AKP'li il yöneticisinden Gergerlioğlu paylaşımı: "Sizin kıldığınız namazı Allah kabul etmez"
HDP'li Ömer Faruk Gergerlioğlu, milletvekilliğinin düşürülmesinin ardından Meclis'te gözaltına alındı. Gergerlioğlu'nun abdest aldığı sırada gözaltına alınmasına ilişkin ise AKP'li bir il yöneticisi "Sizin kıldığınız namazı Allah kabul etmez" dedi.
HDP'li Ömer Faruk Gergerlioğlu, milletvekilliğinin düşürülmesinin ardından Meclis'te "Adalet Nöbeti"ni sürdürdüğü sırada, sabah saatlerinde gözaltına alındı.Üzerinde pijamalarıyla gözaltına alınan Gergerlioğlu, Meclis'ten çıkarılmasının ardından sağlık kontrolü için hastaneye sevk edildi.Lavaboda abdest aldığı sırada gözaltına alındığı belirtilen Gergerlioğlu ile ilgili AKP'nin bir il yöneticisi ise "sizin kıldığınız namazı Allah kabul etmez" dedi.AKP Edirne İl Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Okur, Twitter hesabından yaptığı iki paylaşımda "Gergerlioğlu mu ? o artık paket", "Sizin kıldığınız namazı Allah kabul etmez" ifadelerini kullandı./Archive/2021/3/21/105015934-mustafaokur.jpg
cumhuriyet.com.tr
Stoper ve beklerin üst üste yaptığı hatalar Galatasaray’a pahalıya mal oldu
Galatasaray, son 4 maçta 8 puan kaybedip şampiyonluk yarışında şansını azaltırken, Süper Lig’in en az gol yiyen takımı unvanına sahip savunma oyuncularının yaptığı bireysel hatalar sabırları taşırdı.
Üst üste 8 maç kazanıp zirveye çıktığı dönemde sadece 3 gol yiyen ve Muslera’nın da dönüşüyle savunma direncini artıran Sarı-Kırmızılılar; ardından oynadığı 4 karşılaşmada ise topu 8 kez ağlarında gördü. Bu periyotta; Linnes, Marcao, Luyindama, Saracchi ile Yedlin’in hataları Cim-Bom’a pahalıya mal oldu. Sarı-Kırmızılılar son 4 maçında taçtan (Sivas-Ç.Rize), hatalı geri pastan (Sivas-Ç.Rize), bire bir yenen çalımdan (A.Gücü-Ç.Rize) ve penaltıdan (A.Gücü-Ç.Rize) gol yedi. İKİ STOPER BAŞROLDEGeçmişte ligin en iyi stoper ikilisi olarak değerlendirilen Marcao ile Luyindama, son dönemde ise performanslarındaki düşüşle, golle sonuçlanan çok sayıda hataya imza atmalarıyla, riskli pas tercihleriyle ve sürekli sarı kart problemi yaşamalarıyla gündeme geliyor. İki oyuncu ile sözleşme uzatma çalışmalarının sürdüğü ve yıllık ücretlerine zam yapılacağı bir dönemde, iki stoperin form durumlarının bu denli geriye gitmesi şaşkınlık yarattı. ‘BEK’LENMEDİK DÜŞÜŞSarı-Kırmızılılar bu sezon sağ ve sol bek oyuncularından hem savunma hem de hücumda yeterli katkıyı almakta zorlanıyor. Sağ bekte Omar’ın sakatlığı sonrası Linnes ile Şener, beklentiyi karşılayamadı. Devre arasında gelen Yedlin ise istikrarsız futbolu ve hatalarıyla dikkat çekti. Sol bekte Saracchi’nin sık sakatlanması, dönüşünün zaman alması, form tutmasının gecikmesi büyük problem oldu. Bu mevkide Emre Taşdemir ise formayı kaptığı dönemde sakatlanınca alternatif kalmadı. İŞTE ÖZTÜRK’ÜN HEDEFİGalatasaray başkan adayı Metin Öztürk, üyelerle yaptığı toplantıda, “Ana hedefimiz 3 yıl içinde kulübün ana sorunu olan banka borçlarını ve faizlerini yok etmek†dedi.CENGİZ: 50 YIL DAHA YÖNETİMDE KALACAĞIZBaşkan Mustafa Cengiz, yeni kulüp üyelerinin berat töreninde Galatasaray Adası için açılan bir davayı kazandıklarını hatırlatıp, “Medyada bir kelime yazın yahu! ‘Bunlar prim aldı, seçimi götürür’ diyorlar. Şahsım adına söylüyorum, götürmese daha iyi. Biz bugün varız, yarın yokuz. İnşallah 50 yıl daha bu yönetimde kalacağız, 50 yıl sonra birileri gelebilir (!)†dedi. ‘HEPSİ BAHÇIVAN OLDU’Cengiz, Florya ve Riva sözleşmelerini yenilediklerinin altını çizip, “Yine teşekkür alamadık. Medyaya sesleniyorum. Realiteyi yazsana kardeşim! Devamlı zemini yazıyorlar. Hepsi bahçıvan oldu†diye konuştu. ‘MAYISTA SAVAŞI KAZANACAĞIZ’Mustafa Cengiz, “Biz kendi aramızda hocamızla zaten görüşüyoruz. Futbolcularla değil. Yenilebiliriz. Önemli olan savaşı kazanmak! İnşallah mayısta biz bu savaşı kazanacağız†dedi.
Cumhur Önder Arslan
Jane yakında evleniyor
Kırk yıllık İngiliz göçmeni, on yıldan beri benim yan komşum, ortak bahçelerimizde sohbet arkadaşım Liverpoollu Mr. Harold’u böyle bilmezdim; meğer dedikoduculuğu da varmış.
Sıra evlerden oluÅŸan mahallemizin, benden sonraki 3. evin kapısını açıp kapayan, yalnız yaÅŸayan Jane adlı genç kadın hakkında bir ÅŸeyler söyledi, ÅŸaşırdım, fakat hoÅŸuma da gitmedi deÄŸil! Jane’nin bir süredir internetten kendisine eÅŸ aradığını anlattı; karısı Mrs. Thelma’dan iÅŸitmiÅŸmiÅŸ. Anlattıkları aslında dedikodu çıkarmak deÄŸildi, bir bakıma gerçeÄŸi anlatıyordu. EÅŸ arayanların, hayırlı kısmet peÅŸinde olanların bu salgından etkilendiÄŸini söylüyordu; yalan da deÄŸil. Jane kendi halinde, sessiz sedasız, yalnız yaÅŸayan, otuz yaÅŸlarında sarışın bir genç kadın. Boyası kalkık, çabalama kaptan ben gidemem diyecek halde zor çalışan bir eski otomobili var, arka bahçelerimize ait otoparka getirip kendi kapı numarasını taşıyan elektrik baÄŸlantısı direÄŸi önüne çekiyor. Jane dalgın biri, buraların eksi 20-30 derecelerde gezinen buzlu havasında otomobilinin ısıtıcı baÄŸlantısını takmayı unutup evine girdiÄŸine ÅŸahidim. Böyle durumlarda, vazife edinip, dışarı çıkıyor ve bütün gece boyu motor bloku donmasın diye aracı elektriÄŸe baÄŸlıyorum; sevaptır. Jane’nin, ona seslenmezseniz selamı sabahı da eksiktir, içine kapalı bir kızcağız. Yaz aylarında bahçede küçük partiler verdiÄŸimiz oldu, o zaman davet ediyordum, öylesine ürkek güvercin misali teÅŸekkür edip kaçıyordu. Sadece bir defa ucundan kıyısından, hayalet gibi katıldı. Hakkında bir ÅŸey de bilmeyiz. Bir devlet dairesinde çalışıyor, orada ne yapar bilmem. Gidip geliyor, eve dönüşünde kuÅŸ yemi kadar birkaç alışveriÅŸ yapmış olup, torbasını ağır bir nevale taşır gibi sürükleyip kapısını açıyor. Perdeleri de her daim kapalıdır.Fakat Mr. Harold’a göre ben yanılıyor, romancı gibi onun karakterine tuhaf huylar ekliyormuÅŸum. Jane, ne vakittir bir eÅŸ arıyor, bir an önce evlenmek istiyormuÅŸ. Harold dedi ki bir yıldan beri, yani salgın baÅŸlamadan evvel pek ünlü bir eÅŸ bulma web sitesine kayıt olup orada bir delikanlıyla tanışmış. Düşündüm; bu web sitelerinin sunduÄŸu adayları tek tek tanımaya kalksan dünyanın zamanını alır, ilk bulduÄŸunu kısmet diye kabullenmeli insan. Damat adayı Edmonton dışından, buraya 2 saat mesafedeki Red Deer kasabasından, eli iÅŸ tutar, efendi ve ahlaklı bir delikanlı; bunları nasıl öğrendi, ÅŸaşırdım. Demeye kalmadı, geçen cuma akÅŸam saatlerinde Jane’nin kapısında, onun su kaynatan arabasına kıyasen lüks bir araba peyda oldu, genç bir erkek çıktı içinden, eli kolu dolu, onca ÅŸeyin arasına bir de çiçek buketi sıkıştırmış, kapıyı çaldı. Ãœst kat penceresinden seyrediyordum, kucaklaÅŸtılar, kapı kapandı; merakta kaldım. Mr. Harold diyor ki Jane bir yıldan beri sadece sanal ortamda bu çocukla yazışıyor, anlaşıyor, müstakbel bir koca olarak onu artık benimsiyormuÅŸ. Fakat genç adam, “Aman ha! Salgın var, bir araya nasıl gelinir, diyelim ki geldik, nasıl oturup sohbet ederiz!†diyesiymiÅŸ.Böyle dediÄŸini Mr. Harold herhalde uyduruyor, web sayfasına girip yazışmaları izlemedi ya; ajan mı bu! Cuma gecesi dediÄŸin çabuk geçer, ardından cumartesi geldi, otoparkta üstünü kar kaplamış Jane’nin otomobili çevresinde genç bir adam gördük; dün çiçekle gelen delikanlı. Kar buz demedi, ellerini hohlaya puflaya ısıtıp kar küredi; ardından yeni akü almış bir yerden, deÄŸiÅŸtirdi. Sonra araç içinin dışarıdan bakınca fark ettiÄŸim gibi çöp tenekesine dönmüş kirliliÄŸini temizledi, arabayı çalıştırdı, direksiyona geçip biraz hareket ettirecekti ki bir de ne görsün, arka lastik güm! Zavallım onu da deÄŸiÅŸtirip, stepneyi taktı. Bütün bunlar olurken, otoparka bakan mutfak penceresinde, üstünde çiçek desenli pijaması, elinde kahve fincanıyla Jane’i mutlu gördüm. ÇÖPÇATANLIK SÄ°TELERÄ°...Eskiden bende böyle dedikoduculuk hiç yoktu, eyvah ki, Mr. Harold’dan bulaÅŸtı. Jane bu alanda yalnız deÄŸildir. 38 milyon nüfuslu Kanada’nın resmi istatistik dairesine göre 14 milyon 200 bin bekârı var; neredeyse yüzde 30’u. Bunca bekârın yüzde 36’sı online buluÅŸma sitelerinden çöpçatanlık rica ediyor. Web sayfalarında eÅŸ arayanların tamamını ciddiye almamak lazım, fakat istatistik böyle düşünmez. Zira geçici hatta bir kerelik iliÅŸki peÅŸinde olanları, meraktan bu iÅŸe kalkışanları yahut evliyken kaçamak yapmak isteyen gibilerini de dikkate alırsanız, yine de şöyle böyle 3-5 milyon bekâr ciddi ciddi eÅŸini buradan bulmak istiyor diyebiliriz. Ä°nternette eÅŸ avcılarının yüzde 68’i erkekmiÅŸ.2020 yılında Jane gibi Kanadalı bekârların bu sitelere ödediÄŸi para dudak uçuklatıyor: 8 milyar dolar. Tabii web sayfalarının ciddileri var, adaylara öyle sorular soruluyor ki onlara kül yutturamazsınız. Ciddi ciddi yuva kurmak isteyenleri ötekilerinden hemen ayırıp niyetlerini anlıyor. Öte yandan, bu evlilik sitelerinin çeÅŸitli din ve mezheplere göre eÅŸ arayanlara, eÅŸcinsel evlilik veya beraberlik isteyenlere, yaÅŸ, meslek grubu, hatta siyasal düşünce biçimlerine göre çeÅŸitlilik kazandığını söylemeliyiz. Mr. Harold, Jane’nin hangi siteden bu delikanlıyı bulduÄŸunu bilemedi, gazeteciliÄŸin “Ne-nerede-nasıl-ne zaman!†sorularını sormayı bilmiyor tabii. Onun dedikodu sermayesi bu kadar.Öyle böyle derken, bakmışsınız, Jane de evlenmiÅŸ, “gelin çıkmış evinden hem sonra nikâhta keramet vardır, bakarsınız sever, sevilir; bir yastıkta kocarlar...â€Dedikoducu olamadıysam da haminneler, babaanneler, anneanneler gibi lakırdı da etmez deÄŸilim [email protected]
Mahmut Åženol - Kanada (Alberta)
İki şehrin hikâyesi...
Şehirleri kıyaslamak bize özgü bir alışkanlık değil. Aynı ülkede olmalarına rağmen birbiriyle yarışan o kadar çok şehir var ki...
Ä°stanbul ile Ankara arasındaki rekabetin benzeri Los Angeles ile New York arasında yıllardır devam ediyor. Porto Lizbon’a, Milano Napoli’ye her fırsatta meydan okuyor...Burada da durum farklı deÄŸil. Ãœlkede çalışan yabancılar ya da gezmeye gelen turistler iki büyük ÅŸehri karşılaÅŸtırıp durur. “Dubai mi, Abu Dabi mi†sorusuna verilecek cevap hangi ortamda olursa olsun uzun bir sohbetin baÅŸlama vuruÅŸu gibidir. Topu alan rakip kaleye yönelir. Kazananı olmayan bu tartışmada genellemeler havada uçuÅŸur ancak tüketilen nefes, kimsenin düşüncesini deÄŸiÅŸtirmeye yetmez. Bu yüzden iÅŸin ehli kiÅŸiler yuvarlak cevaplarla konuyu geçiÅŸtirir, hatta bazıları sohbeti sessizce izlemeyi tercih eder. Günün sonunda herkes sevdiÄŸi ya da yaÅŸamak zorunda olduÄŸu ÅŸehirle birlikte olacaktır. Buraya taşındığım günden bu yana “Dubai mi, Abu Dabi mi†sorusuna defalarca hedef oldum ama bu karşılaÅŸtırmada bugüne kadar kazananı ya da kaybedeni pek görmedim. Herkesin beklentileri, alışkanlıkları, yaÅŸam tarzı farklı ve bütün bu kiÅŸisel tercihlere önyargılarla birlikte genellemeler de eklendiÄŸinde “O mu, bu mu†sorusu anlamını yitiriyor. Ä°ki ÅŸehri kıyaslama konusunda lafı yuvarlayıp hâlâ cevap vermediÄŸimin farkındayım... Kime göre, neye göre...FARKLI ALIÅžKANLIKLAR...Åžehir diye tanımladığımız Abu Dabi ve Dubai, yedi emirlikten oluÅŸan BirleÅŸik Arap Emirlikleri’nin (BAE) birbirine komÅŸu en büyük iki emirliÄŸinin adı. Abu Dabi, BAE’nin baÅŸkenti, iç dengelerin hakemi, dış siyasetin de aktörü. ZenginliÄŸinin kaynağında petrol var. Dubai ise BAE’nin en kalabalık ÅŸehri, OrtadoÄŸu’nun finans merkezi. Dünyanın en yüksek binasını, türünün ilk örneÄŸi dev palmiye adasını barındırıp bütün “enâ€leri toplamayı hedefleyen bir ÅŸehir. Abu Dabi’ye oranla çok az petrolü olan Dubai’nin gelir kaynağı emlak ve turizm. Birbirine sadece 140 kilometre uzaklıkta olmalarına raÄŸmen iki emirliÄŸin yaÅŸam tarzı, alışkanlıkları ve öncelikleri farklı. DeÄŸiÅŸik mizaçlara sahip kiÅŸilikleri var. Abu Dabi mütevazı tavrıyla iÅŸini sessizce bitirmeyi tercih ederken Dubai “Ben senden daha zenginim†dercesine gösteriÅŸi seviyor. Abu Dabi köklerini unutmayıp kültürel faaliyetlerini geliÅŸtirirken Dubai, Guinness Rekorlar Kitabı’nın sayfalarını doldurmakla meÅŸgul. Abu Dabi planlı ulaşım sistemiyle, Dubai içinden çıkılmaz trafiÄŸi ve kaybolma ihtimali yüksek yollarıyla ünlü. Ä°kisinin de polis kuvvetleri, su ve elektrik saÄŸlayıcıları, vergileri farklı. BaÅŸkentin bürokrasisi Dubai’de fazla hissedilmiyor. Abu Dabi, sosyal iliÅŸkilerde herkesi memnun etmekten keyif alsa da ahlaki pusulası geleneklere dayanıyor. Otoriter ve kuralcı, macera aramaktansa uzman olduÄŸu alanda kendini geliÅŸtirmeyi seviyor. Kavgayı sevmiyor ancak sakin görüntüsünün altında her an parlayabilecek yapıya sahip. Dubai’ye gelince... Hırslı, meraklı, kafasına koyduÄŸunu yapıyor, ÅŸaşırtıcı derecede tutkulu aynı zamanda enerji dolu. Ä°lgi çekmeyi seviyor ve hayat dolu. Parasal konularda da uzman. Ä°ki ÅŸehrin ortak noktası tolerans. BAE’de iÅŸ yapacak herkesin baÅŸarı ya da baÅŸarısızlığı ülkenin kültürüne ve ritmine ayak uydurmasına baÄŸlı. İki ÅŸehrin hikâyesi birbirine benzer görünse de karakterleri farklı, ama itiraf edeyim ikisi de bana yabancı. Dubai’de yaÅŸarken Abu Dabi’yi kıskanıyorum, Abu Dabi’yi ziyaret ettiÄŸimde Dubai’yi arıyorum fakat en çok da geride bıraktığım kendi ÅŸehrimi özlüyorum.BaÅŸta da belirttiÄŸim gibi ÅŸehirleri kıyaslamak kazananı olmayan bir tartışma. “Kime göre güzel, neye göre iyi†sorusunun cevabı kiÅŸiden kiÅŸiye deÄŸiÅŸir, olgular bazen yanıltır, istisnalar çoÄŸu zaman geneli etkilemez ve bu konu sabaha kadar bitmez. Gelin hep beraber bir orta yol bulalım ve yazıyı Nietzsche’nin ÅŸu sözüyle noktalayalım: “Bu da dahil bütün genellemeler yanlıştır.â€[email protected]
Remzi Gökdağ / BAE (Dubai)
Deniz Arda’nın esrarengiz ölümü...
Deniz Arda, İsveç Silahlı Kuvvetleri’nin kilit görevler için özel yetiştirilmiş elit komandolarından biriydi...
Stockholm’de deniz kuvvetlerine bağlı bir askeri okulda komando eğitimi veriyordu. Kendisi dört ayrı komando eğitimini üstün dereceyle başarmıştı. Tekvando’da siyah kuşak sahibiydi. Başarılı bir geçmişi vardı. Girdiği her sınavı üstün derecelerle geçmiş, gösterdiği başarılarla birçok nişan kazanmıştı. Ailesi Ayvalık kökenliydi. Türkler arasında tanınan biri değildi. Muhtemelen silahlı kuvvetlerdeki özel konumu nedeniyle memleketlilerinin arasına karışmamaya özen göstermişti. O da 30 yıldır yaşadığım mahallede oturuyormuş ama fotoğraflarına dikkatle baktım, belleğimde Deniz Arda’nın yüzüyle ilgili hiçbir iz yoktu. Adı, koşuya çıktıktan sonra kendisinden hiç haber alınamadığı basına yansıyınca duyuldu. Gazetelerde üstün özellikleri olan bir asker olarak söz ediliyordu. Herkes şaşırmıştı. Fotoğraflarından da güçlü kuvvetli olduğu anlaşılıyordu. Kimse 30 yaşındaki bu maharetli askeri ölümle bağdaştıramıyordu. Sohbetlerde, Deniz’in çok özel bir görev üstlendiği, bu yüzden önce kayıp sonra ölü olarak kayıtlara geçirileceği gibi senaryolar üretiliyordu. ON BİNLERCE SAAT ARANDIDeniz Arda’nın son görüntüleri güvenlik kameralarınca 12 Kasım’da spor salonundan çıktığı sırada ve sonrasında markette alışveriş sepetini kasa önünde boşaltırken kaydedildi. Ertesi gün 17.30’da da telefon mesajıyla kardeşine 50 kilometrelik bir koşuya çıkacağını bildirdi. 15 Kasım’da da 50 askerle birlikte İsveç’in kuzeyine uçacak, onlara özel eğitim verecekti. Ailesi, kaybolduğunu 18 Kasım’da kuzeydeki eğitime gelmediği bildirilince öğrendi. Bunun üzerine ulusal parkın içindeki koşu parkuru üzerinde yoğun bir arama çalışması başlatıldı. Arama çalışmalarına ordu, gönüllüler ve ülke çapında örgütlü “Missing People†(Kayıp İnsanlar) örgütü katıldı. Katılanların sayısı ve sarf edilen zamana göre 2020 sonunda arama çalışmaları 30 bin saati bulmuştu. Günleri, haftalar izledi; haftaları, aylar. Deniz, koşu parkurunda bulunamadı. Bu arada gazetelerde de olasılıklar üzerine yığınla yorumlar yapıldı. Acaba kaçırılmış mıydı? İntihar etmiş olabilir miydi? Yabancı istihbarat servislerinin bir komplosuna mı kurban gitmişti? Ulusal park 80 kilometre koşmaya elverişli. Böyle geniş bir alanda arama çalışmalarının zor olacağı belliydi. Bu yüzden arayanların sayısı azalsa da çalışmalar aralıksız sürdürüldü. Ta ki 27 Şubat’ta Deniz’in cansız bedenine rastlanıncaya kadar. RASTLANTIYLA BULUNDUAramalara binlerce kişi katılmasına rağmen Deniz’in cansız bedeni, doğada gezmeye çıkan biri tarafından rastlantı eseri bulundu. Ormanda gezen Orij Lozowski, koşu parkurunun dışında, kimsenin gelip geçmediği bir yerde önce ayakkabı ve pantolon, etrafına bakındığında da kovukta cansız bir insan bedenini gördüğünü bildirdi. Deniz’in cansız bedeninin bulunduğu haberi 8 Mart tarihli gazetelerde yazıldı. Ceset tanınmaz halde olduğundan Deniz’e ait olduğu DNA testiyle saptandı. Polisten yapılan açıklamada, bir suç belirtisine rastlanmadığı için cinayet şüphesinin ortadan kalktığı, muhtemelen dosyanın da kapatılacağı bildirildi.  Haberlerde yer alan bilgilere göre Deniz Arda’nın bilgisayarında, cesedinin bulunduğu yerin fotoğrafları varmış. Aynı yeri internet üzerinden de birkaç kez aramış. Neden aradığını bilmek olanaksız. Gazetelerdeki fotoğraflardan görüldüğü kadarıyla çok özel bir yer değil. İsveç’te, kovuklar da bulunan yüz binlerce kayalık vardır. Orası neden ilginçti? Tuhaf.İnsanın aklına başka sorular da geliyor. Deniz Arda, çok geniş alana yayılan ormanlık bir bölgede saatlerce sürecek bir koşuya çıkıyor. Peki, cep telefonunu neden evde bırakıyor? Deneyimli, zeki, İsveç Ordusu’nda çok kritik görevler üstlenmiş bu genç subay, nasıl oluyor da telefona ihtiyacı olmayacağını düşünebiliyor? Deniz, koşu parkurunda ayak burkulması gibi bir nedenden dolayı sakatlanıp kalsaydı birkaç saat içinde bulunurdu. Parkur dışındaki alanlarda aramalara köpekler katıldı mı? Katıldıysa çok derinlerde olmayan kayalık yerdeki cansız beden neden bulunamadı? Bu esrarengiz ölüm, belki bir gün, bir romana konu olur da zihnimiz biraz açılı[email protected]
Osman İkiz / İsveç (Stockholm)
Dünyayı sorgulama azmi
Sabah sakin ve keyifli; birkaç gündür esen meşhur Cape Doktor rüzgârı dinmiş...
Atlantik Okyanusu’nun uzak bir mesafesinde çıkan fırtınanın kıyıya varan yol yorgunu soluganlarının kırılma gümbürtüsü ortama hâkim. Gelgit ise en dip seviyede. Çekilen suların genişlettiği kumsalda yürüyenleri, evcil hayvanlarını gezdirenleri, denizin içinde kendilerini sörf tahtalarının üzerine atacak uygun dalgayı bekleyen sörfçüleri, soğuk suda kesik kesik kulaç atan yüzücüleri, gövdelerinden büyük sörf tahtalarıyla kürek sörfçüleri (SUP) ve olası bir talihsiz kazayı önlemek için Big Bay cankurtaran kulübünün ellerinde dürbün ile okyanus severlere göz kulak olan gönüllüleri... Ne kadar da özlemişim bu manzarayı! Pandeminin verdiği öğüt, gündelik sıradan hayatlarımızın muhteşem tekdüzeliklerinin değerini mahrum kaldığımızda anlamak oldu belki de. KARANTİNAYI FIRSAT BİLİP...Güney Afrika sahilleri Noel ve yeni yıl tatili sonrası halkın sahillere akın etmesini engellemek için kısa bir süre öncesine kadar kapalı kaldı. Big Bay koyunun bu denli terk edilmiş halini en son dört yıl önce Robben Adası yakınlarındaki ölü balinanın yağlı gövdesine musallat olan büyük beyaz köpekbalığından dolayı -plaj önlem olarak bir günlüğüne- kapatıldığında tanık olmuştum.Mademki okyanusa uzaktan bakıp bakıp kederleniyorduk, yanına varamıyorduk; yasaktan istifade birkaç arkadaş Riebeek Vadisi’ne yola çıkmaya karar verdik. Kasteelberg Dağları’nın eteklerine oturmuş vadiye varan dönemeçli yolda kıvrıla kıvrıla ilerlerken sağım solum yaz güneşinin kavurduğu sarıya boyanmış kırlar ve buğday tarlalarıydı. Atlantik kıyısından uzaklaştıkça etkisini artıran yoğun sıcağın altında nereye varacağını öngöremediğimiz zigzag yol nihayetinde üzüm bağları ile yeşeren panoramik vadi manzarasına açılıverdi. Tepelerle çeperlenmiş vadide yetişen Pinotage (Güney Afrika’nın imza kırmızı melez üzüm çeşidi) üzüm bağlarına dadanan kuşları korkutup kaçırmak için asma dallarına asılı bir yanıp bir sönen simli çaputlar. Hani şu ikindi rüzgârının parlak güneş ışınları ile işbirliği yaptığı ilkel ama bir o kadar etkili göz alıcı yöntem. Düzlüğe indiğimizde artık şerit gibi dümdüz uzanan yolu takip ederek yerel lezzetlerin servis edildiği restorana vardık. Candan bir genç kız mönüdeki günün spesiyallerini sayarken, masa üzerinde “moozie ve miggie†(Afrikans dilinde sivrisinek, küçük böcek) spreyini görmek konsantrasyonumu dağıttı. Genç kızın sözünü kesip burada sivrisinek mi var diye sordum. Garson kız “Günbatımına yakın çıkan sivrisinek saldırılarından korunmak için her masaya bırakıyoruz, ama endişe etmeyin tamamen doğal esans yağları içermektedir†dedi. AFRİKA’DA SITMA GERÇEĞİCape Town ve çevresinde sıtma tehlikesi olmadığını bilmeme rağmen, yine de tedirgin oldum. Hafızamda öyle derin yer etmiş ki Mozambik’e uçurtma sörfü katalog çekimine giden bir grup arkadaşımız aldıkları tüm önlemlere rağmen sıtmaya yakalanmış; kapı gibi güçlü gövdeleri erimiş, avurtları çöken yüzlerinin ölgün bakışları ancak bir senede canlanmıştı.Ertesi sabah ise el ve ayak bileklerimde beliren kırmızı şişliklere bakıp, Afrika kıtası genelinde koronavirüs salgını nedeniyle göz ardı edilen sıtma gerçeğini araştırmam şart oldu. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dişi sivrisinekler aracılığıyla yayılan hastalığa 2019 yılında dünya çapında 230 milyon kişi yakalandı ve hastalık nedeniyle 409 bin kişi hayatını kaybetti. Sıtma vakalarının yarısı Nijerya, Kongo, Uganda ve Mozambik gibi dört Afrika ülkesinde görüldü. Geçen sene Afrika kıta genelinde sıtmadan dolayı yaşamını yitirenlerin sayısı ise 384 bin ve bu sayının büyük bölümünü beş yaş altı çocuklar oluşturuyor. Önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olan sıtmadan her iki dakikada bir çocuğun ölmesi ne acı! Koronavirüs pandemisi (Afrika 4 milyon vaka, 110 bin ölüm); sıtmaya karşı verilen küresel mücadelede bugüne kadar edinilmiş kazanımları kısıtlayıcı bir tehdit. Küresel finansmanın koronavirüs ile mücadeleye aktarılması Sahra Altı Afrika’da sıtma tedavisini sekteye uğratıyor. Hastalıkla mücadelede yüzde 10’luk bütçe kısıntısı bile 20 bin ek ölüm vakası anlamına geliyor. Dünyada tüm bunlar olurken; NASA Perseverance uzay mekiği Mars’a iniş yapıyor, Birleşik Arap Emirlikleri’nin uzay aracı yörüngeye giriyor, Çin’in keşif uydusu ise kızıl gezegenden ilk görüntüsünü yolluyor. Uzay macerası için büyük fonlar ayrılmasına ve kaydedilen gelişmelere “bravo†demekten başka diyecek bir şey yok. İnsanoğlunu tehdit eden iklim krizi, biyo-terörizm, önlenebilir sağlık krizleri, 2050 yılında 10 milyar olacak nüfusu bekleyen gıda ve su kıtlığı gibi devasa sorunların çözümü yeterli kaynak olmasına rağmen irade eksikliği nedeniyle belli ki daha uzun yıllar alacak. İnsan yine de sormadan edemiyor! Mars’ta yaşam izi arayan insanoğlu, kendi dünyasından bu kadar mı ümidini kesti acaba? [email protected]
Elif Günsel / Güney Afrika (Cape Town)
Şiir insanı, insanla buluşturur
Dünya Şiir Günü, her yıl 21 Mart’ta kutlanıyor.
Bu yıl PEN Åžiir Ödülü’nü kazanan Erdal Alova, Dünya Åžiir Günü Bildirisi’ni kaleme aldı.Ä°ÅŸte o bildiri şöyle:“ ‘İnsan ozanca/ÅŸairane barınır bu dünyada’ der büyük Alman ÅŸair Hölderlin. Bir tek satır yazmayan, ÅŸiir sanatından haberi olmayan insan teki ‘ozanca yaÅŸar.’ Teknolojinin, sömürünün, gözü doymazlığın bütün saldırılarına karşı doÄŸadan, her zaman ‘ağır basan’ yaÅŸam güdüsünden, insanoÄŸlunun barışçıl yöneliminden kopmama çabasıdır bu. Ve bu direngenlik bin bir giziyle, duygusal, duyusal dolaşımıyla, bir yeraltı ırmağı gibi sessizce, kendini ele vermeden akıp gider insan soyunun olaÄŸanüstü serüveninde.Åžair dediÄŸimiz insan teki bütün bu olaÄŸanüstü deneyimi dile getiren sanatçıdır. Tıpkı hem suda hem karada yaÅŸayan bir kurbaÄŸa gibi, hem toplumda hem toplum dışında yaÅŸayan amfibik bir varlıktır. Sürekli olarak insanoÄŸlunun arkaik döneminin tarihsel büyütecinden, o ‘Altın Çağ’dan yaÅŸadığı dönemi izleyen ÅŸair ‘en uyanık gayretle gördüğü düş’lerinde insanın kendinin efendisi olduÄŸu, yabancılaÅŸmanın ortadan kalktığı, insan varlığının kendini doÄŸanın etkin/edilgen bir parçası olarak gördüğü o ‘Kadim Çağ’ı hatırlatır okura. Bunu yaparken olanca malzemesini ‘Evrensel Dölyatağı’ndan saÄŸlar.Ä°ÅŸte, ÅŸiir sanatı ve onun etkin öznesi olan ÅŸair, Sappho’dan, Homeros’tan, Yunus’tan bu yana, durup dinlenmeden bu kutsal çalışmasını sürdürürken, insanı yeniden insanla buluÅŸmaya çağırır.Bu yüzden, ‘şiir öldü’, ‘şiir geriledi’ gibi anlamsız çıkışlar ancak duyarsızlıkla, bilgisizlikle açıklanabilecek yargılardır.Åžairler susmadıkça ÅŸiir ne ölür ne de geriler. Ancak, zaman zaman gölgelenir, araya giren parazitler yüzünden; sesi zor duyulur ya da tam anlaşılmaz. Günümüzde bu parazitlerin en güçlüsü görsel saldırganlıktır. TV’siyle, billboard’larıyla, reklam endüstrisiyle, toplumu yanılsamaya sürükleyen programlarıyla, söz konusu saldırı kapitalizmin yürüttüğü bir abrakadabra harekâtı, iflah olmaz bir tamahkârlık gösterisidir. Ve bu korkunç yanılsamanın gölgesi altında kalan, ‘Şiir’in o kadim sesi, o ÅŸairane/ozanca yaÅŸama biçimi tehdit edilmekte, giderek, tümüyle ortadan kalkma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır.Ama ne zarar! Dünya ÅŸairleri susmadıkça, gerçekçilikten kopmadıkça, bu haksız yanılsama, bu amansız saldırı ortadan kalkacak, ‘Şiir’in gümrah sesi insanoÄŸlunun her türlü yabancılaÅŸmadan kurtulduÄŸu, kendine yeniden kavuÅŸtuÄŸu o yeni ‘Altın Çağ’a dek sürecek, ondan sonra da yeni arayışlarla varoluÅŸunu sürdürecektir.â€
cumhuriyet.com.tr
Refik Anadol’un ‘Makine Hatıraları: Uzay’ sergisi Pilevneli Galeri’de
“Sanat bunun neresinde†sorusuna yanıtı: “Sanat, teknoloji ve bilim, kamusal alanda bir araya geliyor ama aynı zamanda izleyiciye sorular da sorduruyor. Bir makinenin hatırasından bir hayal çıkaran bir kavram ve ondan ortaya çıkan yapay zekâ sineması. Veri resmi, veri heykeli, yani hayal gücü sınırını zorlayabilmek iÅŸin kilit noktası. Ä°ÅŸte sanat burada yatıyor.â€
Konuk yazar: Serfiraz Ergun“Makine Hatıraları: Uzay†sergisini gezmeye, Pilevneli Galeri’ye giderken Refik Anadol ismini ilk kez 2011’de Ä°stanbul Bienali’ne paralel etkinlik olarak Yapı Kredi Kültür Sanat (YKKS) binasının üzerine düşürdüğü ses-görüntü yerleÅŸtirmesiyle duyduÄŸumu hatırlıyorum. HoÅŸ bir etkinlik tabii; kamusal alanda, tam Galatasaray Meydanı’nın göbeÄŸinde Ä°stiklal Caddesi’nin seslerini kaydet, görsel iÅŸitsel bir dijital giydirme yap binaya. Daha sonra PSM’de 2016’da açılan “Digital Revolution†isimli karma dijital sergide Refik Anadol ile bir söyleÅŸi yapmıştık. O sergi de bayağı hoÅŸtu. Ama bu “Makine Hatıraları: Uzay†sergisi, Anadol’un henüz 34-35’indeyken olgunluk sergisi.Bilgi Ãœniversitesi’nde fotoÄŸraf ve video okumuÅŸ, eÅŸi Efsun’la orada tanışmış, o da görsel iletiÅŸim tasarımı okuyormuÅŸ ve 2008’den beri birlikteler, 2016’da evlenmiÅŸler. Åžimdi Refik Anadol Studio’nun (RAS) ortakları, Los Angeles’ta yaşıyor ve çalışıyorlar. TROPÄ°KAL ORMAN...Pilevneli Galeri, Anadol’un iÅŸlerini sergilemek için ideal mekân. Kolonsuz kocaman salonları, yüksek duvarları, brüt beton döşemesi dijital görüntülerin istilasına uÄŸruyor, sonra okyanus dalgaları gibi çekilip gidiyor. Derken tepelere tırmanıyor, renkler, grafikler deÄŸiÅŸiyor, birden tropikal bir dijital ormanda ses-dijital grafik siklonunun içerisinde buluyorsunuz kendinizi. Duvarlardaki görüntüler aÅŸağı doÄŸru kayarken bir ara yanılsamayla başım dönüyor, gerçekten insana, uzaya doÄŸru kayıyoruz hissi veriyor. Siyahlar içindeki Refik Anadol’la söyleÅŸiye baÅŸlıyoruz. Önce hangi makinelerin hatıralarından söz ettiÄŸini soruyorum. “Bu sergideki hatıralar NASA’nın 60 yıldır peÅŸinde koÅŸtuÄŸu ‘Evrende yalnız mıyız? BaÅŸka neler ve kimler var’ sorusunu ararken kullandığı makineler. Üç makine var: ISS teleskopu, 1958’lerde bir uzay istasyonuna yolladığı ve dünyanın selfie’sini çeken, iklimini kontrol eden, birçok duyarlı sensöre sahip bir teleskop; diÄŸeri MRO isimli Mars’ın bugüne kadar görülmedik hiçbir yerinin kalmamasını saÄŸlayan fotografik bir teleskop; sonuncusu ise Hubble, 1990 yılında uzaya çıkan ve uzaydaki gözümüz galaksinin fotoÄŸraflarını çeken baÅŸka bir cihaz. Üç teleskopun da ortak noktası fotografik hatıralar. GidemediÄŸimiz yerler ama bizim adımıza görüp fotoÄŸraf çeken makineler. Benim de kullandığım bu makinelerin arÅŸivi. Bunlar NASA tarafından dünyaya açık kaynaklar. Bu sergideki her veri noktası kamuya açık. Bu verilere ulaÅŸmak kolay olmadı ama bu hatıralar orada duruyormuÅŸ, biz talep ettik, yollandı ve kullandık.†Peki, herhangi bir kiÅŸi bu veriye ulaşıp bu iÅŸleri yapabilir mi? “Tabii ki†diyor Refik Anadol. Ben istesem bu veritabanına ulaÅŸabilir miydim yoksa Refik Anadol olduÄŸun için mi eriÅŸtin? “Tamamen meraklı bir bilimsever olduÄŸum için ulaÅŸtım†diyor sanatçı. SANAT HAYAL GÃœCÃœAnadol’a soruyorum: Ben ÅŸimdiye kadar iÅŸin teknolojisini anlamaya çalıştım. Sanat, bu iÅŸin neresinde? Neden biz sana sanatçı diyoruz? “Bu iÅŸteki sanat, hayal gücü. Bir insanın hayal gücü kapasitesinde. O veri orada duruyor. Ä°lham ve motivasyon yeni sorular sorduruyor. Sanat, teknoloji ve bilim, kamusal alanda bir araya geliyor ama aynı zamanda izleyiciye sorular da sorduruyor. Düşünsenize bir makinenin hatırasından bir hayal çıkaran bir kavram ve ondan ortaya çıkan yapay zekâ sineması. Veri resmi, veri heykeli, yani hayal gücü sınırını zorlayabilmek iÅŸin kilit noktası. Ä°ÅŸte sanat burada yatıyor.â€â€˜UZAY’ AMA...Serginin baÅŸlığı Makine Hatıraları iki nokta üst üste Uzay. Yani bu sergi “Uzay†ama yeni makine hatıraları da gelecek. “Evet†diyor hemen Anadol. “Yüzlerce insanın verilerinden yola çıkarak kolektif bilincin, kolektif hatıraların anlamlı olabileceÄŸine inandım. Yani sadece uzay deÄŸil, doÄŸa, baÅŸka bir ÅŸey de olabilir, devamı gelir. Hayalim gerçekten herkese ait olan hatıralarla bir yapay zekâ ne yapabilir sorusunun cevabına eriÅŸmek.†Benim aile albümüm de Refik Anadol’a veritabanı olabilir mi? Ondan da dijital bir yerleÅŸtirme yapabilir mi? “Elbette†diye cevap veriyor.VERÄ°TABANININ NÄ°TELİĞİ VE NÄ°CELİĞİ...Astrofizikçi Carl Sagan demiÅŸ ki “Hayal gücü bizi genellikle hiç var olmamış dünyalara taşır. Ama o olmadan hiçbir yere gidemeyiz.†Bu sözden yola çıkarak ÅŸunu soruyorum: Veritabanının niteliÄŸi ve niceliÄŸi yaratacağın iÅŸlerin sonucunu etkiliyor mu? Yani hayalini gerçekleÅŸtiriyor mu? “Temelini oluÅŸturuyor†diyor. Peki, acaba Anadol hangi üretim aÅŸamasında çıkacak olan yapıtın renkleri, hareketleri, akışı ÅŸekillendiriyor? Refik Anadol, “İşte orası iÅŸbirliÄŸi†diyor. “Yapay zekâ orada benim fırçam deÄŸil, bir ekip arkadaşım. ÖrneÄŸin Mars’ın yüzeyi, bugüne kadar gidemediÄŸimiz bir gezegen ama 12 telebaytlık her alanı karış karış görüntülenmiÅŸ. Yapay zekâ elbette benden daha iyi biliyor. Ben 2 milyon fotoÄŸrafı tek tek açıp bakabilir miyim? Neden yapay zekâyla iÅŸbirliÄŸi yapmayayım ki? Neden birlikte öğrendiÄŸimiz bir ÅŸeyin rüyasını o da görmesin ki?â€TEKNOLOJÄ° FÄ°RMASI...Burada Refik Anadol, NVIDIA isimli büyük bir teknoloji firmasından bahsediyor. RAS’ı öncü buldukları için çok desteklemiÅŸler. Bu sergideki algoritmalar da NVIDIA’nın desteÄŸiyle olmuÅŸ. “Bu algoritmaları herkes indirip kullanabilir mi†diye soruyorum. “Gizli saklı deÄŸil. Tabii herkes bu kadar deneyimli olmadığı için bu sonuçları çıkaramaz. Ãœzerinde bir emek var. Yapay zekâyla uÄŸraÅŸan, üreten herkesin bu teknolojinin her ÅŸeyini anlatması, paylaÅŸması gerekir. Bunun korkusu da var tabii, aynı iÅŸi yapan insanlar ortaya çıkıyor. Olsun, yeter ki herkes öğrensin†diyor.Â
cumhuriyet.com.tr
Antik tiyatro ortaya çıktı
Afyonkarahisar’ın Dinar ilçesinde, MÖ 8. yüzyıla ait antik tiyatro ortaya çıktı.
Afyonkarahisar’ın Dinar ilçesinde, tarihi MÖ 8. yüzyıla kadar dayanan Apameia antik kentinde başlatılan kazı çalışmaları devam ederken Roma döneminde Efes antik kentinden sonraki en önemli şehir olarak kabul edilen Apemeia’da 7 bin kişilik olduğu tahmin edilen antik tiyatronun önemli bir kısmı gün yüzüne çıkarıldı.
cumhuriyet.com.tr
AB, ABD telkiniyle yaptırımları askıya aldı
Gözler 25 Mart’taki Avrupa Birliği (AB) zirvesindeyken AB’nin, Ankara’dan son dönemde gelen söylemlerin ardından Türkiye’ye yönelik yaptırımları askıya aldığı yönündeki haberleri emekli büyükelçiler Faruk Loğoğlu ve Selim Kuneralp Cumhuriyet’e değerlendirdi.
Geçen aralıktaki zirvede Türkiye’ye yönelik sınırlı yaptırım kararı alan ve yaptırımların devamını bu zirveye bırakan AB’nin, Ankara’dan son dönemde gelen söylemlerin ardından Türkiye’ye yönelik yaptırımları askıya aldığı belirtilmişti. Reuters’ın haberinde Biden yönetiminin, AB’den Türkiye’ye yönelik yaptırımları genişletmemesini istediği, AB’nin de bu doğrultuda TPAO yetkililerine uygulanan yaptırımları kaldıracağı gündeme yansımıştı. Önceki gün de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AB yetkilileriyle video konferans yoluyla görüşmüştü.‘KISA VADELİ SONUÇ’Türkiye’nin eski Washington büyükelçilerinden Faruk Loğoğlu, “Ankara’nın son dönemde ABD ve AB’ye yönelik yaptığı hamleler, yeterince inandırıcı olmasa dahi kısa vadeli olarak sonuç vermiş görünüyor. Washington’da ve Avrupa başkentlerinde Türkiye’ye bir şans tanınması gerektiği düşüncesinin hâkim olduğu anlaşılıyor. Fakat Türkiye’den somut adımlar atması beklenecektir†dedi.ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yönelik “katil†nitelendirmesiyle gerilen ABD-Rusya ilişkilerinin, Türk-Amerikan ilişkilerine de yansıması olacağını belirtti. Loğoğlu, “Ankara, AB ve ABD ile açılımlarını yaparken Moskova’yla ilişkilerini de gözetmek durumunda. Türkiye’nin hem ABD ve AB hem de Rusya ile iyi ilişkiler götürmesi gerekiyor. Hiçbir ülkeyle bağımlılık ilişkisi kurulmamalı. O bakımdan tüm bu ilişkilerin yüksek bir hassasiyetle yürütülmesi bir zorunluluk olarak görünüyor†dedi. AB ile ilişkilerde Doğu Akdeniz, ABD ile ilişkilerde de S-400 konularının öncelikli meseleler olacağını belirtti. Loğoğlu, “S-400 meselesinin, iki ülke ilişkilerindeki sorunlar yumağının üzerindeki düğüm olarak durduğuna, bu düğüm çözülmedikçe ilişkilerde bir ilerlemenin mümkün görünmediğine, Türkiye’den hem S-400 hem de Libya konusunda beklenen adımlar olacağına†dikkat çekti. “Ekonomik reform, adalet reformu gibi vaatler yakından takip ediliyor. İçeride hukukun üstünlüğü konusunda adımlar atılmadığı sürece Türkiye’nin olumlu söylemi ABD ve AB tarafında karşılık bulmayacaktır†dedi. Eski Washington Büyükelçisi, “Dolayısıyla Türkiye’nin bu geçici teneffüsü fazla uzun sürmeyebilir. Önümüzdeki hafta yapılacak zirvede Türkiye’ye yönelik yaptırımların gündeme gelmeyecek olması, yaptırım konusunun gündemden tamamen düşeceği anlamına gelmiyor. HDP’ye kapatma davası konusunda hem AB hem ABD’den eleştiriler gelmeye devam edecektir†değerlendirmesinde bulundu.‘İLAVE YAPTIRIM İÇİN SEBEP YOK’Türkiye’nin AB nezdindeki daimi temsilciliği görevini de yürütmüş olan emekli büyükelçi Selim Kuneralp ise gelecek haftaki zirvede AB’nin Türkiye’ye yaptırım uygulamasının zaten beklenmediğini vurguladı. “TPAO’ya ilave yaptırım kararı almaları için de bir sebep yok, çünkü gemiler zaten geri çekildi. Bu durumda yaptırım zaten anlamsız olurdu, onu yapmayacakları anlaşılıyor. Bu neticenin alınması için ABD’nin çok büyük bir gayret harcaması gerektiğini zannetmiyorum†dedi.Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin mülteci meseleleriyle sınırlı kaldığına dikkat çeken Kuneralp, AB zirvesinden Türkiye’ye mülteci yardımının artırılması kararının çıkabileceğini söyledi. Kuneralp, “AB zaten son dönemde Türkiye’nin üyelik perspektifinden, stratejik üyeliğinden söz etmiyor. Son AB Zirvesi’nden sonra yayımlanan sonuç bildirgesinde Türkiye’den ‘hasım ülke’ olarak bile söz edildi. Türkiye-AB ilişkileri artık Suriyeli mültecilerle sınırlı kaldı. Mültecileri Türkiye’de tutmaya devam edebilmek için bir miktar para verebilirler, buna yönelik bir karar çıkabilir†diye konuştu. Ancak HDP’nin kapatılması için dava açılmışken AB ile ilişkilerde bunun dışında somut bir gelişme beklememek gerektiğine işaret etti.
Hüseyin Hayatsever