News - Haberler
Uykusuzluk: Covid-19 salgınıyla ortayaçıkan‘koronasomnia’nedir?
Uykusuzluk: Covid-19 salgınıyla ortaya çıkan ‘koronasomnia’ nedir? Son bir yıldaki koronavirüs salgını, iyi bir uyku çekmeyi önemli ölçüde zorlaştırdı. Bazı uzmanlar bunun için bir terim bile yarattı: Insomnia (uykusuzluk) ile koronavirüs veya Covid-19’un birleşimi olan koronasomnia veya covidsomnia. Peki buna karşı ne yapabiliriz? Getty ImagesPandemi döneminde pek çok kişi uyku sorunları yaşamaya başladıDaha fazla ve düzenli uyumak, pek çok kişinin yeni yıla başlarken verdiği bir sözdür. Fakat yeni yılın üzerinden bir buçuk ay geçmişken bu sözü verenlerin bir kısmı bunu gerçekleştiremediklerini fark ediyor.Son bir yıldaki koronavirüs salgını, iyi bir uyku çekmeyi önemli ölçüde zorlaştırdı.Bazı uzmanlar bunun için bir terim bile yarattı: Insomnia (uykusuzluk) ile koronavirüs veya Covid-19'un birleşimi olan koronasomnia veya covidsomnia.Ağustos 2020'de Birleşik Krallık'taki Southampton Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırma, uyku sorunu yaşayanların oranının altıda birden dörtte bire çıktığını; özellikle annelerin, kritik işlerde çalışanların ve azınlık gruplarının daha fazla uyku problemiyle karşı karşıya olduğunu ortaya koydu.Çin'de sokağa çıkma yasağı uygulanan dönemde bu oran yüzde 14,6'dan yüzde 20'ye yükseldi.İtalya ve Yunanistan'da yapılan araştırmalar, Mayıs ayında uyku bozukluk oranının, yüzde 40 gibi kritik bir seviyeye çıktığını gösterdi.Kısacası, aramızda uykusuzluk yaşayanların sayısı arttı. Pandemi ikinci yılına girerken, aylar süren sosyal mesafe ve benzeri kısıtlamalar günlük rutinlerimizi sarstı, iş ve özel hayat arasındaki sınırları sildi ve hayatımıza süregiden bir belirsizlik kattı. Bütün bunların uyku açısından felaket sonuçları oldu.Sağlığımız ve üretkenliğimiz ciddi bir şekilde etkilendi. Fakat bütün bunlar uyku sorunlarına bakışımız ve bunları tedavi edişimizi de değiştirerek hayatımızı normale sokacak yolun açılmasına yardımcı olabilir.UYKUSUZLUĞUN DAĞITICI ETKİSİGetty ImagesPandeminin başında uykusuzlukla mücadele etme motivasyonumuz yüksekti fakat aylar geçtikten sonra bu azaldıUyku yitimi, pandemi döneminde olsun ya da olmasın başa çıkması zor bir sorundur.Uykuya geçmekte düzenli olarak sorunlar yaşamak veya düşük uyku kalitesi, uzun vadeli sağlık sorunlarına yol açabilir. Bunlardan bazılarını obezite, kaygı bozukluğu, depresyon, kalp ve dolaşım yolları hastalıkları ile diyabet olarak sıralayabiliriz.Pek çok sağlık kuruluşu günde yedi saatten az uyumayı yetersiz uyku olarak tanımlıyor ve bu işyerinizdeki performansınızı da olumsuz yönde etkileyebiliyor. Pek çok araştırma yetersiz uyku halinde hata yapma ihtimalinin ve tepki süresinin arttığını, konsantrasyonun ve moralin azaldığını gösteriyor.ABD'deki en büyük tıbbi araştırma kurumlarından biri olan Mayo Clinic'te, uyku tıbbı alanında uzmanlaşan psikiyatr ve nörolog Dr. Steven Altchuler'a göre pek çoğumuzun şu anda yaşadığı uykusuzluk sorunu, neredeyse "kıyametvari" koşullardan kaynaklanıyor:"Uyuyamazlık yaşıyorsanız yalnız değilsiniz, dünyanın çoğu sizin gibi. Bu Covid'den kaynaklanan zorlukların bir sonucu."Burada birden fazla faktör var. Bunlardan ilki günlük rutinlerimiz ve bulunduğumuz ortamların kökten değişmesi. Bu da sirkadiyen saati (vücut saatini) korumayı zorlaştırıyor.Normal bir günde alarmla kalkıp yola çıkan, mesaide ara alan ve eve dönüp uyuyan insanların hayatı, evden çalışma ile değişti."Ofis toplantılarının ve belirli saatlerde alınan öğlen yemeği aralarının bedenimize verdiği işaretler artık yok. Uzaktan çalışmak vücut saatinizi bozuyor" diyor.GettyYatmadan haberlere bakmak istiyor olabilirsiniz fakat uzmanlar uyku öncesi telefona bakmamak gerektiği görüşündeCalifornia Üniversitesi'nden klinik sağlık profesörü Angela Drake ise bunu "Beyniniz hayatınız boyunca iş yerinde çalışmaya, evde dinlemeye ve rahatlamaya alışkındı. Şimdi farklı bir durum var. Sürekli evdeyiz" sözleriyle anlatıyor.Uyku bozukluğu olan hastaları tedavi eden ve koronasomnia üzerine makale de yazan Davis, evden çalıştığımızda muhtemelen daha az hareket ettiğimizi ve daha az gün ışığı aldığımızı söylüyor. Bunlar iyi bir uyku için ihtiyaç duyulan şeyler.İş yerindeki performans da başka bir konu. Çoğu ülkede işsizlik son yılların rekorlarını kırdı. Bu yüzden işi olan herkes bunu korumak için çok çalışmak istiyor.Fakat evden çalışmak, eskiden alışkın olduğumuz iş ve özel hayat arasındaki sınırları bulanıklaştırdığı gibi; düzensiz saatlerde çalışmaya da yol açabiliyor.Altchuler "İş ve ev arasındaki sınırlar belirsizleşirken insanlar daha geç saatlere kadar uyanık kalma eğilimi gösteriyor" diyor.Pek çoğumuz için ofiste çalışma fikri olanaksızlaştı. Ve buna bağlı olarak, yapılacaklar listelerinden ve iş gününün günlük streslerinden soyutlanmak zorlaşıyor.Tüm bunlara ek olarak hobilerimizi ve arkadaşlarımızı da özlüyoruz. Bunlar rahatlamak ve stres atmak için kritik öneme sahip şeyler.Pek çoğumuzun yaşadığı akıl sağlığı sorunları uykusuzluğu artırabildiği gibi bunun tam tersi de geçerli.Genel belirsizlik hali ve kontrol yitimi hissi de uyku sorunlarına yol açabiliyor.Pandeminin uzunluğu da bir başka faktör oldu. Pek çok kişinin kendini bilgisayar oyunları, diziler veya kitaplara verdiği bu süreç bir süre sonra tuvalet kağıdı paniğine ve ardından da neredeyse hiç bitmeyecekmiş gibi bir hissiyata yol açtı.Drake "Başta insanların pandeminin stresiyle başa çıkma motivasyonu vardı. Fakat pandemi uzadıkça insanlar başa çıkamaz oldu ve bu da uyku sorunlarının da dahil olduğu daha büyük sorunlara yol açtı" diyor.Bazı uyku problemlerinin "kronik ve uzun vadeli" hale dönüşeceğini söyleyen Drake, bunda insanların pandemi boyunca ihtiyaç duydukları tedavileri erteleyip yalnızca acil durumlar için sağlık kuruluşlarına gitmesinin de etkili olduğunu vurguluyor.ReutersAraştırmalar geçen yıl özellikle sağlık çalışanlarının uyku sorunları yaşadığını gösteriyorUykusuzluk özellikle sağlık çalışanları için büyük bir sorun oldu.Aralık 2020'de Ottawa Üniversitesi dünyanın dört bir yanından 190 binden fazla insanın katıldığı 55 küresel çalışmayı inceleyerek pandemi başladığından bu yana uykusuzluk, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu (PTSD) gibi psikolojik sorunların nasıl değiştiğini ortaya koydu.Araştırmaya göre sağlık çalışanlarında tüm sorunlar en az yüzde 15 artarken en fazla artan sorun yaklaşık yüzde 24 ile uykusuzluk oldu.Altchuler uykusuzluğun genellikle PTSD ile ilişkili olarak görüldüğünü ve bu süreçte kritik bir işte çalışıp çalışmadığından bağımsız olarak çok negatif küresel gelişmeler sonucunda uykusuzluğun artmasının normal olduğunu söylüyor.Genellikle travma yaşayan insanlar (buna araba kazası gibi bireysel travmalar ile 11 Eylül veya pandemi gibi kitlesel travmalar da dahil) PTSD ile birlikte inatçı uyku sorunları yaşayabilirler.UYKUSUZLUĞA NE İYİ GELİR?Uzmanlar bu tip sorunlar kalıcılaşmaya başladığında yardım almanın önemli olduğunu söylüyor, özellikle de bugünlerde.Birleşik Krallık'taki Uyku Vakfı'nın yöneticisi Lisa Artis, "Pandemi birkaç ayın ötesine uzadığı için, sonlandığında da insomnia yaşayanların sayısı bir anda azalmayacaktır muhtemelen" diyor ve ekliyor:"Çünkü insanlar uyku sorunları yaşamaya başladığında yardım almazsa bu sorunlar insomnia gibi uyku bozukluğu durumlarına yol açar ve bunları kolayca iyileştirmek mümkün değildir. Bunlar kalıcı hale geldikten sonra düzelmeleri zorlaşıyor."İyi haberler de var. Pandeminin 12. ayını geride bıraktığımız şu günlerde bazı uzmanlar bütün bu yaşananların uyku sorunlarının çözümü alanında yeni buluşlara yol açtığını söylüyor.Altchuler insanların hastaneye gitme konusundaki isteksizliği sonucu "tele-sağlığın, yani uzaktan tıp ve uzaktan muayenenin" hızla arttığına dikkat çekiyor.Uyku problemleri için en yaygın tedavi, insomnia için geliştirilen ve CBT-I olarak da bilinen bilişsel davranışsal terapidir.Bunun hedefi "uyku hijyenini" artırmak (örneğin yatağa girmeden önce içki veya sigara içmemek) ve yalnızca davranışsal değişikliklere yol açarak beyninizin yatağı uykuyla özdeşleştirmesini sağlamaktır. Yatakta çalışmamak da bunun için istenen şeylerden biri.Geçen yıl Michigan Üniversitesi'nin yürüttüğü bir araştırma, CBT-I tedavisinin uzaktan uygulanması durumunda da aynı verimin alındığını ortaya koydu. Bu çok daha fazla kişinin bu tedaviye erişebilmesi anlamına geliyor.Getty ImagesPandemi uykusuzluk tedavisinde de yeni buluşlara yol açtıBu sorunları aşmak için bireylerin atabileceği adımlar da var.Drake "En büyük kurallarımdan biri yatakta laptop ile çalışmayı yasaklamaktır" diyor ve ekliyor:"Ne kadar rahat olduğu umurumda bile değil. Sonunda beyin yatağı iş ile özdeşleştirir ve bu durumu zorlaştırır."Geceleri uykusuzluğu kaçıran kaygı hali yaşamamak için daha az haber okumak, alarm olarak telefonunuzu kullanmamak (ayrıca mavi ışık yatakta uykunuzu kaçırır) ve başucu dolabınızdaki alarm saatinin arkasını çevirerek uyuyamadığınız zamanı düşünüp stres yaşamamak da önerilen yöntemler arasında.Ve unutmayın, son derece sıra dışı zamanlardan geçiyoruz. Böylesi dönemlerde zorlanmamız şaşırtıcı değildir.Drake "Böylesi bir olay en son 100 yıl önce gerçekleşmişti. Hiçbirimiz böyle bir şey görmedik" diyor. BBC TürkçeABD ordusununüçte biri Covid-19 aşısıolmayıreddediyor
ABD ordusunun üçte biri Covid-19 aşısı olmayı reddediyor ABD Genelkurmay Başkanlığı Harekat Dairesi Direktör Yardımcısı Tümgeneral Jeff Taliaferro, ABD ordusunda yeni tip koronavirüs (Covid-19) aşısına gönüllü olanların oranının üçte iki civarında olduğunu açıkladı. ABD Savunma Bakanlığı, Covid-19 aşısını ordu içinde gönüllülük esasına göre dağıtırken, çok sayıda askerin aşı olmayı reddetmesi dikkati çekti.ABD Temsilciler Meclisi Silahlı Kuvvetler Komitesinde konuşan Tümgeneral Taliaferro, "Aşıyı kabul oranı üçte iki civarındadır." ifadelerini kullandı.Bu bulgunun ilk elde edilen verilere dayandığını belirten ABD'li general, aşı dağıtım sürecinin devam ettiğini ve bu oranın artacağını kaydetti.Taliaferro'nun bu açıklaması Washington'da orduda askerlerin üçte birinin aşıyı reddettiği yorumlarına yol açarken, konuyla ilgili açıklamada bulunan Pentagon Sözcüsü John Kirby ise ordudaki aşıyı kabul oranının Amerikan toplumundaki genel oranı yansıttığını belirtti.Kirby kaç kişinin aşıyı reddettiğine ilişkin verilere yer vermezken, şu ana kadar dağıtılan aşı sayısının 916 bin 500'ün üzerinde olduğuna işaret etti.Sözcü hafta sonuna kadar ordudaki aşılama sayısının bir milyonu geçeceğini belirtti.Kirby de aşının acil kullanım aşamasında olduğu için gönüllülük esasına göre yapıldığını ancak ilerleyen zamanlarda aşıyı kabul oranının artacağını ifade etti. AATikTok ağda videolarıiçin cilt uzmanlarından uyarı
TikTok ağda videoları için cilt uzmanlarından uyarı TikTok'ta bir berberin yayınladığı ve tüm yüze uyguladığı "sıcak ağda" videolarının milyonlarca kez izlenmesi, cilt uzmanlarının uyarısına neden oldu. TikTok'ta bir berberin yayımladığı ve tüm yüze uyguladığı "sıcak ağda" videolarının milyonlarca kez izlenmesi, cilt uzmanlarının uyarısına neden oldu.Bu videolarda, kişinin tüm yüzünün ve boynunun akışkan ağdayla kaplandığı, kısmen kulaklara ve burun deliklerine de girdiği, soğuyup sertleşince de deriden söküldüğü görülüyor.En fazla izlenen videoları paylaşan bir berber, bu işlemin yararlı olduğunu iddia ediyor.Ancak İngiliz Cildiyeciler Derneği (BAD), burun ve kulakların içine ağda yapılmasının zararlı olduğunu kaydetti.Bir cilt uzmanı da, bu şekilde tüm yüze ağda uygulamasının nefes almayı engelleyerek ölüme yol açabileceği uyarısında bulundu.Bir uzman da TikTok'un videolara uyarı koyması gerektiğini söyledi.TikTok ise ağdanın meslek erbapları tarafından yapıldığını belirterek videolara tehlikeli davranış uyarısı yapılmadığını belirtti.Ağda videoları sayesinde, Hollanda'daki Kapsalon Freedom adlı berber dükkanı TikTok'ta 800 bin takipçi edindi.Hollanda medyası Kasım'da paylaşılan bir videoyla ilgili haber yaptıktan sonra video 84 milyon kez izlendi.Daha yakın bir zamanda paylaşılan ve 19 milyon kez izlenen bir videoda ağdanın bir erkeğin yüzünden boynuna doğru aktığı görünüyor. Kulak ve burundan çekilen ağdanın üzerindeki kıllar kameraya yaklaştırılarak gösteriliyor.Başka videolarda ise yüzün tamamının ağda ile kaplandığı, makyaj temizleme çubukları ile hava almak için delikler bırakıldığı görülüyor. Kirpikleri ve kaşları korumak için de kağıt şeritler kullanılıyor.Berber Renaz Ismael, Ortadoğulu olduğunu belirterek bu bölgede yüz ağdasının yaygın kullanıldığını söyledi.BBC'ye konuşan Ismael, "Tüm yüze ağda yapan dünyanın ilk kişisiyim. Cilde zararı yok" dedi.Ismael, bu uygulamanın videolarını Facebook, Instagram ve YouTube hesaplarında da yayımladı. Ancak bu platformlarda daha az izlendi.'BOĞULMAYA YOL AÇABİLİR'İngiltere'nin West Sussex bölgesinde bir kuaför işleten ve 20 yıldan fazla deneyim sahibi olan Alex Echeverri, bu konuda uzman olmayanların videolarda gördüklerini uygulamak istemesinin güvenlik sorununa yol açabileceğini söylüyor:"En öncelikli kaygımız bu uygulamanın boğulmaya yol açabileceği. Ağda, sürüldükten sonra gittikçe sertleşen bir madde. Burundaki hava yollarını tıkayabilir ve hatta ameliyatla çıkarılması gerekebilir."Londra'da bir Türk erkek kuaförü merkezi olan Adam Grooming Atelier de BBC'ye, "Hassas deride bu kadar büyük bir alanda ağda yapmak çok sorumsuzca" açıklamasını yaptı.BAD de izleyicilerin bu videolarda gördüklerini aynı şekilde uygulamaya çalışabileceğinden endişeli:"Sosyal medya platformları, sağlık ve güzellik konularındaki paylaşımların hızla yayılması ve trend olmasına yol açabiliyor. Ağda, aslında deri için travmatik bir uygulama, özellikle göz çevresi gibi hassas alanlarda."Dr. Anjali Mahtod, bu alanların zarar görebileceğini ve sivilce ile iltihaplı şişkinlikler oluşabileceği konusunda uyarıyor.BBC'ZARAR VERME İHTİMALİ VAR'BAD gibi İngiliz Deri Derneği de videolarda ağda yapılan kişiler arasında ilkokul çağındaki çocuklar olduğuna dikkat çekiyor.Derneğin danışmanlarından dermatolog Dr. Emma Wedgeworth, "Ben çocuklarda bu uygulamayı önermiyorum. Bir uyarı koymak sorumlu bir davranış olurdu." diyor:"TikTok ve diğer sosyal medya platformlarında çok sayıda yanlış bilgi ve zarar verme ihtimali olan 'evde kendin yap' uygulamaları yer alıyor. Bunların daha sıkı şekilde kontrol edildiğini görmek iyi olurdu." BBC TürkçeKuzey Koreliüçbilgisayar korsanı, 1,3 milyar dolarlık soygunla suçlanıyor
ABD'de, 3 Kuzey Kore vatandaşı bilgisayar korsanı hakkında, 1.3 milyar dolar değerinde soygun girişimi suçlamasıyla dava açıldı.Habere Gitmek için TıklayınBursa-İstanbul Karayolu'nda kimyasal madde yüklüTIR alev alev yandı
Bursa-İstanbul Karayolu'nda kimyasal madde yüklü TIR alev alev yandı Bursa-İstanbul Karayolunda seyir halindeyken motor kısmında yangın çıkan kimyasal yüklü TIR, kısa sürede alev topuna döndü. İtfaiyenen yoğun çabasıyla yangın 1 saatte kontrol altına alınırken, karayolunda Bursa istikametinde uzun araç kuyruğu oluştu. Kimyasal maddenin yola dökülmesi nedeniyle bölgeye gelen AFAD ekiplerinin çalışma başlattığı yangınla ilgili soruşturma sürdürülüyor. Olay, saat 20.30 sıralarında merkez Osmangazi ilçesi, Yeni Yalova Bulvarı’nda meydana geldi. Bursa istikametine seyir halinde olan G.B. (43) yönetimindeki 45 EE 731 plakalı kimyasal madde yüklü TIR’ın motor kısmında henüz belirlenemeyen sebeple yangın çıktı. Alevlerin yükseldiğini gören sürücü G.B., TIR’ı emniyet şeridine çekerek güvenlik önlemi alırken, durumu itfaiye ekiplerine bildirdi. İhbar üzerine olay yerine çok sayıda itfaiye ve polis ekibi sevk edildi. TIR’ıın kimyasal madde yüklü olması nedeniyle kısa sürede büyüyen yangında araç alev topuna döndü. Yangına müdahale eden itfaiye ekipleri yola dökülen kimyasal madde nedeniyle zor anlar yaşadı.KARAYOLU ULAŞIMA KAPANDIPolis ekipleri çevrede geniş güvenlik önlemi alırken İstanbul-Bursa Karayolu ulaşıma kapandı. Karayolunda uzun araç kuyruğu oluştu. Yangın itfaiye ekiplerinin 1 saatlik çalışmasının ardından kontrol altına alınırken, TIR'da kimyasal madde bulunması nedeniyle durum AFAD ekiplerine bildirildi. Olay yerine sevk edilen AFAD ekipleri, incelemede bulundu. AFAD ile itfaiye ekiplerinin çalışmasının ardından yol tek şeritli olarak trafiğe açıldı.Olayla ilgili inceleme başlatıldı. DHAFacebook, Avustralya'daki sosyal medya yasasına karşı, buülkedeki kullanıcıların haber içeriklerine erişimini kesti
Avustralya hükümetinin, meclisten geçirmeye hazırlandığı bir sosyal medya yasası, bu hükümeti Facebook ve Google ile karşı karşıya getirdi. Hükümet söz konusu yasa ile, Avustralyalı haber organizasyonlarının, yayınlanan içeriklerden pay alması gerektiğini öngörüyor. Facebook yasaya misilleme olarak, Avustralyalı kullanıcıların, ülkeden ve dünyadan tüm haber içeriklerine erişimini engelledi.Habere Gitmek için Tıklayınİspanya'daki gösterilerde 44 kişi gözaltına alındı
İspanya'daki gösterilerde 44 kişi gözaltına alındı İspanya'da terörizmi yüceltme ve Kraliyet Ailesi'ne hakaret suçlarından hüküm giyen rap sanatçısı Pablo Hasel'in polis zoruyla tutuklanıp cezaevine götürülmesine karşı düzenlenen ve polisin müdahale ettiği gösterilerde 44 kişinin gözaltına alındığı ve 30'dan fazla yaralı olduğu bildirildi. Katalonya'da dün başlayan ve bugün İspanya'nın diğer bölgelerindeki büyük kentlere de yayılan, Hasel'in serbest bırakılmasının istendiği gösteriler birçok yerde vandalizme dönüştü.Madrid ve Barselona başta olmak üzere bazı kentlerde aşırı sol görüşlü gruplara bağlı şiddet yanlısı gruplara polis müdahale etti.Yaklaşık iki saat süren ve sokakları savaş alanına döndüren olaylarda göstericilerin kaldırım taşlarını kırarak polise attığı, çöp bidonlarını ateşe vererek çevredeki dükkanlara ve araçlara zarar verdiği görüldü.Polis ise göz yaşartıcı gaz, ses bombası ve plastik mermi kullanarak göstericilere müdahale etti.Yerel polis kaynakları ve sağlık birimlerinden basına verilen ilk bilgilerde Madrid'de 15, Katalonya'nın Barselona, Lleida, Girona ve Tarragona kentlerinde ise 29 kişinin gözaltına alındığı, çıkan olaylarda 30'dan fazla yaralı olduğu bildirildi.Katalonya bölgesinde 16 Şubat akşamı yapılan gösterilerde ise 1'i isabet eden plastik mermiden tek gözünü kaybeden 33 kişi yaralanmış, 15 kişi de gözaltına alınmıştı.Hakkında 2014'ten bu yana 4 farklı suçtan kesinleşmiş mahkeme kararı olan Hasel, Twitter hesabından attığı mesajlarla ve şarkılarında kullandığı sözlerde terörizmi yüceltmek, devlete ve Kraliyet Ailesi'ne hakaret suçlarından 9 ay hapis cezası almasının ardından bir grup öğrenciyle kendisini kapattığı bir üniversite binasından 16 Şubat sabahı polis zoruyla tutuklanarak cezaevine götürülmüştü.Hasel'in cezaevine konulması, "ifade özgürlüğünün kısıtlandığı" gerekçesiyle İspanya'daki sol koalisyon hükümetinin küçük ortağı Unidos Podemos başta olmak üzere ülke genelindeki sol görüşlü radikal gruplar tarafından da eleştiriliyor.Hasel'in tutuklanması İspanya'da sosyal medya üzerinden yapılan yorumlarla ilgili ifade özgürlüğü tartışması başlatırken, hükümet, "nefret suçları, krallığa hakaret, İspanyol bayrağına saldırı, terörizmi yüceltme veya dini duygulara saldırı" gibi suç teşkil eden bazı konuların Ceza Kanunu'nun dışında kalması ve bunlarla ilgili öngörülen hapis cezalarının kaldırılması için Adalet Bakanlığınca bir çalışma başlatıldığını duyurmuştu. AAAdınıaramak!
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Adını aramak! Toplumsal ve tarihsel konulardaki özgün kitaplarıyla dikkat çeken Serra Menekay ile yeni çıkan çocuk romanı Adını Arayan Çocuk - İkinci Kitap’ı konuştuk. Serinin ilk kitabında, beş duyumuzu simgeleyen “Bilen Çocuklar”, “Yüreğiyle Bilen Çocuk”un sayesinde bir araya gelip, sanatın gücüyle kötülüğün önünde cesaretle dururken, ikinci kitapta ise “Bilen Çocuk”lara “Bulan Çocuk”lar eşlik ediyor. İyilikle kötülüğün savaşında bu kez bilim başrolde. /Archive/2021/2/18/003431458-ic1.jpgFotoğraflar: VEDAT ÖNCEL- Geçen ay dokuzuncu kitabınız olan Adını Arayan Çocuk - İkinci Kitap okuyucuyla buluştu. Sizi çocuk kitabı yazarlığına yönelten ne oldu?Aynı odada birbirleriyle cep telefonları üzerinden yazışarak iletişim kuran çocukları gözlemlediğimde “Adını Arayan Çocuk”u yazmaya karar verdim. Cep telefonlarından, tabletlerden yayılan uyuşukluk virüsü nedeniyle birbirlerine iyilik yapmayı unutan insanoğlu yüzünden doğal yaşamın tehlikeye girmesiyle başlıyordu ilk kitap.Beş duyumuzu simgeleyen Bilen Çocuk’lar, Yüreğiyle Bilen Çocuk’un sayesinde bir araya geliyorlar ve iyilikle kötülüğün bitmeyen savaşında, kötülüğün karşısında cesaretle duruyorlardı. Kadim geleneğin erdemlerini biliyor ve uyguluyorlardı.Sihirli bir kitaptaki bilmeceleri çözerek ilerledikleri macerada üzerlerine düşeni yaparak adlarını buluyorlar ve kendilerini gerçekleştiriyorlardı. Herkes adını buldukça hayat ağacının dalları çiçekleniyor, yaşam anlamlanıyordu. Kitabın sonunda Bilen Çocuk’lar dünyayı sanatla iyileştiriyorlardı.Hem çocuklar hem anne babalar çok sevdi Adını Arayan Çocuk’u. Çünkü doğayı, çevreyi, sevgiyi ve iyiliği koruma erdemi bizim kök inancımızda var. Bu erdemlerin evrensel değerini daha iyi anladığımız zamanlardayız. Bu nedenle olsa gerek, ikinci kitabı yazmamı okurlar istedi.İYİLİKLE KÖTÜLÜĞÜN SAVAŞI- İkinci kitapta okurları neler bekliyor?İkinci macerada Bilen Çocuk’lara Bulan Çocuk’lar eşlik ediyor. İyilikle kötülüğün savaşında bu kez bilim başrolde. Kötülerin elindeki silah yapay gıdaların içine yerleştirdikleri ve kadınları görünmez kılan bir zehir. Gezegendeki kadınlar birden bire yok olunca onlarla beraber sevgi, şefkat ve aşk da yok oluyor. Kötülük, nefret ve kin baskın hale geliyor.İyilikle kötülüğün kavgasında tüm iyilik varlıklarıyla beraber çocuklar bilimin aydınlattığı yoldan ilerleyerek kadınları, iyiliği ve gezegeni kurtarmaya, hayat ağacını iyileştirmeye çalışıyorlar. Bu kitapta da çözülmesi gereken bilmeceler var, hatta ilk kitaptaki bilmecelerle aynı. Adım adım çözüyor çocuklar, okurlarla birlikte.Pandemide hekim olarak aktif çalışırken yazdım bu kitabı, yazarken çok keyif aldım. Çocuklar kadar yetişkinlerin de bu kitapları keyifle okuyacağını düşünüyorum./Archive/2021/2/18/003444645-ic2-.jpg‘GAYELİ YAZIYORUM!’- Çocuk kitaplarınız dışında çok önemli tarihi romanlarınız var. Öte yandan Biyokimya uzmanı bir tıp doktorusunuz. Yazarlık hikayeniz nasıl başladı?Galiba yazmak da benim adımı bulma ve kendimi gerçekleştirme çabam. Ayrıca hekimlikle yazarlık birbirini besliyor. Tıpkı bir kuşun iki kanatla uçması gibi. Sanatla bilim, sağ beyinle sol beyin, yürekle akıl bir arada çalışmalı.Tarihi romanlarımla geçmişi dillendirip şifalandırdığımı düşünüyorum. O yüzden yazacağım dönemi ve konuyu özenle seçiyorum. Türk çocuğunun ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacağından hareketle, Mustafa Kemal’in dediği gibi “gayeli şeyler yazıyorum.”Benim yazarlık maceram iki binli yılların başında Kırım’a gidip daha önce hiç görmediğim Fatma Halamı Kırım’da bulmamla başladı. Babamın ailesi 2. Dünya Savaşı sırasında birbirinden ayrı düşmüş. Dedem 1943’te eşi ve iki çocuğuyla Kırım’dan Almanya’ya kaçmak zorunda kalmış. Kırım’da kalanlarsa 1944’te parçalanarak Asya’nın içlerine sürülmüşler.Kırım sürgününü yaşadığında henüz 15 yaşında olan Fatma Halam o günleri tüm ayrıntılarıyla anımsıyordu. Ural, Sibirya ve Özbekistan’a dağılıp sonra tekrar toplanan ailemizin ve Kırım Türklerinin son elli yılını birinci ağızdan dinleme fırsatı yakalamıştım. Bu benim için paha biçilmez bir olaydı.‘ALUŞTA’DAN ESEN YELLER’Önceleri merakımı gidermek için dinliyordum, sonra anlatılanları videoya almaya, daha sonraysa her fırsatta Kırım’a gitmeye ve tüm ailenin hikâyesini derlemeye başladım. Ben de onlara dedemin Almanya’ya kaçış ve Türkiye’ye geliş hikâyesini anlattığımda yarım asır sonra tıpkı ailemiz gibi aile hikâyemiz de birleşmiş oldu.İlk romanım “Aluşta’dan Esen Yeller” kendi ailemin hikâyesiydi ve 1944 Kırım sürgününü konu alıyordu. Türk edebiyatında hiç işlenmemiş, içinde savaşın, sürgünün, vatan hasretinin alev alev yandığı bu inanılmaz hikâye mutlaka roman olmalıydı.İstifa ederek hekimliğe 3 yıl ara vermem ve bir süre Kırım’da yaşamam gerekti ama sonunda elimde ilk romanımla döndüm. İlk başvurduğum yayınevinden basıldı ve çok ilgi gördü./Archive/2021/2/18/003459426-ic3.jpgKUŞBAKIŞI, İĞNE OYASI, ŞEFİKA…- Diğer tarihi romanlarınızın gayesinden söz eder misiniz?“Kuşbakışı” kumpas davalarıyla Türk Ordusunun yıpratıldığı yakın tarihi konu alıyor. Üçüncü kitabım “İğne Oyası” ise bir 12 Eylül romanı. Her iki kitapta da ön planda okuru sürükleyen kurgu bir hikâye var. Geri planda bütünüyle gerçekleri yansıtan tarihi olaylar, siyasi ve sosyal düzlem aktarılıyor. İkisi de tarihi perspektiften büyük resmi görmek isteyenlere geniş bir bakış açısı sunmak gayesiyle yazıldı.Ardından Şefika Gaspıralı’nın biyografik romanını yazdım. Çünkü 1917 yılında kurulan Kırım Cumhuriyetinde milletvekili ve meclis başkan vekili seçilmiş eğitimci, editör, yazar, aydın bir hanımefendi olan Şefika Hanım ülkemizde bilinmiyordu. Onun romanı “Şefika” da bir ilk oldu, yoğun ilgi gördü ve kırk günde üç baskı yaptı.‘ŞEFİKA, SİYASİ VE AKADEMİK ALANDA DA SES GETİRDİ’Evet. “Şefika”yı, Galeati Yayıncılığın büyük özverisiyle Kırım Cumhuriyetinin yüzüncü yıl dönümüne yetiştirdik. Ukrayna Parlamentosundaki yüzüncü yıl töreni için Kiev’e davet edildim. Şefika Hanım’ın milletvekili seçilişinden tam bir asır sonra, elimde onun romanıyla Kırım Tatar Milli Meclisindeydim. Sanki Şefika Hanımla el ele tutuşup yüz yıl öteye atlamış gibiydik.Kiev’de ilgiyle ağırlandım. “Şefika”, halen Ukrayna’da Taras Shevchenko Üniversitesi Türkoloji Bölümünde okutuluyor. Taurida Üniversitesinde romanın yazım tekniği üzerine bir yüksek lisans tezi yapıldı. “Şefika” da tıpkı Şefika Hanım gibi öncü oldu, ardından Şefika hanım hakkında başka eserler basıldı, ne mutlu bana./Archive/2021/2/18/003510738-kapakic4.jpg‘MİLLİ MÜCADELE YETERİNCE BİLİNMİYOR’- Merkezinde Ödemiş’in olduğu iki kitabınız var. Ödemiş’i sizin için yazılır kılan nedir?Ödemiş’te büyüdüm, halen İzmir’de yaşıyorum. Büyüdüğüm toprakların hikâyelerini yıllardır biriktiriyordum. Bu çabam iki kitaba dönüştü. İlki Ödemiş’i anlatan bir anı kitabı, İzmirim(Heyamola Yayınları) serisi içinde basıldı. İkincisiyse Ege’deki Kuvayı Milliye’yi anlatan “Kıvılcımdan Aleve”(Galeati Yayıncılık).“Kıvılcımdan Aleve” bir roman değil, içinde kurgu karakterler yok. Zaten Kuvayı Milliye’yi roman tadında yazmak için kurgu karakterlere gerek yok. Yeterince bilmiyoruz o dönemi. Ben bu kitap için yirmi bin sayfadan fazla kitap okumuştum. Özellikle anı kitaplarını okudum, yerel kaynakları kullandım. Sonunda üç yüzden fazla atıf içeren bir kitap ortaya çıktı.ÖDEMİŞ KUVAYİ MİLLİYE’NİN MERKEZİNDEÖdemiş Kuvayı Milliye’nin merkezindedir. Büyüdüğüm toprakların hikâyesinde ülkemizin çimentosu olan Kuvayı Milliye ruhunu anlatmak istedim. Bağımsızlık için hiç çekinmeden kanlarını akıtan, canlarını veren ve bu güzel vatanı bize emanet eden atalarımızı anmak istedim.Ege’nin Ayşelerini, Gördesli Makbule’yi, Doktor Mustafa Bengisu’yu, efeleri, çeteleri ve nicelerini herkes duysun, bu kahramanlar tarihin soğuk ve tozlu sayfaları arasındaki uykularından uyanıp vatansever gönüllerdeki sıcak yerlerine kavuşsunlar istedim. Bunu başarmış olmayı yürekten diliyorum.Adını Arayan Çocuk - İkinci Kitap / Serra Menekay / Galeati Yayıncılık / 192 s. / 2021. Çağdaş BayraktarClaire Hanım’ın işleri...Özdemirİnce'nin yazısı...
Claire Hanım’ın işleri... Özdemir İnce'nin yazısı... “Claire Lajus kadar Türk şiirini öğrenmeye ve sevmeye bilinçle hevesli bir insan tanımadım. Türkçeyi çok iyi öğrendi, şiir yazacak kadar iyi öğrendi ve öğrenmeyi sürdürüyor. Çağdaş, bir özgür şiir yazıyor Lajus’nun Kulağı Kirişte’deki (VeYayınevi) şiirleri de böyle.. Başı ve sonu olan; sözcük ve dizelerin yılkı atları gibi bozkırda dolaşmadığı bir şiir. Yalın ve bilge... Kendisi ile, ötekileştirmeden başkası ile de boğuştuğu, çok sesli, som kütleli şiirler. Aytekin Karaçoban’ın çevirisi de fırından yeni çıkmış ekmek gibi mis gibi kokuyor.” /Archive/2021/2/18/002758024-ic1.jpgClaire Lajus kadar Türk şiirini öğrenmeye ve sevmeye bilinçle hevesli bir insan tanımadım. Türkçeyi çok iyi öğrendi, şiir yazacak kadar iyi öğrendi ve öğrenmeyi sürdürüyor.Claire Lajus’ü tanıdığım zaman Samsun Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde iki yıldır öğretim görevlisiydi. Fransızca bilmeyen Türklerle Türkçe konuşuyor, benimle birlikte davetli olan Fransız şair Lionel Ray’e gerektiğinde çevirmenlik yapıyordu.Onu izlerken, başta futbolcular olmak üzere yıllarca Türkiye’de yaşayıp da tercüman aracılığıyla konuşan yabancılar geldi aklıma. Bir de Türkiye’ye gelmesinden üç yıl sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’nde derslerini Türkçe yapan ve Türk Ticaret Kanunu’nu Türkçe yazan, Hitler rejimi kaçağı Prof. Ernst Eduard Hirsch geldi aklıma.TÜRK ŞİİRİ İÇİN ALKIŞLIYORUM!Claire’in Türkçe şiir yazması çok yakın. Yazarsa türkofon bir şair olacak. Türk şiirini tanıtmak ve öğretmek amacıyla Türkçe / Fransızca Ayna adlı elektronik dergiyi kurdu. 2020’de Ayna dergisine aynı adla bir dernek ekledi. Amacı Türk şairleri Fransa’ya davet edebilmek için maddi olanak yaratmak.Ayna dergisi adına Şiir festivallerine (Marché de la poésie [Paris], Moins les Murs [Hagetmau], Voix Vives [Sète], Brüksel’de Europalia) katıldı ve Çağdaş Türk Şiiri’ni tanıttı.Haydar Ergülen, Müesser Yeniay, Metin Celal ve Özdemir İnce’den çevirdiği şiirler Fransa’da kitap olarak yayımlandı; sırada Salih Bolat ile Metin Cengiz’in kitapları var. Ayrıca Nilay Özer, Nurduran Duman, Gülseli İnal, Gökçenur Çelebioğlu, Hasan Erkek ve Ataol Behramoğlu’ndan çevirdiği şiirler Fransız dergilerinde yayımlandı.Türk şiiri ve edebiyatı için (Hayır Kurumu gibi) yaptıklarından dolayı Claire Lajus’a şükran duyuyor ve alkışlıyorum./Archive/2021/2/18/002820086-ic2.jpgKULAĞI KİRİŞTE, ÖZGÜR BİR ŞİİRŞimdi elinize tuttuğunuz şiir kitabına gelelim: Sadece hisseden kalbin, düşünen beynin yazdıklarını sevmem ben. Benim beğendiğim şiiri düşünen yürek ve hisseden beyin birlikte yazar. Bu şiirin öyküsü vardır ama onu öykü olarak yazamazsınız.Doğayı, gerektiği zaman, üstgerçek olarak algılar; üstgerçek tasarımları gerçekliğin tarlasında yetiştirir. Bu şiire çağdaş ve çağcıl şiir denir, yani çağının çağdaşı şiir. Özgür şiir! Claire Lajus böyle bir şiir yazıyor: Başı ve sonu olan; sözcük ve dizelerin yılkı atları gibi bozkırda dolaşmadığı bir şiir.Şair yapıtını bir jeolojik katmanlar bütünü olarak düşünmeli. Düşünmeye ne kadar erken başlarsa o kadar iyi. Her dönem temalar hâlinde bir inşaat, planlı.. Gecekonduların planı yoktur. Yabanıl ilham perisini ehlileştirmek gerek. Şimdi Claire Lajus’ün şiirini bu mihenk taşında değerlendireceğiz.İkinci Yenici olarak bilinen Türk şairleri İkinci Yeni’den kurtuldukça şair olabildiler. İkinci Yeni’nin ad babası ve kuramcılarından olan Muzaffer Erdost yönettiği Pazar Postası dergisinin 16 Aralık 1956 tarihli sayısında söyle yazar:"Şiiri kelimelerle yapmak, bir konuya, bir düşünceye, bir duyguya bağlanmaksızın kelimelerle mısra kurmak, yanyana gelen kelimeler arasındaki olanakları deneyerek yeni bileşkelere, yeni sözlere varmaktır. Bugün ozanlarımızın çoğu bunu deniyor."Ama atılan zar düşeş gelmedi. Türk şiiri yıllarca zehirlendi ve genç Türk şiiri hâlâ bu afyonun etkisi altında.İkinci Yeni’nin bir başka kuramcısı olan İlhan Berk de Arthur Rimbaud’nun izinden gittiğini, tıpkı onun gibi aklı ve anlamı hor gördüğünü, önemsemediğini ve 12 Ekim 1958 tarihli Pazar Postası’nda yazdı. ¹ Ama bunları yazan İlhan Berk, Arthur Rimbaud’nun poetikasını özetleyen “Kahinin Mektupları”nı okumamıştı, daha sonra da okumadı. Okusaydı yazılarında anardı./Archive/2021/2/18/002848555-ic3.jpgÜÇ BÖLÜMDEN OLUŞUYORBeyin başta olmak üzere insan vücudunda şiir salgılayan, şiir yazdıran bir salgı bezi yoktur. Şiir imgelemle; duyu(ların) ve aklın bilinç ve idrak (anlak, kavrayış) ortamında yazılır. Bu eylemin içinde elbette başka kimyalar hatta simyalar vardır. Günümüz çağdaş şiirini bu mihenk taşına vurmamız gerektiğini düşünüyorum, yoksa geçmişin el yordamıyla değil.Claire Lajus’ün şiirini betimlemeye çalışıyorum. Claire Lajus eğitim görmüş bir Fransız olarak Rimbaud’yu, Mallarmé’yi, Valéry’yi, Antonin Artaud ile André Breton’u yanlış anlamamış, şiire sözcüklerden değil somut dünyadan, insan bireyinden ve toplumundan başlamıştır. Kuşkusuz bu işi bir işlevi ve görevi olan sözcüklerle yapmıştır.Elinizdeki kitap üç bölümden oluşuyor:Eşiklerde: 2011-2018 yılları arasında dergilerde yayımlanan yalın ve bilgece şiirlerden oluşuyor. Şairin dünya içindeki yerini irdeleyen soru şiirleri. Gölge mi yoksa kabartma (rölief) mı? Yaşam yabancılaşmaya dayanabilir mi?El yazmasını okurken "Vinç İşçisi" adlı şiirin yanına “Vinç işçisi için şiir yazmak kimin aklına gelir?” diye yazmışım şaşkınlıkla. "Deniz Manzarası"nın yanına, bütün bölümü kapsayacak niyetle, şöyle yazmışım:“Nesneleri, olan ve olmayan nesneleri, adlandırmayı biliyor. Bir ad koyuyor şiire sonra inşaat başlıyor. Tasarıma ve ruhsata uygun olarak inşaat yapıp yapıyı kuruyor. Kaçak yok, rant yok! İşyerinde disiplin hâkim. Doğanın yarasından ders almayı öneriyor insana: Yenilme, düşme, düştüğün yerden kalk ve tekrar başla çünkü doğada her şey bittiği yerden tekrar başlar.”/Archive/2021/2/18/002900836-kapakic4.jpgYABANCILAŞMA VE ÇATLAK!Devinir Gölge: 2015-2016 yılları arasında yazılmış; sadece kendisinin değil yakın çevresinin de dünya ile çarpışma ve çatışmasını temalaştırmış şiirler: Epeyce gölgeli, sert şiirler. İnsan varlığının sınırları... sınırlar mı yoksa sınırların iç bölgesi mi önemli?Şair 'çatlak' sözcüğünü seviyor: İnsan bir çatlaktır. Bütün anlamlarıyla çatlak ve şair bu çatlakları sıvamıyor, lehimlemiyor. Çelişkiler çarpışıyor; yokluğun varlığı / varlığın yokluğu. Al başına belayı. Gene yabancılaşma ve gene çatlak.Okuma notları devam ediyor: Kendisi ile, ötekileştirmeden başkası ile boğuşuyor. Avuçlarımızın içinde iki fındık faresi: Biri kaygı, öteki umut! Metamorfoz geçirecek materyalist bir dünya. İnsan bedeni dış dünyanın donuna (rengine) giriyor.Benim yavuklum olan düz şiir bu: Dildeki elektrik yükü uzun dizeler zaman zaman kontak yapıyor.DİRENÇDirenen Şarkı: Paris’teki Harmattan Yayınevi tarafından kitap olarak yayımlanmış. Çok sesli, som kütleli bir şiir. Tiranlık ve İslamcı paralı askerlerin karşısında kurbana dönüşen Suriye halkının ve yıkılan Palmyra kentinin şiirsel öyküsü.IŞİD’in yıkıcı ve insanlık dışı barbarlığı karşısında sessiz kalan uygar dünyanın suçlu sessizliği... Klasik tragedya biçiminde: Koro, haberci ve kaderlerinin kurbanı insanlar... Olayların ve şeylerin geçiciliği, unutma ve unutmaya karşı kararlı bir direnç...Arthur Rimbaud, Comte de Lautréamont ya da René Char için bir önsöz, bir tanıtım yazısı yazmak şair ailesi içinde, hiç de güç değildir çünkü bol bol başvuru kaynakları vardır. Ama genç bir şair söz konusu olunca iş değişir. Çünkü onlar karpuz ya da kavuna benzemez; elle okkalayarak, koklayarak anlayamazsınız.Genç şairler, belki, ilk yarışlarına hazırlanan taylara benzerler. Biri ilk yarışını kazanır, öteki koşarak, pişerek kazanır. İlk yarışlarını kazananların efsanesi epeyce yaşar.Daha önce de yazdım: Tarih boyunca şairler arasında iki dâhi vardır: Rimbaud ve Lautréamont. Üçüncüsü çıkar mı? Hiç sanmam! Öteki şairler yük hayvanıdır, maden işçisidir: Pek azı yükten kurtulur, madenden kurtulur! Ancak, bir Everest vardır ama ona yakın başka tepeler de vardır. Her iyi şair Pantheon’a kendi koltuğuyla birlikte gider; onlar binmeden tren kalkmaz!Claire Lajus’ü Çukurova’da pamuk toplayan bir emekçiye benzetiyorum ama belki de şu anda Bordeaux’da bağbozumlarında üzüm toplamaktadır.Gelelim çevirmene: Şiirleri çift dilli (Türkçe-Fransızca) şair Aytekin Karaçoban çevirdi. Çeviri fırından yeni çıkmış ekmek gibi mis gibi kokuyor. Kutlarım.Kulağı Kirişte / Claire Lajus / Çev.: Aytekin Karaçoban / VeYayınevi / 72 s. / 2021. Özdemir İnceHasan Erkek:‘Şiir yazınımın temelinde, harcında!’
Hasan Erkek: ‘Şiir yazınımın temelinde, harcında!’ Hasan Erkek’in beşinci şiir kitabı Lal Destan; otobiyografi, öykü, roman, destan, fars, taşlama, anı, yazıt gibi türlerle, resim, müzik, sinema gibi sanat biçimlerini kendine dayanak yapan şiirlerinden oluşuyor. Lal Destan isminin aksine susmayan, iç çığlığını yüksek sesle duyuran, duygusal şiddetin etkisini al, kırmızı, kızıl renklerin simgeselliğiyle yansıtan, zıtlıklarla ve gelgitlerle masal tadında sunulmuş, içine tüm bir ömrün sığdırıldığı, bir söz simyası niteliğinde. GENCER AYTÜRE/Archive/2021/2/18/002342073-ic1.jpgİÇ İÇE ŞİİR VE FELSEFE- Lal Destan'ı okuduğumuzda eski çalışmalarınızdan renkler gördüğümüz gibi daha çok özgün bir sıçrayış ağır basıyor. Lal Destan'ın bitmesi bu nedenle daha uzun mu sürdü?Bu tür sanatsal yaratımlarda süreden çok süreç etkili oluyor. Kitaptaki en eski şiir 2012’de yazılmıştır. Demek ki 9 yıl olmuş. 9+40 demek belki daha doğru olur. Şiirler biriktikçe onları toplayıp bir kitap haline getirmiyorum. Öyle “yığma” kitaplardan pek hoşlanmam, doğru da bulmam. Bence, her şiirin olduğu kadar her kitabın da bir yapısı ve kişiliği olmalı.- Şiirin edebiyat çalışmalarınızdaki yerini nerede görüyorsunuz?Temelinde, temelindeki harcında görüyorum. Ortaokul ikinci sınıftayken, öğretmenlerimin girişimiyle basılan ilk şiir kitabım Biz Çocuk Değildik Çocukluğumuzda adlı kitabımı saymazsak, şiir kitaplarımı öteki kitaplarımdan geç yayımladığımdan yanıltıcı değerlendirmelere neden oluyor. İlk tiyatro oyunumu 1996’da, Beyaz Menekşe, Hayat Yenile Beni adlı şiir kitaplarımı ise 2013’te yayımladım. Arkasından Sevdadan Kanadım (2015) geldi. Gerek radyo oyunlarım, gerek sahne oyunlarım gerekse film senaryolarım incelendiğinde, hepsinin temelinde şiir olduğu görülecektir.- Lal Destan zamanı anlama çabası taşıyan bir felsefi yana da sahip diyebilir miyiz? Çünkü çocukluk, aşk, pişmanlıklar, ölüm ve yeniden başlangıcın imgesel renklerini görebildiğimiz bir anlatım söz konusu.Buna kuşkusuz okur karar verecek. Şiir ve felsefe insana, hayata, nesnelere, olaylara, olgulara farklı yollardan yaklaşmaya çalışırlar. Ama birbirlerinden çokça yararlanırlar. Kimi zaman iç içe geçerler. Birçok filozun metinlerini şiir olarak da okuyabiliriz. Bazı şiirleri de felsefi metinler olarak okumak olanaklı. Felsefe gibi şiir de, dar alana sıkıştırılmamalı, sınırlandırılmamalı, her alana girebilmelidir…/Archive/2021/2/18/002420463-ic2.jpg‘ŞİİR BİR VAROLUŞ SAHNESİ’- Her kelimenin insanın iç dünyasında bir “bedel” ile kaleme alındığını düşünürsek sizce şiir nasıl bir sahne?Kuşkusuz, şiir kurmacadır. Ancak kurmaca olması, onun sahiciliğini ortadan kaldırmaz. Şair her sözünün bedelini mutlaka ödemiştir. Şiirlerini ömründen toplar. O şiirlerin karşılığında ömrünü verir. Hayli acı dolu bir takastır bu. Şair bu takasa razı olandır. Çünkü şiir, bir varoluş sahnesidir.- Şiirlerinizde kelime seçimi ve imgelem disiplininizi iç içe mi inşa ediyorsunuz? Duyguların sizi kelime seçiminde tarafsız ve rahat kalmanıza sebep olduğunu düşünüyor musunuz?Yaratma süreci hayli karmaşık bir süreç. Çoğunlukla bu sürecin nasıl işlediğinin farkında olmayız. Kuşkusuz “bilinçli” üretiyoruz. Bununla birlikte, bilişsel bir sıçramadan, bir çeşit “aşkınlık”tan söz edebiliriz. Özellikle “ilk esin” aşamasında beynimizin nasıl işlediğini henüz bilmiyoruz.- Nurhan Karadağ'a ithaf ettiğiniz Karadağ Ağıdı şiirinizde “Hocamı gömdüm çaresi yoktu” dizesinde kabullenilmiş çaresizlik değil zamanı yeniden inşa etme görülüyor. Ruhunuza bu direnci veren şey çocukken yeni adımlar ve çözümler aramayı öğreten oynadığınız oyunlar olabilir mi?Kuşkusuz içinde yetiştiğim kültürün bu “devr-i daim”i içselleştirmemde payı olabilir. Çocuk oyunlarında da bir döngüsellik vardır. Ama her devr-i daimde bir adım ileri gitmeyi kendim öğrendim. Sanatla ilgilenmek, hayatı sanat yoluyla alımlamak kabullenmişliği, teslimiyeti reddeder. Hayatın döngüselliği kısır bir döngüsellik değil, helezonik bir ilerlemeyi içerir. Şiirdeki çeşitlilik, yenilik de buradan beslenir./Archive/2021/2/18/002439182-kapakic3.jpg‘ŞİİRİN DE TİYATRONUN DA ATASI EPİK ŞİİR’- Fars şiirinizdeki “İsteseydin hatırlardın” dizesi başlı başına bir şiir olacak kadar etkili. Bu şiirde sinesteziyi (birleşik duygu) ve net betimlemeleri görebiliyoruz. Kelimelerinizin rengârenk olduğu yorumu sizi nasıl hissettiriyor?Sanat yenilikçidir, devrimcidir. Kendinde devrim yapmayan bir sanatın, zihinsel ve toplumsal devrimlere katkıda bulunması düşünülemez. Her şiirin istediği sözcükler, beklediği sesler kendine özgüdür.- Masal şiirinizde “Geceden bir giysi nasıl biçilir” dizesinde olduğu gibi devamında da “Hangi sönük yıldızlarla dikilir” dizesinde kelime seçim estetiği şiirinize sizce oyun yazarlığınızdan mı sızıyor yoksa şairliğiniz mi oyun yazarlığınıza derinlik kattı?İkisinin de birbirini etkilediği, beslediği olasıdır. Oyun yazarlığının kökeni dramatik şiirdir. Ama kişileri içtenlikli konuşturduğunuz zaman lirik şiirden de yararlanırsınız. Ayrıca hem şiirin hem tiyatronun atası epik şiirdir.- Şiirinizde hem Ece Ayhan kapalılığı, hem Oruç Aruoba derinliği hem de Shakespeare'i görebiliyorum. Bu görüşüme katılır mısınız?Şiirimin kapalı olması, derin olması ya da tiyatral olması için özel bir çaba içinde değilim. Zaten böyle bir çabanın ürünleri sahicilikten uzak ve gösterişe yakın olur ki gerçek anlamda şiir denemez onlara. Yakından baktığınızda, insanın karikatür yüzeyselliğinde olmadığını, yaşamın melodram sığlığında akmadığını görürsünüz. İnsan derin, hayat örtük, zaman sırlı ve uzam çok katmanlıdır. Şiirle onlara uygun bir estetik dil yaratmaya gayret ederiz.Lal Destan / Hasan Erkek / Kırmızı Yayınları / 140 s. / 2020. Gencer AytüreMucizenin ta kendisi; MuazzezİlmiyeÇığ!
Mucizenin ta kendisi; Muazzez İlmiye Çığ! Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın üniversite öğrencilerinden, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin ilk kadın mezunlarından olan Muazzez İlmiye Çığ, Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük eğitim ve aydınlanma seferberliğinin ilk evlatlarından. Ve savaşlarda yorgun düşmüş, maddi ve manevi bütün varlığını muharebe meydanlarında tüketmiş bir milletin yeniden doğuş mucizesine tanıklık eden bir kuşağın ilk neferlerinden. Nurdan Arca, Cumhuriyet Mucizesi’nde (Sia Kitap),Cumhuriyet’in kurulduğu günden bu yana yaşananlara tanıklık eden ve hayatını Mustafa Kemal Atatürk’ün hayalini gerçekleştirmeye adayan bir Cumhuriyet çınarının olağanüstü yaşamını gözler önüne seriyor. /Archive/2021/2/18/001506687-ic1.jpg‘MADEM Kİ BİLİYORSUN, NEDEN ÖĞRETMİYORSUN?’- Muazzez İlmiye Çığ’ın yaşamına ve çalışmalarına ilginiz uzun yıllara dayanıyor. Araştırmalarınız da öyle. Cumhuriyet Mucizesi’nin arka planında da kendisiyle ilgili belgesel çalışmanız ve kendisiyle yaptığınız nehir söyleşilerinizle bütünlenen yıllara varan bir emek yatıyor. İlk olarak bu çığ gibi araştırmalarınızdan bahseder misiniz?Muazzez Ilmiye Çığ ve kitaplarıyla 2007 yılında İzmir-Karaburun’da tanıştım ve gerek oradaki konuşmalarında gerekse kitaplarında “büyük insanlık” serüvenine nasıl gönül verdiğini görünce hayran kaldım. O serüvenin peşindeki her adımını, herkesle paylaşmak için 23 kitap yazmıştı. Kitaplarında demir leblebi sayılabilecek konuları paylaşırken bilgiçlik taslamayan, yumuşak, sevgi dolu üslubundan etkilenmemek mümkün değildi.Bilgisini paylaşmayı çok seviyordu. Sonraki konuşmalarımız sırasında tekrarladığı Sümer Atasözü gibi “Madem ki biliyorsun, neden öğretmiyorsun”, herkese bilgisini paylaşmayı öneriyordu.Muazzez Hanım’la benim kişisel serüvenim, insanların bugün ve gelecekteki her türlü serüvenine meraklı bir insan, bir belgeselci olarak böyle başladı. Muazzez Hanım’la tanışmak merakımı körüklemişti. Ciddi olduğu kadar yalın bir dille yazdığı kitaplarını bir solukta okudum.TV’lerde “Giderayak” adlı bir program yayınlanıyordu. Her ikisi de 90’lı yaşlarını süren Muazzez İlmiye Çığ ve Hayrettin Karaca güncel konular hakkında, adından da belli olduğu gibi, yarı şaka, yarı ciddi bir program yapıyorlardı. Muazzez Hanım’ın ne kadar şakacı, esprili olduğunu orada gördüm. Daha sonra onu bazı belgesellerin içindeki küçük bölümlerde izledim. /Archive/2021/2/18/001539827-ic2-.jpg‘BELGESELCİ GÖZÜYLE YAZDIM’Tarih’in Sümerler’le başladığını kanıtlarıyla birlikte önce onun kitaplarından, sonra birlikte çalıştığı 72 milletten bilim insanlarından öğrendim. Muazzez İlmiye Çığ kitaplarında içinde yaşadığımız coğrafyanın insan uygarlığının en önemli merkezlerinden biri olduğunu vurguluyordu. Günümüzün gelişmiş Batı uygarlığı en eski uygarlıklar olarak Yunan ve Roma uygarlıklarını tanımıştı. Oysa avcı toplayıcı kabileler halinde yaşayan insanların hayatını kökten değiştirerek bir uygarlık yolundaki taşları döşeyen tarım, yazı, tarih, astronomi, matematik, takvim, sözleşmeler, ilk hukuki belgeler ve daha nicele buluşlar bu bölgede, burnumuzun dibindeki Mezopotamya’da yapılmıştı.İnsanlığın ilk aşk şarkısını/şiirini onlar yazmıştı.Gel zaman git zaman Muazzez İlmiye Çığ ile nehir söyleşiler yaparak bir belgeselini ortaya çıkarmak kısmet oldu. Nehir söyleşilerimizde, soluk soluğa anlattığı anılarında ülkemizin badireleri aşarak bugünlere nasıl gelebildiği büyük bir mucizeydi.Muazzez Hanım’ın kendi de Cumhuriyet’imizin en parlak mucizelerinden biriydi.Belgeselim bitmiş, en önce İstanbul ve Ankara Film Festivallerinde, sonra başka mecralarda gösterilmişti. Yine de bende Muazzez İlmiye Çığ’ın öyküsü bitmemişti. Yaşamı, tanıklıkları, tutkusu aklımda çığ gibi büyüyordu. Yeniden anlattıklarının arka planını araştırmaya başladım. Sonra da Muazzez İlmiye Çığ, Cumhuriyet Mucizesi kitabımı belgeselci gözüyle yazdım./Archive/2021/2/18/001614264-ic3.jpg‘CUMHURİYET MUCİZESİNİN EN YAKIN TANIKLARINDAN’- Çalışmanız boyunca yol alırken, yürekten bağlı olduğu Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Devrimlerinin ışığında, gelecek kuşaklara gençlere özellikle de çocuklara ne gibi öğütlerde bulunuyor Muazzez İlmiye Çığ? Bu bağlamda kitabınız en önce neyin ifadesidir de?Zor bir soru bu. Kitabı yazarken elimden geldiği kadar Muazzez Hanım’ın dünya görüşüne sadık kalmaya ve yansıtmaya çalıştım. Dediğim gibi en çok vurguladığı Sümer Atasözü “Madem ki biliyorsun neden öğretmiyorsun?” idi. Yani bilgiyi paylaşmanın önemine candan inanmış ve ömrü boyunca da uygulamıştı.Çocukluğu ve gençliği hep savaş, çatışma ortamlarında geçmişti. Top, tüfek, barut, kan, gözyaşıyla dolu ülkede, hastalıkların kırıp geçirdiği bir nüfustan Türkiye Cumhuriyet’inin nasıl doğduğunun en yakın tanıklarındandı. Cumhuriyet bir mucizeydi.Kadınların toplumdaki yerinin Cumhuriyetle birlikte büyük bir sıçrama yapması, ikinci sınıf insan sayılmaktan kurtulması onun için çok önemliydi. Günümüzde kadınları aşağılan, onlara şiddet kullananlara öfkeleniyordu.Ayrıca Muazzez İlmiye Çığ eğitimi, çağdaş ve dünyanın geri kalanıyla denk bir eğitimi çok önemsiyordu. Cumhuriyet’ten sonra kurulan üniversitede okuyan, meslek sahibi olan ilk kadınlardandı.Muazzez İlmiye Çığ bir mucizeydi. Atatürk’ün vizyonuyla yapılan Cumhuriyet Devrimlerine büyük bir heyecanla katılmış ve uygulamıştı. Bugün zamanı geriye döndürme gayretlerini gördükçe öfkeleniyordu. Sorumlulara durmadan mektuplar yazıyordu. Bütün gençlerden, özellikle kadınlardan geriye dönüş çabalarını durdurmalarını, ilerlemek için çalışmalarını istiyordu./Archive/2021/2/18/001637701-ic4-.jpg‘GÖÇMEN BİR AİLENİN KIZIDIR’- İzleği belirlerken nasıl bir okuma sunmasını amaçladınız? Cumhuriyet Mucizesi, Çığ’ın yaşamının hangi dönemeçlerine yoğunlaşıyor, yaşamının izini nasıl bir hatta sürüyor?Muazzez Hanım’ın yaşamının dönüm noktalarıyla birlikte ülkemizin yakın tarihinin dönüm noktalarını öne çıkarmaya çalıştım. Çığ, 20’inci yüzyılın başındaki büyük seferberliğin içine doğmuştu. Savaş ortamında ailece durmadan bir yerden başka bir yere göçmek zorunda kalmışlardı.. Cumhuriyet kurulduktan sonra Kırım göçmeni bir ailenin çocuğu olan öğretmen babasının yüreklendirmesiyle keman çalmayı, Fransızca’yı öğrenmişti. Önce öğretmen olmuştu. Ankara’da yeni bir üniversite kurulunca, yine babasının desteğiyle ailesinden ayrılmış ve Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesinde o zamana kadar adını bile duymadığı Hitotoloji, Sümeroloji okumaya gitmişti. Belki insanlık serüvenine gönül vermesi böyle başlamıştı.Muazzez İlmiye Çığ’ın deyimiyle Türkiye Cumhuriyeti batı ülkelerinde 400 yıl sürmüş bir rönesansı 15 yılda gerçekleştirmişti. Osmanlı Devleti’nin son 200 yılında fasılalarla sürmüş, bitmez tükenmez savaşlarından kurtulan bir halkın, Türkiye Cumhuriyet’ini kurması ve “muasır medeniyetler” seviyesine yükseltmesi bir mucizeydi.- Sizde bıraktığı etkileri bağlamında da neler öne çıkıyor Muazzez İlmiye Çığ söz konusu olunca?Galiba en çok Muazzez Hanımın kişiliğinden ve değerler sisteminden etkilendim diyebilirim.O kişilik duyarlı, asla pes etmeyen, tutkulu, cesur, çalışkan ve hep paylaşmak isteyen bilge bir kadının kişiliğiydi. Eğitime ve eğitimin doğal bir sonucu olması gereken paylaşmaya çok önem veriyordu. Bilgisini paylaşırken, kolay anlaşılabilmek için yaptığı konuşmaların ve yazdığı kitapların sadeliğinden ve sahiciliğinden etkilendim.En zor zamanlarda, savaşların kötü koşullarında başlayan hayatını en olumlu, en verimli şekilde yaşamıştı. Konfor alanının dışına çıkabilmişti. Bilinmeyenden korksa da korkusunun üstüne yürümüştü. Hayatındaki dönüm noktaları işte bu cesareti sayesindeydi./Archive/2021/2/18/001722498-ic5.jpg‘AİLECE BİR VAROLUŞ MÜCADELESİ VERDİLER’- Tam bir geçiş döneminde, sancılı bir aralıkta dünyaya gözlerini açıyor. Kökenlerinin ve savaş rüzgarlarının sert estiği bu dönemlerde sizin de vurguladığınız gibi göç etmek zorunda kalan, Milli Mücadele’nin en amansız yıllarını Çorum’da geçiren ve Kurtuluş Savaşı’nın zaferle kazanıldığı müjdesini de burada alan ailesinin ve o şartların bugünkü konumuna varmasındaki etkilerini ve “mucizeyi” nasıl paylaştı sizinle?Muazzez İlmiye Çığ göçmen bir ailenin kızıdır. Anne ve babasının aileleri, dedeleri büyük anneleri 18. yüzyılda Kırım’dan Merzifon’a göçmüşlerdi. Kurtuluş Savaşının en şiddetli zamanında Ankara dolup taşınca Çorum’daki halanın evine sığınmışlardı. Çorum savaşlardan en uzak yerdi. Kurtuluş Savaşının Zaferle son bulduğu müjdesini Çorum’da aldıkları zaman top atışlarıyla kutlamışlardı.Muazzez İlmiye Çığ zorluklarla, yokluklarla, kaçarak, göçerek geçen çocukluk yıllarını anlatırken sanki yeniden yaşıyordu. Ailece gerçek bir varoluş mücadelesi vermişlerdi. Öte yandan ülkemiz savaşlarla sarsılıyordu. Ülke de bir varoluş mücadelesi içindeydi. Günümüzün ciddi çalkantılarına rağmen çok şükür artık o zamandaki gibi korkunç bir varoluş mücadelesi vermiyoruz ve inşallah bir daha öyle bir dönem yaşamayız.Öte yandan aslında büyük çapta bir göçmenler ülkesi olan ülkemizin tarihinde geçiş dönemleri hep vardı. Bu coğrafyada tarih boyunca Asya’dan batıya göçerek Anadolu’da yerleşen kavimler olduğunu biliyoruz. Osmanlı Devleti’nin sonunda doğru, özellikle 20’inci yüzyılın başında Osmanlı Rumeli’sindeki Müslüman nüfustan milyonlarca insan savaşlardan kaçarak kağnılarla Edirne’ye, İstanbul’a göçmüşler, okul bahçelerini, cami avlularını, sokakları doldurmuşlardı. Ülkemizin tarihinde göçmeler, kaçmalar hiç bitmiyordu. Göçler bugün de devam ediyor. Bu kez Ortadoğu’daki savaşlardan kaçarak gelen mülteciler ya ülkemizde yerleşiyor ya da daha batıya gitmeye çalışıyor./Archive/2021/2/18/001758216-ic6.jpgGENÇ TÜRKİYE CUMHURİYET’İNİN EĞİTİM SEFERBERLİĞİ- Pek çok önemli figüre de yakın plan yapıyorsunuz Cumhuriyet Mucizesi’nde. Hasan Âli Yücel ve Hayrettin Karaca bunlardan sadece ikisi... Kitabın aslan payında Çığ’ın eğitimi konusuna olağanüstü derecede önem verdiği görülen Çığ’ın yaşamı bu bağlamda kimlerle, ne gibi kesişmeler, izdüşümler içeriyor?Muazzez İlmiye Çığ hiç bıkmadan, usanmadan eğitimin önemini, eğitimle insanların hayatının nasıl iyiye doğru değiştiğini vurguluyordu. O nedenle biraz geriye dönerek Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim seferberliğini araştırdım. Bugün iyi yetişmiş insanlarımızı o derin eğitim seferberliğine borçluyuz. Katkıları asla unutulmayacak olan Eğitim Bakanları Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip ve Hasan Ali Yücel eğitim seferberliğin kahramanları arasındaydı.Mustafa Necati harf devriminin yapılmasını sağlayan, Latin alfabesini okullara ve topluma yerleştiren Eğitim Bakanıydı. Dr. Reşit Galip, Hitler’in gazabından kaçarak Türkiye’ye gelen ve üniversitelerimizin gerçek birer üniversite haline gelmesinde büyük katkıları olan Alman profesörlerle anlaşmaları yapan Eğitim Bakanıydı.Hasan Ali Yücel ise Köy Enstitülerinin kurulmasını ve Dünya klasiklerini Türkçe’ye çevrilmesini sağlayan şair ve yazar bir Eğitim Bakanıydı. Köy Enstitülerini İsmail Hakkı Tonguç geliştirmişti.Köy Enstitüleri yoksul köylü çocuklarına hem çağdaş bir eğitim veren, edebiyat, müzik yeteneklerini geliştiren hem de tarım tekniklerinden, hayvancılıktan, sağlığa, inşaattan terziliğe, kırsal hayatta insanlara gerekli tüm becerileri sağlayan eşsiz bir eğitim modeliydi. Mezunları köylerine geri dönüyordu. Oralardaki hayata çeki düzen veriyorlar, köyleri değiştiriyor, geliştiriyorlardı.Ne yazık ki bu müthiş eğitim modeli sürdürülemedi. Ülkemizdeki toprak ağalarının köylüler üzerindeki iktidarını sarstığı için, ayrıca ABD’nin hayatımıza girmesiyle onlara bir tür sosyalizm uygulaması gibi göründüğü için Köy Enstitüleri yok edildi.“Toprak Dede” diye de tanınan Hayrettin Karaca, uzun yıllar boyunca ülkemizdeki toprakların korunması için, erozyonla mücadele etmişti. Güzelim ülkemizin doğasının, topraklarımızın korunması amacıyla Tema Vakfı’nı kurmuştu.Muazzez İlmiye Çığ ile birlikte yaptıkları TV programında sadece topraklarımızın durumunu değil ülkemizin sorunlarını tartışıyorlar, çözüm üretilebilmesi için dikkati çekiyorlardı. Programın adı da formatı gibi şakacıydı; Giderayak!/Archive/2021/2/18/001833919-ic7.jpg‘BÜYÜK İNSANLIK SERÜVENİNİN PEŞİNE DÜŞTÜ’- Uzun yıllara varan çalışmalarıyla büyük bir Sümerolog olarak tüm ülkeyi uygarlıklar tarihiyle neredeyse üç boyutlu buluşturmuş, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde 33 yıl çalışmış, “Tarih Sümer’de başlar” demiş Muazzez İlmiye Çığ’ı anlatırken Sümer ve Anadolu uygarlıklarını yazmamak mümkün değil kuşkusuz.O çalışmalara siz de önemli bir yer veriyorsunuz kitabınızda. Son olarak uygarlıklar tarihine kitapta nasıl bir izlekte yer verdiğinizi ve Çığ’ın bu konudaki tükenmez heyecanına ilişkin izlenimlerinizi paylaşır mısınız?Muazzez İlmiye Çığ mesleğini, işini çok seviyordu. Genç yaşında, eşsiz şairimiz Nazım Hikmet’in deyimiyle “büyük insanlığın” serüveninin peşine düşmüştü. Meslek hayatını anlatırken o günleri yeniden yaşıyor, heyecanlanıyordu.İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde çalıştığı 33 yıl boyunca dünya çapındaki Sümerolog’larla, uzmanlarla, profesörlerle iş birliği yapmıştı. Depolara atılmış duran binlerce yazılı tableti birlikte ortaya çıkarmışlardı. Müzede arşivlemişlerdi. Daha sonra hepsi olmasa da bazılarını Türkçe’ye ve diğer dillere çevirmişlerdi.Dünya çapında bir Sümerolog olan Prof. Samuel Noah Kramer ile çalışırken bir tabletteki yazıyı okurken insanlık tarihindeki ilk aşk şarkısını/şiirini bulmuşlardı; “İnanna’nın Şarkısı”...Kramer’in ünlü “Tarih Sümer’de Başlar” (History Begins at Sumer; thirty nine firsts in men’s recorded history) adlı kitabını Türkçe’ye ilk çeviren Muazzez İlmiye Çığ olmuştu./Archive/2021/2/18/001853200-kapakic8.jpgİnsanlık serüvenleri benim de çok ilgi duyduğum konulardı. Belgesellerim arasında tarih ve arkeoloji önemli bir yer tutuyor. Sualtı arkeolojisi ve batık gemiler hakkında bir belgesel yapmıştım.Sualtı arkeologları Marmaris-Selimiye koylarından birinde, M.S. 900’lü yıllarda battığı düşünülen bir ticaret gemisine kazı yaptılar. Gemiyi ve taşıdığı yükü (zeytinyağı dolu amforaları) 4 yaz boyunca çalışarak, yani dalarak su yüzüne çıkardılar. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesine taşıdılar..Belgesel ekibimizle dört yaz boyunca sualtı arkeologlarının kazılarını izledik, onlarla birlikte denize daldık, çıktık. Denizaltında, karada, müzede çekimler yaptık. Belgeselimizin adını “Yitik Zamanın İzinde” koyduk.Arkeologlar bu geminin bir “zaman kapsülü” gibi o zamanın bütün bilgilerini saklayıp bugüne ulaştırdığını düşünüyorlardı. Kazıdan çıkardıklarını araştırıp, o objelerden elde ettikleri bilgileri makaleler, kitaplar yazarak günümüzün insanlarıyla paylaşıyorlardı. Onlar da elde ettikleri bilgileri paylaşmak için çalışıyorlardı.Yitik Zamanın İzinde belgeseli 2000 yılında Fransa’da, Bordeaux kentindeki ICRONOS Arkeoloji Belgeselleri yarışmasında en iyi kazı filmi ödülünü kazanmıştı.Daha sonra Şeyh Bedreddin’in ve döneminin insanlarının serüvenini araştırarak “Simavnalı Bedreddin” belgeselini ve Evliya Çelebi’nin İstanbul’un Tılsımları hakkında “Tevatürle Muhakkaktır; İstanbul’un Tılsımları” belgesellerini yaptık. Merak edenler Youtube’da belgesellere ulaşabilirler.Muazzez İlmiye Çığ’ın serüvenini izleyen kitabım hem Cumhuriyet’imizin hem de Muazzez Hanım’ın nasıl birer mucize olduğuna tanıklık etmeye çalıştı ve onun hakkında yazılmış, yazılacak kitaplardan biri daha oldu. Cumhuriyet Kitap’ın düzenli bir okuyucusu olarak kitabıma olan ilginize candan teşekkür ediyorum.Muazzez İlmiye Çığ - Cumhuriyet Mucizesi / Nurdan Arca / Sia Kitap / 192 s. / 2020. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki