Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Saturday, 09.13.2025, 10:52 PM (GMT)

Joe Biden'ınİran politikasıne olacak?

ABD'de 20 Ocak'ta ayında başkanlık görevini devralacak olan Joe Biden'ın, Trump'ın İran politikasını değiştirip değiştirmeme konusunda karar vermesi gerekiyor. Ancak bu konuda Biden'ın seçenekleri sınırlı olabilir. BBC Diplomasi Muhabiri Paul Adams'ın analizi.Habere Gitmek için Tıklayın

Son anket sonuçlandı:İşte Cumhurİttifakı’nın oy oranı

Son anket sonuçlandı: İşte Cumhur İttifakı’nın oy oranı figure > Aksoy Araştırma Şirketi, son yaptığı anketin sonuçlarını paylaştı. Ekim ayı araştırmasında Cumhur İttifakı’nın oy oranı yüzde 45,1, Millet İttifakı’nın oy oranı yüzde 38,6 seviyesinde gerçekleşti... Aksoy Araştırma Şirketi, son yaptığı anketin sonuçlarını paylaştı. Ekim ayı araştırmasında Cumhur İttifakı’nın oy oranı yüzde 45,1, Millet İttifakı’nın oy oranı yüzde 38,6 seviyesinde gerçekleşti.HDP’nin oy oranı yüzde 9,5, DEVA Partisi’nin oy oranı yüzde 3,4, Gelecek Partisi’nin oy oranı yüzde 1,5 ve Saadet Partisi’nin oy oranı ise yüzde 0,8 oldu.Ankette, “Türkiye ekonomisini siz yönetiyor olsaydınız hangi alana yatırım yapılması talimatını verirdiniz?" sorusuna vatandaşın yanıtı “tarım ve sanayi” oldu."Aldığınız ücretin sizin ve aileniz için ne derece yeterli olduğunu düşünüyorsunuz?" sorusuna yüzde 69,3 "yeterli değil" yanıtını verdi.Öte yandan aynı ankette seçmenlerin ABD başkanlık seçimlerinde oy kullanma hakkı olması durumunda hangi lideri tercih edeceği soruldu. AKP seçmenleri Trump’ı seçerken CHP seçmeni de Biden’ı seçti.İşte o sonuç:/Archive/2020/11/19/015919255-1.jpg/Archive/2020/11/19/015923567-2.jpg/Archive/2020/11/19/015922536-3.jpg/Archive/2020/11/19/015923052-4.jpg cumhuriyet.com.tr

Kocaeli'nde işçi servis minibüsüdevrildi: 6 yaralı

Kocaeli'nde işçi servis minibüsü devrildi: 6 yaralı figure > Kocaeli'nin Gebze ilçesinde işçileri taşıyan minibüsün devrilmesi sonucu 6 kişi yaralandı. Alınan bilgiye göre, Gebze - Şekerpınar kara yolunda İstanbul yönüne giden Mahmut G'nin kullandığı 41 P 5860 plakalı işçi servisi yapan minibüs, Güzeller OSB mevkisinde devrildi.Yaklaşık 70 metre sürüklenen minibüsteki 5 işçi ile sürücü Mahmut G. yaralandı.Olay yerine gelen sağlık ekiplerince çevredeki hastanelere sevk edilen yaralılardan birinin durumunun ağır olduğu belirtildi. AA

“Göz açıp‘Atatürk’demişim, Cumhuriyet’iöğrenmişim!”

Türkçe Haberler En Son Başlıklar “Göz açıp ‘Atatürk’ demişim, Cumhuriyet’i öğrenmişim!” figure > Gözünü açıp “Atatürk” demiş, gözünü açıp Cumhuriyet’i öğrenmiş, eğitimin eğitim olduğu dönemde adı Atatürk olan üniversiteyi dereceyle bitirmiş ve adı Atatürk olan öğretiye bir ömür vermiş/veren usta yazar Neşe Doster’in yeni kitabı Atatürk’e Hasret Mürekkepli Mektuplar, bir hayalin yaşama geçmesi. Her konuda yol gösteren, ufuk açan, derde deva olan Atatürk’e duyduğu gönül borcunun, vefa borcunun ifadesi. Neşe Doster’le her satırında Büyük Atatürk’ün ışığında soluk alıp verdiği kitabını konuştuk. /Archive/2020/11/19/003216868-kapakic1.jpg- Atatürk’e ilişkin sayısız araştırmalarınız, Atatürk için yazdıklarınız, ülkemizde ve yurt dışında Atatürk’le ilgili konuşmalarınız ve sahnelenen kısa oyunlarınız olduğu düşünüldüğünde; Atatürkçü düşünceye bir ömür verdiniz/veriyorsunuz…Öz ve biçim bağlamında da yapıtlarınıza damgasını vuran modern Türk yazın anlayışını anlatmanızı rica ederek başlayalım söyleşimize.Zira yapıtlarınızın izleğini; kaleme aldığınız yapıtın türüne göre kimi zaman belgesel kimi kurgusal bir düzlemde ama sorgulayan, aklın ışığında, toplumsal gerçekçi bir biçemde ve türler arası bir yapıda ortaya koyuyorsunuz.Öncelikle mahkemelerinde Cumhuriyet, laiklik, Atatürk karşıtı davaların görülmediği aydınlık bir kent olan Kars’ta doğdum, cumhuriyet değerlerine yürekten bağlı bir ailede yetiştim. Eğitimin eğitim olduğu yıllarda her biri hamurumuza ayrı maya katan hocalarımızın ellerinde yoğuruldum. Kiminden yazı yazmayı, kiminden okuyup anlatmayı, kiminden hayatı paylaşmayı, tümünden Atatürk sevgisini öğrendim…Yine altını sık sık çizdiğim gibi; Adı GAZİ olan ilkokula gidip, adı ATATÜRK olan ortaokulu bitirip, adı ATATÜRK olan üniversiteden mezun olduktan sonra adı CUMHURİYET olan lisede mesleğe ilk adımımı attım. Bu eğitim geçmişiyle gurur duyup, kaderin bu ilginç döngüsünü okurla buluşturmayı en büyük hayalim ve hedefim saydım. Dolayısıyla siz bugün elinizde bir hayalin hayata geçmesini tutuyorsunuz...Yazın anlayışıma gelince; liseden başlayıp üniversiteye uzanan eğitim yolculuğumda; Türk Dili ve Edebiyatı, Devrim Tarihi, Tiyatro Tarihi, Etkili İletişim, Yaratıcı Yazarlık derslerine giren biri olarak, bu disiplinlerin hakkını vermeye çalıştım. Yazılarımda, konuşmalarımda, kitaplarımda hep bu derslerin içeriğinin izlerini sürdüm.O nedenle kitapta sizin deyiminizle duyarlı, öyküsel, anılara öncelik veren, geçmişle gün bağlantısı kuran, türler ve nesiller arası buluşmayı yeğleyen, bazen belgesel, bazen duygusal, ama hep sorgulayan ve düşündüren bir anlatım yolu tercih ettim. Ayrıca bu benim gerek derslerimdeki anlatım biçimime, gerek yazılarıma, gerek konuşma tekniğime çok uygun olduğundan okuru sıkmayacağını düşündüm./Archive/2020/11/19/003231227-ic2.jpg‘YAZARLIĞIMIN EN ZORLU SINAVI’- Umutlu ama ‘hüzünlü’ bir dilin yazınınızdaki yoğun karşılığına ilişkin neler söylersiniz? Ve bu kitabınız sizin için yazarlık yaşamınızda nasıl bir yerde duruyor?Karakter olarak duygusal bir alt yapım, çabuk etkilenen, çabuk hüzünlenen ve hemen umuda kapılan bir yapım var. Kitapta da altını çizdiğim gibi yazmaya başladığım andan itibaren ne çektiğimi, gözlerimde akmaya hazır bekleyen gözyaşlarımı silmek için klavyenin başından kaç kez kalktığımı bir ben bilirim bir de ben! Yazarken başlıca kaygım bu ağır yükün altından nasıl kalkacağım idi.Neden derseniz, çok yanıtı var bu sorunun. Konu başlığım, kahramanımın büyüklüğü, kitabın ağır yükü ve sorumluluğu, anlatacaklarımın çok, örneklerin derya deniz, okurun sabrının sınırı, kitap piyasasının durumu malumken kaygı duymamam mümkün değildi.Bu kitap benim onuncu kitabım. 1995 yılında Çağdaş Yayınlarından Sami Karaören önsözüyle çıkan “Öğretmenin Günlüğü” adlı kitabımı yazarlık yolculuğumun ilk adımı, kanıtı, tanığı ve işaret fişeği sayarım.Ancak “Atatürk’e Hasret Mürekkepli Mektuplar” adını taşıyan bu kitabı yazarlık hayatımın en zorlu sınavı, en onurlu görevi saydığımı ve bu çalışmamın Atatürk’e duyduğum vefa, minnet, şükran borcumu ödeme çabası olduğunu belirtmeden ve bu kitabın benim başyapıtım olduğunun altını çizmeden geçemem…/Archive/2020/11/19/003349054-ic3.jpg- Kitabınızda da vurguladığınız gibi yazmak için, Gazi Mustafa Kemal’i anmak ve yanmış yıkılmış vatan toprağında Cumhuriyet mucizesi yaratan Atatürk’ü anlatmak için pek çok nedeniniz var. En önemlilerini dile getirirseniz neler söylersiniz?Kitabımın özünü anlatan ve 12’den vuran bu sorunuz için şunları söyleyebilirim: Kendimi bildim bileli O’na inanmak için, O’nu yazmak için çok nedenim vardı. Cumhuriyetin kilometre taşlarına basarak yükselen biri olarak; Atatürk’ü vazgeçilmez bir kimlik kartı gibi yakama taktığım, Cumhuriyetin kazanımlarını altın bir anahtar gibi cebime koyduğum, çağdaş ilkeleri ata yadigârı mücevher gibi boynumda taşıdığım günden beri duyduğum minneti dile getirmek için çok nedenim vardı…Kalemi ne zaman elime alsam, özgürce konuşup yazabilmeyi, bilimsel- çağdaş, eşit eğitim fırsatıyla beni aydınlatan ve yolumu açan Atatürk’e olan borcumu, ne zaman kürsüye çıksam, bana ışık olan, yolumu aydınlatan bir çift mavi göze olan minnetimi hiç unutmayan biri olarak, yazmak için çok nedenim vardı…139 yıldan beri “1881” dağ gibi ortada durarak umut vermeye, ufuk açmaya, yol göstermeye devam ederken, 82 yıldan beri “1938” içimizi dağlamayı sürdürüp, bizi sokaklara, meydanlara, salonlara, Anıtkabir yollarına dökerken, yazmak için çok nedenim vardı…Vefa duygusunu önemseyen karakterimle, iç dünyamı belirleyen duygusal kimliğimle, yol hikâyemle örtüşen yaşam çizgimle, özelikle de kitabın içeriğini yansıtan mektuplarımla O’nu yazmak ve O’na yazmak için çok nedenim vardı…Sığındığım tek limanın Atatürk, sırtımı bir kaya gibi yasladığım tek yerin Cumhuriyet olduğunun bilincine varmasaydım! Atatürk tarafından önüme açılan aydınlık yoldan geçmenin bana cumhuriyetin armağanı olduğunu fark etmeseydim! Başarılarla, kazanımlarla, coşkularla, umutlarla, hedeflerle, devrimlerle tanışmasaydım şimdi kim bilir nerede idim?Göz açıp Atatürk diyen, gözünü açıp Cumhuriyeti öğrenen ve büyük Atatürk’ün mayaladığı sağlam hamurda şekillenen biri olarak önsözüm ve son sözüm şu ki; Bu kitapla ben okurları bir yolculuğa çıkarmak istedim. Bu yolculuğun farklı duraklarında onları bazen bilgilendirmek, bazen duygulandırmak, bazen gülümsetmek, bazen şaşırtmak ama hep düşündürmek istedim. Başardım mı bilmiyorum ancak denedim…Çünkü benim Atatürk’üm; Dara- zora düştüğüm her çıkmazımda, güvenim sarsılıp duvarlar arasında dört döndüğümde, bana çıkış kapıları gösteren aydınlığımdı. Öğrencilik yıllarımda koskoca dalgalar üzerime geldiğinde, uykusuz gecelerin, bitmeyen derslerin, zorlu sınavların cenderesinde bana umut aşılayan ışığımdı. Açtığı yolla, verdiği haklarla beni elimden tutup çağdaş eğitimle buluşturan, yazar olmamın yolunu açan yol göstericimdi.O’nun kurduğu destansı Cumhuriyet, 100 yıl düşünülerek bulunan bir merhemin adı ise, bu merhemin mucidi olan Atatürk’ü yazmak boynumun borcu idi…/Archive/2020/11/19/003423116-ic4.jpg- Okurları sımsıcak bir dille bilindiğinden öte nasıl bir Atatürk’le yeniden buluşturmayı da amaçladınız?Yıllara ve yollara yayılan eğitim -öğretim sürecimde başucumdan ayırmadığım pek çok yapıt, kaynak, çeşitli kitapların yanı sıra, ezber ettiğim sözler oldu. Bunlardan biri Cumhuriyet döneminin ünlü yazarı gazeteci Falih Rıfkı Atay’dır.Öğrencilerime de sık sık anımsattığım bir sözünde Atay der ki; “Gençler! Bizim çektiklerimizi çekmemek ve bu ulusa çektirmemek istiyorsanız, siz de O’nu iyi tanıyınız. Mustafa Kemal bizimdi. Atatürk sizindir!” Ben bu derin anlam içeren sözü güncel deyimle mottom saydım ve hiç unutmadım.O nedenle okudukça anladığım, anladıkça anlatmaya - paylaşmaya çalıştığım ve bitiremediğim Atatürk’ü, 57 ciltlik dev bir eser sayarak, özellikle gençleri, Türk devriminin lideri ve mazlum milletlerin rehberiyle bir kez daha buluşturmak istedim.Her kademedeki öğrencilerimi; Savaş meydanlarına kitaplarını taşıtan, ömrü boyunca elinden kitap düşmeyen, “çocukluğumda elime 2 kuruş geçse, birini kitaba verirdim” diyen, şiirlerle beslenen, roman okuyan, not çıkaran gerçek bir entelektüelle bir kez daha buluşturmak istedim…- O’nun cesaretini, düşünce bütünlüğünü, yaşamını, yaptıklarını, başkaldırışını evrenselliğini, ülkeden dünyaya açılan öngörüsünü, mücadele ruhunu, analitik düşünce yapısını, vasıflarını ve ulaşılmaz yurtseverliğini yolan dille ortaya koyduğunuz kitabınızı kronolojik bir izlekte iki bölüm olarak kurguladığınızı belirtiyorsunuz.Bu bölümleri, kitabın izleğini anlatır mısınız? Dediğiniz gibi Atatürk’ün tarih sahnesine çıkışıyla başlatıyorsunuz... Sonra...Başta da vurguladığım gibi, konu kapsamlı ve kahramanım çok yönlü olduğundan birinci bölümde; Atatürk’ün tarih sahnesine çıkışını, yaptıklarını, düşünce yapısını, izlediği yolu, karşılaştığı zorlukları, neleri önceleyip neleri ötelediğini anlatmaya çalıştım.İkinci bölümde ise yerli ve yabancıların gözüyle hakkında söylenenleri, çocukların O’na yazdığı ve benim yazdığım mektupları özetlemek istedim. Amacım “Devrim Tarihi” derslerinin tartışıldığı günümüzde derli toplu bir yol izleyerek, özellikle gençlere ve öğretmenlere kolay okunur bir kaynak, akıcı anlatım yolu izleyen bir başvuru kitabı sunmaktı. Okurla buluşturmada başarılı olursam kendimi yeniden bir üniversite bitirmiş sayacağım hem de dereceyle…/Archive/2020/11/19/003439930-ic5.jpg- Öğreniyoruz ki Atatürk’le tanışmanız erken hem de çok erken yaşlara dayanıyor. Anlatır mısınız o ilk teması?Bu sorunuz üzerine çok gerilere gitmem gerek. Rahmetli anneme göre Atatürk’le olan eşsiz dostluğum çok eskilere dayanırmış. Çocukluk yıllarıma, zorlanırsam biraz da bebekliğime!Bitip tükenmez sorularımı büyük bir sabırla cevaplayan ve gerçek bir cumhuriyet kadını olan annemden duymuştum; “Gazi’nin asker, sivil, tahta başında, dans ederken muhteşem gülümsemesiyle duvarlarımızı süsleyen resimlerine, dünyayla ilişkini keserek bir heykel gibi hareketsiz durarak bakardın. Ta ki, “kıymalı makarna yaptım, yemeyecek misin?” sorusunu duyana kadar.Yemeğin biter bitmez kaldığın yere döner, sanki O’na bakarak büyülü bir yolculuğa çıkar, yaşıtlarınla oynamak yerine boyundan büyük sorular sorardın. Bitip tükenmez soruların, sana erken okuma yazma öğretmeme neden oldu. Okumayı sökünce, sorular bitti, herkes yerine sen konuşur oldun!” Annemin Atatürk’le dostluğumun arka planına ait bu sözlerini unutamam…Büyük harfleri okuyan ama küçük harfleri yazamayan bir çocuk olarak, Gazi İlkokulu’nun kapısından içeri ürkek adımlarla girerken, daha sonra Atatürk Üniversitesi’nden mezun olacağımı ve bu iki özel ismin yaşamım boyunca ağırlığını, aydınlığını başımda ışıltılı bir taç gibi taşıyacağımı bilemezdim kuşkusuz!Hele de adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olan bitmez tükenmez öğretiyi hiçbir zaman bitiremeyeceğimi düşünemezdim! Bu yol haritasıdır ki bugün bir kitap olarak ortaya çıktı ve sorular sordurarak beni sizin karşınıza oturttu…/Archive/2020/11/19/003508711-ic6.jpg- Ve ilerleyen yıllardaki kişisel tanıklıklarınızdaki ve başta mektuplarınız ışığında Atatürk’e ve sizin Atatürk’ünüze ilişkin hangi anılara yer veriyorsunuz?Özellikle yurt dışında, dünyanın adeta dört bir köşesinde Atatürk konusundaki farkındalığa ilişkin ilk elden tanıklıklarınız ve yorumunuz?Sizden önce yapılan söyleşilerde de anlattım. Özellikle ülkemiz dışında gördüm ki; O’nu tanımayan, O’na hayranlık duymayan, O’nu örnek almayan yok. Merak uyandırmak adına birkaç kısa örnek vermek gerekirse; Suriye’de bindiğim taksinin şoförüne; “Atatürk’ü tanıyor musun?” diye sorduğum da; “Nasıl tanımam, canımdır O benim” şeklindeki cevabını unutamadım.Tunus’ta sağlı sollu dükkânları olan bir caddede yürürken, esnafın ülkemize ait sporcuların adını sayarak söz atması karşısında sesimin yettiğince; “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” diye bağırınca, dükkânının kapısında müşteri bekleyen orta yaşlı adamın, sesimin tınısına dönerek bana eliyle duvarı işaret edişini, duvarda yazılı “Mustafa Kemal Atatürk Caddesi” tabelasını gördüğümde duyduğum gururu unutamadım…Iğdır’da konuşmamın bitiminde yanıma gelen genç kadının; “Sizi Kübalı eşimle tanıştırmak istiyorum!” demesi üzerine damada; “İlk öğrendiğiniz Türkçe sözcük ne oldu?” diye sorup, “seviyorum” cevabını aldığımda, “kimi seviyorsunuz?” diye üstelerken; “Atatürk’ü ve eşimi çok seviyorum” cevabı üzerine Kübalı damadımıza sımsıkı sarıldığımı unutamadım…Yıllarca tatil yaptığımız Şile’de; Sahilde oğlumla oynayan 3 yaşındaki oğluna Mustafa Kemal diye seslenen ve son derece akıcı Türkçe konuşan Dr. Williy Brandt’ın yanına işin aslını faslını öğrenmek için heyecanla koştuğumda ondan dinlediklerimi unutamadım.“Babam uzun yıllar Türkiye’de kaldığı için kendimi Türk dostu olarak kabul ediyorum. Büyük Atatürk’e duyduğum saygıdan ötürü oğlumun adını Mustafa Kemal koydum!” derken yüzüme yansıyan ve gözlerimi dolduran duyguyu hiç unutamadım…Bakü Devlet Üniversitesinde’ki konuşmamın bitiminde söz isteyen kadının; “Sizin ne işiniz var Arap’la? Koskoca cumhuriyetiniz var. Dalınızda, önünüzde Böyük Atatürk var. Men Atatürk’ün önünde baş eğirem” sözünü ayakta alkışladığımı unutamadım. Buna benzer pek çok örnek var ama kitabın büyüsünü bozmamak adına geçiyorum…/Archive/2020/11/19/003529835-ic7.jpgYAKUP KADRİ’DEN İLHAN SELÇUK’A ATATÜRK!- Kitabı yazarken yer yer etkilendiğiniz yazarlardan, Atatürk hakkında tarihî not niteliğinde söylenen sözlerden yararlanarak da ilerlediğini ifade ediyorsunuz. Bu yazarlar ve sözlere birkaç örnekle burada da anar mısınız?Yakup Kadri’den Hasan Ali Yücel’e, Şevket Süreyya’dan Mahmut Esat Bozkurt’a, Yunus Nadi’den İlhan Selçuk’a Utkan Kocatürk’ten Turgut Özakman’a, yabancı devlet adamlarından büyükelçilere hakkında yazılıp söylenenlere bakınca; Büyük Atatürk’ün “Kolu kanadı kırılmış yurdumuza can vermek için yarın Anadolu’ya geçiyoruz. Başımız vermek gerekebilir, benimle gelir misiniz” sorusu üzerine can ve başla yola çıkan dava arkadaşlarının inancı, eğitimi, çağdaşlığı, kadını ve gençliği Cumhuriyet projelerinin temeline oturtan büyük Atatürk’ün unutulmaz sözleri tarihi not olarak önümde idi.Birkaç kısa örnek vermem gerekirse; Yakup Kadri diyor ki; “Başımıza bir sıkıntı geldiği zaman, şimdiki gibi kara kara düşünmeye başlamazdık. O var derdik. O halledecek derdik. O varken bize bir tehlike gelmez derdik.”Hasan Ali Yücel diyor ki; “Her başımız sıkıştıkça O’na başvurmaktayız. Bu ölüsü diri adam her karanlıkta alevli bir meşaledir. O’nu elden bıraktığımızda gündüzlerimiz gece olur.”İlhan Selçuk diyor ki; “Atatürk’ün ölümü üzerinden bunca yıl geçtiği halde, O’nun ölüm günü yedisinden yetmişine halk için evden, aileden birinin kaybı gibi algılanıyorsa bunda bir iş var. Bunu Avrupalı anlar mı? Amerikalı anlar mı? Bunca yıl önce kalbi durmuş. Yine de dipdiri!”Kitapta Batının gözüyle bölümüne çok geniş yer ayırdım. Bu bakımdan seçim yapmam zor, yer de sınırlı olduğundan Belçika’nın eski Ankara Büyükelçisi De Raymond’un; “Ankara’da oturduğum zaman daima güneşe bakardım fakat güneşi ufukta değil, Çankaya’da görürdüm. Çünkü gerçek güneş Çankaya’daki Atatürk denilen güneşti.” Sözüyle yetineyim!‘CUMHURİYETİN ESERİYİZ!’- Atatürk’ün kadının toplumdaki yerine, işlevine, olmazsa olmaz varlığına yaklaşımına hatırı sayılır denli yer veriyorsunuz. Ve diyorsunuz ki; “1924-1926-1930-1934 tarihleri yine ve yeniden yazılmalı diye düşündüm.”Etrafımızda gördüğümüz; Şehirler, yollar, kasabalar, fabrikalar, okullar, işine koşan kadın, okuluna giden çocuk, durakta bekleyenler, herkes, her şey, hepimizin cumhuriyetin eseri olduğumuz gerçeği önümde dururken!Haşmetten, azametten, saltanattan uzak, içinde vicdan, sevgi, sabır, bilgi, dinleme, yurtseverlik olan her şey Atatürk dehasının, cumhuriyet mucizesinin formülü olarak yolumu aydınlatırken!Cumhuriyet devrimleriyle Türk kadınına toplumsal, siyasal, kültürel, sanatsal sayfalar açan bir liderin bizim için yaptıklarına biz kadınların iki elle değil dört elle sarılmamız gerekir.Bu topraklarda yaşayan her kadının arkasında bir çift mavi gözün ışığının onu hep aydınlatacağını, tarihteki ve gerçek hayattaki kahramanının Atatürk olduğunu unutmaması gerekir… /Archive/2020/11/19/003546132-ic8.jpg‘MUSTAFA KEMAL DESTANI’- Kitabın genel akışı içinde yer alan her şeyi sonlara doğru bir oyun içinde özetleyerek veriyorsunuz. Bunu yaparken neyi amaçladığınızı burada da dile getirir misiniz?Yıllardır çalıştığım eğitim kurumlarında anma, kutlama ulusal günlerde konuşma, yapma, etkinlikleri düzenleme hep tarafımdan yürütüldüğü için iyi bir arşive sahibim.1995 yılında MEB’in açtığı “Atatürk” konulu yarışmada yazıp sahnelediğim “Mustafa Kemal Destanı” adlı oyunla Türkiye birincisi olunca, kitap haline getirdiğim bu oyunun ülkemizin pek çok yerinde ve pek çok okulda sahnelendiğini duydum. Aldığım övgü dolu iletiler, oyunu biraz daha genişleterek, güncelleyerek, yeniden düzenleyerek bu kitaba dâhil etmeme neden oldu.Amacım bir Devrim Tarihi ve Tiyatro Tarihi hocası olarak, meslektaşlarıma sahneleyecekleri oyunlar arasında yer alarak; “Atatürk ve Cumhuriyet Destanı” adını taşıyan, şiirlerle, marşlarla, türkülerle, danslarla ve koro eşliğinde kronolojik olarak kaleme alınan bir oyunla yardımcı olmaktı.23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramıyla çocukluk günlerimi! 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı ile öğrencilik ve gençlik yıllarımı! 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile cumhuriyet değerlerine olan bağlılığımı!10 Kasım 1938’deki gidişiyle ulusal yasımızın bana düşündürdüklerini anlatmaya çalıştığım bu oyunu; Çocuk, öğrenci, genç, eğitimci, yazar, kadın, yurttaş gözümle kaleme alırken, çocukluğumun en büyük okuluna, gençliğimin en köklü öğretisine, yaşlılığımın tek sığınağına ait duygularımın altını özellikle çizmek istedim.Bu oyunla O’na doğdum seni anlattılar, büyüdüm seni okudum, yaşlandım seni anlatıp yazdım ama hala bitiremedim diye seslenmek istedim…Atatürk’e Hasret Mürekkepli Mektuplar / Neşe Doster / Tarihçi Kitabevi / 240 s. / Ekim 2020. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

Victor Hugo’dan 13. Louis döneminde aşk!

Victor Hugo’dan 13. Louis döneminde aşk! figure > Cemil Meriç’in yetkin çevirisiyle sunulan Marion de Lorme, Victor Hugo’nun zenginlerle düşüp kalkan, gönül eğlendiren ünlü bir Fransız kadının yaşamından esinlenerek kaleme aldığı beş perdelik oyununda bir aşk hikâyesini anlatırken, 13. Louis döneminin siyasi arka planını da eleştiriyor. /Archive/2020/11/19/002819589-icc.jpgCemil Meriç’in edebiyat ve edebiyat dışı alanlardaki çevirileri, onun, “kültürle derinlemesine alışveriş kaygısı”nın, “düşünce mesaisi”nin izlerini taşır. Çevirilerinde Türkçeye olduğu kadar çeviri yaptığı dillere de hâkimiyetini gösteren Meriç, kendine özgü üslûbuyla bir yandan edebiyat ve düşünce dünyamıza katkıda bulunmaya devam ederken, zaman zaman da çevirdiği yapıtlarla ve yazarlarıyla ilgili kimi çalışmalarını okurlarla paylaşır.Marion de Lorme, Victor Hugo’nun zenginlerle düşüp kalkan, gönül eğlendiren ünlü bir Fransız kadının yaşamından esinlenerek kaleme aldığı beş perdelik oyunu. 1838’de geçen hikâyede Marion de Lorme âşıklarından kaçmak ve Didier’yle yeni bir hayata başlamak için Blois’ya yerleşir. Ancak geçmişi peşlerini bırakmaz. Hugo, bu aşk hikâyesini anlatırken, 13. Louis döneminin siyasi arka planını da eleştirmekten geri durmuyor.Marion de Lorme / Victor Hugo / Çev.: Cemil Meriç / İletişim Yay. / 211 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Kaybederek kazanmak

Kaybederek kazanmak figure > ‘Bir Şizofrenin Yaşamı’nın yazarı Elyn R. Saks her savaşın kazanılamayacağını ama bunun illa savaşı “kaybetmek” anlamına gelmediğini anlamış. Bir Şizofrenin Yaşamı, Saks’ın bu savaş ve hastalığını kabulleniş sürecinin hüzünlü ama umut veren hikâyesi. /Archive/2020/11/19/002353109-ic1.jpg“Gerçek şu ki, insan her savaşı kazanamaz.” Bunlar bir şizofrenin, bir “deli”nin hastalığıyla mücadelesinin başındaki sözleri. Aynı zamanda bunlar, o “deli”nin yıllar süren mücadelesinin sonunda da sarf ettiği sözler.Elyn R. Saks, çocukluğundan itibaren kafasının içinde sesler duyan, yardıma muhtaç, sanrılarının tetiklediği tuhaf davranışları yüzünden etrafındakilerin bakışlarını üzerine çeken biri olmuş.Yıllar süren tedavi denemeleri, hastalıktan kurtulma çabaları ve ilaçlarla arasındaki bitmek bilmeyen husumetten sonra, Saks gerçekten de her savaşın kazanılamayacağını ama bunun illa savaşı “kaybetmek” anlamına gelmediğini anlamış.Bir Şizofrenin Yaşamı, Saks’ın bu savaş ve hastalığını kabulleniş sürecinin hüzünlü ama umut veren hikâyesi./Archive/2020/11/19/002413937-ic2kapak.jpgŞizofreni gibi zorlu bir hastalığın pençesinde oradan oraya savrulmasına rağmen Saks; Oxford Üniversitesi ve Yale Hukuk Okulu’ndan diploma almış, felsefe ve hukuk profesörü olmasının yanı sıra kendiyle aynı rüzgârda savrulanlara tutunacak bir dal olmak için psikanaliz de öğrenmiş, akıl hastalarına hem psikiyatrik hem de hukuki desten veren, oldukça zeki ve azimli bir kadın.Başarılarla dolu akademik kariyeri elbette çok etkileyici. Fakat Saks’ı bir bütün olarak bu kadar “eşsiz” kılan, bütün bunları bir şizofren olarak yapmış olması.Hastalığının teşhisinden itibaren akıl hastanelerinde yaşadıkları, ailesinin yüzeyselden öteye gitmeyen desteği, şizofren damgasının mesleğindeki başarısını gölgelememesi için gösterdiği muazzam çaba; yani çoğumuzun ancak bir kitap veya film sahnesinden aşina olabileceği bu hayat aslında Saks gibi milyonlarca insanın gerçekliği.Saks da tam olarak bunu yansıtmak istemiş ve okur olarak ne mutlu bize ki, başarmış da!/Archive/2020/11/19/002431171-ic3.jpgPSİKİYATRİ HASTASININ GÜNCESİBu açıdan, kitabı bir psikiyatri hastasının güncesi olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Zira Saks’ın kalemi, iki dostun mektuplarındaki kadar samimi, açık ve yalansız. Bu açıklık ve özellikle yalansızlık hali, okurda ister istemez ve her şeyden evvel hüzün uyandırıyor.Bir çocuğun, bir gencin ve başarılı bir kadının önce tek başına, daha sonraysa çok değerli birkaç dost ve geç gelen bir eşin desteğiyle, ama elbette katışıksız bir azimle yoktan var olma mücadelesi göz yaşartacak cinsten.Daha can acıtıcı olansa, Saks’ın hastalığını herkesten önce kendine kabul ettirme sürecinde yaşadıklarında yatıyor. Akıl hastanelerindeki çeşitli insanlık dışı tedavinin yanı sıra psikanaliz gibi modern sağaltım tekniklerini de denemiş, fakat ilaçlara bağımlı olarak yaşamayı yıllarca kabul edememiş Saks.Doktorlarına kulak asmadan pek çok kez ilaçları bırakmayı denemiş ve her seferinde başarısız olmuş. Sonunda, ilaçlarla girdiği bu savaşı kaybetmenin kendi hayrına olduğunu kabul etmiş.Saks, Bir Şizofrenin Yaşamı’nda kendi kafasının içindeki dünyadan sıyrılıp bu dünyayı nasıl tanıdığını, uzun bir arayışın ardından sevgi ve huzura nasıl kavuştuğunu anlatıyor. Hepsinden öte, bazı savaşların ancak ve ancak kaybedilerek kazanılacağını kendi hikâyesiyle kanıtlıyor.Bir Şizofrenin Yaşamı / Elyn R. Saks / Çeviren: Funda Sezer / Say Yayınları. Eda Okuyucu

Tilki gibi kurnaz bir Rus romanı!

Tilki gibi kurnaz bir Rus romanı! figure > Viktor Pelevin'den Kurtadamın Kutsal Kitabı, doğaya, gerçekliğe, modern Rusya'ya dair tilki gibi kurnaz, kurt gibi tehlikeli, hiperaktif bir roman. /Archive/2020/11/19/001203213-ic.jpg“Görkemli paragraflarla, seksle dolu bir roman, yine de gösterişçi, seksi, taş kalpli kitaplardan biri olmamayı başarıyor. Hayal tutkuyla, mizah da kederle besleniyor.”Ursula K. Le GuinYazdıklarıyla Kafka, Calvino ve Gogol gibi isimlerle kıyaslanan, bir dönem Rus Hava Kuvvetleri'nde görev yapan, röportaj vermeyi, insan önüne çıkmayı pek sevmeyen, ilk mesleği mühendislik olan Viktor Pelevin, Sovyetler sonrası Rusya'nın en ilgi çekici, kışkırtıcı, üretken yazarlarından biri oldu. Rusya Little Booker Ödülü'nü kazandı, The New Yorker tarafından otuz beş yaş altı en iyi Avrupalı yazarlar arasında gösterildi, yapıtları otuzdan fazla ülkede yayımlandı.A Huli'yi görünce on beş yaşında, Moskovalı bir hayat kadını olduğunu sanabilirsiniz ama iki bin yaşında bir tilki aslında, kuyruğuyla insanları transa sokabiliyor ve içinde öyle bir sıkıntı var ki bir ruhunun olduğuna bile inanmaya hazır. Derken bir istihbaratçıyla, Aleksandr'la karşılaşıyor ve âşık oluyor. Ama bilmediği bir şey var: Aleksandr bir kurtadam aslında.Viktor Pelevin'den Kurtadamın Kutsal Kitabı, doğaya, gerçekliğe, modern Rusya'ya dair tilki gibi kurnaz, kurt gibi tehlikeli, hiperaktif bir roman.Kurtadamın Kutsal Kitabı / Victor Pelevin / Çev.: Hazal Yalın / İthaki Yay. / 328 s. Cumhuriyet Kitap Eki

AykırıGombrowicz'in yaşamı

Aykırı Gombrowicz'in yaşamı figure > Polonya’nın en yıkıcı ve aykırı yazarı Witold Gombrowicz’in başyapıtı kabul edilen ve Günlük’ünü bütünleyen eksik parça Kronos'ta tüm yaşamı kronolojik bir izlekte sunuluyor. /Archive/2020/11/19/000943573-ic.jpgÖzgün yazınsal ve entelektüel kimliğiyle Polonya’nın en yıkıcı ve aykırı yazarı Witold Gombrowicz’in (1904-1969), başyapıtı kabul edilen ve devasa bir parşömene işlenmiş bir resmi andıran Günlük’ünü bütünleyen eksik parça Kronos ilk kez, yazarın ölümünden 44 yıl sonra yayımlanmıştı.Kronos, İkinci Dünya Savaşı başlamadan hemen önce Arjantin’e göç eden yazarın olgunlaşma çağı ile başlıyor. Sağlık sorunları, cinsel yaşamı, finansal meselelere ilgisi, yazınsal ün savaşımı ana izlekleri oluştururken, kafeler, başka coğrafyalar, iklimler, yazarlarla ve yayıncılarla ilişkiler, anlaşmalar, dostluklar, tartışmalar, polemikler, mevsimler, kitaplar, plaklarla tüm yaşamı kronolojik bir izlekte sunuluyor. Kronos / Witold Gombrowicz / Çev.: Neşe Taluy Yüce / Yapı Kredi Yay. / 280 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Suçve gerilim onun işi!

Suç ve gerilim onun işi! figure > Hollywood’un önde gelen yazarlarından olan Elmore Leonard, içeriden bir gözle mafya üyesi Chili Palmer’ın film endüstrisi ile kesişen kara komik hikâyesini anlatıyor... /Archive/2020/11/19/000544060-ic2.jpgElmore Leonard ismi eminim pek çok kişiye yabancı gelecektir fakat Leoard’ın, Hollywood’un efsane senaristlerinden biri olduğunu ve ismini anımsamasak da bugün hafızalara kazınmış bir sürü filmin onun kaleminden çıktığını bilmek, az sonra anlatılacaklara epey sayıda okurun dikkatini çekecektir.Leonard’ın tanınmış birkaç filminden bahsedersek kim olduğunu değil belki ama neler yaptığını hatırlayacaksınız: Yazarın Rom Kokteyli adıyla Türkçeye de çevrilen ve Tarantino’nun bu romandan hareketle yarattığı 1997 yapımı Jackie Brown sözgelimi.Kara komik Hollywood!Elmore Leonard, suç ve gerilim türü romanlarıyla tanınıyor fakat kariyerinin başlangıcı western hikâyelerine borçlu. Sonrasında, her biri çok satmış kırkın üzerinde romana imza atıyor Leonard. Bu yayımladığı romanlar da genel olarak beyazperdede kendine yer buluyor.Bu noktada küçük bir uyarıda bulunmakta yarar var: Böyle bir kariyere bakıp da Leonard’ı “piyasa işi” romanların yazarı olarak görmemek gerek. 1983’te aldığı Edgar Allan Poe En İyi Roman Ödülü, 1991’deki Uluslararası Polisiye Yazarları Kuzey Amerika Hammet Ödülü ve 1992’de değer görüldüğü Gerilim Yazarları Büyük Usta Ödülü de bunun kanıtı.Bu yazının konusu ise Elmore Leonard’ın Türkçeye yeni çevrilmiş bir romanı: Bücürü Ayarla. Fakat biz bu romanı da yine Leonard’ın ismine dikkat etmeden “izlemişiz” geçmişte.Leonard’ın aynı isimdeki romanına dayanan, Amerikan gangsterinin hikâyesinin anlatıldığı, Barry Sonnenfeld’in yönettiği ve başrolde John Travolta’nın olduğu, Gene Hackman, Rene Russo ve Danny DeVito rol aldığı film Get Shorty 1995’te yayımlandı./Archive/2020/11/19/000605810-ic3.jpgPEMBE HAYALLER TEHLİKELİ HAYATLARBücürü Ayarla, patronunun alacağı için Los Angeles’a gelen mafya üyesi Chili Palmer’ın film endüstrisi ile kesişen kara-komik hikâyesini anlatıyor.Chili Palmer’ın, Elmore Leonard romanındaki hikâyesi başlamadan önceki hayatı talihsizlik sonucu yolu tefeciye düşen ve yine büyük bir talihsizlikle bu borcunu ödeyemeyen insanların peşine düşüp bu borcu “tahsil” etmektir.Bir süre sonra çok sıkılır ve elinde muhteşem olduğunu düşündüğü, filminin çekilebileceğine inandığı bir senaryo vardır. Kaderini de bu hikâye doğrultusunda sürüklemeye başlar ve yolunu tamamen gişe mantığıyla iş çıkaran, kaliteyi çok umursamayan yapımcı Harry Zimm ve artık yıldızı sönmüş oyuncu Karen Flores’le kesiştirir.Palmer sanıyordur ki hikâyesini anlatacak, karşısındakini etkileyecek, sağlam oyuncularla anlaşacak ve bir filmin yapımcılığını üstlenecektir. Fakat işlerin böyle olmadığını, Hollywood’un farklı kurallar işlettiğini öğrenecektir./Archive/2020/11/19/000503498-ic1.jpgElmore Leonard’ın anlatmak istedikleri de tam bu noktadan sonra başlıyor. Hollywood’un lüks yaşantısının arkasında dönen kara parayı, kumarı, tefecileri, katilleri Chili Palmer’ın yaşadıkları üzerinden veriyor yazar.Ortaya da bir yüzü pembe hayaller kurduran, bir yüzü ise karanlıkların içinde dolaşan, kendine has komedisini ise hiç eksik etmeyen bir roman çıkıyor.Roman için yapılan yorumlardan Leonard’ın “muhteşem” bir roman yazdığı söyleniyor fakat daha da önemlisi; “Hollywood’u çok iyi tanıyor,” deniyor onun için.Bu yönüyle ömrünün neredeyse tamamını Hollywood’a adayan bir yazardan, içeriden bir gözle yazılmış suç hikâyesi olarak da okumak mümkün Bücürü Ayarla’yı…Bücürü Ayarla / Elmore Leonard / Çeviren: Sina Baydur / Yapı Kredi Yayınları / 256 s. Hakan Timuçin

AlaattinÇakıcı'nın Bahçeli'ye gönderdiği mektup tekrar gündeme geldi

Alaattin Çakıcı'nın Bahçeli'ye gönderdiği mektup tekrar gündeme geldi figure > MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 'dava arkadaşım' diyerek savunduğu organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı'nın geçmişte Bahçeli hakkında hakaretler içeren mektubunu akıllara getirdi. Çakıcı’nın 2015’te gönderdiği mektupta Bahçeli’ye “İnsan bu kadar aciz, egoist, ve bencil olamaz” ile “Miladı dolmuş, yürüyen Buda kılıklı efendi” diye yazdığı hatırlandı.Çakıcı, 2 Eylül 2015 tarihinde o dönem Milliyetçi Hareket Partisi ( MHP ) Genel Başkan Yardımcısı olan Celal Adan’ın hayatını kaybeden annesi Hacı Fatma Adan’ın cenazesine çelenk göndermişti. Tabutun arkasına konulan çelengin üzerindeki ‘Alaattin Çakıcı’ yazısı bazı kişiler tarafından sökülmüş, daha sonra çelenk, uzak bir noktaya götürülerek, tekrardan ‘Alaattin Çakıcı’ yazısı üzerine iğnelenmişti.İşte o mektup;“Hapishanede yıllarca mı yattın? Bir ülkücüye cezaevlerinde 1 TL’mi gönderdin?”Cenazede bir insanın ebediyete intikal eden , 40 yıllık dostunun annesine gönderilen çelengi sorun haline getirdiğini, basından öğrendim.İnsan bu kadar aciz, egoist ve bencil olamaz.Sen kimsin? 1980 öncesi ne hizmet yaptın? Hapishanede yıllarca mı yattın? Bir ülkücüye cezaevlerinde 1 TL mi gönderdin?Senin için batının ajanı diyorlardı. İnanmıyordum.Senin kalbinin Türk Cumhuriyetleri için sevgi olduğuna inanmıyorum.Parti içinde demokrasi olmazsa iktidara gelsen, ülkede nasıl demokrasiyi oluşturacaksın.“Miladı dolmuş, yürüyen Buda kılıklı efendi..”Bu faşist düşüncelerine devam edersen, bu şerefli camiayı tamamen yok edeceksin.Miladı dolmuş, yürüyen Buda kılıklı efendi..Yüreğin yiyorsa, beni öldürt.Adam gibi eğer dava adamıysan camiayı telef etme. Ya da onursal ol. Partiyi ehline bırak.Biri senin dışında bir açıklama yaparsa, ağzımın ayarı yok. Ağır konuşurum.Allah seni egolarından arındırsın.Alattin Çakıcı14/02/2015¨ cumhuriyet.com.tr

TOFAŞdirenemedi

TOFAŞ direnemedi figure > TOFAŞ - JDA Dijon: 81-87 TOFAŞ Basketbol Takımı, Basketbol Şampiyonlar Ligi B Grubu 3'üncü hafta mücadelesinde sahasında Fransız temsilcisi JDA Dijon’a uzatmada 87-81 mağlup oldu.FIBA Basketball Champions League (BCL) B Grubu 3'üncü haftasında TOFAŞ, JDA Dijon’u konuk etti. Nilüfer TOFAŞ Spor Salonu’nda oynanan maça Berk Uğurlu, Mert Konuk, DeVaugh Akoon-Purcell, Berkan Durmaz, Jeremy Simmons beşiyle başlayan mavi-yeşilliler, Fransız temsilcisi önünde ilk basketini Berkan Durmaz’ın elinden buldu. Akoon-Purcell’in sayıları sonrası 5'inci dakika 6-6 eşitlikle geçilirken, Berk Uğurlu’nun turnikesi sonrası Berkan Durmaz ve Sean Kilpatrick’in elinden üçlükler bulan Bursa ekibi, ilk çeyreği 19-19 eşitlikle kapattı./Archive%5C2020%5C11%5C18%5C233456215-tofas-jda-dijon-81-87_3.jpgİkinci periyodun başında rakibin sayılarına Sean Kilpatirck ve Jeremy Simmons ile karşılık veren TOFAŞ Basketbol Takımı, Berkan Durmaz ve Jeremy Simmons ile skor bulsa da devre 28-28 eşitlikle sonuçlandı.Üçüncü çeyreğe Sean Kilpatirck’in üçlüğüyle başlayan TOFAŞ, Jeremy Simmons’ın basketiyle 21.10’da 5 sayılık farkı (33-28) yakaladı. Semaj Christon’ın serbest atışları sonrası 23.30’da skora bir kez daha denge (35-35) gelirken, Jeremy Simmons, Sean Kilpatrick, Akoon-Purcell ve Nuni Omot ile potaya giden mavi-yeşilliler, son çeyreğe 48-47 üstün girdi.Dördüncü periyoda da Nuni Omot’un turnike basketiyle başlayan TOFAŞ Basketbol Takımı, faul çizgisinden Akoon-Purcell ile skor bulsa da bitime 6.56 kala skora denge geldi: 54-54. Akoon-Purcell’in üçlüğü sonrası Jeremy Simmons ve Sean Kilpatrick’in sayılarıyla üstünlüğü elinde tutmaya çalışan Bursa ekibi, Berkan Durmaz’ın üst üste kaydettiği 2 üçlükle bitime 8 saniye kala 68-65 önde olsa da David Holston kaydettiği üçlükle maçı uzatmaya götürdü: 68-68.Uzatma bölümüne Sean Kilpatrick’in orta mesafeli basketiyle başlayan TOFAŞ, rakibin sayılarına engel olamayınca 75-81 geriye düştü. Akoon-Purcell’in üçlüğüyle skoru 78-81 yapan Hakan Demir’in öğrencileri, kalan sürede skoru çeviremedi ve parkeden 81-87 mağlup ayrıldı.JDA Dijon karşısında TOFAŞ’ta Sean Kilpatrick 23 sayı-4 ribaund-4 asist ile oynarken; DeVaugh Akoon-Purcell 19 sayı-5 ribaund-5 asist; Berkan Durmaz ise 17 sayı-9 ribaund-5 asist; Jeremy Simmons ise 12 sayı-10 ribaund-3 asist ile katkı verdi.Basketbol Şampiyonlar Ligi’nde sıradaki maçını 16 Aralık 2020 tarihinde bir kez daha JDA Dijon ile oynayacak olan TOFAŞ Basketbol Takımı, Fransız ekibiyle bu kez deplasmanda karşı karşıya gelecek. Mavi-yeşilliler, Basketbol Süper Ligi’nde ise 22 Kasım Pazar günü saat 17.30’da Beşiktaş’a konuk olacak. DHA




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter