News - Haberler
Bilim kadınımız Dr. HandeÖzdinler’den ALS tedavisindeönemli keşif
Bilim kadınımız Dr. Hande Özdinler’den ALS tedavisinde önemli keşif Dr. Hande Özdinler ve ekibi, Lyrica ilacının mucidi Dr. Richard Silverman ile birlikte, beyinde ölen motor nöronları iyileştiren ilk kimyasal maddeyi keşfetti. NU-9 isimli bu madde ölen motor nöronlarını, 60 günlük bir tedavi sonrası sağlıklı nöronlar seviyesine getirdi. Ekip, bu umut vaat eden madde üzerinde klinik deneylerin başlaması için ileri araştırmalara hazırlanıyor. Üst motor nöron hasarları ALS’den başka kalıtımsal spastik parapleji (HSP) ve primer laretal skleroz (PLS) gibi diğer motor nöron hastalıklarına da yol açıyor. Dolayısıyla onların iyileştirilmesi birçok hastalık için çok önemli. ALS’de beyinde hareketi başlatan sinir hücreleri (üst motor nöronları) ve omurilikte kasları kontrol eden sinir hücreleri (alt motor nöronları) dejenere olur. Bu hastalık hızlı ilerler ve ölüme yol açar. Bugüne dek HSP ve PLS hastaları için herhangi bir ilaç ve tedavi söz konusu değildi ve ALS için bulunan ilaçlar da hastalığı tam olarak iyileştirmiyordu. TEDAVİSİ YOKTU“Üst motor nöronları hareketleri başlatmaktan ve iletmekten sorumludur. Ve bunların hasar görmesi ALS’nin ilk evrelerinde ortaya çıkar. Şimdilik bu hastaların durumlarını düzeltecek herhangi bir tedavi seçeneği yok” diye konuşan Özdinler, “Bizler sağlığını yitiren bu üst motor nöron hasarlanmasını giderecek ilk kimyasal maddeyi bulduk” diye konuşuyor.Çalışma 23 Şubat tarihinde Clinical and Translational Medicine dergisinde yayımlandı. Özdinler, bu çalışmasında, makalenin yazarlarından Northwestern Üniversitesi kimya profesörü Richard B. Silverman ile işbirliği yaptı. Çalışma, Silverman’ın laboratuvarında NU-9 bileşiğini geliştirmesiyle başladı. NU-9, üst motor nöronlarının ALS hastalığında dejenere olmasına yol açan faktörlerin ikisinde etkili. Araştırma ekibi NU-9’un hatalı protein kıvrımlarının yarattığı üst motor nöron dejenerasyonunu onarıp onarmayacağını anlamak istedi. Farelerde sonuç pozitifti. Bilim insanları bir sonraki etapta hastalıklı üst motor nöronlarının nasıl iyileştiğini araştırdı.Çalışmalarda NU-9 verildiği zaman hem mitokondriya (hücrenin enerji santralı) hem de endoplasmik retikulum (RE-hücrenin protein üreticisi) sağlığına kavuşmaya başladı ve böylece nöronlarda iyileşme görüldü. Üst motor nöronlarında hücre gövdesi genişledi ve dentritlerdeki (sinir hücrelerinin uzantısı) delikler kaybolmaya başladı. Öyle ki 60 günlük bir NU-9 tedavisinden sonra hastalıklı nöronlar sağlıklı kontrol nöronlarına benzemeye başladı.HAREKETLERİN BAŞKOMUTANI Özdinler, “Üst motor nöronlarının sağlıklı hale getirmek, ALS ve diğer motor nöron hastalıkları için çok önemli” diyor.Üst motor nöronları beynin hareketleri yöneten bir başkomutanıdır. İstemli hareketler için beynin emrini omurilikteki hedeflere taşırlar. Bu nöronların dejenerasyonu beyin ile omurilik arasındaki bağlantıyı bozarak hastayı felç eder.Alt motor nöronları ile kaslar arasında doğrudan bağlantı vardır; hareketin uygulanması için kasları kasıp gevşetir. Böylece alt motor nöron faaliyetleri kısmen üst motor nöronları tarafından kontrol edilir.Özdinler ve ekibi şimdi, faz I klinik denemelerinden önce detaylı toksikoloji ve dosaj ve hedef belirten farmakokinetik çalışmaları tamamlamayacak. Çalışmanın Northwestern Üniversitesi’nden diğer yazarları arasında Özdinlerin yanı sıra 3 genç Türk bilim insanı daha var: Barış Genç, Öge Gözüyok ve Nuran Koçak. Özdinler 2015 yılında da uluslarası bilim alanından en çok takip edilen “International Innovation” dergisi tarafından “Dünyanın En İyi Buluş Yapan 10 Bilim Akademisyeni”nden biri olarak gösterilmişti. https://news.feinberg.northwestern.edu/2020/11/les-turner-symposium-celebrates-scientific-discovery-in-als/https://onlinelibrary.wiley.com/doi/epdf/10.1002/ctm2.336BOĞAZİÇİ’NDEN ABD’YEDr. Hande Özdinler yıllardır ALS hastalığının tedavisine yönelik çığır açıcı araştırmalara imza atan bir bilim kadını. Boğaziçi Üniversite’sinde Moleküler Biyoloji Bölümü’nü bitirdikten sonra yine Boğaziçi’nde Genetik Biyoteknoloji üzerine yüksek lisans (master) yaptı. ABD Northwestern Üniversitesi ALS Araştırma Laboratuvarı kurucu başkanı. Özdinler ve ekibi geçen günlerde beyindeki motor nöronlarını sağlıklı tutan ve dejenerasyonu durduran ilk kimyasal maddeyi keşfetti. Reyhan Oksay / CumhuriyetBay Sinema, ekranda değil kitapta
Bay Sinema, ekranda değil kitapta Tam da bir zamanlar Yeşilçam’ın merkezi İstiklal Caddesi’nde, Pera’da Sinema Müzesi ve Atlas Sineması restore edilip açılmışken Yeşilçam’a damgasını vurmuş, Türkiye’nin ilk sinema müzesi TÜRVAK’ı kurmuş bir prodüktör, Türker İnanoğlu’nun sinema serüvenini anlattığı kitabı çıktı. Türker İnanoğlu’nun senaryo tadındaki anıları geçmişe özlem dolu. Konuk yazar: Emel SeçenEn güzel köy olarak yorumladığı Kanlıca’nın da Beyoğlu’nun da özünü bilen ve vefasını ödeyenlerden Türker İnanoğlu. 1957 yılında Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu ikinci sınıf öğrencisi iken tesadüfen sinemaya geçişi, her soluğunda sinema ve sanat ile dolu yaşamından “Bay Sinema’nın, Serpil Akıllıoğlu tarafından yazılan son kitabı, “Sinemaya Adanmış Bir Ömür, Türker İnanoğlu Acısıyla Tatlısıyla Sinema Anıları” üzerine Kavacık’taki TÜRVAK Türker İnanoğlu Vakfı’nda buluştuk. Kendisinin çetin hastalık sorunlarına rağmen, özenle karşıladı bizi, baba dostu. - Büyüdüğünüz yer Kanlıca’da, bir tarafınızdaki yalıda Ordinaryüs Profesör Feridun Ahıska, diğer tarafta Osmanlı sadrazamlarından Saffet Paşa’nın yalısında ise Fransız terbiyesi ile büyümüş, İngiliz Shell Company’nin Türkiye İşletmesi Yönetim Kurulu Üyesi Kadri Cenani Bey oturmakta ve kendisi muhteşem yalıyı ücret almadan filmcilere tahsis ediyor, tek bir şartla: senaryoyu inceleyecek ve beğenecek. Sizi, siz yapan serüven iki yalı arasında doğuyor:Evet, Kadri Cenani Bey’in, 24 odalı, içinde hamamı olan, 3 salonlu tarifi zor yalısı ve kendisi para almadığı gibi 40 kişilik ekibin neredeyse yemek ücretlerini de karşılaması! Bir gün beni aradı ve “Bir ricam olacak, bugün toplantım uzadı ama filmcilerle randevum var, bizim uşağın Türkçesi yetersiz beceremez, ister sonra gelsinler, ister bekleyip Kanlıca yoğurdumu yesinler, sen ilgilenir misin?” “Merak etmeyin dedim”, Kerime Nadir’in Funda romanı çekilecek ve Ozon filmin sahibi Necil Ozon ve Yönetmen Nişan Hançer, sanat yönetmeni Zaven var. Yalıda ağırladım. Bir yandan denizden motorlar geçiyor, kızlar el sallıyor, teklif ettim, tekneyle de dolaştılar. Aradan bir süre geçti, Halk Film’in sahibi Fuat Rutkay ile Nişan Bey “Yosmanın Kızı” filmini çekecek, asistanı askere gidecekmiş, sen olur musun?, diye sorduklarında ilk cevabım “Asistan ne iş yapar?” oldu. “Yönetmene yardımcı olur, başarılı olursa yönetmen olur” dediklerinde Amerikan filmlerine hayrandım zaten, Türk filmlerinden beni en çok etkileyenler Mahmut Karakurt’un Gülistan Güzey’in oynadığı “Allahaısmarladık” ve Ayhan Işık’ın oynadığı “Kanun Namına”ydı. - Hayatınız tesadüf mü? O film için yalı kullanılmamış ve siz biraz zor ikna olmuşsunuz sanırım.Tabii, biraz kayıtsız olduğumu gördüklerinde bana “Sizin okuldan Lütfi Akad, Atıf Yılmaz, Çolpan İlhan var” deyince bir deneyeyim istedim. O yalı evet, kullanılmadı çünkü yalıyı çok beğenmelerine rağmen Kerime Nadir, eserini deniz kıyısında düşünmediğini söyleyince Erenköy’de tren yolunun arkasında bir köşk tercih ettiler. - Sanırım sizin asistanlığınız böylece hep devam etti. Hep imkânsız görünenleri başardınız, Tarlabaşı’nda bir sokağı Napoli’ye çevirdiniz. Tesadüflere sonra döneceğim ama yetmişli yıllara damga vuran Aşk Gemisi filmi, bir bölümü Yunanistan’da çekilince Türkiye’de de çekilmesine karar veriliyor, gelişmeler ne şekilde oldu?Evet, yürütücü prodüktörlüklerim var, Alman NDR televizyonunun işlerini de yapıyordum. Truva ve Schlieman/Priamus Hazinesi adlı filmin Türkiye bölümlerinin prodüksiyonluğunu yapıyordum, filmin yönetmeni Yahudi asıllı bir Almandı ve filmde yardımcı roller için sunduklarım arasından oyuncuları bulmuş, fakat şişman orta yaşlı Osmanlı subayını bulamamıştı. Bana göre aradıkları Almanca bildiği için Osman Ağabeydi (Osman Seden). Osman Ağabey, espri olsun diye girdiği mekânda “Heil Hitler” diye şaka yapardı. Yönetmenle görüşmeye geldi ama girdiği anda odadan kıyamet sesleri yükseldi ve yönetmen Almanca olarak bağırarak “Alın bu adamı, çıkarın buradan!” diye bağırıyor! Meğer Osman Seden’in sempati olsun diye yaptığı hareket, yönetmenin Auschwitz Yahudi toplama kampındaki anılarını canlandırınca kıyamet koptu. “Aşk Gemisi” filmi için bizim Dışişleri harekete geçti, Yunanistan’da çekim olunca Türkiye’de olsun diye. Çekimler, İstanbul, Efes ve Kuşadası’nda olacaktı. İstanbul çekimlerini hiç unutmam, Beyazıt Meydanı’nı bir gecede sabaha kadar yıkattık, seyyar satıcılara camlı vitrin yaptık, bembeyaz formalar ve eldivenler hazırlattım. Balık Pazarı’nın üzeri bir gecede tenteyle kapatıldı, Karaköy’e demir atan Aşk Gemisi’ni formalı hamallar karşıladı, amacım “Modern Türkiye” sunabilmekti ki Amerika’dan Milliyet gazetesinin sahibi Ercüment Karacan arayıp “Tebrik ederim, çok değişik ve modern bir İstanbul sundunuz” dedi.- Elia Kazan da mı tesadüf?Aslen Türk asıllı, Kayserili ünlü yönetmen Elia Kazan, İpek Film’in sahibi İhsan Bey’in davetlisi olarak geldi, kendisinin İhtiras Tramvayı, Viva Zapata, Rıhtımlar Üzerinde gibi çok sevilen filmleri vardı. Biz Sirkeci’de çekimde iken bizim nasıl film çektiğimizi merak edip, gelmiş. Setçiler yolu yağlayıp sonra su döküyorlar, parlaması için sonra lastik yakıp onu beyaza çeviren ilaç kullanıp beyaz sis ortamı yaratılıyor, Sohban Ağabey’in işleri... Bir vantilatör yapraklar atılıyor önüne rüzgâr niyetine, adam hayretle izliyor, bunların yapacağı filmden ne hayır gelecek diye? Nişantaş’ındaki İpek Film Stüdyosu’nda montajdayken geldi, kurguyu görünce sahneyi anımsadı ve hayretle “Bu” dedi sonra O gün çektiğiniz sahne, bu kadar güzel çıkabileceğini hiç tahmin etmemiştim, ekip arkadaşlarına da söyle, onları da tebrik ederim” ve ilettim hepsine, o da tesadüf tabii.- Türk sinema, dizi dünyası Ortadoğu’ya hatta Avrupa’ya yeni açıldığını düşünüp, bazı dizi isimleri ile atıfta bulunuyorlar, aslında siz yıllar önce İran, İtalya ve Yunanistan’da Türkiye adını duyurmuşsunuz.“İki esir” filmi Cüneyt Arkın, Filiz Akın, Kuzey Vargın, çok büyük ilgi uyandırdı ve İstanbul İran Başkonsolosu aradı, yemeğe davet etti, amacı Pars Film’in sahibi Dr. koushan ile tanıştırmaktı. Düşünün Tahran’daki film stüdyoları, İngilizler tarafından kurulmuş ve Avrupa’nın en modern sinemaları ile boy ölçüşebilirdi. O zamanlarda biz Türkiye’de sahneleri, alışkanlık, tekrarsız ya da tekrarla çekmeye gayret ediyorduk. Dört film, Tahran Macerası ve Hırsız Kız bizim, onların çekeceği Yusuf ile Züleyha ve Melikşah. 1969 yılında, Türkiye’de yılda 250-300 film çekilirken, İran’da 10 ile 15 arasıydı, çalışma tempoları düşüktü. Ama orada da sabah erken çekimleri başlatmayı, başardık.Mesleki anlamda hep büyük oynamayı seçtim, tam bir Avrupalı ve profesyonel film yapımcısı oldum. Küçük Şahit, filmi için yönetmeni de teknik ekibimi de İtalya’dan getirdim. Küçük Kovboy, için de ekibimi oraya götürdüm ki Cinecitta Stüdyoları bizim için efsane demekti. Yumurcak serisinin, Veda’sını, İtalyan yapımcı Kunkera çok beğendi, İtalya gösterim hakkını aldı ve büyük ilgi gördü. Bunların dışında, Kunkera co prodüksiyon teklifinde bulundu ve Üçkağıtçılar, Baş Belası ve Babamın Evlatları, doğdu. Üçkâğıtçılar, filmi sarayda Şah ve ailesine gösterildi.Cosmos Film, Yunanistan’ın en büyük Amerikan filmleri dağıtımcısıydı, Zaranis ile ilk olarak “Yumurcak” için anlaştık. Gala dahil ilgi çok büyüktü, Yunan televizyonu ETA’da Filiz ve İlker ile söyleşiler yapıldı.‘EN İYİ YÖNETMEN MEMDUH ÜN’- Muammer Karaca’nın evi plato olarak kullanılıyor sanırım.Eski dostum, evet evini kullanırdık, çok keyifli bir şahsiyetti. O zamanı düşündüğümüzde, yokluklar ülkesinde onun evinde yok, yoktu. Şeker, yağ yok ama onda var. Bir gün hasta iken telefon açtı: Dışarı çıkamıyorum, gel de film çek, gözüm gönlüm açılsın, diye gittik çektik.- Sizin için Türk sinemasına damga vurmuş diyebileceğiniz en iyi film ve en iyi yönetmen, diye sorsam?Var ama ben Üç Arkadaş ve Memduh Ün derim.- Siz tesadüf diyorsunuz, ama Türkan Şoray, “Türker İnanoğlu olmasa ben belki de Fatih’te, üç-dört çoçuklu evli bir kadındım, hatta anneanneydim” diyor. Fatih, Sur içinde, Sultan mahallesinden Yeşilçam’a uzanan hikâye nasıl?“Köyde bir kız sevdim” filmi için Zeki Çan aradı, param az, yönetmen yok, dedi. Filmi için oyuncular belli olmuştu, bazıları Panter Emel (hayvan dostu) olarak tanır, Emel Yıldız ve Baki Tamer başroldeydi, yönetmen olarak kabul ettim ama içime sinmeyen bir şeyler vardı, yaşı biraz olgun geliyordu rol için, üstelik oyunculuk konusunda da tatmin olmamıştım. Biz üç gün çalıştık ve dördüncü gün, Emel yanında çok güzel genç bir kızla geldi. Zeki’ye o kızı anlattım, tam filme uygun diye ama kabul etmedi çünkü çalışmaya başlanmıştı, önce Zeki’yi ikna ettim sonra yapım sorumlusu Suat’ı kızın evine gönderdik, meğer kız, Emel’in kiracısı. İş zorlaşmıştı, annesi ile ofise çağırıp anlattık, çok sevindiler, çekimlere başlandığında kamera acemiliği vardı ama oyuncu acemiliği yoktu. Evet, Sultan Mahallesin’de ilk ve son filmim Türkan Soray’ladır. Sonra Emel Yıldız’la da birkaç çalışmam oldu, aslında hepsi tesadüf.Usta sohbeti bitirirken şöyle diyor:Teşekkür ederim, babamın gazetesi CUMHURİYET! cumhuriyet.com.trSanatta bu hafta
Sanatta bu hafta Konser, sergi, sinema... Kültür ve sanatta bu hafta neler var? CRR’DE MODİRİ ENSEMBLE KONSERİCemal Reşit Rey Konser Salonu mart ayı konserleri tenor Laçin Modiri ve arkadaşları Özgecan Günöz (1.Keman), Hakan Güven (1.Keman), Aslı Beste Benian (Viyola), Çağlayan Çetin (Çello), Deniz Yurdakul (Kontrbas) Batuğhan Uzgören’den (Piyano)’dan oluşan Modiri Ensemble konseriyle başlıyor.Modiri Ensemble Oda Müziği topluluğu bugün 20.00’de CRR YouTube kanalında yayına girecek konserlerinde Türkiye’de daha önce yapılmadığını belirttikleri bir programı seslendirecekler.Konser, mezzo soprano ve yaylı dörtlü için yazılmış ancak orkestra ve farklı seslerle de seslendirilmiş olan İtalyan besteci Ottorino Respighi’nin (1879-1936)’nin Il Tramonto (gün batımı) eseriyle başlayacak. Ardından, İngiliz besteci Edward Elgar’ın (1857-1934) nişanlısı Caroline Alice Roberts’e armağan ettiği “Salut d’amour” çalınacak./Archive/2021/3/1/012909431-kul-cocuk-rnk.jpgÇOCUKLAR İÇİN DE ÜCRETSİZ ÇEVRİMİÇİ SERGİİstanbul Modern çocukları ücretsiz çevrimiçi sergi turlarıyla buluşturmayı sürdürüyor. Her persembe ve cuma günleri 11.00- 16.00 saatlerinde Çocuklar “Selma Gürbüz: Dünya Diye Bir Yer” sergisinin çevrimiçi turunda sanatçının insanlığa, doğaya, yaşama dair semboller ve hikâyelerle dolu sanat dünyasıyla tanışıyor. Çevrimiçi sergi turunun ardından İstanbul Modern Eğitim Bölümü’nün hazırladığı etkinlik kartını boyayan çocuklar, “Selma Gürbüz: Dünya Diye Bir Yer” sergisinden ilhamla resimler yapıp programı tamamlıyor./Archive/2021/3/1/012910196-kul-tablo-rnk.jpg10 MİLYON DOLARLIK PİCASSO TABLOSUPablo Picasso’nun 1937’de resmettiği ve “Femme au Béret Mauve” adlı işi 13 Mayıs’ta Bonhams’ta müzayedeye çıkıyor. Sanatçının sevgilisi Marie-Thérèse Walter’ı betimlediği eserin 10-15 milyon dolar aralığında alıcı bulacağı tahmin ediliyor.MARTTA SİNEMAİKSV tarafından düzenlenen İstanbul Film Festivali yeni seçkisini 5-28 Mart tarihlerinde çevrimiçi olarak sinemaseverlerin karşısına çıkaracak. Prömiyerlerini Venedik, Berlin, Kudüs, Tribeca, Cannes film festivallerinde yapmış olan ve sinema tarihinden klasiklere yer veren Mart Seçkisi 12 filme yer verecek. Program kapsamında mart ayı boyunca her hafta sonu üç farklı film gösterime açılacak.Mart programında başrollerini Margaret Qualley ile Sigorney Weaver’ın paylaştığı “My Salinger Year” (Salinger Yılım), sosyal medya ile fitness’ın nasıl kesiştiğini bir internet fenomeninin gözünden anlatan “Sweat” (Ter); Dolly Wells’in bağımsız komedisi “Good Posture” (Güzel Poz); Altın Lale’li Tsai Ming-liang’ın 2020 Berlin Teddy Jüri Ödülü kazanan son filmi “Rizi” ( Days / Günler) ve başrolünde Nicolas Cage’in yer aldığı “Color Out of Space” (Uzaydan Gelen Renk) dikkat çekiyor. Öznur Oğraş Çolak‘CömertÜnlüler’yeni sezonuyla ekranda
‘Cömert Ünlüler’ yeni sezonuyla ekranda Cömert Ünlüler yeni sezonu ile bugün 21.30’da TLC’de ekrana gelecek. Hollywood yıldızları, Emlakçı Kardeşler Drew ve Jonathan Scott ile güçlerini birleştirerek hayatlarına dokunan yakınlarının evlerini baştan aşağıya renove ediyor. Cömert Ünlüler’in yeni sezonunda; Zooey Deschanel, Justin Hartley, Allison Janney ve Rainn Wilson gibi Hollywood’un ünlü isimleri yer alacak. İlk bölümün konuğu, Aşkın 500 Günü filminin ve New Girl dizisinin yıldızı Zooey Deschanel. Emlakçı Kardeşler’den Jonathan Scott ile bir yılı aşkın süredir beraber olan Zooey, en yakın arkadaşı Sarah’ın evini renove edecek. Öznur Oğraş ÇolakCovid: Brezilya varyantıBirleşik Krallık'ta da tespit edildi
İlk olarak Brezilya'da tespit edilen koronavirüs varyantının Birleşik Krallık'ta da görüldüğü açıklandı. Üç vakaya İngiltere'de rastlanırken üç vaka da İskoçya'da görüldü.Habere Gitmek için Tıklayınİzmir Kınık'ta yaşlıkadın yanarak hayatınıkaybetti
Türkçe Haberler En Son Başlıklar İzmir Kınık'ta yaşlı kadın yanarak hayatını kaybetti İzmir'in Kınık ilçesinde, Fatma Çiçek (88) evde yemek yaptığı ocaktaki ateşin elbisesini tutuşturması sonucu çıkan yangında hayatını kaybetti. Olay, dün saat 19.00 sıralarında Kocaömer Mahallesi Geven Sokak üzerinde bulunan bir evde meydana geldi. İddiaya göre, ağıldan eve dönen Hasan Çiçek (88) duman kokusunu fark etti. İçereye girdiğinde eşi Fatma Çiçek'i yerde haraketsiz gören Hasan Çiçek komşularından yardım istedi. /Archive/2021/3/1/004036100-kinikta-yasli-kadin-yanarak-hayatini-kaybetti_1.jpgEve gelen komşuları durumu sağlık ve jandarma ekiplerine bildirdi. Sağlık ekipleri, Fatma Çiçek'in vücunda yanıklar olduğu ve hayatını kaybettiğini belirledi./Archive%5C2021%5C3%5C1%5C004036537-kinikta-yasli-kadin-yanarak-hayatini-kaybetti_2.jpgJandarma ekipleri evde inceleme yaparken Fatma Çiçek'in yemek yaptığı sırada ocaktaki ateşin elbisesini tutuşturduğu ve alevlerin arasında kaldığı iddia edildi./Archive%5C2021%5C3%5C1%5C004036771-kinikta-yasli-kadin-yanarak-hayatini-kaybetti_3.jpgSavcının incelemesinin ardından Fatma Çiçek'in cesedi kesin ölüm nedenin belirlenmesi için İzmir Adli Tıp Kurumu'na gönderildi. Jandarmanın olayla ilgili başlattığı soruşturması sürüyor. DHADoğal gaza zam!
Doğal gaza zam! Doğal gazda mart ayında geçerli olacak fiyat tarifelerinde konut, ticarethane, sanayi ve elektrik üretim santralleri abone gruplarında yüzde 1 zam yapıldı. Boru Hatları ile Petrol Taşıma AŞ'nin (BOTAŞ) internet sitesinde, mart ayına ilişkin tarife tablosu yayımlandı.Buna göre, BOTAŞ'ın konut tüketicileri için gaz dağıtım şirketlerine uyguladığı satış fiyatı, şubatta geçerli olan tarifeye göre yüzde 1 artışla bin metreküp doğal gaz için bin 289 lira, ticarethane, sanayi ve elektrik üretim santralleri için ise bin 442 lira olarak belirlendi.AYLIK OLARAK HESAPLANIYORGeçtiğimiz iki ayda da doğal gaza zam yapılmıştı. Doğal gazda fiyat tarifeleri aylık olarak hesaplanıyor. AAMükemmel ego ve yanılsamalar!
Mükemmel ego ve yanılsamalar! Écrits isimli kitabından dilimize ilk kez çevrilen iki metni içeren Psikanalizin Temel İlkeleri’nde, Fransız psikanalist Jacques Lacan’ın psikanaliz kuramı ve uygulamasının ego odaklı olmaması gerektiğini vurgulayan yaklaşımı sarsıcıdır. Psikanalizin henüz kuramsal altyapısının tamamlanmamış olduğunu söyleyerek onu kutsal mabedinden dışarıya çıkartmıştır. /Archive/2021/3/1/003904991-ic1.jpgFransız psikanalist Jacques Lacan’ın psikanaliz kuramının üzerinde halen tartışılması ve geliştirilmesi gereken bir kuram olduğunu vurgulayarak psikanalize devinimini yeniden kazandırmıştır.Freud’dan sonra boş kalan bu alan, psikanaliz kuramını dinsel bir öğreti gibi dondurarak sabitleştirmeye çabalayan psikanaliz derneklerince doldurulmuş olduğu için Lacan’ın bu çıkışı, kuramı yeniden gelişime doğru itecek bir sorgulamanın ve entelektüel katkının ortaya çıkmasını sağlamıştır.Psikanalizin Temel İlkeleri isimli kitapta yer alan Lacan’ın, Roma kongresindeki konuşması (1953), bize Freud adına öğretilmeye çalışılan kuramın Freud’un özgün kuramıyla pek çok zıtlıklar barındıracak biçimde dönüştürüldüğünü göstermektedir.PSİKANALİZ KURAMININ ÖZGÜN HALİ!Lacan konuştukça bu sapmalar ortaya dökülmüş ve Lacan psikanaliz çevresine hâkim olan dernekler ve topluluklarca engellenmeye çalışılmış ve dışlanmıştır. Aslında sorun sadece bu kadar sınırlı bir çevrenin içinde kalacak kadar ufak da değildir.Psikanaliz kuramının özgün hali sadece psikanalizle ilgilenen çevreleri ya da dinsel yapıları değil, dünyada birbiriyle kıyasıya mücadele içinde olan serbest piyasacı demokratik blok ile sosyalist bloğun ikisini birden ciddi biçimde rahatsız eden bazı gerçekleri ortaya dökmekteydi.Bu açıdan kuramın karşısında giderek genişleyen bir karşı cephe oluşmuştu. Birbirleriyle hiçbir konuda anlaşamayan iki zıt ekonomik ve politik model Freud’un kuramına karşı aynı cephede konumlandılar./Archive/2021/3/1/004006584-kapak.jpgYANILSAMALARİki zıt sistemin de bu açıdan ortak bir noktada konumlanmış olmalarının nedenini Marx’ın bir saptamasında bulabiliriz; nesne üreten öznenin yerini tüketime sunulan nesnelerin ürettiği bir öznenin almasının getirdiği bir zorunluluktur bu. Çünkü insanların yaşamlarındaki bu dönüşümle birlikte mükemmel egonun varlığına olan inanç her şeyden daha gerekli duruma gelmiştir.Ancak Freud’un psikanaliz sırasında keşfetmiş olduğu şey mükemmel egonun sadece bir yanılsama olarak ortaya çıkabildiği gerçeğiydi. Bu yanılsamayı gözlerden ırak tutan ego psikolojisinin karşısında, Lacan’ın Freud’un kuramını kaldığı yerden ayağa kaldırma çabası hiç de kolay bir süreç olmamıştır.Yanılsamaların toplumda heyecan yaratarak yoğun talep görmek gibi bir özellikleri vardır. İnsanlar sıklıkla kendilerine heyecan ve coşku veren yanılsamaları gerçeğe yeğlerler. Ne yazık ki bu durum psikanalizden geçmiş olsalar da psikanalistler için de geçerli olabilmektedir.Psikanalistle dernek arasındaki ilişki, derneğe kabul edilmek, dernek tarafından onaylanmak ve derneği yöneten güç olmak arzusu bağlamında, oldukça heyecan yaratıcı bir zemin doğurduğu için Lacan bu zeminde öznelerin kuramsal içeriğin ve doğru pratiğin uygulanmasının öğrenilmesine değil heyecan duygusunu yaşamaya yöneldiklerini vurgular.NEVROZU YARATAN GERÇEK NEDEN; EGO!Mükemmel psikanalist olma yanılsamasını güçlendiren bu zeminde sürecin mükemmel ego yanılsamasını güçlendirerek işlediğini çünkü bu imajın tam olarak bu yanılsamaya yaslandığını haklı olarak belirtir.Psikanaliz olarak adlandırılan tedavi süreci, psikanalize girmiş olan öznenin egosunun hatalı taraflarını anlayabilmek için psikanalistin egosunun bulunduğu konumu aktarım-karşıt aktarım zemininde bir mihenk taşı olarak alıp yürütülebilecek bir süreç midir?Psikanaliz pratiği açısından sorun tam bu noktada başlamaktadır. Psikanaliz kuramının ve uygulamasının bu çerçevede ele alınmasını savunanların kesin zaferlerini ilan ettikleri noktada Lacan Freud’un yere düşen bayrağını alarak bu yaklaşımın bir yanılsamaya dayandığını haykırmaya başlamıştır.Kendisi bir yanılsamadan başka bir şey olmayan ego nesnesi bu niteliğiyle nevrozu yaratan gerçek neden olduğu için bir nevrozun tedavisi, yanılsamadan ibaret olan bir egoyu mihenk taşı olarak ele alıp diğer egonun düzeltilmesi süreci olarak nasıl işleyecektir? Öznenin dış dünya ve kendisiyle ilgili yanılsamasının düzeltilmesi başka bir yanılsamayı güçlendirerek nasıl olanaklı olabilecektir?Psikanalistin egosunun da bir yanılsama olarak biçimlenmiş olmasına karşın bu yanılsama yumağının psikanalizden geçmiş olması ve bir dernek tarafından kabul edilmiş olduğu için kendisini bir mükemmellik abidesi halinde ortaya koyması psikanalizin sorunlarını ortadan kaldırmaktan çok onları katmerli hale getirmektedir./Archive/2021/3/1/003943397-ic3.jpg‘LACAN, ÖZNELER ARASILIĞI VURGULAR’Lacan bir özne kuramı ortaya koymamıştır. Öznellik adı altında ortaya konulan yaklaşım, ego psikolojisini Lacancı alanda restore etmek çabasından başka bir şey değildir. Lacan şunu şiddetle vurgular; psikanalistin analize gelen nörotik öznede okuması gereken şey öznellik değil, özneler arası zeminde dizgenin güncel bir okumayı sağlayıp sağlamadığıdır.Öznenin gösteren konumunda bulunması öznelliği değil özneler arası yapıyı önemli kılar. Özne konuştuğunda bu gücün dilini konuşur çünkü anlam oradadır. Bu nedenle Lacan öznelliğin yani intra-sübjektivitenin değil özneler arası durumun yani inter-sübjektivitenin önemine sürekli olarak vurgu yapar.Öznellik adı altında mükemmel egonun konumunu yeniden ortaya koyarak öznenin bu konumdan duygularının ve düşüncelerinin anlaşılmaya çalışılması bir hatadır çünkü bu yanılsamanın çözülmesini değil güçlenmesini sağlayacaktır. Empati analiz sürecinde olumlu değil toksik bir etki yapmaktadır. Bu kitapta Lacan’ın bu konularla ilgili ilginç ve ayrıntılı irdelemelerini bulabileceksiniz.Psikanalizin Temel İlkeleri / Jacques Lacan / Çeviren: Mutluhan İzmir / Çolpan Kitap / 188 s. / 2020. Mutluhan İzmirFjällbacka’da vukuat var!
Fjällbacka’da vukuat var! İsveç’in en çok satan yazarlarından Camilla Lackberg’in, İskandinav polisiyesinin nitelikli örnekleri Buz Prenses, Vaiz, Taş Ustası, Yabancı, Saklı Çocuk ve Denizkızı kitaplarının ardından yayımlanan serinin yedinci kitabı Hayalet Adası’nda; Erica ile Patrik’in küçük kızları ve yeni doğmuş ikiz oğullarıyla sakin balıkçı kasabası Fjällbacka’da kurdukları mutlu ve sakin dünya, yine bir cinayetle çalkalanıyor. /Archive/2021/3/1/003540243-ic1.jpg Altmıştan fazla ülkede yirmi milyondan fazla satmış romanlarıyla İsveçli yazar Camilla Läckberg bugün kuzey polisiyesi denince akla ilk gelen isimlerden biri. Romanlarının mekânı olarak seçtiği Fjällbacka’da, 1974’te doğan yazar, Göteborg’da iktisat öğrenimi görmüş ve bir süre Stockholm’de kurumsal şirketlerde çalışmış. Çocukluğundan beri hikâye anlatmayı çok sevdiğinin farkında olan Läckberg, bir yayınevinin düzenlediği yaratıcı yazma seminerine katılmaya karar vermiş ve sonradan ilk kitabı Buz Prenses’e dönüşecek olan öykü ortaya çıkmış.Romanlarının baş kahramanı Erica da kendisi gibi bir yazar. Fjällbacka’da geçen heyecanlı polisiyeler öylesine sevilmiş ki, devam romanları da art arda gelmiş. Seri İsveç’te televizyona da uyarlanmış.Camilla Läckberg’in romanları 2012’den beri ülkemizde de yayımlanıyor. Buz Prenses, Vaiz, Taş Ustası, Yabancı, Saklı Çocuk ve Denizkızı’ndan sonra, serinin yedinci kitabı Hayalet Adası da, Güneş Becerik Demirel’in çevirisiyle okurla buluştu./Archive/2021/3/1/003507446-kapakic3.jpgSAKİN BALIKÇI KASABASINDA CİNAYET!Hayalet Adası’nda, Erica ile Patrik’in küçük kızları ve yeni doğmuş ikiz oğullarıyla sakin balıkçı kasabası Fjällbacka’da kurdukları mutlu ve sakin dünya, yine bir cinayetle çalkalanıyor. Belediyede çalışan finans uzmanı oğulları Mats Sverin’den bir süre haber alamayınca dairesine giden anne ve baba, orada genç adamın cesedini bulur. Yaşlı çift, biricik oğullarının ölümü karşısında yıkılmıştır.Patrik olayı araştırmaya başlar. Matte’nin yakın bir zamana kadar Göteborg’da yaşadığı halde, doğduğu Fjällbacka’ya apar topar dönmüş olması, dedektifin kafasında bir soru işareti oluşturur. Kısa süre önce başka biri daha şehre dönmüştür: Matte’nin lisede âşık olduğu fakat sonra ayrı düştüğü kız arkadaşı Nathalie de küçük oğluyla beraber geri gelmiş, kasabaya komşu Gråskär’da, yani halk arasında bilinen adıyla Hayalet Adası’nda ailesinden kalan eve yerleşmiştir.Adada yüzlerce yıllık bir deniz feneri de vardır. Patrik, bu arada genç adamın spa olarak yeniden açılması planlanan eski bir otelin işleriyle ilgilendiğini de öğrenir. Kocası olaydan söz edince, Erica’nın liseden sınıf arkadaşları Matte ile Nathalie’yi iyi tanıdığı ortaya çıkar. Patrik, diğer polislerle beraber vakanın derinliklerine inerek katilin kim olduğunu araştırmaya koyulurken, Erica da üç küçük çocuğun zorlu yükümlülüklerine rağmen olaya karışmadan duramayacaktır.EVİ İÇİ ŞİDDET, UYUŞTURUCU VE POLİSİYE!İsveç’in en çok satan yazarlarından Camilla Läckberg’in; Erica’nın bir yandan çalışırken diğer yandan çocuklarıyla ilgilendiği ev içi hayatının, ona yardımcı olmak için olağanüstü çaba sarf eden Patrik’le ve kız kardeşi Anna’yla ilişkisinin, Patrik’in iş arkadaşlarının aile hikâyelerinin yanı sıra daha büyük meseleleri; örneğin ev içi şiddet ve uyuşturucu gibi konuları özenle işleyişi, romanlarını türün nitelikli örnekleri arasına sokuyor.Serinin diğer kitaplarında olduğu gibi, Hayalet Adası da incelikle yerleştirilmiş detaylarla örülü. Asıl büyük kahraman ise, gizemli ve cana yakın insanları, kimi zaman bir mezardan kimi zaman da yıllar öncesinden kalma sandıklardan çıkan hikâyeleri ve sevimli sükûnetiyle sanki yaz aylarını orada geçiriyormuşuz gibi tanıdık hissettiren muhteşem kasaba Fjällbacka.Hayalet Adası / Camilla Läckberg / Çeviren: Güneş Becerik Demirel / Doğan Kitap / 496 s. / 2020. Sıla Arlı' Türkiye’de Mültecilik'
' Türkiye’de Mültecilik' Türkiye’nin, küresel göç haritasının merkezinde durduğunu gösteren Türkiye’de Mültecilik, Zorunlu Göç ve Toplumsal Uyum - Geri Dönüş mü Birlikte Yaşam mı? (Bağlam Yayınları); göçmenlik, mültecilik ve toplumsal uyum gibi kavramlar ekseninde tartışılan zorunlu göç olgusu, Türkiye’de hukuksal, politik ve işgücü piyasalarında ortaya çıkan yapısal dönüşümlere dikkat çekiyor. /Archive/2021/3/1/003155479-ic.jpgZorunlu göçün vatandaşlık, göç ve refah rejimi alanlarında kısa ve uzun vadede ciddi dönüşümleri barındırdığına işaret eden ve göç yazınının yetkin akademisyenlerince hazırlanan Türkiye’de Mültecilik, Zorunlu Göç ve Toplumsal Uyum - Geri Dönüş mü Birlikte Yaşam mı?, güncel göç ve toplumsal uyum politikalarını farklı boyutlarıyla tartışmaya açıyor.Ayrıca Türkiye’de sığınmacı, geçici korunan ve şartlı mülteci gibi farklılaşan statülere sahip olan Iraklı, Afganistanlı, Suriyeli, İranlı, Somalili gibi zorunlu göçle gelenler ile Ukraynalı, Moldovyalı gibi farklı göçmen gruplara yönelik olarak İstanbul, Ankara, Isparta ve Gaziantep gibi farklı kentlerde yapılan saha çalışmalarıyla göçmenlerin özne olma halleri ve birlikte yaşam deneyimlerini paylaşıyor.Uluslararası göçün küresel/yerel, düzenli/düzensiz, toplumsal cinsiyet temelli ve siyasallaşan boyutlarını toplumsal uyum ve birlikte yaşam sorunsalı bağlamında yeniden düşünmek için bir olanak sunuyor. Cumhuriyet Kitap EkiSanat Neye Yarar?
Sanat Neye Yarar? John Carey, okurla buluştuğu yıl büyük tartışmalara yol açan kitabı Sanat Neye Yarar?’da; “Şimdiye değin herhangi biri tarafından sanat eseri olarak görülen herhangi bir şey sanat eseridir, o şey sadece o insanın gözünde sanat eseri olsa bile” diyerek sıra dışı bir saptamada bulunuyor. /Archive/2021/3/1/002929464-ic1.jpg‘HER ŞEY SANAT OLABİLİR’John Carey’nin Sanat Neye Yarar? adlı kitabında sanat ve edebiyat eleştirisi iç içe. İngiliz edebiyat profesörü ve kültür eleştirmeni John Carey, nükteli dili ve zengin örneklerle sanatın işlevleri konusuna eleştirel bir yaklaşım getiriyor.Kitabında Tolstoy, Kant, Sartre, Rousseau, Hegel, Schopenhauer gibi düşünürlerin görüşlerine atıfta bulunan Carey, anlatmaya “Sanat eseri nedir?” sorusuyla başlıyor.İki bölüm şeklinde kaleme aldığı “Sanat Neye Yarar?”ın ilk kısmında Carey, sanat eseri nedir, bilim imdadımıza yetişebilir mi, sanat bizi daha iyi insanlar yapar mı gibi soruların cevaplarını arıyor.Eleştirmenler, kuramcılar ve düşünce adamlarının görüşlerinden hareketle Carey ikinci bölümde edebiyatın gerekliliğine odaklanıyor ve edebiyatın diğer sanat dallarından farklılıklarını sıralıyor.‘BANA GÖRE SANATSA, O, SANATTIR!’İngiltere’de okurla buluştuğu yıl önemli tartışmalar yaratan kitabında Carey, bir sanat eserinin Botticelli’nin ünlü tablosu Primavera, Shakespeare’in Hamlet, Beethoven’ın Beşinci Senfoni eseri ile buna benzer yapıtlar olduğunu söylüyor.“Sanat eseri nedir?” sorusuna hiç kimsenin net bir cevap vermediğine dikkat çeken Carey, “Belki de herkesi tatmin edebilecek bir cevap bulmak imkânsızdır” diyor.Carey’e göre, fakat burada asıl sorulması gereken sorular, sanat eserinin ne olmadığı veya ne olamayacağıdır… Çünkü sanatın ne olmadığını bilmediğimiz sürece ne olduğuyla arasına bir sınır çizgisi çekmek imkânsız! Carey ayrıca, başkalarının estetik tercihlerini ne kadar beğenmezsek beğenmeyelim, onlara “yanlış” veya “hatalı” diyemeyeceğimiz konusunun altını çizerek şöyle bir sanat tanımında bulunuyor: “Şimdiye değin herhangi biri tarafından sanat eseri olarak görülen herhangi bir şey sanat eseridir, o şey sadece o insanın gözünde sanat eseri olsa bile.”/Archive/2021/3/1/002940558-kapakic2.jpgEDEBİYATTAN MÜZİĞE, OPERADAN SİNEMAYACarey’e göre, akıl yürütme ve eleştiride bulunma becerisine sahip tek sanat ise edebiyat! “Okunan, ezberlenen ve hatırlanan edebiyat kendi ruhunuzun bir parçası haline gelir” diyen Carey, edebiyatın diğer sanatlardan farklı olarak, onun kendisini eleştirebildiğini söylüyor:“Müzik eserleri başka eserlerin parodisini yapabilir; keza resimler başka resimleri karikatürleştirebilir. Fakat bu, müzik veya resmin toptan reddi anlamına gelmez. Öte yandan edebiyat, edebiyatı tamamen reddedebilir ve bununla kendisinin diğer sanatlardan daha güçlü olduğunu ve kendini daha iyi tanıdığını gösterir. Edebiyat kendisini eleştirebilen tek sanat olmakla kalmaz, iddia ederim ki, herhangi bir şeyi de eleştirebilen yegâne sanattır, çünkü akıl yürütme yeteneğine sahip tek sanat odur. Elbette, resimler örtük eleştiriler aktarabilir, Hogarth’ın Calais Kapısı veya Ford Madox Brown’ın İş isimli tablosu gibi. Fakat tutarlı bir eleştirel sav ortaya koyamazlar. Dilsizliğe tıkılıdırlar. Operalar ve filmler eleştiride bulunabilir, ancak onlar da kendilerinin rasyonel dünyaya girmelerine izin veren sözcükleri edebiyattan alırlar. Edebiyat diğer sanatları eleştirirken, oklarını onların akıldışılıklarına çevirir.”Sanat Neye Yarar? / John Carey / Çeviren: Orhan Düz / 400 s. / VBKY Cumhuriyet Kitap Eki