Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Sunday, 07.13.2025, 10:37 PM (GMT)

News - Haberler

İoanna Kuçuradi ile hayatüzerine-3: Ceza mı, intikam mı?

İoanna Kuçuradi ile hayat üzerine-3: Ceza mı, intikam mı? Türkiye’nin değerli filozofu, 50 yıllık felsefe hocası Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile konuşmak, onun kitaplarını, yazılarını okumak, seminerlerini dinlemek başlı başına bir mutluluk. Hele de salgınla ilgili korkuların, belirsizliklerin hepimizi yorduğu bugünlerde, “Mutluluk duyulan bir şeydir, olumsuzluklar içinde de mutlu olunabilir” diyen Prof. Kuçuradi’ye kulak vermenin tam sırası. - Ölüm cezası üzerine bir kitabın editörlüğünü yaptığınızı biliyorum. Bize bu kitabı anlatır mısınız? Neden gerek duyuldu bu kitaba? İçeriğinde neler var? Sözünü ettiğiniz kitap - “The Death Penalty: Justice or Revenge? / Ölüm Cezası: Adalet mi, İntikam mı?” - çıktı. Benim işlerimden biri, insanları düşündürmek, yani insanların düşünmeleri için onlara malzeme sağlamaktır. Yaşama hakkının apaçık bir ihlali olan ölüm cezası üzerine insanlar düşünebilsin diye, malzeme olsun diye hazırladım bu kitabı. Ayrıca 2010 yılından, yani kuruluşundan beri, üyesi olduğum Ölüm Cezasına Karşı Uluslararası Komisyon’un çalışmalarına bir katkı olmasını da istedim. Girişini benim yazdığım bu kitap, dört ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümde üç röportaj yer alıyor: Biri ölüm cezasına çarptırılmış, “ölüm kuyruğu”nda beklemiş, ama sonunda suçsuz olduğu ortaya çıkmış birisiyle bir söyleşi. İkincisi, babasını öldürenin ölüm cezasına çarptırıldığı bir insanla - yakınları öldürülen başka insanlarla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir dernek kurarak ölüm cezasına karşı çalışmalar yapan bir insanla - yapılan bir söyleşi. Üçüncüsü de yine Amerika Birleşik Devletleri’nde ölüm cezalarına imza atmış ama sonradan değişerek ölüm cezasına karşı olan eski bir savcıyla yapılan söyleşilerdir. Kitabın ikinci bölümü, devlet başkanı iken ülkelerinde ölüm cezasını kaldırmış iki eski başkanın - Filipinler ile Moğolistan devlet başkanlarının - bunu nasıl yaptıklarını anlatan yazıları ile Amerika Birleşik Devletleri’nde bir “Birleşik Devlet” valisinin kendi eyaletinde ölüm cezasını kaldırışının anlatımıdır. Üçüncü bölüm, 21. yüzyılda dünyanın farklı kıtalarında ve bölgelerinde şu andaki durumu titizlikle ortaya koyan yazılardır. Dördüncü bölümde de günümüzde ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin eski UNESCO direktörünün, eski İspanya Başbakanı ve Ölüm Cezasına Karşı Uluslararası Komisyon’un fikir babasının, bir eski Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiseri’nin ve sözünü ettiğim komisyonun ruhu olan yürütücü sekreterin yazılarından oluşuyor. Bu yazıların, bu ceza hakkında düşünmek isteyenler için önemli bir kaynak olduğunu düşünüyorum. DİŞE DİŞ- José Martínez’in ölüm cezasına ilişkin düşünceleri yaşadıklarından sonra değişmiş. Ölüm cezası hakkında siz neler söylemek istersiniz? Ölüm cezasına karşı olmanın “ama”sı olabilir mi?Ölüm cezası dünyamızdan kalkmalı ama bu, suç işleyenlerin cezasız kalması demek değildir. Ölüm cezasının kalkması gerekliliğinin nedenleri de çok yalın: Ölüm cezası genellikle başka bir insanı veya insanları öldürmüş insanlara veriliyor. İlk sırada bu suç var. (İkinci sırada narkotik suçlar geliyor.) Ama bir insanı, başka bir insanı öldürdü diye öldürmek, karşı çıktığımız ve cezalandırdığımız eylemin aynısını yapmak olmuyor mu? Ceza vermekten ziyade intikam almak, dişe diş, göze göz almak olmuyor mu? Hukuk intikam almak için midir?Dikkat çekmek istediğim nokta, ölüm cezasını istemenin veya karşı çıkmanın, suç işlemiş olan insandan çok, her birimizin kendisiyle ilişkisinde bir sorun olduğudur. İnsan haklarının yalnızca muamele görme talepleri olarak değil, aynı zamanda muamele etme talepleri olduğu kaçınılmaz görünüyor. “Ben öldürmem!” diyebiliyor muyuz?Rajiv Narayan’ın Joaquín José Martínez ile mahkûmiyetinden 17 yıl sonra yaptığı söyleşi: ÖLÜM KUYRUĞUNDA 3 YIL “Ölüm kuyruğu”nda 3 yıl beklemiş, idam cezasından suçsuzluğu ortaya çıkınca kurtulmuş Joaquín José Martínez: “İdam cezasına karşı olmak, ABD’de okula gittiğim zamanlarda düşünülemez bir şeydi. Tartışması bile olmazdı. Ölüm cezasına ‘hayır’ demek, hemen hemen savaşa ‘hayır’ demek gibi bir şeydi. Anti-Amerikan bir şeydi. Bugün ölüm cezasına karşı mücadele eden yargıçların, siyasetçilerin ve kamu görevlilerinin olması, bana bu konuda umut olduğunu düşündürüyor.” -  “Ölüm kuyruğu”ndan ayrılabilmiş ilk Avrupa yurttaşısınız. Yapmadığınız bir şeyle ilgili itham edilip tutuklandığınız zaman nasıl hissettiniz? Ölüm cezasının uygulandığı Amerika Birleşik Devletleri eyaletlerinden birindeydiniz. İdam edileceğinizi ne zaman ciddi ciddi düşünmeye başladınız? Tutuklandığım anda, özellikle de ölüme mahkûm edildiğim anda, yıllarca desteklediğim sistemin kendisi tarafından ihanete uğradığımı hissettim. Size belirtmek isterim ki ölüm cezasından yanaydım. “Ölüm kuyruğu”na girdiğim zaman, desteklediğim bu aynı sistemin bana ihanet ettiğini hissettim. Yine de itiraf etmeliyim ki ölüm kuyruğuna girdiğim zaman, başlarda ölüm cezasının başka ailelere hayatlarının bir bölümünü kapatmaya bir şekilde yardımcı olabileceğine hâlâ inanıyordum. Kızlarıma bir şey olsaydı ne yapardım, diye düşündüm. - Ne ile suçlanmıştınız? Biri 24 yaşında, diğeri de 25 yaşında olan bir karıkocayı öldürmekle suçlanmıştım. Adam dokuz defa vurulmuş, kadın da 35 defa bıçaklanmıştı. Bu ikili cinayetle suçlandım, ama bu vaka iki açıdan araştırıldı. Öldürülen adam sırf bir uyuşturucu satıcısı değildi, Tampa şehrinin bir polisinin oğluydu. Bir yandan cinayeti işleyen kişiyi bulmak istiyorlardı, diğer yandan ise sorgulama bölümü şefinin oğlunun, nasıl uyuşturucu satıcısı olabildiğini bilmeyi hedefliyorlardı. Bunun için bir günah keçisine ihtiyaçları vardı ve bu olayı olabildiğince hızlı bir şekilde sonuca bağlamaları gerekiyordu. O sıralarda çok karmaşık bir boşanma süreci yaşıyordum, çünkü karım kızlarımızın vekâletini almak istiyordu. Eski karım polise telefon etmiş ve kanaatine göre bu iki cinayetin sorumlusunun benim olabileceğimi söylemiş. YENİDEN YARGILAMA - Davanın ayrıntılarını bize anlatabilir misiniz? Başlarda sisteme inanıyordum ve suçsuz olduğumu bildiğim için Florida’daki en iyi avukatı tutma gereğini duymadım. Böylece güvendiğim bir avukata savunmamı verdim. Ona güveniyordum ve ABD’de yargı sisteminin nasıl işlediğini bilmiyordum, bütün bu yolsuzlukların farkında değildim ve bana karşı sonuçlar yaratabilecek şeylerin olduğunu bilmiyordum. Böylece ölüme mahkûm edildiğim an geldi.  - Ailenizin desteğine güveniyor muydunuz? Sizinle birlikte ölüm kuyruğunda olanlar da ailelerinden böyle bir destek göreceklerine güveniyorlar mıydı? Benim durumum bir istisnaydı. Yalnızca ailemin desteği yoktu. Onlar bütün Avrupa’ya ve hemen hemen bütün dünyaya yayılan bir kampanya başlattılar. Medyayı, sivil toplum kuruluşlarını, siyasetçileri harekete geçirmeyi başardılar. O mükemmel denklem sayesinde yeniden yargılandım, ama böyle bir destek bütün ölüme mahkûm edilenlere verilmiyor. 19 YIL İDAM KOĞUŞUNDA - Cezaevinde karşılaştığınız, ölüm kuyruğunda olan insanlarla hâlâ temasta mısınız? Cezaevinde rastladıklarımın hemen hemen hiçbiri artık orada değil. Çok acıdır ki bazıları infaz edildi, bazıları da kanserden öldü. Pablo Ibar’ın ailesiyle tanışmıştım. İspanyol vatandaşı olan Pablo Ibar’ın durumu şu anda açılmış yeni bir davayla gözden geçiriliyor. Umarım, o da benim gördüğüm muameleyi görebilir. Ölüm kuyruğunda olanlarla teması sürdürmek çok zordur, çünkü sistem buna izin vermiyor. - Daha önce idam cezasının güçlü bir destekçisi olduğunuzdan bahsetmiştiniz. Fikrinizi ne zaman değiştirdiniz? Bugün bu cezaya izin veren sistem hakkında ne düşünüyorsunuz? Değişikliğim bir gecede olmadı, diğer mahkûmların insanlık dışı bir şekilde acı ve zulümden mustarip olduğunu görünce başladı. Beni en çok etkileyen vaka, sekiz yaşındaki bir kıza tecavüz ve cinayetten, yaklaşık 19 yıl ölüm kuyruğunda olan Afrikalı-Amerikalı Frank Smith’di. Bu adam, masum olduğunu iddia ederek bütün hayatını idam koğuşunda geçirdi ve bu yüzden delirdi. O, iyi bir adamdı. Kanserden öldü ve ölümünden sonra avukatının DNA örneği almasıyla masum olduğu kanıtlandı. Asıl mesele, sadece bana veya Pablo Ibar’a ne olduğu değil, eve dönemeyen mahkûmların başına gelenler. Nefret ve intikamın simgesi olan ölüm cezası, toplumumuzda olmaması gereken bir şey. Beni değiştiren sadece ölüm kuyruğunda olmam değil, aynı zamanda pek çok adaletsizliğe maruz kalan Frank Smith gibi diğer insanlarla tanışmamdı. - Mahkeme, size yasal olarak öldürüleceğinizi söylediğinde ne düşündünüz? İşlediğim suçlardan dolayı idam cezasına çarptırıldığım ve idam edileceğim söylendi ve ben hiçbir şey yapmadığımı biliyordum! Ölüm kuyruğuna girdiğimde ilk olarak kendi kendime şöyle düşündüm: “Aman Allahım! Yapmadığım bir şey yüzünden idam cezasına çarptırıldım. Yapmadığım bir şey yüzünden beni öldürecekler.” Kafamdaki tek düşünce buydu. Her şeyin bittiğini sanıyordum. Kendi kendime dedim ki: Ya tepki verirsin ya da ailene ve arkadaşlarına danışırsın ve sisteme inanmayı bırakırsın ya da hayatın burada biter. PARASIZ KURTULUŞ YOK - Amerika Birleşik Devletleri’nde bir bütün olarak ölüm kuyruğu süreci ne kadar pahalıdır? Para çok çok önemlidir. Her şey değildir ama parasız pek fazla bir şey yapamazsınız. Ölüm kuyruğundan kurtulmak için avukatlardan oluşan iyi bir ekip, aile, medyanın desteği, ilişkiler ve siyasetçilerin bir araya gelmesi gerekir.  Ve bunların arasında para da olmalı. İkinci davanın açılması için gerekli olan, ailemin toplayabildiği milyon dolarlar olmasaydı, suçsuzluğuma rağmen ben bugün hâlâ hapiste ya da infaz edilmiş olurdum. - Ölüm kuyruğunda yaşama koşulları, özellikle de psikolojik bakımdan nasıldır? O dönemin sonuçlarının etkisi hâlâ sürüyor mu?  Ölüm kuyruğunda yaşadıklarım unutulamaz. 17 yıl geçtiği halde dünmüş gibi hissediyorum. Fiziksel kötü muamele var hem de bütün düzeylerde ama hiçbir şey psikolojik kötü muameleyle karşılaştırılamaz. Cezaevi otoriteleri ve görevlileri, infaz edileceğinizi sürekli olarak hatırlatıyorlar, terk edilmiş olduğunuzu, ailenizin sizi sevmediğini söylüyorlar. - Amerika Birleşik Devletleri’nde ölüm cezasının geleceğini nasıl görüyorsunuz?  Bunca kuruluşun ve Ölüm Cezasına Karşı Uluslararası Komisyon’un mücadelesi çok önemlidir. Bugün bu kadar insanın ölüm cezasına karşı mücadelesi, ABD’de okula gittiğim zamanlarda düşünülemez bir şeydi. Bunun tartışması bile olmazdı. Ölüm cezasına “hayır” demek, hemen hemen savaşa “hayır” demek gibi bir şeydi. Anti-Amerikan bir şeydi. Bu komisyonun kurulduğunu düşünmek, ölüm cezasına karşı mücadele eden yargıçların, siyasetçilerin ve kamu görevlilerinin olduğunu düşünmek, bana bu konuda umut olduğunu düşündürüyor.B İ T T İ Figen Atalay

Rusya’da esir teğmenin günlüğü

Rusya’da esir teğmenin günlüğü Eski CHP İstanbul Milletvekili ve yazar Ali Nejat Ölçen’in, Munzur dergisinin sahibi, araştırmacı - yazar Mesut Özcan’a bağışladığı belgelerde, 1915’te Kafkas Cephesi’nde Ruslarla savaşan ve esir düşen Türk subayı teğmen Mehmet Arif Ölçen’in günlükleri ile ilk Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’ye ait bir defterin de olduğu öğrenildi. Teğmen Mehmet Arif Ölçen’in oğlu da olan Ali Nejat Ölçen, babasının Kafkas Cephesi’nde Ruslarla yapılan savaşta esir düştüğü günlerde tuttuğu günlüğü, Türkiye’ye döndükten sonra aldığı İstiklal Madalyası’nı, 1950 yılında yazdığı anılarının da olduğu üç defter ile yine o yıllarda yazılmış bazı mektupları, araştırmacı - yazar Mesut Özcan’a bağışladı. Özcan, Tunceli’de yer alan kütüphanesinde sergilediği ve ilk defa günyüzüne çıkan bu belgeleri Cumhuriyet’le paylaştı. Özcan’ın aktardıklarına göre, 1913’te İstanbul’da Harp Okulu’nu bitirdikten sonra Kafkas Cephesi’ndeki Köprüköy Savaşı’na katılan Teğmen Mehmet Arif Ölçen, daha sonra Azap ve Sarıkamış savaşlarına katıldi. 1915 yılının sonlarında Erzurum’u savunmakla görevlendirilen birliklerde yer alan Ölçen, komuta ettiği bölüğü ile Üçkilise köyünden geçeceği sıralarda başlayan Rus saldırısında, bazı subaylarıyla esir düştü. Ölçen’in üç yıl süren esir yaşamı da başladı. RUS SUBAYLARIN GÖZÜNDEN ÇARLIKEsir düştüğünde henüz 23 yaşında olan Ölçen, hem günlüğünde hem de 1950 yılında kaleme aldığı anılarında, Türk ordusunun Kafkas Cephesi’nde hangi yokluklar içinde savaştığını da anlattı. Ölçen, bu sırada çevresindeki Rusların duygu ve düşüncelerini de gözleme fırsatı buldu. Genç Rus subayları gözlemleyen Ölçen, onların savaşa karşı olduklarını, kazanılacak toprakların Rus halkına değil, Çar’ın çevresindeki yakınlarına dağıtılacağını bildiğini anlattı. Ölçen’in günlüğünde, subaylar, Çarlık düzeninin halka faydası olmadığının ve savaşın sadece Çar’a yarayacağını savunuyor.   YUSUF AKÇURA İLE GÖRÜŞTÜÖlçen, hem Çarlık Rusyası’nın son günlerini hem de 1917 Rus Devrimi’nin sıcak günlerini günlüğüne aktardı. Ölçen, Rusya’da geçirdiği günlerde ayrıca yazar Yusuf Akçura ile de görüşme fırsatı yakaladı.ÖLÇEN AFYON CEPHESİNDEÖlçen, 1917’deki Rus devrimiyle birlikte, Rusya’da esir tutulduğu Varnavin kasabasından esir 400 Türk askeriyle birlikte serbest bırakıldı. Buradan trenle, 21 Ağustos 1918 günü, İstanbul’da Sirkeci İstasyonu’na gelen Ölçen, kendisinin savaşa katıldığını ve tutsak düştüğünü ispat ettikten sonra İstiklal Madalyası’nı almaya hak kazandı. Daha sonraki yıllarda, cumhuriyetin kurucusu Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün oluşturduğu düzenli orduya katılan Mehmet Arif Ölçen, Afyon cephesinde de savaştı. 11 Kasım 1958 yılında, Ankara’dan İstanbul’a giderken Polatlı tren istasyonunda kalp krizi geçiren Ölçen, yaşamını yitirdi. l ANKARANECATİ’NİN DEFTERİÖlçen’den kalan önemli belgelerden biri de cumhuriyetin ilk Milli Eğitim bakanlarından Mustafa Necati’nin el yazısıyla yazılmış defteri. Kapağında el yazısıyla “131 Alay 8. Bölük K., Mustafa Necati” ibaresi bulunan defterin tamamı eski Türkçe’yle yazılmış. Özcan’ın kütüphanesinde bu belgelerin yanı sıra, aralarında Cemal Süreya, Edip Cansever, Asım Bezirci, Ceyhun Atuf Kansu, Ümit Kaftancıoğlu, İlhan Berk, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi birçok şair ve yazarın yazdığı binlerce mektup, not, fotoğraf ve mimar Hasan Sökmen’in bağışladığı eserler de bulunuyor.  Sarp Sağkal

İşmakinesi TCDD sahasına girdi, rayların altıboşaldı: Faciadan dönüldü

İş makinesi TCDD sahasına girdi, rayların altı boşaldı: Faciadan dönüldü Rayların altındaki boşlukları fark eden TCDD yetkilileri, tren seferlerini durdurdu, olası facia önlendi. Zonguldak Belediyesi’nin Kapuz Plajı bölgesinde yaptığı çalışmalarda TCDD sahasına girildiği için rayların altında boşluklar oluştuğu ve bu boşlukların kaymalara neden olduğu belirtildi. TCDD yetkilileri tarafından bu durum son anda fark edildi. Tren seferleri durduruldu. TBMM ve Sayıştay Başkanlığı’na başvuran CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, Sayıştay denetçilerini ve bilirkişileri göreve çağırdı.Yavuzyılmaz, Sayıştay’a verdiği dilekçede,  “Oldukça işlek ve merkez ile İnağzı ve Kilimli başta olmak üzere bazı diğer ilçeleri de birbirine bağlayan Kapuz caddesi ile Kapuz Plajı mahalleleri arasında, il belediyesi tarafından herhangi bir resmi levha veya inşaat çalışmasına ilişkin Kamu İhale Mevzuatı’nın öngördüğü resmi şantiye ve açıklayıcı tabelalar konulmadan, il belediyesi ve/veya il belediyesinin sorumluluğu altında yüklenici firma tarafından bazı çalışmalar yapılmış. /Archive/2021/2/14/021544073-zon2rnks3.jpgMühendislik ve bilimsel tabanlı esaslardan uzak ve de resmi uyulması gereken kurallara uyulmaksızın yapılan bu çalışmalar sırasında, TCDD sahasına da girilmiş. Rayların altında boşluklar oluşmasına, dolgunun kaymasına ve çökmesine ve bu nedenle de seferlerin aksamasına ve hayati tehlikenin oluşmasına, ayrıca nakli sağlanamayan sınai ham maddelerin de ilgili kamu imtiyazı sahibi işletmelere ulaştırılamamasına neden olarak ayrıca bir kamu zararına sebebiyet verildiği bildirilmektedir’’ ifadelerini kullandı. Dilekçede, 25 kişinin öldüğü Çorlu tren faciası da anımsatılarak özetle “Oluşan risklerin, hasarın ve zararın tespiti, yapılacak tamiratın kontrolü, sorumlularla ilgili idari ve adli işlem yapılması” talep edildi.  Hazal Ocak

CHP Grup BaşkanvekiliÖzel, Covid-19 ile mücadeleyi ve aşıtartışmalarınıdeğerlendirdi: Siyasi söylem aşıyıetkiliyor

CHP Grup Başkanvekili Özel, Covid-19 ile mücadeleyi ve aşı tartışmalarını değerlendirdi: Siyasi söylem aşıyı etkiliyor Aynı zamanda eczacı olan ve sağlık sistemleri konusunda bugüne kadar Meclis’te de çokça açıklamalarda bulunan CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, kutuplaştırıcı söylemin toplumdaki aşı karşıtlığında ciddi etki yaptığına dikkat çekti. Çin’in aşıyı, Uygur Türkleri konusunda Türkiye’ye karşı “siyasi bir koz olarak kullandığı yönünde şüpheler olduğuna” dikkat çekerek “Eğer kullanıyorsa bu uluslararası hukukun konusudur. Barış zamanında aşıyı siyasi koz olarak kullanmakla, savaş zamanında biyolojik silah kullanmak arasında fark yok” değerlendirmesinde bulundu. “Bir çeşit aşıya kaldık. Çin, ‘vermiyorum’ dese mahvolduk” görüşünü dile getiren Özel, Türkiye’nin aşı konusunda acil eylem planına ve 2010’da kapatılan hıfzıssıhha gibi yapılara ihtiyacı olduğunu dile getirdi. Aşının “yerli ve milli üretimi yapılan her şeyden daha önemli olduğunu” vurgulayan Özel, Türkiye’nin Covid-19 ile mücadelesini ve aşı tartışmalarını Cumhuriyet’e değerlendirdi.- Covid salgını yaşamımızda neleri değiştirdi?Bundan 1.5 yıl önce dünyanın otoriter, popülist liderleri kıtadan kıtaya füzeler, erken uyarı sistemleri, AWACS uçakları ve bunları vuracak füzelerle ilgileniyordu. Şimdi bütün dünya kıtadan kıtaya giden virüsleri konuşuyor. Bizim çocukluğumuzda nükleer tehdit altında sirenlerin nasıl çalacağı, sığınağa nasıl inileceği konuşulurdu; şimdi virüs tehdidine karşı ne yapılması gerektiği konuşuluyor. Geriye doğru bakınca çok acemice davranılmış aslında. Mart ayının 10’una kadar beklemişiz. Şu anda hepimiz öğrendik ki esas parayı kıtadan kıtaya giden füzelere değil, kıtadan kıtaya gidecek virüsleri engellemeye harcamalıymışız. Bunu durduracak aşıya ya da ilaca para harcamak lazım. - Türkiye’deki mücadeleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?Aşı adaletsizliğinden Türkiye de payına düşeni alıyor. Süreç baştan sona şeffaf yürütülmedi. Sağlık Bakanı ilk başta ciddi bir kredi buldu toplumun tüm kesimlerinden. Muhalefet partileri de bir kredi açtı. Ama bu güven suiistimal edildi. Verileri gizledi. Testi pozitif çıkmayanların, akciğerdeki tomografi görüntüsü çok net de olsa, ölene kadar testinin sonucu gelmemiş de olsa... Daha sonra PCR testleri pozitif çıktığı halde semptom göstermeyen kişileri hasta saymadılar. Rakamları gizlediler ve hastalığı yaymasını göz ardı ettiler. - Ta ki dünya Türkiye’nin verilerine inanmayana kadar...DSÖ, Türkiye’ye dedi ki: “Sen verileri bize bildirmiyorsun.” Sağlık Bakanlığı burada hasta ve vaka ayrımı yaptı. Ama hasta sayısını ilan edip, vakayı ilan etmediğini söylemek yerine aylarca hasta sayısını vaka olarak ilan etti. Hem dünya hem de Türkiye yanıltılırken, meselenin hangi ciddiyette olduğu toplumdan gizlendi. Herkes 1 Haziran ile birlikte iyileştik sandı. ‘KALAN SAĞLAR BİZİMDİR ANLAYIŞI’- Türkiye’de uygulanan kısıtlama modeli de dünyadaki örneklerden farklı...Türkiye’de karma sistem uygulanıyor. Sınıf bağışıklığı sistemi... Paran varsa, çalışmadığın günleri tolere edebiliyorsun, evde kalıyorsun, kendini koruyorsun. Ama çalışmak zorunda olanlar, işçiler evde kalırsa, aç kalır. Yaşamak için sokağa çıkmaları lazım. Bu işçiler çalışırken hastalanıyorlar. İyileşirse sürü bağışıklığına katkı sağlıyor. Ölürlerse “Kalan sağlar bizimdir” deniyor.- “Yeni normal” diye anılan süreç doğru işletildi mi?Mart ayında hastalıkla ilgili kamu spotları çekilmişti. Haziranda yeni normalde dikkat edilmesi gerekenlerle ilgili kamu spotu yapılmadı. Ta ki eylül ayına kadar. İnsanlar dikkat etmedi ve hastalandılar.- Aşıda nasıl bir noktadayız?Fahrettin Koca, 9 Aralık’ta yaptığı açıklamada, “Aralık ayında 20 milyon, ocak ayında 20 milyon, şubat ayında 10 milyon, toplam 50 milyon Çin aşısı gelecek” demişti. 25 Aralık’ta yaptığı açıklamada da 550 bin BioNTech aşısı geleceğini söylemişti. “Mart ayında 4.5 milyon, 2021 yılı içinde de 30 milyon BioNTech aşısı gelecek” demişti. Bizim bunu konuştuğumuz tarih itibarıyla Türkiye’de 40 milyon 550 bin doz aşının bulunması lazım. Şu anda 13 milyon aşı geldi.- Peki, ya aşılama hızımız?İlk günlerde günde “1.5 milyon, hatta 2 milyon kişiyi aşılayabiliriz” diyorlardı. Şimdi de söyleyeyim: O dönemde aşılananların hepsi sağlık çalışanıydı. Aşıyı yapan da olan da aynı ortamdaydı; aşıya inanan bir kitle ile yönetilmesi çok kolay bir süreç vardı. Sağlık çalışanları aşılandıktan sonra sürecin bu hızda ilerlemeyeceği ortaya çıktı. Çünkü biraz da ağırdan almak işlerine geliyor, aşının arkası yok, devamı gelmiyor. Türkiye’nin en fazla aşı yapılan 9. ülke olmasıyla övünüyorlar, fakat nüfusa oranladığımızda en fazla aşının yapıldığı 30. ülkeyiz. - Sizce ülkedeki siyasi söylem tarzı aşı karşıtlığını etkiliyor mu? Pandeminin başında Sağlık Bakanı’nı arayıp, kamu spotlarında bütün liderlerin, siyasi parti genel başkanlarının hepsinin oynatılması gerektiğini söyledik. “Düşünelim” dediler, kaldı. Aşı meselesinde de aynı öneriyi yaptık. Onu da “Düşüneceğiz” dediler, yapmadılar. Toplumda, kutuplaştırıcı ve karşı tarafı sürekli taciz eden söylem aşı karşıtlığında ciddi etki yapıyor. Anketlere baktığımda aşı karşıtlığı toplumda yüzde 40-45. Muhalif siyasi partilerin seçmenlerinde yüzde 60-65’i buluyor. Her gün oy verdiği partiye, onun liderine ve hatta kendisine sürekli saldıran bir dilin yaptığı kampanya, kitleler tarafından inandırıcı bulunmuyor. - Örnekler var mı?Manisa’nın Salihli ilçesinde emekli öğretmen İlyas amcamızın aşı sırası gelmiş. Fakat kendisi, “Vurulmam ben onların aşısını” demiş. Konu bana ulaştı, telefonda İlyas amcayı ikna ettim ve aşı oldu. Bir de Manisa Yeşilyurt’tan Cennet teyzemiz var. Aşıya karşı olan bir arkadaşını ikna sürecini anlatıyor. Bana videosunu gönderdiler, şunu söylüyor: “Özgür Özel çıktı. ‘Ben eczacıyım, aşı yapılır’ dedi. O zararlı bir şey olsa, çıkar kendini yırtardı, bize aşıyı yaptırmazdı. Vurulalım.” Cennet teyze bu sözlerle arkadaşını ikna ediyor. Bu örnekler, bizim meseleye nasıl yaklaştığımız açısından önemli. Her gün onlarca insanı aşı olmaya ikna ediyoruz.- Türkiye aşıyı sadece Covid-19 için mi düşünmeli, yoksa bundan sonra ortaya çıkabilecek olası riskleri değerlendirerek gelecek için yatırımları hızlandırmalı mı? Örneğin yerli otomobil üretimi stratejik değil ama yerli aşı üretimi stratejik bir konu. Görüyoruz. Bir çeşit aşıya kaldık. Çin, “Vermiyorum” derse, mahvolduk. Eğer bir şeyin yerlisi yapılacaksa aşının yapılması lazım. Türkiye’nin hem aşı konusunda bir acil eylem planına ihtiyacı var hem de AK Parti’nin 2010’da kapattığı hıfzıssıhha gibi devlet tarafından oluşturulmuş, bir eli sanayi ile bir eli üniversite ile temasta olan yapılara ihtiyacı var. l ANKARA‘ÇİN ŞANTAJ YAPIYORSA DÜNYA BİLSİN’ - Hükümet aşı konusunda şeffaf davranıyor mu? Toplumda kimsenin sözleriyle ya da davranışlarıyla aşı karşıtlığı yaratmaması lazım. Aşı konusunda son derece şeffaf olunması lazım. Aşı Çin’den geliyor. Türkiye henüz Çin aşısı dışında başka bir aşı getiremedi. 4.5 milyon Pfizer aşısı gelecekti, gelmedi. Ve Çin’in bu aşıyı Uygur Türkleri ile ilgili konuda Türkiye’ye karşı siyasi bir koz olarak kullandığı yönünde şüpheler var. Gelecek hafta Meclis’te bir genel görüşme açarak Sağlık Bakanı’nı davet edeceğiz. Aşı ve Çin’le ilişkiler konularını görüşeceğiz. “Çin bize şantaj yapıyor mu, koz olarak kullanıyor mu” diye soracağız. Eğer kullanıyorsa bu uluslararası hukukun konusudur. Çünkü barış zamanında bulaşıcı ve öldürücü bir hastalığa karşı aşıyı siyasi koz olarak kullanmakla savaş zamanında biyolojik silah kullanmak arasında hiçbir fark yok. Böyle bir şey varsa bütün dünyanın bilmesi gerekiyor. DSÖ’YE MEKTUP‘Aşıda adaleti sağlayın’ dedik- Dünya ne tür önlem almalı?Bir şey öğrenildi, bu evrende en yoksulumuzun sağlığı kadar sağlıklıyız. En yoksulumuzun eğitimi, hepimizin güvenliğini etkiliyor. Beyni yıkanmış biri, eline bir kitle imha silahı geçirdiğinde hepimizin sonunu getirebilir. Çin’deki yoksullukla ne İngiltere ne de Amerika ilgileniyordu. Hatta hoşlarına gidiyordu. Ama ne çıktı ortaya? 4 yoksul Çinlinin bir hayvan pazarında içtiği yarasa çorbası, İngiliz Başbakanı Boris Johnson’ı yoğun bakıma, dönemin Amerikan Başkanı Trump’ı hastaneye yatırdı. Buradan yoksulluk meselesine küresel olarak eğilmek gerekliliği ortaya çıktı. - Çözüm yolunda ilerleme var mı?Pandemi başladıktan sonra Sayın Genel Başkanımızın imzasıyla DSÖ’ye bir mektup yazdık. Bu mektubu dünyada 119 sosyalist, sosyal demokrat lidere de yolladık. Dedik ki: “Bizler bu aşı meselesini sahiplenmeliyiz. Dünyadaki bazı ülkelerde herkesi aşılamak yerine tüm ülkelerdeki bazılarını aşılamayı önerdik. Çünkü İngiltere’nin tamamını aşılayıp Afrika’yı aşısız bırakırsan, aşının etkisi geçer. Afrika’daki pandemi gelir seni yine bulur. Şu anda solun idealizmi ile kapitalizmin faydacılığının üst üste örtüştüğü bir yerdeyiz. Bizim idealimiz de aynı şeyi söylüyor. “Aşı paralı olmamalıdır ve aşı adaleti sağlanmalıdır. Tüm ülkelerdeki bazı insanlar aşılanmalı.” Fakat maalesef aşı adaleti sağlanabilmiş değil. HASTANELERİN DURUMU‘En iyisi eve yakın olandır’- Aşıda tamamen dışarı bel bağlanmış olmasından nasıl bir ders çıkarılmalı?18 yıldır iktidardasın, iktidarının 8. yılında hiçbir şey yapmayıp, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatmışsın. Ayrıca AK Parti, sağlık ocaklarını kapattı. Türkiye’de sağlık ocağı gider aşılama programında aileleri tek tek takip ederdi. Bunun yerine aile hekimliği uygulamasını getirdi. Bu sisteme itiraz doktorlar için aile hekimlikleri kısıtlı imkânlarla bir başlarına kaldıkları yerlere dönüştürüldü. Hıfzıssıhhanın kelime anlamı olan “sağlığı korumak”tan hastalananı iyileştirmeye yönelindi. Koca koca şehrin dışında hastane yapmakla övünülen bir anlayışa geçildi. Oysa, “ocak” kelimesinin kendisine bir sıcaklık var. Sağlık ocakları sosyal devlet mantığındaydı, aile hekimliği sistemi ise devletin şirket gibi yönetmenin sağlık alanındaki karşılığı. Devlet hastanesi, üniversite hastanesinden şehir hastanelerine geçildi. Her şeyin en büyüğünü yapmak marifet değil. Hastanelerin ihtiyacı görecek kadar büyük, mümkün olacak kadar eve yakın şekilde tercih edilmesi gerekiyor. En iyi hastane, eve en yakın hastanedir.  Erdem Sevgi

İktidar kanadıseçim yasalarıüzerindeçalışmalar yürütüyor:İktidarda‘sistem’açmazı

İktidar kanadı seçim yasaları üzerinde çalışmalar yürütüyor: İktidarda ‘sistem’ açmazı MHP, ‘dar ve daraltılmış seçim sistemine’ karşı çıkarken, AKP, büyükşehirlerde HDP’nin milletvekili sayısında azalma olacağı gerekçesiyle, ‘olabilir’ yaklaşımında. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “yeni anayasa” çıkışı ile birlikte siyasette gözler, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi doğrultusunda hazırlanması planlanan uyum yasalarına” çevrildi. Yeni anayasa ile ilgili, parlamentodan referandum için 360 yeter sayıyı bulamayacağını hesaplayan iktidar, 2023’e dek Siyasi Partiler Yasası (SPY) ile seçim yasaları ile ilgili çalışmalara da hız verdi. Ancak AKP ile MHP arasında, “dar ve daraltılmış bölge seçim sistemlerine” ilişkin bir “açmaz” bulunuyor. Yerel seçimlerde pek çok büyük şehri muhalefete kaptıran iktidar, “bunun en büyük etkeninin HDP’nin büyükşehirlerdeki oyları olduğundan” yola çıkarak “seçimlerde dar ve daraltılmış bölge seçim sistemlerinin uygulanabilmesine sıcak yaklaşıyor.” Ancak MHP, HDP’nin Doğu ve Güneydoğu’daki milletvekili sayısını artıracağı gerekçesiyle iki sisteme de karşı çıkıyor.Kulislerde, AKP ve MHP’nin başta “seçim barajı” olmak üzere “seçim sistemleri” ile ilgili “anlaşmazlık” yaşadığı belirtiliyor. Yerel seçimlerde, İstanbul ve Ankara olmak üzere, Adana, Mersin, Antalya gibi büyük şehirleri de kaybeden iktidar kanadı, cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde ise “işini şansa bırakmak istemiyor.” AKP, bu nedenle, “dar ve daraltılmış bölge seçim sistemlerinin de masada tartışılması gerektiğini” düşünüyor. Ancak AKP, ittifak ortağı MHP ile bu konuda “henüz görüş birliğini sağlamış değil.” ‘SİYASET YERELLEŞİR’MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, HDP’nin kapatılması yönündeki çağrısı ve bununla ilgili eğer yargı bir adım atmazsa, “MHP’nin gereğini yapacağını” söylemesi, “AKP’nin elini de sıkıştırıyor.” Dar bölge seçim sistemi, Türkiye’nin “seçilecek milletvekili sayısı kadar seçim bölgesine ayrılmasına ve her bölgeden bir milletvekili seçilmesine” olanak sağlıyor. Daraltılmış bölge sisteminde ise her il 5 milletvekili çıkaracak şekilde seçim çevrelerine ayrılıyor. AKP kanadı, her iki seçim sisteminde de “büyük şehirlerde HDP’nin milletvekili çıkaramayacağını” savunuyor. Mevcut sistemde, HDP’nin büyük şehirlerde “en az bir milletvekili çıkardığına” işaret ediliyor. Ancak MHP kanadı, “dar ve daraltılmış bölge sistemlerinin Türkiye için uygun olmadığını” ve “ilerde sıkıntı çıkaracağını” savunuyor. MHP, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde HDP’nin milletvekili sayısını artıracağı tezinden de hareketle, iki sistemle ilgili AKP’yi şu gerekçeyle uyarıyor: “Temsilde adalet ilkesini geçersiz kılar. Etnik, dini ya da belirli yapıları öne çıkarma ve güçlendirme, parti kurumsallığını ve disiplini ortadan kaldırma ile siyasetin çok yerelleşerek, ülke meselelerinden uzaklaşması gibi riskler nedeniyle ayrıştırıcı yönde etki yaratabilir.” Değişiklik talebi MHP lideri Bahçeli tarafından gündeme getirilmiş olsa da MHP, mevcut sistemle seçimlere gidilmesi gerektiğinin altını çiziyor. MHP ETKİLENİYORAKP’de yapılan çalışmalarda, “dar ve daraltılmış bölge seçim sistemlerinde MHP’nin milletvekili sayısının azaldığı” ifade ediliyor. AKP’nin parlamentodaki 600 milletvekili üzerinden yapılan çalışmasında, “son seçimle birlikte Meclis’e giren 50 milletvekilinden ortalama 29’unu AKP’nin, yalnızca 5’inin ise MHP’nin aldığı” ifade ediliyor. Daraltılmış bölge üzerinden yapılan sistemde özellikle AKP’nin milletvekili sayısının “yaklaşık yüzde 10 arttığı” gözlenirken, MHP’nin milletvekili sayısının ise “düştüğü” ifade ediliyor.  Selda Güneysu

Cumhurbaşkanıkararıile birisi 11.7 milyar TL’lik dev sermayeli 3 yenişirket kuruldu: Yetki süper, denetim yok

Cumhurbaşkanı kararı ile birisi 11.7 milyar TL’lik dev sermayeli 3 yeni şirket kuruldu: Yetki süper, denetim yok Türkiye’nin doğalgazını çıkarmak için kurulan süper yetkili şirketler hakkında 11 yasa ile birçok mevzuat hükmü ya hiç uygulanmayacak ya da kısmi uygulanabilecek. Cumhurbaşkanı kararı ile BOTAŞ ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) bağlı ortaklığı olan Turkish Petroleum Overseas Company Limited (TPOC) tarafından 3 yeni şirket kuruldu. Aralarında Kamu İhale Yasası’nın da bulunduğu birçok yasa, bu şirketler için uygulanmayacak. Kurulan şirketlerin ortaklık yapısı, yeni şirket kurabilmesi ya da ortak olabilmesi konusunda tek yetkili ise Cumhurbaşkanı olacak.   Bu şirketlerden Turkish Petroleum International Anonim Şirketi’nin sermayesi 11.7 milyar TL. Merkezi Ankara’da olan şirkette hâkim ortak BOTAŞ. Kurulan diğer şirketin ismi BOTAŞ International AŞ’nin sermayesi 3.5 milyon TL. Ankara merkezli şirkette de hâkim ortak ise yine BOTAŞ olacak. Yeni kurulan Turkish Petroleum Off-Shore Technology Center AŞ’nin sermayesi ise 21.4 milyon TL olarak belirlendi. İstanbul merkezli bu şirkette de hâkim ortak TPOC olacak.TAŞERONLAŞTIRMA VARYeni şirketler, birçok yasadan da muaf olacak. Aralarında kanun hükmünde kararnamelerin de bulunduğu 11 yasa ile çeşitli mevzuat bu şirketler için ya hiç uygulanmayacak ya da kısmi olarak uygulanabilecek. Şirketler, Kamu Kuruluşlarının Yurtdışındaki İhalelere Katılması Hakkında Yasa’ya tabi olmaksızın yurtiçinde ve yurtdışında faaliyet yürütebilecek. Bu şirketler hakkında ayrıca Harcırah Yasası, Taşıt Yasası, Devlet İhale Yasası, Kamu İhale Yasası, Kamu İhale Sözleşmeleri Yasası, Türk Ticaret Yasası’nın bazı hükümleri ile bazı kanun hükmünde kararnameler uygulanmayacak. Yani bu şirketler sayılan yasalardaki hükümlere tabi olmayacak.Kararı değerlendiren Makine Mühendisleri Odası (MMO) Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz, 2 Aralık’ta Resmi Gazete’te yayımlanan “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”a dikkat çekti. Bu yasanın 9. maddesi ile Doğalgaz Piyasası Yasası’na “şirket kurulumu ve devir” başlıklı yeni bir madde eklendi. Yeni şirketler de bu maddeye göre kuruldu. Bu şirketler en geç 6 ay içerisinde yurtdışındaki şirketlerin her türlü haklarını, taşınırlarını, taşınmazlarını, gemilerini, taşıtlarını, personelini devralabilecek. Şirketlere geniş bir hareket serbestisi sağlanıyor, denetim dışına çıkarılıyor” dedi. Bu şirketlerin Karadeniz ve Akdeniz’deki aramalarla ilgili kurulduklarını da ifade eden Türkyılmaz, “TPOC ve Turkish Petroleum International Company’nin (TPİC) TPAO ile ilişkilendirilmesi gerekiyor. Bir taşeronlaştırma var. Oysa bunlar ana şirkete yani TPAO’ya bağlı olsunlar” dedi.  Mustafa Çakır

Geçen yıl altın mevduatıTürkiye’de yüzde 238, Muğla’da yüzde 326 arttı: Muğlalıların altın aşkı

Geçen yıl altın mevduatı Türkiye’de yüzde 238, Muğla’da yüzde 326 arttı: Muğlalıların altın aşkı Her dönemin vazgeçilmez ödeme, yatırım ve hediye aracı olan altın, bu özelliğini değişik formlar altında artırarak sürdürüyor. BDDK tarafından il bazında açıklanan altın mevduatı hesabı bilgileri de bunu çarpıcı şekilde ortaya koyuyor. Altın fiyatlarındaki genel yükseliş, TL’deki değer kaybı gibi nedenler rakamları kısmen etkilese de son yıllarda altın mevduatına hızlı yönelim dikkat çekiyor. ‘TÜZEL’DE DAHA YÜKSEKYurttaşın elindeki altını sistem içine çekmekle ilgili teşviklerin yanında, esas olarak küçük-büyük birikimleri her anlamda güvende tutma ihtiyacı son dönem daha öne çıkıyor. Veriler göre 2020 sonu itibarıyla bankalarda 275.6 milyar liralık altın mevduatı var. 2019 yılı sonuna göre artış yüzde 237.6 oldu. Bu kapsamda “gerçek kişi”lerin mevduatı yüzde 231.8 artışla 254.6 milyar TL, “tüzelkişi”lerin mevduatı yüzde 328.7 artışla 20.9 milyar TL’ye çıktı.Altın mevduatının en çok arttığı il ise yüzde 326.1 ile Muğla oldu. Toplam altın mevduatı Muğla’da 919.5 milyon liradan 3 milyar 918 milyon liraya çıktı. Toplam altın mevduatına göre ikinci sırada yüzde 312.6 artış ve 2 milyar 501 milyon TL ile Tekirdağ, üçüncü sırada yüzde 304.8 artış ve 8 milyar 595 milyon lirayla Antalya, dördüncü sırada yüzde 299.4 artış ve 962 milyon lirayla Edirne, beşinci sırada yüzde 284.9 artış ve 16 milyar 895 milyon lirayla İzmir var. Toplam altın mevduatındaki yüzde 31’lik payıyla bu alanda da lider durumda olan İstanbul’da artış yüzde 239.9 olurken, tutar 86 milyar 95 milyon liraya çıktı.‘YASTIK ALTI’ DA BÜYÜDÜAltın mevduatına olan bu ilgiyi, ING Türkiye’nin peryodik olarak uzun yıllardır yaptığı “Türkiye’nin Tasarruf Eğilimleri Araştırması” da teyit eder nitelikte. Araştırmanın 2020 yılı dördüncü çeyrek sonuçlarına göre tasarruf araçları tercihinde sistem içi altının payı yüzde 18, sistem dışı (yastık altı) altının payı yüzde 11 oldu ve toplamda ilk sırada yer aldı. Yine dördüncü çeyrekler itibarıyla, bu oranlar 2016’da sistem içi yüzde 4, sistem dışı yüzde 8, 2019’da sistem içi yüzde 15, sistem dışı yüzde 8 idi. Serhat Aligil

Milli Savunma BakanıAkar'dan kritik açıklama

Milli Savunma Bakanı Akar'dan kritik açıklama Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Pençe Kartal-2 Harekatı ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Milli Savunma Bakanı Akar, "Pençe Kartal-2 Harekatı'nda 3'ü sözde üst düzey yönetici olmak üzere 48 terörist ölü, 2 terörist sağ ele geçirildi. Son derece önemli, kritik ve özel bir harekat yapıldı. Çok geniş bir alanı kapsayan zor bir harekat gerçekleştirildi" açıklamasını yaptı. cumhuriyet.com.tr

Facebook akıllısaat pazarına giriyor

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Facebook akıllı saat pazarına giriyor Ürettiği cihaz yelpazesini genişletmek için çalışmalarını sürdüren sosyal medya devi Facebook, gelecek yıl piyasaya yeni akıllı saatini sürmeye hazırlanıyor. Instagram ve WhatsApp’ı bünyesine katarak sosyal ağlardaki pazar payını artıran Facebook, bu kez teknoloji dünyasındaki yelpazesini genişletmeye yönelik adımlar atıyor.Project Aria projesiyle artırılmış gerçeklik, Oculus markasıyla sanal gerçeklik gözlüğü ve Ray-Ban’la işbirliği yaparak akıllı gözlük sektörlerine giren Facebook, 2022 yılında akıllı saat piyasasında varlık göstermeye başlayacak.The Information’ın haberine göre Facebook’un akıllı saati, Android sistemiyle de uyumlu olacak. Akıllı saatinde sağlık özelliklerine yer verecek olan Facebook, saatle mesajlaşma imkânı da sunacak. cumhuriyet.com.tr

YurttaşAKP'li CumhurbaşkanıErdoğan'a 'açım' diyerek seslendi, Erdoğan umursamadı!

Yurttaş AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'a 'açım' diyerek seslendi, Erdoğan umursamadı! AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Elazığ Harput ziyaretinde oldukça çarpıcı anlar bir an kameralara takıldı. TikTok’ta ‘zaryld’ adlı kullanıcı tarafından paylaşılan videoda, Erdoğan ve Soylu’ya seslenen yaşlı bir kadın, içinde bulunduğu zor şartları, “Oğlum askerden geldi, ameliyatlıyım, ben açım açım” ifadeleriyle dile getiriyor.Kadının sözlerinin ardından ise Erdoğan belli belirsiz bir şekilde elini kaldırıyor ancak kadınla ilgilenmeyerek Soylu ve çevresindekilerle konuşmasını sürdürüyor.İşte o anlar: cumhuriyet.com.tr

İşgörüşmelerinde yapay zeka programlarıetkin rol oynamaya başladı

İş görüşmelerinde yapay zeka programları etkin rol oynamaya başladı Doç. Dr. Pelin Vardarlıer, "Yapay zekânın iş görüşmelerinde de oldukça faydalı kullanımları olduğunu görmek mümkündür" dedi. İstanbul Medipol Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi İnsan Kaynakları Yönetimi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Pelin Vardarlıer, Covid-19 salgını sebebiyle insan kaynakları süreçlerinde de değişikliklerin olduğunu belirterek işe alım süreçlerinde yapay zeka programlarının da etkili rol oynamaya başladığını söyledi.Vardarlıer, Covid-19 salgının işe alım süreçleri, insan kaynakları ve kurum içi iletişim alanlarında etkilerini değerlendirdi.Salgın sürecinde işletmelerin müşterilerin ve çalışanlarının zarar görmemesi için uzaktan çalışma gibi pek çok önlemi devreye aldığının altını çizen Vardarlıer, "İnsan kaynakları departmanlarına önemli görevler düşmekte. Bu sürecin etkin bir şekilde ilerlemesi, çalışan performanslarının düşmemesi ve motivasyonlarının yüksek tutulması, insan kaynakları departmanlarının üzerinde durması ve dikkat etmesi gereken konular arasındadır" şeklinde konuştu.ÖDÜLLENDİRME POLİTİKALARI UYGULANMALIPerformansın yüksek olmasında rol oynayan etkenlerden birinin liderler olduğunu söyleyen Vardarlıer, "Belirsizliğin fazla olduğu bu dönemde güçlü ve dijital liderlerin varlığı işletmelerin gücünü arttırmada itici bir faktördür. İşletmeler bu süreçte dijital liderlerin varlığı ile başarılı olabilir ve yükselişe geçebilir. Pandemi süreci iş yapış şekillerini değiştirdiğinden bu değişikliklere ayak uydurabilecek çalışanlar, işletmelerin genel performanslarını da büyük ölçüde arttırmaktadır. Bu nedenle, çalışanların performansını arttırmak için ödüllendirme politikalarının uygulanması gerekmektedir" diye konuştu.Vardarlıer, dijitalleşme ile birlikte performans değerlendirme, işe alım, mülakat yönetimi, öneri yönetimi, eğitim ve gelişim yönetimi, işletme içi iletişim ve çalışan memnuniyeti faaliyetleri daha etkin bir şekilde ve online olarak yönetildiğini, buna bağlı olarak zaman ve maliyet tasarrufu sağlandığını söyledi.YAPAY ZEKA PROGRAMLARI İŞE ALIMLARDA KULLANILIYORİşe alım süreçlerinde yapay zeka sistemlerinin de etkili rol oynamaya başladığının belirten Vardarlıer, şunları söyledi:"Yapay zeka ve robotik teknolojilerinin hayatımızda daha çok yer almasıyla birlikte insan kaynakları süreçlerinde işe alım, seçme yerleştirme, oryantasyon ve insan kaynaklarının rutin yaptığı diğer işler yapay zeka destekli dijital sistemlere devredilmeye başlanmıştır. Böylece daha az işgücü ile hızlı ve daha etkin bir şekilde süreçler yönetilmektedir. Bununla birlikte yapay zekânın iş görüşmelerinde de oldukça faydalı kullanımları olduğunu görmek mümkündür. Nitekim iş görüşmelerinde yapılan video kayıtlarının ve bu video kayıtlarında adayın kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevaplara dair seslerin incelenmesi sonucunda yapay zekâ programlarının personele dair karar verdiği bilinmektedir.Bu noktada yapılan video kaydında bireyin jest ve mimiklerinden hareketle davranışlarına dair bir veri seti oluşturulmaktadır. Yapılan bu veri seti oluşturmanın ardından gerçekleşen analizler sonucunda kişinin alınacak olduğu işe uygun olup olmadığı, bu işte başarılı olup olamayacağı, geçmiş başarısı ile gelecekteki başarısı arasında ne gibi bir oran olacağı yönünde belirlemeler yapılarak bireyin işe alımı noktasında kararı verilme sürecinde öneride bulunabilmektedir. Ayrıca başvuru sürecinde önyargıları da ortadan kaldırdığı görülmektedir."Salgın süreci ile birlikte uzaktan çalışmanın birçok işletme tarafından kalıcı hale getirildiğinin altını çizen Vardarlıer, bu süreçte ise uyum, dijital dönüşüm, değişim yönetimi gibi kavramlardan daha çok bahsedildiğini anlattı.Vardarlıer, sözlerine şöyle devam etti:"Çeşitli insan kaynakları uygulamaları da tek bir platformda toplanmaya ve çalışanların ihtiyaçlarına göre şekillendirilmeye başladı. Geleneksel çalışma hayatına baktığımızda çalışanlar tek bir çatı altında işlerini yürütmekteydi. Uzaktan çalışma ile işler, zaman ve mekandan bağımsız olarak yürütülmekte. Bu durum ise çalışanları psikolojik ve motivasyonel olarak etkileyebilmekte. Çalışanların duygu paylaşımında bulunamaması ise büyük bir eksiklik olarak karşımıza çıkmakta. Bu nedenle bu süreçte, çalışanlar psikolojik ve duygusal anlamda destek beklemekte. İyi planlanmış mentörlük, koçluk gibi programlarla kişi odaklı çözümler üretmek mümkün. Çalışanlara stres yönetimi konusunda destek verilmesi, iş-özel yaşam dengelerinin sağlanması, hatta ailelerinin de pedagojik anlamda desteklemesi gibi çözüm yolları bulunmakta. Son yıllarda insan kaynakları departmanlarının fazlaca üzerinde durduğu bir konu var, 'Mutluluk Yönetimi'. Mutluluk yönetimi departmanlarının varlığı ve işlevi ile daha kişi odaklı hareket etmek mümkün.""KAMERA YERİNE BİLGİSAYARA BAKMAK KARŞI TARAF AÇISINDAN CİDDİ ALGILANMAMAYA NEDEN OLABİLİR"Çevrimiçi mülakat yapacak adaylara da tavsiyelerde bulunan Vardarlıer, şu önerileri sıraladı:"Adayların mülakat saatinden en az 1 saat önce bilgisayarına hangi platformda mülakat gerçekletirşilecekse (Microsoft Teams, Zoom, Skype gibi) gerekli programları yüklemiş olması, bu programları iyi kullanabiliyor olması ve kamerasının çalışır durumda olup olmadığını kontrol etmesi gerekir. Görüşme esnasında herhangi bir problemle karşılaşmamak için önceden prova yapılabilir. İş görüşmesinin gerçekleştirileceği odanın fiziksel şartları da son derece önemli. Adayların arka plandan gelebilecek seslere karşı önlem almasında fayda var. Televizyon, çocuk veya evcil hayvan sesleri görüşmeyi engelleyeceği için bu tür seslerin gelmeyeceği yerlerde görüşmeye katılmak gerekir. Karanlık ve rahatsız edici aydınlatmaların olduğu yerlerde mülakata katılmak karşı tarafı rahatsız edebilir. Telefon ve diğer elektronik cihazlardan gelebilecek bildirim seslerinin kapalı olmasına özen gösterilmeli.Çevrimiçi mülakatlar her ne kadar ev ya da adayların konfor alanları dahilinde yapılıyor olsa da profesyonel kıyafetlerin tercih edilmesi ilk izlenim açısından önemli bir faktördür. Mülakat esnasında kamera yerine bilgisayara bakmak karşı taraf açısından ciddi algılanmamaya neden olabilir. Bu nedenle konuşurken kameraya bakmak daha profesyonel bir algı oluşturmaya yardımcı olur. Son olarak, özgeçmişin adayın kolaylıkla ulaşabileceği bir yerde bulunmasında fayda var. Bu sayede, özgeçmişte yazan bilgilerin unutulma ihtimaline karşı önlem alınmış olur. cumhuriyet.com.tr

Hercule Poirot 100 yaşında!

Hercule Poirot 100 yaşında! Agatha Christie’nin Ölüm Sessiz Geldi isimli ilk romanı tam 100 yıl önce yayımlandı. Hercule Poirot’nun yaşamımıza girişinin 100’üncü yılına özel olarak Altın Kitaplar tarafından basılan ciltli-şömizli ve kutulu Hercule Poirot Seçkisi Seti; Acı Kahve, Nil’de Ölüm, Cinayet Alfabesi ile yazarın en beğendiği kitapları arasında gösterdiği Ölüm Sessiz Geldi, Doğu Ekspresinde Cinayet ve “değişmeyen favorim” olarak belirttiği Roger Ackroyd Cinayeti romanlarından oluşuyor. /Archive/2021/2/14/002122750-ic1.jpg“Lucrezia Borgia dışında en çok insan öldüren kadın benim, ama daktilomla.”Agatha ChristieİDDİA ÜZERİNE YAZDIBeş yaşında kendi kendine okumayı öğrenen ve evde eğitim gören Agatha Christie, Hercule Poirot’yu okuyucuyla tanıştırdığı ilk romanı Ölüm Sessiz Geldi’yi kız kardeşinin “Bahse girerim sen iyi bir dedektif öyküsü yazamazsın” diye meydan okuması üzerine yazmıştı. Yarım yüzyılı aşan yazarlık kariyerine 78 dedektif romanı, 100 kısa öykü, 19 tiyatro eseri sığdıran Agatha Christie, Mary Westmacott mahlasıyla da 6 psikolojik roman yazdı.Tiyatro tarihinin en uzun süre oynanan oyunu olarak tarihe geçen Fare Kapanı (25 Kasım 1952’den bugüne) ile satışı milyonlarla ifade edilen ve geçtiğimiz günlerde Altın Kitaplar tarafından On Kişiydiler ismiyle yeniden basılan On Küçük Zenci romanı da bunların arasındadır./Archive/2021/2/14/002136547-ic2.jpgPOIROT’NUN KÜÇÜK, GRİ HÜCRELERİ!Agatha Christie dışında hiçbir polisiye yazarı Hercule Poirot ve Miss Marple gibi iki dünyaca ünlü dedektif yaratmayı başaramamıştır. Poirot’nun “küçük gri hücreleri” tam 33 roman ve 54 öyküde suçluların yakasına yapışır.Poirot adını mitolojin en güçlü kahramanlarından Herkül’den almasına rağmen yumurta kafalı, ufak tefek ve çelimsiz biridir. Her zaman cilalı duran küçük bağcıksız rugan papuçları, yeleği, geriye taranmış saçları, bakımlı, vaxlanmış, gür kıvrımlı bıyığı, bastonu ve elbette fötr şapkası ve özenli giyimiyle dikkat çeker. Sistemli bir hayat tarzını benimsemiştir. Konu kendi işi ise kesinlikle alçak gönüllü değildir.Hercule Poirot en karmaşık, en içinden çıkılmaz cinayetleri gözleme dayanan mantıksal analiz yoluyla (küçük gri hücreler!) çözer. Okuyucuya sanki “Bu kişilerin arasından kötü olanı seçeceğim. Bakalım siz bu kara koyunu fark edebilecek misiniz?” der./Archive/2021/2/14/002200734-ic3-.jpgKİBİRLİ, KAÇIK, EGZANTRİK!Poirot’nun amacı, bulmacanın tüm parçalarının yerine oturması, ürettiği kuramın, olayla ilgili bütün soruları cevaplandırmasıdır. Bütün sorulara, olgular tarafından da desteklenen cevaplar verildiği an, olay çözülmüş, diğer bir deyişle katil yakalanmış olacaktır.Bu sorular resmi polisin asla aklına gelmeyecek nitelikte sorulardır. Hatta resmi polis Poirot’yu böyle tuhaf sorular peşinde koştuğu için aşağılar bile. Ondan, “çılgın”, “kaçık”, “deli,” “egzantrik” diye söz eder.Poirot herkesi dinler, dinlerken inceler ve düşünerek sonuca varmaya çalışır. Sonuçta herkesi toplayıp o meşhur “Hepinizi buraya neden çağırdım merak ediyorsunuzdur” cümlesini söyler ve kendisiyle gurur duyan kibirli tavrıyla cinayeti nasıl çözdüğü açıklar./Archive/2021/2/14/002211812-ic4.jpgTOPLUMSAL YAPI VE SINIF FARKLILIKLARIPoirot emekli bir dedektiftir ve genellikle görevlendirilmez, kendisini olayların ortasında bulur. Tatile çıktığında, seyahat ederken, “rahatsız edilmek istemediğinde” cinayet gelip onu bulur ve cinayeti çözümlemeye sürükler.Poirot romanlarında dönem Avrupa’sının toplumsal yapısı ve sınıf farklılıkları hakkında bilgi edinmek de mümkündür. Olaylar genellikle belirli bir bölgede yaşayan soylular ya da zengin kişilerin çevresinde geçer. Sonra imrenilen bu soylu, sosyetik kesimin arasında çok kötü bir ilişkiler ve suçlar yumağı olduğunu anlarız. Suçlulardaki hastalıklı ve kibirli ruh halini yılların deneyimiyle çok iyi bilir. Onlara kimin daha zeki olduğunu göstermek Poirot için adeta bir düellodur./Archive/2021/2/14/002223593-ic6.jpgAGATHA CHRISTIE: ‘POIROT, ÇEKİLMEZ BİRİ!’Agatha Christie, Poirot’yu 1930’da ‘çekilmez biri’ olarak tanımlar, 1960’taysa ondan “nefret uyandıran, gösteriş düşkünü, can sıkıcı ve ben merkezci” olarak bahseder. Hatta Bayan Oliver’a, ünlü dedektifi Sven Hjerson için, “Tabii o aptalın biri. Ama okuyucular adamdan hoşlanıyorlar.” dedirterek belki de Poirot hakkındaki düşüncelerini tüm çıplaklığıyla ortaya koyar.Ancak okuyucu, Poirot’yu sevmektedir. Bu nedenle Christie, Poirot’dan sıkılıp, öldürmek istese de bunu yapmaz ve Poirot romanları yazmaya devam eder. Bu arada yaşamı boyunca da Poirot’nun herhangi bir resminin kitap kapaklarında olmasına izin vermemiştir. Ayrıca Agatha Christie esinlendiği Hercule Poirot’yu iki kere “gördüğünü” iddia etmiştir: Bir tanesi Savoy’da öğle yemeği yerken ve diğeri de Kanarya Adaları’nda deniz yolculuğunda.Hercule Poirot’nun bu kadar ünlü olmasını sağlayan biraz da filmler ve dizilerdir. Özellikle 70 bölümlük “Agatha Christie - Poirot” dizisi 1989’dan 2013’e kadar tam 24 yıl devam etmiş, Hercule Poirot’yu büyük kitlelerle tanıştırmıştır. Poirot’yu canlandıran Albert Finney, Peter Ustinov, Ian Holm, Tony Randall, David Suchet, Alfred Molina, Kenneth Branagh gibi ünlü oyuncular da bu karakterin daha çok sevilmesini sağlamışlardır./Archive/2021/2/14/002235593-kapakic5.jpgÖLÜM İLANI YAYINLANAN İLK ROMAN KAHRAMANIHercule Poirot, 1976 yılında ölür. Tiyatrocuların, tiyatro sahnesinde ölmek istemeleri gibi, Poirot da en fazla istediği yerde, bir cinayet soruşturmasının sonunda hayata gözlerini kapar. Öldüğü romanın adı Perde’dir. Bu macerada Poirot yine Yüzbaşı Hastings’le beraberdir ve yine, yıllar sonra, ilk romanı yazıldığı yerde, Styles konağındadır.Ölümünün ardından The New York Times’ta tam sayfa ölüm ilanı yayımlanmış ve böylece ölüm ilanı yayımlanan ilk hayali karakter olmuştur. İngiliz Daily Telegraph gazetesinde de ölümün gerçek nedeninin arkadaşı ve ilham kaynağı Agatha Christie tarafından açıklanacağı bildirilmiştir.Agatha Christie’nin adını yaşatmak ve onu yeni nesillerle tanıştırmak isteyen ailesinin onayı, Agatha Christie Vakfı ve bizzat vakfın başkanı, Christie’nin torunu Matthew Prichard’ın da teşvikiyle 39 yıl önce üzerine ‘perde inen’ Hercule Poirot, kendisi de “Obsesif bir Agatha Christie hayranı” olan, ünlü ve ödüllü polisiye romanlar yazarı Sophie Hannah’nın kalemiyle yeniden hayata döndürülmüştür. Çiğdem Öztekin




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter