Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Friday, 05.23.2025, 08:07 PM (GMT)

News - Haberler

Yeni benlere doğru bir yolculuk

Yeni benlere doğru bir yolculuk Esra Özkalkan, Sera’dan Süreyya’ya’da, okurları bir roman kurgusu içinde zihinsel hapishanelerinden, kendi ördükleri duvarların ötesine geçmek için bir yolculuğa davet ediyor, farklı benlikleriyle yüzleştiriyor. /Archive/2021/3/1/194045093-ic1.jpgEsra Özkalkan, Sera’dan Süreyya’ya isimli kişisel gelişim romanında bambaşka bilgiler coğrafyasına sürüklüyor okuru. İçsel yolculuğu yalın dille, akıcı bir roman kurgusuyla adımlıyor.Roman, kahramanı Tarık’ın hapishaneye girmesiyle başlıyor. Her şey gerçek hayattaki gibi; hapishane, karakterler ve olaylar... Başlarda hep duyduğumuz, bildiğimiz, kendi içinde normal bir şekilde seyrediyor. Ülker adındaki şifacı sahneye çıktığındaysa olaylar bir aksiyon filmi ritminde hızlanıyor.Yazarın birçok cümlede kullandığı “nazik ve zarifçe” ifadesi, anlatıma incelikle işlenmiş. Okuma hızı ister istemez yavaşlıyor ve şiirsel bir dansın içinde etraftaki her şeyin sustuğu bir iç yolculuk derinleşmeye başlıyor.Okuma boyu öyle bir noktaya geldim ki, ruhsal onarımı için Ülker ile buluşan Tarık’la eş zamanlı deneyimler yaşadım. Kahraman ben oldum. Hikâyenin içinde yol almayı beklerken hikâye benim içimde yol almaya başladı./Archive/2021/3/1/193956452-kapakic2.jpgKitaptaki hapishane bir metafor, zihnin hapishanesi! Bu nedenle mahkumlarla yapılan seminer dil ve derinlik anlamında gerçekçilikten uzak olduğu düşüncesi uyandırıyor. Esra Özkalkan, “Önsöz”de buna değinerek kurgu gereği farklı bir evren yaratıldığının bilgisini paylaşıyor. Kurgu içinde birkaç bölüm hata duygusu uyandırsa da ilerleyen bölümlerle bağlandığında bu düşünce ortadan kalkıyor.Kitap boyunca karşılaşılan kavramlar, okuru yeni bilgilere, hatta yeni benlere doğru yolculuğa çıkarıyor. Esra Özkalkan kitabın içine işlediği meditasyonlarla somut bir yol haritası sunduğu gibi romanın son bölümünde kurgu içine notlar da eklemiş. Bu notlar roman içinde öğrendiğimiz bilgileri pekiştiriyor. Okurların kitaptaki meditasyonları yapacağını düşünüyorum.Yazarın; geçmişten gelen tüm korkuları, hastalıkları, aile ve çevreden edinilen tüm davranışları, huyları ve kimlikleri adlandırdığı Sera Benlik’i, Öz’ü, Oz’u, Swastika’yı ve Ben Benim’i anlamak, hatta anlamanın da ötesinde deneyimlemek isterseniz okumanız gereken bir kitap Sera’dan Süreyya’ya…Sera’dan Süreyya’ya / Esra Özkalkan / Doğan Novus / 288 s. Ezgi Çovener

32. Ankara Film Festivali'ne başvurular 15 Eylül'e kadar yapılabilecek

32. Ankara Film Festivali'ne başvurular 15 Eylül'e kadar yapılabilecek Bu yıl 32'ncisi düzenlenecek Ankara Film Festivali'ne başvurular başladı. Festivale başvurular 15 Eylül'e kadar yapılabilecek. /Archive/2021/3/1/161611992-denise-jans-tv80374iytg-unsplash.jpg4-12 Kasım'da düzenlenecek 32. Ankara Film Festivali için başvurular başladı. Dünya Kitle İletişi Araştırma Vakfı tarafından yapılan açıklamaya göre, başvurular 15 Eylül'e kadar devam edecek.Organizasyonda, Ulusal Uzun Film Yarışması kategorisinde "En İyi Film", "En İyi İlk Film", "En İyi Yönetmen", "En İyi Senaryo", "En İyi Kadın Oyuncu" ve "En İyi Erkek Oyuncu" başta olmak üzere toplam 13 dalda ödüller verilecek."En İyi Film" ödülü 50 bin lira, "Mahmut Tali Öngören En İyi İlk Film Ödülü" ise 20 bin lira olacak.Ulusal Belgesel Film Yarışması'nda "En İyi Film" 20 bin lira, Ulusal Kısa Film Yarışması'nda "En İyi Film" 10 bin lira ödüle layık görülecek.Türkiye sinemasının yenilikçi projelerini 5 yıldır keşfeden Proje Geliştirme Desteğince, ilk ya da ikinci filmini çekecek sinemacılar arasından "En İyi Proje'ye" 30 bin lira ödül verilecek./Archive/2021/3/1/161639289-lwoelmet.jpgYARIŞMAYLA BELİRLENECEK FESTİVAL AFİŞİNE ÖDÜLFestival, bu yıl da afişini yarışma ile belirleyecek. Festivalin duyurulması ve tanıtımında önemli katkı sağlayacak esere, 5 bin lira ödül verilecek.Festivalle ilgili gelişmelere ve güncel başvuru şartlarına "filmfestankara.org.tr" adresinden ve vakfın sosyal medya hesaplarından ulaşabilecek. AA

Allende’dençok tanıdık bir hikâye

Allende’den çok tanıdık bir hikâye Romanlarında arka planda yurdundan ayrı oluşunun verdiği acıyı, halkına duyduğu özlemi ve daha demokratik koşullarda, daha insanca yaşama arzusunu işler Isabel Allende. İzleklerinin başında ise kendi yaşadıklarından esinle göçmenlik ile askerî darbelerin yaşandığı herhangi bir ülkede bunun getirdikleri ve götürdükleri gelir. Aşktan ve Gölgeden romanı da ilk bakışta klasik bir aşk romanı gibi görünse de büyülü kurgusu ve yazarın sarsıcı sözcükleriyle politikanın insanlara yaşattığı acının anlatıldığı, bıçak gibi keskin bir yapıtı. Allende’nin Aşktan ve Gölgeden romanı ilk bakışta klasik bir aşk romanı gibi görünse de büyülü kurgusu ve yazarın sarsıcı sözcükleriyle ise aslında politikanın insanlara yaşattığı acının anlatıldığı, bıçak gibi keskin bir yapıt. Roman, gazeteci Irene ile fotoğrafçı Francisco’nun üç bölüme yayılan çarpıcı öyküsünden oluşuyor. /Archive/2021/3/1/193729516-ic1.jpgİNSANCA YAŞAMAK ARZUSUSalvador Allende, Latin Amerika’da seçimle iktidara gelen ilk Marksist Devlet Başkanı’ydı. İşçi sınıfı egemenliğinde kurmaya çalıştığı cumhuriyet, General Pinochet tarafından askerî darbeyle yok edildi. Allende, darbecilere teslim olmadı ancak onun yokluğuyla ülkesi Şili bir kaosa sürüklendi. Cunta rejiminin yıllar sürecek baskı ve sindirme politikalarının temel alındığı bir yönetim şekliyle idare edildi.Demokrasiye yapılan bu darbe, ülkede yaşayan birçok kesimde sarılmaz ve onulmaz yaralar açtı; insanlar kaybedildi, öldürüldü ya da göç etmek zorunda kaldı. Salvador Allende’nin yeğeni Isabel de yurdundan kaçmak zorunda olan ve yıllarca ülkesini hasretle ananlar arasında yerini aldı.Isabel Allende, her bir romanında okuruna seçtiği çeşitli konuları aktarırken arka planda mutlaka yurdundan ayrı oluşunun verdiği acıyı, halkına duyduğu özlemi ve daha demokratik koşullarda, daha insanca yaşama arzusunu anlatıyor. Seçtiği izleklerin başında ise kendi yaşadıklarından esinlenerek göçmenlik ile askerî darbelerin yaşandığı herhangi bir ülkede bunun getirdikleri ve götürdükleri oluyor.AŞK VE POLİTİKAAllende’nin Aşktan ve Gölgeden romanı ilk bakışta klasik bir aşk romanı gibi görünse de büyülü kurgusu ve yazarın sarsıcı sözcükleriyle ise aslında politikanın insanlara yaşattığı acının anlatıldığı, bıçak gibi keskin bir yapıt.Roman, gazeteci Irene ile fotoğrafçı Francisco’nun üç bölüme yayılan çarpıcı öyküsünden oluşuyor. Irene gazeteciliğinin yanında annesi ile birlikte bir huzurevinin sahibi. Francisco ise İspanya İç Savaşı’ndan kaçıp bu ülkeye gelen kalabalık bir ailenin üyesi. Savaştan kaçan aile burada da darbeye yakalanıyor ve evi olarak gördükleri bu ülkede kaderin yazgısına razı oluyorlar.Ayrıca huzurevi sakinleri, sirkte çalışan bir sanatçı, mucizeler gösteren bir kız, askerler, köylüler, hizmetçiler ve din adamlarının yer aldığı geniş karakter skalasıyla bir ülke panoraması sunuyor.Irene ve Francisco, bir azize olarak görülen Evangelina ile röportaj yapmak üzere onun evine gidiyorlar. Bu sırada evi askerler basıyor. Böylece olay örgüsünün fitili ateşleniyor.ÜLKEDE MAYALANAN KIZGINLIKÜlkede siyasi yapı son derece kırılgan, her yerde polis ve asker var. Halk arasında muazzam bir uçurum söz konusu, çok zengin bir kesimin karşısında fiyatların artması ve ortalığı kasıp kavuran kıtlıkla birlikte hep mucize arayan insanlar sarmış dört bir yanı:“Askerler gerçeğin üzerine sımsıkı bir kapak örtmüşlerdi, şimdi bu ülkede vahşi bir kızgınlık mayalanmaktaydı, kapak patladığı zaman da ortada bunu denetim altına alacak sayıda tank, asker olmayacaktı.”Evangelina’nın askerlerce götürülüp kendisinden bir daha haber alınamamasıyla Irene ve Francisco için röportaj, bir polisiyeye / araştırmaya dönüşüyor. Ülkede sadece Evangelina değil yüzlerce kayıp olduğu ortaya çıkıyor./Archive/2021/3/1/193737751-ic2.jpgCUNTANIN DEĞİŞMEZ KODLARIBirilerinin düşman olarak algılanıp sorgularda kaybedilmesi, evlatlarını ellerinde fotoğraflarıyla arayan annelerin nöbetleri cunta hükümetlerinin kodlarının aynı olduğunu açıkça gösteriyor. Roman kendi ülkemizde yaşanan darbeler ve baskılar tarihine bakıp ibret alarak okunmalı. Aslında Şili’de anlatılanlar bizim de hikâyemiz.Anlatıcı, siyasi baskı ortamıyla birlikte başka şeyler de anlatmak istiyor. Latin Amerika kırsalındaki eylemlerin din ve batıl inançlarla yoğrulduğunu görüyoruz. Her bölümde geleneklerden geldiğine inanılan birtakım ritüeller, ev yapımı ilaçlar, saygı duyulan yaşlı kadınlar ve bunların her hastalık karşısındaki becerileri din-bilim ya da gelenek-bilim karşıtlığını örnekliyor.Bunların yanında yazar ülkesindeki ötekilere de genişçe yer ayırıyor. Allende, Mario karakteri ile birlikte eşcinsellik ve eşcinsel bireylerin çocukluktan itibaren gördüğü şiddet ile aileden devlete uzanan ötekileştirilme öykülerine kulak veriyor. Heteroseksüelliğin baskın varlığının ortasında Mario’nun var olma ve başarma öyküsünü de kıvançla duyuruyor, Mario’ya “Aşkta ve yaşamda biz de varız.” dedirtiyor.Isabel Allende, ele aldığı konularla çok girift bir roman olan Aşktan ve Gölgeden’i birçok ülkede yaşanan cinayetleri, ötekileştirmeleri, demokrasi ayıplarını, baskıları ve sansürleri de damıtarak, kahramanlarının kişiliğinde evrensel bir dilde anlatıyor. Aslında gölgede kaldığı düşünülen onca şeyin sadece gün ışığının en tepeye çıktığı an ortadan kalkacağını ve aşkın tüm evrenin nüvesi olduğunu göz yaşartan ve yürek burkan yaşamlar aracılığıyla tüm dünyaya duyuruyor.Aşktan ve Gölgeden / Isabel Allende / Çeviren: Eren Yücesan Cendey / Can Yayınları / 263 s. / 2020. Deniz Burak Bayrak

Düşünsel okuma ve drama atölyeleri

Düşünsel okuma ve drama atölyeleri Eğitim bilimi alanına nitelikli ve özgün yapıtlar kazandırmak, eğitimcileri hizmet içi eğitim ve öğretim süreçlerinde destekleyecek içeriklerle buluşturmak amacıyla kurulmuş bir eğitim platformu olan Altın Kitaplar Akademi, 21. Yüzyıl Öğrenme Çerçevesi’nde belirtilen, eleştirel düşünme, problem çözme, iletişim ve iş birliği becerilerini vurgulayan, farklı okuryazarlık türlerini kucaklayan ve yaşam boyu öğrenmeyi destekleyen özgün içerikler üretmeyi hedefliyor. Altın Kitaplar Akademi çatısı altında yayımlanan ilk çalışmalar olan, proje danışmanlığını Dr. Nilay Yılmaz’ın üstlendiği Düşünsel Okuma ve Meraklısına Drama Atölyeleri raflarda yerini aldı. /Archive/2021/3/1/193451330-kapakic.jpg Altın Kitaplar Akademi, eğitim bilim alanındaki çağdaş yaklaşımları, yenilikçi uygulamaları ve yaratıcı öğretim materyallerini kitaplar aracılığıyla okurlara sunarken, atölyeler, seminerler, konferanslar, bültenler, canlı yayınlar ve çevrimiçi destek programlarıyla yaygınlaştırmayı amaçlıyor.Kişisel gelişim ve mesleki gelişim okumalarının iç içe geçtiği, her yaştan okur için bir yol haritası niteliğindeki Düşünsel Okuma’da yer alan ıraksak, yakınsak, yanal, paralel ve yaratıcı düşünme biçimlerine yönelik uygulamalar sadece yazılı metinleri değil, okurun kendisiyle ve dünyayla kurduğu ilişkiyi de okumasına, yeniden düşünüp yapılandırmasına yardımcı olmayı hedefliyor.Düşünsel Okuma, “Kişisel deneyim ve sistemli düşünmeyle derinleşen, düş ile düşünceyi birleştiren yaratıcı bir okuma nasıl yapılabilir? Bir metni okuma biçimleri dünyayı okuma biçimine nasıl dönüştürülebilir?” sorularına yanıt veriyor.Öğrenme sürecinde merakın değeri, öğrenme yolculuğumuzda merakın bize nasıl eşlik ettiği, dramanın merak ve öğrenmeyle ilişkisine değinen Meraklısına Drama Atölyeleri, ilkokul düzeyinde 21. yüzyıl becerilerini geliştirmeyi amaçlarken hem kuramsal hem de uygulamalar aracılığıyla ve merakla bilgilerin izini sürüyor.Öğrenme Meraklıları ekibinin alanında uzman yirmi dört eğitimcisi tarafından yazılan ve yine onların eleştirel süzgecinden geçen metinlerde, uygulamalar ve çeşitli öneriler bulunuyor.NİLAY YILMAZ: Lisans ve yüksek lisansını İngiliz Dili ve Öğretimi alanında, doktora eğitimini ise Türkçe Öğretimi ve Çocuk Edebiyatı üzerinde yaptı. 25 yıl devlet ve vakıf üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Doktora tezi ile 2014 Oğuz Tansel Halk Bilimleri Araştırma Ödülü aldı. Yetişkinler için öyküler ve makaleler, eğitimciler için kılavuzlar yayımlasa da en çok çocuklara yazmayı seviyor. Tiyatro, öykü, roman, etkinlik ve resimli kitap türünde yapıtları var. Doğal yaşam, bilinçli farkındalık (mindfulness), yoga ve doğru nefes alma tekniklerini çocuklara sanat, yaratıcı drama ve oyun aracılığıyla öğretiyor. Çocuk ve kadın çalışmaları, haklar eğitimi, yaratıcı okuma ve yazma programları, çocuklar için felsefe, ileri düzey düşünme teknikleri, üst düzey okuma becerileri ve yaratıcı düşünme testleri üzerinde çalışmaktan ve merak etmekten bıkmıyor.ÖĞRENME MERAKLILARI PLATFORMU (ÖMEK): Alanında uzman 24 meraklı eğitmenin Ağustos 2018'de bir araya gelmesiyle oluşan Öğrenme Meraklıları Platformu, Haziran 2019'da kooperatif kuruluşunu gerçekleştirdi. Öğrenme Meraklıları Eğitim Kooperatifi (ÖMEK) bir 'sosyal girişim' olarak eğitimin farklı düzlemlerinde çalışmalarına devam ediyor.Bireyin ve toplumun gelişimine etki ederek herkes için sürdürülebilir bir dünyaya katkı sunmayı hedefleyen Öğrenme Meraklıları Sosyal Girişimi, kurumsal eğitimler, program geliştirme ve danışmanlık hizmetleri veriyor.ÖMEK, eğitim hakkından yeterince yararlanamayan dezavantajlı gruplara ulaşmayı amaç edinen, kar amacı gütmeyen bir kuruluştur. Özgün ve nitelikli çalışmalarını 'meraklılar'la buluşturmak için birçok eğitim buluşması düzenleyen ÖMEK, yolculuğuna çevrimiçi eğitimler, canlı yayınlar ve söyleşilerle devam ediyor. Cumhuriyet Kitap Eki

'Madam Bovary'üzerine yeni bir okuma

'Madam Bovary' üzerine yeni bir okuma Gustave Flaubert’e Madam Bovary’nin kim olduğunu sormuşlar, “Benim,” demiş. Nasıl olur da erkek bir yazar kendini romanının “kadın” kahramanıyla özdeşleştirir? Bu ne gizemli bir şey. Ben de şimdi, “Madam Bovary, Marki de Sade’dır,” diyeceğim ama açıklamayı size bırakmayacağım. /Archive/2021/3/1/193211816-ic1.jpgZaman zaman dönüp, çeşitli nedenlerle daha önce okuduğum eski romanları, kitapları okuyorum. Bazen yeniden okuduğum metinlerin, o metinlerden aklımda kalan şeylerle neredeyse hiçbir ilişkisinin bulunmadığını görüyorum. Jean Cocteau, “Bir kitabı yeniden okuduğum zaman daha önce hiç okumamış olduğumu anlıyorum,” demiş.Madam Bovary’yi yeniden okurken bana da aynı şey oldu, acaba ben bu romanı gerçekten yıllar önce okumuş muydum yoksa yalnızca taşralı bir doktorun güzel karısının ihanetinin öyküsü olduğunu bildiğim için mi kitabı okuduğumu sanıyorum, diye kuşkuya düştüm. Yeniden okuduğuma göre bari o zaman okurken başka bir soruya da yanıt bulmaya çalışayım, dedim: Bu roman niçin edebiyat tarihinin önemli yapıtlarından biri ve niçin evrensel?ÇOCUK KALMIŞ KADINLARBu arada, müzik notalarını ne kadar iyi okuyorsa kitapları da en az o kadar iyi okuduğuna tanık olduğum büyük piyanist İdil Biret’le sohbet ederken, nasıl oldu bilmem, kafamdaki bu soru birden ağzımdan çıktı, İdil Biret hiç duraksamadan, “Evrensel bir roman çünkü dünyada çocuk kalmış kadın o kadar çok ki,” dedi.Birkaç gün sonra evde bazı fotokopiler, basılı metinler arasında iki sayfalık bir metin buldum. İskenderiye Dörtlüsü’nün yazarı Lawrence Durrell’ın konuşmalarının toplandığı Lawrence Durrell Conversations adlı bir kitaptan alıntılanmış bir bölümün kopyasıydı.O alıntıda L. Durrell’a, Marki de Sade’dan sık sık yaptığı alıntıların anlamı soruluyor. Durrell’ın verdiği yanıttaki “çocuk” sözcüğü birden dikkatimi çekti, bunun üzerine metni sonuna kadar ciddi olarak okudum.Durrell, “Marki de Sade, cahilliği ve acımasızlığıyla, çağımızın en tipik insan örneğidir,” diyor. Sonra ekliyor: “Ben onu hem bir kahraman hem de bir cüce olarak görürüm. Freud çok doğru bir kararla onu çocuk özneler galerisine yerleştirmiştir çünkü Sade çocuktur,” diye eklemiş.Pekiyi, çocuk olması ne anlama geliyor? Durrell onu da tanımlamış: “O bir mızmızlanma şampiyonudur, gelmiş geçmiş mızmızların en büyüğüdür; evet, çağdaş insan gibi çocuk kalmıştır: acımasızdır, isteriktir, budaladır, hepimiz gibi kendi kendisinin celladıdır. O bizim ruhsal hastalığımızın somutlaşmış halidir.”İNSAN NİÇİN ÇOCUK KALIR?Görüldüğü gibi burada Durrell “ruhsal bir hastalık”tan söz ediyor ve bunu çağdaş insanın hastalığı olarak niteliyor. Nedir bu hastalık? Onu da açıklamış: Cahillik (bilgisizlik), acımasızlık (benmerkezcilik, başkalarıyla kendini özdeşleştirememe, onların acılarına kapalı olma), çocuksuluk, bilinçsizlik, isteriklik ve (akılsızlık anlamında değil ama akılcı davranamama anlamında.) aptallık.İnsan niçin çocuk kalır, dahası “çağdaş insan” niçin çocuk kalmış olsun, bunun yanıtını da yine Marki de Sade için “O bir cücedir” diyen Durrell veriyor: “O [Marki de Sade] bir cüceyse … manevi sorumluluklar yönünde yol alamadığı için cücedir.”Bir çocuk manevi sorumluluk diye bir şey bilmez, gerçekten de, yalnızca isteklerini ve gereksinimlerini bilir, rahatını bilir. “Manevi sorumluluk” derken Durrell’ın ne kadar önemli bir şeyden söz ettiğini anlamak için de sorumluluk duygusu yokluğunun sonuçlarının neler olabileceğini bir an düşünmek gerekiyor./Archive/2021/3/1/193231582-ic2.jpgÇAĞLARIN HASTALIĞISorumluluk sahibi olmakla olmamak arasındaki farkın ne büyük bir fark olduğunu görüyorsunuz! En yakın çevresinden, ailesinden başlayarak, ülkesine, başka insan hemcinslerine, doğal çevreye ve hatta geçmişe ve geleceğe karşı sorumluluk duymayan insan ne korkunç bir şeydir. İşte o yüzden bu tür bir insan için Durrell, “acımasızdır, isteriktir, budaladır … kendi kendisinin celladıdır,” demiş.Durrell buna hastalık derken kurtulunması gereken bir şey olduğuna da işaret etmiş oluyor elbette. Ancak “çağın” sözcüğüne karşı çıkacağım, onun yerine keşke “çağların hastalığı” deseydi çünkü bir yandan günümüzde bu hastalığın en şiddetli biçimiyle hüküm sürdüğünü görüyorum, bir yandan da Flaubert’in kahramanı Emma Bovary’nin sorununun tam da bu olduğundan eminim. Emma sorumluluk duygusuna sahip bir kadın olsaydı, kasaba doktoru olan kocasını, ün ve para uğruna, bilmediği bir ameliyatı yapmaya zorlayabilir, onu rezil eder miydi? Sorumluluk duygusu olan insan bu kadar benmerkezli, bilinçsiz, acımasız, aptal ve isterik olabilir miydi?Flaubert de, Durrell’dan neredeyse yüz yıl önce, hiç değilse bu roman temelinde, çağının hastalıklarından birinin bu olduğunu söyler gibidir.Örneğin, o dönem Fransa’sında burjuva kadınlar çocukları olunca hemen bir dadı, bir sütanne tutar, çocuklarını kendileri emzirmezler. Sonuçta çocuğun ne beslenmesinden ne de hastalık ya da sağlığından sorumludurlar, hatta eğitiminden bile tam anlamıyla sorumlu değillerdir. Paraları vardır ama sorumlulukları yoktur. Çocuğun eğitimini de özel öğretmenlere devrederler.Flaubert romanının bir kahramanı olan kasabanın eczacısına, “… anneler çocuklarını yetiştirmelidir. Bu, Rousseau’nun fikridir, belki zamanımız için biraz yenidir,” dedirtirken böyle bir soruna parmak basmak istemiş olabilir pekâlâ.Emma Bovary’nin istekleri vardır, ün ister, zenginlik ister, aşk, heyecan ister ve bunları elde etmek için denemediği şey kalmaz, kendisine sevgililer bulmaktan tutun da kendini dine vermeye kadar, her şeyi dener. Hepsi bozgunla sonuçlanır, hayatı bozgunlarla, mutsuzluklarla geçmiş acınası ve bazen de gülünç bir kişiliktir.Romanı okuyanlar bilirler (ya da okuyacak olanlar da görecektir) roman, çok anlamlı bin bir ayrıntıyla, gözlemle, kişilik çözümlemesiyle doludur, toplumsal hayat betimlemeleriyle doludur. Böyle olduğu için de elbette çok farklı yorumlara açıktır. Ancak burada ben, günümüzün bunalımı açısından en anlamlı bulduğum yanını vurgulamak istedim.Madam Bovary’nin kim olduğu sorulduğunda Gustave Flaubert, “Benim,” dediği zaman, eminim ki, “Evet, Madam Bovary bir kadın ama bir erkek de olabilirdi,” demek istedi. Çocuk kalmış kadınlar varsa çocuk kalmış erkekler de çok çünkü. Hem de tarih boyu koca koca ülkeleri yönettiklerine tanık olduk. Ülker İnce

Tosuner'den irdeleyici bir yeni!

Tosuner'den irdeleyici bir yeni! Nasıl adlandıracağız Sen ve Kendin’i? “Psikolojik roman” olarak mı? Elbette! Romanımızın bu tür yönünden fazlaca varsıl olmadığını anımsarsak, yeni bir kazanım saymalıyız Necati Tosuner’in Sen ve Kendin romanını. /Archive/2021/3/1/193021755-kapakic1.jpgNECATİ TOSUNER ÖZNESİ“Ey dil! Sensin bana bu dem hem-nefes!” Baki’nin ünlü Kanunî Mersiyesi’nden, “Ey gönül! Bu (kederli) zaman(ım)da bana dost olan sensin!” anlamına gelen bu dizeyi Necati Tosuner’in yeni yayımlanan Sen ve Kendin (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) romanının daha ilk sayfalarında anımsadım.Baki, söz konusu mersiyeyi, Kanuni’nin Zigetvar’dan ölüm haberinin gelmesi üzerine kaleme alır ve gönlünü (öteki benini) büyük yasına ortak etmek ister. Biri, öbürünün deyim yerindeyse dert ortağı konumundadır. Necati Tosuner’de ise, “sen” ile “kendin”, destek olmak, dert ortaklığı etmek bir yana sürekli birbirini sorgular, iğneler. Bu sürece, kesintisiz bir kavga hali de diyebiliriz belki.Peki nedir bunun nedeni? Romanın öznesinin dur durak bilmeden kendisini gözlemlemesi, dinlemesi ve irdelemesi, daha da ötesi didiklemesinin hemen her sefer bir eksiklik, bir yetersizlik, bir hayıflanma, bir bezginlikle sona ermesi mi?Biz okurlar, roman boyunca olan bitenleri yani bu sürekli sorgulama, iğneleme, yer yer de kavgayı izler dururuz. Haliyle bizler de kendimize göre yargılar belirleriz: Romanın öznesi kiminde haklıdır, kiminde haksız görünür. Evet, özne, sosyal / toplumsal kaynaklı mutsuzluklarında, yakınılarında haklıdır; ama bireysel olanlarda sanki fazlasıyla duyarlı, hatta alıngandır.İster istemez, böyle bir birliktelik varsayarız: Romanın öznesi, herhalde yazar Necati Tosuner olmalı. Bu varsayımla onun da - en azından biz okurlarca - değerli bir yaşamı sürdüregeldiği ortadadır. O yaşamın yazınsal toplamı da ortada olduğuna göre, özne neden bunca olumsuz yargıya eğilimlidir? Neden kendisini hırpalar durur böyle?Binlerce, on binlerce, milyonlarca insanın elinde avucunda sözü edilecek bir zerre olsun yokken, yazarın kendisi varsaydığımız öznenin avucu dolu doludur. Akaduran zamana, gitgide azalan, azaldığı duyumsanan ömre, yanı sıra süreğen bir yalnızlığa bundan iyi bir avuntu olabilir mi? Avuntudan da ilerisi demek olası: Esenlik ve mutluluk. Haydi, her zaman değilse de zaman zaman esenlik ve mutluluk, diyelim.Baki’nin yasına gönlünden bir destek umması gibi, biz okurlar da, öznenin mutsuzlukları, eksikliğini duydukları (söz gelimi kendisini sevecek birini bulamaması) ile elinde avucundakiler arasında bir denge kurmasını bekliyoruz ama… o kadar… Kısacası, kendisini sorgulama, ötesi hırpalama, roman boyunca sürüyor. Öyle ki romanın asal “besini”de bunlar oluyor./Archive/2021/3/1/193014411-ic2.jpgAKAN ZAMAN, AZALAN ÖMÜRBu da usumuza geliyor elbet: Akaduran zaman, gitgide azalan, azaldığı duyumsanan ömürler, bilinci belirli bir düzeyde kimi mutsuz etmez ki? Öznenin de mutsuz olması, kederlenmesi olağan. Bu keder ve mutsuzlukla ömrün bir muhasebesini yapması da o derece olağan.Onca yapıt sahibi bir yazar olduğunu varsaydığımız öznenin (bilinci sürekli devinen, sürekli sorgulayan bir insanın), sıradan bir halk insanı gibi, tevekkülle boyun bükmesi olası mıdır? Elbette kendince ön planda duran ne varsa tartacak, irdeleyecek, arada katılıkla sorgulayacak, yargılayacaktır.Öznenin bir yakınısı da yalnızlıktandır. Her zaman yerinde bir yakını mıdır bu? Hele özne, varsaydığımız üzere bir yaratıcı ise? Bu yaratıcılık sürecinde hayat elbet - yalnız kalmak yoluyla da - sık sık yitir(il)ecektir de. Belki tam anlamıyla yitirmek de değildir o. Kendine sözcükler aracılığıyla daha nitelikli, daha değerli bir hayat kazan(dır)maktır.Yoğunlukla dile getir(il)mese de, öznenin sürekli kendisini didiklemesinde sosyal / toplumsal ortamların da önemli bir payı olduğu söylenebilir.Özne, gerekli olmadığı sürece kimsenin kimseyle ilgilenmediği, kimsenin kimseye rahatsız edici gözlerle bakmadığı sosyal ortamlarda, söz gelimi öyle bir İstanbul’da ömür sürebilseydi, sanıyorum ki roman yer yer de - apayrı diyemesek bile - farklıca bir düzlemde ilerleyebilirdi.Oysa günler geceler, aylar, yıllar neredeyse her zaman dört duvar arasındadır! Umulan, aranılan nasıl bulunacaktır bu durumda?/Archive/2021/3/1/193036489-ic3.jpgRoman, okura sık sık sorular da sordurur. Örneğin yaşamın tadına ağırlıklı olarak hangisiyle ereceğiz? Bedenlerimizle mi, yoksa edim ve eylemlerimizle mi? Ya aradıklarımızı bulamadığımızda pes mi edeceğiz, diretecek miyiz? Diretecek ve doğuracağı bezginlik ve mutsuzluklara katlanacak mıyız? Yoksa bazen de oluruna bırakmak, en doğrusu mu?Bizde roman algısı hemen her zaman bu yöndedir: Zaman zaman düğümlenen, gize bürünen, okurun merakını canlı tutmayı gereksinen bir olaylar zinciri… Sen ve Kendin’de o bağlamda olaylar zinciri falan yok. “Sen” ve “kendin” kavramları üzerine, bu kadar kapsamlı ve derin bir irdeleme, irdeleyici roman kotarma da kolay değil doğrusu. Üstelik yalın ama bir o kadar da yazınsal bir dille… Okurun olaylar zinciriyle merakını ayakta tutmaksızın… Fakat “usta” nitelemesi de durduk yerde verilmiyor bir yazara.Bu özellikleriyle nasıl adlandıracağız Sen ve Kendin’i? “Psikolojik roman” olarak mı? Elbette! Romanımızın bu tür yönünden fazlaca varsıl olmadığını anımsarsak, yeni bir kazanım saymalıyız Sen ve Kendin’i. Adil İzci

'Klasik Kadınlar'..

'Klasik Kadınlar'.. Dünya edebiyatının usta kalemlerinden, toplumsal yaşam dinamiklerine ve kadına bakışı değiştiren hikâyeler.... Can Yayınları’nın, hem kadın yazarların kaleme aldığı klasik olmuş eserler hem de erkek yazarların kaleme aldığı klasikleşmiş yapıtlardan oluşan Klasik Kadınlar dizisi edebiyat tarihinde çığır açmış, öncü romanları bir araya getiriyor. /Archive/2021/3/1/192654819-ic1.jpgDünya edebiyatının usta kalemlerinden, toplumsal yaşam dinamiklerine ve kadına bakışı değiştiren hikâyeler.... Can Yayınları’nın, hem kadın yazarların kaleme aldığı klasik olmuş eserler hem de erkek yazarların kaleme aldığı klasikleşmiş yapıtlardan oluşan Klasik Kadınlar dizisi edebiyat tarihinde çığır açmış, öncü romanları bir araya getiriyor./Archive/2021/3/1/192703413-ic2.jpgJANE EYREJane Eyre, yalnızca kadının erkek egemen toplumdaki konumuna gözüpek yaklaşımıyla değil, şiirsel duygusallığı çağdaş bir gerçekçilikle harmanladığı anlatımıyla da öncü olmayı başarmış klasik bir başyapıttır.Küçük yaşta öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmektedir. Katı kurallarla yönetilen bir yatılı okula gönderilince, bu kez hayatın başka zorluklarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Okulda geçirdiği on yılın ardından öğretmen olarak mezun olur. Edward Rochester’ın malikânesinde mürebbiye olarak iş bulur. Evin gizemli efendisi Rochester’a âşık olur; ancak onu hayal bile edemeyeceği zorluklar ve acılar beklemektedir.19. yüzyıl İngiltere’sinde, her türlü tutuculuğun kol gezdiği Victoria döneminde geçen Jane Eyre, birçoklarınca kadın hak ve özgürlüklerine sahip çıkan ilk romanlardan biri olarak kabul edilir. Yazarı Charlotte Brontë’nin yaşamından izler de taşıyan roman, zorlu bir yaşam süren yapayalnız bir genç kızın güçlü bir kadına dönüşmesinin öyküsüdür./Archive/2021/3/1/192713538-ic3.jpgMADAM BOVARY19. yüzyıl taşra burjuvazisinin yaşamını gerçekçi bir bakış açısıyla sergileyen, ilk yayımlandığında ahlakdışılık suçlamasıyla dava konusu olan Madam Bovary, hem edebiyatta yeni bir çağ açmış hem de eskidikçe yenileşen, yaşlandıkça gençleşen pek az romandan biri olarak günümüze ulaşmıştır.Ünlü İngiliz romancı ve eleştirmen Arnold Bennett, klasik edebiyat tanımını yaparken, “Herkesin okuduğu sanılan ve herkesin okuduğunu sandığı kitap,” demişti. Italo Calvino’ya göre ise klasik, “ilk okunduğunda verdiği keşif duygusunu her okunuşunda yeniden veren kitap”tır. Fransız edebiyatında “gerçekçiliğin babası” olarak kabul edilen Gustave Flaubert’in Madam Bovary’si, bu iki ustanın klasik tanımlarına en uygun düşen eserlerden biridir./Archive/2021/3/1/192723897-ic4.jpgEUGENIE GRANDETEugénie Grandet, “İnsanlık Komedyası” başlığı altında tasarlanmış dev romanlar dizisinin en tanınmış, en sevilen bölümlerinden biri.Klasik Fransız edebiyatının büyük yazarı Honoré de Balzac, ilk kez 1833’te yayımlanan bu romanında taşra insanlarını ve onların özellikle parayla ilişkilerini kendine özgü gerçekçiliğiyle anlatır.Temel olarak cimriliği ve aşkı birlikte ele aldığı bu önemli romanında Balzac, romanın kahramanlarından birinin, Grandet Baba’nın büyük mal varlığının çalışmakla elde edilemeyeceğini gözler önüne serer.Fırsatçılıkla, Fransız Devrimi sonrasındaki karışıklıkta türlü aldatmacalarla elde edilmiş bu servetin içinde alın terinin payı, denizde bir damla gibidir. Dürüst, erdemli Eugénie Grandet’nin tertemiz aşkının ve yüce gönüllülüğünün bütün bu pisliklerin yanında yeri nedir?Balzac’ın romanı, tüm kuşaklar için güncelliğini ve değerini koruyor.“Roman kahramanları yaratmak demek doğru görebilmek, yoğunlaşmak ve şiddetleştirmek, maksimuma ulaşmak, her tutkunun içindeki acıyı ortaya koymak, her gücün içindeki zayıflığı görebilmek, gizli kalmış güçleri dışarı çıkarmak demektir. Eugénie Grandet, bu yoldaki ilk adımdır; bu basit, inançlı kızdaki kendini teslim etme duygusu o denli bir artış gösterir ki, neredeyse dindar olacaktır, yaşlı Grandet’nin cimriliği de tıpkı yaşlı çirkin hizmetçi kızın sadakati gibi şeytanlaşır.” Stefan Zweig/Archive/2021/3/1/192732788-ic5.jpgMOLL FLANDERSMoll Flanders, 17. yüzyıl İngiltere’sinde dünyaya gelen bir kadının yaşamöyküsünü, kendi ağzından aktarır. Zindanda doğup on iki yıl fahişelik, on iki yıl hırsızlık yaparak yaşayan, başından beş evlilik geçen, maceraları İngiltere’den Amerika’ya uzanan Moll Flanders, tartışmaya açık hayat görüşü ve derinlemesine sunulan portresiyle İngiliz edebiyatının en ilgi çekici kadın kahramanlarından biridir.Roman türünün ilk örneklerinden olan Moll Flanders, bir yandan dönemin toplumsal değerlerine ışık tutarken diğer yandan da suç dünyasını ve cinsellik konularını, ahlak dersi verme kaygısı gütmeksizin açıkça gözler önüne serer. İlk yayımlandığı 1722 yılından itibaren büyük ses getiren kitabın başkarakterinin temel olarak kabul ettiği ihtiyaçlarından vazgeçmeden ve kişiliğinden ödün vermeden toplum içinde hayatta kalabilme mücadelesi, Moll Flanders’ın Daniel Defoe’nun en ünlü eseri Robinson Crusoe’yla karşılaştırılmasına vesile olmuştur. Zira Moll Flanders, bin bir özveri ve kurnazlık göstererek göğüs gerdiği ataerkil toplumda, okyanusun ortasında bir adaya düşen Robinson Crusoe kadar yalnız, bir o kadar da yaratıcı ve beceriklidir./Archive/2021/3/1/192745084-ic6.jpgAŞK VE GURURAşk ve Gurur sıradan insanların günlük yaşamlarını işleyerek romana ilk kez belirgin bir modern nitelik kazandıran Austen’ın en sevilen romanlarından biridir.Aşk ve Gurur, taşralı bir beyefendinin kızı olan Elizabeth Bennet ile varlıklı ve soylu toprak sahibi Fitzwilliam Darcy arasındaki çatışmayı anlatır. Jane Austen bu iki karakteri birbirlerinin tuzağına düşmüş kişiler gibi sunsa da bu ilk izlenimi tersine çevirmekte gecikmez.Soylu bir aileden gelen ve önemli bir servet sahibi olan Darcy, Elizabeth’in ailesinin soylu olmayışı nedeniyle mesafeli davranır. Elizabeth’in davranışında da hem özsaygının uyandırdığı gurur hem de Darcy’nin züppeliği karşısındaki öfkesi etkili olur.Zeki ve coşkulu Elizabeth yalnızca Austen’ın en çok sevdiği kadın kahramanı değil, aynı zamanda tüm İngiliz edebiyatının en çok ilgi uyandıran kadın roman kişiliklerinden biridir./Archive/2021/3/1/192755334-ic7.jpgUĞULTULU TEPELERÖlümünden bir yıl önce bitirdiği Uğultulu Tepeler’deki karakterlerin yalnızca hayal ürünü kişiler olmadığı, Brontë’nin çevresindeki gerçek kişilerden derin izler taşıdığı da bir gerçektir. Sevgi, kin, nefret, intikam, tutku gibi güçlü duygularla örülü bu gençlik öyküsü, aynı zamanda marazi bir aşkın hikâyesidir.İngiltere’de 19. yüzyılın ikinci yarısı (Victoria dönemi) orta sınıfın yükselişini, gösterişli yaşamların moda oluşunu simgeler. Brontë kardeşler, kadının edebiyatla uğraşmasının hoş görülmediği bu yıllarda, önce erkek kimliğiyle şiirler yazmış sonra kendi adlarıyla, klasikler arasında yer alacak üç önemli romana imza atmışlardır.Emily Brontë 1848’de öldüğünde dünya edebiyatının en güzel yapıtlarından birini, ilk ve tek romanı Uğultulu Tepeler’i bırakmıştır ardında. Bu Victoria dönemi romanı, kimine göre dünyanın gelmiş geçmiş en büyük aşk romanı; kimine göre her okunuşunda değişik tatlar veren çağlar ötesi bir eser ya da insanın içine işleyen bir anlatımla dile getirilmiş uzun bir şiirdir./Archive/2021/3/1/192805350-ic8.jpgSON İNSANGotik edebiyat alanı, kadın yazarların sivrildiği bir türdür. Bazı eleştirmenler bu olguyu kadın yazarların özel yaşamlarında babalarından, sevgililerinden ve kocalarından gördükleri baskı, taciz ve zulümden etkilenmelerine bağlarlar.Mary Shelley de 1826’da yayımlanan Son İnsan romanıyla gotik edebiyata özgü bilimkurgunun alt türü olan apokaliptik romanın ilk modern örneğini veren ve bu türün önde gelen yazarı oldu.Vahiy ya da gelecekle ilgili sırların aydınlığa kavuşturulması anlamındaki apokalips sözcüğünden türemiş olan apokaliptik kurgu, salgın hastalık, nükleer savaş, sibernetik ayaklanma, doğaüstü olaylar, ekolojik felaketler ya da başka afetler yüzünden uygarlığın sonunun gelmesini irdeler.Son İnsan, bugün sıradan sayılacak kadar yaygınlaşmış bir konuyu, insanlığın yok oluşunu ele alan ilk büyük romandır. Shelley, bir salgının Batı dünyasındaki etkilerini Romantik dönemin akıcı üslubuyla dramatize eder ve gerçek kişilerin yansıması olan zıt karakterler eksenindeki bir kurguyla aktarır.Romandaki başlıca karakterler kısmen ya da tamamen Shelley’nin çevresindeki kişilerden esinlenmiştir. Örneğin doğal bir cennet arayışı içinde tanıdıklarını peşinden sürükleyen Adrian, yazarın eşi Percy Bysshe Shelley’nin kurgulanmış portresidir. Yunanlarla savaşmak için İngiltere’den yola çıkan ve İstanbul’da ölen Lord Raymond ise Lord Byron’ın yaşamından esinlenmiştir.Roman, yazarın “seçkinler” diye adlandırdığı çevresini kaybetmekten duyduğu acıyı ve dünyanın anlamsızlığını, bireyin tarihi yönlendirme gücünden yoksun oluşunu da dile getirir. Shelley günlüğünde “son insan”dan “alter egom, ikinci benliğim, yoldaşlarımın benden önce ölmesiyle sevgili bir gruptan geri kalan yadigâr” olarak söz eder./Archive/2021/3/1/192814693-ic9.jpgSİCİLYA'DA BİR AŞK HİKÂYESİÖlçüsüz tutkular, dehşet verici eylemlere yol açar... Sicilya’nın ıssız kıyılarında, benzersiz bir doğa manzarasının ortasındaki muhteşem bir şato, karanlık sırların yatağı olabilir mi?Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi, sakin ve durgun görünen hayatları apansız bir çalkantıyla bulandırıyor. Şatonun dolambaçlı koridorlarında, insanı bir kez kendine çektikten sonra girdabından dışarı bırakmayan, kaynağı belirsiz bir korkuyu, günlük hayata istikrarla sızan bir psikolojik dehşete dönüştürüyor.Ann Radcliffe’in erken dönem yapıtlarından Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi, gotik romanı romantik unsurlarla besleyen yetkin bir örnek. Radcliffe dehşetin anlatımını kendine özgü lirik bir üsluba bağlarken, korkuya da sıcak, çekici bir yön kazandırıyor: Haz ile dehşet arasındaki her an kopmaya hazır o ince çizgi ortadan kalkıyor.Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi, 18. yüzyıldan günümüze gotik adını alan korku ve dehşet edebiyatının klasiklerinden biri. Cumhuriyet Kitap Eki

Uzmanından 'bel fıtığı' için kritik uyarı: Geri dönüşüyok

Uzmanından 'bel fıtığı' için kritik uyarı: Geri dönüşü yok Beyin Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Murat Ateş, bel fıtığıyla ilgili, "Fıtık parçası sinire vurup hasar verdiği esnada felç meydana gelebilir. Felç olduktan sonra ilk 24 saat içerisinde müdahale etmezsek tekrar geri dönüşü yok" dedi. Beyin Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Murat Ateş, bel fıtığı hastalığıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Bel fıtığının belirtilerine değinen Op. Dr. Murat Ateş, "Bel fıtığı toplumumuzda çok karşılaşılan bir hastalık; ama her bel ağrısının bel fıtığı olmadığını bilmemiz gerekiyor. Bel ağrılarının yalnızca yüzde 5'lik bir kısmı bel fıtığı olarak adlandırılabilir. Bu da MR ve tetkiklerle ortaya çıkarılabilir. Özellikle kış aylarında, kayıp düşme veya ağır iş kollarında çalışan insanlarımızda bel fıtığının daha çok görülmeye başlanması, günlük hayat şartlarının zorlaşmasından kaynaklanıyor. Hastalarda bel ağrısı neticesinde bize geldikleri zaman yapılan tetkikler sonrasında bel fıtığı teşhisi konan hastalarda, bel fıtığı içerisinde cerrahi gereken kısımla gerekmeyen kısmı ayırt etmek çok önemli" diye konuştu./Archive/2021/3/1/132128485-uzmanindan-bel-fitigi-uyarisi_1.jpg'BEL FITIĞI FELÇ BIRAKABİLİR'Bel fıtığının oluşturabileceği risklere değinen Ateş, "Çeşitli derecelerde bel fıtıkları var. Dördüncü derece fıtıkları, patlamış fıtık olarak tabir ederiz. Bu derece fıtıklara mutlaka ameliyat öneririz. Çünkü bu kıkırdak parçası dışarı çıktığı zaman karşısında siniri bulur ve sinire baskı yapar. Hasta da mevcut yaşamış olduğu ağrılardan, daha şiddetli bir ağrıyla karşımıza gelir. Bu fıtık parçasını gördüğümüz zaman hastaya direkt cerrahi müdahaleyi öneririz. Yoksa bu fıtık parçası sinire vurup hasar verdiği esnada felç meydana gelebilir. Felç olduktan sonra ilk 24 saat içerisinde müdahale etmezsek tekrar geri dönüşü yok. Bel fıtığı basite alınabilecek bir hastalık değil. Patlamış bel fıtığı sinire zarar verdiği anda bunun geri dönüşü yok. Hatta çok nadir de görülse, idrar kaçırma veya erkeklerde erkeklik problemi dahi görülebilir. Tabii ki bel fıtığını ciddiye almalıyız. Bunların da ilk belirtisi tabii ki ağrının şiddetli olması, yani hasta ‘böyle bir ağrı görmedim çok şiddetli bir ağrı var’ dediği anda hastaneye tedavi için gelmelidir” ifadelerini kullandı. DHA

Uzmanından evdençalışanlar içinöneriler

Uzmanından evden çalışanlar için öneriler Evden çalışanların birçoğunda boyun ve sırt ağrısı saptandığını söyleyen Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Gökhan Meriç, “Mesai saati kavramının kaybolması ve uzun süre dizüstü veya masaüstü bilgisayarda uygun olmayan bir çalışma ortamı ortopedik rahatsızlıklara davetiye çıkarıyor” diye konuştu. Meriç, evden çalışanlar için önerilerde bulundu. Uzmanlar, evden çalışma sistemine bağlı olarak ortopedik problemlerin görülmeye başladığını belirtiyor. İtalya’da yapılan bir araştırmaya göre ise evde çalışanların yüzde 41,2’sinde 43 bel ağrısı, yüzde 23,5’inde boyun ve sırt ağrısı saptandığını aktaran Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Gökhan Meriç, bunun en önemli nedeninin ev ortamının çalışma ergonomisi için uygun olmamasına bağlı olduğunu söyledi.ÇALIŞMA ORTAMI VE SÜRESİ ÖNEMLİ BİR FAKTÖRUzun süre hareketsiz ve ara vermeden çalışma, egzersiz yapılmaması ve uygun olmayan çalışma ortamı gibi farklı nedenlerin sorunların gelişmesinde etkili olduğuna işaret eden Doç. Dr. Meriç, “Birçok kişi evinin mutfağında, salonda, uygun olmayan sandalyelerde çalışmak durumunda kalıyor. Üstelik çalışma süresinin uzaması ve ara vermeden çalışılması durumunda bel, boyun, omuz ve sırt ağrıları da kaçınılmaz oluyor. Bu nedenle şikâyetlerin arttığını görüyoruz” dedi.BOYUN AĞRISINDA DİZ ÜSTÜ BİLGİSAYARLAR ETKİLİÖzellikle dizüstü bilgisayarlarda, uzun süre başı öne aşırı eğerek çalışmanın başın boyun kaslarına yaptığı baskıyı 4 katına çıkardığını belirten Doç. Dr. Meriç, bunun da sırt ve boyun ağrılarında artışa sebep olduğunu söyleyerek, “Göz hizasında olmayan ekran, dik oturuşu bozmakla birlikte özellikle bel bölgesindeki yüklenmeyi artırıyor. Bu nedenle olası ortopedik rahatsızlıklardan korunmak için alınacak kişisel tedbirlerin oldukça faydası olacaktır” diye konuştu.ÇALIŞIRKEN ALINACAK ÖNLEMLER AĞRILARI UZAKLAŞTIRACAKTIREvde çalışmaya bağlı gelişen bu rahatsızlıklardan korunmak, ağrıların azaltılması ve oluşmasını engellemek için yapılması gerekenler konusunda önerilerde bulunan Doç. Dr. Gökhan Meriç, “Bilgisayar ekranınızın mutlaka göz hizanızda olmasına dikkat edilmeli. Bunun için dizüstü veya masa üstü bilgisayarınızın altına kitap gibi yükseltici koyarak başınızın öne eğilmesini engellemeye çalışmak gerekir. Evde kullandığımız sandalyeler maalesef uzun süre oturup çalışma için uygun değil. Bu nedenle çalışma sandalyesinin ergonomik ofis tipi çalışma sandalyesi olmasını tavsiye ediyoruz” diyerek mümkünse ofiste çalışılan sandalye, eve getirilip kullanılabileceğini söyledi.SAAT BAŞI MOLALAR VERİLMELİEvde çalışırken mutlaka saat başı küçük molalar verilmesi gerektiğini vurgulayan Meriç, “Tuvalete gitmek veya su içmek bahanesi ile ev içinde birkaç adım atarak kasların hareket etmesini sağlamak faydalı olacaktır. Verilen küçük molalarda, özellikle bel, sırt ve bacak kaslarına germe egzersizleri yapmayı öneriyoruz. Çalışma esnasında dizlerin, kalça eklemi ile 90 derece açıda olmasına ve bacakların yere paralel şekilde omurganızın yere dik pozisyonda olmasına özen gösterilmeli. Bireyin sırt ve bel ağrısı fazla ise ofis koltuğu ile sırt desteği kullanabilir. Gün içinde, kasları güçlendirmek amacıyla vücut tipine uygun olacak şekilde, egzersiz yapılabilir. Bunun için ise özellikle online programlardan faydalanılabilir” dedi.HAREKETSİZLİK EKLEM AĞRILARINA NEDEN OLUYORYapılan bir başka çalışmada ise evden çalışanların yüzde 35’inin hareketsizlikten şikâyetçi olduğu saptandığını aktaran Doç. Dr. Gökhan Meriç, çalışanların da yeterince hareket edememeye bağlı eklem ve bel ağrılarının arttığından şikâyetçi olduğunu dile getirdi.Evden çalışmaya bağlı gelişen hareketsizliğin kas kaybına yol açtığını ve bunun da ağrılarda artışa neden olduğunu söyleyen Doç. Dr. Gökhan Meriç, “Evde yapılacak egzersizlerden en uygunları pilates, yoga tarzı egzersizlerdir. Özellikle kilo vermeye yönelik yoğun kardiyo içeren Tabata, HITT egzersizleri sırasında dikkatli olunmalı ve vücudunuzun el verdiği ölçüde aşırı yüklenmeden kaçınılmalıdır” ifadelerini kullandı.SAKATLANMAMAK İÇİN BUNLARI YAPINDoç. Dr. Meriç, evde yapılan egzersizler sırasında olası sakatlanmalardan korunmak için dikkat edilmesi gerekenleri şöyle sıraladı:“Vücut tipinize uygun egzersizler yapmaya dikkat edin. Egzersiz öncesinde mutlaka esnetme ve germe hareketleri ile kas boyu uzatılarak olası kas krampları ve hasarlanmalarından korunmaya özen gösterin. Dizlerinizde çömelme sırasında ağrı oluyorsa squat lounge gibi egzersizlerden uzak durun. Egzersizleri bir saatten uzun süre yapılmayın.  Ev içinde 45 dakikalık egzersizler yeterli olacaktır. Ayakta uzun süre kalmanız gereken zıplama içeren kardiyo ağırlıklı egzersizler sırasında, ayak tabanı ve çevresinde gelişebilecek tendinit ve ödem gibi rahatsızlıklardan korunabilmek için mutlaka ayakkabı giyin. Egzersiz sırasında veya sonrasında eklemlerde ağrı veya şişlik olursa egzersiz hemen bırakın, ağrılı bölgeye buz koyun. Şikâyetleriniz devam ederse mutlaka bir uzmana danışın.”UZUN SÜRE MAUSE KULLANIMI SİNİR SIKIŞMASI YARATABİLİYOREvden çalışmaya bağlı gelişen bir başka rahatsızlığın da özellikle uzun süre bilgisayar faresi kullanmak zorunda kalan kişilerde ortaya çıktığına dikkat çeken Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Gökhan Meriç, “Özellikle el bileği seviyesindeki sinirlerin uzun süre baskı altında olmasına bağlı olarak, el parmaklarında uyuşma ve ağrı ile giden sinir sıkışması yaşanabilmektedir. Bu durumdan korunmak için saat başı molalar verilmeli, germe esneme egzersizleri yapılmalı, mousepad ve dizüstü bilgisayar bilek koruyucu süngerler ile bu bölgede oluşan baskı azaltılmalıdır. Eğer şikâyetler artarsa ve elde uyuşma devam ederse mutlaka bir uzman hekime danışılmalıdır” diyerek sözlerini tamamladı. cumhuriyet.com.tr

Amerikalıdoktordan koronavirüs için siyahçayönerisi

Amerikalı doktordan koronavirüs için siyah çay önerisi Dünyada bütünleyici tıbbın kurucusu olarak bilinen ve "Alerji İçin Çözüm" kitabını kaleme alan Amerikalı Dr. Leo Galland, siyah çayın içerisinde bulunan bazı maddelerin virüsün çoğalmasını engellediğini belirterek koronavirüsten korunmak için çay içilmesi önerisinde bulundu. "Alerji için çözüm–Nasıl hasta oluruz, nasıl iyileşiriz?" adlı kitabın yazarı Dr. Leo Galland, tüm dünyayı etkileyen koronavirüse karşı alınması gereken önlemler hakkında açıklamalarda bulundu. Covid-19’un kişinin sadece bağışıklık sistemini değil metabolizmasını da ilgilendiren bir hastalık olduğunu anlatan Dr. Leo Galland, “Zaten bu nedenle şeker hastaları ve aşırı kilolu kişiler büyük risk altında. Dolayısıyla metabolizmanızı iyileştirecek bir beslenme düzeni koruyucu olacaktır. Özellikle de çinko çok önemli. Bununla ilgili kanıtlar var. Meyve, sebze, bitki ve baharatlarda bulunan biyoflavonoidler, vücudunuzun virüse verdiği tepkiyi önemli ölçüde etkiliyor. İlk yapmanız gereken, kabuklu yemiş, tohum, sebze, balık ve deniz ürünleri içeren, tamamen doğal gıdalardan oluşan bir beslenme alışkanlığı edinmek” önerisinde bulundu.“SÜT İLE İÇMEMEK GEREKİR”Çayın virüsle mücadelede oldukça faydalı olduğunun altını çizen Dr. Leo Galland, “Yeşil çaydan ziyade siyah çayda bulunan bazı maddeler, virüsün çoğalmasını önler. Ayrıca çayı süt ile içmemek gerekir çünkü süt, ihtiyacımız olan şeylerin emilimini engeller. Çayı, olduğu gibi içmek gerekir. Bunun yanında melatoninin faydalı olduğunu gösteren bazı kanıtlar var. Melatonin takviyesi yapan insanların Covid-19’a yakalanma ihtimali daha düşük. Muhtemelen bunun nedeni, melatoninin bağışıklığı güçlendirici ve antiinflamatuvar etkisi” diye konuştu.“ÇÖREK OTU ANTİVİRAL BİR ETKİYE SAHİP”Koronavirüsle mücadelede bağışıklığı kuvvetlendirmek adına kullanılacak şifalı ot ve bitkilerin de olduğunu anlatan Dr. Leo Galland, “Ayrıca kullanabileceğiniz birçok şifalı ot ve baharat bulunuyor. Çörek otu, benim gözdelerim arasında yer alıyor. Bin yıldan uzun süredir Batı Asya’da tüketilen temel sağlıklı besinlerden biri olan çörek otu, antiviral etkilere sahip. Kovid-19 değil belki ama hepatit virüsüne yakalanan insanlar üzerinde yapılan klinik deneylerde çörek otunun antiinflamatuvar ve antiviral etkileri gözler önüne serilmiş. Eğer tek bir sağlıklı besin seçmem gerekseydi, çörek otunu seçerdim. Çörek otunun içindeki en aktif maddeler yağında bulunur. Taze tohumu alıp öğütebilirsiniz. Oldukça yumuşaktır. Çok hoş bir aroması vardır. Antiinflamatuvar etkiye yol açan maddeler, çoğunlukla yağında bulunur” ifadelerini kullandı.“AŞILANMA VE DOĞAL TEDAVİ BİRBİRİNİ DESTEKLEMELİ”Koronavirüs aşılarını desteklediğini ifade eden Dr. Leo Galland, aşılanma ve doğal beslenmenin bir arada kullanılmasını önererek şöyle devam etti:“Covid-19 aşılarının dünyada büyük bir fark yaratacağını düşünüyorum. Ama bu biraz zaman alacak. Burada beni endişelendiren şey şu: Bu trilyon dolarlık aşı ve ilaç geliştirme yarışında birçok farklı yaklaşım göz ardı edildi. Bu konu üzerine bazı yazılar kaleme alıp internet sitemde yayınladım. Virüsün etkisini azaltmaya, bulaşmayı engellemeye yardımcı olacak doğal ürünler aradım. Bu ürünlerin birçoğunu, klinik uygulamamda kullandım. Şu ana kadar gördüğüm sonuçlardan çok memnunum. Tabii ki bu kontrollü veri değil. Tedavi ettiğim hastalardan edindiğim tecrübe. Çörek otu bunlardan biri. Güney Asya kökenli bir baharat olan zerdeçal yani kurkumin bir diğeri. Kırmızı üzümde bulunan resveratrolu da eklemek gerekir. Bunların hepsi, önemli antiinflamatuvar, antiviral ve koruyucu etkilere sahip. Aşı ve doğal tedavinin ikisine de ihtiyacımız olacak. Aşıların, virüsün bulaşıcılığını durdurup durdurmadığını bilmiyoruz. Bu durum aşılarla ilgili en büyük sorunlardan birini oluşturuyor. Verileri yayınlanan aşılar, insanların hastalanmamasını, hastaneye düşmemelerini sağlıyor ve hayatlarını kurtarıyor. Buraya kadar harika. Ancak bu aşıların, virüsün bulaşıcılığı konusunda etkili olup olmadığını bilmiyoruz. Bu meselenin, 2021 yılının ilerleyen aylarında çözülmesini umut ediyorum. Doğal ürünler de bu sürecin bir parçası.”"Alerji İçin Çözüm" kitabı Ketebe Yayınları’ndan çıktı, editörlüğünü Silvan Alpoğuz’un üstlendiği kitabın çevirmenliği ise Sezai Saraç’a ait. cumhuriyet.com.tr

Ağız kokusuna karşı7 etkiliönlem

Ağız kokusuna karşı 7 etkili önlem Covid-19 süreciyle birlikte günlük hayatımızın bir parçası olan maske kullanımı; kişinin kendi ağız kokusunu fark etmesini ve çözüm arayışını beraberinde getirdi. Diş hekimi Hatice Ağan, ağız kokusu ya da tıbbi adıyla halitozisin farklı nedenleri olduğunu belirterek, hem ağız kokusuna yol açan nedenleri anlattı, hem de alınabilecek etkili önlemleri sıraladı ve uyarılarda bulundu.  Boşanmalarda gerekçe sayılabilecek kadar ciddi bir sorun olan ağız kokusu, iş yaşamında da özellikle konuşarak iletişim kurmada sıkıntı yaşanmasına yol açıyor. Diş hekimi Hatice Ağan, ağız kokusu ya da tıbbi adıyla halitozisin farklı nedenleri olduğunu belirterek, hem ağız kokusuna yol açan  nedenleri anlattı, hem de alınabilecek etkili önlemleri sıraladı; önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.  Düzenli diş fırçalama ve ara yüz bakımı: Dişler günde en az iki kez, ikişer dakika, diş etinden dişe doğru fırçalanmalı; ayrıca çürüklerin en çok olduğu diş araları diş ipi veya ara yüz fırçası ile temizlenmelidir. Şarjlı veya manuel fırçalarla dişlerin dile, damağa, yanağa bakan yüzeyleri ve çiğneyici yüzeyleri temizlenmelidir.  Dil fırçalama: Dilin kadifemsi dokusu yüzeyinde çok miktarda mikroorganizma barındığından, bu mikroorganizmaların özel dil fırçaları ile temizlenmesi ağız kokusunu önlemede çok önemlidir. Ağız gargaraları da antiseptik özelliklerinden ötürü ferah bir nefes sağlamada faydalıdır.  Düzenli diş muayenesi: Zamanında çekilmeyen 20 yaş dişleri, arka bölgede cep oluşumu ve kokuya neden olabilir. Dişlerdeki çapraşıklık ortodontik olarak düzeltilmez ise ağız bakımı zorlaşır. Dişlerin çürümesi ve dişeti hastalıklarının oluşumu kolaylaşır. Koruyucu diş hekimliği uygulamaları, yılda iki kez düzenli olarak yapılan diş hekimi kontrolü ile diş taşı temizliği, yukarıda sayılan tüm ağız ve diş kaynaklı sorunların ilerlemeden ve ağız kokusuna sebebiyet vermeden çözülmesini sağlayacaktır.Protezlerin temizlenmesi: Düzenli temizliği yapılmayan protez yüzeylerinde bakteri ve mantar birikimi olabilir. Yemek artıklarının yapışmasıyla kokuşma meydana gelebilir; bu nedenle protezler özel fırçalarla temizlenmeli, antiseptik solüsyonlarda saklanmalıdır.  Bol su tüketimi: Bol su içmek ağız kokusu ile mücadele etmekte faydalıdır. Ağız içindeki birikintilerin uzaklaştırılmasını sağlar ve ağız kuruluğunun önüne geçer.Tütün ürünleri ve alkolden uzak durmak: Tütün ürünleri ve alkol genel sağlığı tehdit ettiği gibi ağız kokusuna da yol açar. Sigara ve alkolü bırakmak için onlarca sebebe ağız kokusu da eklenebilir. Sigara kullanımına bağlı ağızda eklentiler artar, tartar birikimi kolaylaşır. Sigara, diş eti hastalıklarının daha sinsi ilerlemesine neden olur. Tütün ve aşırı alkol kullanımı ağız kanserlerinin de en önemli nedenlerinden biridir.Sebze ve meyvelerin ısırılarak tüketilmesi: Elma, havuç gibi yiyeceklerin ısırılarak tüketilmesi sırasında tükürük artışı artar ve diş yüzeyleri daha kolay temizlenmiş olur. Meyveleri ısırarak yemek, tükürük bezlerinin salgı üretimini aktive eder. Şekersiz sakız çiğnenmesi de tükürük miktarını artırarak ağız kokusunun önüne geçebilir. cumhuriyet.com.tr

Amiral Cem Gürdeniz’den Cumhuriyet’eçarpıcıaçıklama: Yine aynıplanlar tedavüle sokuldu

Amiral Cem Gürdeniz’den Cumhuriyet’e çarpıcı açıklama: Yine aynı planlar tedavüle sokuldu Kamuoyunda, ‘Mavi Vatan’ stratejisinin ideoloğu olarak tanınan Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, Cumhuriyet.com’tr’ye demecinde, yükselen Batı kaynaklı dış tehdit ve söz konusun tehdidin potansiyel hedefleri üzerine çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. “Mavi Vatan” kavramının müellifi, emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, Prof. Dr. Barış Doster ile 28 Şubat’ta Cumhuriyet’te yer alan söyleşisinde önemli güncel, stratejik tahlillere yer vermişti. ABD’nin Rusya ve Türkiye’yi çevreleme politikası ve Yunanistan’ın bu politikanın icrasındaki rolünün sorgulandığı söyleşide Gürdeniz, “Küresel dengeler değişiyor. Hegemonya el değiştiriyor. ABD’nin tek kutuplu dünya düzeni ortadan kalktı. Çok kutuplu dünya düzenine geçildi” değerlendirmesinde bulunmuştu. Sosyal medyada bu sözlere şiddetli itirazlar geldi. Gürdeniz ise kimler tarafından ve neden hedef alındığını Cumhuriyet.com.tr’ye değerlendirdi.HER YAKINLAŞMADA AYNI KAMPANYAYaptığının ‘siyaset’ olmadığının altını çizen Gürdeniz, ‘siyasetler üstü’ bir alan olarak nitelendirdiği ‘Mavi Vatan’ı savunmaktaki tek amacının, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüksek çıkarlarını gözetmek olduğunu vurguladı. Türkiye’nin, Avrasya uluslarıyla her yakınlaşmasında aynı siyasi kampanyaların tedavüle sokulduğunun altını çizen Gürdeniz’e göre, Kırım üzerinden ‘Türkiye-Rusya’, Uygurlar üzerinden de ‘Türkiye-Çin’ ilişkileri hedef alınıyor.‘DOST OLMAYAN KUVVETLER’Türkiye dış politikasının, Türkiye’nin, çıkar ve mecburiyetleri doğrultusunda şekillendiğini ifade eden Gürdeniz, kamuoyuna çağrısında: “milli ve dini duygularımızın, dost olmayan kuvvetler tarafından sömürülmesine izin vermeyin” dedi.FETÖ’nün Balyoz kumpasında 18 yıl hapis cezasına çarptırılan Amiral Gürdeniz,  2011 yılında tutuklandığında, Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı’ydı.İşte, Prof. Dr. Barış Doster’in Tümamiral Cem Gürdeniz ile Cumhuriyet’te yer alan 28 Şubat tarihli söyleşiden önemli satır başları:“100 YIL ÖNCEKİ ŞARTLAR OLUŞMUŞTUR”“ABD, gelecekte patlak verecek olası bir Türk-Yunan çatışması sırasında, dengeleri Yunanistan lehine değiştirecek bir konuşlanma sağlıyor...”“Türkiye’yi 15 Temmuz 2016 gecesi ateş gücüyle terbiye etmeye çalışan bir güce karşı, ona denge olacak bir gücün aleyhine hamle yapıyoruz. Bugün 100 yıl önceki şartlar oluşmuştur. Azerbaycan’da bu yapıldı. Başarılı oldu. Çin ile Orta Kuşak yapılarak bir manevra alanı açıldı. Lehimize oldu. Şimdi Türkiye; Kırım ve Uygur sorunlarını bahane ederek emperyalizmin Türk - Rus ve Türk - Çin dostluğunu baltalamasına müsaade etmemeli. Yunanistan üzerinden kışkırtılan Türkiye, ancak büyük güçler mücadelesi içindeki değerli kartlarını oynayarak bu zorlu süreçten...” “ABD’li neocon yazar Michael Rubin, 24 Ocak 2021’de Yunan Ekathimerini gazetesinde çıkan makalesinde (US and Turkey on course for Diplomatic, Economic Collision), Girit’teki yığınaklanmayı ABD’nin Almanya’daki (Ramstein) en büyük denizaşırı hava üssü ile Japonya’daki (Okinawa) deniz üssüne benzetti...”    “İÇİMİZDEKİ ATLANTİKÇİLER…”"Rusya ve Türkiye’nin jeopolitik kuşatılmışlığı aynı düzeyde; Türkiye, güneyden ve batıdan kuşatma altında. Doğuda İran ve Rusya’nın olması, Türkiye için önleyici faktörler. Bugün Batı ve Batı’yla birlikte hareket eden Arap âlemi, Türkiye’yi çevrelemeye çalışıyor; Rusya da aynı tehditle karşı karşıya. Baltık’tan çevrelendi. Polonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Ukrayna ve Gürcistan üzerinden çevreleniyor her geçen gün. ABD, bu ülkeleri yeni dönemde yoğun şekilde kullanacağını açıkça söylüyor. Türkiye’yi de bu süreçte Karadeniz’den zorluyor. Montrö rejiminin sahibi olmamıza rağmen Rusya’ya karşı hamlelerde bulunmamızı teşvik ediyor. İçimizdeki Atlantikçiler de bu tuzaklara çanak tutuyor...” Mustafa Birol Güger




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter