sitesinden sezon sonuna kadar izlenebilecek. 2011 yılında topluluğun başkemancısı Ceren Gürkan tarafından kurulan Camerata Barok İstanbul, barok müziğin önde gelen bestecilerinden Antonio Vivaldi, Biagio Marini, Johann Adolf Hasse ve Jean-Philippe Rameau’nun eserlerini; konserin solisti kontrtenor Kaan Buldular ise Vivaldi’nin eserlerinden aryaları seslendirecek.  Kemanda, Ceren Gürkan, Gizem Korkmaz, Ezgi Karasu, Ayşen Tözeniş; viyolada Filip Kowalsky, Verda Gül; viyolonselde Burak Ayrancı, kontrbasta Ceren Akçalı ve klavsende Müge Hendekli yer alacak. cumhuriyet.com.tr

Foucault:‘Modern iktidar büyük gözaltıdır’

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Foucault: ‘Modern iktidar büyük gözaltıdır’ Michel Foucault'un Hapishanenin Doğuşu adlı yapıtında; kendini öne çıkaran iktidar, bireyin oluşmasını engellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak, yani egemen olmak demektir. Böylece modern iktidar, çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kayıt altına almış, sayısal hale getirmiş, böylece egemen olmuştur. Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır. /Archive/2021/3/22/160742506-kapak-.jpgİktidarın gücünü gösterişten aldığı eski siyasal sistemden, mümkün olduğunca ve giderek artan bir şekilde görünmez hale geldiği modern siyaset sistemine geçiş; bir yandan, iktidarı kişileştiren hükümdarın yerine adsız kişiler tarafından kullanılan bir yönetim aygıtının yerleşmesiyle, diğer yandan da kamuya açık cezalandırmadan gizli cezalandırmaya geçişle belirlenmektedir.Foucault'un Hapishanenin Doğuşu adlı yapıtında; kendini öne çıkaran iktidar, bireyin oluşmasını engellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak, yani egemen olmak demektir.Böylece modern iktidar, çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kayıt altına almış, sayısal hale getirmiş, böylece egemen olmuştur. Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır.Michel Foucault, daha çok toplumdaki daimi doğruları inceleyen bir filozof olarak tanınıyor. Nietzsche ve Heidegger’in düşüncelerinden oldukça etkilenen Foucault, çalışmalarında çoğunlukla Karl Marx ve Sigmund Freud’un fikirleriyle mücadele etti.Hapishaneler, polis, sigorta, delilik, eşcinsellik ve sosyal haklar konularında çalıştı. Bütün çalışmalarını modernitenin bireyler üstündeki etkisi ve getirdiği yeni iktidar ilişkileri üstüne kurdu. Öte yandan post-modernist yahut post-yapısalcı olarak tasnif edilmeyi reddettiğini de söylemiştir.Hapishanenin Doğuşu / Michel Foucault / Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay / İmge Kitabevi / 445 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Edebiyatımızın eşsiz bir yaratıcısıydı! Ataol Behramoğlu'nun yazısı...

Edebiyatımızın eşsiz bir yaratıcısıydı! Ataol Behramoğlu'nun yazısı... “İçimizdeki Şeytan, Sabahattin Ali’nin 1940 yılında yayınlanan ikinci romanı.Yine çok genç, otuz üç yaşında bir yazarın ürünü. Öyleyken, üzerinde pek çok düşünülmesi gereken önemdeki bireysel ve toplumsal sorunları konu edinmiş bir yapıt. Romanın odağındaki kahramanı Ömer’in ilginç ve karmaşık kişiliği, yanı sıra bilinç akışı, iç monologlar gibi anlatım özellikleri bakımından da Sabahattin Ali’nin dünya edebiyatıyla belki en çok ilişkilendirilmesi gereken romanı.” /Archive/2021/3/22/160524804-ic1.jpgİçimizdeki Şeytan, Sabahattin Ali’nin acı, talihsiz bir ölümle, dönemin siyasi polisince planlanıp uygulandığından kuşku duyulamayacak alçakça bir cinayetle sona eren 41 yıllık yaşamına sığdırdığı üç romanından ikincisidir.1907 doğumlu olduğuna göre henüz otuz yaşında, 1937’de yayınlanan ilk romanı Kuyucaklı Yusuf’u ortaokul yıllarımda okuduğumda sözcüğün tam anlamıyla çarpılmıştım. Bu romanın toplumcu-gerçekçi edebiyatımızın öncüsü, kendi türünün bir başyapıtı olduğu kuşkusuzdur.Çok sonraları okuduğum Kürk Mantolu Madonna’nın bende benzer bir etkisi olmamıştı. 1943’de yazarın üçüncü ve son romanı olarak yayınlanan bu kitabın üzerimde yarattığı hayal kırıklığına benzer duygu, sanıyorum belki deonda adının çağrıştırdığı romantik ortamı ve roman kahramanlarını bulamayışımdandı…İçimizdeki Şeytan, Sabahattin Ali’nin 1940 yılında yayınlanan ikinci romanı.Yine çok genç, otuz üç yaşında bir yazarın ürünü. Öyleyken, üzerinde pek çok düşünülmesi gereken önemdeki bireysel ve toplumsal sorunları konu edinmiş bir yapıt. Romanın odağındaki kahramanı Ömer’in ilginç ve karmaşık kişiliği, yanı sıra bilinç akışı, iç monologlar gibi anlatım özellikleri bakımından da Sabahattin Ali’nin dünya edebiyatıyla belki en çok ilişkilendirilmesi gereken romanı./Archive/2021/3/22/160543054-ic2.jpgDÜŞÜNDÜRÜCÜ BİR AŞK HİKÂYESİEdebiyat, ya da sinema vb ürünleri üzerine yazılarda söz konusu yapıtın öyküsünün özet olarak bile anlatılmasını anlamlı bulmam. Okuyan, izleyen kişinin kendisi bunu öğrenecektir. Bu nedenle, İçimizdeki Şeytan’ın odağında, yukarıda sözünü ettiğim roman kahramanının karmaşık kişiliğine de bağlı olarak, farklı, düşündürücü bir aşk öyküsünün bulunduğunu söylemekle yetineyim.Fakat burada, ayrıntıya biraz aşağıda girmek üzere, romanın kadın (daha doğrusu genç kız) kahramanı Macide’den de söz etmem gerekir. Bütünsel, tarihsel, dönemsel, bir inceleme yapmış değilim. Fakat öyle sanıyorum ki toplumcu-gerçekçi edebiyatımızda Macide, hem yerli (ulusal) hem evrensel-insanî değerleri kişiliğinde buluşturmuş bir roman kahramanı olarak (Reşat Nuri’nin, Halide Edip’in kadın kahramanlarından da izler taşıdığı söylenebilecek) bir ilktir./Archive/2021/3/22/160557054-kapakic3.jpgFAŞİZM YANLILARINA CİDDİ ELEŞTİRİLERİçimizdeki Şeytan’ın, hem adından, hem yayınlandığı dönemde ırkçı-tutucu çevrelerin saldırısına, ağır eleştirilerine uğramasından ötürü, bütünüyle siyasal içerikli bir roman olduğunu düşünürdüm.Oysa bir bölümünde dönemin savaş taraftarı, faşizm yanlısı çevrelerine yönelik ciddi eleştiriler bulunmasına karşın, yukarıda belirttiğim gibi, konunun odağını bir aşk öyküsü, Ömer-Macide aşkı oluşturuyor…Romanda aşk üzerine özelikle Ömer’in iç monologlarında geçen düşünceler çokça yer tutuyor. Örneğin henüz ilk karşılaşmalar sonrasında aklından geçirdikleri gerçekten ilginçtir:“Ne tuhaf şey! (…) Bir çok bayıldığım kızların bir çok büyük iltifat ve müsaadeleri beni bu kızın manasını bile iyi anlayamadığım bir bakışı kadar sevindirmiyor. Evet, sadece bir bakış ve belki de biraz merhametle karışık… Fakat bunun hiç olmazsa lakayt bir bakış olmaması beni yerimden sıçratıyor. İçimde müthiş bir hafiflik ve genişlik duyuyorum. Belki de hakikaten sevmek budur.”Romanın sonlarına doğru Macide’nin Ömer’e “kurşun kalemiyle ve acele acele yazmaya başladığı” mektubunda aşkları üzerine söyledikleri ise belki daha da düşündürücüdür:“…biz, hiçbir tarafları birbirine benzemeyen, hiçbir müşterek görüşleri ve düşünceleri olmayan iki insanız… Kim bilir ne gibi sebeplerle tesadüfler bizi birleştirdi. Sen beni sevdiğini söyledin, ben buna inandım. Ben de seni seviyordum. Hem de nasıl seviyordum… Hislerimde bugün de bir değişiklik yok. Fakat niçin seviyordum, işte bunu bulamadım ve beni düşündüren, seninle olan hayatımızın devamından şüphe ettiren bu oldu.”Sadece bu iki alıntı, söz konusu olanın, sıradan, bilinen bir aşk öyküsü olmadığı konusunda sanırım yeterince düşündürücüdür…/Archive/2021/3/22/160610382-ic4-.jpgDÜRÜST ÖMER’İN ŞEYTANI!Ömer’in kişiliğinin irdelenişine de burada girmeyeceğim. Kitabı okurken bu kişilikle ilgili olarak işaretlediğim yerlerin sadece ve özetlenerek sıralanması bile sayfalar doldurur… Dürüst bir genç olduğu kuşkusuzdur. Sonuna kadar da öyle kalmaya çaba göstermesine karşın içinde sanki dürtülerine karşı koyamadığı, özellikle güçlüklerle karşılaştığında onu kötülük yapmaya yönelten bir “şeytan” vardır…Bu “şeytan” sözcüğü ilk kez (romanın yayınlanışının 80’inci yılı nedeniyle Yapı Kredi Yayınlarınca yapılan özel baskının) 47-48. sayfalarında geçiyor… Üniversiteli gençlerin, aralarında dönemin tanınmış şair ve yazarlarının da bulunduğu bir meyhane buluşmasında, Ömer cebinden çıkardığı bir edebiyat dergisinde yayınlanan “Şeytan” adlı bir şiiri heyecanla okuyor… Şiirdeki “Onun korkusu içimde / Ürkek bir dünya yaratan…” dizelerinin ardından “haykırır gibi” tekrarlıyor: “Evet, evet onun korkusu… İçimde bu ürkek dünyayı yaratan onun korkusu… Ben bu değilim… Ben başka bir şeyler olacağım… Yalnız bu korku olmasa… Hiç bir şeyi bana tam ve iyi yaptırmayacağına emin olduğum bu şeytandan korkmasam…”Toplulukta bulunan bir şair, Emin Kâmil, “başını sallayıp gözlerini sinirli sinirli kırpıştırarak” bu genç üniversite öğrencisine şöyle tepki gösteriyor:“Neden kızıyorsun? Neden şikâyet ediyorsun? İçinde şeytan dediğin o şeyin en kıymetli tarafın olmadığını nereden biliyorsun?”Yanılıyor olabilirim, fakat bu şiirde ve şair tipinde, Necip Fazıl vb., dönemin sağ eğilimli, mistik, karanlıkçı vb. edebiyat çevrelerinin hedef alınmış olduğunu düşündüm.Söz konusu “parodi” şiir ise, Nâzım Hikmet’in körlüğü öven “parodi” şiirini anımsattı…Buradan devam edecek olursam; romanın ilerdeki sayfalarında da Ömer ya da başka roman kahramanlarınca tekrar edilen “içimizdeki şeytan” kavramının bir tek Ömer’e değil, onun aralarında yer almadığı, fakat başta arkadaşı Nihat olmak üzere dönemin üniversite gençliğini etkisi altına alan ırkçı, faşist çevrelere yönelik olduğu açıktır.Nitekim, bu çevrenin önemli isimlerinden Nihal Atsız, romanın yayınlanışının ardından, kitaba ve yazarına (ve genel olarak savaş ve faşizm karşıtı çevrelere) saldırı niteliğinde İçimizdeki Şeytanlar başlıklı blr kitap yayınlamış, sonrasında da Sabahattin Ali ölümüne kadar sağcı çevrelerin başlıca saldırı hedeflerinden biri olmuştur./Archive/2021/3/22/160624210-ic5.jpgSABAHATTİN ALİ’NİN YAZARLARI...Ömer ve Macide’nin yanı sıra gerçekten bir iyilik ve dürüstlük simgesi olan Bedri öğretmen, yine iyi kalpli ve dürüst muhasebe memuru Hafız Hüsamettin (ve yaşadığı dram), dış görünüşüyle de iç dünyasıyla da ürkütücü bir kişilik olan Prof. Hikmet gibi üzerinde ayrı ayrı durulabilir. Bu sonuncusu romanda sahne aldığında, Macide’nin başına da Kuyucaklı Yusuf’un Muazzez’inin başına gelen gibi bir felâket geleceğinin önsezisiyle doğrusu içim daralmıştı… Bereket öyle olmadı…İçimizdeki Şeytan, başlıca kahramanları, olay örgüsü, bazen fazlaca uzun olmakla birlikte iç monolog ve diyaloglarda dile getirilen düşünceler, bilinç akışı vb. yenilikçi anlatım özellikleriyle bir inceleme yazısının sınırları içine sığdırılamayacak bir roman.Almanya’daki öğrencilik yıllarından arkadaşı Melahat Togar bir yazısında onun Almancayı tam öğrenmeden Almanca üzerinden Rus yazarlarını da okuduğunu belirterek yapıtlarından esinlendiği büyük dünya yazarları arasında Turgenyev, Gorki adlarını da sayıyor. Ben bu adlara, Yevgeni Onegin’iyle Puşkin’i, Oblomov’uyla Gonçarav’u da ekleyebilirim.İçimizdeki Şeytan’ın Ömer’i, egemen olamadığı, üstesinden gelemediği iradesizliğiyle, Rus edebiyatının “gereksiz aydın” diye adlandırılan tipleri Onegin’den, kahramanı olduğu romanla aynı adı taşıyan Oblomov’dan, Turgenyev’in Rudin’inden dolaylı da olsa izler taşıyor… Sabahattin Ali döneminin kibirli, bencil, eylemsiz yazar, şair vb. “aydın”ları için bir yazısında kullandığı “omurgasız” nitelemesini de belki ilk kez bu romanında kullanmaktadır…Tertemiz, dupduru Macide ise, Onegin’in Tatyana’sını anımsatıyor. Kuşkusuz bunlar tamamen öznel, kişisel yakıştırmalar da olabilir. Asıl kuşkusuz olan ise, alçakça cinayete kurban edilmeden kısa bir süre önce Ehrenburg’un Paris Düşerken’inden etkilediğini ve “Ankara” adıyla bir roman tasarlamakta olduğunu bir yerde okuduğum bu sevgili yazarımızın kişiliğinde, gelmiş, geçmiş, gelecek en büyük yazarlarımızdan birini, edebiyatımızın eşsiz bir yaratıcısını yitirmiş olduğumuzdur…İçimizdeki Şeytan / Sabahattin Ali / Yapı Kredi Yayınları / 260 s. / 2020. Ataol Behramoğlu

İzmir’de sessiz‘İstanbul Sözleşmesi’eylemi

İzmir’de sessiz ‘İstanbul Sözleşmesi’ eylemi AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine tepkiler sürüyor. İzmir Alsancak’ta toplanan kadınlar, sessiz eylem yaptı. Eylemin ardından açıklamalarda bulunan kadınlar, “Kendi yarattığımız bu bağımsız çatının altında bugünden itibaren sokaklarda olacağız ve her yerde var olduğumuzu dile getireceğiz” dediler. Erdoğan’ın kararıyla feshedilmesi istenen İstanbul Sözleşmesi’ne tepkiler sürüyor. İlk günden bu yana Türkiye’nin her yerinden yükselen seslere bir yenisi de İzmir’de eklendi. İzmir Alsancak’ta bir araya gelen kadınlar, tepkilerini sessiz eylemle ifade etti. Yoldan geçenlerden de destek gören eylem, polis izlemesiyle sürdü. Eylemi sonlandıran kadınlar, “Kadınız. Varız. Var olacağız” vurgusunu yenileyerek bir açıklama yaptı.“Yarattığımız bu bağımsız çatının altında bugünden itibaren sokaklarda olacağız ve her yerde var olduğumuzu dile getireceğiz” diyen kadınların açıklaması şöyle:Kadının varlığını her geçen gün yok sayan ötekileştiren ayrıştıran hatta reddeden bir anlayış karşısında her gün, her yerde sistematik bir şiddete maruz kaldığımız, kazanılmış haklarımızın bir gece yarısı elimizden alındığı bugünlerde bizler “varız” demek için burada bir aradayız.Farklı iş kollarından farklı kampüslerden şehrin farklı yerlerinden kadınlar olarak kendi yarattığımız bu bağımsız çatının altında bugünden itibaren sokaklarda olacağız ve her yerde var olduğumuzu dile getireceğiz. Bazen hep beraber sohbet edecek, bazen şarkılar söyleyeceğiz. Bazen tablolar boyayacak bazen danslar edip, bazen deneyimlerimizi aktarıp birlikte öğrenip birlikte öğreteceğiz, aktaracağız. Çünkü kadınız, varız ve var olacağız. Bu hayatı yaşamanın başka bir yolu var. Burada ve her yerde. cumhuriyet.com.tr

Başeğmeyenlerin tarihi

Baş eğmeyenlerin tarihi Ateş Anıları - III, Rüzgârın Yüzyılı’nda, objektif olayları bir tutam öznel sosla anlatırken nasıl alternatif bir tarih yaratılabileceğini kanıtlamış adeta Eduardo Galeano. Ona göre tarih, deneyimlenebilen, tanıklık edilebilen bir insanlık yürüyüşü... Biraz deneme, biraz roman, çokça kronolojik bir tarihin itinalı anlatımı… Güney Amerika’nın yüz yıla yakın kesiti, tüm insanlık tarihinin minik bir özeti gibi. /Archive/2021/3/22/160231776-ic1.jpgObjektif olayları bir tutam öznel sosla anlatırken nasıl alternatif bir tarih yaratılabileceğini kanıtlamış adeta Eduardo Galeano. Ona göre tarih, deneyimlenebilen, tanıklık edilebilen bir insanlık yürüyüşü...Biraz deneme tadında, biraz roman havasında, çokça kronolojik bir tarihin itinalı anlatımı, 20. yüzyılın başlarından neredeyse koca bir yüzyılın sonlarına kadar geçmişten günümüze kurulan bir köprü adeta. Bu köprü, bazen ayna işlevi de görüyor, bire bir yansılayabiliyor günümüzü. Güney Amerika’nın yüz yıla yakın kesiti, tüm insanlık tarihinin minik bir özeti gibi.ZAPATA’DAN CHE’YE İZLERTarihe dönük anlatılar da mevcut, sinemaya dair izlenimler de... Şarkılardan bozma hüzünlü dörtlükler de isyankâr Zapata’dan izler/sessizlikler de... Kiminin kimine istilası da, başkasının başkasına eziyeti de... Eğitimin eğitilemezliği de, devrimin aldığı bir milyon can da... Frida’nın acıyla yoğurulmuş kahkahalarıyla harmanlanan olağanüstü yağlıboya tabloları da...“Kunduracı devrimci” Miguel Marmol’ün yeniden doğuşları da... 1930 Buhranı da... General Maximiliana Hernandez Martinez’in komünist partinin kazanmasıyla oyların sayımını sonsuza kadar askıya alması da... “Siyah” ve “Kızıl” tehdidine karşı izlenecek yol da.../Archive/2021/3/22/160329884-kapak-.jpgAlbert Einstein’ın atom bombasını bulmak istemeyişi de... Picasso’nun Neruda’ya saygılarını sunması da... Marilyn Monroe’nun vaftiz edilmesi de... Tüm bunlara dahil...Fidel’in köleliğe isyanı ve onun güçlerine katılan Che de... Eğer onları ciddiye alsaydı, Küba tuvalet cennetine dönüşebilirdi onun deyişiyle... “Aradığım bu değil ama olasılıkların mantıksal hesabında bu da var” diyor üstelik Che Guevara, anne ve babasına veda ederken de...Astronotlar Armstrong ve Aldrin’in dünyaya farklı bir açıdan bakan gözleri de konuşuyor sanki: “Yeryüzü bizi süt ve zehirle emziren bir meme değil, evrenin ıssızlığında dönen, muhteşem bir donmuş kütle.”Gabriel Garcia Marquez’in Nobel alıp yüz yıllık yalnızlığa mahkûm topraklardan bahsetmesi de... “Dinmeyen acılar eksik olan özgürlüklerdir” ve tüm bunların toplamıdır öznesi insan...Ateş Anıları - III - Rüzgârın Yüzyılı / Eduardo Galeano / Türkçesi: Süleyman Doğru / Sel Yayıncılık / 375 s. / Haziran 2020. Sevda Fidan

'Søren Kierkegaard’da KaygıKavramı'

'Søren Kierkegaard’da Kaygı Kavramı' Varoluşçuluk deyince akla gelen isimlerin başında her ne kadar Sartre yer alsa da bu harekete yön veren, felsefenin gamlı baykuşu Søren Kierkegaard. Onunla beraber girdiği yol ayrımı belirginleşen Varoluşçuluk, “Hıristiyan” ve “Tanrıtanımaz” olarak adlandırılmaya başladı. Yasemin Akış, Søren Kierkegaard’da Kaygı Kavramı adlı çalışmasıyla filozofun kaygıya yüklediği anlamı inceliyor. /Archive/2021/3/22/155942059-ic4.jpgVaroluşçuluk deyince akla gelen isimlerin başında her ne kadar Sartre yer alsa da bu harekete yön veren, felsefenin gamlı baykuşu Søren Kierkegaard. Onunla beraber girdiği yol ayrımı belirginleşen Varoluşçuluk, “Hıristiyan” ve “Tanrıtanımaz” olarak adlandırılmaya başladı.Kierkegaard ilkin “ben başka kişilerden ayrı olmam nedeniyle varım” diyerek işe koyulur ve Hegel’le hesaplaşmaya girişir.İnsan aklının güçsüzlüğüne paradoks kavramıyla değinirken kesinlik (rasyonellik) yerine belirsizliği, umut yerine umutsuzluğu, mantıksallığın ve ahlaki rahatlığın yerine duyguları öne çıkarır.Aklımızla ve bilgimizle kavrayamayacağımız pek çok şeyin bulunduğu evrende Kierkegaard’un Hegel’i eleştirisi tam buraya denk gelir: Kişisel duygu yoğunluğu ve öznellik ağır basar ve Kierkegaard bir anlamda Hegel’i ters yüz eder.AHLAKİ KÖTÜLÜKHıristiyan Varoluşçuluğu’ndaki temel kavramlardan biri olan ahlaki kötülüğü Kierkegaard da sıkça işler. Bunun yanında yazgı Kierkegaard’un vazgeçemediği bir kavram.Nihayet paradoks, öznellik, umutsuzluk, duygu yoğunluğu ve bir başınalık gibi dönemeçler bizi asıl durağa; kaygıya götürür.Yasemin Akış, Søren Kierkegaard’da Kaygı Kavramı adlı çalışmasıyla bu durakta olup bitenleri inceliyor.Akış, Kierkegaard’un kaygı kavramını Hıristiyanlık’taki günah ve kalıtsal günahla bir arada işleyişine ve eğitici bir tavır takındığına da değiniyor./Archive/2021/3/22/160000512-ic2.jpgKaygıyı besleyen bu iki kavramın yanı sıra korkudan da bahseden Kierkegaard, korkunun belli bir nesne veya olaydan kaynaklandığını söyler ama kaygının membaında hiçlik bulunur.Kierkegaard için kaygı günahın koşulu değil. Günahın aktif hale gelip kişinin kaygılanmasına neden olan şey, bireyin kendi sorumluluğuyla yaptığı eylemler; bu yüzden Kierkegaard psikolojiyi esas yöntem olarak belirleyip çözümlemeler yapar.Buradan bakınca, Akış’ın da altını çizdiği gibi Kierkegaard, psikoloji ve felsefi antropolojinin harcını karmaya başlar.Kierkegaard’un kaygıyı “kişiyi ele geçiren ve korkulan” bir durum değil de insan olmanın bir parçası şeklinde ele alması kendi dönemi için büyük yenilik. Akış bunu “olağan dışı olan, var oluşun kendisi” diye özetliyor.TİTREYEN İNSANKierkegaard’a göre insan nedensel olarak var olmaz, önce kendisi olması gerekir. Onu kendisi yapan şey ise tarihselliği, aklı, inançları ve özgürlüğü.Akış’ın da belirttiği üzere Kierkegaard insanı bu bakımdan bir sentez olarak algılar. Söz konusu sentez içinden özgürlük uçsuz bucaksız imkânlar sununca kişi tutumlarıyla, kararlarıyla ve seçimleriyle doğadan uzaklaşır.İşte Kierkegaard’un bahsettiği özgürlük karşısındaki tutum önce sancıyı sonra da kaygıyı doğurur.Kaygı aynı zamanda özgürlüğü kısıtlayan bir şekle bürünür ve kişi kaygı içinde yaşamayı öğrenmeye başlar. Yani “kaygı, belirsiz ve bizi sürekli takip eden niteliğiyle hayatımızda varlığını sürdürür.”Dolayısıyla Kierkegaard için kaygı, hem özgürlük hem de umutsuzlukla bir aradadır; umutsuzluk ve özgürlük insan varlığının değerlendirilmesinde çok önemli birer tutamaç olur./Archive/2021/3/22/160015246-ic3.jpgÖZGÜRLÜĞÜN OLANAĞIÖzgürlüğünü kavrayan insan kaygıyla da yüzleşir. Bu nedenle Kierkegaard, Akış’ın da hatırlattığı gibi kaygıyı “özgürlüğün olanağı” şeklinde tanımlar. Yani kişi seçimde bulunur ve bundan sonra da kaygı devreye girer.İnsan iyiyi tercih edip seçebileceği gibi kötüye de yönelebilir, bu da seçme sorumluluğunun yaratacağı korkuyu ve en sonunda kaygıyı gündeme getirir; insana bir titreme gelir.Akış, kaygıyı dillendiren Kierkegaard’un aslında insanın en halis tecrübesine atıf yaptığını söyler. Bu kaygı tecrübesi ise özgürlüğün ve var oluşun anlamına işaret eder.Akış’ın kitapta “ilk günahtan” başlayarak Kierkegaard’un bir başınalık, korku, titreme, paradoks, duygu ve özgürlük gibi kavramlardan kaygıya uzanan yolculuğunu anlatırken kaygı karşısında insanın sessizlikle çığlık atma arasında kaldığı anları da özetliyor sanki.Zamanın kuşatıcılığıyla savrulan insanın yaşadığı gerilimin bir yansıması olması bakımından Kierkegaard’un kaygı kavramı, Akış’ın yaptığı gibi dikkatle incelenmeli. Varoluşçuluğun anlaşılıp kavranabilmesi için bu gerekli.Søren Kierkegaard’da Kaygı Kavramı / Yasemin Akış / Ayrıntı Yayınları / 192 s. Deniz Yılmaz




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter