Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Friday, 06.27.2025, 07:12 PM (GMT)

News - Haberler

‘Eski ayarlara’dönmeçabası

‘Eski ayarlara’ dönme çabası ABD, Biden dönemiyle birlikte “Ortadoğu denklemindeki yerini bildik rayına” sokma arayışında. Bunu askeri gücünü göstermenin yanı sıra Körfez’deki İran karşıtı Sünni monarşilerin kendi kontrolünü aşacak güç odakları haline gelmesine izin vermeyecek bir tutumla yapma peşinde. ABD Başkanı Biden yönetiminin çoktandır bilinen Kaşıkçı suikastı raporunu sahiplenmesi de bunun göstergesi. Raporda vahşeti ortaya döken, Prens Selman’ı işaret eden ifadeler zaten çoktandır Türkiye dahil uluslararası çapta yüksek sesle dile getiriliyor.ABD’nin, kendi istihbaratının Veliaht Prens Selman’ı suçladığı raporu, Riyad’a adeta ayar vermek için kullandığı ortada. Gerçi 76 kişilik yasaklı listesinde Veliaht’ın adı yok ama Washington’ın Sünni krallığın fiili lideri olarak görülen Prens’in isminin üstünü “şimdilik” çizdiği açık. Bunda Riyad liderliğindeki koalisyonun İran destekli Husilere karşı yürüttüğü Yemen savaşının dipsiz kuyuya dönmesi de İran’la nükleer pazarlık hesaplarında Suudi cephenin taş koyma çabası da etkili olsa gerek.  Biden yönetimi ne yardan ne serden misali... Riyad’la ilişkileri öyle fırlatıp atacak bir tutumda değil. Bir nevi, Trump döneminde gerilen Transatlantik ilişkilerinde hasarı indirgemek arayışıyla geçen hafta Münih Konferansı’nda Biden’ın “Amerika döndü” mesajının altını doldurma hamlesinde.Bu mesajla “insan hakları, demokrasi konusunda Trump sonrası değer ayarlarıma döndüm” de var... Tahran’a “bak Sünni Körfez’in ipi ben de” demek de... İsrail’e dolaylı Körfez’de kendi güç odağındaki dengeleri hatırlatmak da... Irak, Suriye sınır hattı üzerinde önceki gün düzenlediği İran yanlısı milislere yönelik hava saldırısıyla bölgede askeri kapasitesinin olduğu gözdağı da.. Washington ile Vahabi Krallık arasında 1945’lerde başlayan petrol aşkıyla bezenen ilişkilerde artık enerji konusu eskisi gibi hayati önemde değil. ABD’nin farklı kaynaklara yönelmesiyle birlikte Suudilere bağımlılık azalmış durumda. Bu nedenle de son yıllarda Riyad, “Arap Baharı” dalgasından da kaçınmak adına kimi reformlara yönelirken, kendi savunma ve bölgesel işbirliği yelpazesini genişletme çabasında. ABD’nin de milyarlarca dolarlık dev silah satışlarının önemli müşterisi. Trump’ın son günde onay verdiği silah anlaşmasının akıbeti ise Biden yönetiminde. Yemen’de koalisyona destek vermeyeceğini duyuran ABD, bu anlaşmayı gözden geçireceğini belirtmişti. BÖLGESEL İTTİFAKLAR...Biden’ın ülkenin fiili lideri olarak görülen Veliaht Prens Selman’a sınırı çekmesi ise Suudi sarayındaki iktidar savaşının fitilini yakmış olsa gerek. 85 yaşındaki Kral Selman’dan sonra taht oyunları bir kez daha kızışacak. Ülke içinde zengin prens akrabaları da dahil yolsuzluk operasyonlarıyla birlikte muhaliflere karşı şiddetli baskılarına işaretle, Prens Selman karşıtı cephede kazan fokurduyor olmalı...  Ama kimi yorumda da bazı reform açılımları, BAE, Mısır’ın, İsrail’le normalleşmesinde oynadığı rolün de etkisiyle Riyad’da Prens Selman’dan daha güçlü bir ismin olmadığına değiniliyor. BAE’nin de son dönemde bölgede elde ettiği nüfuzu kaptırmamak adına Riyad’la arka planda inişli çıkışlı da olsa yürüyen işbirliğini, vitrinde çatlaksız imajda yürütmek istemesi olası.ABD’nin bu kadar kriz gündemi arasında Riyad’da siyasi dengeleri altüst edecek çok sert bir değişime sıcak bakacağı tartışmalı. Net olan “Yaşasın Kral”cılık, çıkarlar önceliğinde dolu dizgin ilerliyor....  Mine Esen

Mısır ve soyada süresi dolan kararların yerine hız kesmeden yeni onaylarçıktı

Mısır ve soyada süresi dolan kararların yerine hız kesmeden yeni onaylar çıktı Tarım Bakanlığı gıda sanayicisinin salgın nedeniyle artan maliyetlerini düşürebilmek için talep ettiği GDO’lu bir mısır ve dört soya çeşidine olur verdi. Hükümet gıda sanayicisinin salgın nedeniyle artan maliyetlerini düşürmek için çareyi genetiği değiştirilmiş (GDO) ürünlere hız kesmeden onay vermekte buldu. 10 yıl önce GDO’lu beş mısır çeşidinin yemlerde kullanılabilmesine verilen izin süresinin dolmasının hemen ardından vakit geçirilmeden, bir mısır ile dört soya çeşidine 10 yıl süreyle kapılar açıldı.GDO’lu ürünlere ilişkin izin ilk kez 2011 yılında Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Derneği İktisadi İşletmesi, Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği İktisadi İşletmesi (BESD-BİR) ve Yumurta Üreticileri Merkez Birliği’nin (YUM-BİR) başvurusu üzerine beş mısır çeşidine yönelik çıkarılmıştı. Bu kararların 10 yıllık süreleri doldu ve yürürlükten kaldırıldı. Ancak hükümet GDO’lu ürünlerden vazgeçmek yerine hızla yeni kararlar aldı. Tarım Bakanlığı’nın açıkladığı “biyogüvenlik” kararlarına göre Biyogüvenlik Kurulu toplam bir GDO’lu mısır çeşiti ile dört GDO’lu soya ürününün yemlerde kullanılabilmesine onay verdi. BESD-BİR’den gelen talep üzerine alınan bu yeni kararlar da 10 yıl süresince geçerli olacak. Bu süre içerisinde genetiği değiştirilmiş mısır ile soya çeşitleri ithal edilecek. İthal edilen bu ürünler sadece hayvan yemlerinde, yem ya da yem hammaddesi olarak kullanılacak.GDO LOBİSİ DEVREDEKararlar, 2010 yılında kabul edilen Biyogüvenlik Yasası ile yönetmeliklere dayandırıldı. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Baki Remzi Suiçmez, 23 Ocak’ta da benzer bir durumun yaşandığına işaret ederek şunları söyledi:“Mısır ve soyada dışa bağımlıyız. GDO lobisi devrede. İzin verilmeyebilirdi. 2010 yılında çıkan Biyogüvenlik Yasası ile kurulan Biyogüvenlik Kurulu vardı. 2018 yılında kurul, bakanlığa bağlandı. Bakanlıkta hangi bürokrat, uzman bu kararı veriyor belirsiz. Belli derneklerin başvurusu üzerine hız kesmeden yeni onaylar çıkıyor. Bu çözüm değil. Çözüm doğal beslenmede.”GDO’lu ürünlerin ağırlıklı olarak tavuk yeminde kullanıldığını hatırlatan Suiçmez, “Doğal beslenme için yem alanlarımızın artırılması gerekiyor. Mısırda yüzde 70, soyada yüzde 5 kendimize yetebiliyoruz. Yani mısırda yüzde 30, soyada yüzde 95 dışa bağımlıyız. Hayvanların beslendiği yaylaların imara açılması da önemli bir tezattır. Yaylalara ihtiyacımız var. Ancak yaylaları ortadan kaldıran kararlar alınıyor” diye konuştu.  Mustafa Çakır

Alışverişalışkanlıkları, salgınla geri dönülemeyecekşekilde değişecek

Alışveriş alışkanlıkları, salgınla geri dönülemeyecek şekilde değişecek Aşılama ve artış hızını azaltan küresel Covid-19 salgını umut verse de bu yıl perakende sektörünü zor günler bekliyor. Araştırmalara göre genel perakendede satışların düştüğü, elektronik ticaretin ise yükselişe geçtiği bu dönemde şirketlerin yenilenmesi de kaçınılmaz. “Alışveriş alışkanlıkları geri dönülemeyecek şekilde değişecek” diyen REM People Üst Yöneticisi Bülent Peker, bu kapsamda yeni trendlerle ilgili şu vurguları yaptı:Yenilik: Yeni normalde müşteriler mağazaya daha fazla döndüklerinde hem ürünlerle hem de insanlarla teması en aza indirmeye çalışacak. Bu dönemde raflarında yenilik yapan ve riski azaltan mağazalar kazançlı çıkacak.Rafta çok ürün: Markalar mağazalarda en çok satış yapan ürünler yerine daha fazla ürünle tüm yelpazesini göstermeye çalışacak.Mobil mağaza: Bazı perakende markaları, salgın döneminde ürünlerini tam olmak istediği yere götürmek için yenilikçi çözümler buluyor. Bu yıl “pop-up” mağazalar ve hatta ürün kamyonlarıyla açık alanda ürün deneyimi yaşatmaları bekleniyor.Özel günler: Geçen yıl sektörü yılbaşı, “Kara Cuma”, “Sevgililer Günü” ve farklı özel günler sürükledi ve satışları artırdı. 2021 daha çok özel gün ve kampanyanın görüleceği yıl olabilir.Mağaza deneyimi: Fiziksel perakendenin büyük yara aldığı 2020 yılından sonra yeni yıl aşı umuduyla başladı. Daha iyimser olmak için daha fazla sebebin olduğu 2021’de tüketicileri mağazaya deneyimleme çekecek. Mağazaya geri dönme konusunda isteksiz olan müşteriler online ticaretle satın alıp mağazada deneyerek teslim alacak.Randevu: Mağazalarda tüketicileri daha rahat hissettirecek çalışmalar bekleniyor. Randevu ve rezervasyonla mağazaya gelen müşteriler kendilerini daha fazla güvende hissediyor. Satış personeliyle görüntülü görüşme de müşterilerin daha çok karşılaşacağı bir yol olacak.CEO TANIMI YENİLENİYORKPMG’nin periyodik Küresel CEO Araştırması’nın “Covid-19 Özel Versiyonu”na göre Covid-19 iş dünyasını yöneten üst yöneticilerin (CEO) “liderlik” anlayışını yeniden yapılandırıyor.Bu tür yöneticiler artık kâr etmeye değil, şirketlerinin amacına odaklanırken, görevlerini sadece şirket yönetmekle sınırlı görmüyor. Kendini toplumsal değişimin liderliği konusunda sorumlu hissediyor. Salgından kurtulmanın “normal”e dönüş anlamına gelmediğini kaydeden KPMG Türkiye Başkanı Murat Alsan da şu vurguyu yaptı: “Yeni bir gelecek tanımlama fırsatı var ve üç eylem alanı kritik olacak; sürdürülebilirlik, dijitalleşme ve güvenilirlik.” 260 MİLYAR TLBKM verilerine göre geçen yıl internetten kartlı ödemeler yüzde 37 artarak 260 milyar liraya ulaştı. Toplam kartlı ödemelerdeki payı da yüzde 22 oldu. cumhuriyet.com.tr

2020 yılının sonüçayında ekonomideki gelişme hızının yüzde 6-7 olmasıbekleniyor

2020 yılının son üç ayında ekonomideki gelişme hızının yüzde 6-7 olması bekleniyor Türkiye’yi mart ayında yoğun bir ekonomi gündemi bekliyor. Gözler bir yandan 2020 yılının son 3 ayı ve yılın tümü için açıklanacak gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) verilerine çevrilirken, bir yandan da 2 hafta içinde duyurulacak ekonomi paketine odaklanacak. Bu kapsamda AA Finans Büyüme Beklenti Anketi’ne katılan ekonomistler, GSYH’nin dördüncü çeyrekte 2019’un aynı dönemine göre yüzde 7 büyümesini bekliyor. Yılın tümü için beklenti yüzde 2. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (BETAM) “Pandemi Etkisine Rağmen Yüksek Büyüme” başlıklı çalışmasındaki dördüncü çeyrek büyüme tahmini ise yüzde 6.7. Çalışmada şu vurgu dikkat çekiyor:YASAK DIŞI KALDI“Aralık ayının başında yeniden başlayan koronavirüs tedbirlerinin ekonomik aktiviteye önemli bir olumsuz etkisinin olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, ekonomik faaliyetlerin yasak kapsamları dışında tutulmasının belirleyici olduğunu düşünüyoruz.” Çalışmadaki bir diğer önemli vurgu da tüketim harcamalarının artması.Buna göre 2019’un aynı çeyreğine kıyasla 2020’nin dördüncü çeğreğinde tüm tüketim göstergeleri arttı. Bu açıdan ÖTV yüzde 39.4 ile son derece yüksek bir büyüme oranı kaydederken, tüketici ve konut kredilerindeki artış oranı sırasıyla yüzde 26.9 ve yüzde 26 oldu. İthal tüketim mallarında ise yüzde 21.1 genişleme oldu. Türkiye üçüncü çeyrekte de temel tüketim ağırlıklı yüzde 6.7 büyümüştü.  cumhuriyet.com.tr

Doğaya zarar vermeden tüketmek mümkün:Çöpünütanı

Doğaya zarar vermeden tüketmek mümkün: Çöpünü tanı Dünya iklim krizinin etkilerini yakından hissediyor. Evimizde kendi atık yönetim sistemimizi kurarak doğaya verdiğimiz zararı azaltabiliriz. Buğday Derneği eğitmeni Nil Ormanlı Balpınar ile sıfır atık kavramını ve atık yönetimini konuştuk. Balpınar, “Çöp kutumuzu tanımalıyız. Ne kadar çok tüketirsek o kadar çok atığımız çıkar. Gereksiz tüketmeyi bırakmalıyız” diyor. Atık nedir?Atık ile çöp, günlük dilde birbirine karıştırılıyor aslında. Aradaki farkı şöyle açıklayabiliriz: Atık, bir hammaddedir. Geri dönüştürülebilen, enerji olarak geri kazanılabilen, kompost yapılabilen, özellikle de ekonomik değeri olan şeylere atık denir. Geri kalanı ise çöptür. Türkiye’de atık sorunu nasıl çözülüyor?“Sıfır Atık” yönetmeliğinin geçmesiyle birlikte her ilçe belediyesi kendi atık yönetim sistemini oluşturmak zorunda. Bunun dışında ilçe belediyeleri evsel atıkların toplanması ve aktarma istasyonlarına taşınmasından da sorumlu. Büyükşehir belediyeleri ise atıkların bertarafı ve yine hammadde olarak geri kazanımıyla yükümlü.Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir iştiraki olarak kurulan İSTAÇ’ta, İstanbul’un çöp ve atıkları toplanıyor, bertaraf ediliyor, organik atıklardan kompost yapılıyor, diğer bazı atıklardan yakıt ve çöp gazından elektrik üretiliyor. Geri kazanım ve kompostlaştırmaya girmeyen atıklar, çöp suyunun doğaya karışarak yeraltı sularına zarar vermemesi adına öncelikle sıkıştırılıp üstü toprakla örtülüyor, ardından çürümeyle elde edilen metan içerikli gaz, borular aracılığıyla emiliyor ve enerjiye dönüştürülüyor.Geri kazanım ve kompost metotları ise daha farklı işliyor. Ön ayrıştırmadan geçen atıklar 80 milimetrelik eleklerden geçiriliyor. Elek üstünde kalan malzemeler geri dönüşüm sistemine giriyor. Ambalaj atıkları, pet ve plastikler, metaller türevlerine göre ayrı ayrı toplanıyor; pet ve plastikler granül tesisinde kırılma işlemine uğratılıp hammadde haline getiriliyor. Naylonlar ve poşetler ise presleme alanında preslenip lisanslı kuruluşlara veriliyor.Sıfır atık nedir?Tanımsal olarak şu şekilde geçiyor: “İsrafın önlenmesini, kaynakların daha verimli kullanılmasını, atık oluşum sebeplerinin gözden geçirilerek atık oluşumunun engellenmesi veya minimize edilmesi, atığın oluşması durumunda ise kaynağında ayrı toplanması ve geri kazanımının sağlanmasını kapsayan atık yönetim felsefesi olarak tanımlanan bir hedeftir”. Tanımdaki sıfır kelimesi gereği, ulaşılmaz bir hedef gibi görünse de aslında beklenti tabii ki sıfır değil, önemli olan elimizden gelenin en iyisini yapmak.Bireyler ne yapabilir?Öncelikle, evde kendi atık yönetim sistemimizi kurmalı, çöp kutumuzu tanımalıyız. Örneğin, iki hafta boyunca evdeki çöp kutunuzu karıştırın ve tek tek not alın. Ardından bunları geri dönüştürülebilir, geri dönüştürülemez ve organik atık olarak üç başlık toplayın. Geri dönüştürülebilenler için ilçe belediyenizi arayarak sisteme dahil olmalarını sağlayın, geri dönüştürülemeyen atıkların alternatiflerini araştırın, organik atıklarınız için ise kompost yapın. Ayrıca atık yağları, bitmiş pilleri, bozulan elektronik aletleri, tarihi geçmiş ilaçları da çöpe atmamalı, belediyemize danışarak ayrı biriktirmeliyiz.Devlet ne yapabilir?Öncelikle atık ayrıştırma konusunu çözmemiz gerekiyor. Yurtdışından atık satın alıyor, onu geri dönüştürüp hammadde haline getiriyor ve yurtdışına satıyoruz. Plastik ihracatında Avrupa’da ikinci, dünyada 6. sıradayız. 2 bin 700 - 2 bin 800 tane geri dönüşüm tesisimiz var, fakat kendi atıklarımızın geri dönüşümü için kullanılmıyor. Kendi atıklarımızın geri dönüşüm oranı yüzde 13.İyi şeyler de oluyor. “Sıfır Atık” yönetmeliğinin çıkmasıyla biraz da olsa yol kat ettiğimizi söyleyebiliriz. Şu anda 49 bin kurum ve kuruluş binasında sıfır atık sistemi kurulmuş durumda, 2022 sonunda tüm belediyelerin sıfır atık sistemine geçmesi bekleniyor. Ayrıca 2020’nin sonunda, Çevre Ajansı ve diğer değişikliklerle ilgili kanun teklifi Meclis’ten geçti. Yani, artık bir Çevre Ajansımız olacak. Ajans, denetime Ocak 2022’de başlayacak, depozito-iade sistemi ile yıllık bir milyon tondan fazla ilave atık önlenecek.‘BİR YERDEN BAŞLAMALIYIZ’"Sıfır Atık” sistemi tam olarak uygulandığında dünyaya ve Türkiye’ye nasıl bir etkisi olabilir?İklim krizi artık kapımızda. “Sıfır Atık” sistemi dışında, karbon emisyonlarını azaltmak için elimizden gelenin fazlasını bir an önce yapmalıyız. Gerçekten bangır bangır bağırmamız, elimizi taşın altına koymamız gerekirken bu suskunluk insanlık için iyi olmayacak. Çok geç olmadan, hepimizin bir yerden başlaması gerekiyor. Hazal Ocak

Çevreci Komşu Kart geleceğişekillendiriyor

Çevreci Komşu Kart geleceği şekillendiriyor Muratpaşa’da geri dönüştürülebilir atıklarını ekiplere teslim eden yurttaşlar, harcayabilecekleri ya da burs olarak verebilecekleri puanlar kazanıyor. Antalya Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit Uysal, ilçede cam, kâğıt gibi nitelikli atıkları ödül sistemi içinde topladıkları “Çevreci Komşu Kart” projesinin Türkiye’ye yayılması halinde, ülke ekonomisi için en az 5 milyar dolarlık bir kaynak yaratılacağını söyledi.  Muratpaşa, 510 bini aşkın nüfusu, sahip olduğu iş ve alışveriş merkezleri, kafe ve restoranları, kamu kurum ve kuruluşları, hastaneleri, 5 yıldızlı otelleri, kent parkları, tarihi ve turistik noktalarıyla Antalya’nın kalbi, kent yaşamının merkezi. Bir yılda yaklaşık 180 bin ton atığın çıktığı bu mega ilçe, belediye başkanı Ümit Uysal’ın başlattığı projelerle, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca yürütülen “Sıfır Atık” programı kapsamında Antalya’nın ilk “Sıfır Atık” belgeli ilçesi oldu. Muratpaşa’yı adım adım sıfır atık ilçesi olmaya doğru götüren süreç, Nisan 2016’da başladı. Başkan Uysal’ın tüm ayrıntılarıyla üzerinde çalıştığı “Çevreci Komşu Kart” projesi, pilot olarak seçilen iki mahallede başladı. “Atma-Biriktir-Kazanalım” sloganıyla hayata geçirilen Türkiye’nin ilk ödüllü geri dönüşüm projesinde cam, kâğıt, plastik, metal gibi nitelikli evsel atıkları atmayıp biriktiren ve belirlenen gün ve saatte sokağından geçen “Çevreci Komşu Kart” ekiplerine teslim eden Muratpaşa sakinleri, anlaşmalı marketlerde, fırınlarda, sinema salonlarında harcayabilecekleri, isterlerse eğitim bursu olarak bağışlayabilecekleri puanlar kazandı. Proje, başarısının ardından kısa sürede tüm ilçede uygulamaya alındı. YURTTAŞA 5 MİLYON LİRAProjeyle Nisan 2016’dan Aralık 2020’ye kadar geçen sürede 15 milyon 543 bin 241 kilogram nitelikli atık evlerden toplandı. Toplanan bu atıklar karşılığında 4 milyon 959 bin 425 milyon lira karşılığı puan kartlara yüklendi. “Çevreci Komşu Kart”la, Muratpaşa Belediyesi ev ekonomileri için bugüne kadar hiç var olmayan bir kaynak yaratırken kesilmekten kurtardığı ağaçlarla doğayı korudu, nitelikli atıkların kayıpsız geri dönüşümünü sağlayarak ekonomik değer yarattı. “Çevreci Komşu Kart”, 125 bin 396 ağacı kesilmekten kurtardı, 87 milyon 725 bin 336 kilovat elektrik, 39 kilogram demir ve 145 bin 361 litre benzin tasarrufu sağladı.  TÜM TÜRKİYE’DEMuratpaşa Belediyesi, yeni yılda para kart özelliği kazanan yeni “Çevreci Komşu Kart”ı devreye aldı. Artık üye işyeri sınırı olmadan Türkiye’nin her noktasında kredi kartı POS cihazı olan tüm işyerlerinde kullanılabiliyor. Yeni kartlar online alışverişte ve diğer tüm ödemelerde geçerli. Ayrıca kazanılan puanlar tüm bankamatiklerden nakit para olarak da çekilebiliyor. Belediye başkanı Ümit Uysal, “Çevreci Komşu Kart” projesinin bir ödül sistemi içinde nitelikli atıkları toplamasıyla dünyada bir ilk olduğunu söyledi. Projenin belediyenin atık toplama maliyetlerinde de önemli bir tasarrufu sağladığını dile getiren başkan Uysal, “ ‘Çevreci Komşu Kart’ diğer tüm belediyelerde uygulansa en az 5 milyar dolar kazanç sağlar” dedi.  cumhuriyet.com.tr

Havanın sicil memuru

Havanın sicil memuru Biz yine şanslıyız, oturup kalkıp şükretsek yeridir. Edmonton eksi 20 derecelerin altına henüz inmedi. Fakat Kanada’nın “Sarıkamış” damarı bir kez tutmuş bulunuyor; eksi 40’a cıvayı düşürmüştür. Kapı komşum Mr. Harold, 40 yıl evvel İngiltere’nin Liverpool’undan göç ettiğinden beri yılları sayıyor, hangi sene berbattı anlatıyor, buzlu havanın sicil memuru gibi memleketin Annus Horribilis’ini ondan işitiyorum. Bu sene kış fena! Soğuktan değil, o zaten bilinen şey, demek istediğim bunca derdin arasında kış felaketleri de artıyor. Dağ sporlarına, doğa gezilerine rağbetin her zaman yoğunlukta olduğu özellikle Alberta ve İngiliz Kolombiyası-BC eyaletlerinde arama kurtarma faaliyetleri bu yıl geçen seneye göre yüzde 32 artış göstermiştir. Her kış kar motosikleti, kayak kazaları, çığ düşmesi, üzerinde balık avlayacağız diye buzlu suya düşmek gibi talihsizliğe Kanada Araştırma ve Kurtarma Ekipler Birliği’nden cevap geldi: COVID. Zaten artık her şeyin günah keçisi salgına bağlanıyor. Kış kazaları da virüs yüzündendir. Zira eve kapanıp bunalan insan kendini doğaya atmak istiyor; mademki sosyal ilinti kuramıyorum, ben de gider kurda kuşa seslenirim diyor. Kanada Kızılhaç’ı buz üzerinde gezintiye çıkacaklara, “Aman dikkat! Kalınlık en az 15 santim olmalı, kar motosikletiyle göl üzerinde hava atacaksanız 25 cm’den az olmasın” diyor. Kimse, “Aman evladım, ne işin var senin buz tutmuş gölde!” diye sormuyor. Üstelik buz kalınlığını nasıl ölçeceksin? Dibi görünmez sularda dolaşmamalı! Buzlu gölleri geçtik, dağlarda, vadilerde vahşi hayvanlar da var. Bu ne cesaret! Ama dedik ya, bütün kabahat Covid’de!446 odalı otelde bir başına!..BC ve Alberta’daki Rocky dağlarının muhteşem manzaralı otelleri de kapansın mı, açılsın mı belirsizliğindedir. Boz ayılara rağmen dağ yürüyüşüne çıkan maceraperestler lüks otel müşterisi değil, onlar çadır kurup ateş yakmak hevesinde. Bu yüzden otellerde in cin top oynuyor. Gel gelelim, bu boş otellerden birisine geçen hafta piyango vurdu. 1200 rakım yükseklikteki Jasper tatil bölgesinde, 446 odalı bir oteli adı açıklanmayan bir zengin, parasını peşin peşin ödeyip 9 haftalığına kapattı. Tek başına gelip kalacak; çalışanlar hariç kimseyi görmek istemiyor. Zenginin parası züğürdün çenesini yorarmış! Buz tutmuş haberlerin ardı arkası kesilmiyor. Bunlardan bir tanesi epeyi kuzeyden, Husky köpeklerinin çektiği kızakla buzda yol alsanız, Kuzey Kutbu’na yakın, yerli halkın yaşadığı Yukon Özerk Bölgesi’nden geldi. Kışları ılıman iklim geçiren Vancouver’dan 2 bin 500 km. uzaktaki Yukon’un Whitehorse şehrine gidip aşı olduktan sonra geri dönmüş zengin işadamı ve karısına ait haberdi bu. Yukon yılın bu vakitlerinde gidilecek yer değil, kar-tipi fırtınasından uçak bile bazen işlemiyor. Fakat Rodney ve Ekaterine Baker çifti, sağlık hizmetleri kısmen yetersiz olduğu için Covid aşısı en erken dağıtılmış Yukon’daki şifaya göz dikip, üşenmeden oraya kadar gitmiştir. İki aşamalı yapılan Pfizer aşısının ilkini, sonra 15 gün bekleyip ikinci iğneyi de olduktan sonra evlerine dönerler. Devlet ne güne duruyor; her şeyi bilir, takip eder: Durum ortaya çıkınca savcılık 500 dolar para ve en az 6 ay hapis cezasıyla dava açtı. Yaşamak korkusu hele bir ağır basmaya görsün, insan bu, her şeyi yapar!Akıl tutulması dedikleri, biraz da işte bu: Aklı başında görülen, bu nedenle Başbakan Trudeau’nun atadığı ve Kraliçe II. Elizabeth’in de onayladığı, İngiliz monarşisini temsil edecek Genel Vali Bayan Julie Payette’in vali konağında yaptıklarını duydukça şaşırmamak elde değil. Payette uzaya gidip gelmiş eski Kanadalı astronottur, meşhurdur. Vali Konağı’ndaki çalışanlara sözlü, hatta fiziksel tacizde bulunduğu iddiası üzerine görevinden istifa etti. Uzay görüp geçirmiş olmak yetmiyor; bir yerinden ipliği sökük ipek çorap, sırıtıveriyor. Boru hattı tartışmasıTabii Trudeau’nun başındaki dertler bu kadar değil... ABD’nin yeni başkanı Biden’ın, Alberta’dan başlayıp Teksas’a kadar inecek olan Keystone XL boru hattı projesini hem çevreciler adına hem bu hattın üstünden geçtiği topraklarda yerlilerinin haklarını korumak üzere iptal ettiğini hatırlatmak, dertlerin en büyüğünü göstermeye yeter. Açılsaydı günde 800 bin varil ham petrolün akıtılacağı, en az 1500 Kanadalı işçinin ekmek yiyeceği, toplam maliyeti 8-10 milyar dolar arasında tahmin edilen proje birden askıya alındı. Sol-liberal çizgideki Trudeau’nun açmazı büyük, ABD’ye kafa tutamıyor ve Alberta Valisi olan sağcı Jason Kenney ise veryansın edip duruyor. Boru hattı için eyalet bütçesinin büyücek kısmını bu işe harcayan Kenney, evdeki hesap çarşıya uymadığı için şimdi hem kabahatli hem de yaygara çıkarıp mahalleyi susta tutuyor. Mademki proje iptal oldu, federal bütçeden daha çok para bize gelsin diye ısrarcı... Daha geçenlerde, Kanada’dan ayrılıp ABD eyaleti olmak istiyoruz diyen Alberta’nın kafası karışık, şaşkın Trumpçı ve tabii aşırı sağcıları da bu kez Amerika’ya ambargo uygulayalım demez mi? Ambargo uygulansın mı, uygulanırsa bunun esamisi okunur mu; bilinmez şey!Bu komedi bana, Pembe Panter filmlerinin unutulmaz karakteri Müfettiş Clouseau namıyla meşhur Peter Sellers’in başrolündeki başka bir filmi anımsatıyor: Kükreyen Fare. İsviçre Alpleri’nde ortaçağ hayatı yaşayan bir küçük krallık, 20. yüzyılda Amerika’ya savaş ilan ediyor, ardından okçu piyadelerini kiralık bir gemiyle Atlantik üzerinden ABD’ye saldırmak üzere gönderiyor. Komedi bu! Sellers’ın komutasında küçük okçu birliği, o sırada tatbikat nedeniyle New York’taki sokağa çıkma yasağından yararlanıp kenti ve ABD’yi ele geçiriyor. “Film milim”, ama biz oldu gözüyle bakıyoruz. Olmaz demeyin, gün gelir o da [email protected] Mahmut Şenol - Kanada (Alberta)

Gidişiyle hayatımız yoksullaştı

Gidişiyle hayatımız yoksullaştı Türk edebiyatının seçkin yazarı Demir Özlü’yü kaybettiğimiz 13 Şubat’tan bu yana anılar film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Birkaç hafta önceki son telefon konuşmamızda, havalar ısınınca kafede görüşmek üzere sözleşmiştik. Daha sonraki arayışımda eşi Ulla ile konuştum. Demir Özlü uyuyordu. Öğleden sonraları biraz kestirmek eskilere dayanan bir alışkanlığıydı. Bana da hep tavsiye ederdi. “Uyuyamasan bile biraz uzan” derdi. Ulla, önceki yıl geçirdiği rahatsızlıktan sonra gelen pandemi yüzünden bir yıldır evde kapalı kalmanın Demir’i yıprattığını, kaslarının zayıfladığını, güçsüz kaldığını söyledi. Bir hafta sonra aradığında ise “Yarım saat önce Demir’i kaybettik” diyebildi. Zaten daha söze başlarken kötü haberin geldiğini sezmiştim. Akşam büyük oğlu Milko aradı. Çok sarsılmış olduğu sesinden belliydi. Son saatleri, son dakikaları anlattı. “Babam son zamanlarda bazen bana Osman diyordu. Senden de söz ediyorduk. Sen artık benim amcamsın” dedi. Milko ile aynı mahallede oturuyoruz. Ertesi gün kafede buluştuk. O da babası gibi çay içti. Demir Özlü’nün aramızdan ayrılışıyla hepimizin biraz eksildiğini anlattım. Teselli olsun diye söylememiştim. Demir Özlü’nün ifadesiyle, insanların nesneleştirildiği, insansız bir toplumda biz kendi aramızda nefes aldığımız, susuzluğumuzu giderdiğimiz bir vaha oluşturmuştuk. Modern Türk edebiyatının seçkin ismi Demir Özlü aramızdan ayrılıp giderken, edebiyat dünyasını ve bizi öksüz bırakmıştı. O eserleriyle yaşayacaktı ama onunla bir daha sohbet edemeyecek, gülemeyecek, dertleşemeyecektik. Lütfi Özkök’ten sonra bir bilge insanın daha eksikliğiyle hayatımız biraz daha yoksullaşacaktı. Yaklaşık kırk yıldır kafelerde, restoranlarda, evlerimizde buluşarak hayatımızı renklendirmiş, zenginleştirmiştik. Artık anılarla yaşayacaktık.Esrik akşamlarDemir Özlü, 12 Eylül öncesi her gün 30-35 kişinin teröre kurban gittiği kaos ortamında oğlu Milko’nun “Baba ben büyümek istemiyorum, büyükleri öldürüyorlar” sözleri üzerine geçici olarak ailesiyle İsveç’e yerleşme kararı almış, 1979’da Stockholm’e gitmişti. Karanlık dönemden sonra gene İstanbul’a döneceklerdi. Ama terörün yol açtığı kaos ortamı askeri darbeyle faşizan bir rejime evrilmişti. Bunun üzerine bizim de sürgünlük dönemimiz başlamıştı. Demir Özlü’yü İstanbul’dan tanıdığım için Stockholm’e gelir gelmez aramıştım. Küçük bir arkadaş grubuyla sıkça buluşmaya başlamıştık. Türkiye’deki gelişmeleri izliyor, dertleşiyor, geleceğe ilişkin tahminlerde bulunuyorduk. Ruhu İstanbul’la bütünleşmiş olan Demir Özlü, için için memleket özlemi çekiyordu. Sürgünlük hayatının bunaltıcı günleriydi. Cuma akşamları esrik akşamlara dönmüştü. Umutluyduk, birkaç yıl sonra dönebileceğimizi sanıyorduk. Öyle olmayacağını anlamak epey vakit aldı. Almanya’da, Hollanda’da, İngiltere’de, Finlandiya’da konferanslara katıldı. Dönme umutlarımızın yıkıldığı yetmiyormuş gibi 1986’da vatandaşlıktan atıldı. Ama o, demokrasi ve özgürlük için verilen mücadeleye katkıda bulunurken kitaplarına da yoğunlaştı. Kitaplarında Paris, Berlin, Amsterdam, Stockholm gibi kentleri ve insanları, insanın yalnızlığını, bunalımını, varoluş sorunlarını felsefesini yansıtarak dokudu. Son kitaplarında ilk ve ortaokul döneminin geçtiği Ödemiş’i, Gölcük Yaylası’nı ve anılarını anlattı. Anılar...Demir Özlü, özellikle Japon kirazlarının çiçek açtığı günlerde, Södermalm’deki kafenin önünde, ağacın altında oturmayı severdi. Kışları ise “Stockholm Öyküleri”nde “Lilla Maria” olarak anlattığı kafede buluşurduk. Restoran Lilla Maria, Rival adıyla kafeye dönüşmüştü. Buralardaki sohbetlerimizde 1960 öncesi öğrencilerin gösterilerinden TİP’in kuruluşuna, parti içindeki çatışmalara, İstanbul günlerine ve12 Mart döneminde yaşadıklarına kadar pek çok gözlemini, anısını dinledim. Her zaman sakin, alçak tonda konuşurdu. Birkaç yıl önce gene böyle bir sohbet sırasında yan masadaki genç kadının bizi dinlediğini sezdim. Epey bir süre dinledikten sonra, bize dönüp hangi dili konuştuğumuzu sordu. Türkçe deyince şaşırdı. Bazı sözcüklere aşinaymış ama bizim konuştuğumuz dil tanıdığı Türklerin konuşmasından farklı olduğu için merak etmiş. Meğer Türkçemiz kulağa çok hoş gelen melodik bir dilmiş. Hatırladıkça bu sohbetlerin artık sadece anılarda kalmasına çok hayıflanıyorum.Demir Özlü’nün anılarında en çok söz ettiği iki kişi babası Sabih Bey ve Kabataş Lisesi’nde edebiyat öğretmeni Behçet Necatigil’di. İstanbul sevgisi babasından geçmiş. “İstanbul bir kültür şehridir” diyerek çocuklarının orada büyümesi için Ödemiş’ten naklini istemiş. Demir Özlü de lise yıllarından itibaren İstanbul’u, sokaklarını adım adım gezerek keşfetmiş. Behçet Necatigil’den de edebiyat tutkusunu almış. Demir Özlü birkaç kez Berlin’in Wannsee bölgesindeki yazarların çalışması için tahsis edilmiş, kurumun misafiri olmuştu. Bir kez orada ziyaret etmiştim. Binayı gezdirdikten sonra beni bir mezarlığa götürmüştü. Büyük Alman Yazarı Heinrich von Kleist’ın mezarını ziyaret etmiş, sonra bir kafede sohbet etmiştik. Kleist’ı lise yıllarında Behçet Necatigil sayesinde keşfettiğini anlatmıştı. Vefalı bir insandı. Bir İstanbul beyfendisiydi. Işıklarda [email protected] Osman İkiz - İsveç

Teksas’ısarançürümüşlük...

Teksas’ı saran çürümüşlük... “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak şekilde yozlaştırır.” Geçen haftalarda Teksas’ı vuran şiddetli fırtına, kar felaketinde ortaya çıkan tablo İngiliz tarihçi, düşünür Lord Acton’un bu sözlerini bir kez daha akıllara getirdi...  Ani şekilde sıfırın altına inen hava sıcaklığı, yoğun kar yağışıyla hayat kaosa dönerken onlarca kişi hayatını kaybetti. Enerji zengini, Cumhuriyetçilerin kalesi eyalet felakete hazırlıksızdı... Pek çok kentte elektrik günlerce kesildi, su, doğalgaz boruları dondu. Çöken enerji hatları ile rüzgâr tribünleri de donunca tüm sistem çöktü. İnsanlar kimi bölgede eksi 18’lere varan derecelerde ölüm-kalım mücadelesine girişti.Biz Dallas kentinin Addison kasabasında 7 katlı bir binanın çatı katındaki dairemizde karşıladık karlı günleri. Diğer pek çok bölgeye göre daha şanslıydık. Arada kendini gösteren güneşle biraz olsun sıcaklık, moral bulduk. Elektrik sık sık kesildiği için asansör devre dışıydı. Mutfakta ocaktan fırına pek çok aletin elektrikli olması ise yemek yapmada zorluk yaratıyordu. Elektrik geldiği an elimizde ne bulursak haşladık, su ısıtıcılarını çalıştırıp termoslara koyduk. Felakette en ağır tablonun yaşandığı yer ise Houston’dı. Eyaletin güneyinde tropikal iklimiyle bilinen kentte binlerce ev günlerce elektriksiz kaldı. Kırsal bölgelerde yer yer kesintilerin hâlâ sürdüğü belirtiliyor. Bazı elektrik ve doğalgaz şirketlerinin müşterilerinin binlerce doları bulan faturalarla karşılaştığı da gündeme yansıyor.Unutulan altyapıYetkililerin kriz karşısında yetersiz kalmalarıyla birlikte tepkiler de haliyle çığ gibi büyüdü. Teksas, ABD federal sistemine sonradan kendi parlamentosunun kararıyla katılan bağımsız bir devletti. Günümüzde de geçmişte olduğu gibi çoğunlukla muhafazakâr Cumhuriyetçilere oy verilen bir eyalet. Rüzgâr gücünden doğalgaza, kömürden petrole nükleer güce ne ararsanız enerji adına her şeyin kullanıldığı yer. Ancak yaşanan felakette enerji konusunda sınıfta kalındı. Tepkilerle birlikte elektrik üreticileri ve dağıtım şirketlerinin sadece eyalete ait ERCOT adı altında bir enerji ağı kurdukları, özgüven mi artık bilinmez ülke genelindeki enerji ağına katılmadıkları boy boy yazılıp çizildi. Eyaletin kararının arkasında aslında devletin rolüne ve serbest ticarete müdahalesine karşı çıkan ideolojik bir bakışın olduğu da söyleniliyor. 1999’da eyalette enerji piyasasında yer alan küçük, büyük firmalarla ERCOT’u oluşturmuşlar. Eski başkan Bush’un vali olduğu dönemde alınan bu kararla akıllarınca rekabeti körükleyip halka ucuz elektrik vermek amacı gütmüşler. Ama anlaşılan o ki yıllar boyu maliyeti düşürme, kârı yükseltme hedefli politikalarında altyapıya yatırımı es geçmişler! Doğa dostu enerjiye yeterli ilgi göstermemişler. Teksas Üniversitesi’nden Ed Hirst, “Bu kararlar karayolunda hız kontrolünü kaldırmak gibi oldu” yorumunu yapıyor. Sonuç olarak ideolojik saplantı ve denetimsiz kapitalist rekabet bu zengin eyaleti çölde kutup ayısına yakalanan bahtsız bedeviye döndürdü. Varlık içinde yokluğa [email protected] Tevfik Dalgıç ABD (Dallas)

‘Farklılıklar içinde birlik’

‘Farklılıklar içinde birlik’ Cakarta’da bir gün Endonezyalı akademisyen bir arkadaşımı çalıştığı üniversitede ziyaret etmiştim. Onu başörtüsü ile görünce çok şaşırmış ve bunu gizleyememiştim. Şaşkınlığımın sebebi daha önce kendisini hiç tesettürlü görmemiş olmamdı, dışarda kaç kez görüşmüştük her zaman başı açıktı. Sorduğumda cevabı “işyerinde yasa gereği başımızı örtmemiz gerekiyor” olmuştu. O gün üniversitenin yemekhanesinde kadınların çoğunun başörtülü olduğunu fark ettim, dışarda görmediğim kadar. Aynı şekilde Cakarta Milli Müzesi’nde gönüllü rehberlik yaptığım sıralarda okullardan müzeyi gezmeye getirilen her yaşta kız çocuğu ve öğretmenleri de tesettürlü olurdu. Geçen günlerde patlak veren olayın ardından tüm bunları düşündüm. Olay şöyle gelişmişti: Sumatra Adası’nın batısındaki Padang’da devlet meslek lisesine giden, adı basına JCH olarak yansıyan bir genç kız okula girerken başörtüsü takmadığı için sürekli uyarı alır, baskı görürmüş. Aslında kendisi Hıristiyan olduğunu, bu kuralın Müslümanları kapsadığını söylese de okul yönetimi bunu göz ardı edermiş. İşin daha da ilginç yanı okulların uzaktan eğitim yaptığı bugünlerde internet ortamında yürütülen dersler sırasında aynı uyarılar devam edip durmuş. Esasen Hıristiyan olup da buna itiraz eden tek öğrenci JCH değil, kendisi gibi 20 öğrenci daha varmış aynı okulda dinini gösterek baş-örtüsü takmaya itiraz eden.Okul yönetimi ile bu öğrenciler arasında her gün aynı gerilim yaşanırken bir gün öğrenci JCH’nın babası uyarılmak için okula çağrılmış. Bulunmaz fırsat da babanın eline böyle geçmiş. Hıristiyanlık dahil 6 resmi dini olan ülkede belli din mensuplarının kendi inaçlarına göre giyinmekte, yaşamakta özgür olduğunu ve kızının bu nedenle başörtüsü takmak istemediğini söylese de inatçı müdür her zamanki gibi yasalar ve kuralları ileri sürerek dediğim dedik demiş. O arada baba Elainu Hia, bütün konuşmayı görüntülü kayıt altına alıp, sosyal medyanın da gücünü kullanarak olayı tüm ülkeye afişe etmiş. Sonra da seyreyle sen gümbürtüyü...Bakanlardan destekBir kişinin kararlılığı ve basının bu hassas olayı ısrarla işlemesi sayesinde 2001 yılından beri uygulanan yönetmelik değişikliğe uğrayacak. Endonezya genelinde 300 bin devlet okulunda 20 yıldır uygulanan yasaya göre kızlar ilkokula başladıklarından itibaren tesettüre girmeleri gerekiyor.Üniversiteyi ABD’de okuyan genç, girişimci, bir hayli popüler Milli Eğitim Bakanı Nadiem Makarim, olaya derhal el koyarak “tesettürün bireysel bir hak olduğunu, buna okulun karar veremeyeceğini” vurguladı. Makarim, okulların 2014 yılında devlet okulları üniformaları ile ilgili bakanlık yönetmeliğini yanlış yorumladığını söyledi. Ona göre uzun etek, uzun kollu gömlek ile “Müslüman kıyafeti” tasvir edildiğini ve bunun Müslüman kızlar için bir seçenek olduğunu, okulların bunu yanlış uyguladığını belirtti. Diyanet İşleri Bakanı Yaqut Cholil Qoumas da “Padang olayı buzdağının görünen kısmıdır. Mevcut yönetmelik kız öğrencileri sindirmek, ayrımcılık için kullanılmakta. Dinler çatışmayı teşvik etmez ve farklı olanlara adaletsiz davranmayı haklı göstermez” dedi.Akabinde içişleri, diyanet işleri ve milli eğitim olmak üzere üç bakan çalışmalarını hızla sonlandırarak 3 Şubat 2021’de birlikte bir kararnemeye imza attı. Jet hızıyla 5 Mart’ta yürürlüğe girecek kararname öğrenci ve öğretmenlerin başörtülü ya da olmadan uzun bir etek ile kısa veya uzun kollu bir gömlek giyebileceklerini belirtiyor. Kararname sadece yerel yönetimlerin ve Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nın yönetiminde olan devlet okullarını kapsıyor. Diyanete bağlı İslami devlet okullarını etkilemeyecek. Ayrıca özel bir düzenlemeyle diğer illerden daha fazla özerkliğe sahip olan ve şeriatla yönetilen Aceh vilayetini de kapsamıyor.Milli Eğitim Bakanlığı, yönetmeliğin tam olarak uygulanmasını sağlamak ve şikâyetleri almak için Çağrı Merkezi açtı. Bakanlık karara uymayan yerel yönetim ve okul müdürlerine cezai yaptırım uygulanacağını, eğitim fonlarının bile geri çekilecebileceğini duyurdu. İnsan Hakları İzleme (HRW) örgütünden tanıdığım Andreas Harsono, “20’den fazla eyaletteki okullarda tesettürün zorunlu olduğu göz önüne alındığında kararnamenin çok olumlu bir adım olduğunu, devlet okullarında kadın öğretmenlerin ve kız öğrencilerin başörtüsü takmaya mecbur bırakılmasının zorbalık, tehdit, toplumsal baskı ve bazı durumlarda okuldan terki bile beraberinde getirdiğini” ifade etti. Olayın çıktığı okul da basın toplantısı yaparak Hıristiyan öğrencilerin tesettüre zorlandığını itiraf ederek özür diledi. Kahraman baba “Kızımı okul istiyor diye başörtüsü takmaya ikna etseydim dinsel kimliği hakkında yalan söylemiş olacaktım, sonuçta bizim de haklarımız var” dedi.Bakanların işbirliği ile kısa zamanda çözümlenerek sonuca bağlanan olayla birlikte dünyanın en kalabalık Müslüman nüfuslu ülkesinde, Endonezyalıların gururlandığı ulusal sembol ve felsefeleri Bhinneka Tunggal Ika “Farklılıklar içinde birlik” havada kalmamış oldu. gjtozkoparan.hotmail.com Gülseren Tozkoparan Jordan

Müzenin restorasyonu iyi, heykeller kötüymüş

Müzenin restorasyonu iyi, heykeller kötüymüş Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın projesi Beyoğlu Kültür Yolu’nun son etabı İstanbul Sinema Müzesi ve Atlas Sineması, İstanbullular olmadan açıldı. Bugün içinde Atlas Sineması ve Sinema Müzesi’nin yer aldığı Atlas Pasajı, 1877 yılında, Sultan Abdülaziz döneminde Galata bankerlerinden Agop Köçeyan tarafından “kışlık konak” olarak inşa ettirilmiş. 1932’de Pera’daki sanat ve eğlence dünyasına hizmet etmek için açılmış. 1948’de yaklaşık 2 bin kişilik sinema salonu ve 35 loca ve kulis, bar, restoran hizmete girmiş, 1951 yılında Küçük Sahne Tiyatrosu eklenmiş. Yıllar içinde eskiyen pasaj ve sinema salonu, dükkânlarıyla ayakta kalmaya çalışıyordu. Pasajın girişinde sol taraftaki bölüm, yıllardır harap bir halde durmaktayken Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilerek Bakan Ersoy’un da göreve gelir gelmez müjdelemiş olduğu gibi Beyoğlu Kültür Yolu projesi içinde iki yıl süren restorasyon sonucu İstanbul Sinema Müzesi olarak açıldı. Atlas Sineması da yenilendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy ve kendi çevrelerinden oluşan küçük bir davetli grubunun katıldığı açılış törenine Antalya’da film çekmekte olan Amerikalı sanatçıların da getirilmesi, açılış gününün Erdoğan’ın doğum gününe denk düşürülmesi işin magazin kısmı. Binanın restorasyonu genel olarak beğenilmiş ama balmumu heykellerin yer aldığı bölümde Gulyabani, Kemal Sunal ve Adile Naşit’in heykellerinin sanatçıların kemiklerini sızlatacak kadar kötü olduğuna dikkat çekilmiş. Sinema Müzesi’nin en güzel köşelerinden biri 29 Ekim 1933 yılında, Atatürk’ün Cumhuriyetin 10. Yıl Nutku’nu okuduğu sırada kayıt yapan cihazların da sergilendiği bölüm. Sinema Müzesi’nde dijital arşiv, kütüphane ve çalışma alanı da olacağı müjdelenirken sinema yazarları, sinemaseverler ve gazeteciler de müzeyi gezmek ve Atlas Sineması’nda film seyretmek için açılacağı günleri bekliyor. Tabii bir de 16 milyonun büyükşehir belediye başkanı, Ekrem İmamoğlu’nu bile davet etmeden açılış yapmak da acaba ne demek oluyor?  cumhuriyet.com.tr

Yaşar Kemal aydınlık mirasıyla anılıyor

Yaşar Kemal aydınlık mirasıyla anılıyor Dünya edebiyatının usta kalemi Yaşar Kemal aramızdan ayrılışının altıncı yıldönümü olan 28 Şubat Pazar günü Yapı Kredi Yayıncılık (YKY) ve Yaşar Kemal Vakfı’nın öncülük ettiği etkinliklerle anılıyor. Zincirlikuyu’daki kabri ise sokağa çıkma yasağı nedeniyle aynı gün ziyaret edilemiyor. Edebiyatımızın çınarı Yaşar Kemal’i bugün saat 18.00’de Yapı Kredi Kültür Sanat’ın (YKYKS) YouTube kanalından, herkesin katılımına açık ve ücretsiz olarak canlı yayımlanacak söyleşide gene YKY’nin iki değerli yazarı, Faruk Duman ve İnan Çetin’den dinleyeceğiz. Duman ve Çetin, yapıtlarında insan kadar önemli bir yer tutan doğayla ve esinlendiği, yeniden yorumladığı masallarla kurduğu ilişkiyi tartışacaklar. İki yazar Yaşar Kemal’in kendileri üzerindeki etkisinden ve birbirlerinin metinleriyle Yaşar Kemal’in yapıtları arasında gördükleri akrabalıktan bahsedecekler.Yaşar Kemal’ı kendi ağzından dinlemek isteyenler ise YKY’nin Samih Rifat yönetmenliğinde hazırladığı “Simurg: Gerçeğin Peşinde Otuz Yolcu: Yaşar Kemal (1993)” dizisini gene YKYKS’nin pandemi sürecinde zenginleşen, ücretsiz ve herkese açık olan, YouTube kanalından izleyebilirler. cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter