Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Monday, 05.27.2024, 02:39 AM (GMT)

Erzincan'da otomobilşarampole devrildi: 2ölü, 2 yaralı

Erzincan'da otomobil şarampole devrildi: 2 ölü, 2 yaralı figure > Erzincan'da şarampole devrilen otomobildeki 2 kişi öldü, 2 kişi yaralandı. Sürücüsü henüz belirlenemeyen 24 AAH 871 plakalı otomobil yeni çevre yolu üzerindeki Erzincan Belediyesine ait mezbahane önünde şarampole devrildi.Kazada otomobilde bulunan Adem Ş. ve Elif K. olay yerinde hayatını kaybetti. Yaralanan İbrahim Ö. (26) ve Elif M. (21), 112 acil sağlık ekiplerince Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Mengücek Gazi Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırıldı.Hastanede tedavi altına alınan yaralıların hayati tehlikelerinin bulunduğu öğrenildi.Cumhuriyet savcısının kaza yerinde yaptığı incelemenin ardından cenazeler otopsi yapılmak üzere Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Mengücek Gazi Eğitim ve Araştırma Hastanesi morguna kaldırıldı. AA

İstanbul'da merak uyandıran ambulans konvoyunun nedeni belli oldu

İstanbul'da merak uyandıran ambulans konvoyunun nedeni belli oldu figure > İstanbul'da konvoy halinde siren çalarak ilerleyen ambulanslar panik yarattı. 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nden geçişleri merak uyandıran ambulansların yeni alınan araçlar olduğu bildirildi. İstanbul'da kısıtlama nedeniyle boş olan yollarda ambulansların siren sesleri yankılandı. Ankara Akyurt'ta bulunan Sağlık Bakanlığı'na ait depodan yola çıkan 61 ambulansın yeni alınan araçlar olduğu bildirildi. 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nden geçen konvoyun sirenler çalarak son sürat ilerlemesi panik yarattı./Archive/2020/12/25/020616050-ambulans-konvoyu-2.jpgAmbulansların, D-100 kara yolunu takip ederek Bakırköy'de bulunan 112 Kontrol Merkezine gittiği belirtildi. cumhuriyet.com.tr

Radikaller... Uçlarda neler oluyor?

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Radikaller... Uçlarda neler oluyor? figure > Son birkaç yılda dünya beklenmedik biçimde değişti. Radikal düşünce ve grupların gücü giderek artıyor. Eskinin aşırısı artık alışıldık oldu. Peki politik uçlarda hayat neye benziyor? Radikallerin asıl gücü nereden geliyor? /Archive/2020/12/25/003002622-ic.jpgBaşımıza Brexit ve Trump’ı getiren anti-politik isyanın içyüzü…Evening StandardSon birkaç yılda dünya beklenmedik biçimde değişti. Radikal düşünce ve grupların gücü giderek artıyor. Eskinin aşırısı artık alışıldık oldu. Peki politik uçlarda hayat neye benziyor? Radikallerin asıl gücü nereden geliyor?Radikaller, günümüzün yaşam biçimine alternatifler bulmaya çalışan hareketleri incelerken, bizi aşırı uçlardakilerin tuhaf ve heyecanlı hayatına dahil ediyor. Madenlere yapılan şafak baskınlarından internetin karanlık köşelerine uzanan günümüzün en gizli ve etkili hareketleri; ölümsüzlük arayışındaki tekno-fütüristler, sınırları kapatmak isteyen aşırı sağcılar, dünyanın doğal kaynaklarını korumak için her yolu mubah gören militan çevreciler, yeni ülkeler kuran liberterler, kendi kendine yeten kooperatiflerin mikro-toplumları, topluma güçlü halüsinojenler yoluyla şifa vermeyi deneyen önderler…Radikal politika ve teknoloji alanında günümüzün en önemli düşünürlerinden biri olan Jamie Bartlett, bu hareketleri yönlendiren insanlar ve düşüncelere dair şaşırtıcı bir perspektifin yanı sıra başka bir gerçeği de ortaya koyuyor: Radikaller belki de sadece dünyadaki derin huzursuzluğun semptomları değil, gelecek için en akla yakın modelleri sunan kişilerdir.Radikaller / Jamie Bartlett / Çeviren: Esengül Ayyıldız / 296 s. Cumhuriyet Kitap Eki

‘Madam Bovary benim!’

‘Madam Bovary benim!’ figure > Gustave Flaubert’e Madam Bovary’nin kim olduğunu sormuşlar, “Benim,” demiş. Nasıl olur da erkek bir yazar kendini romanının “kadın” kahramanıyla özdeşleştirir? Bu ne gizemli bir şey. Ben de şimdi, “Madam Bovary, Marki de Sade’dır,” diyeceğim ama açıklamayı size bırakmayacağım. /Archive/2020/12/25/002710763-ic1.jpg Zaman zaman dönüp, çeşitli nedenlerle daha önce okuduğum eski romanları, kitapları okuyorum. Bazen yeniden okuduğum metinlerin, o metinlerden aklımda kalan şeylerle neredeyse hiçbir ilişkisinin bulunmadığını görüyorum. Jean Cocteau, “Bir kitabı yeniden okuduğum zaman daha önce hiç okumamış olduğumu anlıyorum,” demiş.Madam Bovary’yi yeniden okurken bana da aynı şey oldu, acaba ben bu romanı gerçekten yıllar önce okumuş muydum yoksa yalnızca taşralı bir doktorun güzel karısının ihanetinin öyküsü olduğunu bildiğim için mi kitabı okuduğumu sanıyorum, diye kuşkuya düştüm. Yeniden okuduğuma göre bari o zaman okurken başka bir soruya da yanıt bulmaya çalışayım, dedim: Bu roman niçin edebiyat tarihinin önemli yapıtlarından biri ve niçin evrensel?ÇOCUK KALMIŞ KADINLARBu arada, müzik notalarını ne kadar iyi okuyorsa kitapları da en az o kadar iyi okuduğuna tanık olduğum büyük piyanist İdil Biret’le sohbet ederken, nasıl oldu bilmem, kafamdaki bu soru birden ağzımdan çıktı, İdil Biret hiç duraksamadan, “Evrensel bir roman çünkü dünyada çocuk kalmış kadın o kadar çok ki,” dedi.Birkaç gün sonra evde bazı fotokopiler, basılı metinler arasında iki sayfalık bir metin buldum. İskenderiye Dörtlüsü’nün yazarı Lawrence Durrell’ın konuşmalarının toplandığı Lawrence Durrell Conversations adlı bir kitaptan alıntılanmış bir bölümün kopyasıydı.O alıntıda L. Durrell’a, Marki de Sade’dan sık sık yaptığı alıntıların anlamı soruluyor. Durrell’ın verdiği yanıttaki “çocuk” sözcüğü birden dikkatimi çekti, bunun üzerine metni sonuna kadar ciddi olarak okudum.Durrell, “Marki de Sade, cahilliği ve acımasızlığıyla, çağımızın en tipik insan örneğidir,” diyor. Sonra ekliyor: “Ben onu hem bir kahraman hem de bir cüce olarak görürüm. Freud çok doğru bir kararla onu çocuk özneler galerisine yerleştirmiştir çünkü Sade çocuktur,” diye eklemiş.Pekiyi, çocuk olması ne anlama geliyor? Durrell onu da tanımlamış: “O bir mızmızlanma şampiyonudur, gelmiş geçmiş mızmızların en büyüğüdür; evet, çağdaş insan gibi çocuk kalmıştır: acımasızdır, isteriktir, budaladır, hepimiz gibi kendi kendisinin celladıdır. O bizim ruhsal hastalığımızın somutlaşmış halidir.”İNSAN NİÇİN ÇOCUK KALIR?Görüldüğü gibi burada Durrell “ruhsal bir hastalık”tan söz ediyor ve bunu çağdaş insanın hastalığı olarak niteliyor. Nedir bu hastalık? Onu da açıklamış: Cahillik (bilgisizlik), acımasızlık (benmerkezcilik, başkalarıyla kendini özdeşleştirememe, onların acılarına kapalı olma), çocuksuluk, bilinçsizlik, isteriklik ve (akılsızlık anlamında değil ama akılcı davranamama anlamında.) aptallık.İnsan niçin çocuk kalır, dahası “çağdaş insan” niçin çocuk kalmış olsun, bunun yanıtını da yine Marki de Sade için “O bir cücedir” diyen Durrell veriyor: “O [Marki de Sade] bir cüceyse … manevi sorumluluklar yönünde yol alamadığı için cücedir.”Bir çocuk manevi sorumluluk diye bir şey bilmez, gerçekten de, yalnızca isteklerini ve gereksinimlerini bilir, rahatını bilir. “Manevi sorumluluk” derken Durrell’ın ne kadar önemli bir şeyden söz ettiğini anlamak için de sorumluluk duygusu yokluğunun sonuçlarının neler olabileceğini bir an düşünmek gerekiyor./Archive/2020/12/25/002733138-ic2.jpgÇAĞLARIN HASTALIĞISorumluluk sahibi olmakla olmamak arasındaki farkın ne büyük bir fark olduğunu görüyorsunuz! En yakın çevresinden, ailesinden başlayarak, ülkesine, başka insan hemcinslerine, doğal çevreye ve hatta geçmişe ve geleceğe karşı sorumluluk duymayan insan ne korkunç bir şeydir. İşte o yüzden bu tür bir insan için Durrell, “acımasızdır, isteriktir, budaladır … kendi kendisinin celladıdır,” demiş.Durrell buna hastalık derken kurtulunması gereken bir şey olduğuna da işaret etmiş oluyor elbette. Ancak “çağın” sözcüğüne karşı çıkacağım, onun yerine keşke “çağların hastalığı” deseydi çünkü bir yandan günümüzde bu hastalığın en şiddetli biçimiyle hüküm sürdüğünü görüyorum, bir yandan da Flaubert’in kahramanı Emma Bovary’nin sorununun tam da bu olduğundan eminim. Emma sorumluluk duygusuna sahip bir kadın olsaydı, kasaba doktoru olan kocasını, ün ve para uğruna, bilmediği bir ameliyatı yapmaya zorlayabilir, onu rezil eder miydi? Sorumluluk duygusu olan insan bu kadar benmerkezli, bilinçsiz, acımasız, aptal ve isterik olabilir miydi?Flaubert de, Durrell’dan neredeyse yüz yıl önce, hiç değilse bu roman temelinde, çağının hastalıklarından birinin bu olduğunu söyler gibidir.Örneğin, o dönem Fransa’sında burjuva kadınlar çocukları olunca hemen bir dadı, bir sütanne tutar, çocuklarını kendileri emzirmezler. Sonuçta çocuğun ne beslenmesinden ne de hastalık ya da sağlığından sorumludurlar, hatta eğitiminden bile tam anlamıyla sorumlu değillerdir. Paraları vardır ama sorumlulukları yoktur. Çocuğun eğitimini de özel öğretmenlere devrederler.Flaubert romanının bir kahramanı olan kasabanın eczacısına, “… anneler çocuklarını yetiştirmelidir. Bu, Rousseau’nun fikridir, belki zamanımız için biraz yenidir,” dedirtirken böyle bir soruna parmak basmak istemiş olabilir pekâlâ.Emma Bovary’nin istekleri vardır, ün ister, zenginlik ister, aşk, heyecan ister ve bunları elde etmek için denemediği şey kalmaz, kendisine sevgililer bulmaktan tutun da kendini dine vermeye kadar, her şeyi dener. Hepsi bozgunla sonuçlanır, hayatı bozgunlarla, mutsuzluklarla geçmiş acınası ve bazen de gülünç bir kişiliktir.Romanı okuyanlar bilirler (ya da okuyacak olanlar da görecektir) roman, çok anlamlı bin bir ayrıntıyla, gözlemle, kişilik çözümlemesiyle doludur, toplumsal hayat betimlemeleriyle doludur. Böyle olduğu için de elbette çok farklı yorumlara açıktır. Ancak burada ben, günümüzün bunalımı açısından en anlamlı bulduğum yanını vurgulamak istedim.Madam Bovary’nin kim olduğu sorulduğunda Gustave Flaubert, “Benim,” dediği zaman, eminim ki, “Evet, Madam Bovary bir kadın ama bir erkek de olabilirdi,” demek istedi. Çocuk kalmış kadınlar varsa çocuk kalmış erkekler de çok çünkü. Hem de tarih boyu koca koca ülkeleri yönettiklerine tanık olduk. Ülker İnce

Yüzüdoğaya dönükşiirler

Yüzü doğaya dönük şiirler figure > Elif Sofya, Hayhuy isimli kitabıyla, 2020 Attilâ İlhan Edebiyat Ödülleri Seçici Kurulu’nca Şiir dalında “kısa dizelerle, sesi kısarak yalın anlatımla ulaştığı şiirini ileri götüren yaklaşımıyla” ödüle değer bulundu. Yapıtlarında insanı önceleyen dünya algısına karşı çıkan Sofya, doğanın, doğal varoluşun sesiyle konuşan bir şair. Politik şiirin özgün bir çeşitlemesi niteliği de taşıyan Hayhuy’da, dinlerin, ideolojilerin, ekonomik sistemlerin tutsağı olmuş insanı ve onun dünyanın dengesini bozma pahasına yarattığı uygarlığı, kültürü, teknolojiyi hedef alıyor. /Archive/2020/12/25/002248797-d3.jpg2000 sonrası Türk şiirinin yönelimleri içinde özgün söyleyişler getiren Elif Sofya Adam Sanat, Varlık, kitap-lık, Yasakmeyve dergilerindeki şiirleriyle ismini duyurdu. 2005’te Ters Düşünce (Yasakmeyve) ile başlayan şiir serüveni, Düzensiz (Pan/Heves, 2010), Dik Âlâ (YKY, 2014), Hayhuy (YKY, 2019) kitaplarıyla sürdü. Bu arada, Almancaya çevrilen şiirleriyle de In meinem Mund ein Bumerang (Wunderhorn, 2013) isimli ortak kitapta yer aldı.Sofya, hemen her kitabında insanın yeryüzüyle ilişkisine yeni açılımlar getirdi. İnsanı önceleyen geleneksel dünya algısına karşı özgün duyarlıklar geliştirdi. Dili, düşünceyi, duyarlığı baskılayan kültürel araçları karşısına aldı. Doğanın, doğal var oluşun sesiyle konuşarak İnsanlık’tan kurtulmanın, tüm canlılarla birlikte insanı da bir cendereden kurtaracağını sezdirmeye çalıştı.DÜNYANIN ÖLÜMÜHayhuy özelinde Sofya’nın şiirine baktığımızda şairin; dinlerin, ideolojilerin, ekonomik sistemlerin tutsağı olmuş insanı ve onun dünyanın dengesini bozma pahasına yarattığı uygarlığı, kültürü, teknolojiyi hedef aldığı görülüyor:“Ölmeye doğru hızlı adımlarla / Adlandırarak azaltarak dünyayı bitirdik / Bu trajedi özetini şimdi alın / alnınızın ortasına çakın.”Dünyayı kirleten, zehirleyen, bozan, yaşamsal kaynakları hoyratça, arsızca tüketen insanın üstüne giden, ona sanki “ne yaptığının farkında mısın sen” diyen bir şiirden söz ediyoruz. İnsanı öbür canlılardan ayıran herhangi bir güce tapılmasından yakınan bir şiirden…Tekinsiz bir göğü var Elif Sofya kentinin. Yırtıcı kuşlar dolanır hep. İyi ki oradadırlar. Çünkü şair, “şehirlerin şeyleştirdiği bir telaşa / Gömülmeyi istemiyorum” demektedir. Kent, insanın doğasına aykırı tuzaklarla doludur.İnsana inancını yitirmiş bir bilinçle konuşmaktadır şair; inanç sistemlerinden, göklerden bir şey ummaksızın. “Göklerden gelen hiçbir şeye inanmıyorum / Gökyüzü çok meteorolojik bir his bende” derken din dışı algılarla dünyaya baktığını açıklar. Dinlerin, teknolojilerin, duyguların yerine doğanın yasalarını, apaçık nesnelliği koyar.İçinde yaşadığı dünyanın yönelişlerinden büsbütün rahatsızdır. Karabasan, dehşet duygularıyla çevrilidir toplum, “Caddeler cinnet dereleri”dir. Elif Sofya şiirinde doğanın çığlığı duyulur. İnsan topluluğundan umudunu kesmiştir bir kez, geri dönüşsüz bir yola girilmiştir./Archive/2020/12/25/002229329-kapakic2.jpgDİLİN MANTIĞIHayhuy’da Sofya, Türkçenin seslerini ustalıkla şiirinin parçası yapıyor. Aliterasyon (Şiir ya da düzyazıda bir uyum yaratmak amacıyla, aynı sesin veya hecenin tekrarlanması), dilimizi şiir katına çıkaran özelliklerin başında gelir.Bu anlamda Sofya, sesin yankısını arayan bir şiir yazıyor dense yeridir. Kalın ve ince seslerin uyumlu yinelemeleriyle yaratılmış birer kompozisyona dönüşüyor şiirler. Şairin düşünceleri, duyguları, duyarlıkları, yakınmaları, kaygıları ezgili bir çığlığa bürünüyor.Öte yandan, bu ses yinelemesi, yankılaması yer yer dilin mantığını, gramerini bozmaya dönük bir işlev kazanıyor. Söz oyunları denemez belki ancak, geniş söz dağarıyla birbirine uzak çağrışımları bir anlam bütünlüğünde toplayıp adeta bir bildiriye dönüştürdüğü görülüyor.Elif Sofya, eski şiirin sesleriyle modern şiirin seslerini harmanlar. Pir Sultan’dan Asaf Hâlet’e uzanan çizgide kulağımızda yer etmiş tınıları kendine özgü bir haykırışa çevirir. Bu anlamda sahnesi olan bir şiirden de söz etmiş oluyoruz. Sahne demişken, şiir okurunun belki yadırgayacağı bir saptamada bulunmaktan kendimi alamıyorum.Hayhuy’dan başlayarak önceki kitaplarına doğru yeni baştan okuduğumda Elif Sofya şiiri öteden beri bende Ferhan Şensoy etkisi uyandırır. Onun tiyatrosundaki mantığı ters çeviren, ezberi ve düz algıyı bozan yaklaşımı Sofya şiirinde de okunmakta.Dilin, gramerin, sözün içindeki kuralları, mantığı bozarak oradan güçlü anlamlar, çarpıcı imgeler yaratıyor. Şensoy tiyatrosundaki zihin cambazlığı, Sofya şiirinin eleştirel dinamiklerinde kendini gösteriyor.FEDOR’LA SÖYLEŞİŞairin ilk kitabı Ters Düşünce’den bu yana tanıdığımız Fedor karakteri Hayhuy’daki üç şiirde, oldukça güçlü bir biçimde yer alıyor. Deyim yerindeyse, şairin bilincini, bilinçaltını, egosunu, süperegosunu temsil ederek. Sofya, bazen onunla dostane bir dille konuşmaya girişir, bazen onu karşısına alıp eleştirir. Öyle ya da böyle, kitaptan kitaba Fedor birçok kılıkta Sofya şiirinin köşelerini tutar.Hayhuy’da “Fedor’un Hikâyesi”, “Fedor’un Kan Bağı” ve “Fedor’un Duygu Durumu” adlı şiirler kitabın tematik bölümleri arasında birer durak, dinlenme yerleridir. Şair, orada durup sanki kardeşiyle, ruh ikiziyle söyleşir, dertleşir. Kanımca “Fedor”lu şiirler art arda okunsa, giderek modern romanlara özgü bir anti-kahramanın portresi belirir. Şair salt onunla anlaşabilmektedir, sesini alçaltarak onunla kol kola yürür.“Fedor biz görebildiğimiz açıların güvencesiyiz / Dik yokuşlardan uzak / Halk meydanlarından kaçak / İnsansız yerlerin sakiniyiz / Atlar hep nalsız ve efendisiz / Koşuyor göğsümüzdeki düzlükte.”Geceyle, gökyüzüyle, uygarlıkla, modern yaşamla, toplumsal kurumlarla, insanın tabiatıyla, doğanın yasalarıyla, kuşlarla, hayvanlarla, gözlerle, ağızlarla, seslerle, ölümle, kırılmalarla yüklü Elif Sofya şiiri. Bütün karamsar görüntülerin arkasında umutsuzlukla savaş vardır. Beslediği, sakladığı bir başka dünya düşü, bir ütopya vardır. Bir yanıyla Hayhuy’u politik şiirin özgün bir çeşitlemesi olarak da okumalı demek istiyorum.Hayhuy / Elif Sofya / Yapı Kredi Yayınları / 96 s. Selim Sertoğlu

Yaşamı, yazınıyla taşra…

Yaşamı, yazınıyla taşra… figure > Yazındaki ana izleklerden biri de taşra. Orada yaşamak, taşralı olmak anlamına gelmez elbet. Ne ki sivil kent yaşamı, alabildiğine çarpıtılmıştır taşrada. Ayrıca büyük gözaltı ağır örtü halinde uzanıp gider… /Archive/2020/12/25/001614801-ic1.jpgZaman zaman çakıp sönen veya süreğenlik gösteren mahfiller, dar gruplarca kurulan fan kulüp benzeri çevre, gezi, fotoğraf kolonileri, meydan okumaya yatkın amatör tiyatrolar, okuma grupları, hey heylenen sanat dergileri, bu işin imecesindeki insanlar için hep birer yaşam odası olarak alınabilir taşrada.Ancak bu olgu taşranın sonuçta açık hava hapishanesi olduğu gerçeğini değiştirmez yine de. Varlığını taşra bulanıklığıyla sürdürmek zorunda kalanlara yaşam havını tazelemede birer adacıktır bu tür etkinlikler, o kadar.Herkesin birbirini görerek karardığı, rendelenip törpülendiği, birörnek halde sisteme uyumlandığı bir taşradır bu. Omurgası yasaklarla örülü, aynı boyunduruğa baş uzatılmış, hoşgörüye, sıra dışılıkla aykırılığa sırt dönülmüş böylesi tahammülsüz toplumda nasıl yaşanır; edebiyatın işlevlerinden biri de birey aracılığıyla taşrayı teşrih masasına yatırıp deşmek, buna ayna tutmak…İLKER AKSOY’LA ‘BİR BAŞKA DÜNYADA’İşte İlker Aksoy’un Bir Başka Dünyada (Kafka, 2019) romanı, taşranın bu yanını somutlayan, birey soluksuzluğunu örtük polisiyeyle açığa çıkaran, bir taşra anlatısı. Haluk, üniversiteden sonra “[d]oğup büyüdüğü” (10), kasabaya dönmüş, arkadaşıyla ortaklık yapıp, “bir mahalle barına tıkılmıştı(r).” (50) Yaşamı “tahmin edilir bir hal(de)”dir, durağanlıktan sıyrılmak için, “[k]ış aylarını kütüphaneden aldığı kitapları okumakla geçir(ir).” (13,14)Ancak seçtiği romanlar, yıllar önce bir kasabalının kütüphaneye bağışladığı kitaplardır. Haluk, “edebiyattan anladığını düşün(ür)” (11). Okudukları, kütüphanede nitelikli kitaplar arasındadır hep. Bağışçıyı tanımak ister, peşine düşüp onu araştırmaya karar verir. Tanımadığı hemşerisi “hakkında bir yazı yazılabileceğini düşünür”, kendisi de “bir ara” dergilerde “gazetecilik” yapmıştır. (25,41) Ayrıca kütüphanenin buluşturduğu bir aşk da girecektir araya.Tanımak için adım attıkça, “topluma yararlı bir birey, artık nesli tükenmiş bir aydın portresi” çıkar karşısına; “şimdi olmayan bir Türkiye’nin sembolü, kasabaya heykeli dikilebilecek örnek bir vatandaş olmalı”dır o. (38) Entelektüeli cehennemde yaşatacak, aydın olana ayrıca bedelini ödetecek taşra kafasına karşı insanın mutluluk sığınağı, kütüphaneyle oluşturduğu bağadır herhalde kendisine.İlker’in senaryo havasında kurguyla yapılandırdığı, ancak birbirine girmeli geçişleri, anlatmayı değil göstermeyi yeğleyen söyleşim düzeni ve gerçektenliğiyle okunası roman olarak dikkati çekiyor Bir Başka Dünyada./Archive/2020/12/25/001630801-ic2.jpgMANGUEL İLE TAŞRALILIKTAN KURTULMAKAlberto Manguel, popülerliği, yaygın sevilirliğiyle bizdeki okuryazarın Nasrettin Hocası ya da Sinoplu Diyojen’i gibi de alınabilir görece. Nitekim Manguel, kitap havarisi konumuyla “kütüphane”yi, “yalnızlıkla baş etmek bakımından elzem araç” (24) bağlamında görmenin soylu yapılandırmasıyla karşımıza çıkıp engin kitap deneyimiyle değerli bir katkı getiriyor nefis deneme kitabında: Kütüphanemi Toplarken (Çev.: Yeşim Seber, YKY, 2020).“Kütüphanem benim için hem dört bir yandan varlığımı kuşatıp içine hapseden hem de bana ayna tutan son derece mahrem bir alandı,” (14) demesi boşuna mı? Fransa’da, “on haneden daha azını barındıran sessiz sakin bir köyde” (11) kurduğu kütüphanesi için söylüyor bunu Manguel.Özgür yaşam arzulayan herhangi insanın katılmaması olanaksız bir önerme Manguel’den: “Hayatımda şu veya bu şekilde bir kütüphanemin olmadığı hiçbir zaman dilimi aklıma gelmiyor.” (18) Nasıl kurulur peki bu kütüphaneler? Kitapları “[t]oplamak ve toplananları kutularından çıkarmak arasında gidip gelmek”tir bu iş özetle. (25) Sonrasında gururla seslenir Alberto: “Kütüphanem benim kaplumbağa kabuğumdur.” (24)Bizde de dünya edebiyatında da çok önemli bir yere sahip taşra izleği. Üstelik taşralılık, geri kalmış toplumlarda değil yalnız, gelişmiş uygar toplumlarda da yaşanabiliyor. “Taşra” coğrafi yer; “taşralılık”sa, yeryüzü cehenneminin öteki adı. Kütüphanemi Toplarken, mutlaka okunmalı./Archive/2020/12/25/001643894-ic3.jpgSEVTAP AYYILDIZ’DAN TAŞRA: ‘NE MUTLU APARTMANI’Sevtap Ayyıldız, kent taşrasındaki apartman dairelerinde soluksuz sıkışıp kalmış yaşamlardan portrelere özgülüyor öykülerini Ne Mutlu Apartmanı (İndie, 2020) adlı kitabında.Öznel koşullarıyla yaşama çabasındaki insanlar, taşranın hâkim mahalle baskısı altında ezilirken bu arada devletin işten çıkarma, yoksullaştırma gibi ötekileştirici tutumuyla karşılaşıyor. Ama kendileri de birbirlerinin gözcüsü, denetçisi, bekçisi haline geçip taşralılık kavrayışının ekmeğine yağ sürebiliyor.Sinemada, tiyatroda, edebiyatta örneğine çokça rastladığımız, geçmişte “aile evi” olarak yaşanan olgunun, bu kez apartman kılıfıyla yeniden önümüze gelmesi, her dairenin, diğeri için “tehdit” oluşturması özetle.Ne Mutlu Apartmanı, Sevtap’ın üçüncü öykü kitabı. Öncekileri okumuş değilim. Dikkatimi çeken yan, verimlerini, bağlamlı öyküye örnek sayılabilecek metinler halinde kitabına yerleştirebilmesi. Taşrada kaynayan kazanı gösterme başarısıyla Ne Mutlu Apartmanı dikkat çekici bir öyküler toplamı diyeyim.Ama iki bin beş yıl önce İskenderiye Kütüphanesinin yok edilip bilimci Hypatia’nın öldürülmesini de asla unutmamak gerekiyor. Taşra artık her yerde!www.sadikaslankara.com , her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. Cumhuriyet Kitap Eki

SaÄŸlam bir kaynak kitap

Sağlam bir kaynak kitap figure > Bugün ülkemizdeki demokrasinin durumuyla ilgili “buraya nasıl geldik” diye düşünüyorsak; geçmişe dönüp bakmamıza çok yardımcı olacak sağlam bir kaynak kitap uzun bir aradan sonra yeniden raflarda: Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları. /Archive/2020/12/25/001003523-ic.jpgMetin Toker’in yazdığı, daha önce yedi kitaplık bir dizi olarak yayımlanan ancak uzun süredir bulunmayan Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları, Bilgi Yayınevi tarafından yeniden gözden geçirilip düzenlenerek iki cilt halinde yayımlandı.Gazeteciliğe 19 yaşında, Cumhuriyet Gazetesi muhabirliğiyle başlayan Metin Toker’in uzun yıllara dayanan gazetecilik deneyiminden süzülen bu iki ciltlik kitap, içerdiği röportajlar, belgeler, bilgiler, gazete haberleri, yazışmalar ve Metin Toker’in bire bir tanıklığıyla yakın siyasi tarihimizin en kapsamlı belgesel kitaplarından biri olma niteliğini taşıyor.TEK PARTİDEN ÇOK PARTİYE1944 ile 1973 yılları arasında yaşananların yer aldığı kitap “Tek Partiden Çok Partiye” başlıklı bölümle başlıyor. Son sözün daima kendisinde olduğu bir sistemin başında olan “Milli Şef” İsmet İnönü, “Bizim tek eksiğimiz, hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır” diyor, muhalefet partisi kurulmasını istiyordu.Aynı zamanda kimi anti-demokratik uygulamalar ve artan ekonomik sıkıntılar karşısında bir demokrasi talebinin de yükseldiğini, kurulan yeni partinin bu talebe karşılık geldiğini de görüyoruz. Kurulacak muhalefet partisinin lideri olarak neden Celal Bayar’ın seçildiği, Amerika’dan feyz alınarak “Demokrat Parti” isminin seçilmesi, ilk seçimlerin öncesi ve sonrasındaki tartışmalar bu bölümde adım adım anlatılıyor.‘DP YOKUŞ AŞAĞI!’Daha sonra 1950-1954 arasını kapsayan “DP’nin Altın Yılları” bölümü ile 1954-1957 arasını kapsayan “DP Yokuş Aşağı” bölümü geliyor. 1950 seçimlerinde kaybeden İsmet İnönü’nün tavrıyla ilgili şöyle bir anekdot düşüyor Metin Toker: “İktidar Türkiye’de ilk kez, böyle bir barış havası içinde el değiştirdi. İsmet Paşa o akşam eşine, ‘Hanımefendi, on yaş genç olmayı isterdim’ dedi.”Yine hemen sonrasında Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar ile ilgili anekdotu da dikkat çekici: “Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ilk emri polis motosikletlerinin kendisine eşlik etmesini yasaklamak oldu. Bu görüntüden Ankara halkının çok hoşlanmadığını biliyordu.”Bu iki küçük örnek bir yana, bu yıllar aslında siyasal, sosyal gerilimin, ekonomik sıkıntıların artacağı daha kötü yıllara gidişin başlangıcıdır. Toker, bu gidişatı iki devlet adamı üzerinden şu cümlelerle özetliyor: “1946’da İnönü memleketten, milletten, halktan, onun ruh haletinden ne kadar haberdarsa 1957-60 devresinde de Bayar onlardan aynı derecede haberdardı. Yani ikisi de hiç haberdar değildi”.‘DEMOKRASİDEN DARBEYE’“Demokrasiden Darbeye” başlıklı bölümde günümüzde de gördüğümüz fanatik parti taraftarlığının uç noktaya ulaşması ve 27 Mayıs’a giden süreç anlatılıyor. “Yarı Silahlı Yarı Külahlı Bir Ara Rejim” bölümde askerin müdahalesiyle iktidarın devrilişi, “İnönü’nün Son Başbakanlığı” bölümüyle yeniden sivil demokratik rejime dönüş veriliyor ve kitap yine demokrasinin kesintiye uğradığı 12 mart ve sonrasına kadar uzanan “İsmet Paşa’nın Son Yılları” başlıklı bölümle son buluyor.Metin Toker, sunuşta “Demokrasimizin ne halde bulunduğunu iyi ve doğru değerlendirmek için özellikle yeni kuşakların onun tarihini bilmelerinde yarar vardır diye düşündük.” diyor. “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adıyla yürürlüğe konularak demokrasinin temel organı meclisin yetkilerini kısıtlayan bir sisteminin gündemde olduğu bugün ülkemizin demokrasi tarihini öğrenmeye daha çok ihtiyacımız var.Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları (2 Kitap): (1944-1960) - (1960-1973) / Metin Toker / Bilgi Yayınevi / 1538 s. Mesut Örs

Brokolinin faydalarıve zararlarınelerdir?

Brokolinin faydaları ve zararları nelerdir? figure > Bir besin bombası olan brokoli, sindirime, kalp-damar ve bağışıklık sistemine fayda sağladığı gibi iltihap karşıtı ve kansere karşı koruyucu özelliklere bile sahip. Düşük sodyum içerikli ve yağsız bir sebze olan brokolinin bir porsiyonu ise yalnızca 31 kalori. Teksas Üniversitesi’nden beslenme uzmanı Victoria Jarzabkowski, brokolinin yüksek lif, C vitamini, aynı zamanda potasyum içerdiğini, B6 ve A vitamini kaynağı da olduğunu söylüyor. İçerisinde karbonhidrat bulunmayan brokoli ayrıca bol protein de içeriyor.Brokolide bitki kimyasalları ve antioksidanlar da yüksek oranda bulunuyor. Bitki kimyasalları, bitkilere rengini, kokusunu ve tadını veren kimyasallardır. Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsü’nün yaptığı araştırmalara göre bitki kimyasallarının birçok faydası da var. Örneğin brokolideki bitki kimyasalları bağışıklık sistemi için oldukça faydalı. İçlerinde glucobrassicin; zeaxanthin ve beta-karoten karotenoidler ve bir flavonoid olan kaempferol bulunur.Antioksidanlar, vücudun ürettiği veya meyve, sebze ya da tahıllarda bulunan kimyasallardır. Jarzabkowski, antioksidanların, hücrelere zarar veren serbest radikalleri bulmaya ve etkisiz hâle getirmeye yaradığını söylüyor. Serbest radikaller, metabolizma sırasında oluşan dengesiz moleküllerdir. Amerikan Kanser Enstitüsü’ne göre bu moleküllerin verdiği hasar kansere yol açabilir.Brokoli bol miktarda bir antioksidan bileşeni olan lütein ve çok etkili bir antioksidan olan sülforafan bulunur. Besin oranı yüksek olan brokoli aynı zamanda magnezyum, fosfor, az miktarda çinko ve demir de içeriyor.Sağlığa faydalarıDiyabet ve otizm: Tip 2 diyabeti olan obez bireyler için brokoli özü oldukça faydalıdır. Science Translational Medicine dergisinde Haziran ayında yayınlanan raporda, bilim insanlarının, brokolide (ve lahana ve brüksel lahanası gibi diğer turpgillerde) sülforafan adlı bir bileşeni bulduğu belirtiliyor. Sülforafanın tip 2 diyabetle bağlantılı olan 50 genin etkinliğini ya da etkisini durdurabildiği bulundu. Bilim insanları, 12 haftalık araştırma sürecinde bu bileşeni tip 2 diyabet hastası 97 bireye uyguladı. Obez olmayan bireylerde hiçbir değişiklik görülmezken obez bireylerin kontrol gruba oranla açlık kan şekeri seviyelerinde %10’luk bir düşüş yaşandığı görüldü. Aynı bileşenin otizmle bağlantılı belirtileri de azalttığı görüldü. Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayınlanan araştırma raporunda, sülforafan içeren brokoli özü kullanan kişilerin, sözel iletişiminde ve sosyal etkileşimlerinde gelişmeler yaşandığı belirtiliyor.Kanser: Çoğu insan brokolinin kansere karşı korunmada çok yararlı olduğunu bilir. Jarzabkowski, brokoli gibi turpgillerin bazı mide ve bağırsak kanserlerine karşı koruma sağlayabileceğini belirtiyor.Amerikan Kanser Birliği, sülforafan ve indole-3-carbinole da dahil olmak üzere brokolide bulunan izotiyosiyanatların zehirden arındırıcı enzimler salgıladığını ve antioksidan görevi görerek oksidatif stresi azalttığını belirtiyor. Aynı zamanda östrojen seviyesini de etkileyen bu bileşenler göğüs kanseri riskini de azaltıyor olabilir.Kolesterol: Jarzabkowski’ye göre brokolide bulunan çözülebilir lif, kandaki kolesterole bağlanarak, kolesterolün düşmesine yardımcı olur. Life bağlanan kolesterolün vücuttan dışarı atılması kolaylaşır ve dolayısıyla vücuttaki kolesterol seviyesi düşer.Kalp sağlığı: Brokoli, kolesterolü azaltmasının yanı sıra kan damarlarını güçlendirerek kalp sağlığını da korur. Brokolide bulunan sülforafanın aynı zamanda iltihap azaltıcı etkisi de bulunduğundan kronik kan şekeri sorunlarının sebep olduğu kan damarı duvarındaki hasarları önleyebilir veya iyileştirebilir. Harvard Üniversitesi Halk Sağlığı Okulu’na göre bu sebzede bulunan b-kompleks vitaminler aşırı homosisteini düzenlemeye veya azaltmaya da yardımcı olur. Aşırı homosistein, kişilerin kırmızı et yemesinden sonra biriken amino asittir ve koroner kalp hastalığı riskini arttırır.Göz sağlığı: Havucun göz sağlığına faydalı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunun sebebi içerisinde bulunan, bir antioksidan bileşeni olan luteindir. Bu bileşeni brokolide de yoğun miktarda bulabilirsiniz. Brokolide bulunan başka bir antioksidan ise aynı faydaları sağlayan zeaksantindir. Bu iki kimyasal da maküler dejenerasyona ve katarakt oluşumuna karşı koruma sağlar.Sindirim: Brokolinin sindirime son derece faydalı olduğunu belirten Jarzabkowski, bunun sebebinin sebzenin yoğun lif içeriği olduğunu da ekliyor. Brokolinin neredeyse her 10 kalorisinde 1 gram lif bulunuyor. Lif, düzenli olarak tuvalete çıkmanızı sağladığı gibi bağırsaklarınızdaki sağlıklı bakterilerin seviyesinin de korunmasına yardımcı oluyor. Brokoli aynı zamanda mide zarını korur. Brokolide bulunan sülforafan, mide bakterisi Helicobacter pylori’nin fazla gelişmesini ve mide duvarına çok güçlü tutunmasını da önler.Sağlığa zararlarıGenel olarak brokoli yemenin herhangi bir zararı olmadığı gibi yan etkileri de ciddi değildir. Brokoli tüketiminin en yaygın yan etkileri gaz ve bağırsakta tahriş ise brokolinin yüksek lif oranından kaynaklanır. Turpgillerden gelen bütün sebzelerin gaz yaptığını belirten Jarzabkowski, bu besinlerin faydasının ise verdikleri rahatsızlığa değeceğini söylüyor. Ohio Devlet Üniversitesi Wexner Tıp Merkezi’nden bilim insanları, brokolide bulunan K vitamininin kan sulandırıcı ilaçların etkisini azaltabileceğini ve bu ilaçları kullanan kişilerin brokoli tüketimine dikkat etmeleri gerektiğini belirtiyor. Hipotiroidi olan kişilerin de aynı şekilde brokoli tüketimlerini sınırlandırmaları öneriliyor.Pişirme yöntemleriÇiğ, buğulama, haşlanmış brokoli: Hangisi daha besleyici? Brokolinizi hazırlama şekliniz alacağınız besin miktarını da etkiliyor. Örneğin brokoliyi kansere karşı etkileri sebebiyle tüketmek isteyenlerin sebzeyi çok fazla pişirmemesi gerekiyor.Warwick Üniversitesi’nde 2007 yılında yapılan bir araştırmada brokolinin haşlanmasının sebzede bulunan faydalı, kanser karşıtı enzimleri azalttığı bulundu. Araştırmacılar, taze brokoli, brüksel lahanası, karnabahar ve yeşil lahananın haşlanması, buğulanması, mikrodalgada pişirilmesi veya kızartılması durumunda besin miktarlarında yaşanan değişimleri inceledi. Araştırma sonucunda kanser karşıtı besin maddelerinin en çok haşlanmada kaybedildiği görüldü. 20 dakikaya kadar buğulama, üç dakikaya kadar mikrodalgada pişirme veya beş dakikaya kadar kızartmanın ise kanser karşıtı besinlerin önemli miktarda kaybına sebep olmadığı görüldü. En çok besin, çiğ brokolide bulunsa da bağırsaklarınızı en çok rahatsız eden ve en çok gaza sebep olan da yine çiğ brokoli.Kaynak: Herkese Bilim Teknoloji cumhuriyet.com.tr

Sinemayıdüşolmaktançıkaran

Sinemayı düş olmaktan çıkaran figure > Bir sinema yazarı olarak Atillâ Dorsay’ın sinemanın gündemini izleyip yazması önemlidir. Son on yılın 180 filmini değerlendirmesi bir dönem tanıklığını da içerir. Yeni kitabı Hayatımızı Değiştiren Filmler: 2015-2020 da sinema tutkunları için eşsiz bir kaynak. Dorsay sinemayı kucaklayan biri. Bir yurt haritası çizer gibi size sinema haritası çiziyor. Kendi renkleri, çizgileri, bakışıyla bir sinema belleği sunuyor. /Archive/2020/12/25/000328012-ic1.jpgSÜREKLİLİK VE ADANMIŞLIKAtillâ Dorsay’ın iki yeni kitabını gözden geçirirken, ilkin okumam gereken yerleri işaretledim. Onun sinema yazarlığı yolu / yolculuğunu ufkumuzu açan bir bellek olarak görürüm. İlkgençliğimden beri yazdıklarını izleyen biriyimdir. Sinema tutkunu olduğum o günlerden bugüne Dorsay’ın yazıp üretiyor olmasıyla getirdiği birikimi başlı başına bir ekol diye nitelendirmem abartı sayılmamalı. İşte bu yeni kitapları da bunun bir göstergesi.Ötesi, Dorsay’ın Sinema ve Çağımız (1984/1998) yapıtı sinema üzerine yazılmış önemli bir başlangıç kitabıdır. Bunu o ekolün ilk adım kitabı olarak görmeli. Eğer Ali Gevgili’nin Çağını Sorgulayan Sinema (1989) kitabıyla bunu yan yana okursanız, sözünü ettiğim ufuk açıcılığını da gözlersiniz. En azından bize; sinema adına söz edebilmek, üstelik en zor olanı söyleyebilmek için nasıl bir bakış / bilgi / birikim gerektiğini gösterir bu iki yazar.Dorsay’ı elbette Gevgili’den ayıran süreklilik, sinema yazarlığına adanmışlık söz konusu. Sinema biletinin parasını ödeyen veya okuyup yazacağı kitabı gidip kitabevinden satın alan yazardan çok şey öğrenirsiniz./Archive/2020/12/25/000348215-ic2.jpgATİLLA DORSAY KİTAPLIĞIİşte Atilla Dorsay bu soy bir sinema eleştirmeni. Evet, öteki yanı ise sinema tutkunu bir mimar, gezgin. Onun bu iki yanını yabana atmamak gerekir. Sinema için bambaşka bir gözdür mimari / gezgin bakışı.Kütüphanemin sinema bölümünde ayrı bir Atillâ Dorsay Kitaplığı var dersem abartı sayılmamalı. Onunla buluşma noktalarımızın ne çok olduğunu yazılarında keşfetmiştim. Yan yana geldiğimizde ise hiç yanılmadığımı gördüm.Sözünü ettiğim kitabı ikinci derlemesi olsa da, eni konu Dorsay’ın sinema bilgisini / birikimini öne çıkarıyordu. Ama bu kitabını asıl önemli kılan şey, kendisinin de altını çizdiği gibi şu yönelimdi; “Burada artık sinema bir amaç olmaktan çıkıyordu, amaç sinemanın çağımızın en önemli olgularına nasıl, hangi koşullar, tarzlar ve farklılıklarla yaklaştığını sergilemeye çalışmaktı.” Bu da, onun sinema sanatına bakışını/yaklaşımını içeren bir belirlemeydi aslında.Dorsay, zamanla, eleştirilerini daha geniş bir eksene taşıyarak dünya sinemasını konu / izlek / yönetmen / oyuncu / ülke bağlamında da ele alarak yazmayı sürdürdü. Ve bu çabası da bugünkü sinema kitaplığını oluşturdu. İyi bir sinema eğitimi almak isteyenler, sinemayı kendilerine tutkulu bir uğraş görenler için bulunmaz bir kaynaktır Dorsay’ın bize sunduğu bu birikim./Archive/2020/12/25/000406262-kapakic3.jpgBİLGİ ÖTESİ BİR BİRİKİMBilgi ötesi bir birikim. Bakış açısını odaklandırdığı bir film üzerine yorumsayıcı eleştirel yaklaşımı, taşıyıcı olan bağlantı kurma yöntemi onun yazdıklarını diğer yazılanlardan ayrı kılıyor. 1999’da yayımlanan 100 yılın 150 Oyuncusu kitabının “Önsöz”ünde şunları yazıyordu Dorsay: “Bu kitabı olabildiğince evrensel kılmak ve tüm ulusların oyuncularına açmak istedim. Ama bir noktaya kadar… O nokta da sanatçıların gerçekten uluslararası düzeyde tanınmış olmaları ve kaynaklarda yeterince yer almalarıydı.”Onun bu ölçüsü önemlidir sinema sanatına yaklaşım adına. İşte bu yanı da buluşturan bir bakışı içermektedir. Bağlantılar kuran, taşıyan ve karşınıza bir sinema sanatı haritası çıkaran… Kuşkusuz bir sinema tarihçisi gibi bakmadı. Ama o tarihçeye önemli bir birikim / bakış taşıdı. Öyle ki, yazılabilecek biyografilere monografilere de kapı aralayabilecek kitapları ortaya çıkardı.Sinemayı sanat yapan düşünceden, bunun gerçekleştiği ortama / döneme, teknolojiye dönük bakışının yeni örneği ise işte bugün bize sunduğu iki kitabıdır. Dünyaya Açılan Sinemamız ve Yeni Bir Kuşak / Türk Sineması 2010-2020 bir dönem kronolojisi gibi gelmişti. Bir bakıma da öyleydi. Dorsay’ın sinema belleği sinema tarihi için birçok açıdan önemliydi.Kendi sinemamız kadar dünya sinemasını da izleyen / gözleyen biri olarak güncellik onun için ön plandaydı. Bu da ister istemez film izler bir göz’ün bakışına sinenleri bize taşırken, neyin/nasıl kotarıldığı, ötesi, ne olduğunu yorum eleştirileriyle sunmasını değerli kılıyordu.Bir sinema yazarı olarak Atillâ Dorsay’ın sinemanın gündemini izleyip yazması önemlidir. Son on yılın 180 filmini değerlendirmesi bir dönem tanıklığını da içerir. Dorsay, yalnızca izlediği filmler üzerine yazan biri değildir.Kitabın ikinci bölümüne aldığı yazılar onun kültür insanı kimliğinin bakışını yansıtır. Dönem tanıklığı dediğim yaklaşımını pekiştiren yazılarında ise değerbilirliğini gözleriz. Asla gözden kaçırmayan, hakkaniyetli davranan, itirazlarını söyleyebilen bir Dorsay çıkar karşımıza. Kitabın “Dördüncü Bölüm”ünde yer alan “Yıllara Göre Benim ‘En İyiler’ Seçimlerim” sanırım bu yanını bize gösterir.Hayatımızı Değiştiren Filmler: 2015-2020 ise sinema tutkunları için eşsiz bir kaynaktır. Dorsay’ın sinemaya tematik yaklaşımını önemsiyorum. Bu kitabının ilki diyebileceğimiz Hayatımızı Değiştiren Filmler: 2005-2015 ile yan yana getirdiğimizde bize ne denli önemli bir birikim sunduğunu gözleriz.Bu anlamda Dorsay’ın bu çalışmalarını yalnızca kendi sinema okuru / izleyicisi için değil dünya sineması için de yapılmış katkı olarak görmek gerekir. Çünkü Dorsay sinemayı kucaklayan biri. Bir yurt haritası çizer gibi size sinema haritası çiziyor. Kendi renkleri, çizgileri, bakışıyla bir sinema belleği sunuyor.Sevgili Onat Kutlar’ın deyimiyle, bize “sinemanın nasıl bir ‘şenlik” olduğunu anlatıyor. Sinemayı düş olmaktan çıkaran bir bakışın tanıklığıdır üstelik onunkisi! Az şey midir bu sevgili okurum. Atillâ Dorsay’ın bu yorulmaz çabasına şapka çıkarıyorum.OKUMA ÖNERİLERİ- Atillâ Dorsay: Dünyaya Açılan Sinemamız ve Yeni Bir Kuşak / Türk Sineması 2010-2020, Remzi Kitabevi, 2020.- Hayatımızı Değiştiren Filmler: 2015-2020, Remzi Kitabevi, 2020.- Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları: Türk Sineması 1990-2004, Remzi Kitabevi, 2004.- Sinema ve Çağımız, Remzi Kitabevi, 1998.- Hayatımızı Değiştiren Filmler 1985-1995, Remzi Kitabevi, 1998.- 100 Yılın 150 Oyuncusu, Remzi Kitabevi, 1999.- Sinema ve Kadın, Remzi Kitabevi, 2000.- Düşen Yapraklar, Geçen Yıllar Işık ve Gölge Yazıları, Remzi Kitabevi, 2001.- İşte Büyü Zamanı Tutkulu Sinema Yazıları, Nokta Yay., 2004.- Rudolf Arnheim, Sanat Olarak Sinema; Çev.: Rabia Ünal Tamdoğan, Hil Yay., 2010. Feridun Andaç / Cumhuriyet Kitap Eki

İngiltere'den Türkiye'yeözel izinli uçuşlar başladı

İngiltere'den Türkiye'ye özel izinli uçuşlar başladı figure > Türk vatandaşları ve Türkiye'de ikamet izni bulunan yabancılar için İngiltere'den Türkiye'ye özel izinli uçuşların başladığı bildirildi. Türkiye'nin Londra Büyükelçiliğinden yapılan açıklamaya göre, uçuşlardan sadece Türk vatandaşları ve Türkiye'de ikamet izni bulunan yabancılar yararlanabilecek.Türkiye'ye varışlarında yeni tip koronavirüs (Covid-19) testi yapılacak yolcular, 7 gün boyunca karantinaya girecek.Özel izinli uçuşların biletleri, ilgili havayolu firmalarından doğrudan satın alınabilecek.Türkiye, İngiltere'de Covid-19'un daha hızlı yayılan bir türünün ortaya çıkmasının ardından bu ülkeyle olan seyahatlere kısıtlama getirmişti. cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter