News - Haberler
Tennessee Williams... Güneyinşair kovboyu!
Tennessee Williams... Güneyin şair kovboyu! Özel ve yazın yaşamı araştırıldığında görülür ki aslında hep kendini yazmış Tennessee Williams. Yaşamının ve döneminde maruz kaldığı egemen sosyopsikolojik etkilerin izdüşümlerini yansıtmış yapıtlarına. Bu bağlamda kahramanlarının çoğunluğunu aile bireylerinden ve arkadaşlarından esinlenmiş. Ve fona anavatanı güneyi yerleştirerek döneminin sancılarını, ön yargılarını, asi, yitik, sıra dışı, firarda yaşamları kaleme almış. /Archive/2021/2/11/002344791-ic1.jpgÜnlü yapıtı Arzu Tramvayı, Arthur Miller’ın ön sözüyle İmge Yayınevi tarafından yayımlanan Williams, hem bu yapıtı hem de tüm yazın yaşamı araştırıldığında görülür ki aslında hep kendini yazmış.Yaşamının ve döneminde maruz kaldığı egemen sosyopsikolojik etkilerin izdüşümlerini yansıtmış yapıtlarına.Bu bağlamda kahramanlarının çoğunluğunu aile bireylerinden ve arkadaşlarından esinlenmiş.Ve fona anavatanı güneyi yerleştirerek döneminin sancılarını, ön yargılarını, asi, yitik, sıra dışı, firarda hayatları kaleme almış.Kendisine 1948’de ilk Pulitzer Ödülünü getiren Arzu Tramvayı’nı, 1947’de New Orleans, Lousiana’nın Fransız bölgesinde yaşadığı dönemde, 632 St. Peter Sokağı’nda otururken kaleme almış Williams./Archive/2021/2/11/002400681-ic2.jpgSerkeş acı hayatlara, müstehzi ve çoğunlukla da mazoşist örgüde bir saygı sunumu olarak nitelenebilecek yapıtında “Blanche” ile “Stanley” karakterleri arasındaki tartışmalarda iki sınıfın çatışmalarını anlatır. İki dünyanın atomize çarpışmasını, ayrışmasını anlatır. Kayıp ruhları anlatır.1940’lı yıllarda çiftlik evinin elinden çıkmasıyla kız kardeşinin yanına sığınan bir öğretmendir “Blanche”, kırılgan, hata müzmini, aşk sendromundan bedbaht bir ilgi hastasıdır ve hepsinden de önemlisi intihar eden “eşcinsel sevgili” mağdurudur - dönemin baskın ön yargıları nedeniyle film uyarlamasında Blanche kanadında yiten bir noktadır da bu-./Archive/2021/2/11/002412197-ic3-.jpgAnımsayacaksınız Williams’ın 1955’de ikinci Pulitzer Ödülünü kazandığı ve üç yıl sonrasında da Richard Brooks tarafından sinemaya uyarlanan Kızgın Damdaki Kedi (Cat on a Hot Tin Roof) adlı yapıtında da bu nedenle Paul Newman’ın canlandırdığı “Brick Pollitt” karakterinin eşcinselliği sezdirilmekle birlikte üstü örtülü geçilmiştir./Archive/2021/2/11/002428634-ic4.jpgWILLIAMS’IN SEKS TERÖRİSTİ MARLON BRANDO!Williams, Arzu Tramvayı ile diyalogları imge ve betimlemelerle sürekli canlı tutuşu, akıcılığı, tarzını sisteme bayrak açarcasına özgüvenle ortaya koyuşuyla, Arthur Miller’ın da imlediği gibi, “ticari tiyatronun kıyısına güzellik bayrağı” dikebilmişti.Kurgularındaki fışkıran seks ögesinin en müthiş temsilcisi ise yine Miller’ın nitelemesiyle “seks teröristi” Marlon Brando’ydu. Bakın başka neler söylemiş Arthur Miller:“Oyunun aleyhinde konuşulamaz ama bu yapım şimdiye kadar gördüğüm nadir oyunlar arasına girdi. Onları ayırmak imkânsızdı, oyuncular kendi kişiliklerini bırakıp karaktere dönüşmüşlerdi. Üzerinden yarım yüzyıl geçtikten sonra bile Blance’ın ‘yabancıların kibarlıkları’ dediği andaki iç çekişinin salonda yankılanmasını hâlâ hatırlayabiliyorum. Doktor’un koluna heyecanla girdiğinde, herkes de onunla birlikte gitti. (...) Tramvay acının bir çığlığıdır, bunu unutmak oyunu unutmaktır.”/Archive/2021/2/11/002450821-ic5.jpgTennessee Williams’ın naif, şairane, isyankâr, Freudyen, Amerika’daki dışlanmışların kaderlerini haykıran, adalet sorgusunu gün yüzüne çıkaran Arzu Tramvayı; 3 Aralık 1947’de, New York’ta Barrymore Tiyatrosu’nda, Irene Selznick tarafından sahnelendi. Yönetmen Elia Kazan tarafından sinemaya uyarlandı. Sekiz dalda Oscar’a aday gösterilip dördünü aldı.Arzu Tramvayı’nın sinema uyarlamasında “Blanche DuBois” rolüyle ikinci Oscarını kazanan Vivien Leigh hariç Broadway kadrosunun hemen hepsi yer almıştı: Marlon Brando (Stanley Kowalski), Kim Hunter (Stella Kowalski), Karl Malden (Harold Mitchell). O gece o tiyatroda Arthur Miller’ın büyülendiği o performansı izleyebilmek için neler vermezdim./Archive/2021/2/11/002506540-ic6.jpgTennessee Williams’ın 20. yüzyılın en seçkin oyun yazarlarından biri olmasında, yeteneğinin harcında aksanında da yer etmiş güneyliliğinin etkisi büyüktü. Tennessee Williams adıyla tanınan yazarın asıl adı Thomas Lanier Williams’dı.Arzu Tramvayı ve Kızgın Damdaki Kedi, kariyerinde öne çıkmış gibi görünse de 1945’de Sırça Kümes, 1961’de de Iguana’nın Gecesi ile New York Eleştirmenler Birliği ödülünün sahibiydi. Erkek arkadaşı Frank Merlo’ya ithaf ettiği 1952 tarihli Gül Dövmesi adlı oyunu da en iyi oyun dalında Tony Ödülü’ne değer görülmüştü.Mississippi - Columbus doğumlu yazarın pazarlamacılık yapan babası Cornelius Williams baskıcı bir adamdı ve erkek kardeşi Dakin dururken favorisi küçük Tennessee değildi.İlerleyen yıllarda güçlü hayal gücü ilk, güneyli soylu bir aileye mensup annesi Edwina Williams’ın dikkatini çekti ve belli ki sadece ondan destek gördü./Archive/2021/2/11/002520399-ic7.jpgSekiz yaşında difteriye yakalandı ve iki yıllık bir ev istirahati dönemi başladı.Hayal dünyası bu dönemde hayli renklenen küçük Tennessee, denilen o dur ki zamanının çoğunu ayakkabı çekeceğiyle konuşarak geçirmiştir.Ruh ve hayal dünyasını şefkatle takipte ve kontrolde tutan annesinin 13 yaşındayken hediye ettiği daktilo artık yazma vaktinin geldiğini gösteriyordu. İlk yazısı 16 yaşındayken yayımlanacaktı.Smart Set’te yayımlanan 1927 tarihli yazısı “İyi Bir Kadın İyi Bir Eğlence Olabilir mi?” başlığını taşıyordu ve beş dolarlık üçüncülük ödülünü kazanmıştı. Bir yıl sonra da, “Nitocris’in İntikamı” başlıklı yazısı Weird Tales’da yayımlandı.1930’ların başında artık Missouri Columbia Üniversitesi öğrencisiydi. Üye olduğu Alpha Tau Omega Derneği’ndeki arkadaşları isim babasıydı. Yoğun güneyli aksanına atfen - ki bu arada babası Cornelius Williams da Tennessee’liydi - artık adı Thomas Lanier değil Tennessee’ydi./Archive/2021/2/11/002534336-ic8.jpgHayata atılması, kendi parasını kendi kazanması gerektiğini düşünen ve yeteneğini ısrarla görmezden gelen babası son yıl okul ücretini ödemeyi reddedince bir ayakkabı firmasında işe girmek zorunda kalmıştı.Williams anılarında “İşten eve geldiğimde kendime koca bir bardak kahve doldururdum ki gece o hiç satamadığım kısa hikâyelerimi yazabilmek için ayakta kalabileyim” diye yazmıştır. Annesi de onu defalarca kıyafetleriyle yatağında uyuyakalmış bulduğunu söylemiştir.Seyirci karşısına çıkan ilk oyunu Cairo, Shangai, Bombay!’ı Memphis, Tennessee’deki Snowden kasabasında yazdı ve ilk kez 1935’te sahnelendi.Williams, New Orleans, Lousiana’nın Fransız bölgesinde yaşadığı dönemde ilk olarak 1939’da Toulouse Sokağı’na taşındı. Burası 1977’de yazdığı Vieux Carré adlı oyununun geçtiği yerdi./Archive/2021/2/11/002557696-ic9.jpgTennessee Williams’ın yapıtlarında kişisel tarihinin izi çoktu. Ana harcı, çıkış noktası, ilham kaynağı ailesiydi. Belki de en büyük ilham kaynağı kız kardeşi Rose’du.Şizofren tanısıyla ömrünü akıl hastanelerinde geçiren Rose hiç iyileşememişti. Anne ve babası bu yolda “prefrontal lobotomi”ye bile izin vermişti. Ama fayda etmedi, Rose ömrünü zihinsel engelli olarak sürdürdü. Williams ailesini bu ameliyata izin verdikleri için asla affetmedi.Pek çok eleştirmen bu travmatik deneyimin Williams’ı alkolizme sürükleyen nedenlerden biri olabileceğini ve pek çok oyununda görülen “dengesiz kahraman” temasını, kız kardeşi Rose’dan esinlendiğini yazdı.Arzu Tramvayı’ndaki “Blanche DuBois” ve Sırça Kümes’teki “Laura Wingfield” karakterleri Rose’un bir sureti olarak yorumlandı. Lobotomi motifi Geçen Yaz Birdenbire’de de yer alıyordu.Sırça Kümes’teki “Amanda Wingfield” karakteri ise açıkça Williams’ın annesiydi. Yine Sırça Kümes’teki “Tom Wingfield” ve Geçen Yaz Birdenbire’deki “Sebastian”ı da dahil yarattığı gel gitli, sorunlu, bağımlı ve kaçak karakterlerin çoğu kendisinden izler taşımaktaydı.Provincetown, Massachusetts’te geçen otobiyografik özellikler taşıyan bir erken dönem aşk hikâyesi olan The Parade or Approaching the End of the Summer’ı yirmi dokuz yaşındayken yazmaya başladı ve üzerinde hayatı boyunca çalıştı. Oyun, ilk defa 1 Ekim 2006 Provincetown Tennessee Williams Festivali’nde sahnelendi./Archive/2021/2/11/002612227-ic10.jpgYapıtları kendisi gibi her biri “nevi şahsına münhasır “kaçak ruhlarla” dolu olan Williams’ın nörotik kaçakları duyarlı, kırılgan, romantik ruhlardı.Williams’ın yıkımı bir yazgı gibi yaşayan kaçak karakterlerini oluştururken temel aldığı ise materyalizmin giderek egemen olduğu 1940’lar ve sonrasının ölümcül çelişkisine yenik düşen insanın yabanıl doğası ve bu yolda helak oluşudur.Bu bağlamda en yad ettiği kişilik İngiliz yazar David Herbert Lawrence’dır. Arzu Tramvayı ve Orpheus’un Düşüşü’nde “Blanche De Bois” ve “Val Xavier” karakterleri, yozlaşmadan kaçan ama gittikleri yerde yozlaşmanın çeşitli kılıklarına kanan, tuzaklara düşen kaçak gezginlerin en tanınmışlarıdır.Camino Real’de (Düşler Yolu) bütün karakterler eski kaçaklardır. Moony’s Kid Don’t Cry’da işçi “Moony”nin de tek istediği yaşadığı kasaba özelinde insanları yutan ********* diye nitelediği kasabasından kurtulmaktır.Williams’ın kahramanlarını kaçılan o mazi de kuşatır sıklıkla, bedbaht eder, melankolizme sürükler. The Glass Menagerie’de (Sırça Biblolar) “Amanda Wingfield” sürekli geçmişte yaşar, Güney’i özler, evliliğin onu götürdüğü diyara hayıflanır. The Long Goodbye’da (Uzun Veda, 1940) yoksul yazar “Joe”, taşınırken anılarıyla yüzleşir./Archive/2021/2/11/002632992-ic11.jpgHER KÖŞEDE BİR KAHRAMANI BULUNUR!Kahramanlarını hiçbir açıdan idealize etmemekle birlikte insan doğasının korunma içgüdüsüne yakın plan yapan Williams bireycidir.Örselenmiş bireyi birebir suçlu tutmaz hiç, yapıtlarında ana sorumlu sistemin bireyleri kaçışa sevk eden, toplumun ta kendisinde şahsen gözlemlediği, iflas noktaları ve çürümüşlüğüdür.Özellikle siyah ırka, kadınlara, eşcinsellere yapılan haksızlıklar; zayıf ve hasta insanlara hatta hayvanlara yöneltilen incitici davranışlar; yoksul insanları sömürme ve onlara yöneltilen şiddetin çeşitli biçimleri şeklinde dışa vurur. Hemen her köşe başında bir Williams kahramanına rastlamak bu yüzden hayli olasıdır.Williams’ın kimilerince “sıra dışı” olarak nitelenmiş hayat deneyimleri, yapıtlarında birer isyan olarak boşa yer almamıştır. Özel yaşamında olduğu gibi, kahramanlarının çoğu da çürümenin baskısından kurtulmak için alkol ya da uyuşturucunun verdiği geçici rahatlık duygusunu yaşamak adına bağımlı hale gelir. Kendisi de alkolik olan Williams alkol meczupluğuna aşinadır.Kahramanlarının daima gizlide saklıda bulunan cüreti ve anında kabaran cesaretinde Williams’ın bu duygu ve dürtülerinin izini sürmek olasıdır. Bazı kahramanları belki bu yüzden de iletişimsizlik ve güvensizliği bertaraf etme içgüdüsüyle tene yönelir, cinselliğe firar eder./Archive/2021/2/11/002652086-ic12.jpgİletişimsizlik ve kopuk yaşamların kadın ve erkeği nasıl etkilediğini ve yok etmeye azmettiğini de zanaatkâr gibi işler Williams. Sonra cinselliğin anormal değil normal olduğunu haykırır, hadi sevişin der adeta...Arzu Tramvayı’ndan sonra ikinci Pulitzer Ödülünü kazandığı ünlü Kızgın Damdaki Kedi’si eşcinselliğini, zihinsel dengesizliğinin ve alkolizminin izlerini en belirgin ortaya koyan yapıtıdır.İnsanların kurduğu ilişkilerde hem kendilerini hem de karşılarındakini aldatma merakları üzerine kurulu Kızgın Damdaki Kedi toplumdaki yalancılıktan ve insanın kendine acıma duygusuna olağanüstü bir alegori olarak da kült yapıtlar arasında üstlerdeki yerini korumuştur.Tennessee Williams sembolik, şiirsel ifade yöntemleri kullanır. Ekonomik, sosyal haksızlıklara isyan ettiği, sosyalist ideolojiyi benimsediği gençlik yıllarında yazdığı 1934 tarihli ilk kısa oyunu Moony’s Kid Don’t Cry’ da (Moony’nin Oğlu Ağlamaz, 1934) sanayi kesiminde, bir işçi ailesinin yaşadığı ucuz bir apartman dairesi sıkı bir metafor sunar.Bu bağlamda kendi ailesinin Mississippi’den St.Louis ve Missouri’ye taşınmasından sonra yoksul düşmesinin etkileri akla gelir. Emek-sermaye çelişkisinin artık daha bir farkındadır./Archive/2021/2/11/002711367-ic13.jpgD.H. LAWRENCE’A HAYRANDI1937 tarihli yayımlanmamış kısa oyunlarından Candles to the Sun’da (Güneşe Mumlar) babası bir maden işçisi olan, hayranı olduğu David Herbert Lawrence’ın yaşamından esinlenir. Maden işçilerinin hastalık, sefalet içindeki yaşamları konu edilir.The Fugitive Kind, toplumsal güçlerin hegemonyasına eğilir ve annesi bir hayat kadını olan, çocukken tecavüze uğramış profesyonel gangster Terry karakterini dünyayla hesaplaştırır.Auto-Da-Fé’de (Arınma Ateşi, 1941) , iki homoseksüelin birlikte çekilmiş fotoğrafını ele geçirdiğinde girdiği şokla astım nöbetleri, paranoya krizleri geçirmeye başlayan orta yaşlı bir erkeğin psikolojisini anlatır.The Strangest Kind of Romance’da (Garip Romans, 1946) adaletsiz dünyanın kurbanları artık daha karmaşık bir ilişkiler ağı ve psikolojik ve fiziksel etkiler çerçevesinde ele alır./Archive/2021/2/11/002725554-ic14.jpg1960’lar, Tennessee Williams için travmatik yıllardır. Sekreteri Frank Merlo’yla olan ilişkisi 1947’den Merlo’nun kanser sonucu 1963’teki ölümüne kadar sürer. Bu, Williams’ı on yıl kadar süren büyük bir depresyonun içine sürükler.Merlo’nun 1963’te ölümünden sonra yazdığı kısa oyunlarda artık daha koyu bir yalnızlık hâkimdir. O dönemde verdiği bir röportajda “Ölüm benim en iyi temamdır” demiştir.Erken dönem bazı yapıtlarında (Kızgın Damdaki Kedi, Gençliğin Tatlı Kuşu, Iguana Gecesi) bile görülen ya da sezdirilen kurtuluş/özgürleşme teması artık yerini tümüyle ölüm/yıkım temasına bırakmıştır.Yarını Hayal Edemiyorum’da (Can’t Imagine Tomorrow) insanlar arası iletişimi olanaksız kılan verimsiz dünya, kadın bir karakter aracılığıyla vurgulanır.Williams, Key West’te 1979’da eşcinsel karşıtı bir saldırıya uğrar. Beş genç erkek tarafından dövülür, fakat ciddi şekilde yaralanmaz.Bazı eleştirmenler, eserlerindeki aşırılıkları da ağır şekilde eleştirirler; ancak bir kısmı da bunu, Williams’ın eşcinselliğine karşı bir saldırı olarak yorumlar.Hayatın geçiciliği ve başarısız yaşantıları konu alan Gençliğin Tatlı Kuşu’ndan (Sweet Bird of Youth) sonra Williams’ın üretiminde ciddi bir gerileme gözlenir. Kısa süre sonra da ruhsal bir buhran geçirerek uyuşturucu kullanmaya başlamıştır bile. Artık tedavi olmak için sık sık hastanelerde yatmak zorunda kalacaktır./Archive/2021/2/11/002752538-ic15.jpgÇÜRÜMÜŞLÜKTEN FİRAR ETTİ!Ölümünden birkaç yıl önce yazdığı The Chalky White Substance’da termonükleer savaş sonrası yüzyıllar sonra toz duman olmuş dünya grotesk bir fondadır. İki homoseksüel erkek arasındaki ilişkiyi anlatan oyunda çağlar öncesinden kalma kemik tozları uçuşur.Son oyunu The Lingering Hour’u, yağmur sularının açtığı bir kraterdeki korkunç bir patlamanın ardından bir sesin söylediği “Fine del mondo!” (Dünyanın sonu!) cümlesiyle bitirir. Bu insanın ve tarihin sonudur!Yaşamın yalanlarıyla içli dışlı olmuş, yalnızlığa itilmiş Güneylileri yapıtlarının başkahramanı olarak seçtiğine şaşmak mümkün değildi. Aslında hep kendini yazmıştı, dişiydi, erkekti, yaşlıydı, gençti, itilmişti, ötekiydi…Vay be yaşlı kurt!, vay seni dil cambazı!, vay seni şair!, vay seni hayatın ta kendisiydi! Ön yargılarla çarpıştı, çürümüşlükten firar etti, tek gerçek adresi edebiyattı./Archive/2021/2/11/002806179-ic16.jpgTennessee Williams , New York Elysee Oteli’ndeki odasında boğazına bir şişe kapağı kaçması sonucu yetmiş bir yaşında öldü. Erkek kardeşi Dakin de dahil olmak üzere bazıları, onun öldürüldüğünü düşünüyorlardı.Polis kayıtlarına göre ise ölümünde ilaçlar etkili olmuştu, odasında birçok ilaç reçetesi bulunmuştu, alkol ve ilacın etkisiyle boğazına kaçan şişe kapağını dışarı atacak tepkiyi verememişti.Williams kendine en çok örnek aldığı isimlerden biri olan şair Harold Hart Crane gibi denize yakın bir yere gömülmesi isteğine rağmen, St. Louis Missouri’deki Calvary mezarlığına defnedildi.Telif haklarını, Sewanee Tennessee’deki bir üniversitenin kurucusu olan büyükbabası Walter Dakin’e ithafen güney bölgesinin üniversitesi olan Sewanee’ye bıraktı. Üniversite ödeneği, günümüzde, yaratıcı yazarlık programını desteklemekte.Çıtayı öyle yükseltti ki yeri dolmadı ve bugünleri de görmedi… Huzur içinde uyuyor olsa gerek! Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap EkiDemir ağların birbirine bağladığıyaşamlar...
Demir ağların birbirine bağladığı yaşamlar... Otuz iki dile çevrilen Çöplük'ün yazarı Andrew Mulligan'ın yetişkinlere yönelik ilk kitabı Trendeki Adam, makasların ortasında kesişen hayatların birbirlerine aslında görünmez iplerle nasıl da bağlı olduğunu gösteren, yaşamla ölüm arasında akıp giden ve İngiliz demiryollarının tuhaf ‘harikalar diyarında’ ilerleyen bir yol hikâyesi. /Archive/2021/2/11/001945043-ic1.jpg“Sevgiye giden en kestirme yol bu muydu? Kendinizi o kadar hırpalıyordunuz ki birileri size sevecen davranmak zorunda kalıyordu...”Otuz iki dile çevrilen Çöplük'ün yazarı Andrew Mulligan'ın yetişkinlere yönelik ilk kitabı Trendeki Adam, makasların ortasında kesişen hayatların birbirlerine aslında görünmez iplerle nasıl da bağlı olduğunu gösteren, yaşamla ölüm arasında akıp giden ve İngiliz demiryollarının tuhaf ‘harikalar diyarında’ ilerleyen bir yol hikâyesi.Kendisini yaşarken ölmüş sayan arafta kalmış bir adamın, gerçek benliği ile yüzleşmesine ve geçmişiyle hesaplaşmasına odaklanan roman, ahenkli bir düşsel melankoliye dönüşüyor.Bıçak sırtı bir konuyu, dramatize etmeden, incelikle öyküleştiren Mulligan, yaşam ne kadar kötü görünürse görünsün doğru yolu seçmek için asla geç olmadığını anımsatıyor./Archive/2021/2/11/002003105-kapak.jpgMichael, hayatı raydan çıkmış, yıkılmış bir adamdır. İstasyonların arasında, peronların kör noktalarında, kimsenin bakıp görmediği bar tuvaletlerinin pis zeminlerinde kalakalmıştır. Yaşlanmıştır. Evi, işi, eşi, parası ve daha fazla yaşamak için hiçbir amacı yoktur. Son yolculuğunu planlarken, geleceğine bambaşka bir şekil verecek, hesaba katmadığı küçük bir ayrıntıyla karşılaşacaktır: Bir sonraki treni kaçırmasına ve yaşamına bambaşka bir rayda devam etmesine sebep olacak on iki dakikalık bir rötar...Tesadüflerin mucizesine inandıran etkileyici öyküsüyle, yaşamın gerçeklerine ayna tutan Trendeki Adam, kendi sonunu elleriyle hazırlayan yalnız bir insanın içsel yolculuğunu, samimiyetle sayfalarına taşıyor. Umudun hiç umulmadık yerlerde ve umulmadık zamanlarda karşımıza çıkabileceğine işaret ederek yaşamı sıkı sıkıya kucaklıyor. Dedikleri gibi, treni kaçırmak bazen hayatınızı kurtarabilir!Trendeki Adam / Andy Mulligan / Çev.: Niran Elçi / Delidolu Yay. / 360 s. Cumhuriyet Kitap EkiMina Tansel:‘Atatürk kalıplar içinde’
Mina Tansel: ‘Atatürk kalıplar içinde’ Mina Tansel; yaşamını, yurdunun ‘mutlu insanlar ülkesi’ olmasına adamış bir kişiyi, Mustafa Kemal Atatürk'ü, yaşadığı çağı, yaptıklarını ve yapmak istedikleriyle anlatıyor kitabında. Mina Tansel ile yaşam deneyimleri, bildikleri, öğrendiklerini; anılarla, şiirlerle, türkülerle, gazete yazılarıyla harmanlayıp yazdığı kitabı Atatürk’ün Düşü: Mutlu İnsanlar Ülkesi’ni konuştuk. /Archive/2021/2/11/001702967-ic1.jpg- Bugün onca Atatürk kitabı var piyasada. Bir Atatürk kitabı da senden geldi. Öyleyse bir farkı olmalı senin kitabının. Gerçi bu farkın ne olduğunu açıklamışsın kitabında. Henüz kitabını almayanlar için de açıklar mısın bu farkı?Piyasada beğendiğim, okurlarıma salık verdiğim Atatürk kitapları var ama ortaöğrenimin son yıllarında okuyanlar onları basit buluyorlar, Bir de, o kitaplarda Atatürk’ün yaşamı üzerinde duruluyor. Bense onun yaşamı boyunca bizler için ne yapmak istediğinin üzerinde duruyor, yaşadığı çağdan da söz ediyorum.Bu kitabın ayrıca -kitapta değinmediğim- bir farkı var: Beni yakından tanıyanlar, benim içimdeki Mina’ları da görürler. İçimde yaşamayı sürdüren ilkokula erken başlamış, meraklı ve geveze küçük Mina ile derslerden sıkılıp muziplik için fırsat kollayan liseli Mina’nın yanı sıra siyaset bilimi doktorası yapan genç kadınla birlikte yazdım bu kitabı.ATATÜRK’ÜN YAPTIKLARI VE YAPMAYA ÇALIŞTIKLARI…- Diyorsun ki: “Ben ilk, orta ve lise öğrenimlerim boyunca bize okutulan sosyal bilgiler kitaplarını hiç sevmedim. Benim okuduğum kitaplar gerçekten hem görünüşleriyle hem de içerikleriyle sıkıcıydı.” Şöyle sorayım: Üstelik daha ilkokuldan başlamak üzere, tembel bir öğrenci olduğun için mi sevemedin o kitapları, yoksa bu soruyu sorarken şaka mı yaptım ben?Bu soruya bir soruyla yanıt versem şaka mı yapmış olurum? Sen ilk, orta ve lise öğrenimlerin boyunca okuduğun sosyal bilgiler kitaplarını sevdin mi? Haydi, bir soru daha sorayım: Kitaplar ilgi çekici olsa tembel öğrenci kalır mı?- Sence bugünkü Türk gençliği Atatürkçü mü? Atatürkçü ise ne kadar Atatürkçü?Bizim gençliğimizde Nadir Nadi’nin çok konuşulan bir kitabı vardı, anımsarsın: “Ben Atatürkçü Değilim” başlığını taşıyordu. Basmakalıp tanımları hep itici bulmuşumdur.Atatürk diyor ki: “Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.”Atatürk’ün manevî mirasçısı yani Atatürkçü olmanın anlamını, Atatürk’ün yaptıklarına ve yapmaya çalıştıklarına bakarak açıkladım bu kitapta. Okuyan gençler, kendilerinin Atatürkçü olup olmadıklarına karar verecekler./Archive/2021/2/11/001714904-kapakic2.jpg‘ÇAĞDAŞLARININ ÇOĞU ATATÜRK’Ü ANLAMAMIŞ’- Atatürk’ü sevmekten ya da sevmemekten söz etmiyorum; sözgelimi sen Atatürk’ü ne zaman anlamaya başladın ve tam olarak ne zaman anladın?Kendi çevresindekilerin, çağdaşlarının çoğu bile Atatürk’ü anlamamış. Sonradan da birtakım kalıplar içine yerleştirildiğini görüyoruz. Oysa ne demişti: “(…) asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur.” ODTÜ’de verilen sorgulamaya ve araştırmaya dayalı eğitim, pek çok konuyla birlikte Atatürk’ü de daha iyi anlamamın temelini oluşturdu.- İlhan Berk bir şiirinde, “Cumhuriyet’in ilk günleri gibiydi yüzün” diyor. Cumhuriyet’in ilk kuşağı için çok anlaşılabilir bir söz bu. Yine “sence” diyeceğim, sonraki kuşaklar ve giderek bugünkü kuşak bu söze nasıl baktı, nasıl bakıyor?Cumhuriyet’in ilk günlerinde gururlu bir ulus vardı. Yoksuldu ama dünyanın saygısını kazanmıştı. Üstesinden gelinmesi olanaksız görünen bir zorluğu aşmıştı; kendine güveniyordu, geleceğinden umutluydu. Sonraki kuşaklar, İlhan Berk’in bu sözünü belki tam olarak kavramaya çalışmışlar, belki de bu sözün taşıdığı anlama özlemle bakmışlardır, bakıyorlardır.- Sence bu kitabı gençler mi, yoksa daha ileri yaşta olanlar mı -sindirerek- okuyacaklar?Beyinleri önyargılarla kilitlenmediği için gençlere yazıyorum, ama daha ileri yaştakiler de -eğer önyargısız iseler- neden sindiremesinler?Atatürk’ün Düşü - Mutlu İnsanlar Ülkesi / Mina Tansel / Abis Yayınları / 289 s. / 2020. Sina AkyolBrunelleschi'nin Kubbesi
Brunelleschi'nin Kubbesi Popüler kültür tarihi araştırmacısı Ross King’in çalışması, Rönesans döneminin ünlü mimar ve sanatçısı Filippo Brunelleschi’nin kubbesinin yapım sürecini mimarın kişisel serüveninin yanı sıra savaşlar, siyasal entrikalar, mesleki rekabetler ve ağır çalışma koşullarını içeren toplumsal ve tarihsel arka planıyla birlikte dramatik bir anlatıma kavuşturuyor. /Archive/2021/2/11/001134610-ic1.jpgFilippo Brunelleschi, Rönesans döneminde İtalyan hümanist düşünürlerin özgün icatlara yönelik doğal yeteneği ifade etmek için türettiği ingegno yani “deha” sıfatına değer görülen ilk mimarlardan hattâ ilk sanatçılardan biri. Çoğu Ortaçağ mimarının adı dahi bilinmezken onun adına şiirler yazılmış, kitaplar ithaf edilmiş, biyografiler kaleme alınmış, büstleri ve portreleri yapılmıştır.Onunla birlikte yapı ustaları mimarlık yanında isim de yapmaya başlamış, yapıtları dünyaya bakışları, kişilikleri ve hayat hikâyeleriyle birlikte her dem yeniden okunur hale gelmiştir. Mimarın ilahi güçle hâlelendirilmesi yeni ve okuması keyifli bir efsane kültürünün de doğmasına yol açmıştır./Archive/2021/2/11/001151220-ic2.jpgFloransa’daki Santa Maria del Fiore Katedrali'nin kubbesi böyle bir okumaya izin veren ilk yapıtlardan. Yapımına 1296’da başlanan, ama aradan yüz yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen devasa büyüklüğü nedeniyle kubbesi bir türlü tamamlanamayan katedral, dönemin yapı ustaları ve ileri gelenlerinin, çözümü için ilahi bir gücün dokunuşunu bekledikleri bir muammaya dönüşmüştür.Brunelleschi bu muammayı, üstelik dönemin inşaat tekniğinin olmazsa olmaz kabul ettiği ahşap kemer kalıbını kullanmadan, öküz-kaldıracı gibi türlü mekanik buluşlarla mucizevi bir şekilde çözmüştür.Popüler kültür tarihi araştırmacısı Ross King’in çalışması, Brunelleschi’nin kubbesinin yapım sürecini mimarın kişisel serüveninin yanı sıra savaşlar, siyasal entrikalar, mesleki rekabetler ve ağır çalışma koşullarını içeren toplumsal ve tarihsel arka planıyla birlikte dramatik bir anlatıma kavuşturuyor.Brunelleschi'nin Kubbesi / Ross King / Çev.: Belkıs Dişbudak / E Yay. / 184 s. Cumhuriyet Kitap EkiOsmanlıBahriyesi’nde Bir Amerikalı
Osmanlı Bahriyesi’nde Bir Amerikalı Osmanlı’nın deniz kuvvetlerinde, tarih boyunca pek çok yabancı kökenli isim görev yaptı. Bunların arasında en ilgi çekici isimlerden biri, Ender Kuntsal’ın Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Osmanlı Bahriyesi’nde bir Amerikalı: Bucknam Paşa adlı kitabında hayatı anlatılan Ransford Bucknam. 2. Abdülhamid tarafından hızla paşalığa yükseltilen, aldığı söylenen “köprüden geçiş garantili” maaşla tartışmalara konu olan, İttihatçılara destek konuşması yapan bu Amerikalı Paşa’nın hayatı, ilginç hikayelerinin yanında Osmanlı tarihine ilişkin de az bilinen birçok öyküyü barındırıyor. /Archive/2021/2/11/000719972-ic1.jpg17 YAŞINDA KAPTANKuntsal’ın anlatımına göre, Kanadalı asıllı Amerikalı Ransford Bucknam’ın gemilere olan merakı, o daha çocukken başladı. Küçük Ransford, ağaçtan oyduğu tahtalarla küçük gemicikler yapıyor ve bunları evinin yakınındaki bir gölde yüzdürüyordu. Çocuk yaşta annesi ve babasını kaybettiği için dedesiyle beraber yaşayan Bucknam’ın aklı fikri denize açılmaktaydı. Öyle ki bu hayalini gerçekleştirmek için 14 yaşındayken dedesinin evinden kaçan Bucknam, New York’ta bir yelkenlide kabin görevlisi olarak çalışmaya başladı. Renkli denizcilik hayatından efsaneler çıkartılan Bucknam, söylenene göre, 16 yaşındayken çıktıkları bir deniz yolculuğunda mürettebatın çoğu koleradan ölünce, dümenin başına geçti. Kalan denizcileri ustalıkla idare eden genç Bucknam, gemiyi kazasız belasız en yakın limana ulaştırdı. Bu olayla ünlenen Bucknam, denizcilik eğitimini tamamladı ve daha 17 yaşında kaptan olarak anılmaya başladı./Archive/2021/2/11/000741972-ic2.jpgCHICAGO FUARI VE OSMANLI1800’lü yılların sonuna gelindiğinde Bucknam, Chicago Fuarı’nda inşası o yıl tamamlanan Christopher Colombus adlı yolcu geminsinin kaptanlığını yapıyordu. Colomb’un Amerika’yı keşfinin 400. yılı onuruna düzenlenen bu fuarda çeşitli devletler yer aldı. Bu devletlerin arasında Osmanlı Devleti de vardı. Sultan 2. Abdülhamid’in isteğiyle Chicago’ya küçük bir İstanbul kuruldu. Burada tek kubbeli bir cami, 40 dükkanlık bir çarşı, bir tiyatro, bir sürü kahvehane ve lokanta yapıldı. İnşa edilen bu yerde Sultan Ahmed Meydanı, hatta Dikilitaş bile vardı. Kuntsal’ın “olması muhtemel” gördüğü bir varsayımla, bu minik İstanbul’un ziyaretçileri arasında Ransford Bucknam da bulunuyordu. Yıllar sonra bir Osmanlı Paşa’sı olacak Bucknam, daha gitmeden İstanbul’un büyüsüne kaptırmıştı kendini. Peki, nasıl olmuştu da bu Amerikalı denizcinin yolu, Marmara sularına düşmüştü?/Archive/2021/2/11/000805128-ic3.jpgMECİDİYE VE BUCKNAMTürk - Yunan savaşının başlamasıyla birlikte çürümeye terk ettiği donanmaya ihtiyacı olduğunu anlayan Abdülhamid, Amerika’dan yeni gemiler sipariş etmeye karar verdi. Gerekli anlaşmalar yapıldıktan sonra, “Mecidiye” isimli geminin siparişi verildi. 1904 yılında İstanbul’a yola çıkmaya hazır hale gelen Mecidiye’nin kaptanlığına, Ransford Bucknam getirildi. 22 Nisan günü Midilli Adası’na ulaşan Mecidiye’yi şiddetli bir poyraz karşıladı. Zor durumda kalan Ransford Bucknam, Türklerden yardım için bir kılavuz istedi. Mesudiye zırhlısında görevli genç bir Türk subayı, Mecidiye’yi kurtarmak için hemen bir filikaya atladı ve geminin yanına ulaştı. İyice yaklaştığında kendini Mecidiye’nin merdivenlerine atan genç subay, hızla merdivenleri çıktı. Kaptan Bucknam’dan geminin dümenini aldı ve sağ salim limana ulaştırdı. İyi derecede İngilizce de bilen bu Subay, kısa sürede Bucknam’la arkadaş oldu.GEÇİŞ GARANTİLİ MAAŞBucknam’ın Osmanlı Donanması’na dahil olması ise, bir 4 Temmuz gününün getirisiydi. Bucknam, Amerika’nın bağımsızlık günü olan 4 Temmuz’u, İstanbul’da demirleyen Mecidiye’nin toplarıyla Amerika’nın eyalet sayısı kadar atış yaparak kutladı. Onun bu hamlesi, Bucknam'ın eşinin anlattıklarına göre, Abdülhamid’i fena halde kızdırdı. Ancak fırçalanmak için padişahın huzuruna çağrılan Bucknam, Abdülhamid’in sevgisini kazanarak Saray’dan yarbaylık rütbesiyle ayrıldı. Abdülhamid, Bucknam’ı kısa bir süre içinde Paşa da yaptı. Söylentilere göre, Bucknam’a 10 bin dolar maaş bağlandı. Kuntsal’ın araştırmalarında bulduklarına göre, Bucknam’ın maaşı konusunda ilginç bir ayrıcalığı da vardı. Osmanlı’nın yaşadığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle, maaşı zamanında ödenemezse diye Bucknam’a Galata Köprüsü’nden geçen yayalardan ücret toplayarak maaşını çıkartma yetkisi verilmişti! Bucknam, günümüzde iktidarın yap işlet devret modeliyle yaptırdığı köprülerden yandaşlarına verdiği “geçiş garantisini” andıran bu uygulamayı, iddialara göre iki kere de kullanmak zorunda kaldı./Archive/2021/2/11/000826393-ic4.jpgYAVER ŞARTIBucknam, bütün bu ayrıcaklıkların yanında, Abdülhamid’in paşalık teklifi için bir de şart koştu. Mecidiye’yi sağ salim İstanbul’a getirmesini sağlayan genç subayı yanına yaver olarak almak istiyordu. Sultan da bu isteğini kabul etti. Yeni mevkilerine yerleşen ikilinin görevleri de belliydi. Abdülhamid, Bucknam Paşa ve genç yaverinden İngiltere’ye gitmelerini ve yeni zırhlı kruvazörler hakkında bilgi almalarını istiyordu. Bu gemilerin inşa edildikleri yerleri görmelerini, özelliklerini, fiyatlarını, ne kadar zamanda yapıldıkları gibi konuları da öğrenmelerini bekliyordu. En önemli görevleri ise, denizaltı hakkında bilgi edinmekti. İkili İngiltere’ye gitmeden önce Viyana ve Paris’e de uğradı. Bir yandan Sultan’ın görevini yerine getiriyorlar, bir yandan da gittikleri yerlerde kültürel geziler yapıyor, müzelere uğruyor ve operaya gidiyorlardı. Londra’ya geldiklerinde artık iki sıkı dost olmuşlardı. İngiltere’de istenildiği gibi tersaneleri gezdiler ve denizaltı hakkında bilgi aldılar.İLK DEFA PARLAMENTOGenç yaver, gittikleri her yerde notlar alıyor, her söyleneni dikkatle dinliyordu. Ancak her yeni şey ona ülkesinin ne kadar geri kaldığını hatırlatıyor ve üzüyordu. İkili görevini tamamlayıp İngiltere’den ayrılmadan önce, Bucknam Paşa’nın isteğiyle son bir yere daha uğradılar. Orası da İngiltere Parlamentosu’ydu. İkili parlamentoya girdiğinde genç adam da parlamenter sistemle ilk defa tanıştı. Parti mensuplarının birbirlerine yönelik sert ama nezaket kuralları içindeki üslupları çok hoşuna gitti. Çıktığında, gördüğü sistemin ülkesine getirmek istediğini Bucknam Paşa’ya anlattı. İstanbul’a döndüklerinde genç yaver, arkadaşı Kazım Karabekir ile görüştü ve ülkesindeki istibdattan kurtulmak için İttihatçılarla çalışmaya başladı. Bu sırada sık sık Bucknam’la da konuşuyor, ondan parlamenter sistemle ilgili bilgi alıyordu. Öğrendiklerini de Selanik’teki arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’a anlatıyordu. Jön Türklerin yaptığı bu yoğun çalışmalarla 24 Temmuz 1908 günü meşrutiyet ilan edildi. Ancak istenen özgürlükçü ortam ülkeye gelmedi./Archive/2021/2/11/000848112-ic5.jpgMONDROS’TAN BAŞBAKANLIĞA1. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesiyle birlikte bu genç yaver, Türklere dayatılan en ağır antlaşmalardan biri olan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın altına imza atmak zorunda kaldı. Fakat, her vatansever gibi o da Mustafa Kemal Atatürk’ün çağrısına uyacak ve milli mücadeleye destek verecekti. Başlarda saltanat yanlısı olmasına karşın, Milli Mücadele sonrasında, Mustafa Kemal’in isteğiyle, Meclis’te saltanatın kaldırılmasına yönelik ateşli bir konuşma yapacak, hatta Türkiye Büyük Millet Meclis’inin 3. başbakanı Hüseyin Rauf Orbay olarak tarihe adını yazdıracaktı.İKİ KERE SUİKASTTEN KURTARDIKuntsal’ın Bucknam’ın hikayesi üzerinden anlattığı tüm bu ilgi çekici olaylar bunlarla da sınırlı değil. Kitabı okumak isteyen meraklıları Bucknam’ın Sultan Abdülhamit’i iki kere suikastten nasıl kurtardığı, İttihatçılara yaptığı destek konuşması ve dünya turu boyunca karşısına nasıl engeller çıktığı gibi hikayeler de bekliyor...Osmanlı Bahriyesi’inde bir Amerikalı: Bucknam Paşa / Ender Kuntsal / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / 400 s. Sarp SağkalGalatasaray Teknik DirektörüTerim'den VAR isyanı: Beğenmediler!
Galatasaray Teknik Direktörü Terim'den VAR isyanı: Beğenmediler! Fatih Terim, "Emre'nin ayağına basıldı, ikinci yarının başında da rakibe verilen bir penaltı. İkisi de hakem yorumu. VAR'daki arkadaş pek beğenmedi herhalde ayağa basmayı, ikaz etmedi"dedi. Alanyaspor, Ziraat Türkiye Kupası çeyrek final maçında Galatasaray'ı deplasmanda 3-2 mağlup ederken, müsabakanın ardından düzenlenen basın toplantısında Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim açıklamalarda bulundu.Fatih Terim, Aytemiz Alanyaspor'u tebrik ederek sözlerine başlarken, şunları söyledi: "Başarılar diliyorum kupa yolunda. Mücadelelerini saygıyla karşılıyorum. Enteresan bir maç yaşadık. Ben aşağı yukarı birkaç değişiklikle geniş bir rotasyon düşünmedim. İyi oynadığımız alışkanlık devam etsin diye ama bazı oyuncularımızın iyi gelmediği, oyun oynandıktan sonra anlaşıldı. Oyuna o kadar iyi başladık ki oyunun çok kolay geçeceği düşüncesi bile hakim oldu herkeste ama tabii futbol, her saniyesinde konsantre olunması gereken ciddi bir oyun. 2'ye 1 gol yedik, arkadan bir gol daha yedik. Ondan sonra 42'de bir penaltı pozisyonu var, Emre'nin ayağına basıldı, ikinci yarının başında da rakibe verilen bir penaltı. İkisi de hakem yorumu. VAR'daki arkadaş pek beğenmedi herhalde ayağa basmayı, ikaz etmedi. Abdulkadir Bitigen, Antalya maçında Emre'nin kırmızı kartıyla birlikte bizim tarafımızdan çok ağır olduğu düşünülen bir kararı veren arkadaş. 2-1 girsek devreye, başka olacak ama 3-0 oldu. İkisi de hakem yorumu. Ötekinde bağırarak atıyor, burada Emre bağırarak kendini atmıyor, basıldığı için yerde. Ayağa basmaların hangisi penaltı, hangisi değil, onlar karar veriyor. Böyle bir olaydan sonra 3-0, 50'nci dakikada. Altından kalkmak çok zor bu işin o saatten sonra. Ama buna rağmen 5-6-7 pozisyona girdik. Herhangi bir golü erken bulsaydık olayın seyri çok değişebilirdi. 3-2 oldu ama zaman yetmedi. İkinci yarı çok pozisyon vermedik, çok baskılı oynadık. Sonuçta istediğimizi elde edemedik, lige döneceğiz.""BİZLER NASIL KONUŞULUYORSAK, HAKEMLER DE KONUŞULACAK"Son dönemdeki hakem performanslarıyla ilgili yorum yapan Terim, "Maçtan sonra herkes konuşuyor, konuşmaya da devam edecek maalesef. Bizler nasıl konuşuluyorsak, hakemler de konuşulacak. 6-7 kişiyle idare ediyorlar maçı neredeyse. Standartı olmayan bazı şeyler var. Tekli maçlarda yapacağınız en ufak bir hata kaderi belirliyor. Biz kimseden bir şey istemiyoruz. 42.10'uncu saniyede yorumun bu, ikinci yarının başında yorumun o" diye konuştu.Galatasaray'ın yeni transferlerinin skor katkısı olarak etkili bir başlangıç yapmasıyla ilgili gelen soruya deneyimli teknik adam, "Fernandes'in fizik kalitesi yükselmeli. Daha fit olmalı, antrenman eksikliği var. İki hafta karantina, sonra burada tekrar bir karantina. Her gün üzerine koyarak gidecek. Daha iyi oynayacak, bundan eminim. Henry'yi zaten tanıyorsunuz ama bugün daha etkili oynamalıydı. Mohamed her maçta atıyor, inşallah atmaya da devam edecek. Başka pozisyonları da var Mohamed'in. İnşallah bu gollerine devam eder, ligde ihtiyacımız olacak. Yeni yaptığınız transferlerin doğru olmasını çok istersiniz. Doğru gibi duruyor şu anda da. Mohamed'i uzun zaman izledik, Henry'i çok önceden biliyordunuz. Gedson kalite katacak. DeAndre, ilk defa direkt ilk 11'de oynuyor, kolay değil. Ama sağ kanadımızı Martin ve Şener ile birlikte iyi kullanacak gibi gözüküyor. Bazen iyi oynamanız için yanınızdaki arkadaşlarınızla birlikte oynamanız gerekir. Futbolunuzu bir üst seviyeye çekersiniz. Baskı ve gol pozisyonu üretmede becerili olduğumuz bölümde o da devreye girdi. 5'inci transferimiz Halil de şanssızlığa uğradı, maalesef pozitif çıktı. Gençtir, çabuk atlatacaktır inşallah. Transferlerimiz konusunda herkesin ortak kararı doğru olduğu yönünde" dedi."ARDA'NIN GALATASARAYLI OLMASI CEZA ALMASI İÇİN YETERLİ"Son olarak Arda Turan'ın Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu (PFDK) tarafından 2 maçlık ceza almasıyla ilgili olarak ise Terim, şu ifadeleri kullandı: "Bir tane emsali yok, örneği yok ceza olarak. Soyunma odası oyuncuların mahrem yeridir, evi gibidir. Bugün dünyanın çeşitli ülkelerinde şampiyonluklardan sonra soyunma odasına mevkisi kim olursa olsun, kim girerse girsin kimse tavrını bozmamıştır. Bundan önceki örnekler açık, kimse ceza almamış. Ama Arda'nın Galatasaraylı olması herhalde ceza alması için yeterli gibi duruyor. Ayrıca eğer bir konunun içerisinde Fatih Terim geçiyorsa, diyorlar ki 'Az ceza verirsek ayıp olur, yakışmaz, Fatih Terim ismi geçiyor.' Onun için, ayıp olmasın diye yaptılar herhalde. Birden bire, maçtan bir gün önce, böyle bir karar açıklanıyor. Acil karar istiyoruz, 2 maç ceza geliyor. Saha içinde yapılana, tribünde yapılana, birkaç gündür bakıyorum, ne sevk var, ne ceza var, ne bir açıklama var, ne herhangi bir kurumdan izah eden bir mesaj var. Hiçbir şey yok. Ama birden bire, Arda'ya ceza var. Enteresan tabii ki. Bana enteresan değil tabii. Ben açık ve aleni söylüyorum zaten. Bakalım, ne olacak? Çok adil durmuyor. Bundan evvelkilerde olduğu gibi. Sevkleri de, cezaları da, açıklamaları da takip ediyoruz." DHAMSB, 2 askerinşehit olduğunu duyurdu
MSB, 2 askerin şehit olduğunu duyurdu MSB, ''Gara bölgesinde devam eden Pençe Kartal-2 harekatında 2 asker şehit oldu, 4 asker yaralandı'' açıklamasını yaptı. AYRINTILAR GELİYOR... cumhuriyet.com.trGedson Fernandes ilk maçında gol attı
Gedson Fernandes ilk maçında gol attı Galatasaray’ın yeni transferi Portekizli futbolcu Gedson Fernandes, Alanyaspor maçı ile birlikte sarı-kırmızılı formayı ilk kez giydi ve rakip fileleri havalandırmayı başardı. Galatasaray’ın yeni transferi Portekizli futbolcu Gedson Fernandes, Alanyaspor maçı ile birlikte sarı-kırmızılı formayı ilk kez giydi ve rakip fileleri havalandırmayı başardı.Galatasaray’ın devre arasında kadrosuna kattığı Portekizli futbolcu Gedson Fernandes, Ziraat Türkiye Kupası’nda oynanan Alanyaspor maçına yedeklerde başladı. 22 yaşındaki futbolcu, mücadelenin 66. dakikasında Younes Belhanda’nın yerine oyuna dahil oldu ve sarı-kırmızılı formayı ilk kez giyme heyecanı yaşadı.Portekizli futbolcu, 90+4. dakikada da takımının ikinci golünü kaydetti ve Galatasaray kariyerine golle başladı. İHAİbrahim Kalın'dan, Joe Biden değerlendirmesi: Tam işbirliğine hazırız
İbrahim Kalın'dan, Joe Biden değerlendirmesi: Tam iş birliğine hazırız Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, ABD Başkanı Joe Biden'ın Türkiye'yi yakından tanıdığına işaret ederek, "Biden yönetimine gelince; ilişkimiz saygı, ortak çıkar ve karşılıklı egemenliklerimizin tanınmasına dayandığı sürece iyi bir ilişkimizin olacağına inanıyoruz" dedi. Öte yandan Kalın, S-400 alımına ilişkin, ''Sayın Cumhurbaşkanımız, Patriot ya da bir başka NATO müttefikinden başka bir savunma sisteminin satın alınması konusunda Türkiye'nin görüşmelere hazır olduğunu belirtti. Bunu yapmaya hazırız, tam iş birliğine hazırız'' ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, CNN International'da Becky Anderson'a Türk-Amerikan ilişkileri beklentilerini değerlendirdi.ABD Başkanı Biden'ın, Türkiye ile ilgili son dönemde kamuoyuna yansıyan bazı olumsuz açıklamalarının seçim kampanya dönemine ait olduğuna dikkati çeken Kalın, "Kendisi Türkiye'yi ve Türk siyasetini tanıyor. Söz konusu (önceki) açıklamaları uygunsuzdu, bunları reddettik, (Türkiye ile ilgili) söyleminin tonunu ve akışı değiştirecektir" değerlendirmesini yaptı.Sözcü Kalın, Biden'ın ekibinin tecrübeli profesyonellerden oluştuğuna ve bu kişilerin Türkiye'yi tanıdığına işaret ederek şunları söyledi:"Özellikle Suriye'den Irak'a, Libya'dan Kafkasya'ya ve Körfez ülkelerine kadar bugünkü meydan okumaları göz önüne aldığınızda onların (Biden'ın ekibi) Türkiye'nin stratejik önemini ve değerini ilişkinin merkezine koyacaklarına inanıyorum. İnanıyorum ki onlar Türkiye ile çok olumlu bir ilişkiye hazırlar.""Joe Biden yönetimi ile Donald Trump yönetiminden daha iyi bir ilişki bekliyor musunuz?" şeklindeki soruya da yanıt veren Kalın, Trump'ın Türkiye'nin dostu olduğunu ve Türkiye'yi dost olarak gördüğünü her zaman açıkça dile getirdiğini hatırlattı.Kalın, "Biden yönetimine gelince, ilişkimiz saygı, ortak çıkar ve karşılıklı egemenliklerimizin tanınmasına dayandığı sürece iyi bir ilişkimizin olacağına inanıyoruz" değerlendirmesini yaptı.''TAM İŞ BİRLİĞİNE HAZIRIZ''Biden'ın daha önce başkan yardımcısı olarak 4 kez Türkiye'ye geldiğini ve bu tecrübeyi başkan olarak değerlendireceğine inandığını kaydeden Kalın, sözlerini şu şekilde tamamladı:"Sayın Cumhurbaşkanımız, Patriot ya da bir başka NATO müttefikinden başka bir savunma sisteminin satın alınması konusunda Türkiye'nin görüşmelere hazır olduğunu belirtti. Bunu yapmaya hazırız, tam iş birliğine hazırız. Biden yönetimiyle yeni bir sayfa açacağımıza inanıyoruz. Kendisi Türkiye'yi ve Cumhurbaşkanımızı tanıyor." AAGalatasaray 5 maçsonra yenildi
Galatasaray 5 maç sonra yenildi Galatasaray, Alanyaspor yenilgisiyle ile birlikte 5 maç sonra mağlup oldu. Galatasaray, Alanyaspor yenilgisiyle ile birlikte 5 maç sonra mağlup oldu.Ziraat Türkiye Kupası Çeyrek Final maçında Galatasaray sahasında Aytemiz Alanyaspor ile karşılaştı. Mücadeleden 3-2 mağlup ayrılan sarı-kırmızılılar kupaya bu turda veda etti. Aslan bu müsabaka ile birlikte 5 maç sonra mağlup oldu. Cimbom geride kalan 5 lig maçından da galip ayrılmıştı. Bu süreçte Denizlispor, Yeni Malatyaspor, Gaziantep FK, Başakşehir ve Fenerbahçe’yi mağlup etmişti. İHAGalatasaray geçuyandı, turu kaybetti!
Galatasaray geç uyandı, turu kaybetti! Öncelikle Türkiye Kupası'nda yarı finale çıkan Alanyaspor'u kutlamak lazım; Fenerbahçe derbisi galibi Galatasaray'ı hem de İstanbul'da 3-2 yendiler. Haklı bir galibiyet.Alanyaspor dersine işi çalışmış. Oyunu önde kurup daha çok koştular, daha çok istediler, çok çalıştılar ve şansları da yaver gidince golleri atıp turu kaptılar. Öncelikle bu yorucu lig maratonda nasıl böyle koşup pres yaptılar anlamak güç. Kalecileri Marafona hariç hepsi pres yaptı. Bir Galatasaraylıyı iki Alanyalı sıkıştırdı. İlk 48-49 dakika böyle oynadılar ve golleri attılar, sonra üstünlüğü rakibe bıraksalar da istediklerini aldılar.Belki 0-0 giderken golü yeseler bu kadar özgüvenli oynayamazlardı ama dedik ya çok formdaydılar. Son bölümde gardları düştü, ama şansları yanlarındaydı... Direkler ve inanılmaz kurtarışlar...Gelelim Galatasaray'a; teknik direktör Fatih terim maçı önemsemiş cezalı Arda dışında tam kadro tercihi kullanmıştı, ama futbolcular oralı değildi. Sahada yoktular uzun süre. Golleri TV'lerinin başındaki seyirci gibi izlediler. Galiba Fenerbahçe derbisindeki galibiyeti unutamamışlar. Belhanda, Babel, hatta Taylan el belde dolaştılar. Yedlin hücumda iyi, savunmada kötüydü. Emre Taşdemir bile geriye gelmedi. Marcao gölge savunma yaptı, Donk güçsüzdü. Mısırlı Mustafa'ya da top gelmedi; ilk yarıdaki bu görüntü 2-0 sonrasında da hemen penaltıyla 3-0'a neden oldu.Gerçi maç 2-0 giderken hakem Abdülkadir Bitigen ve VAR odasının atlığı bir penaltı var. Emre'nin ayağına bastılar, 2. yarının hemen başında aynı pozisyonda aynı hareketi Marcao yaptı, penaltı. Eyyam yaptı, tıpkı maça sadece 5 dakika uzatma ekleyişi gibi. Onca oyuncu değişikliği, tedavi , kart kullanımı var. Uzayan bölüm 5 dakika! Serdar Tatlı, hakemlere yeni kuralları öğretememiş ama eyyamcılığı iyi öğretmiş!Belki bu gol gelse maç dönerdi. Çünkü 2. yarıda değişik bir Galatasaray izledik. Oyunu rakip yarı alana yığdılar. Direkten dönen 2 topları var. İki de karşı karşıya Kerem ve Onyekuru atamadı. Maratfona inanılmaz kurtarışlar yaptı.83. dakikada Gedson'un presiyle gelen Mustafa Muhammed golü ardından Gedson'un ağlara giden topu sonucu değil ama skoru değiştirdi.Galatasaray ilk 45 dakikadaki uyku hali ile kaçırdığı fırsatların faturasını kupaya veda ederek ödedi. Arif Kızılyalın