Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Sunday, 06.29.2025, 09:23 PM (GMT)

BoğaziçiÜniversitesi protestolarında 2 gösterici daha tutuklandı:Öğrenciler için orantısız karar

Boğaziçi Üniversitesi protestolarında 2 gösterici daha tutuklandı: Öğrenciler için orantısız karar Öğrencilerin tutuklandığı suçun cezasının 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezasını öngördüğünü belirten avukatlar yeni infaz yasasına göre öğrencilerin tutuklanmaması gerektiğini belirtti. Boğaziçi öğrencilerine destek için geçen salı günü Kadıköy’de düzenlenen gösteri sırasında gözaltına alınanlara, hâkimlik sorgusunda “Senin Boğaziçi ile ne işin var?”,  “Sizi bu eylemlere kim sürükledi”, “Bu eylemleri üzerine vazife olarak mı görüyorsun” soruları yöneltildi. Bir öğrencinin “demokratik hakkını kullandığını” söylemesi üzerine hâkimin öfkelenerek, “Senin yaptığının demokratik hak olup olmadığına ben karar veririm” dedi. Bir başka öğrencinin Anayasanın ilgili maddelerini hatırlatması üzerine bu kez hâkimin, “anayasanın maddelerini nerden biliyorsun?” dediği bildirildi. Avukatlar, hâkime, yöneltilen soruların hukuka ve usule uygun olmadığı gerekçesiyle itiraz etti. Kadıköy’de gözaltına alınanların Anadolu Adliyesi’ndeki savcılık ifadesi önceki gün tamamlandı. Savcılık, “gösteri kanununa muhalefet” suçlamasıyla aralarında öğrenci ve yurttaşların olduğu 10 kişiyi tutuklama, 13 kişiyi adli kontrol talebiyle İstanbul Anadolu 4. Sulh Ceza Hâkimliği’ne sevk etti. Hâkimlik, 2 gösterici hakkında tutuklama kararı, diğer öğrenciler için çeşitli adli kontrol hükümleri ile serbest bırakılmasına karar verdi. Daha önce tutuklananlarla birlikte tutuklu öğrenci sayısı 4’e çıktı. Öğrencilerin tutuklandığı suçun cezası 6 aydan 3 yıla hapis cezasını öngörüyor. Hukukçular, üst sınırdan ceza alsa dahi yeni infaz yasasına göre öğrencilerin tutuklanmaması gerektiğini belirtti. Tutuklama kararını değerlendiren avukat Engin Deniz Ergin, “Verilen karar suçlamayla çok orantısız ve ağır” dedi.  AVUKATLARA MÜDAHALESorgu sırasında hâkiminin öğrencilere “Daha önce böyle bir eyleme katıldın mı? Daha önceki rektör değişikliğinde böyle eylemler yaptın mı? Bu rektör seçimi yasal değil mi” sorularını yönelttiği öğrenildi. Avukatlar hâkimin sorularına itiraz etti. Hâkimlik 2 öğrencinin tutuklanmasına karar verince avukatlar kararı alkışlar ve “yalnız değilsiniz” sloganları ile protesto etti. Çevik kuvvet amiri ise polislere, “süpürün” diyerek talimat verdi. Bunun üzerine ekipler kalkanlarla avukatlara müdahalede bulundu. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin avukatlarından Ezgi Önalan, “Öğrencilere manipülatif sorular yöneltildi. Müvekkillerimiz ise eyleme katılarak demokratik haklarını kullandıklarını belirttiler. Bizlerde savunmalarımızda sürekli olarak Türkiye’nin AİHM tarafından ‘gösteri ve toplantı yürüyüşleri kanununa muhalefet’ suçuna ilişkin verdiği cezalardan mahkûm edildiğini anımsattık” diye konuştu.  Seyhan Avşar

ABD, S-400 için baskıyısürdürüyor

ABD, S-400 için baskıyı sürdürüyor Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemi Ankara-Washington hattında kriz başlıklarından. ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield, Ankara-Washington hattında krize neden olan S-400 konusunda ABD’nin tutumunda bir değişiklik olmadığını belirtti. “Ocak ayı sonunda yürürlüğe giren Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası, CAATSA yaptırımlarının kaldırılması için Türkiye’nin S-400’e sahip olmamasını şart koşuyor. Bu yeni ve daha katı bir yasal zorunluluk, fakat bu bir ABD yasası” dedi. Satterfield, Ankara’da göreve başlamasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra ilk kez bir grup gazeteciyle bir araya gelerek yeni dönemdeki Türk-Amerikan ilişkilerine dair açıklamalar yaptı. ABD Başkanı Joe Biden’ın göreve başlamasının ardından Türkiye ile ABD arasındaki ilk üst düzey temasın Cumhurbaşkanı İbrahim Kalın ile ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile yapılan telefon görüşmesiyle kurulduğunu kaydeden Satterfield, “Washington’daki planlamalar çerçevesinde yakın zamanda başka telefon görüşmelerinin de olacağını umuyorum” dedi.‘S-400 ÇALIŞMA GRUBU KURULMAYACAK’Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sisteminin teslimatının başladığı Temmuz 2019’da Ankara’ya gelen Satterfield, ilişkilerde yaşanan S-400 kriziyle ilgili de değerlendirmelerde bulundu. “Türkiye, bizim için değerli ve önemli bir NATO ortağı ve stratejik müttefiktir” diyen Satterfield, Trump yönetiminin S-400 alımı nedeniyle Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası (CAATSA) kapsamında Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlarla ilgili şu görüşlerini dile getirdi: “S-400 meselesi, önceki ABD yönetimini yürürlükteki yasayı uygulayarak Türkiye’ye CAATSA kapsamında yaptırım uygulamak zorunda bıraktı. Fakat yaptırımların hedefi çok hassas bir şekilde belirlendi. Türk Savunma Sanayii’ni bir bütün olarak hedef almadık, sadece Savunma Sanayii Başkanlığı’nın (SSB) alacağı lisanslar hedef alındı. Bu adımı üzülerek atmak durumunda kaldık. Türkiye’nin S-400 alımının yarattığı sorun karşısında bir yıldan fazla süreyle tatmin edici bir çözüme ulaşmayı ummuştuk, fakat nihayetinde bu mümkün olmadı ve ABD yasası uygulandı.”  Ocak ayı sonunda yürürlüğe giren Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası’nın, CAATSA yaptırımlarının kaldırılması için Türkiye’nin S-400’e sahip olmamasını şart koştuğunu belirten Satterfield, “Bu yeni ve daha katı bir yasal zorunluluk, fakat bu bir ABD yasası” dedi. Türkiye ile ABD arasında S-400’ler konusunda bir çalışma grubu kurulacağı iddiasını da kesin bir dille yalanlayarak “S-400 konusunda bir çalışma grubu yok, olmayacak. Mesele, ABD yasalarının uygulanması meselesidir. S-400 meselesinin çözülmesini umuyoruz. Fakat çözülemese de uygulamaya koyduğumuz yaptırımlardan doğrudan etkilenmeyen alanlardaki işbirliğimize odaklanmayı sürdüreceğiz” ifadelerini kullandı.SOYLU’YA TEPKİÖte yandan Satterfield, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “15 Temmuz’un arkasında ABD var” açıklamasını da “temelsiz iddia” olarak nitelendirdi. “Bu tür açıklamalar, bir müttefik ve stratejik ortağın yapacağı sorumlu açıklamalar değildir, bu açıklamalardan üzütü duyuyoruz” dedi.Biden yönetiminin transatlantik ilişkilerin güçlendirilmesine vurgu yaptığını, ABD’nin NATO müttefikleri ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerine de önem atfettiğini vurgulayan Satterfield, “Türkiye ve AB arasındaki bağların güçlendirilmesini destekliyoruz” diye konuştu. Satterfield, Libya’daki gelişmelere de değindi. BM öncülüğünde sürdürülen siyasi diyalog sürecini desteklediklerini belirtti. “Ülkedeki tüm yabancı güçlerin çekilmesini öngören BM öncülüğünde sürdürülen sürecin desteklenmesi, herkesin çıkarınadır” ifadelerini kullandı. Hüseyin Hayatsever

Parlak bir zekâ, güçlübir irade: Mustafa Kemal

Parlak bir zekâ, güçlü bir irade: Mustafa Kemal ABD Kara Kuvvetleri resmi yayın organı Military Review’de çıkan “Gelibolu Kayası. Mustafa Kemal’in liderliği” başlıklı makalede, Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşı’nda Türk kuvvetlerini zafere götüren liderliği ve uygulamaya koyduğu taktikler, Amerikan subaylarına bir ders niteliğinde tüm ayrıntılarıyla ele alındı. Osmanlı İmparatorluğu’nun, İtilaf Devletleri’ne karşı, Alman İmparatorluğu’nun da dahil olduğu İttifak Devletleri’ne katılmasıyla birlikte zaten kötü olan durum daha da kötüleşmişti. Almanya’nın Paris’ten sadece birkaç kilometre uzakta olduğu ve Rusların da sahada bütün ordularını kaybettiği gerçeğinin ortaya çıkmasıyla birlikte, İtilaf Devletleri uzun süreli bir savaşa uzun bir süre dayanamayacağını anlamıştı. Kafkaslar’da Ruslar, Mısır ve Mezopotamya’da ise İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı sınırları boyunca birçok cepheye saldırdı. Bu çabalar başarılı olmasına olmuştu, ancak bir etki yaratamayacak kadar da yavaştı. Osmanlılar Rusları açlıktan öldürmekle tehdit ediyordu; Rusların mevcut tek limanı Kırım’dı ve dış dünyaya tek erişimleri doğrudan İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçiyordu. Kraliyet Donanması 1. Komutanı Winston Churchill, Rusya için suyollarını güvenli hale getirmek ve Türkiye’nin kalbine saldırmak için cüretkâr bir plan önerdi. İtilaf Devletleri, Çanakkale Boğazı’nda yer alan ve Osmanlı başkenti İstanbul ile Rusya’ya erişimi sağlayan Gelibolu adındaki küçük bir bölgeyi işgal edeceklerdi.24 NİSAN GECESİHazırlıklar, İngiliz donanmasının mart ayında sahildeki kaleleri bombalamasıyla, işgal ise bir ay sonra başladı. Türkler, 24 Nisan gecesi ufukta İtilaf Devletleri filosu ile uyudular; şafakta uyandıklarında ise sahilde ve daha da fazlası sahile ulaşmakta olan bir ordu buldular. Tüm harekâtın kaderi adeta ilk birkaç saate bağlıydı. Tek bir yanlış adım başarı veya başarısızlığı getirebilirdi. Ancak şans Türklerden yanaydı. Zira parlak bir zekâ ve güçlü bir iradeye sahip yetkin bir komutanları vardı. 19. Tümen ve 5. Ordu bünyesindeki tüm yedek kuvvetlerin komutanı olan Mustafa Kemal, Arı Burnu’ndaki çıkarmalara yedi kilometre uzaklıktaki Bigalı’da bulunuyordu. Doğru zamanda doğru donanımla doğru yerdeydi, ancak bu tek başına zaferi garanti altına almıyordu. Bu noktada, önderlik, sevk ve idare kabiliyeti devreye girdi.Mustafa Kemal, harekât sürecinde gerçekleştirilmesi gereken altı faaliyetten ilk beşini etkili bir biçimde gerçekleştirdi ve birliklerini motive ederek düşmanı durdurdu. Mustafa Kemal’in komuta faaliyetine yönelik güçlü kavrayışı, Çanakkale Savaşı’nın ilk saatlerinde durumun Türkler lehine dönmesini sağladı. Mustafa Kemal, oldukça karmaşık bir durumu başarıyla teşhis etti, başarı için gerekli olan koşulları görselleştirdi ve bunları da astlarına anlattı, bu şekilde birliklerini ve savaşı yönetti; cesur ama hırpalanmış bir düşman karşısında kendi pozisyonunu sürekli olarak gözden geçirdi./Archive/2021/2/6/011455782-birol.jpg‘GERİ ÇEKİLECEK BİR YER YOKTU’Mustafa Kemal, işgale ilişkin herhangi bir istihbarata sahip değildi. Çıkarmadan sonraki ilk iki saat boyunca kolordu komutanından bu yönde hiçbir kılavuzluk almamıştı; sadece 9. Tümen komutanından aralıklı olarak raporlar almaktaydı. Halil Sami Bey’in tümeni, güneyde Cehennem Burnu boyunca savunma hattını elinde tutmaktaydı. 27. Alay’dan bir bölük ise hattın kuzey ucunda Arıburnu’nu savunmaktaydı. Sami Bey, 27. Alay’ın, Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusundan (Anzak) bir taburla kuzeydoğuya, Conkbayırı sırtlarına doğru hareket ettiğini bildirdi. Sami Bey, bunun bir aldatmacanın parçası olduğuna inanıyordu, ancak yine de Mustafa Kemal’den, 9. Tümen’in kuzey hattını güçlendirmek için taburlarından birini kaydırmasını talep etti. Mustafa Kemal, bu bölgenin bir ana çıkarma bölgesi olduğunu düşündü. Ayrıca araziyi o kadar iyi tanıyordu ki Conkbayırı boyunca uzanan üç sırtı kim kontrol ederse civardaki en yakın yerleşim yeri ve Türk savunması için de kilit konumda olan Eceabat’a erişimi kontrol altına alabilirdi. Bu hamleyi Anzak güçleri yaparsa denizden gelerek şehri ele geçirebilir, 5. Ordu’yu ikiye bölebilir ve Türk savunmasını saf dışı bırakabilirdi. Mustafa Kemal ne kadar Anzak askeriyle karşılaşacağını bilmiyor, ancak onları durdurmak için ne kadar kuvvete sahip olması gerektiğini iyi biliyordu. Kısıtlı miktarda istihbaratla kuvvetlerine hareket emri verdi. Durum çok kötüydü. Anzak güçleri, yarımadayı ikiye bölmek ve Conkbayırı’nın kilit bölgelerini ele geçirmek için birinci ve ikinci sırtlar boyunca saldırmaktaydı. Bu önemli arazinin kaybedilmesi, savunmanın başarısız olması ve Gelibolu’nun kaybedilmesi anlamına gelecekti. Mustafa Kemal, son durumu gözünde canlandırdı. Türk kuvvetleri savunma hattını korumak zorundaydı; geri çekilecek bir yer ve verecek bir toprak yoktu...‘CEPHANENİZ YOKSA SÜNGÜNÜZ VAR’Düşman, sahile uzanan sırtların üzerinde veya ötesinde bir mevzi oluşturamadı; öyle ki ancak hâkim bir tepe güçlü bir mevzi olabilir ve Anzakların hatlarını genişletmesine izin vererek takviye kuvvetlerin Türk savunmasına baskı yapmasına olanak tanıyabilirdi. Mustafa Kemal’in kuvvetleri Anzakları sahilde tutmak zorundaydı. O da bu hedef doğrultusunda ve ciddi bir hızla kuvvetlerini hâkim tepelere çıkardı.19. Tümen, 5. Ordu’nun Çanakkale savunmasındaki tüm gücüydü ve harekete geçebilmeleri için 5. Ordu Komutanı Orgeneral Liman von Sanders veya en azından 3. Kolordu Komutanı Esat Paşa tarafından hareket emrinin tebliğ edilmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal bu noktada, Anzak güçlerinin tepelere yaklaştığını görüyor ve emirleri beklemeye vakit olmadığını biliyordu. Doğrusu, kurmaylarını toplamak için bile yeterli zamanı yoktu; karargâhın onayını beklemeden saldırı emrini verdi. Önce 57. ve 77. alayların komutanlarını bilgilendirdi ve 72. alayı yedekte bıraktı. Genelkurmay Başkanı ise 77. Alay’ı bir araya getirme görevini üstlendi. 57. Alay zaten bir eğitim tatbikatı için sahadaydı, Mustafa Kemal de onlara katıldı. Astlarını, Arı Burnu sırtına yönelik saldırı ve Anzakları denize itmeyi öngören görev hakkında bilgilendirdi. Mustafa Kemal açık konuştu: “Düşmandan kaçış yok, düşmanla mücadele vardır. Cephaneniz yoksa süngünüz var. Süngü tak!” İlk müdahaleyi gerçekleştirenler onlardı ve Müttefik kuvvetlerin, sırtın herhangi bir bölümünü almasına izin veremezlerdi. Bir dağ bataryası ile takviye edilen alay, yarımadanın batısına doğru ilerledi.DAĞ BATARYASI KEMALYERİ’NDE Mustafa Kemal, öncü birliklerle birlikte 180 Rakımlı Tepe (Baby 700) ve Muharebe Gemisi Tepesi’ne (Big 700) doğru yola çıktı. Yaklaşma sırasında, geri çekilmekte olan 9. Tümen’in 27. Alayı’ndan askerlerle karşılaştılar. Mustafa Kemal adamlarına baskı yaptı. Alay komutanı, zorlu arazide kuvvetleriyle temasını yitirmişti, bu nedenle, Mustafa Kemal emirleri tabur komutanlarına verdi. İlk tabur, Muharebe Gemisi Tepesi ve Havan Tepe’nin güneybatısına, ikinci tabur ise Muharebe Gemisi Tepesi üzerinden kuzey-kuzeybatı yönüne ve Cesarettepe’den aşağıya doğru saldıracaktı. Üçüncü tabur yedekti. Dağ bataryası, alayın arkasındaki Kemalyeri’ne yerleştirildi. Mustafa Kemal, 27. Alay’ı bozulmuş halde gördükten sonra, 57. ve 27. alayların arasındaki bölgeye 77. Alay’ı sevk etmek için Bigalı köyündeki karargâhıyla temas kurdu. Bu durumda, 5. Ordu bünyesinde yedek tek bir alay kalmıştı, diğerleri üst emir olmaksızın taarruz etti.Mustafa Kemal, kolordu komutanıyla görüşmek zorunda kalmıştı. Esat Paşa’yı bilgilendirmek ve karşı karşıya olduğu kuvvetin Müttefik ana kuvvetleri olduğuna dair endişesini açıklığa kavuşturmak için Eceabat’a geri döndü. Esat Paşa günün ilk teyidinde Mustafa Kemal’in eylemlerini onayladı. Mustafa Kemal de 72. Alay’ı, nerede, ne zaman ve nasıl kullanacağına karar verinceye dek Bigalı’da tuttu. Savaşın ilk saatlerindeki açık ve net talimatları, Arıburnu’ndaki mücadelenin sürdürülmesini sağlamıştı. Eceabat’taki istişarelerin ardından savaşı yönetmek için yeniden ve aceleyle cepheye geri döndü.Yazan: Binbaşı ErIc VendIttIYARIN: MUSTAFA KEMAL’DEN HARP TARİHİNE MİRAS ÜÇ DERS M.Birol Güger

"Önce zihniyet değişmeli"

"Önce zihniyet değişmeli" Akademisyenler ve siyasetçiler, iktidarın gündeme getirdiği ve üzerinde çalıştığı yeni seçim sistemi ve Siyasi Partiler Yasası’nda yapılmak istenen değişiklikleri Cumhuriyet’e değerlendirdi. İktidarın gündeme getirdiği ve üzerinde çalışmalar yaptığı yeni seçim sistemi ve Siyasi Partiler Yasası’nda yapılmak istenen değişikliklere karşı akademisyenler ve eski siyasetçiler sorunun kaynağının zihniyet meselesi olduğunu söyledi. İlk siyasi partiler yasasının 1965 yılında çıktığını söyleyen akademisyen ve siyasetçiler, “1965 yılına kadar Siyasi Partiler Yasası yoktu. O dönemde parti içi demokrasi pek ala işliyordu. Küçük partiler bile ön seçim yaparak adaylarını belirliyorlardı. Onun için Siyasi Partiler Yasası’ndan ziyade zihniyetin değişmesi önemli” dediler. Siyasi Partiler Yasası ve AKP’nin taslak çalışmalarını yaptığı yeni seçim sistemi tartışmalarını Cumhuriyet’e değerlendiren akademisyen ve siyasetçiler özetle şunları söyledi:Esenyurt Kurucu Belediye Başkanı Gürbüz Çapan: Cumhuriyet rejimi kurulurken bizi kulluktan çıkarıp Batı medeniyetine eriştirmeye çalışan kurucu babalarımız vardı. Onlar sınıfsız, sömürüsüz, ayrımsız bir toplum yaratalım derdindeydiler. Çok partili rejime geçilince 1950’den sonra farklılaşma başladı. CHP’nin muhalifi köylü hareketi olduğu için aynı zamanda kurnazlardı. Türkiye’nin sağı kurnazlık üzerine kuruldu. Köylülüğün genel karakteri budur. Şimdi de seçimi nasıl alırız kurnazlığı düşünüyorlar. Bunların cetveli eğri, eğri cetvelden düz çizgi çıkmaz. Türkiye 600 mebus seçerek mebusun niteliğini bozmuştur. Bunun sebebi de temsilde adalet uydurmasıdır. Bunu nasıl önleyeceğiz? Seçim bölgesini büyüteceğiz. 500 bin seçmen 1 mebus seçecek ama aklı başında o bölgeyi tanıyan, bölge için projeleri olan bir mebus olacak bu kişi. Bu milletvekilinin yetkileri olduğu gibi sorumlulukları da olacak. Bugünkü parlamentoda oy veriyorsun hesap soramıyorsun. Güçler ayrılığı diyoruz ya bunu gerçekten hayata geçirirsek hesap da sorabiliriz. O zaman milletvekili de başına iş geleceğini bunun hesabının vereceğini bilir çalışır. Bölgenin yatırım harcamalarını takip etmeli, kararda söz hakkı olmalı. Bölgeleri yarıştırmalıyız. Zaten Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde milletvekilliğinin hiçbir önemi kalmadı. Adamı denetleyici bir güç yok parlamentoda. Bizim istediğimiz çok ve niteliksiz bir mebus topluluğumu yoksa her bölgeyi hakkıyla temsil edecek mebuslar mı? Anladığımız kadarıyla iktidar ‘daraltılmış bölge’ üzerinde duruyor. Biz ise dar bölge sisteminden yanayız. Dar bölge sistemi 500 bin nüfuslu bir yerde yüzde 50+1 birinin seçilmesidir. Cumhurbaşkanı Türkiye çapında yüzde 50+1 ile seçiliyor da niye milletvekilleri seçilmiyor? Herkes aynı yerden geçmelidir. Cumhurbaşkanımıza haksızlık oluyor yüzde 50+1. Milletvekilini kimse konuşturmuyor. CHP de bile milletvekili partisinden izin almadan konuşamıyor. Biz dar bölge derken 500 bin kişinin yüzde 50+1 ile bir mebus seçmesini isterken, onlar daraltılmış bölge peşindeler. Bunu Turgut Özal da yapmıştı. İstanbul’u 8 bölgeye çıkarmıştı. Şimdi iktidar da millet nasılsa partiye oy veriyor diyerek bu yolu izlemek istiyor. Hala kurnazlık peşindeler. Bir kararname ile yaparlar bunu. Seçim sistemi değişirse haliyle karşı koyulamayan değişiklikler olacak. Siyasi Partiler Yasası bize 12 Eylül’den kalan bir miras. Siyasi Parti Başkanı kim olursa tüzüğü değiştirebilir. Mesela Tayyip Erdoğan’ın tüzüğü çok demokrattı. Herkesi kapsayacaktı. İktidar olduktan sonra hemen bir kurultay yaptılar bütün yetkileri Merkez Yürütme Kurulu’na (MYK) verdiler. Sonra MYK toplantı yetkileri genel başkana verdi. Yani hakiki temsile gitmeyince tüzüğün bir anlamı yoktur. Seçim sistemini değiştirmek lazım. 500 bin kişinin seçtiği vekile her istediğini yaptıramazsın. Bardağa, bıçak dedirtemezsin. Partiye ya da kişiye değil, kafaya oy veren bir sistemi oturtmamız lazım. Milletvekillerinin sayısını azaltacağız, yetkisini arttıracağız, sorumluluk vereceğiz. Gerekirse yanlış yaptığında temsil ettiği kişilerce mahkemeye götürülebilir olacak. Vekiller hesap verebilmeli. Otomatik olarak da Siyasi Partiler Kanunu değişecek zaten. /Archive/2021/2/6/012515806-capansayfa9.jpg‘MHP BARAJ ALTINDA KALABİLİR’Toplumsal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TESAV) Başkanı Erol Tuncer: İktidar partisi kendisine ve ortağına kazandıracak, kendi lehlerine olan bir seçim sistemi hazırlamak istiyor. Daraltılmış bölgeden bahsediliyor. Daraltılmış bölge birinci sıradaki partinin lehinedir. Yani AKP’nin. Ancak ortağı MHP’nin aleyhinedir. Mebus sayıları düşer. Baraj da üzerinde çalıştıkları konulardan biri. Baraj sistemi çıktığı günden bu yana yandaşları kadar karşıtları olan bir konu. Bunun olumsuz sonuçlarını da yaşadık. Dolayısıyla barajın düşürülmesi iyi olur ama düşürürlerse yeni partilere yarayabilir diye endişe edebilirler. Düşürülmezse de MHP’nin şimdiki barajı aşıp aşamayacağı belirsiz. Kamuoyu araştırmaları da bize bunu gösteriyor. Ben kolay kolay başkanlık sisteminden vazgeçeceklerini düşünmüyorum. Ancak kaybedeceklerinden yüzde 100 emin olurlarsa parlamenter sistemi tercih edebilirler. Çünkü kamuoyu yoklamalarında iktidar partisi hala birinci parti olarak görünüyor. Dolayısıyla parlamentoda çoğunluğu alır. Şimdilik tabii, önümüzdeki günlerde ne olur bilinmez. Türkiye’de yıllardır Siyasi Partiler Yasası’nın değiştirilmesi istenir. Bu yapılınca siyasi partilerin içine demokrasinin geleceği konuşulur. Ben tek başına Siyasi Partiler Yasası’nın mucizeler yaratacağı kanısında değilim. Bu yasadan çok zihniyet meselesidir. 1965 yılında ilk siyasi partiler yasası çıktı. 1965 yılına kadar Siyasi Partiler Yasası yoktu. O dönemde parti içi demokrasi pek ala işliyordu. Küçük partiler bile ön seçim yapılarak adaylarını belirliyorlardı. Onun için Siyasi Partiler Yasası’ndan çok zihniyetin değişmesi önemli. Tabii Siyasi Partiler Yasası’nda değişmesi gereken noktalar var ama tek başına yasaya ümit bağlamak hayal kırıklığı yaratır. İktidar partisinin getireceği değişiklikler ideal bir Siyasi Partiler Yasası yaratabilmeye mi hedefliyor yoksa iktidar ve ortaklarına yarar sağlayacak değişiklikler mi düşünülüyor görmek lazım./Archive/2021/2/6/012530931-tuncersayfa9.jpg‘AKP MASA BAŞINDA KAZANDIRACAK BİR SEÇİM SİSTEMİ DİZAYN EDİYOR’Eski Ekonomi Bakanı Ufuk Söylemez: Siyasal İslamcı zihniyete sahip kişiler, partiler ve iktidarlar asla ve asla demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir yasal düzenleme yapmazlar, yapamazlar. Çünkü bu onların fıtratına aykırı. AKP’nin MHP ile birlikte anca yüzde 40-41 bandına çıkabildiği görülüyor. Yüzde 50+1 almaları bu sistemle neredeyse imkânsız. O nedenle sıkışmış vaziyetteler. Bir yandan reform derken bir yandan da yanlı, partizan, kutuplaştırıcı kararlar ve hukuk faciası sayılabilecek uygulamalar gün gibi ortada. Yapacakları tek şey; masa başında onlara seçim kazandıracak bir seçim sistemi dizayn etmek. Kişiye ve partiye özel bir seçim sistemi istiyorlar. Bunlar panik hareketlerdir. Türkiye’nin işsizlik, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele edip bunları konuşması gerekirken bugün anayasa açıklamasının kimsenin karnını doyurmayacağı ortadadır. Bunların derdi anayasa, demokrasi, özgürlük olmadığı gayet açıktır. Yapmak istedikleri Anayasa değişikliğinin Meclis’ten geçeceğine inancım yok. Referanduma götürmeleri halinde de bu referandum hem AKP’nin anayasa değişikliğine hayır hem de AKP’ye hayır olarak sonuçlanabilir. MHP’nin yapılan araştırmalara göre oy oranının yüzde 6-7 bandına düştüğü görülüyor. Kamuoyunda da milliyetçi bir partinin ümmetçi bir partiyle bir arada olması, ihvancılarla kol kola girmesi garip karşılanıyor. Tepede bu birlikteliği sürdürmek isteseler de tabanda bunun karşılık bulmadığı ortada. Dar bölge sisteminde en büyük zararı MHP görecektir. AKP bunun için de bin formül yaratabilir tabii. Bu çabalar bir ikbal ve iktidarda kalma arayışıdır. MHP’yi kurtarmak için barajı da düşürebilirler ama bu yapılsa bile MHP için kurtuluş olmaz. Daha kötü olur. Öte yandan Siyasi Partiler Yasası’nda da kesinlikle değişikliğe gidilmeli. Siyasi Partiler Yasası, liderlerin seçtiği isimlerin önünü açıyor. Hem parti içinde hem mecliste liderlerin talimatlarıyla bir emir komuta siyasetine mecbur bırakıyor. Demokratik siyasetin önünü tıkayan Siyasi Partiler Yasası’dır. Sadece lidere biat eden düşük profilli isimler mebus yapılarak, birileri için dikensiz gül bahçesi yaratılıyor. Bunun da ülkeye bir yararı olmadığını görüyoruz./Archive/2021/2/6/012543650-soylemezsayfa9.jpg“YÜZDE 10 BARAJ ÇOK YÜKSEK”Prof. Dr. Erhan Karaesmen: Baraj sistemi ve ittifaklarla ilgili düzenlemelere ilişkin yüzde 10’luk seçim barajı çok yüksek. Ülkedeki toplam oyların yüzde 10’unu alamayan partiler barajın altında kalıyor. Baraj düşürülsün ki kendi halinde kalan illerden milletvekili çıkarılabilsin. Yüzde 7’ye yüzde 5’e indirelim deniyor. Fakat iktidarın çok fazla işine gelmediğini görüyoruz ki sadece sözde kalıyor. MHP’ye de yüzde 10’luk seçim barajı yüksek geliyor. MHP’nin barajı düşürmek istediği yönünde bir niyeti olduğunu görebiliyoruz. Büyük ortak ise ‘sen bu seçim sistemini, barajını değiştirmekten vazgeç. Biz sana Türkiye çapında ses çıkarabileceğin kadar milletvekili sayısı kadar bir kontenjan ayarlayalım. Kendi göstereceğimiz adayların içine senin adaylarını koyalım” diyerek ikna etmeye çalıştığı anlaşılıyor. Seçim havasına girildiğinde de ittifak kavramının siyasal partiler yasasında yer alabileceğini de düşünüyorum. Bir diğer partiyle iş birliğinin ötesinde, sadece bir seçime özgü kol kola girilebilir. Yeni bir siyasi partiler yasası da düzene girmeli, gereklilik vardır. Parti içi demokrasiyi sağlamak açısından partilerin itiraz etmemeleri gerekir. Düzen kurma açısından siyasi partiler yasasındaki değişiklik faydalı olabilir. Bu yasa, muhalefet partilerinin kendi iç işleyiş düzenlerine yeni bir sosyolojik mantık getireceği için renkli bir durum. Fakat olumsuz tarafı da vardır. Siyasi partiler yasasında her partinin kurultay, meclis genel kurulları var. Bu genel kurullardan parti inisiyatifine yetki yansıtılması durumu var. Bu özelliklerle birlikte partilerin yaklaşan seçimde beklentileriyle birlikte birbirinden ayrı düşünceleri kendini gösterebilir. Öte yandan siyasi partiler yasasında yapılacak değişiklikle parti kapatmaların önü açılabilir. Özellikle HDP bazında konuşmak gerekirse bu partiye getirilen bir ceza olmaz. Bu, Güneydoğu insanına getirilen bir ceza olur. Kapatılması halinde tekrar benzeri bir parti kurulur. İktidarın 600 milletvekilini dar bölge sistemiyle küçük yerel birimden toparlamaya çalıştıkları bir arayışları var. Şu anda buna gerek görülmesi, MHP’nin tek başına yüzde 10 barajını aşamıyor oluşu. AKP yüzde 10 ile oynamak yerine küçük bölgeyi tercih ediyor. Çünkü Yüzde 10 ile oynaması halinde HDP’nin de sahada yerini alacağını biliyorlar. Dar bölgeye gidilmesine ise MHP sıcak yaklaşmıyor. MHP’nin kendi çıkaracağı toplam milletvekili sayısı azalacağı endişesiyle buna razı olmadığı anlaşılıyor. Muhalefeti ise bu durum rahatsız etmiyor. Muhalefet daha çok gözlem yapıyor. Dar bölge sistemine, AKP ve MHP’nin aynı anda onaylamasının mümkün olmadığını görüyoruz./Archive/2021/2/6/012609400-karaesmensayfa9.jpg“TÜRKİYE PARTİ MEZARLIĞINA DÖNDÜ”Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu: Ben, dar çevreden uzak olarak çevrelerde bir değişiklik yapılmaması, mevcut seçim çevrelerinin korunması gerektiğini düşünüyorum. Nüfusu stabilize olmamış yerlerde eşit dar çevre oluşturmak, dar bölge sistemini uygulamak çok zor. 600 milletvekili var ve 600 eşit seçim çevresine ayırmakta da bir zorluk var. Dar sistemde kime oy verileceği bilinir fakat bu durum adayların kimlikleri öne çıktığı için, bu etnik ve mezhepsel davranışları arttırır. Bu sorunların önüne geçebilmek adına geniş çevrenin daha yararlı olduğunu düşünüyorum. Geniş çevre bütünlük sağlarken dar çevre bölünmeye sebep olur. Geniş çevrede siyasi partiler etnik farklılıkları göz önüne alarak birbirine yakınlaştırır. Öte yandan baraj sisteminin yüzde 10 olması hiçbir demokratik ülkede yok. Baraj en fazla yüzde 5 olmalı. Türkiye için istikrarlı bir hükümet kurulması için yüzde 4 ila 5 idealdir. Seçim ittifakları ise tabi ki olabilir. Seçim ittifakları seçim öncesi bir koalisyon gibidir. Koalisyon bir ülkenin siyasi bölünmüşlüğünün parlamentoya yansımasıdır. Bence daha sağlıklıdır. Öte yandan Siyasi Partiler Yasası’nda değişikliğe gidilmeli. Siyasi partiler demokratik işleyişe kavuşturulmalı. Mesela; adayların belirlenmesi. Adaylar ön seçimle belirlenmeli. Parti merkez organının ya da parti liderinin belirlememesi, bu yönde bir değişiklik yapılması gerekir. Siyasi parti kapatmalarına ilişkin söylemlerde sonuca odaklı değil. Türkiye parti mezarlığına döndü. HDP öncesi de çok parti kapatıldı. Yeniden açıldı yeniden kuruldu. Bunlardan ders almak gerekir. HDP 6-7 milyon oy alıyor. Türkiye’de böyle bir kesim var ve bu kesimin de parlamentoda kendisini ifade edebilmesi gerekir. Kürt sorununun çözülmesi için kendi kimliklerini sürdürmek isteyen insanların da parlamento da bu sorunları dile getirmesi ve çözüm araması gerekmektedir. Farklı görüşlerle çözüme daha kolay ulaşacağımızı düşünüyorum. Silah olmasın istiyoruz. Barışçıl çözüm olsun istiyorsak bunun yeri parlamento. AKP’de 2008’de kapatılma konusunda ipten dönmüştü. 1 oy farkla kapatılmadı. Ama yaşadığı o durumla daha da gürbüzleşti. Yaşanan mağduriyet daha da güçlendirir. İktidar seçim sistemi ve siyasi partiler yasasında yapacağı değişikliklerle parti kapatmanın önünü açabilir. Anayasa parti kapatmaya izin veriyor. 2 tür yaptırım var. Hazine yardımından yoksun bırakma yaptırımı var, AKP’ye 2008’de verildiği gibi. Kapatma yaptırımı da mümkün. Bu konuda bir yasal değişikliğe ihtiyaç yok. Kapatılmak istenirse kapatılabilir ama bu bir çözüm değil. Yeni bir yasal ya da anayasal düzenleme yaparken geçmişteki sorunları göz önünde bulundurmak gerekir. Bakılmazsa yapılan anayasal düzenlemeler çözüm olmaz./Archive/2021/2/6/012621650-yuzbasioglusayfa9.jpg“TEMEL SORUN CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ”Eski Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk: Sistemin tamamen değişmesi gerekiyor temel sorun cumhurbaşkanlığı sistemi denilen ucube bir sistemin getirilmiş olması. Şu anda koalisyonları zorunlu hale getirilmeye çalışılıyor. Yeni yapılacak olan düzenlemede sistemin değişmesi lazım. Sistem değiştikten sonra parlamenter sisteme dönmemiz lazım. Yasama yürütme yargının arasındaki düzenlemeyi yeniden yapmamız lazım. Ayrıca baraj sisteminin tamamen ortadan kaldırılması lazım. En azından yüzde 3’e kadar düşürülmeli. Yüzde 3’ün üzerindeki baraj belli şekilde parlamentoya girmesini engelliyor. Biz demokrasiyi olduğunca tabana çekmemiz gerekiyor. Baraja tümüyle karşıyım. Siyasi partiler yasası ise tamamen değiştirilmeli. Cumhurbaşkanlığı Sistemi getirildiğinde, bu sistemin tamamlayıcısı olarak siyasi partiler kanununun değiştirileceği, seçim vaadi olarak söylenmişti. Ama ne seçim yasası ne siyasi partiler kanunu değiştirilmedi. Siyasi partiler yasası değiştirilerek, partilerin içine demokrasi getirilmeli. Lider hegemonyasına son verilmeli. Milletin zorlanan önüne konulan insanlar seçiliyor.  Demokrasiyi daha çok tabana yaymak gerekiyor. Oy verene şans verilmesi lazım. Siyasi partiler kanunu buna çok engel. Öte yandan siyasi partiler yasasının değişmesiyle de parti kapatmaların önü açılmamalı. Siyasi parti kapatmaların bir çare olmadığını Türkiye çok iyi anladı. Sadece hukuken gerekli durumlarda partilerin kapatılması gerekir. Türkiye’de parti kapatmaların yerine suç işleyenlerin cezalandırılması ve onların siyasetten men edilmesi, hazine yardımlarının kesilmesi gibi ön tedbirler var. Bence kapatmak doğru değildir. Siyasi partiler yasasının değişmesiyle de parti kapatmaların önü açılmamalı. Sorumlusu varsa cezalandırılmalar yapılmalı. Seçim sisteminde ise değişiklik yapılmaması gerekiyor. 600 milletvekili bile çok fazla. Her siyasi parti iktidarda kalabilmek için kendisine en uygun sistemi getirmeye çalışıyor. Rahmetli Turgut Özal da bu işi çok iyi yaptı ve seçim sistemini değiştirdi. Ama seçim sisteminin üzerinde oynanması iyi değil. Dar bölge sisteminin tek faydası yerelde vatandaş kendi milletvekilini daha iyi tanıması olur. Başka fayda sağlamaz./Archive/2021/2/6/012634181-ozturksonsayfa9.jpeg İlayda Kaya / Leyla Kılıç

Metal işçisi ilk‘raund’u aldı

Metal işçisi ilk ‘raund’u aldı DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası, MESS ile Schneider Enerji, Grid Solutions Enerji, Schneider Elektrik, ABB Power Grids ve Arıtaş Kriyojenik işyerleri için 19 Ekim 2020’de başlayan ve grev aşamasına gelen toplusözleşme görüşmeleri kapsamında anlaşma sağladı. Eylül 2020-Eylül 2022 dönemini kapsayan ve 2 bin işçiyi kapsayan toplusözleşmeyle ücretlerde ilk 6 aylık dönem için net 813-1080 TL arasında artış sağlandı. Sosyal haklar ilk yıl için yüzde 26 artırıldı. İşçiler MESS’in tamamlayıcı sağlık sigortasına dahil edilirken eş ve çocuklar da işverenlerin ödemesiyle sisteme dahil olacak. İlk 6 ay için ortalama yüzde 21 zam alındığını belirten Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Sekreteri Özkan Atar, “Bu sözleşme işkolundaki işçilerin mücadelesinde önlerini açacak bir etki yaratacak” dedi. Atar, kendilerinin de 12 bin işçi adına görüşme yapacağını hatırlattı.  Mustafa Çakır

Cumhurbaşkanıkararıile BoğaziçiÜniversitesi'nde hukuk ve iletişim fakülteleri açılıyor

Cumhurbaşkanı kararı ile Boğaziçi Üniversitesi'nde hukuk ve iletişim fakülteleri açılıyor Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olarak atanan AKP'li Melih Bulu'ya karşı öğrenci ve hocaların protestoları sürerken AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan yeni bir karar geldi. Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında Boğaziçi Üniversitesi'ne hukuk ve iletişim fakültesi kurulmasına ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı yayımlandı. Boğaziçi Üniversitesi'ne iletişim ve hukuk fakültesi kurulmasına ilişkin Cumhurbaşkanı kararı Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlandı. 5 Şubat 2021 tarihli Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzalı kararda, 13 üniversiteye çeşitli fakültelerin kurulmasına ilişkin duyuru yapıldı. Bunların arasında Boğaziçi Üniversitesi'ne kurulacak iletişim ve hukuk fakülteleri de yer aldı.  cumhuriyet.com.tr

İki genciöldüren polislere aylık bin TL ceza verildi!

İki genci öldüren polislere aylık bin TL ceza verildi! İstanbul Sultangazi’deki Gazi Mahallesi Kent Ormanı’nda Barış Kerem ve Oğuzhan Erkul’un, ‘dur’ ihtarına uymadıkları gerekçesiyle öldürülmesine ilişkin davada, yargılanan polislere 24 bin lira para cezası verildi. İstanbul Sultangazi’deki Gazi Mahallesi Kent Ormanı’nda Barış Kerem ve Oğuzhan Erkul’un, ‘dur’ ihtarına uymadıkları gerekçesiyle öldürülmesine ilişkin yargılanan 4 polise 24 bin 300 TL para cezası verildi. Polislere verilen ceza, 24 ay takside bölündü.Yaşları 15 ile 18 arasındaki 5 arkadaş, 14 Nisan 2017'de Gazi Kent Ormanı’na gitti. Park çıkışında polisin ‘dur’ ihtarına uymadıkları gerekçesiyle araçları tarandı. 23'ü araca isabet eden toplam 35 kovan bulunan olay yerinde Barış ve Oğuzhan hayatını kaybetti, 2 kişi de yaralandı. Dört polisin ‘bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verme’ suçlamasıyla 3 yıldır yargılandığı davada karar bugün çıktı.İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya hâlâ görevde olan sanık polisler katılmadı. Duruşmada yaşamını yitirenlerin yakınları hazır bulundu.Avukatların esas mütalaaya karşı yaptıkları savunmanın ardından mahkeme heyeti kararını açıkladı. Mahkeme, sanık 4 polise ayrı ayrı ‘bilinçli taksir ile birden fazla kişinin ölümüne veya yaralanmasına neden olma’ suçundan önce 6 yıl hapis cezası verdi. Verilen cezalara indirim uygulayan mahkeme heyeti, bunu 3 yıl 4 ay hapse çevirdi. Daha sonra bu cezayı 24 bin 300 TL para cezasına çeviren mahkeme, bunu ise 24 taksitlere böldü. cumhuriyet.com.tr

AKP'li CumhurbaşkanıErdoğan 11üniversiteye rektör atadı

Türkçe Haberler En Son Başlıklar AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan 11 üniversiteye rektör atadı AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 11 üniversiteye rektör atadı. Atama kararları Resmi Gazete'de yayımlandı. Boğaziçi Üniversitesi'ne AKP'li Melih Bulu'nun atanmasının yankıları sürerken AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 11 üniversiteye daha rektör atadı. Buna göre Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Abdulhalik Karabulut, Ardahan Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Mehmet Biber, Artvin Çoruh Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Mustafa Sıtkı Bilgin, Batman Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. İdris Demir, Bitlis Eren Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Necmettin Elmastaş, Gümüşhane Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Halil İbrahim Zeybek, Hakkari Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Ömer Pakiş, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Namık Ak, Kırklareli Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Bülent Şengörür, Kilis 7 Aralık Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Mustafa Doğan Karacoşkun ve Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Turgay Uzun atandı.Erdoğan, atamaları 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 13'üncü maddesi ile 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin 2'nci, 3'üncü ve 7'nci maddeleri gereğince yaptı. AA

‘Şiirinözünden bir hareket: Aşk!

‘Şiirin özünden bir hareket: Aşk! İlk insandan günümüze aşkın her türlüsü (Cinsel, hayali, dinsel) insanda yurt edinmiş, yaşamı yönlendirmiştir. Şeyh Galib’in “Kıvılcım tanesi ektikleri / parça parça yürek biçtikleri” dediği gibi, her insana kıvılcım tanesi ekilen aşkı tanelere ayırsak (genetik, ekonomik, tarihsel, psikolojik, cinsel, kültürel…) çok fazla öğelerden oluştuğu görülecektir. Aşk bir harekettir, zamanı hızlandıran, renklendirendir. Vazgeçilmezliği kadar zulmü de bilinir. Ferhat dağları deler, Mecnun çöllere düşer, Yusuf kuyuda inler, Kerem yanar kül olur… Ne tahtlar çökmüş ne saraylar göçmüştür aşk yüzünden. /Archive/2021/2/6/002503685-ic2.jpg“Aşk imiş her ne vâr âlemdeİlm bir kıyl ü kaal imiş ancak”FuzuliAşk insana uzun ve çetrefilli yollardan gelir. Apansız dalar içeri. Dağıtır, devirir, yaralar, değiştirir… Zaman, kural tanımaz, öğüt almaz. “Akıldan nasıl çıkılır dışarıya / aşkla canım, aşkla” dizelerimdeki gibi aklın sınırlarını aşar. Yunus Emre’nin “Ne akilim ne divane / gel gör beni aşk neyledi” dediği bu olsa gerek.Aşk yüzyıllardır şiirin ana temalarından biri olmuştur. Aşkı döndüren çark şiirdir ya da şiiri yürüten aşk… Kuşun kanat çırpmadığı, dalın oynamadığı, denizin kımıldamadığı şiirlerde aşkın eksikliğini görürüz. Aşk bir harekettir, zamanı hızlandıran, renklendirendir. Vazgeçilmezliği kadar zulmü de bilinir. Ferhat dağları deler, Mecnun çöllere düşer, Yusuf kuyuda inler, Kerem yanar kül olur… Ne tahtlar çökmüş ne saraylar göçmüştür aşk yüzünden.HALK VE DİVAN ŞİİRİNİN ÖZNESİ“Ben aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib/ kılma derman kim helakim zehri dermanındadır” diyen Fuzuli gibi birçok şair aşkın zehrinden, cefasından hoşnuttur. Şair Fitnat Hanım’ın “Elbette yapacağı bir iş vardır âşığa/ Fitnat yârin vefâsı yoksa da cefâsı var” dediği gibi. “Duramadım dayanılmaz isteklere/ bütün bağlardan kurtulup bir an/ gözlerinin büyüsüne geldim/ ellerinin ateşine / Yak beni” diyen Türkân İldeniz de yıllar sonra aynı şeyi söyler. Yüzyıllar geçse de aşkın en önemli özelliği yakması, âşıka zulmetmesidir.Gerek halk gerekse divan şiirinin özünde aşk, şiirin öznesi konumundadır. Şair onu karşısına alır, sevgiliyle konuşur gibi konuşur, kızar, kıskanır, merak eder, özler… Aşk duygusuyla dil birleşir. Divan şiirindeki aşk, çoğunlukla belli kalıplarla ifade edilmeye çalışılır ve birçok şair tarafından tekrar edilirken, halk şiirinde doğaçlama söylem olarak karşımıza çıkar. Dil de farklıdır, dilin söylediği de.Bu konuda ilk aklımıza gelen Karacoğlandır. Karşı cinse (kadına) duyulan aşkın her rengini, erotizmin estetik söylemini onun şiirlerinde buluruz. “Ala gözler ile kaşın eğmesin/ Gönlüm çekmez her güzeli sevmesin/ sıkça dikmiş kız döşünün düğümesin/ sıkmış memelerin gerilsin deyi…”“Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş/ Meğer mahşereçe sökülmez imiş” diyen Seyrani, “Kalpten kalbe bir yol vardır görünmez” diyen Neşet Ertaş, “Güzelliğin on para etmez/ Bu bendeki aşk olmasa” diyen Âşık Veysel ve daha niceleri aşkın boyutlarını incelemişler, farklı söylemlerle dillendirmişler./Archive/2021/2/6/002445748-kapakic1.jpgŞİİRİN DE AŞKIN DA TANIMI YOK!Yalnızca bizde değil; dünya şiiri, romanlar, filmler, müzikler unutulmaz aşkları konuk eder. Şiirin de aşkın da tanımı bugüne değin yapılamamıştır, çünkü ikisi de bireyseldir, her şaire, insana göre değişir. Yine ikisinin de ortak yanı değiştiren ve dönüştüren olmasıdır. Aşk bir duygu hali iken, şiir; can suyunu duygu halinden alarak dile taşır. Aşkın olduğu yerde ölüm, ayrılık, acı, yasak, ihanet, nefret, kimi yerde intihar veya cinayet, cinnet de beraber gelir.“Ama ne var ki eskisi gibi değil/ Bir başına değil aşk başka sevilerle koşullu/ Mesela barışa arada bir gökyüzüyle/ Her şeyin gerçeği insanlıkla beraber/ Aşk ünlü güzellik” diyen Cemal Süreya aşkın çok şeyle bağlantılı olduğunu, koşulların eski aşkları değiştirdiğini söyler. Aşk da yaşamdaki çok şey gibi, zamana ve kişiye göre değişir.Turgut Uyar “Ölüm ölüm/üstün değilsin aşka” derken Melisa Gürpınar “Seninle/ bir ölüyü gömdükten sonra/yenen ilk yemek gibi/ sevişmeye çalıştık gece/ ve kim kimi öperse/ veba gibi bir hüzün bulaştı birbirine” dizeleriyle tükenen aşkları sezinletir.ELİMDE DEĞİL GÜLÜM!Çağdaş şiirimizin kurucularından Nâzım’ın aşk şiirleri hepimizin ezberindedir. Saat 21-22 şiirleri’nde Piraye’ye “Sen şimdi ne yapıyorsun şu anda şimdi, şimdi” diye sorarken; Şeyh Galib’in ‘Hüsn ü Aşk’ında söylediği gibi, aşkın en yakın arkadaşının merak olduğunu görürüz. Ardından “Elimde değil gülüm/ seni kıskanıyorum” diyerek kıskançlığın da aşkta varoluşunu söyler.Kadınların şiirle tanışıklığı eski olsa da aşkı ve erotizmi yazmaları toplumsal ve dinsel baskılar yüzünden kolay olmadı. Birhan Keskin “Bir hülyanın hatırasında/ kasıp kavuruyorum kendimi/ diyor ki, hayat yalandır/ aşk da” dizelerinde aşkı yalanlarken, Nur Saka “Anne de olabilir insan hayatta/ âşık da” diye yazar. Gonca Özmen “Unutma kırmızı olur aşkbatımları…/ ve gizli aşklara sığınaktır/ deniz kabukları” dizeleriyle, gizli aşklardan söz eder.KADINLARA YASAKLI!Ataol Behramoğlu’nun kitap ya da şiir adları bile (Aşk iki kişiliktir, Bu aşk burada biter, Yeni aşka gazel, Sevgilimsin…) onun aşk temasını sık işlediğini, aşksız yaşayamadığını gösterirken; Ali Asker Barut aşkın dışardan da görünürlüğünü sezerek “Unutma ki sonsuza kadar/ gizlenmezsin bir aşkta” der. Ertan Mısırlı “Bir salıncaktı aşk kalbimizde sallanıp duran/ Şimdi hangi yüreğin ormanında beni budamaktasın” diye sorar.Dün de bugün de aşk imgesini kullanmayan şair yok gibidir. Yalnızca kadınlara yasaklı kalmıştır çoğunlukla. Yüzyıllardır kadınların suskunluğunda sakladığı yeraltı nehridir aşk. En çok da biz biliriz yaktığını, sürgüne yolladığını, günahkâr kıldığını… Bu yüzden ‘Tanrıyla Konuşmalar’da “Cennet kendisini aşkın cehenneminde sınar” demiştim.Aşkla kalın! Arife Kalender

Victor Hugo’dan 13. Louis döneminde aşk!

Victor Hugo’dan 13. Louis döneminde aşk! Cemil Meriç’in yetkin çevirisiyle sunulan Marion de Lorme, Victor Hugo’nun zenginlerle düşüp kalkan, gönül eğlendiren ünlü bir Fransız kadının yaşamından esinlenerek kaleme aldığı beş perdelik oyununda bir aşk hikâyesini anlatırken, 13. Louis döneminin siyasi arka planını da eleştiriyor. /Archive/2021/2/6/002142437-ic.jpgCemil Meriç’in edebiyat ve edebiyat dışı alanlardaki çevirileri, onun, “kültürle derinlemesine alışveriş kaygısı”nın, “düşünce mesaisi”nin izlerini taşır. Çevirilerinde Türkçeye olduğu kadar çeviri yaptığı dillere de hâkimiyetini gösteren Meriç, kendine özgü üslûbuyla bir yandan edebiyat ve düşünce dünyamıza katkıda bulunmaya devam ederken, zaman zaman da çevirdiği yapıtlarla ve yazarlarıyla ilgili kimi çalışmalarını okurlarla paylaşır.Marion de Lorme, Victor Hugo’nun zenginlerle düşüp kalkan, gönül eğlendiren ünlü bir Fransız kadının yaşamından esinlenerek kaleme aldığı beş perdelik oyunu. 1838’de geçen hikâyede Marion de Lorme âşıklarından kaçmak ve Didier’yle yeni bir hayata başlamak için Blois’ya yerleşir. Ancak geçmişi peşlerini bırakmaz. Hugo, bu aşk hikâyesini anlatırken, 13. Louis döneminin siyasi arka planını da eleştirmekten geri durmuyor.Marion de Lorme / Victor Hugo / Çev.: Cemil Meriç / İletişim Yay. / 211 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Haftanın güncelçocuk kitapları...

Haftanın güncel çocuk kitapları... Konserve Kutusu Tin (Gülşen Manisalı), Jamie Drake Denklemi (Christopher Edge), Jamie Drake Denklemi (Christopher Edge), Kat ile Juju (Kataneh Vahdani), Bazı Kuşlar Uçtu (Esra Ercan Bilgiç-Merve Erbilgiç). /Archive/2021/2/6/001812955-ic1.jpgKonserve Kutusu Tin / Gülşen Manisalı / Resimleyen: Mısra Karahan / Büyülü Fener Yayınları / 2020 / 21s. / 6+Tin kırmızı ve kaygılı bir konserve kutusu. Bir konserve kutusunun ne gibi kaygıları olabilir demeyin. Tin’in pek çok korkusu var. Sokağa fırlatılmak veya denizin dibini boylamak gibi. Rafta arkalara saklanma çabası da hep bundan. Pek tabi arkaya saklanmak da çözüm olmadı, Tin’i birileri satın aldı. Neyse ki alışverişte torba yerine file kullanan birileri… Tin’in kaygılarına ve yolculuğuna bizi ortak eden yazar, geri dönüşüm sürecine dair besleyici bir hikâye kaleme almış. Sürece nasıl katılabileceğimize dair de başlangıçlar sunmuş. Çizimler için de Mısra Karahan’ın yazarla ortaklığına teşekkürler... Biz yazarın son sayfadaki sorusu doğrultusunda, kendi davranış biçimlerimizi gözden geçirdik. Sizlere de keyifli başlangıçlar diliyoruz./Archive/2021/2/6/001829845-ic2.jpgJamie Drake Denklemi / Christopher Edge / Çeviren: Ceren Ceylan / Bilgi Yayınevi / Kasım 2020 / 191s. / 10+Uzaylılar gerçekten var mı yoksa evrende yalnız mıyız? Yıllardır hepimizi meşgul eden sorulardan belki de en önemlisi bu. Jamie’nin babası Dan Drake, yıldızlara gidip uzaylı yaşamı araştıracağı bir göreve çıkacaktır. Jamie’nin öğretmeni sınıfından bu araştırma konusunda daha çok bilgi sahibi olmalarını, ödev olarak da bir uzaylı yaratmalarını ister. Uzay araştırmalarının yanında gündelik hayatın olağan akışı... Jamie, doğum gününde babasının evde olamayacağına üzülürken annesiyle babasının boşanacakları haberini alır. Uzay gemisindeki görev anında güneşte oluşan patlamalar Dan Drake’in geri dönüşünü imkânsızlaştırır...Temposu hiç düşmeyen, zekice kurgulanmış, ufuk açıcı bir roman./Archive/2021/2/6/001855986-ic3.jpgKat ile Juju / Kataneh Vahdani / Çeviren: Sema Günaydın Çınar / İlksatır Yayınevi / 2020 / 44 s. / 3+Çizgilerin hep içini boyayan çekingen Kat ve hep dışını boyayan, kocaman gülümsemesiyle her şeye farklı açıdan bakabilen coşkulu kuş Juju’nun hikâyesi… Birine eğlenceli gelen diğerini azıcık ürkütse de arkadaş olmaktan mutlu bu ikilinin karşısına bir gün üşümüş, yapayalnız bir kuş çıkar. Uçabilmek için desteğe ihtiyacı vardır. Kat, Juju’nun yardımıyla kendi gücünü, nasıl bir arkadaş olabileceğini keşfederken kendine karşı da her zaman dürüst davranmayı deneyimler. Farklılığın, arkadaşlığın önemi üzerine yeniden düşünürken cesaretin ille de büyük olaylar karşısında gösterilmediğini, her gün yaşanan onlarca küçük anın da cesaret gerektirdiğini fark ediyoruz./Archive/2021/2/6/001914329-ic4.jpgBazı Kuşlar Uçtu / Esra Ercan Bilgiç-Merve Erbilgiç / Çınar Yayınları / Kasım 2020 / 32s. / 4+İki yaşında ve yalnızca ikiye kadar sayabilen Ekin’le birlikte gökyüzüne doğru keyifli bir yolculuğa çıkıyoruz. Mevsim yaz, gökyüzü mavi, bulutlar ve güneş hareketli. Bazı kuşlar uçuyor. Sonra sonbahar... Aa, gökyüzünün rengi mi bozulmuş! Bunu düzeltmeli... Ekin gökyüzünü yeniden, olmuyor yeniden boyuyor. Artık Ekin dörde kadar sayabiliyor. Bazı kuşlar uçuyor ve kış geliyor. Esra Ercan Bilgiç-Merve Erbilgiç öylesine başarılı bir işbirliği sergilemişler ki sözcükler ve renkler el ele vermiş, ortaya kocaman, sımsıcak bir anlatı, bir şiir çıkmış! Tadı, tuzu, rengi, kokusu... her şeyi yerli yerinde. Keşke her çocuk okusa, diyebileceğimiz kadar da başarılı. Emek Yurdakul / Cumhuriyet Kitap Eki

Vazgeçmemek umuda götürür

Vazgeçmemek umuda götürür Öyle anlar olur ki herkesi karşımıza alabiliriz. Çevremizdeki herkes bir anda sırt çevirebilir bize. Düşünmemek, derin derin düşünmekten; bırakıp gitmek, inatla devam etmekten daha zor olabilir. Ancak ne denli zora düşse de insan, her zaman yapacak bir şeyler vardır. Vazgeçmek, alışkanlıklara bağlanmak gibi, hayatın ışığını kısmaktır. /Archive/2021/2/6/001415176-ic1.jpgTory kasabası neredeyse bütün gelirini turizmden sağlamaktadır. Bunun da dayanağı bir dünya harikası olan Asılı Dağ’dır. Kasabanın, tuttuğunu koparan turizm müdürü Jessica McMadden’ın girişimiyle Asılı Dağ’ın yamaçlarındaki bir düzlüğe, çelikten yürüme yoluyla ulaşılan bir manzara platformu yapılır.Ne ki platformun sabitlenmesi için dağda açılan delikler bir faciaya yol açacak, Kanada Dominyonu’nun kuruluşunun yüzüncü yılını kutlamak için kasabaya koşan turistler, çevre kasabaların sakinleri ve Tory’liler 100. Yıl Parkı’nı doldurmuşken meydana gelen heyelan Tory’nin haritadan silinmesine yol açacaktır.Yalnızca hasarlı bir ev kalmıştır geride. Ve kurtulan bir kişidir: Kutlama sırasında taşımayı istediği ama sabah çıkarken almayı unuttuğu bayrak için evlerine dönen Sandie!SANDIE’DEN MIRLANAN KASSANDRA’YASandie’yi en çok, kulaklarının delinmemiş olması, elektrik çarpmış gibi bir türlü şekle girmeyen simsiyah saçları mutsuz etmektedir. Aslında meraklı, neşeli bir çocuktur. Ara ara başını derde soktuğundaysa annesiyle babası ona Kassandra diye seslenirler.O büyük faciadan sonra halası Mildred’ın yanında, Tory’nin yakınlarındaki Rollins’te yaşamaya başlayan o neşeli, arada gevezeleşen Sandie; o günden sonra çevresiyle ve hayatla bağlarını koparmış, Mırlanan Kassandra’ya dönüşmüştür. Rollins’liler, kimseye zarar vermeyen, kendi kendine mırıl mırıl konuşan, turistlerin ilgisini çeken ve gün boyu kasabada dolaşan bayraklı kadından rahatsızlık duymazlar.Tory’nin yıkılmasıyla heyelan alanını görmeye gelen turistlerin ilgi odağına dönüşen Rollins’in belediye başkanı, yıkıntılar arasında Tory Heyelan Müzesi’ni açmayı, kasabaya yeni bir gelir kapısı sağlamayı tasarlar.Alberta Kayalık Dağları’nın tarihindeki bu en büyük trajediden kâr elde etme fikrine meclis üyeleri başlangıçta karşı çıkarlar ama paranın gücü vicdanlara baskın gelir. Böylece felaket sonrasında kimsenin yaşamak istemediği hayalet kasaba Tory’de; bütün binalar yıkılmış, yollar temizlenmiş, Tory Heyelan Müzesi’nin ortasında bir tek ev, Sandie’lerin evi bırakılmıştır.Ve Sandie, heyelan sonrası adıyla Mırlanan Kassandra; sıcak soğuk, yağmur çamur demeden her gün Rollins’ten Tory’deki eve gitmeyi bir gün olsun aksatmaz. Elli yıl sürer bu yolculuk. Mırlanan Kassandra’nın altmış ikinci doğum gününde tuhaf bir şey olur.../Archive/2021/2/6/001433301-ic2.jpgDesen: SADİ GÜRANTUMANOV’U OKURKENYazıyı buraya kadar okuyan dostlar, romanın özetini çıkarmakta olduğum duygusuna kapılmış olabilirler. Sonrasını ‘merak etmeniz’ için değil ama Tumanov’un bizi çağırdığı yolculuğa ilişkin diyeceklerim nedeniyle bundan ötesine ilişkin ayrıntı verecek değilim. Kaldı ki yalnızca diri tutulmuş merakın bizi sürüklediği yapıtların bize söyleyecekleri de kısıtlıdır.Rus asıllı Kanadalı yazar Vladimir Tumanov’un önceki yapıtlarını (Kraliçeyi Kurtarmak, Haritada Kaybolmak, Böcek Çocuk...) bilenlerin Asılı Dağ’ın Kâhini’ni okumaya durduklarında yine şaşırtıcı bir yolculuğa çıkacaklarını, sağlam bir kurguyla karşılaşacaklarını, kısacık dokunuşlarla sanki yanı başlarında yaşamakta olan karakterlerle sevinip üzüleceklerini, metnin katmanları arasında dolaşırken hem dünyada olup bitene hem kendi hayatlarına ilişkin özgün sorular üreteceklerini tahmin etmeleri hiç de zor değildir.TUMANOV’UN FARKIKitabın ikinci bölümünün daha ilk tümcelerinde, unutulmaz yapıtı Kırmızı Pazartesi’yle Gabriel Garcia Marquez yanı başımdaydı sanki. Asılı Dağ’ın kaymasına, o büyük heyelana yalnızca yirmi gün vardı ve bu bilgiye sahip tek kişi de Sandie’ydi.Bir ara kitaba ara verip Marquez’in bende de derin izler bırakan yapıtını yeniden okumaya yeltenmedim değil ne ki Tumanov’un usta işi anlatısı bana bu olanağı tanımadı.Sonra televizyonun siyah-beyaz yayın yıllarının unutulmaz dizisinin kahramanı Komiser Kolombo! Seyirci/ okur her şeyi biliyordu ama Kolombo’nun sonuca varışını yine de heyecanla izliyordu.Metin boyunca Sandie-Mırlanan Kassandra ve öteki karakterlerin, başka yol arkadaşları da olacaktı. Uyuyan Güzel, Hansel ve Gretel, Peter Pan, Superman, Fareli Köyün Kavalcısı... Tumanov’un çağrısı öylesine güçlü ki andığım yapıtları okumamışsanız/ anımsamıyorsanız tez elden onlara ulaşmaya kışkırtıyor sizi.Yapıtın son bölümünde ortaya koyduğu sürprizle de (Sandie ve arkadaşlarının vazgeçmeyi unutmalarıyla) Tumanov, aklımıza düşenin ötesinde, başka, farklı bir bütünlüğe ulaştırıyor anlatısını./Archive/2021/2/6/001447801-ic3.jpgSORULAR... SORULAR...Tumanov, bir gerçeklikle (1903 Frank Heyelanı) mitolojik bir anlatıyı (Troya kralı Priamos’un kızı, Apollon Tapınağı rahibesi lanetli Kassandra) ustaca harmanlayıp fantastik bir yapıta dönüştürürken aslında hayata ilişkin tutum, yaklaşım, yorum, karar ve davranışlarımız üzerine yeniden, bir daha düşünmeye; yer yer bir türlü anlayamayacağımız duygu ve korkusuna kapıldığımız olguları anlaşılır kılmanın ipuçlarını aramaya, bulmaya çağırıyor; okurunu, narin bir kavrayışla inceden silkeliyor:İnsanları, kendilerine rağmen yakın-uzak tehlikelerden kurtarmak olası mıdır? Başı dertte olanı yalnız bırakmak mıdır marifet (ya da maharet), değilse ona destek olmak mıdır? Arkadaşlarımızı bizim yerimize başkaları seçebilir mi, seçerse ne olur? Sıkıştığımızda, zoru gördüğümüzde vazgeçmek mi yoksa doğru bildiğimiz yolda kararlılıkla yürümek mi?Yazıldığı dilde değil de kendi dilimizde okuduğumuz yapıtları elimizden düşürmeyişimizde büyük pay sahibi olan bir kişi daha vardır: Türkçeleştiren. Türkçemize aktardığı öteki yapıtlar gibi Tumanov’un bu yapıtına incelikli emeği için Mine Kazmaoğlu’na gönülden teşekkürümüzü eklemezsek kitaba ilişkin sözlerimizin eksik kalacağını belirtmeliyim. Müren Beykan’ın editörlüğü, Sadi Güran’ın kapak deseni de öyle...Asılı Dağ’ın Kâhini / Vladimir Tumanov / Çev.: Mine Kazmaoğlu / Desen: Sadi Güran / Günışığı Kitaplığı / 292 s. / 12+ / 2020. Y. Bekir Yurdakul / Cumhuriyet Kitap Eki




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter