News - Haberler
24 bin diyaliz teknikeri atama bekliyor
24 bin diyaliz teknikeri atama bekliyor Yüksekokul bünyesinde 2 yıllık eğitim süresine sahip, ön lisans programlarının önemli bir parçası haline gelen diyaliz bölümünün mezunları işsizlik ve atama sorunlarıyla karşı karşıya. Hem özel sektörde hem kamu sektöründe diyaliz teknikerlerinin yerine sertifikasız sağlık personelleri çalıştırılıyor. Sayıları 24 bini bulan diyaliz teknikerleri atama bekliyor.‘SÖZLER TUTULSUN’Türkiye’de bulunan diyaliz merkezi sayısı 882. Diyaliz Teknikerleri Platformu üyeleri, yaptıkları açıklamada, mevcut sayılarının yaklaşık 24 bin olduğunu, sertifikalı hemşire sayısının ise 11 bin olduğu anımsatarak, “Yaklaşık 6 bini diyalizde çalışmaktadır. Hemşire dışında acil tıp teknisyeni (ATT), ebe gibi unvana sahip şu anda mevcut çalışan bin civarında tabip dışı sertifikalı sağlık personeli bulunmaktadır. Günümüzde kamuda görev yapan diyaliz teknikeri sayısı ise 900 civarındadır” dediler.YÖNETMELİĞE AYKIRISağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından 1 Mart 2019’da çıkarılan Diyaliz Merkezleri Yönetmeliği ile diyaliz sertifika programlarının sonlandırıldığı anımsatılan açıklamada, “Kamu hastanelerinde diyaliz ünitelerinde diyaliz yönetmeliğine aykırı sertifikasız personeller çalışmaktadır. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ‘Diyaliz teknikerlerinin istihdam sorununu çözüyoruz ve diyaliz ünitelerinde sadece diyaliz teknikerleriyle hizmet vermeyi hedefliyoruz’ demiştir. Ancak; 2018-2020 yılları arasında 50 bine yakın sağlık personeli alımı olmuştur. 24 bin mezunu bulunan diyaliz teknikerlerine düşen kadro sayısı 349’dur. En son yapılan 12 binlik sağlık personeli alımında ise diyaliz teknikerlerine ayrılan kadro sayısı sadece 20’dir.” Açıklamada, hastanelerde çalışan sertifikasız personellerin servislere çekilerek yerine diyaliz teknikerleri talep edilmesi istendi. Sibel BahçetepePOMEMöğrencileri pandemi nedeniyle iptal olan tek ders yüzünden mezun olamıyor
POMEM öğrencileri pandemi nedeniyle iptal olan tek ders yüzünden mezun olamıyor Polis Meslek Eğitim Merkezi (POMEM) 27. dönem aday öğrencileri, pandemi nedeniyle iptal olan tek ders sınavını veremedikleri için mezun olamadılar. Öğrencilerin, KPSS puanları olduğu halde POMEM’e yaptıkları önbaşvuruları ise kabul edilmedi. Mülakata kadar mezun olacaklarını belirten öğrenciler, diploma ibraz etmek koşuluyla başvuru hakkı talep etti. POMEM’de eğitim gören 27. dönem polis adayı öğrencilerinin sınavları geçen mart ayı itibarıyla başlayan koronavirüs salgınıyla birlikte ertelendi. Salgının şiddetinin artmasıyla sınavlar sonraki döneme ertelendi. Sınavlarının uzamasının ardından mezun olamayan öğrenciler, 8 Aralık’ta açılan 27. dönem POMEM alımlarına başvuramadı. POMEM öğrencileri yaşadıkları sorunları Cumhuriyet’e değerlendirdi. Mezun olamamalarının, kendilerinden değil salgın şartlarından kaynaklandığını belirten bir POMEM öğrencisi, taleplerini ilettikleri İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun konuyu “değerlendireceğini” söylediğini aktardı. İdare Mahkemesi’nde dava açtıklarını da belirten POMEM öğrencisi, mahkemenin Emniyet Genel Müdürlüğü’nden savunma istediğini belirtti. Seslerini duyurmak için CİMER’e de başvuran öğrenciler, dilekçelerinde şu ifadelere yer verdiler: “Daha önceki alımlarda KPSS puanıyla ön başvuru yapılabiliyor olup, şahsen başvuru sırasında da diploma ibraz edilerek mülakatlara giriş yapılabilmekteydi. Bizim isteğimiz yine eski sistemde olan KPSS puanıyla başvuru yapabiliyor olup, şahsen başvuru sırasında diplomamızı ibraz edip hakkımızı denemektir. Sadece 3 hafta gibi bir süre için 1 yıl kayıp yaşamaktayız.” Çağatan AkyolSinanÜlgen: 'Gündemde S-400, Halkbank ve PYD/PKK var'
Sinan Ülgen: 'Gündemde S-400, Halkbank ve PYD/PKK var' Neden Sinan Ülgen? Virginia Üniversitesi’nden bilgisayar bilimleri ve ekonomi alanlarında çift ana dalla mezun oldu. Yüksek lisansını Brugge Avrupa Koleji’nde Avrupa ekonomik entegrasyonu üzerine tamamladı. 1992’de Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Daimi Temsilciği’ne atandı ve Türkiye-AB Gümrük Birliği Anlaşması müzakerelerini yürüten ekibe katıldı. NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in oluşturduğu uluslararası politika uzmanları oluşumunda yer aldı. Sinan Ülgen, aynı zamanda İstanbul merkezli Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi’nin (EDAM) yönetim kurulu başkanı. Biden, büyük tartışmaların ardından sadece iki gün sonra Beyaz Saray’a taşınıyor. Türkiye-ABD ilişkisinin F-35, S-400, Halkbank davası, PKK-YPG terörü gibi ana başlıkları uzun zaman gündemi belirleyeceğine göre, bize de Sinan Ülgen’e sormak kaldı.- Türkiye, Avrupa ülkelerinin F-35 filolarının bakım ve tamirat merkezi olacaktı. Bu hizmetlerden de her yıl döviz kazanacaktık. En önemlisi F-35’in hava kuvvetlerimizin envanterine girememesi oldu.- Pilotlarımız ne kadar yetenekli olursa olsunlar nihayetinde 4. nesil bir uçak olan F-16’nın çeşitli versiyonları ile Ege’de ve Akdeniz’de hasım ülkelere karşı hava üstünlüğünün sağlanmasında dezavantajlı olacak.- ABD yönetimi ile kalıcı bir mutabakat sağlanabilmesinin iki ön şartı var: Birincisi ABD’nin PYD/PKK ile ilişkilerini gözden geçirmesi ve PYD’ye desteğini sonlandırması. İkincisi ise S-400 meselesinin bir çözüme kavuşturulması.- Halkbank aleyhine bir karar çıkması ve para cezasının kayda değer bir büyüklüğe ulaşması durumunda, ilişkiler belki daha da zor bir krizin eşiğine gelecek./Archive/2021/1/18/030311933-18sinan2-sb-sy9.jpeg- Savunma Bakanı Hulusi Akar, Rusya’dan ikinci parti S-400 almak için görüşmeler yapıldığını, Türkiye’nin ortağı olduğu F-35 programına da dönmek istediğini açıkladı. Savunma sistemleriyle ilgili yaşanan krizi uzun zamandır çalışıyorsunuz. Açıklamayı nasıl buldunuz?Sayın Bakan, olsa olsa Türkiye’nin bir müzakere pozisyonunu ifade etmiştir. Yoksa hem yeni S-400 alalım hem de F-35 programına geri dönelim, ikisinin birden olmayacağı gayet açık. Bunlar birbirlerini dışlayan seçenekler. Dolayısıyla Ankara’nın bir karar vermesi gerecek; tercihini ilave S-400 sistemlerinin tedarik edilmesi yönünde mi, yoksa F-35 programına dönme yönünde mi kullanacak! Bir yandan ABD’nin PYD desteği, diğer yandan 2016 darbe girişimi sonrasındaki tutumu nedeniyle oluşan güven erozyonu ortamı içinde, hükümet S-400 tercihinde bulunmuştu. Ancak bunun için yüksek bir bedel ödendiğini düşünüyorum. Bunların en ağırı F-35 programından dışlanmamız oldu. F-35 programında kalmak Türkiye bakımından birçok açıdan kritik öneme sahip. Sayın Akar’ın konuyu gündeme tutmasını o nedenle çok önemsiyorum.- Neden önemli?Öncelikle Türkiye böylesine önemli ve askeri alanda en yüksek teknolojiyi yansıtan bir projede üretici olarak yer alıyordu. Yerli savunma sanayisi şirketlerimize 12 milyar dolar tutarında bir üretim payı ayrılmıştı. Savunma sanayisindeki yıllık ihracatımızın yeni yeni 3 milyara dolara yaklaşmakta olduğunu göz önüne aldığımızda, F-35 programının gerek yerli savunma sanayisi şirketlerimizin daha ileri teknolojik yetenekler kazanması gerek ihracatımıza katkı bakımından ne kadar önem taşıdığı daha rahat görülecektir. Türkiye, Avrupa ülkelerinin F-35 filolarının bakım ve tamirat merkezi olacaktı. Bu hizmetlerden de her yıl döviz kazanacaktık. Ama en önemlisi F-35’in hava kuvvetlerimizin envanterine girememesi oldu. Oysa ki F-35, Türk Hava Kuvvetleri’nin caydırıcı gücünü muhafaza etmesi ve gelecek nesillere taşıması için çok kritik bir platform. Hava Kuvvetleri’nde 2008 yılından beri bütün uzun vadeli planlama buna göre yapılmıştı. Üstelik böylesi bir platformun alternatifi de yok. Yani F-35’in görünmezlik özelliği ön planda olan bir beşinci nesil uçak olarak sağladığı, ağ merkezli harekâta uygunluk, enformasyon ve güç projeksiyonu üstünlüğünü başka bir uçak tipi ile ikame etmek mümkün değil. Türkiye’nin bir diğer 5. nesil projesi olan Milli Muharip Uçağının envantere girmesi ve anlamlı bir caydırıcı güç oluşturmaya başlaması ise iyimser ve kötümser çeşitli tahminler ile 2030-2040 penceresini bulacaktır. Oysa bir yandan Türkiye’nin en basit tabirle bir nüfuz alanı mücadelesi içinde olduğu Yunanistan ve hatta Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler F-35 alıyorlar. Bunun sonucu, Türkiye’nin hava üstünlüğünü kalıcı biçimde bu ülkelere kaybetmesi olabilir. Dolayısıyla pilotlarımız ne kadar yetenekli olursa olsunlar nihayetinde 4. nesil bir uçak olan F-16’nın çeşitli versiyonları ile Ege’de ve Akdeniz’de bahsettiğim hasım ülkelere karşı hava üstünlüğünün sağlanmasında dezavantajlı olacaklardır.- Ayrıca TCG Anadolu ile birlikte, Türk Deniz Kuvvetleri donanma havacılığı kapasitesinde kullanılmak üzere F-35B varyantı alımı da yapılacaktı, değil mi?Türkiye’nin F-35 projesinden dışlanmasının bir diğer komplikasyonu da TCG Anadolu Amfibi Taarruz Gemisi’nin bir “mini uçak gemisi” olarak artık kullanılamayacak olması. Zira halihazırda, TCG Anadolu için, F-35B dışında bir seçenek mevcut değil. Dolayısıyla ülkemizin sadece havada değil ama aynı zamanda derin sularda güç projeksiyonu yapma kapasitesi yara almıştır. Bütün bu hususlar göz önüne alındığında, S-400 tercihinin Türkiye için, doğurduğu ABD ile ikili ve hatta NATO içindeki çok taraflı siyasi ihtilafları bir kenara koyacak olsak bile maliyeti çok yüksek bir tercih olduğunu düşünüyorum. Benim önceliğim bu noktadan sonra S-400 meselesinde iki tarafın da siyaseten kabul edebileceği bir çözüm bulmak ve Türkiye’nin F-35 programına geri dönüşünü sağlamak olurdu. Ancak gelinen noktada S-400’e yönelik kolay bir çözüm de yok. Olsa olsa bu mesele Biden yönetimi ile daha geniş bir anlayış birliğinin parçası olabilir.- Yaptırımları hafif veya ağır olarak değerlendirmek doğru mu?Yaptırımların niteliğinden de bağımsız olarak en önce bir NATO ülkesinin başka bir NATO ülkesine yaptırım uygulaması başlı başına ağır bir mesele. CAATSA yaptırımlarının içeriğine bakarsak da hafif olduklarını söyleyemeyiz. Zira S-400 tedariki ile ilgili Savunma Sanayii Başkanı Ali Demir gibi kişilerin yanı sıra Savunma Sanayii Başkanlığı da yaptırım listesine alındı. Bu kurum hedef alınmasaydı daha hafif yaptırımlardan bahsedebilirdik.- CAATSA ile uygulanacak finansal kısıtlamalar, Savunma Sanayii Başkanlığı’nın (SSB) yapacağı uluslararası sözleşmelerde bir engel olur mu?CAATSA yaptırımlarının etkisi daha orta ve uzun vadede belirginlik kazanacak. Bu açıdan baktığımızda CAATSA yaptırımları, Türk savunma sanayisinin son on yılda kazandığı ivmeye yönelik ciddi bir risk potansiyeli taşımaktadır. SSB bir yandan silahlı kuvvetlerimizin ihtiyaç duyduğu askeri sistemlerinin hazır alımını yapan -ki buna tali görevi diyebiliriz- diğer yandan da stratejik silah sistemleri ve platformların Türkiye’de üretilmesini sağlamak adına çok ortaklı savunma sanayisi projelerinde finansör ve kolaylaştırıcı olarak görev yapan bir kurum. Ancak hazır silah sistemleri ve parçalarının tedariği zaten Milli Savunma Bakanlığı ve zaman zaman doğrudan kuvvetler tarafından da yapılıyor. Bunlar da yaptırıma tabi değil. Dolayısıyla CAATSA aslında hazır askeri alımları pek etkilemeyecek.- Öyleyse sorun ne?Sorun, SSB’nin asli görevini yerine getirmesi ile ilgili. Zira bundan böyle SSB’nin içinde olduğu, stratejik silah sistemlerinin geliştirilmesine yönelik uzun vadeli ve çok ortaklı savunma sanayisi projelerinde ABD’li şirketler yer alamayacağı gibi, bu silah platformların ın kullanacağı silah sistemleri ve parçalarının, en azından ABD’de ihracat lisansına tabii olanlarının, Türkiye’deki üretim süreçlerinde ara girdi olarak kullanılacak şekilde tedarik edilmesi de mümkün olmayacak. Bir diğer önemli husus ise diğer NATO ülkelerindeki savunma sanayisi şirketlerinin CAATSA yaptırımlarına ne tepki verecekleri. Zira onlar da çekingen davranmaya başlarlarsa, Türk savunma sanayisinin üretim ortaklığı kurabileceği şirketlerin sayısı azalacaktır./Archive/2021/1/18/030315558-sinan-ulgen-1.jpeg- Türkiye’nin karşılaşabileceği başka sorunlar da var. Örneğin, Obama döneminde IŞİD ile mücadele özel temsilciliğini yürüten Brett McGurk, Biden’ın ulusal güvenlik ekibinin Ortadoğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü oldu. Halkbank davası gibi. Trump döneminde Türkiye, ilişkileri hep başkanlık katından yürütmeye çalışıyordu, ya şimdi?Yeni dönemde ABD ile Türkiye arasında ortak bir yol haritası oluşturmak yönünde bir çaba olacak. Öncelikle Biden yönetimi Türkiye gibi önemli bir ülkeyle olumsuz bir gündem üzerinden ilerlemek istemiyor. Hükümet de keza Biden yönetimi ile iyi ilişkiler kurmaya niyetli gözüküyor. Ancak bu hüsnüniyetin ötesinde, yeni ABD yönetimi ile kalıcı bir mutabakat sağlanabilmesinin iki önşartı var: Birincisi ABD’nin PYD/PKK ile ilişkilerini gözden geçirmesi ve PYD’ye desteğini sonlandırması. İkincisi ise S-400 meselesinin bir çözüme kavuşturulması. Bu sonuca da ancak iki tarafın en üst düzeyde siyasi iradelerini sergilemeleri ve bir yol haritası üzerinde mutabakat sağlamaları ile ulaşılabilir. Bu bağlamda 2021 yılı içinde Türk-Amerikan ilişkilerinin gidişatını etkileyecek bir diğer husus olarak mayıs ayında karara bağlanması beklenen Halkbank davasından da bahsetmek lazım. Trump dönemine oranla şimdi bu dava daha kritik bir nitelik kazandı. Zira Trump’ın bu davadan Türkiye aleyhine bir karar çıkmaması için başkanlık yetkilerinin sınırlarını da oldukça zorlayacak şekilde çaba gösterdiği biliniyordu. Biden yönetimi ise sürece müdahale etmeyecektir. Dolayısıyla mahkeme siyasi baskıdan uzak bir şekilde karar verecek. Mahkemeden Halkbank aleyhine bir karar çıkması ve hele hele öngörülen para cezasının kayda değer bir büyüklüğe ulaşması durumunda, Türk-Amerikan ilişkileri CAATSA yaptırımlarından sonra yeni ve belki daha da zor bir krizin eşiğine gelecek. Öte yandan bütün bu zorluklara rağmen Ankara ile Washington arasında ortak bir vizyonun oluşmasına yardımcı olacak faktörler de mevcut.- Açar mısınız?Yeni ABD yönetimi ile Türkiye’nin dış politika hedeflerinin örtüştüğü İran, Libya, transatlantik ittifakın güçlendirilmesi gibi alanlarda bir işbirliği tesis etmek daha kolay olacaktır. Bir ikinci faktör, Biden’ın dış politika ve ulusal güvenlik politikasını yürütecek yeni ekibi. Dışişleri Bakanı Tony Blinken, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Jake Sullivan ve hatta CIA Başkanı Bill Burns, partizan olmayan, Amerikan dış politika camiasında saygın ve tecrübeli isimler. Brett McGurk gibi Türkiye alerjisi alenileşmiş bir isme de bu bağlamda o kadar büyük önem atfetmemek lazım. Zira McGurk de nihayetinde yukarıda atıfta bulunulan daha üst düzeyli yöneticilerin yörüngesinde kalmaya mecbur olacak. Dolayısıyla sonucu ne olur bilinmez ama Türkiye, karşısında diyalog kurabileceği, sorunlarını olgunlukla konuşabileceği ve çözüm arayışı egzersizine girebileceği tecrübeli bir dış politika kadrosu bulacak Washington’da. Ama en büyük değişiklik, ikili ilişkiler bakımından devlet başkanları arasındaki kişisel ilişkilerden ziyade kurumlar arası diyaloğun asıl belirleyici olması ile yaşanacak. Türk-Amerikan ilişkileri Trump gibi bir karar alıcının ana değişken olduğu, sürprizlere açık ve öngörülebilirlikten uzak bir modelden kurumların daha ağırlık kazandığı, iyi veya kötü ama daha istikrarlı bir modele evrilecek.- Öyleyse Türkiye’nin dış politika yaklaşımı değişmek durumunda..Türkiye’nin kanaatimce ABD’de özellikle siyasi karar alıcıları etkileyen ve baskılayan kritik resmi ve sivil kurumlarda etkinlik kazanması lazım. Son yıllarda Türkiye bu anlamda çok zemin kaybetti. Bunun birçok nedeni var ve özellikle geçmişte yapılan hatalar var. Bir dönem, havalimanında kendisini karşılamaya gelen büyükelçinin elini sıkıp TUSKON temsilcisinin arabasına binerek onun programına iştirak eden bakanlar vardı. Keza Türkiye’nin Washington’daki lobi gücü, İsrail lobisinin malum nedenlerle kaybedilmesinden de zarar gördü. Bugün Amerika’daki Rumlar ve Ermenilerden oluşan geleneksel Türkiye aleyhtarı lobilere, bir yandan FETÖ diğer yandan İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkelerin de eklenmesiyle gün geçtikçe güç kazanan Türkiye karşıtı bir kartel var. Kısmen bu grubun çalışması kısmen de Türkiye’deki demokratik erozyon sonucunda ABD Kongresi’nde güçlü bir Türkiye muhalefeti oluştu. Keza ABD medyasında da Türkiye, sürekli olumsuz bir söylem ile anlatılır oldu. Bu durumu tersine çevirmeye çalışmamız lazım.- Peki, atılması gereken adımlar?Bunun ilk şartı, hükümetin içeride yeniden bir demokratik reform sürecini başlatması. Türkiye’nin demokrasi geleneğini güçlendiren bir yola girmesi lazım. Bunun yanı sıra ABD karar vericilerini ve kamuoyunu etkileyecek adımlar atılmalı. Bunun da yolu Amerikan medyasını ve düşünce dünyasını etkilemekten geçiyor. ABD’de düşünce kuruluşları çok etkin bir role sahipler. Her yeni başkan seçildiğinde, bu düşünce kuruluşlarından iktidara bir göç oluyor. Bu son dönemden örnek verecek olursak Beyaz Saray’da Türkiye’nin de dahil olduğu Avrupa bölgesinin direktörlüğünü üstlenecek olan Amanda Sloat, Brookings Enstitüsü’ndeydi. Hem yeni CIA başkanı Bill Burns hem de yeni Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Jake Sulllivan, Carnegie Vakfı’ndalardı. Savunma Bakan Yardımcısı Colin Kahl, Center for New American Security’deydi. Türkiye’nin işte bu ve benzer kurumlara ve o kurumlardaki insan kaynağına uzun vadeli yatırım yapması lazım. ABD kamuoyunda zemin kazanmaya çalışmak, Amerikan sisteminin kendinden gördüğü, orada uzun zamandır yerleşik ve düzenin parçası olan bu tip kurumlar üzerinden daha etkili olacaktır. Türkiye’nin, Biden dönemi kamu diplomasisini bu doğrultuda yeniden şekillendirmesi lazım. Türkiye’nin resmi söylemine güç katacak sözcülerin Amerikan müesses nizamının kabullendiği bu kurumların içinden çıkması lazım. Ancak bu şekilde, o da orta ve uzun vadede ABD’de kamuoyu oluşturma gücünü elde edebiliriz./Archive/2021/1/18/030319823-sinan-ulgen-3.jpegABD, TEHDİDE KARŞI İYİ SINAV VERDİ- Kongre baskını sürecinde ABD demokrasisi de tartışmaya açıldı. “Geri dönülemez şekilde yara aldı” yorumuna katılır mısınız?Hayır, tam tersini düşünüyorum aslında. ABD kurumları bu tehditlere karşı iyi bir sınav verdi. Mesela çok geniş yetkilerle donanmış bir başkanın seçim sonuçlarını tartışmaya açma çabalarına ABD yargısı engel oldu. Trump, bu amaçla ülkenin çeşitli eyaletlerinde açtığı 65 davanın hepsini istisnasız kaybetti. Bir diğer örnek de Trump’ın Washington Post tarafından ses kaydı da yayımlanan, Cumhuriyetçi Parti mensubu Georgia Valisi ile yaptığı konuşma. O konuşmada Trump, Georgia’da oyların kendine avantaj sağlanacak şekilde sayılmasını istiyor. Aynı siyasi geleneğe mensup vali de buna açıkça karşı çıkıyor. Dolayısıyla bu örneklerden kuvvetler ayrılığının ve de özellikle yargı bağımsızlığının demokrasiye yönelik tehditlerin bertaraf edilmesi bakımından ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Ama aynı zamanda bu kurumsal bağımsızlık ve yetkinlik ne kadar önemliyse, bu kurumlarda görev yapan kişilerin ahlaklı ve erdemli duruşları da o kadar önemli. Demokratik ilkelerin korunmasında sadece kurumların değil, kişilerin de çok önemli olduğunu ABD örneğinde hep beraber gördük.- Trump’ın azli Trumpizmin de azli olarak yorumlanabilir mi? Yani “ABD bu hamleyle fabrika ayarlarına dönecektir” diyebilir miyiz?Trump, ABD tarihinde görev yaptığı süre içinde iki kez azledilme “başarısını” sergilemiş ilk başkan oldu. Demokrasi karşıtı hareketlerine bakıldığında çok da sürpriz değil belki. Bir yandan da siyasal popülizm ile özdeşleşmiş “Trumpizm”in ABD siyasetinde kalıcı olduğunu söylemek lazım. Ama gördüğüm kadarıyla Biden’ın da önceliği, ABD demokrasisine tehdit oluşturan bu toplumsal dalgayı yaratan kırılganlıkları ortadan kaldırmak olacak. Bir yandan küreselleşme ile neo-liberal politikaların diğer yandan pandeminin yarattığı sosyal tahribatı gidermeye çalışacak. Dolayısıyla ilk döneminde sosyal boyutu güçlü bir kamu politikası göreceğiz ABD’de. Bu bağlamda Demokratların Georgia seçimleri ile Senato’yu da kontrollerine almış olmalarının önemini vurgulamak lazım. Zira yeni Amerikan başkanı ancak bu sayede iddialı harcama hedefleri de içeren politikalarını Cumhuriyetçilerin engellemelerine takılmadan hayata geçirebilecek. Biden’in bu hedefinde başarılı olması, kanaatimce yalnızca ABD açısından değil, dünyada liberal demokratik düzenin geleceği açısından da önemli.ABD İLE MASA DEVRİLİRSE…- AB liderleri Türkiye’ye karşı izlenecek yol konusunu Biden yönetimiyle istişare etmek istiyor. Türkiye nasıl bir fotoğrafın içinde olacak? Yeni dönemde daha etkin ve eşgüdüm içinde çalışan bir Transatlantik blok görür müyüz?Evet, kesinlikle. AB, Aralık 2020 Zirve Kararı’nın Türkiye ile ilgili bölümünde, Türkiye’ye yönelik politikasını ABD ile yakından istişare edeceğini ifade etti. Bildiğim kadarıyla Türkiye-AB ilişkilerinde böylesi bir vurguya ilk kez rastlıyoruz. Bu yeni gerçeği bir fırsat olduğu kadar risk olarak da görebiliriz. Şöyle ki: Türkiye ile ABD arasında önümüzdeki döneme damgasını vuracak bir anlayış birliği oluşması, Türkiye-AB ilişkisinin de önünü açacaktır. Örneğin 2016 yılı sonundan bu yana bekleyen, gümrük birliğinin güncellenmesi müzakereleri o takdirde 2021 yılı içinde başlayabilecektir. Ama tabiatıyla bunun tersi de geçerli. Yani ABD ile masa devrilirse bunun AB ile ilişkilere olumsuz yansımasını beklemek gerekecek. O zaman AB içinde Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını isteyen ülkelerin sesi daha yüksek çıkacaktır mesela. İpek Özbeyİdari, vergi gibi başlıklarla kesilen para cezaları, geçen yıl 15.8 milyar TL oldu
İdari, vergi gibi başlıklarla kesilen para cezaları, geçen yıl 15.8 milyar TL oldu Maske kullanmama yüzünden önemli bir tartışma konusu haline de gelen para cezaları, 2020 yılı bütçesiyle ilgili belirlenen ilk hedefi 4 milyar lira aştı. Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan 2020 yılı merkezi yönetim bütçe sonuçları, bütçe açığı gibi yurttaşa kesilen para cezalarının da zirve yaptığını gösterdi. Muhasebat Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, geçen yıl için bütçeye gelir kaydedilen para cezalarının toplamı, 2019 yılına kıyasla yüzde 9.8 artarak 15.8 milyar lira ile son 10 yılın en yüksek rakamına ulaştı. Ayrıca 2020 yılı bütçesi hazırlanırken hedeflenen 11.8 milyar liralık para cezası geliri de 4 milyar lira aşıldı.BÜYÜK KISMI ‘İDARİ’Para cezaları, geçen yıl özellikle salgın nedeniyle uygulanan önemlerden biri olan maske kullanımı kapsamında sık sık tartışıldı. Tartışmaların bu yıl da sürmesi bekleniyor. Para cezalarının detaylarına bakıldığında ise 2020’de 2019 yılına göre, içinde maske kullanmama, trafikte kırmızı ışıkta geçme gibi cezaların da yer aldığı idari para cezaları yüzde 44.6 artarak 9.1 milyar lirayı aştı. Buna karşın vergi cezaları yüzde 20.5 düşerek 5.7 milyar TL, yargı para cezaları yüzde 16.8 düşerek 539 milyon lira oldu. Diğer para cezaları da yüzde 57.2 artışla 434 milyon liraya yükseldi. Öte yandan 2021 yılı bütçesine konulan para cezası geliri hedefi ise 19.2 milyar lira olarak belirlendi. Bunun içinde trafik para cezalarının payı 6 milyar TL olarak tahmin edildi.10 YILDA 93 MİLYAR TLMerkezi yönetim bütçesi kapsamındaki para cezalarının son 10 yıllık geçmişine bakıldığında, dikkat çekici bir büyüklüğe ulaşıldığı da görülüyor. 2020 itibarıyla son 10 yılda kesilen toplam para cezaları büyüklüğü 93.3 milyar liraya ulaştı. Ayrıca yine son yıllarda para cezaları önemli bir bütçe gelir kalemine de dönüştü. 2019’da bütçe gelirleri içindeki payı yüzde 1.64 olan toplam para cezaları, 2020’de de yüzde 1.53 pay aldı. cumhuriyet.com.trTüketiciye pandemi boyunca iki kez mağdur edildi
Tüketiciye pandemi boyunca iki kez mağdur edildi Tüketici pandemi boyunca iki kez mağdur edildi. Hem evlerde internet hizmeti sorunluydu hem de caymak isteyen 17 milyon tüketiciden haksız yere bedel alındı. Pandemi nedeniyle evden çalışma ve uzaktan eğitim yaygınlaşmışken, internette hız düşüklüğü ve sık sık bağlantı kopmaları gibi sorunlar nedeniyle geçen yıl aboneliklerini sonlandırmak isteyen 17 milyon tüketici, cayma bedeli yüzünden mağdur edildi. Tüketici Başvuru Merkezi Onursal Başkanı Aydın Ağaoğlu, “2020’de en büyük tüketici mağduriyeti telekomünikasyon sektöründe yaşandı. Sektörde yaklaşık 170 milyona yakın abone var. Yüzde 10’u, yani 17 milyonu erken cayma nedeniyle mağduriyet yaşadı” dedi. “Bu insanların ortalama 500 TL ödediğini düşürseniz, ortadaki pastanın 8.5 milyar TL’ye ulaştığını görürsünüz” diyen Ağaoğlu, “Oysa ki Tüketici Kanunu 2014’ten itibaren, bir yıldan uzun süreli aboneliklerde tüketiciye herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve ceza ödemeksizin dilediği zaman sözleşmeyi feshetme hakkı tanıyor. 6 bin 502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 52. maddesinin 4. fıkrası, açıkça tüketicilerin uzun süreli taahhütlü aboneliklere bağlanmasını engelleme amacıyla düzenlenmişti. Hem kanunun bu kadar açık olmasına hem de abonelik sözleşmeleri yönetmeliğinde aynı hususun tekrar edilmesine rağmen şirketler, iki yıllık abonelik süresi dolmadan ayrılmak isteyen tüketicilere cayma bedelleri fatura ediyor. Tüketici de gerek bilgi eksikliği gerekse avukat ücretine değecek bir meblağ olmaması nedeniyle hakkını arayamıyor” diye konuştu.23 MİLYON İCRAToplumun her kesiminden tüm tüketicilerin yaşadıkları mağduriyetleri dillendiren ve haklarını savunan Ağaoğlu ile tüketicilerin 2020’de en çok hangi konularda mağdur edildiğini konuştuk.Ağaoğlu şunları söyledi:- Geçmiş yıllarda tüketici hakem heyetlerine yapılan başvuruların yüzde 80-90’ı tüketici lehine sonuçlanırken, 2020’de bu oran yüzde 59’a indi.- İcra dosyası sayısı 23 milyona yaklaştı. Bu dosyaların önemli bölümü, tüketicinin aleyhine haksız yere yapılan icra takiplerine ait. - Tüketici Kanunu’nda önceleri “hakem heyetine başvuru sınırına kadar olan alacaklarda, ilgili tüketici işlemlerinden kaynaklı icra takibi yapılamaz” diye bir madde vardı. Sonraları o maddeye “tarafların hakları saklı kalmak kaydıyla” cümlesinin eklenmesi işi bozdu. Alacak iddiasında olanların haklı haksız olduklarına bakılmaksızın icra takibi yapması sağlandı. - Tüketici 7 gün zarfında itiraz ederse icra durur. Fakat yine hem bilgi noksanlığı hem avukat tutmaya değer bir meblağ olmaması, o bedelin icra masraflarıyla birlikte ödenmesine yol açıyor. İcra dosyalarının bu kadar artmasının sebebi, Tüketici Kanunu’nda yapılan o değişikliktir. - Bu icralar telekomünikasyon sektöründe de yaşanıyor, özel otoyollar nedeniyle ulaştırma sektöründe de... - 2021’de en çok özel okullarla ilgili şikâyetler (vakıf üniversiteleri ve kurslar da dahil) öne çıkacak. - Özel okullara ödenen yıllık ücretlerin içinde çeşitli kurslar, havuz ve yemek paraları da var. Uzaktan eğitime geçilmesiyle, ücreti ödenmesine rağmen bu hizmetler alınamadı. Sektörde yüzde 7’lik KDV indirimi oldu ancak KDV’ler bile iade edilmedi. - Çoğu okul, kirada indirim sağladı. Aydınlatma, ısıtma, temizlik gibi genel giderler düştü. Buna rağmen ücret iadesi yapmıyorlar. Çünkü velilerin karşılarında eğitimci değil, tüccar var. Gamze BalKadın girişimciler 31 bin 500 işletmeye hijyen eğitimi verecek
Kadın girişimciler 31 bin 500 işletmeye hijyen eğitimi verecek Yeme - içme, konaklama ve ulaşım alanında faaliyet gösteren 31 bin 500 işletmeye hijyen eğitimi verilecek. 7 bin üyesi bulunan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Kadın Girişimciler Kurulu tarafından Milli Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ve Opet’in desteğiyle geliştirilen “İşimiz Temiz Projesi” hayata geçiyor. İzmir, Antalya ve Muğla’da pilot çalışmaların başlatıldığı proje Türkiye geneline yayılacak. İşimiz Temiz Projesi ile hizmet sektöründeki mikro işletmeler için hijyen odaklı eğitim programları oluşturarak tüm Türkiye’de temiz, hijyenik, sağlıklı hizmet sunan işletmelere sahip olmak amaçlanıyor. Projeyle, yıllık çalışan istihdamı 10 kişiden az olan, yıllık net satış hasılatı veya mali bilançosundan herhangi biri ise 3 milyon TL’yi aşmayan işletmelerin hijyen kapasitelerini artırmak hedefleniyor. Proje, 2022 Haziran ayı sonuna kadar devam edecek.HEDEF ULUSAL DÖNÜŞÜMTOBB Kadın Girişimciler Kurulu Başkanı ve Opet Yönetim Kurulu Kurucu Üyesi Nurten Öztürk, “İşimiz Temiz Projesi’nde hizmet sektörüne yönelik hijyen eğitimleri düzenleyerek mikro işletmelerin temiz, hijyenik ve sağlıklı hizmet sunmalarını amaçlıyoruz. Türkiye genelinde ulusal bir dönüşüm ilan etmek amacındayız” dedi. TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu da pandemiyle hijyenin önemini daha da arttığını belirterek projeyle özellikle bu kritik dönemde, hizmet sektöründeki mikro işletmelerin öne çıkmalarına destek verileceğini söyledi. Şehriban KıraçTürk müziğinin usta bestecilerinden Muammer Sun’un cenazesi bugün toprağa verilecek
Türk müziğinin usta bestecilerinden Muammer Sun’un cenazesi bugün toprağa verilecek “Ankara’nın varlıklı mahallelerinden birinde doğdu. İki çocuklu ailenin evladıydı.” Böyle başlamayan bir hikâyesi vardır Besteci, Kültür ve Bilgi İnsanı Muammer Sun’un... Sanat okulundan sonra, köftecilik, berber çıraklığı... 2. Dünya Savaşı şartlarında, üvey babası ihtiyat askeri yapılınca da eldeki avuçtaki o kadar çocuğa yetmez. En büyükleri Muammer, evden ayrılmanın yakın yolu olarak askeri okula girmeyi düşünür. Askerlik şubesi önünde, Kuleli’ye gidemeyeceğini öğrenip hayal kırıklığı yaşayınca; tesadüfen geçmekte olan bir üsteğmenin, “Evlat! Askeri Muzika Okulu’na git, oranın yemekleri güzel” demesi üzerine ikna olur ve yerini bulup sınavına girer. Bir sağlık sorunu belirtisinden bahsedilip neredeyse iş olamayacakken, tekrar muayenede sorun olmadığı anlaşılır. (Yıllar sonra anlatımında, “Bunca sene o kalple yaşadığımıza göre, pek de sorun yokmuş” diyecektir.) Orada İhsan Künçer gibi bir efsaneyle karşılaşacak, ondan ilk ve en değerli dersleri almaya başlayacaktır. Ardından da giydiği elbisenin bedenine uymadığını anlayıp, konservatuvara gitmek üzere harekete geçecektir. Muammer Sun’un hayatı sürgünlerle, gözaltılarıyla geçmiş gibi gözükse de bir ülkünün yansımasıdır. Bilgi ve eser üretmekten, takdir etmekten, son dakikasına kadar vazgeçmemesi; evladı olduğu Anadolu kültürünün bir gereğidir. 1 Ağustos 1964’te kaleme aldığı yazıdaki gibi, “taşıma suyla değirmen döndürme değil, kaynaktan ark açıp akarsuyla değirmen döndürme” üzerinedir onun felsefesi... Çocuklarımıza, gençlerimize “yarış atı yetiştirir gibi yaklaşan bir eğitimin parçası olan konservatuvar sistemi” değil, “onların başarılı olmaları için ortam hazırlayan, sanat, bilim, yönetim ve benzeri konulardaki ilgilerini, meraklarını ulusal ve evrensel düzeyde bilgi birikimi içeren yardımcı kaynaklarla besleyecek” bir eğitim sisteminin parçası olan müzik sistemini öngörür. Bağrından geldiği Anadolu’yu hor görmeyip aksine kültürel bakımdan yüceliğini kavrar ve aktarır. Onun müziği, bir türkünün zaman içinde kaybolmuş üçüncü ve hatta dördüncü seslerini adeta yeniden bulup sunmak üzerinedir. Dışkapı’daki Merkez Komutanlığı’na Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından getirtilip ardından da tutuklanınca, sağlığını bozacak zor koşullara inat, aynı sözü söylemekten vazgeçmemesi; Anadolu’nun ona öğrettiğidir. 1968-1969 yıllarında Ankara’da, Sinop’ta müzik öğretmenlerini toplayarak Anadolu’ya bin bir çeşit çiçek ekmek için çocuk ve gençlik koroları kurmak üzere, arkadaşlarıyla harekete geçmesi; bilgi ve emeğin, en önemlisi sevginin tezahürüdür. “Bana ne arkadaş?”, “Aman canım, memleketi ben mi kurtaracağım?” demek yerine “Bakalım bu konuda ben ne yapabilirim?” diyen Kuvayi Milliyeciler’in yoludur, seçtiği ve gittiği... Evlatlarına parasız günlerde oyuncak ya da minik hediye alamayınca beste armağan etmek veya sevdiğini incittiğinde piyano tuşlarından süzülen “Sevgi Her Şeydir” onun bildiği... “Ben köylüyüm, benim müziğim köylüdür! Batılı gibi değil, benim müziğimi hoyrat çalın!” ricasıdır onun söylediği... Yağmur sonrası buram buram kokan, canlanan Anadolu toprağıdır Muammer Sun’un müziği... Adeta o an can suyunu alır ve yeşerir. Yağmurlar yağdıkça, kurduğu kök salan müzik kuruluşları ve öğrencileri yaşadıkça, sözü anlaşılıp ileri götürüldükçe, tohumları filizlenip büyüyecek, Anadolu’yu -tıpkı öyle istediği gibi- “bilgiyle, doğruyla, emekle, sevgiyle, Atatürk’le” muazzam bir çiçek bahçesine dönüştürecektir. Vatan bestekârı, Anadolu insanı Muammer Sun, yaşıyor... Ersin AntepŞov programımı, demokrasi meydanımı?
Şov programı mı, demokrasi meydanı mı? Müzik evrenseldir, rengi, sesi, dili farklı olsa da kilisede, televizyonda, sokakta söylense de kalbimize, ruhumuza hitap ediyorsa gerisi teferruat! Açık ve net olacağım: Star TV, İbrahim Tatlıses’in 93 yılında başlattığı müzikli eğlence programı İbo Şov’u yıllar sonra yeniden başlattıktan bir süre sonra bu program hakkında olumlu - olumsuz görüş vermek isteyenleri buluşturacak bir yazı hazırlamak istedim. Bir tek olumlu görüş bulabildim, epey arandım, olumsuz görüş verebilecek olanlar zaten baştan reddedip seyretmiyordu, onu da bulamayınca yazı suya düştü, suyu inek içti, inek dağa kaçtı! Tabii ki zapping diye bir şey var. Sokağa çıkamadığımız, evde internet ve ekrana mahkûm olduğumuz dönemde akıllı olan kanal iyi program yapar, malı götürür. Yılbaşı gecesi bile bunu yapmayı becerememiş olanlardan ne bekliyorsun, hepsinde ya dizi, ya boş tartışma! Pazar sabahı, içimizdeki en “Fransız” arkadaşımdan mesajlar aldım. İbo Şov’u izlemiş, çok etkilenmiş, çok duygulanmış! Bırak İbo Şov izlemeyi, televizyon izlemez ki? Sadece yabancı dizi ve film izler, haberleri de uluslararası kanallardan öğrenir! Herhalde sabah mahmurluğu ayılamadım, yanlış anlıyorum dedim ama ekranda zapping yaparken Haluk Levent’i görmüş, takılmış kalmış, Fransız ama bu toprağın kızı. Alevi türkülerini severmiş, duygulanarak dinlemiş Sabahat Akkiraz’ı ve diğerlerini. Yetmemiş, eski programları da YouTube’dan bulup Cem Yılmaz ve Zafer Algöz’ün muhteşem düetlerini de izlemiş. Ve sonra sosyal medyada kopan fırtınayı da takip ederken hayli ilginç bir gece geçirmiş!TARTIŞMA PROGRAMI GİBİÇünkü hele bu pandemi döneminde şöyle bir durum oluştu: bir program izlenecekse hep beraber izleyip tartışıyor, paylaşıyoruz, sosyal medya sayesinde evinde ekrana bakanlarla birlikte kocaman bir aileyiz! Biri bir tweet atıyor, altına 200 kişi yorum yazıyor, demokrasi meydanı sosyal medyada kuruluyor. İbo’yu severiz, sevmeyiz. Günahı çoktur ama bu toprağın insanı, sanatçısıdır, Allah vergisi sesi vardır. Geçirdiği kazadan sonra o da kalmadı ama iş bilen programcılar onun karizmasını kullanarak dizayn ettikleri programla hiçbir yerde olmayan 90’ların gazino programlarını geri getirdiler. İlk birkaç bölüm, Deniz Seki, Sibel Can, Seda Sayan’lar filan. Gittikçe açılıyor program ve 9. bölümde Sabahat Akkiraz, Hüseyin Turan, Haluk Levent, Ender Balkır da çıkınca olmuş size “Alevi Türküler”den hareketle gerçek bir tartışma programı! Halkımız hemen ikiye ayrılmış: bunların orada ne işi var, Show TV, Cem TV’ye döndü diyenler, sanatçı her programa çıkar, yeter ki sesini duyursun diyenler! Hatta aklın yolunu gösterenler, muhalif sesler türkülerini şarkılarını söyleyecek, seslerini duyuracak ana akım medya bulamıyor, onların da halkla buluşmak, türkülerini söylemek için platforma ihtiyacı var; nerede olsa söylemeli, buna imkân vereni de alkışlamalı diyenler. Halk her zaman daha sağduyulu: “Siyasetçiler Meclis’te birbirine saldırıyor ama kuliste birlikte çay içiyor, ayrıştırmanın âlemi yok. İbo bir şov programı yapıyor, o kutuplaştırmamış da size mi düşüyor, gözlerimiz nemli dinliyoruz türkülerimizi” diyorlar! Doğruya doğru, Serhan Asker’in HalkTV’deki programı dışında nerede türkü var? Ayrıca bırakın artık insanları AleviSünni diye ayırmayı! Cem Yılmaz ve Zafer Algöz’ün katıldığı programın videosunu keyifle izledim. Keşke böyle programlar daha çok olsa; Ermeni sanatçı da çıksa, Rum sanatçı da! Fedonumuz da vardı bizim, hatta Ermeni olduğunu bilmeden dinlediğimiz sanatçı da ismini ben yazmayayım bari. Ferhat Göçer’in yaptığı bir müzik programı vardı, Türk sanat müziğinden türkülere, pop müziğe sanatçıları konuk ederek arada kendisi söyleyerek, ne güzeldi. Sabahat Akkiraz da Seda Bağcan da Haluk Levent de her kanala çıkmalıdır, sanatçı kendini bilir, çıktığı kanalın ve programın formatına göre değişmez ki, o şarkısını, türküsünü söyler! Aşı karşıtlarına örnek olsun diye de Alişan yerine keşke Haluk Levent’i çağırsalardı aşı olmaya; çok daha etkili olurdu. Sadece şarkılarıyla değil, darda olan, bıçaktan kaçan kurbanlık boğaların bile yardımına koşan Ahbap platformuyla, hayvan ve insan sevgisiyle, din, mezhep, dil, ırk, ayırımı yapmadan herkesin gönlünde kardeşi, ağabeyi, oğlu, sevgilisi gibi taht kurmuş bir sanatçıdır! Yazgülü Aldoğan2020 Uzay bilimciler içinönemli bir yıl oldu
2020 Uzay bilimciler için önemli bir yıl oldu Uzayda yaşam ihtimali var mı, Ay, Mars veya Venüs bu arayışımıza yanıt verebilecek mi, Samanyolu’nun sınırı neresi ve daha nice sorunun cevabını arayan uzay bilimciler, 2020 yılında yanıtlara biraz daha yaklaştı. VENÜS’TE YAŞAM İHTİMALI VAR MI?Teleskoplar, Venüs’ün kavurucu yüzeyinin çok yukarısındaki atmosferik bir katmanda, “alışılmadık derecede yüksek” fosfin konsantrasyonları tespit etti. Bu bulgu, astrobiyolojide bir devrime neden olabilir. Çünkü Dünya’da fosfin her zaman canlı yaşamıyla ilişkilendiriliyor; normalde ya metabolik süreçlerin ya da endüstriyel insan teknolojisinin bir yan ürünü olarak açığa çıkıyor. Sıradan jeolojik veya atmosferik yollarla ortaya çıkması oldukça zor. Tartışma yaratan bu bulgunun ardından yapılan başka bir analiz ise Venüs’te yaşama elverişli olabilecek kadar fosfin olmayabileceğine işaret etti.GERÇEK OLAN RÜYAUzay taşımacılığının şirketler tarafından yapılması rüyaydı, 2020’de gerçek oldu. SpaceX’in Falcon 9 roketi, dört astronotu Uluslararası Uzay İstasyonu’na fırlatarak NASA için ilk operasyonel “uzay taksisi” görevlerine resmen başladı. Parlak beyaz bir Falcon 9 roketi, Florida’daki Kennedy Uzay Merkezi’nden fırlatıldı. Crew Dragon kapsülü, dört astronotu yörüngeye taşıdıktan sonra roket Dünya’ya geri döndü.HAYABUSA’NIN 6 YILLIK GÖREVİJaponya Uzay Araştırma Ajansı (JAXA), bir asteroitten topladığı örneklerden oluşan 16 kg’lİk bir kapsülü başarıyla yeryüzüne, Avustralya’nın ücra bir köşesine indirdi. Asteroit Ryugu’dan örnekler almak için altı yıl süren çalışmanın maliyeti ise 250 milyon dolar oldu. Bilim insanları özellikle bu yıl, asteroitteki organik maddeler ile suyun kökenini ve bunların Dünya’daki yaşam ve okyanus suyuyla nasıl ilişkili olduğunu öğrenmek için kapsülün içeriğini inceleyecek.ÇİN’İN AY ZAFERİ CHANG’E-52020’nin bir başka başarılı “örnek geri getirme” görevi ise geçen sayılarda haberini yaptığımız Chang’e-5 uzay aracı tarafından yürütüldü. Araç Ay’a başarıyla indi, fotoğraf gönderdi ve Ay örnekleri toplayıp başarıyla geri getirdi. Bu da Çin’in uzay bilimlerindeki başarılarına bir yenisini daha ekledi. Böylelikle insanlık, kırk yılın ardından ilk defa Ay örneklerini Dünya’ya getirmiş oldu. Bilim insanları, örneklerin, Ay’ın kökeni ve yüzeyindeki volkanik aktivite hakkında daha fazla bilgi edinmelerine yardımcı olacağını umuyor.BİR İLK: UYDU KURTARAN UYDUUzay teknolojileri gelişmeye devam ederken uydu servisleri için büyük bir adım olarak nitelendirilen bir gelişme yaşandı. Ömrünün sonuna gelen bir iletişim uydusu, başka bir uydu sayesinde yer sabit yörüngede hizmete geri döndü. Dünyanın yörüngesinde 2 bin 200 uydu bulunuyor. Uyduların ömrünü uzatacak bu teknolojiyle uzaydaki kalabalığın artması engellenebilir.AY’A İLK KADIN ASTRONOTJeff Bezos’un uzay şirketi Blue Origin, Ay’a ilk kadın astronotu götüreceğini 2020’de açıkladı. Blue Origin, Blue Moon aracının inşasına yardımcı olmak için 2019’da toplanan bir ulusal takımın ana yüklenicisi konumunda. Bezos’un şirketi, Ay’a gidişi amaçlayan kârlı hükümet sözleşmeleri için SpaceX ve Dynetics’le rekabet ediyor.MARS YOLCUSU KALMASINABD: NASA’nın Temmuz 2020’de fırlattığı Perseverance aracının bu yıl 18 Şubat’ta Jezero kraterine inmesi bekleniyor. Görev süresi 1 Mars yılı, yani 687 Dünya günü olarak planlandı. NASA’nın 6 Ağustos 2012’de yüzeye iniş yapan Curiosity aracının zayıf kalan yanları da göz önünde bulundurularak “daha güçlü” ve “daha yetenekli” bir tekerlek tasarımı yapıldı. ÇİN: Çin’in Ulusal Uzay İdaresi (CNSA), 2020 Temmuzu’nda Tianwen1’i fırlattı. İniş hedefi 23 Nisan 2021. Su ve yaşam belirtileri aranması planlanıyor. Görev başarılı olursa bu, ülkenin Kızıl Gezegen’i ilk keşfi olacak. BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ (BAE): 2020’de Mars’a uzay aracı fırlatan ilk Arap ülkesi ise Türkçede “Umut” anlamına gelen sondasıyla BAE oldu. Temel amaç, Çin ve ABD gibi Kızıl Gezegen’e iniş yapmaktan ziyade Mars’ı gözlemleme çalışmaları yürüterek küresel çalışmalara katkıda bulunmak ve halka umut vermek. AB-RUSYA: 2020’de Avrupa Uzay Ajansı (ESA) ile Rusya Federal Uzay Ajansı (ROSCOSMOS) da birlikte başka bir projeyle Mars yolcusu olacaktı. ExoMars 2020 ismini alan bu işbirliği, Kızıl Gezegen’de geçmiş yaşam belirtileri olup olmadığına dair keşifleri de beraberinde getirecekti. Ancak COVID-19 sebebiyle 2022’ye ertelendi.GÜNEŞ’E YAKLAŞIYORUZNASA tarafından fırlatılan Parker Güneş Probu, Güneş’e 6,9 milyon kilometre kadar yaklaşarak 7 yıl boyunca Güneş’in manyetik yapısı ve dinamiklerini araştırmayı amaçlıyor. NASA ve Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) ortak projesi olan Solar Orbiter (SoIO) ise 10 Şubat’ta Florida’daki Cape Canaveral Hava Kuvvetleri İstasyonu’ndan fırlatıldı. Ana görevine Kasım 2021’de başlaması beklenen uzay aracı, Merkür’ün yörüngesine girerek Güneş’i daha yakından inceleyecek.SAMANYOLU’NUN SINIRI NİHAYET BULUNDU2020’deki çalışmalar, Samanyolu’nun yaklaşık 2 milyon ışık yılı boyunca, parlak spiral diskinden 15 kat daha geniş olduğunu ortaya çıkardı. Ortaya çıkarılan bu sayı, galaksinin ne kadar büyük olduğunu ve kaç galaksinin yörüngesinde olduğunun bulunmasını sağlayabilir. İngiltere’deki Durham Üniversitesi’nden astrofizikçi Alis Deason ve meslektaşları, Samanyolu’nun “kenarını” bulmak için yakın gökadaları kullandı. Kesin çap, arXiv.org’a 0.4 milyon ışık yılı sapmayla 1.9 milyon ışık yılı olarak bildirildi. Bu boyutu gözünüzde canlandırabilmek için Güneş ile Dünya arasındaki mesafenin bir cm olduğu bir harita düşünün. Batuhan Sarıcan76. yıl Yunus NadiÖdülleri 2021
76. yıl Yunus Nadi Ödülleri 2021 Yunus Nadi Ödülleri 76. yılına girdi. 1946 yılından itibaren yapılan Yunus Nadi Ödülleri Yarışması, gazetemizin kurucusu Yunus Nadi’ye olan saygı ve sevgiden kaynaklanıyor. Yalnız Cumhuriyet gazetesinin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da büyük emeği bulunan Yunus Nadi’nin anısını her yıl tazelemek bizim için bir görev. Yunus Nadi Ödülleri 76. yılına girdi. 1946 yılından itibaren yapılan Yunus Nadi Ödülleri Yarışması, gazetemizin kurucusu Yunus Nadi’ye olan saygı ve sevgiden kaynaklanıyor. Yalnız Cumhuriyet gazetesinin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da büyük emeği bulunan Yunus Nadi’nin anısını her yıl tazelemek bizim için bir görev. Cumhuriyet’in Ulusal Bağımsızlık Savaşımızla ve Türkiye Cumhuriyeti ile eşzamanlı ve eşanlamlı bir kuruluş tarihçesi var. Yunus Nadi, gazetemizin temel taşlarını ve misyonunu bu doğrultuda oluşturdu. Yunus Nadi’nin ölüm yıldönümünü geçmişe dönük bir acı olarak değil, geleceğe yönelik bir kültür olayına dönüştürmek amacıyla bu yarışma düzenlendi. Yarışmanın ilk düzenlendiği yıllarda Türkiye’de sanat alanında hiçbir özel ödül yoktu; tek parti dönemiydi ve yalnızca CHP’nin düzenlediği bir şiir ödülü vardı. Aynı dönemde bütün dünyada sanat, bilim ve edebiyat ödülleri ün yapmışlardı. İsveç’te Nobel, ABD’de Pulitzer, Sovyetler’de Lenin, Fransa’da Goncourt ödüllerinin sonuçları ülkemizde de ilgiyle izleniyordu. Türkiye’de de bu alanda öncülüğü Cumhuriyet gazetesi üstlendi. Bundan 76 yıl önce düzenlenen Yunus Nadi Armağan Yarışması’yla kültür ve sanat alanında bir yarışma heyecanı oluşturuldu. Daha sonraki yıllarda ülkemizde de kültür ve sanat alanında yarışma ve ödüllerin sayısı çoğaldı. Yunus Nadi Ödülleri 76 yıl boyunca düzenli olarak gerçekleştirildi ve kültür-sanat alanında amaçlanan katkıları yaptı ve etkilerini duyurdu. Daha önce bir dalda yapılan ödüllendirmenin kapsamı 1990 yılından itibaren genişletildi ve Yunus Nadi Ödülleri adıyla sürmeye başladı. Cumhuriyet gazetesi, çağdaş uygarlığa giden yolun, kültür, sanat, fikir ve bilim yolu olduğunu kuruluşundan beri savunan bir gazete. Bu yoldaki çabaları desteklemek ve özendirmekte Yunus Nadi Ödülleri’nin işlevi sürecek. 2021 Yunus Nadi Ödülleri Edebiyat Ana Dalı’nda öykü, roman, şiir; Görsel Sanatlar Dalı’nda karikatür, fotoğraf; Bilimsel Araştırma Dalı’nda sosyal bilimler araştırması olarak sürüyor. Adaylara başarılar diliyoruz.ÖYKÜÖdüle 1 Şubat 2020 ile 1 Şubat 2021 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazırlanmış bir “kitap dosyası” ile aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici kurul, ödülü, kitap veya kitap dosyası arasında paylaştırabilirSeçici Kurul: Hikmet Altınkaynak, Sezer Ateş Ayvaz, Seval Şahin, M. Zaman Saçlıoğlu, Murat Yalçın.ROMANÖdüle 1 Şubat 2020 ile 1 Şubat 2021 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazırlanmış bir “kitap dosyası” ile aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların, beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici kurul ödülü, kitap veya kitap dosyası arasında paylaştırabilirSeçici Kurul: Adnan Binyazar, İrfan Yalçın, Konur Ertop, Asuman Kafaoğlu Büke, Zeynep Aliye.ŞİİRÖdüle 1 Şubat 2020 ile 1 Şubat 2021 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da “kitap dosyası” ile aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici kurul, ödülü, kitap veya kitap dosyası arasında paylaştırabilir.Seçici Kurul: Ataol Behramoğlu, Hüseyin Yurttaş, Doğan Hızlan, Turgay Fişekçi, Eray Canberk.SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMASIÖdüle 1 Şubat 2020 ile 1 Şubat 2021 tarihleri arasında yayımlanmış bilimsel araştırmalarla, yayına hazırlanmış en az 25 sayfa olarak beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış bilimsel araştırmalar katılabilir. Adaylar yapıtlarını sekiz adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici kurul ödülü kitap veya kitap dosyası arasında paylaştırabilir.Seçici Kurul: Prof. Dr. Rona Aybay, Dr. Alev Coşkun, Prof. Dr. Emre Kongar, Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Prof. Dr. Örsan Kunter Öymen, Prof. Dr. Barış Doster, Dr. Deniz Yıldırım.KARİKATÜRKarikatürlerin boyutu 30x40 cm’yi geçmemelidir. Her türlü teknik serbesttir. Yarışmaya en fazla beş karikatürle katılabilinir.Seçici Kurul: Metin Peker, Kamil Masaracı, Muhittin Köroğlu, Zafer Temoçin, Akdağ Saydut, Murat Sayın.FOTOĞRAFÖdüle en çok dört adet siyah beyaz fotoğraf ile aday olunabilir. Gönderilecek fotoğrafların en az 18x24 cm. boyutlarında ve daha önce başka bir yarışmada ödül almamış olması gerekmektedir.Seçici Kurul: İsa Çelik, Coşkun Aral, Garbis Özatay, İbrahim Yıldız, Dr. Ersin Turan.HER DAL İÇİN GEÇERLİ GENEL KOŞULLARÖdüller her dalda amatör-profesyonel herkese açıktır. Cumhuriyet mensupları hiçbir dalda ödüle aday olamazlar. Adaylar gerçek ad ve adresleri ile telefon numaralarını belirtmek zorundadırlar. Ancak adaylar ad ve adreslerinin saklı tutulmasını isteyebilirler. Ödül koşullarına uymayan yapıtlar, yarışma dışında tutulacaktır. Adayların, yapıtlarıyla birlikte adlarını ve soyadlarını arkasına yazacakları iki adet fotoğraflarını, açık adreslerinin de yer aldığı katılım belgesini ve yaşamöykülerini 14 Şubat 2021 Cuma günü saat 17.00’ye kadar,“Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Ödülleri” Prof. Dr. Nurettin Mazhar Öktel Sokak. No: 2 34381 Şişli / İSTANBUL adresine iadeli taahhütlü olarak postayla ulaştırmaları ya da elden teslim etmeleri gerekmektedir. Yayımlanmış yapıtların daha önce herhangi bir ödül almamış olması koşulu geçerlidir. Zarfın ya da paketin üzerine hangi dal ile ilgili olduğunun yazılması zorunludur. Ödül dallarında konu sınırlaması yoktur. Yapıtlar hiçbir şekilde iade edilmez. Ödül alan ya da herhangi bir şekilde ön elemeden geçirilen yapıtlar, genel yayın ilkelerimiz doğrultusunda gazetemizde yayımlanabilir. Ödül sonuçları gazetemizin kuruluş yıldönümü olan 7 Mayıs 2021 Perşembe günü açıklanacaktır./Archive/2021/1/18/042429619-katilim-belgesi.png cumhuriyet.com.trCumhuriyet Gazetesi dayanışmasıbüyüyor. 18 Ocak 2021 tarihli okur dayanışmasıilanları
Cumhuriyet Gazetesi dayanışması büyüyor. 18 Ocak 2021 tarihli okur dayanışması ilanları Basın İlan Kurumu'nun gazetemize yönelik ilan cezalarına karşı okurlarımızın 'dayanışması' büyüyerek sürüyor. Cumhuriyet'e 'dayanışma ilanları'yla büyük güç veren gazetemizin gerçek sahibi okurlarımızın sayfalarımızda yayımlanan ilanlarına dijital dünyadaki sesimiz www.cumhuriyet.com.tr'de de yer vereceğiz. BASKI SÜRÜYOR, DAYANIŞMA BÜYÜYOR, OKURLARI CUMHURİYET'İ YALNIZ BIRAKMIYOR! BASIN İLAN KURUMU'NUN CUMHURİYET'E YÖNELİK İLAN KESME CEZALARINA KARŞI OKURLARIMIZ DAYANIŞMA İLANLARI VERİYOR, BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜ CUMHURİYET'E DESTEK OLUYOR. DAYANIŞMA İLANLARI HAKKINDA BİLGİ İÇİN AŞAĞIDAKİ İLETİŞİM BİLGİLERİNİ KULLANABİLİRSİNİZ./Archive/2021/1/18/043030370-ana.png/Archive/2021/1/18/043043370-2.png/Archive/2021/1/18/043042854-3.png/Archive/2021/1/18/043042339-4.png/Archive/2021/1/18/043041964-1.png cumhuriyet.com.tr