News - Haberler
Savcı, mütalaasında usta sanatçılar Gezen ve Akpınar’ın cezalandırılmasınıistedi
Savcı, mütalaasında usta sanatçılar Gezen ve Akpınar’ın cezalandırılmasını istedi Avukat Bayraktar, “Böyle bir davada yargılanmak Akpınar ve Gezen için zaten büyük bir cezadır” dedi. Celal Ülgen ise “Böyle bir olay Türkiye için utançtır” diye konuştu. Usta sanatçılar Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın, bir televizyon kanalındaki sözleri nedeniyle haklarında açılan “Cumhurbaşkanına hakaret” davasında beraat kararı çıktı.Gazeteci Uğur Dündar’ın sunduğu Halk Arenası programında, 21 Aralık 2018 tarihinde Akpınar, “Bizim bu kargaşadan kurtulabilmemizin tek çaresi demokrasi diye düşünüyorum. Oraya ulaşabilirsek ne âlâ... Ulaşamazsak her faşizmin olduğu gibi, karşılaştığı gibi belki liderini ayağından asarlar, belki mahzenlerde zehirlenerek ölür.. ama bize yazık olur, biz harap oluruz” demişti. Müjdat Gezen ise “Recep Tayyip Erdoğan, sen bizim vatanseverliğimizi sınayamazsın, haddini bil” ifadelerini kullanmıştı. Bu sözler nedeniyle Gezen ve Akpınar hakkında “Cumhurbaşkanına alenen hakaret” suçundan 4’er yıl 8’er aya kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı. Anadolu 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dün görülen dava duruşmasına taraf avukatları katılırken Akpınar ve Gezen duruşmaya katılmadı. Duruşmada söz alan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatı, “Şikâyetimiz devam ediyor, sanıklar cezalandırılsın” dedi. ‘YARGILAMAK BÜYÜK CEZA’Akpınar’ın avukatı Ahmet Köksal Bayraktar, “Soruşturma aşamasında verilen izin usule uygun değildir. İznin bizzat Adalet Bakanı tarafından verilmesi gerekmektedir. Bu yüzden usule ilişkin itirazımız vardır. Bugün doğrudan doğruya Cumhurbaşkanına hakaret aranıyor. Basit saygısızlıklar bunu meydana getirmez. Şeref ve haysiyete aykırılık aranması gerekir. Ama Erdoğan 2015 yılından beri bir parti başkanıdır. Karşısına muhalefet organlarını alıyor. Siyasi hak yönünden irdelememiz lazım. Tam 11 ülkede ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçu yok. Türkiye’de hiçbir lider ayağından asılmadı. Cezaevinde zehirlenmedi. Bunları dinleyen hiç kimse Gezen ve Akpınar ‘şu kişiyi diyor’ demiyor. Sözlerin bütünlüğü içinde mütalaa etmek lazım. Cımbızla iki cümle çekiliyor. Orada Erdoğan denilmiyor. Ona yönelik değil. Böyle bir davada yargılanmak Akpınar ve Gezen için zaten büyük bir cezadır. Hakaret değil, siyasi düşünce özgürlüğünün bir parçasıdır. Müvekkilimin beraatını istiyorum” dedi. Gezen’in avukatı Celal Ülgen ise “Demokratik ülkelerde eşine asla rastlanmayacak türde iki sanatçı, yılların komedi üstatları hakkında dava açılmıştır. Böyle bir olay Türkiye için utançtır” dedi. SAVCI CEZA İSTEDİEsas hakkındaki mütalaasını açıklayan savcı, Gezen ve Akpınar’ın “Cumhurbaşkanına hakaret” suçundan 4’er yıl 8’er aya kadar hapis ile cezalandırılmalarını istedi. Mahkeme, tutuksuz sanıklar Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın “Cumhurbaşkanına alenen hakaret” suçundan ayrı ayrı beraatlarına karar verdi. Duruşmayı CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, eski CHP milletvekili Kadir Gökmen Öğüt de takip etti. ‘KİLOMETRE TAŞI’Karar sonrası adliye önünde açıklama yapan avukat Celal Ülgen, “Yargının üzerinde siyasi iktidarın gölgesi hiç geçmedi. Aslında biz burada hiç olmamalıydık” dedi. Avukat Köksal Bayraktar ise “Bu karar gelecek için çok önemlidir ve hep anılacaktır. Bu karar kilometre taşıdır. Savunmanın hakikate doğru yürüyüşüdür bu” diye konuştu. Avukat Atilla Hekimoğlu da “Yargılanmanın bazı hallerde ceza almaktan farkı yok. Beraat etmiş olmak acaba ne kazandırdı” dedi. Zehra ÖzdilekBoğaziçi’nden 70 akademisyen, AKP’li rektör Bulu için Danıştay’a başvurdu: 'Kamu yararıgözetilmedi'
Boğaziçi’nden 70 akademisyen, AKP’li rektör Bulu için Danıştay’a başvurdu: 'Kamu yararı gözetilmedi' AKP’li rektör Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasına ilişkin protestolar devam ederken üniversitede görev yapan 70’i aşkın akademisyen, Danıştay’a başvurarak Bulu’nun rektör olarak atanmasına ilişkin kararın iptalini istedi. Sunulan dilekçede, Bulu’nun atamasının “güncel mevzuat hükümlerine uygun görüldüğü ancak anayasal ilkeler ve kurallarla bağdaşmaktan uzak, hukuka aykırı bir yöntem” olduğuna dikkat çekildi. Dilekçede Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın takdir yetkisinin “kamu yararının aleyhine” kullanıldığın vurgulandı. ‘MEMUR DEĞİLDİ’Akademisyenlerin, 26 Şubat tarihinde Danıştay’a sunduğu dilekçede, YÖK’ün 9 Ekim 2020 tarihinde Boğaziçi’ne rektör atamasının yapılacağını duyurduğu başvuruların ise 15 gün içerisinde kurumun belirlediği e-posta adresine yapılmasının istendiği kaydedildi. Rektör ataması gibi önemli atamanın bu kadar kısa bir sürede internet üzerinden duyurulmasının anlaşılmasının zor olduğunun kaydedildiği dilekçede, YÖK’ün ilanında atanacak rektörde istenilen kriterler arasında, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde bulunan; ‘Kamuda ve/veya sosyal güvenlik kurumlarına tabi olmak kaydıyla uluslararası kuruluşlar ile özel sektörde veya serbest olarak en az beş yıl çalışmış olmak’ şartını sağladığını gösterir belge” istendiği anlatıldı. Ancak dilekçede, Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne atandığı esnada devlet memuru olmadığı gibi, bir vakıf üniversitesinde rektörlük yapmakta olduğunun anlaşıldığı belirtildi. ‘SİYASİ GEÇMİŞİ ENGEL’Bulu’nun AKP içerisindeki siyasi geçmişine de değinilen dilekçede, “2547 sayılı yasa 59.maddesi ile öğretim elemanlarının siyasi partilere üyeliklerinin yolu açılmışsa da aynı yasa maddesine göre siyasi parti üyeliği olan kişilerin rektör olamayacakları da ayrıca düzenlenmiştir” denildi. Ayrıca dilekçede Boğaziçi Üniversitesi’ndeki akademisyenlerin, Boğaziçi öğrencilerinin ve Boğaziçi Üniversitesi mezunlarının bu atamaya karşı olduğu kaydedildi.MELİH BULU SEÇİM TANIMADIBoğaziçi Üniversitesi Rektörü AKP’li Melih Bulu, üniversitenin sosyal bilimler enstitüsü (SBE) müdürlüğü için yapılan seçimi tanımadı. Çevrimiçi olarak 9 Şubat’ta düzenlenen ve tek aday olan Prof. Dr. Ünal Zenginobuz, SBE müdürlüğünü kazandı. Bulu ise kendisiyle çalışmayı kabul eden iki öğretim üyesinden biri olan Prof. Dr. Naci İnci’yi, rektör yardımcılığı görevinin yanı sıra vekâleten SBE müdürü olarak atandı. Fizik bölümü öğretim üyesi olan İnci’nin sosyoloji, siyaset bilimi, tarih, psikoloji gibi bölümlerin yer aldığı enstitüye atandı. Seyhan AvşarGeçen hafta biber yüzde 30 ile en hızlıartanürün oldu
Geçen hafta biber yüzde 30 ile en hızlı artan ürün oldu Bayraktar, “Çiftçimizin bankalara ve tarım kredi kooperatiflerine ödeyemediği için takibe düşen ve yüksek faizle yapılandırdığı borçları faizsiz olarak uzun vadeye yayılmalı ve üreticilerimiz rahatlatılmalı” dedi. Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, şubat ayında markette en fazla fiyat düşüşün yüzde 25 ile patateste, en fazla fiyat artışının ise yüzde 29.31 ile sivribiberde olduğunu açıkladı.Bayraktar, şubattaki gıda fiyatlarında yaşanan değişikliklere ilişkin yaptığı açıklamada, markette kuru üzüm, kuru incir, fındık, antepfıstığı ve maydanoz fiyatlarında değişim meydana gelmediğini söyledi. Bayraktar, “Patatesteki fiyat düşüşünü yüzde 13.96 ile patlıcan, yüzde 5.44 ile kuru soğan, yüzde 4.88 ile kabak, yüzde 2.93 ile kaşar peyniri, yüzde 2.24 ile yumurta, yüzde 2 ile kırmızı mercimek, yüzde 0.56 ile süt takip etti” dedi. Markette en fazla fiyat artışının görüldüğü sivribiberi yüzde 19.92 ile ıspanak ve yüzde 15.28 ile portakalın takip ettiğini belirten Bayraktar, “Bunları yüzde 15.1 ile limon, yüzde 11.07 ile ayçiçek yağı, yüzde 6.62 ile domates, yüzde 5.76 ile mandalina, yüzde 5.55 ile tereyağı, yüzde 5.44 ile karnabahar, yüzde 4.88 ile havuç, yüzde 4.75 ile toz şeker, yüzde 4.67 ile salatalık, yüzde 4.39 ile mısır özü yağı izledi” ifadelerini kullandı. ÜRETİCİDE DE ARTIŞ VARÜreticide de fiyatı en fazla düşen ürünün yüzde 25 ile patates olduğunu kaydeden Bayraktar, patatesteki fiyat düşüşünü yüzde 21.59 ile kabak, yüzde 20 ile kuru soğan, yüzde 13.01 ile patlıcan, yüzde 9.52 ile yumurta, yüzde 9.07 ile salatalığın izlediğini belirtti. Üreticideki en fazla fiyat artışının ise yüzde 23.6 ile sivribiberde görüldüğüne dikkat çeken Bayraktar, bunu yüzde 19.63 ile havuç, yüzde 16.28 ile portakal, yüzde 11.7 ile mandalina, yüzde 9.52 ile kuru kayısı, yüzde 9.21 ile limon, yüzde 7.69 ile ıspanak, yüzde 4.94 ile dana etinin takip ettiğini aktardı. cumhuriyet.com.trTÜİK Başkanlığına Sait Erdal Dinçer atandı
TÜİK Başkanlığına Sait Erdal Dinçer atandı Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığına (TÜİK) Prof. Dr. Sait Erdal Dinçer atandı. Dinçer'in atanmasına ilişkin karar AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlandı. AAKısıtlamalara yönelik genelge valiliklere gönderildi
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Kısıtlamalara yönelik genelge valiliklere gönderildi İçişleri Bakanlığı, 81 ilin valiliğine "Risk Gruplarına Göre Alınacak Tedbirler" konulu genelge gönderdi. Genelgeye göre, risk grubuna göre il bazında alınması gereken Covid-19 tedbirleri ile uyulacak kurallar valiliklerce belirlenecek.Risk gruplarına göre değişiklik gösterecek sokağa çıkma kısıtlamaları sırasında şehirler arası seyahatlere ilişkin uygulamalara aynen devam edilecek.Hafta içi ülke genelinde, hafta sonu ise "düşük" ve "orta riskli" illerde 21.00-05.00'de sokağa çıkma kısıtlaması uygulanacak.Yüksek ve çok yüksek riskli illerde cuma 21.00 - cumartesi 05.00, cumartesi 21.00 - pazartesi 05.00'de sokağa çıkma kısıtlaması uygulanacak.Düşük ve orta riskli illerde 65 yaş ve üzeri ile 20 yaş altındakilerin sokağa çıkma kısıtlaması kaldırılacak.Yüksek ve çok yüksek riskli illerde 65 yaş ve üzerindekiler 10.00-14.00'de, 20 yaş altındakiler 14.00-18.00'de sokağa çıkabilecek.Ayrıntılar geliyor... AAEvde Kal Fest konserleri başlıyor
Evde Kal Fest konserleri başlıyor Türkiye’nin ilk çevrimiçi festivali Evde Kal Fest, 4-25 Mart tarihleri arasında düzenlenecek. /Archive/2021/3/1/163243843-evde-kal-fest.jpgKendine Has Online Instagram hesabı üzerinden yayınlanacak ve herkesin evinden katılabileceği online festival Evde Kal Fest izleyicilerle buluşmaya hazırlanıyor. Evde Kal Fest’in online konserleri, 4 Mart Perşembe akşamı, rock müzik grubu Madrigal ile başlayacak. Sertab Erener, Evde Kal Fest ile 11 Mart Perşembe, Gaye Su Akyol 17 Mart Çarşamba, Son Feci Bisiklet ise 25 Mart Perşembe akşamı gerçekleştireceği performansıyla izleyicilerle buluşacak. Festival, konserlerin yanı sıra, eğlenceli farklı içeriklere de ev sahipliği yapacak. Son dönemlerim popüler isimlerinden Deniz Göktaş, standup’ıyla Evde Kal Fest'te olacak. Oyuncu ve yönetmen Caner Özyurtlu da, Bugün Varız Yarın Yokuz isimli programıyla ekranlarda olacak.Canlı Yayınlar:4 Mart Perşembe – 21:30 / Madrigal Online Konser11 Mart Cuma – 21:30 / Sertab Erener Online Konser13 Mart Cumartesi – 20:00 / Caner Özyurtlu ile Bir Varız Bir Yokuz17 Mart Çarşamba – 21:30 / Gaye Su Akyol Online Konser25 Mart Perşembe – 21:30 / Son Feci Bisiklet Online Konser cumhuriyet.com.trYeni benlere doğru bir yolculuk
Yeni benlere doğru bir yolculuk Esra Özkalkan, Sera’dan Süreyya’ya’da, okurları bir roman kurgusu içinde zihinsel hapishanelerinden, kendi ördükleri duvarların ötesine geçmek için bir yolculuğa davet ediyor, farklı benlikleriyle yüzleştiriyor. /Archive/2021/3/1/194045093-ic1.jpgEsra Özkalkan, Sera’dan Süreyya’ya isimli kişisel gelişim romanında bambaşka bilgiler coğrafyasına sürüklüyor okuru. İçsel yolculuğu yalın dille, akıcı bir roman kurgusuyla adımlıyor.Roman, kahramanı Tarık’ın hapishaneye girmesiyle başlıyor. Her şey gerçek hayattaki gibi; hapishane, karakterler ve olaylar... Başlarda hep duyduğumuz, bildiğimiz, kendi içinde normal bir şekilde seyrediyor. Ülker adındaki şifacı sahneye çıktığındaysa olaylar bir aksiyon filmi ritminde hızlanıyor.Yazarın birçok cümlede kullandığı “nazik ve zarifçe” ifadesi, anlatıma incelikle işlenmiş. Okuma hızı ister istemez yavaşlıyor ve şiirsel bir dansın içinde etraftaki her şeyin sustuğu bir iç yolculuk derinleşmeye başlıyor.Okuma boyu öyle bir noktaya geldim ki, ruhsal onarımı için Ülker ile buluşan Tarık’la eş zamanlı deneyimler yaşadım. Kahraman ben oldum. Hikâyenin içinde yol almayı beklerken hikâye benim içimde yol almaya başladı./Archive/2021/3/1/193956452-kapakic2.jpgKitaptaki hapishane bir metafor, zihnin hapishanesi! Bu nedenle mahkumlarla yapılan seminer dil ve derinlik anlamında gerçekçilikten uzak olduğu düşüncesi uyandırıyor. Esra Özkalkan, “Önsöz”de buna değinerek kurgu gereği farklı bir evren yaratıldığının bilgisini paylaşıyor. Kurgu içinde birkaç bölüm hata duygusu uyandırsa da ilerleyen bölümlerle bağlandığında bu düşünce ortadan kalkıyor.Kitap boyunca karşılaşılan kavramlar, okuru yeni bilgilere, hatta yeni benlere doğru yolculuğa çıkarıyor. Esra Özkalkan kitabın içine işlediği meditasyonlarla somut bir yol haritası sunduğu gibi romanın son bölümünde kurgu içine notlar da eklemiş. Bu notlar roman içinde öğrendiğimiz bilgileri pekiştiriyor. Okurların kitaptaki meditasyonları yapacağını düşünüyorum.Yazarın; geçmişten gelen tüm korkuları, hastalıkları, aile ve çevreden edinilen tüm davranışları, huyları ve kimlikleri adlandırdığı Sera Benlik’i, Öz’ü, Oz’u, Swastika’yı ve Ben Benim’i anlamak, hatta anlamanın da ötesinde deneyimlemek isterseniz okumanız gereken bir kitap Sera’dan Süreyya’ya…Sera’dan Süreyya’ya / Esra Özkalkan / Doğan Novus / 288 s. Ezgi Çovener32. Ankara Film Festivali'ne başvurular 15 Eylül'e kadar yapılabilecek
32. Ankara Film Festivali'ne başvurular 15 Eylül'e kadar yapılabilecek Bu yıl 32'ncisi düzenlenecek Ankara Film Festivali'ne başvurular başladı. Festivale başvurular 15 Eylül'e kadar yapılabilecek. /Archive/2021/3/1/161611992-denise-jans-tv80374iytg-unsplash.jpg4-12 Kasım'da düzenlenecek 32. Ankara Film Festivali için başvurular başladı. Dünya Kitle İletişi Araştırma Vakfı tarafından yapılan açıklamaya göre, başvurular 15 Eylül'e kadar devam edecek.Organizasyonda, Ulusal Uzun Film Yarışması kategorisinde "En İyi Film", "En İyi İlk Film", "En İyi Yönetmen", "En İyi Senaryo", "En İyi Kadın Oyuncu" ve "En İyi Erkek Oyuncu" başta olmak üzere toplam 13 dalda ödüller verilecek."En İyi Film" ödülü 50 bin lira, "Mahmut Tali Öngören En İyi İlk Film Ödülü" ise 20 bin lira olacak.Ulusal Belgesel Film Yarışması'nda "En İyi Film" 20 bin lira, Ulusal Kısa Film Yarışması'nda "En İyi Film" 10 bin lira ödüle layık görülecek.Türkiye sinemasının yenilikçi projelerini 5 yıldır keşfeden Proje Geliştirme Desteğince, ilk ya da ikinci filmini çekecek sinemacılar arasından "En İyi Proje'ye" 30 bin lira ödül verilecek./Archive/2021/3/1/161639289-lwoelmet.jpgYARIŞMAYLA BELİRLENECEK FESTİVAL AFİŞİNE ÖDÜLFestival, bu yıl da afişini yarışma ile belirleyecek. Festivalin duyurulması ve tanıtımında önemli katkı sağlayacak esere, 5 bin lira ödül verilecek.Festivalle ilgili gelişmelere ve güncel başvuru şartlarına "filmfestankara.org.tr" adresinden ve vakfın sosyal medya hesaplarından ulaşabilecek. AAAllende’dençok tanıdık bir hikâye
Allende’den çok tanıdık bir hikâye Romanlarında arka planda yurdundan ayrı oluşunun verdiği acıyı, halkına duyduğu özlemi ve daha demokratik koşullarda, daha insanca yaşama arzusunu işler Isabel Allende. İzleklerinin başında ise kendi yaşadıklarından esinle göçmenlik ile askerî darbelerin yaşandığı herhangi bir ülkede bunun getirdikleri ve götürdükleri gelir. Aşktan ve Gölgeden romanı da ilk bakışta klasik bir aşk romanı gibi görünse de büyülü kurgusu ve yazarın sarsıcı sözcükleriyle politikanın insanlara yaşattığı acının anlatıldığı, bıçak gibi keskin bir yapıtı. Allende’nin Aşktan ve Gölgeden romanı ilk bakışta klasik bir aşk romanı gibi görünse de büyülü kurgusu ve yazarın sarsıcı sözcükleriyle ise aslında politikanın insanlara yaşattığı acının anlatıldığı, bıçak gibi keskin bir yapıt. Roman, gazeteci Irene ile fotoğrafçı Francisco’nun üç bölüme yayılan çarpıcı öyküsünden oluşuyor. /Archive/2021/3/1/193729516-ic1.jpgİNSANCA YAŞAMAK ARZUSUSalvador Allende, Latin Amerika’da seçimle iktidara gelen ilk Marksist Devlet Başkanı’ydı. İşçi sınıfı egemenliğinde kurmaya çalıştığı cumhuriyet, General Pinochet tarafından askerî darbeyle yok edildi. Allende, darbecilere teslim olmadı ancak onun yokluğuyla ülkesi Şili bir kaosa sürüklendi. Cunta rejiminin yıllar sürecek baskı ve sindirme politikalarının temel alındığı bir yönetim şekliyle idare edildi.Demokrasiye yapılan bu darbe, ülkede yaşayan birçok kesimde sarılmaz ve onulmaz yaralar açtı; insanlar kaybedildi, öldürüldü ya da göç etmek zorunda kaldı. Salvador Allende’nin yeğeni Isabel de yurdundan kaçmak zorunda olan ve yıllarca ülkesini hasretle ananlar arasında yerini aldı.Isabel Allende, her bir romanında okuruna seçtiği çeşitli konuları aktarırken arka planda mutlaka yurdundan ayrı oluşunun verdiği acıyı, halkına duyduğu özlemi ve daha demokratik koşullarda, daha insanca yaşama arzusunu anlatıyor. Seçtiği izleklerin başında ise kendi yaşadıklarından esinlenerek göçmenlik ile askerî darbelerin yaşandığı herhangi bir ülkede bunun getirdikleri ve götürdükleri oluyor.AŞK VE POLİTİKAAllende’nin Aşktan ve Gölgeden romanı ilk bakışta klasik bir aşk romanı gibi görünse de büyülü kurgusu ve yazarın sarsıcı sözcükleriyle ise aslında politikanın insanlara yaşattığı acının anlatıldığı, bıçak gibi keskin bir yapıt.Roman, gazeteci Irene ile fotoğrafçı Francisco’nun üç bölüme yayılan çarpıcı öyküsünden oluşuyor. Irene gazeteciliğinin yanında annesi ile birlikte bir huzurevinin sahibi. Francisco ise İspanya İç Savaşı’ndan kaçıp bu ülkeye gelen kalabalık bir ailenin üyesi. Savaştan kaçan aile burada da darbeye yakalanıyor ve evi olarak gördükleri bu ülkede kaderin yazgısına razı oluyorlar.Ayrıca huzurevi sakinleri, sirkte çalışan bir sanatçı, mucizeler gösteren bir kız, askerler, köylüler, hizmetçiler ve din adamlarının yer aldığı geniş karakter skalasıyla bir ülke panoraması sunuyor.Irene ve Francisco, bir azize olarak görülen Evangelina ile röportaj yapmak üzere onun evine gidiyorlar. Bu sırada evi askerler basıyor. Böylece olay örgüsünün fitili ateşleniyor.ÜLKEDE MAYALANAN KIZGINLIKÜlkede siyasi yapı son derece kırılgan, her yerde polis ve asker var. Halk arasında muazzam bir uçurum söz konusu, çok zengin bir kesimin karşısında fiyatların artması ve ortalığı kasıp kavuran kıtlıkla birlikte hep mucize arayan insanlar sarmış dört bir yanı:“Askerler gerçeğin üzerine sımsıkı bir kapak örtmüşlerdi, şimdi bu ülkede vahşi bir kızgınlık mayalanmaktaydı, kapak patladığı zaman da ortada bunu denetim altına alacak sayıda tank, asker olmayacaktı.”Evangelina’nın askerlerce götürülüp kendisinden bir daha haber alınamamasıyla Irene ve Francisco için röportaj, bir polisiyeye / araştırmaya dönüşüyor. Ülkede sadece Evangelina değil yüzlerce kayıp olduğu ortaya çıkıyor./Archive/2021/3/1/193737751-ic2.jpgCUNTANIN DEĞİŞMEZ KODLARIBirilerinin düşman olarak algılanıp sorgularda kaybedilmesi, evlatlarını ellerinde fotoğraflarıyla arayan annelerin nöbetleri cunta hükümetlerinin kodlarının aynı olduğunu açıkça gösteriyor. Roman kendi ülkemizde yaşanan darbeler ve baskılar tarihine bakıp ibret alarak okunmalı. Aslında Şili’de anlatılanlar bizim de hikâyemiz.Anlatıcı, siyasi baskı ortamıyla birlikte başka şeyler de anlatmak istiyor. Latin Amerika kırsalındaki eylemlerin din ve batıl inançlarla yoğrulduğunu görüyoruz. Her bölümde geleneklerden geldiğine inanılan birtakım ritüeller, ev yapımı ilaçlar, saygı duyulan yaşlı kadınlar ve bunların her hastalık karşısındaki becerileri din-bilim ya da gelenek-bilim karşıtlığını örnekliyor.Bunların yanında yazar ülkesindeki ötekilere de genişçe yer ayırıyor. Allende, Mario karakteri ile birlikte eşcinsellik ve eşcinsel bireylerin çocukluktan itibaren gördüğü şiddet ile aileden devlete uzanan ötekileştirilme öykülerine kulak veriyor. Heteroseksüelliğin baskın varlığının ortasında Mario’nun var olma ve başarma öyküsünü de kıvançla duyuruyor, Mario’ya “Aşkta ve yaşamda biz de varız.” dedirtiyor.Isabel Allende, ele aldığı konularla çok girift bir roman olan Aşktan ve Gölgeden’i birçok ülkede yaşanan cinayetleri, ötekileştirmeleri, demokrasi ayıplarını, baskıları ve sansürleri de damıtarak, kahramanlarının kişiliğinde evrensel bir dilde anlatıyor. Aslında gölgede kaldığı düşünülen onca şeyin sadece gün ışığının en tepeye çıktığı an ortadan kalkacağını ve aşkın tüm evrenin nüvesi olduğunu göz yaşartan ve yürek burkan yaşamlar aracılığıyla tüm dünyaya duyuruyor.Aşktan ve Gölgeden / Isabel Allende / Çeviren: Eren Yücesan Cendey / Can Yayınları / 263 s. / 2020. Deniz Burak BayrakDüşünsel okuma ve drama atölyeleri
Düşünsel okuma ve drama atölyeleri Eğitim bilimi alanına nitelikli ve özgün yapıtlar kazandırmak, eğitimcileri hizmet içi eğitim ve öğretim süreçlerinde destekleyecek içeriklerle buluşturmak amacıyla kurulmuş bir eğitim platformu olan Altın Kitaplar Akademi, 21. Yüzyıl Öğrenme Çerçevesi’nde belirtilen, eleştirel düşünme, problem çözme, iletişim ve iş birliği becerilerini vurgulayan, farklı okuryazarlık türlerini kucaklayan ve yaşam boyu öğrenmeyi destekleyen özgün içerikler üretmeyi hedefliyor. Altın Kitaplar Akademi çatısı altında yayımlanan ilk çalışmalar olan, proje danışmanlığını Dr. Nilay Yılmaz’ın üstlendiği Düşünsel Okuma ve Meraklısına Drama Atölyeleri raflarda yerini aldı. /Archive/2021/3/1/193451330-kapakic.jpg Altın Kitaplar Akademi, eğitim bilim alanındaki çağdaş yaklaşımları, yenilikçi uygulamaları ve yaratıcı öğretim materyallerini kitaplar aracılığıyla okurlara sunarken, atölyeler, seminerler, konferanslar, bültenler, canlı yayınlar ve çevrimiçi destek programlarıyla yaygınlaştırmayı amaçlıyor.Kişisel gelişim ve mesleki gelişim okumalarının iç içe geçtiği, her yaştan okur için bir yol haritası niteliğindeki Düşünsel Okuma’da yer alan ıraksak, yakınsak, yanal, paralel ve yaratıcı düşünme biçimlerine yönelik uygulamalar sadece yazılı metinleri değil, okurun kendisiyle ve dünyayla kurduğu ilişkiyi de okumasına, yeniden düşünüp yapılandırmasına yardımcı olmayı hedefliyor.Düşünsel Okuma, “Kişisel deneyim ve sistemli düşünmeyle derinleşen, düş ile düşünceyi birleştiren yaratıcı bir okuma nasıl yapılabilir? Bir metni okuma biçimleri dünyayı okuma biçimine nasıl dönüştürülebilir?” sorularına yanıt veriyor.Öğrenme sürecinde merakın değeri, öğrenme yolculuğumuzda merakın bize nasıl eşlik ettiği, dramanın merak ve öğrenmeyle ilişkisine değinen Meraklısına Drama Atölyeleri, ilkokul düzeyinde 21. yüzyıl becerilerini geliştirmeyi amaçlarken hem kuramsal hem de uygulamalar aracılığıyla ve merakla bilgilerin izini sürüyor.Öğrenme Meraklıları ekibinin alanında uzman yirmi dört eğitimcisi tarafından yazılan ve yine onların eleştirel süzgecinden geçen metinlerde, uygulamalar ve çeşitli öneriler bulunuyor.NİLAY YILMAZ: Lisans ve yüksek lisansını İngiliz Dili ve Öğretimi alanında, doktora eğitimini ise Türkçe Öğretimi ve Çocuk Edebiyatı üzerinde yaptı. 25 yıl devlet ve vakıf üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Doktora tezi ile 2014 Oğuz Tansel Halk Bilimleri Araştırma Ödülü aldı. Yetişkinler için öyküler ve makaleler, eğitimciler için kılavuzlar yayımlasa da en çok çocuklara yazmayı seviyor. Tiyatro, öykü, roman, etkinlik ve resimli kitap türünde yapıtları var. Doğal yaşam, bilinçli farkındalık (mindfulness), yoga ve doğru nefes alma tekniklerini çocuklara sanat, yaratıcı drama ve oyun aracılığıyla öğretiyor. Çocuk ve kadın çalışmaları, haklar eğitimi, yaratıcı okuma ve yazma programları, çocuklar için felsefe, ileri düzey düşünme teknikleri, üst düzey okuma becerileri ve yaratıcı düşünme testleri üzerinde çalışmaktan ve merak etmekten bıkmıyor.ÖĞRENME MERAKLILARI PLATFORMU (ÖMEK): Alanında uzman 24 meraklı eğitmenin Ağustos 2018'de bir araya gelmesiyle oluşan Öğrenme Meraklıları Platformu, Haziran 2019'da kooperatif kuruluşunu gerçekleştirdi. Öğrenme Meraklıları Eğitim Kooperatifi (ÖMEK) bir 'sosyal girişim' olarak eğitimin farklı düzlemlerinde çalışmalarına devam ediyor.Bireyin ve toplumun gelişimine etki ederek herkes için sürdürülebilir bir dünyaya katkı sunmayı hedefleyen Öğrenme Meraklıları Sosyal Girişimi, kurumsal eğitimler, program geliştirme ve danışmanlık hizmetleri veriyor.ÖMEK, eğitim hakkından yeterince yararlanamayan dezavantajlı gruplara ulaşmayı amaç edinen, kar amacı gütmeyen bir kuruluştur. Özgün ve nitelikli çalışmalarını 'meraklılar'la buluşturmak için birçok eğitim buluşması düzenleyen ÖMEK, yolculuğuna çevrimiçi eğitimler, canlı yayınlar ve söyleşilerle devam ediyor. Cumhuriyet Kitap Eki'Madam Bovary'üzerine yeni bir okuma
'Madam Bovary' üzerine yeni bir okuma Gustave Flaubert’e Madam Bovary’nin kim olduğunu sormuşlar, “Benim,” demiş. Nasıl olur da erkek bir yazar kendini romanının “kadın” kahramanıyla özdeşleştirir? Bu ne gizemli bir şey. Ben de şimdi, “Madam Bovary, Marki de Sade’dır,” diyeceğim ama açıklamayı size bırakmayacağım. /Archive/2021/3/1/193211816-ic1.jpgZaman zaman dönüp, çeşitli nedenlerle daha önce okuduğum eski romanları, kitapları okuyorum. Bazen yeniden okuduğum metinlerin, o metinlerden aklımda kalan şeylerle neredeyse hiçbir ilişkisinin bulunmadığını görüyorum. Jean Cocteau, “Bir kitabı yeniden okuduğum zaman daha önce hiç okumamış olduğumu anlıyorum,” demiş.Madam Bovary’yi yeniden okurken bana da aynı şey oldu, acaba ben bu romanı gerçekten yıllar önce okumuş muydum yoksa yalnızca taşralı bir doktorun güzel karısının ihanetinin öyküsü olduğunu bildiğim için mi kitabı okuduğumu sanıyorum, diye kuşkuya düştüm. Yeniden okuduğuma göre bari o zaman okurken başka bir soruya da yanıt bulmaya çalışayım, dedim: Bu roman niçin edebiyat tarihinin önemli yapıtlarından biri ve niçin evrensel?ÇOCUK KALMIŞ KADINLARBu arada, müzik notalarını ne kadar iyi okuyorsa kitapları da en az o kadar iyi okuduğuna tanık olduğum büyük piyanist İdil Biret’le sohbet ederken, nasıl oldu bilmem, kafamdaki bu soru birden ağzımdan çıktı, İdil Biret hiç duraksamadan, “Evrensel bir roman çünkü dünyada çocuk kalmış kadın o kadar çok ki,” dedi.Birkaç gün sonra evde bazı fotokopiler, basılı metinler arasında iki sayfalık bir metin buldum. İskenderiye Dörtlüsü’nün yazarı Lawrence Durrell’ın konuşmalarının toplandığı Lawrence Durrell Conversations adlı bir kitaptan alıntılanmış bir bölümün kopyasıydı.O alıntıda L. Durrell’a, Marki de Sade’dan sık sık yaptığı alıntıların anlamı soruluyor. Durrell’ın verdiği yanıttaki “çocuk” sözcüğü birden dikkatimi çekti, bunun üzerine metni sonuna kadar ciddi olarak okudum.Durrell, “Marki de Sade, cahilliği ve acımasızlığıyla, çağımızın en tipik insan örneğidir,” diyor. Sonra ekliyor: “Ben onu hem bir kahraman hem de bir cüce olarak görürüm. Freud çok doğru bir kararla onu çocuk özneler galerisine yerleştirmiştir çünkü Sade çocuktur,” diye eklemiş.Pekiyi, çocuk olması ne anlama geliyor? Durrell onu da tanımlamış: “O bir mızmızlanma şampiyonudur, gelmiş geçmiş mızmızların en büyüğüdür; evet, çağdaş insan gibi çocuk kalmıştır: acımasızdır, isteriktir, budaladır, hepimiz gibi kendi kendisinin celladıdır. O bizim ruhsal hastalığımızın somutlaşmış halidir.”İNSAN NİÇİN ÇOCUK KALIR?Görüldüğü gibi burada Durrell “ruhsal bir hastalık”tan söz ediyor ve bunu çağdaş insanın hastalığı olarak niteliyor. Nedir bu hastalık? Onu da açıklamış: Cahillik (bilgisizlik), acımasızlık (benmerkezcilik, başkalarıyla kendini özdeşleştirememe, onların acılarına kapalı olma), çocuksuluk, bilinçsizlik, isteriklik ve (akılsızlık anlamında değil ama akılcı davranamama anlamında.) aptallık.İnsan niçin çocuk kalır, dahası “çağdaş insan” niçin çocuk kalmış olsun, bunun yanıtını da yine Marki de Sade için “O bir cücedir” diyen Durrell veriyor: “O [Marki de Sade] bir cüceyse … manevi sorumluluklar yönünde yol alamadığı için cücedir.”Bir çocuk manevi sorumluluk diye bir şey bilmez, gerçekten de, yalnızca isteklerini ve gereksinimlerini bilir, rahatını bilir. “Manevi sorumluluk” derken Durrell’ın ne kadar önemli bir şeyden söz ettiğini anlamak için de sorumluluk duygusu yokluğunun sonuçlarının neler olabileceğini bir an düşünmek gerekiyor./Archive/2021/3/1/193231582-ic2.jpgÇAĞLARIN HASTALIĞISorumluluk sahibi olmakla olmamak arasındaki farkın ne büyük bir fark olduğunu görüyorsunuz! En yakın çevresinden, ailesinden başlayarak, ülkesine, başka insan hemcinslerine, doğal çevreye ve hatta geçmişe ve geleceğe karşı sorumluluk duymayan insan ne korkunç bir şeydir. İşte o yüzden bu tür bir insan için Durrell, “acımasızdır, isteriktir, budaladır … kendi kendisinin celladıdır,” demiş.Durrell buna hastalık derken kurtulunması gereken bir şey olduğuna da işaret etmiş oluyor elbette. Ancak “çağın” sözcüğüne karşı çıkacağım, onun yerine keşke “çağların hastalığı” deseydi çünkü bir yandan günümüzde bu hastalığın en şiddetli biçimiyle hüküm sürdüğünü görüyorum, bir yandan da Flaubert’in kahramanı Emma Bovary’nin sorununun tam da bu olduğundan eminim. Emma sorumluluk duygusuna sahip bir kadın olsaydı, kasaba doktoru olan kocasını, ün ve para uğruna, bilmediği bir ameliyatı yapmaya zorlayabilir, onu rezil eder miydi? Sorumluluk duygusu olan insan bu kadar benmerkezli, bilinçsiz, acımasız, aptal ve isterik olabilir miydi?Flaubert de, Durrell’dan neredeyse yüz yıl önce, hiç değilse bu roman temelinde, çağının hastalıklarından birinin bu olduğunu söyler gibidir.Örneğin, o dönem Fransa’sında burjuva kadınlar çocukları olunca hemen bir dadı, bir sütanne tutar, çocuklarını kendileri emzirmezler. Sonuçta çocuğun ne beslenmesinden ne de hastalık ya da sağlığından sorumludurlar, hatta eğitiminden bile tam anlamıyla sorumlu değillerdir. Paraları vardır ama sorumlulukları yoktur. Çocuğun eğitimini de özel öğretmenlere devrederler.Flaubert romanının bir kahramanı olan kasabanın eczacısına, “… anneler çocuklarını yetiştirmelidir. Bu, Rousseau’nun fikridir, belki zamanımız için biraz yenidir,” dedirtirken böyle bir soruna parmak basmak istemiş olabilir pekâlâ.Emma Bovary’nin istekleri vardır, ün ister, zenginlik ister, aşk, heyecan ister ve bunları elde etmek için denemediği şey kalmaz, kendisine sevgililer bulmaktan tutun da kendini dine vermeye kadar, her şeyi dener. Hepsi bozgunla sonuçlanır, hayatı bozgunlarla, mutsuzluklarla geçmiş acınası ve bazen de gülünç bir kişiliktir.Romanı okuyanlar bilirler (ya da okuyacak olanlar da görecektir) roman, çok anlamlı bin bir ayrıntıyla, gözlemle, kişilik çözümlemesiyle doludur, toplumsal hayat betimlemeleriyle doludur. Böyle olduğu için de elbette çok farklı yorumlara açıktır. Ancak burada ben, günümüzün bunalımı açısından en anlamlı bulduğum yanını vurgulamak istedim.Madam Bovary’nin kim olduğu sorulduğunda Gustave Flaubert, “Benim,” dediği zaman, eminim ki, “Evet, Madam Bovary bir kadın ama bir erkek de olabilirdi,” demek istedi. Çocuk kalmış kadınlar varsa çocuk kalmış erkekler de çok çünkü. Hem de tarih boyu koca koca ülkeleri yönettiklerine tanık olduk. Ülker İnce