Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Tuesday, 08.26.2025, 07:46 AM (GMT)

News - Haberler

Meclis BaşkanıŞentop, 'Osmanlı'yıyeniden kurma' eleştirilerine yanıt verdi

Meclis Başkanı Şentop, 'Osmanlı'yı yeniden kurma' eleştirilerine yanıt verdi TBMM Başkanı Mustafa Şentop, 'Yeni Osmanlıcılık' tartışmalarına ilişkin açıklama yaptı. Şentop, Türkiye'yi Osmanlı'yı yeniden kurmaya çalışmakla itham edenler olduğunu belirtip "Hayalci değiliz, hayal kurmuyoruz. Real politiğin farkındayız" ifadelerini kullandı. TBMM Başkanı Mustafa Şentop, TBMM'nin açılışının 100. yıl dönümü etkinlikleri kapsamında İstanbul’da "Bir Asrı Geçen Birikimle Misak-ı Milli'ye Yeniden Bakmak" temalı programda konuştu. "Misak-ı Milli, milli hedeflerimizin manifestosudur. Hedefi, sınırları tarif edilen vatanımızda birliğimizi, bütünlüğümüzü temin edip, hür ve müstakil bir şekilde hayatımızı idame ettirmemizi sağlamaktır. Milletimize güven vermesinin yanında muarızlarımıza da meydan okuyan bir bildiridir." diyen Şentop, "Şentop, "Bugün de milli egemenliğimizi korumak, milli varlığımızı devam ettirmek için mücadele ediyoruz. 101 yıl önce ilan edilen milli yeminin hedefine ve ruhuna bugün de sadakatle bağlıyız. Bugün de bizim olanı, bizden olanı, bizimle olanı korumak, savunmak ve yaşatmakla mükellefiz." ifadelerini kullandı."Türkiye'nin milli bekasına 101 yıl önce yönelen tehditlerin, bugün de devam ettiğini" belirten Şentop, "Biz de maruz kaldığımız tehditleri artık sınırlarımızda karşılamıyoruz. Tehditleri sınırlarımız ötesinde karşılayıp aziz milletimizi ve gönül coğrafyamızdaki kardeşlerimizi güvenli bir şekilde yaşatmaya çalışıyoruz"'YENİ OSMANLICILIK' AÇIKLAMASIŞentop konuşmasında 'Yeni Osmanlıcılık' tartışmalarına da değindi. "Devlet olarak takip ettiğimiz siyaseti bazıları 'Yeni Osmanlıcılık' diye eleştiriyor" diyen Şentop, "Evet, Osmanlı'yı seviyoruz ve gururla anıyoruz. Tarihte kurduğumuz en kudretli devletimiz. Şerefle anacağımız, anlatacağımız bir geçmişten geliyoruz ama bazıları paranoyak bir şekilde bizi Osmanlı'yı kurmaya çalışmakla itham ediyorlar. Hayalci değiliz, hayal kurmuyoruz. Real politiğin farkındayız" şeklinde konuştu. cumhuriyet.com.tr

Amerikan Rüyası'nınöteki yüzü

Amerikan Rüyası'nın öteki yüzü Altın Aslan ödüllü Nomadland (2020) yılın en iyi filmlerinden biri. İki Oscar’lı oyuncu Frances McDormand ile üçüncü filmini yöneten Chloe Zao, Nomadland ile Oscar adayı olacaklar. Amerika’nın mitolojik Batı efsanesini farklı bir bakışla betimleyen bağımsız yapım, umut, yaşama bağlılık, dayanışma, direnç, mizah dolu. /Archive/2021/1/29/121401297-1.jpg31 Ocak 2011’de alçı pan talebi azaldığından ötürü USG şirketi, Empire, Nevada’daki fabrikasını 88 yıl sonra kapatmak zorunda kalır. Kocası Bo’da ölünce Fern(Frances McDormand) için kent hayalet kente dönüşür. Temmuz 2011’de Empire’ın posta kodu olan 89405 artık kullanılmıyordur. Karavanı hariç herşeyini yitiren Fern yola koyulur. Eski arkadaşı Linda May’in önerisiyle Amazon Campeforce’ta çalışmaya başlar, karavanını da Desert Rose’un parkına bırakır. 12 yaşından beri çalışan Fern, iki kız büyütmüştür, son zamanlarda çok yorulmuştur ama çalışmayı da çok seviyordur, boş durmaktan hiç hoşlanmaz./Archive/2021/1/29/121411297-2.jpgSosyal yardım parası 550 dolar olan Fern, Bob Wells’in ucuz karavan yaşamından yararlanmaya karar verir. Bob Wells, elden ayaktan düşen ve emekli olmaya mecbur edilen yaşlılara yardım eder. Bob’a göre onlar ölene dek çalışmak isteyen koşum atlarıdır. “Toplum bizleri emekli ediyorsa tüm koşum atları olarak biraraya gelip birbirimizi gözetiriz” der. Fern, yeni arkadaşlar edinir. 75 yaşındaki Swankie kanserdir, yedi-sekiz aylık ömrü kalmıştır. “Artık hastanede yatmak istemiyorum, Alaska’ya döneceğim orada iyi anılarım var,mus ailesi gördüm, kanoyla nehirde dolaşırken beyaz pelikanlar yanıma geldiler” diyen Swankie yeniden vahşi doğaya kavuşmak istiyordur./Archive/2021/1/29/121420281-3.jpgLinda May’in yardımıyla karavan parkında çalışmaya başlayan Fern’in sağlığına dikkat etmesi gerekiyordur çünkü buraya dünyanın her tarafından çeşit çeşit insan gelir. Fern, Linda May ve Frankie güzel bir üçlü olurlar, birlikte çok güzel vakit geçirirler. Karavan parkından sonra bir eğlence parkında çalışan Fern evsiz olduğunu hiç düşünmez, çünkü karavanı onun evidir. Amerika’nın batısını karavanıyla dolaşır, geçici işlerde çalışır, Noel’i tek başına karavanında kutlar. Amerikan geleneğinin bir parçasıdır o, öncülerin ve göçebelerin yaptığı şeyleri yapar, cesurdur, dürüsttür./Archive/2021/1/29/121431922-4.jpgFargo (1996) ve Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (2017) filmleriyle en iyi kadın oyuncu Oscar’larını alan, yönetmen Joel Coen’in eşi Frances McDormand “40 yaşımdayken Joel’e hep 65’ime bastığımda adımı Fern olarak değiştireceğimi, Lucky Strikes sigarasıyla Wild Turkey viskisi içeceğimi, karavanla yola çıkacağımı söylerdim” diyen oyuncu 2017’de Jessica Bruder’in Nomadland: Surviving America in the Twenty First Century kitabını okuduktan sonra bu evsiz kadına hayran kaldı. Songs My Brothers Taught Me (2015) ile The Rider (2017) adlı marjinal insanları anlatan iki şiirsel dram çeken, Beijing doğumlu, New York Üniversitesi film okulu mezunu Chloe Zhao, Dormand’la 2018’de Independent Spirit ödül töreninde karşılaşır.  Dormand (63) Zhao’ya (38) Nomadland’den bahseder./Archive/2021/1/29/121444656-5.jpgNomadland’e dek hep amatörlerle çalışan Zhao ilk kez Hollywood’lu bir oyuncuyu yönetir. Karavanlarıyla yola çıkan ekip mevsim değişimden dolayı gerilla tekniğiyle, doğçlamalar yaparak, hızlı çalışarak ABD’indeki 568 bin evsizin gerçeğini objektif bir anlatımla aktarır. Amerika’nın mitolojik Batı’sını çekerken Zhao, Charlie Chaplin’den Ang Lee’ye dek uzanan göçmen sinemacıların izinden gider, ustası Terrence Malick’in uçsuz bucaksız manzaralarına da gönderme yapar. “Yabancı olmanız size olguları apaçık ve objektif olarak gözlemleme olanağı veriyor” diyen Chloe Zhao, materyalist düzenden ve yaşamdan yorulan işçi Fern’in Eski Batı’ya özlemini gerçekçi, minimalist bir anlatımla irdeler./Archive/2021/1/29/121455578-6.jpgFern, Linda May, Swankie, Bob Wells gibi göçebeler hiç gitmedikleri yerlere giderler, birbirlerine hiç veda etmezler, yolda görüşürüz derler. Chloe Zao’nun senaryosunu yazıp yönettiği, Frances McDormand, David Straithain, Linda May, Charlene Swankie, Bob Wells, Peter Spears, Patricia Grier’in oynadığı yalnızlık, yoksulluk, dayanışma, nezaket, hüzün, çaresizlik, umut, yaşama sevinci, mizah dolu, Venedik Altın Aslan ödüllü Nomadland, 2020’nin en iyi bağımsız yapımlarından./Archive/2021/1/29/121510442-7.jpg/Archive/2021/1/29/121552801-8.jpg Aslı Selçuk

FaikÖztrak: "Devlet memurları, AK Parti teşkilatıgibiçalışıyor"

Faik Öztrak: "Devlet memurları, AK Parti teşkilatı gibi çalışıyor" CHP Sözcüsü Faik Öztrak, “Devlette liyakat bitti, saraya sadakat başladı. Devlet memurları, AK Parti teşkilatı gibi çalışıyor. Devlet sınırı nerede bitiyor, AK Parti sınırları nerede başlıyor belli değil. En son AK Parti Genel Başkanı kürsüye çıkıyor, bu ucube rejimin parti militanı haline getirdiği memurlara ‘militan’ dediği için Genel Başkanımız hakkında valilere, kaymakamlara dava açma talimatı veriyor. Nereden veriyor bu talimatı? AK Parti kürsüsünden. Kim olarak? AK Parti Genel Başkanı olarak. Ama hangi yetkiye dayanarak? Cumhurbaşkanı yetkilerine dayanarak. Böyle ucubelik olur mu” diye konuştu. CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak'ın, Samsun İl Başkanlığı ziyareti ardından düzenlediği basın toplantısındaki konuşmasından öne çıkanlar şöyle:Samsun’da bugün yoğun bir programımız var. Mübadelenin 98. yıldönümünü Samsun’da anacağız. Samsun’dayız ve dün çok acı bir haberle sarsıldık. 42 gündür kayıp olan iki çocuk annesi Arzu Aygün’ün hunhar bir cinayete kurban gittiğini öğrendik. Son derece üzgünüz. Artık üzülmek yetmiyor. Son 12 yılda 3 bin 500 kadın cinayetlere kurban gitti. Nefret dili bu cinayetlerin sorumlusu. Ülkeyi yönetenlerin de kadına bakışında çok ciddi sorunları var. Bu zihniyet her çeşit şiddeti engellemeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’ni bile tartışmaya açabiliyor. Biz CHP olarak etkili uygulamaları amasız fakatsız artık görmek istiyoruz.DEVLETE LİYAKAT BİTTİ, SARAYA SADAKAT BAŞLADIUcube tek adam vesayet rejimi elinde devlet krizi her geçen gün derinleşiyor. Devlet geleneğimizde hiç görmediğimiz ucubelikleri bu rejimde görmeye başladık. Devlette liyakat bitti, saraya sadakat başladı. Devlet memurları, AK Parti teşkilatı gibi çalışıyor. Devlet sınırı nerede bitiyor, AK Parti sınırları nerede başlıyor belli değil. En son AK Parti Genel Başkanı kürsüye çıkıyor, bu ucube rejimin parti militanı haline getirdiği memurlara ‘militan’ dediği için Genel Başkanı’mız hakkında valilere, kaymakamlara dava açma talimatı veriyor. Nereden veriyor bu talimatı? AK Parti kürsüsünden. Kim olarak? AK Parti Genel Başkanı olarak. Ama hangi yetkiye dayanarak? Cumhurbaşkanı yetkilerine dayanarak. Böyle ucubelik olur mu?KİM DEVLET MEMURU, KİM KAPI KULU GÖRMEK İSTİYORLARŞu dilekçeye iyi bakın. Bu dilekçe, İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla matbu haline getirilmiş, AK Parti grup toplantısı kürsüsünden verdiği talimatın yerine getirilmesi için devletin vali ve kaymakamlarına gönderilmiş. Bu talimatın anlamı açık. Kim devlet memuru kim kapı kulu görmek istiyorlar. Dava açarsan bendensin, dava açmazsan soruşturmayı yersin. Samsun’dan uyarıyorum, bu mülki idareyi militanlaşma operasyonunun dik alasıdır. Devlet şantajla yönetilmez. Kurallarla yönetilir. Yılları devlete hizmet etmekle geçmiş, Hazine Müsteşarlığı yapmış bir insan olarak söylüyorum. Kanun ve kuralların olduğu yerde, kurallar herkese eşit uygulanır, devlet de vatandaş de ne yapacağını bilir. İşte bunun için milletimiz sokaklarda bize bağırıyor. ‘Kral değil, kural istiyoruz’ diyor.AK PARTİ ELİNDEYKEN GELMEYEN HACİZLER GELİYORKurallar herkese eşit uygulanıyor mu? Hayır. Atakum Belediyemizin hizmet binalarına AK Parti döneminden kalma borçlar geliyor. Bu binalarda milletimiz yemek yiyor, düğün yapıyor, hizmet veriyor. AK Parti elindeyken yapılmayan hacizler, şimdi yapılıyor. Neden? CHP’li belediyeler hizmet veremesin. Bunu bütün il, ilçe belediyelerimizde yapıyorlar. Kendi belediyelerine ballı börek, bizim belediyelerimize haciz. Bizim belediyelerimiz çok iyi çalışıyor o nedenle bunlar kıskanıyorlar. Bizi engellemeye güçleri yetmeyecek. Belediyelerimiz, milletimizin yanında olmaya devam edecekler.BU BELEDİYE CHP’DE OLSAYDI MÜFETTİŞ GÖNDERMEZ MİYDİ?Bir başka olay daha var. Samsun Büyükşehir Belediyesi’nde görevli daire başkanı, rüşvet soruşturması kapsamında tutuklanmış. Evinde ve işyerlerinde yapılan aramalarda servet çıkmış, hatırlarsınız eskiden de çıkardı ayakkabı kutularında… Suçun şahsiliği ilkesi var, ama şunu sormamız gerekiyor: Bizim Yalova Belediye Başkanı’mız kendi altında çalışan memurların yolsuzluğunu fark ediyor, ihbar ediyor, ama görevinden uzaklaştırılıyor; İçişleri Bakanı, müfettiş yağdırıyor. Aynı İçişleri Bakanı, Samsun Belediyesi’ne müfettiş gönderdi mi göndermedi mi? Bu belediye CHP’de olsaydı, müfettiş gönderir miydi, göndermez miydi? Bu soruların cevabını bekliyoruz. Bu durumu kıymetli Samsunluların takdirine ve Türkiye’nin vicdanına bırakıyorum. Biz takipçisi olmaya devam edeceğiz.AYÇİÇEK YAĞI, TEK TAŞ PIRLANTA GİBİ MUAMELE GÖRÜYORHukukun üstünlüğü kalmadı. Denge denetim yok. Ülkeyi yönetenler yolsuzluk yapıyor algısı güçleniyor. Küresel Yolsuzluk Algı Endeksi var. Yolsuzluk endeksinde tepe taklak aşağı düşüyoruz. Yolsuzluk algısının en hızlı bozulduğu ülkelerden biri Türkiye. Ülkeyi uçuracağız dedikleri tek adam rejimi yolsuzluğu uçurmuş. Bu rejimde başka şeyler de uçmuş. Döviz, hayat pahalılığı, işsizlik uçmuş. Damat kayınpeder bir olmuş 128 milyar doları uçurmuşlar. 2020’de Merkez bankası kasasında bankaya ait tek kuruş döviz kalmamış. Borç aldığınız dövizleri ayıkladığınızda kasa 44 milyar dolar açık veriyor. Uçan bu rezervleri yerine koymak için dövizi uçuruyorlar. Bu yüksek faizle borçlar nasıl çevrilecek? Bu yüksek faizle nasıl yatırım yapılacak? Bu ülkede 10,5 milyon işsiz var. Günde 47 liraya talim eden 2 milyon yurttaşımız var. Erdoğan’ın atadığı yeni Merkez Bankası Başkanı, ‘faizler uzun süre yüksek kalacak’ diyor. Milleti tefeci faizine mahkum eden bakan ve memurlardan ne zaman hesap sorulacak. Olan dar gelirli ile fakire oluyor. Ya işsizliğe razı olacak ya da pahalılığa razı olacak. Kırk katır mı kırk satır mı hikayesi. En yüksek enflasyona sahip 15 ülkeden biriyiz. Türkiye, bu hale geldi. Tencereler boşaldı. Ayçiçek yağı, tek taş pırlanta gibi muamele görüyor. Gaziantep’te ayçiçek yağları çalınıyor. Ülkemizdeki mutfaklardaki enflasyon yüzde 50’ye dayanıyor. Beceriksizliğin bu kadarı olmaz.ESNAF PERİŞANDevlete 40 yıl vergi veren esnafa 40 gün bakamadınız. Esnaflarımız perişan oldu. Dilimizde tüy bitti. İskoçya’dan Amerika’dan örnekler verdik, dünya ne yapıyorsa yapın dedik. Laf söz dinlemediler. Bu verdiğiniz para çok az hem de artık çok geç kaldınız. Salgın bitince biz esnafımızı ayağa kaldıramazsak, fırsatları kaçıracağız.AŞIDA DA KARARTMA UYGULUYORLAROcak sonuna kadar 40 milyon doz aşı gelecek dediler. Ocak sonuna kadar gelen aşı miktarı 12 milyon doz. Nerede Alman aşıları. Gelmediyse neden gelmedi? Bu sabah Konya’dan arkadaşım aradı. Dedesiyle, babaannesini aşı için çağırmışlar, hastaneye gitmişler, ‘aşı gelmedi’ demişler. Bu nasıl aşı yönetimi? Yaşlı başlı insanları hastaneye kadar götürüp kapıdan niye çeviriyorsunuz. Telefon açarsınız. Salgın konusunda yaptıkları gibi aşı konusunda da karartma uyguluyorlar. Aşıları, bizden çok daha hızlı yapıyorlar. İngiltere, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, rekor İsrail’de. İsrail’in yüzde 50’si aşılandı. Bizde yüzde 2. Aşıda gecikiyoruz ama hava atmakta gecikmiyoruz. Erdoğan, ‘en çok aşı projesi yürüten üçüncü ülkeyiz.’ Proje yürütmekle olmuyor, ne zaman tamamlanacak?TEK ADAM TEK ADAMLIĞINDAN VAZGEÇMİYOR Hızlı karar alma demişken damadın kaçıp gitmesinden 82 gün geçti. Erdoğan’ın ağzında, 82 gündür ‘reform türküsü’dür gidiyor. Bu ülkede hangi reformlara ihtiyaç var hala öğrenemediniz mi? Biz iş başına gelsek 15 günde bitiririz. Çünkü biz takip ediyoruz, nerede ne eksiklik var görüyoruz. Ben şüpheleniyorum bu reform ataletinin arkasında huylunun huyundan vazgeçmemesi mi yatıyor? Öyle görünüyor ki tek adam tek adamlığından vazgeçmek istemiyor. Milletimizin çektiği acılar ağırlaşıyor. Bu saray iktidarının elinde zam ve zulüm ağırlaşıyor. Millet, ülkeyi yönetenlere notunu verdi. Güçlendirilmiş parlamenter sistemle, dostlarımızla birlikte ülkeyi refaha taşıyacağız. ANKA

AKP'li Kenan Sofuoğlu'ndan hakkındaki iddialara cevap: 50 kiracım var, 15 bin TL için bunlarıyapar mıyım?

AKP'li Kenan Sofuoğlu'ndan hakkındaki iddialara cevap: 50 kiracım var, 15 bin TL için bunları yapar mıyım? AKP Sakarya Milletvekili ve Türkiye Motosiklet Federasyonu Milli Takımlar Kaptanı Kenan Sofuoğlu, kiracısını icraya verip darp ettirdiği iddialarına sosyal medya hesabından cevap verdi. “1 yıldır kira almadığımız kafeler var. 15 bin TL için bunu yapacağımıza inanılması mümkün müdür?” diyen Sofuoğlu, başka bir kiracısının hakkındaki yorumunu paylaştı. AKP Sakarya Milletvekili ve Türkiye Motosiklet Federasyonu Milli Takımlar Kaptanı Kenan Sofuoğlu'nun Sakarya’da sahibi olduğu dükkanda kiracı olan bir esnafı kirasını ödeyemediği için icraya verip darp ettirdiği iddia edilmişti.AKP'li Sofuoğlu, gündem haline gelen olaya ilişkin sosyal medya hesabından açıklama yaptı.Sofuoğlu, “Çok kısa ve öz bir açıklama yapacağım. Hakkımda kendini dövdürdüğüm ve haciz ettirdiğimi iddia eden şahsı tanımıyorum. Tek bildiğim 60 yaş üstü annemin yaklaşık 1 buçuk yıl önce üzerine yürüyüp hakaretler ettiği ve sabıkalı bir kadın olduğu. Bu olay sonrası avukatımız konuyu yargıya taşımış ve yargıdan çıkan karar uygulanmış. 50 civarında kiracımız var, bugüne kadar hiç kimse ile para için mahkemelik olmadık. 1 yıldır bir kuruş talep etmediğimiz kafe ve restoranlar varken, sadece 15 bin TL için bunları yapacağımıza inanılması mümkün müdür?" dedi.Sofuoğlu, mesajında ayrıca, başka bir kiracısı olduğunu belirttiği bir kişinin hakkında yaptığı yorumu takipçileriyle paylaştı. İsmini belirtilmeyen kiracının yorumunda, “Kendisinin Serdivan’daki binasında 5 yıldır kiracısıyım. Pandemi sürecinde kiracılarından kira almamıştır. Gizli açık yaptığı birçok yardımdan da bizzat haberdarım. Öyle ki kiralara zam yapmadan evvel işlerimizin durumunu sorar, eğer yavaş ise bu zamdan vazgeçer. Konulara hakim olmadan tek taraflı bir noktaya yığılmak haksızlık olur” sözlerine yer verildi./Archive/2021/1/29/123433507-kenan-sofu.jpg/Archive/2021/1/29/123510663-kiraci.jpg İHA

Beşiktaşünlüyıldız Diego Costa’nın peşinde

Beşiktaş ünlü yıldız Diego Costa’nın peşinde Yıldız futbolcu Hulk ile maddi konularda anlaşamayan Beşiktaş, rotayı Brezilya uyruklu İspanyol forvet Diego Costa’ya çevirdi. Yıldız futbolcu Hulk ile maddi konularda anlaşamayan Beşiktaş, rotayı Brezilya uyruklu İspanyol forvet Diego Costa’ya çevirdi.Hulk transferini yüksek maliyet nedeniyle askıya alan Beşiktaş, bir başka yıldız futbolcuya yöneldi. Uzun yıllar Atletico Madrid forması giyen Diego Costa’yı kadrosuna katmak isteyen Kartal, futbolcunun menajeri ile görüşmelere başladı. Siyah-beyazlı yönetim, Costa’ya yıllık 2.5 milyon Avro teklif ederken, 32 yaşındaki oyuncunun ise 3 milyon Avro garanti para ve 750 bin Euro bonuslarla beraber toplamda 3 milyon 750 bin istediği öğrenildi. İHA

Türkiye-İran arasındaki görüşmenin ardından ortak açıklama

Türkiye-İran arasındaki görüşmenin ardından ortak açıklama Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, İran ile yapılan ortak basın toplantısında, "Gine Körfezi'nde kaçırılan Türk mürettebatın iyi olduklarını öğrendik" dedi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Dolmabahçe Çalışma Ofisi'nde ortak basın toplantısı düzenledi. Çavuşoğlu yaptığı açıklamada, "Gine Körfezi'nde kaçırılan Türk mürettebatın iyi olduklarını öğrendik. Yakında güzel haberleri vereceğiz" dedi.AYRINTILAR GELİYOR... cumhuriyet.com.tr

"Talih kuşu vatandaşın değil, haramilerin başına kondu"

"Talih kuşu vatandaşın değil, haramilerin başına kondu" CHP İzmir Milletvekili Kamil Okyay Sındır, Varlık Fonu üzerinden özel sektöre devredilen şans oyunlarında kamu hasılat payının yüzde 59.9'dan 45'e, ikramiye oranının ise yüzde 48.8'den 36'ya düştüğünü belirterek iktidarı eleştirdi. Sındır, "Şans oyunlarına Türkiye Varlık Fonu’nun eli değdi, talih kuşu vatandaşın değil, haramilerin başına kondu” dedi. CHP'li Kamil Okyay Sındır, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda Türkiye Varlık Fonu Yönetim Anonim Şirketi ile Varlık Fonu'nun 2019 Yılı Mali Tabloları ve Faaliyetleriyle İlgili Denetim Raporu görüşmelerinde iktirada eleştirilerde bulundu. Şans oyunlarında düşen kamu payını eleştiren Sındır, “Şans oyunlarında 2019'da 1 milyar 503 milyon hasılat, 734 milyon toplam kamu payı ve 900 milyon ikramiye ödendiğini görüyoruz./Archive/2021/1/29/115703537-screenshot2.jpg2020 yılında Türkiye Varlık Fonu döneminde 2 milyar 985 milyon hasılat yapılmış, 1 milyar 78 milyon toplam kamu payı ve 1 milyar 347 milyon ödenen ikramiye olmuş. Kamu payı 734'ten 1.078'e çıkmış ancak kamu payının hasılat içerisindeki oranı yüzde 48.8'den yüzde 36'ya düşmüş. Yani kamu payında ciddi bir düşüş var. Yine ödenen ikramiyeye baktığınızda hasılat içerisindeki payı 2019 yılında yüzde 59.9 iken bu rakam, 2020'de yüzde 45'e düşmüş. Yani ikramiye ödemesinde de yaklaşık 15 puanlık bir azalma var. Maddi ve cari olarak bir artış söz konusu olabilir ama oransal açıdan karşılaştırmalı baktığımızda hem kamu hem de ikramiye payında düşüş var" dedi."ŞANS OYUNLARINDA ŞANS KALMADI, OYUNA DEVAM!"CHP'li Kamil Okyay Sındır şöyle devam etti: "Özelleştirilmesi sonrasında hasılatta yüzde 100’e yakın bir artış görülürken, toplam kamu payı sadece yüzde 47 artmış, ödenen ikramiyedeki artış oranı ise ancak yüzde 50’de kalmış. Şimdi Şans oyunları ileriye gitti diyebilir miyiz? Şans oyunlarında şanssızlık artmış. Şans oyunlarında yapılan değişiklikler vatandaşın lehine olmadı, devredilen şirketlere yaradı. Devrin yapıldığı andan itibaren vatandaşlarımızın kazandığı ikramiyelere ilave vergi geldi.Şans oyunlarına zamlar ve değişiklikler yapıldı. Vatandaşlarımızın bazı oyunları kazanma ihtimali 44 kat azaldı. Bayilerin kar marjları da yarı yarıya düşürüldü. Şans oyunlarına Türkiye Varlık Fonu’nun eli değdi, talih kuşu yılbaşında vatandaşın değil haramilerin başına kondu. Ne oynayan vatandaşın ne de oynatan esnafın yüzü güldü. Şans oyunlarında şans kalmadı oyuna devam.""talih kuşu vatandaşın değil, haramilerin başına kondu” cumhuriyet.com.tr

SelçukÖzdağ: "İsim ve bağlantılar belli oldu, birileri utanacak mı?"

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Selçuk Özdağ: "İsim ve bağlantılar belli oldu, birileri utanacak mı?" Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ, dün gece sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada,15 Ocak günün evinin önünde saldırıya uğramasının ardından gözaltına alınan 7 kişiden 5'inin tutuklandığını, 2 kişinin de adli kontrol şartıyla serbest kaldığını belirterek, "Bu kişilerin isim v bağlantıları belli oldu. Birileri utanacak mı acaba? Arkası yarın" ifadelerini kullandı. Özdağ, dün gece sosyal medya hesabı üzerinden kendisine yönelik düzenlenen saldırıya ilişkin açıklama yaptı. Saldırının kendisine ve siyaset kurumuna yapıldığını işaret eden Özdağ, "15 Ocak günü şahsıma dolayısıyla siyaset kurumuna alçakça, kalleşçe, korkakça yapılan silahlı sopalı saldırı sonrası 7 kişiden 5 kişi tutuklandı, 2 kişi ise adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı. Bu kişilerin isim ve bağlantıları belli oldu. Birileri utanacak mı acaba? Arkası yarın" ifadelerini kullandı.15 Ocak günü şahsıma dolayısıyla siyaset kurumuna alçakça,kalleşçe,korkakça yapılan silahlı sopalı saldırı sonrası 7 kişiden 5 kişi tutuklandı,2 kişi ise adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı.Bu kişilerin isim v bağlantıları belli oldu.Birileri utanacak mı acaba?Arkası yarın.— Selçuk ÖZDAĞ (@selcukozdag) January 28, 2021NE OLMUŞTU? Özdağ, 15 Ocak günü, Cuma namazına gitmek üzere evinden ayrıldığı sırada saldırıya uğramıştı. Hastanede tedavi altına alınan Özdağ'ı ziyaret eden Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Özdağ'ın kafasına 18 dikiş atıldığını duyurmuştu. Saldırıya ilişkin AKP ve MHP'den uzun süre açıklama gelmemesi başta Gelecek Partisi olmak üzere CHP, İYİ Parti, DEVA Partisi gibi siyasi partiler tarafından eleştirilmişti.MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, salı günü partisinin grup toplantısında saldırıya ilişkin, "Sicili kabarık bir siyasetçinin evinin balkonuna kamera yerleştirip kavga anını kayda aldırması, sonra da dönüp masumiyet pozuna bürünmesi, bununla da yetinmeyip 'Bana saldırdılar' çığırtkanlığına tevessül etmesi bildik bir numaradır" açıklamasını yapmıştı.    ANKA

Covid-19 aşısının 10 milyon dozluk sevkiyatının ikinci bölümüİstanbul Havalimanı'na geldi

Covid-19 aşısının 10 milyon dozluk sevkiyatının ikinci bölümü İstanbul Havalimanı'na geldi Covid-19 ile mücadelede Çin'den sipariş edilen 10 milyon dozluk aşıların ikinci sevkiyatının ikinci bölümü, İstanbul Havalimanı'na getirildi. 10 milyon dozluk Çin aşısının 3.5 milyon dozluk ikinci bölümü İstanbul’a getirildi.3,5 milyon dozluk aşıyı taşıyan THY uçağı İstanbul Havalimanı'na indi. Koronavirüsle mücadele kapsamında Çin'den sipariş edilen CoronaVac aşılarının 10 milyon dozluk ikinci sevkiyatının ilk bölümü olan 6.5 milyon doz aşı hafta başında Türkiye'ye getirilmişti. DHA

Buket Uzuner: 78 kuşağıinatçıgururlu insanlarız, vazgeçmiyoruz

Buket Uzuner: 78 kuşağı inatçı gururlu insanlarız, vazgeçmiyoruz Düşünce ve İfade Özgürlüğünü alan yazar Buket Uzuner Cumhuriyet’e konuştu: “ İddia ediyorum ki, 1980 darbesi dünyanın amacına en fazla ulaşmış askeri darbesidir- o darbe memleketin en iyi yetişmiş, en zeki evlatlarını yemiş, bitirmiştir. Sonrasını hepimiz biliyoruz. Şunu da eklemeden geçmeyeceğim: biz 78 kuşağı inatçı, gururlu ve umutlu insanlarız; yani yazmaya, çizmeye, konuşmaya, iyinin yanında dayanışmaya devam ediyoruz. Vazgeçmiyoruz. Bu anlamda Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 25 yıldır verdiği ödül, bu direnmenin de sembolik bir desteğidir.” Türkiye Yayıncılar Birliği’nin bu yılki Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nün sahibi olan yazar Buket Uzuner, “Biz 78 kuşağı inatçı, gururlu ve umutlu insanlarız; yani yazmaya, çizmeye, konuşmaya, iyinin yanında dayanışmaya devam ediyoruz. Vazgeçmiyoruz. Bu anlamda Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 25 yıldır verdiği ödül, bu direnmenin de sembolik bir desteğidir” diyor ve ekliyor: “Şunu asla unutmamamız gerekiyor: eğer özgür düşünce ve bunun ifadesine katlanamayan kişi ve sistemler tarih boyunca yasakla, sansür ve cezalarla fikirleri ve gerçekleri yok edebilselerdi, bugün dünya dönmüyor, Pir Sultan ve Nâzım şiirleri dillerde dolaşmıyor veya tıp ve eczacılık bilimi, aşılar ve ilaçlar hayat kurtarmıyor olacaktı...” Uzuner’le hem ödülünü, hem de insanlığın geleceğiyle ilgili öngörülerini konuştuk.Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından bu yıl size verilen Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü ile ilgili sosyal medyada yaptığınız açıklama bir hayli üzgün olduğunuz gösteriyordu. Ödül konuşmanıza ayrıca değineceğim ama ilk tepkinizi sosyal medyadan verdiğiniz için oradan başlayalım. Ödülün size verildiğini duyduğunuz ilk anda aklınızdan neler geçti?Ödülün bu yıl bana verileceğini öğrendiğimde hem büyük onur duydum hem de çok üzüldüm. Onur duydum, çünkü hayatım boyunca düşüncelerine karşı olduğum kişilerinki dâhil, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan, hiçbir maddi veya manevî çıkar için bundan vazgeçmemiş, engeller karşısında da direnmiş biriyim. Aynı ödülü 1996 yılında Yaşar Kemal’in de alması da benim için önemli. Türkiye Yayıncılar Birliği, dünya yayıncılığı içinde şeffaf ve saygın bir yere sahip. Bunu ödülü veren kişi veya kurumun itibarının, ödülü de etkilediğini hatırlatmak için söylüyorum. Mesela, Kenan Evren’in cumhurbaşkanı olduğu yıllarda verilen Atatürk Barış Ödülü’nü, Atatürk’e duyduğu saygıyı özellikle belirtmesine karşın, bir diktatörün verdiği ödülü alamayacağı gerekçesiyle reddeden Mandela geliyor aklıma.   /Archive/2021/1/28/182235153-3a172d32-8975-4787-ba58-0d1460cbf39826601032.jpg“5.yüzyılda matematik ve bilim dehasıyla bağnazları korkuttuğu için yasaklanan ve öldürülen İskenderiyeli kadın felsefeci ve bilimci Hypathia’nın dediği gibi: ‘Düşünmek insanın hakkıdır. Düşünme hakkını koru. Yanlış düşünmek bile hiç düşünmemekten iyidir.’ Çünkü düşünmeyen ve düşündüklerini ifade edemeyen insanın aklı ve ruhu ölür, tamamen bir eşyaya dönüşür. Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 25 yıldır düşüncelerini yazarak ifade eden yazar ve yayıncılara ödül vermesi aslında şu anlama gelmektedir: Ey Halkımız, bugün bu yazarlara, yayıncı, çevirmen, gazeteci veya sanatçılara uygulanan sansür yani susturma cezası yarın senin veya çocuğunun da başına gelebilir, bak o zaman hiç konuşamazsın, şimdi haklarına sahip çık.”EN ÇOK GAZETECİ HAPSEDEN ÜLKE OLDUKNeden üzüldünüz?Üzüldüm, çünkü Türkiye’de kuşaklar boyu süren bu düşünce ve ifadenin yasaklanma çilesi, Allah aşkına, ne zaman bitecek? diye dertlendim. Tıpkı Osmanlı Dönemi’nde fikirleri ve ifadeleri yüzünden sürgünlerde süründürülen Tevfik Fikret ve Namık Kemal gibi onlarca şair (aralarında zindana atılan şair büyük dedem de var) Cumhuriyet Dönemi’nde Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, 70’lerde Sevgi Soysal’lar, Ataol Behramoğlu, Zülfü Livaneli, Ahmed Arif gibi bugün de aynı nedenlerle sürgünde yaşamak zorunda kalan onlarca yazar, gazeteci, sanatçı, mesela Aslı Erdoğan gibi şiddetle adı bile yan yana gelmemiş yetenekli ve zeki insanlar var. Bakın sadece yüzde birini saydığım bu yazar ve şairlerin işleri ve emekleriyle kültürümüz nasıl zenginleştirdiklerini bir düşünelim. Bu insanlar olmasaydı edebiyat ve sanat dünyamızın nasıl kuraklaşacağını hayal edebilirsiniz. Bakın 1986 yılında “müstehcen”  unsurlar içerdiği iddiasıyla yazar Pınar Kür’ün “Asılacak Kadın” adlı romanının basımı durdurulmuş ve hakkında toplatma kararı verilmişti. Yazar ve yayıncısı Erdal Öz hakkında dava açılmış; iki buçuk yıl süren davanın sonunda "sanat eserlerinin pornografik eserlerle aynı türden bir değerlendirmeye tabi tutulamayacağı" gerekçesiyle hem kitap hem de yazarı ve yayıncısı beraat etmişti. O süreçte ben kendi ülkemde hâlâ yaşanan bu 19. Yüzyıla bile yakışmayan yasağına ve severek okuduğum Pınar Kür’ün ne kadar incinmiş olduğuna üzülüyordum. Aradan yüzyıl geçti. Benim içine doğduğum 20. yüzyıl bitti. Biz bu yüzyılda –verilen rakamlara bakarak- hapishanelerde en çok gazeteci ve yazarı olan ülkelerden biri olduk. Yüzlerce yazar, gazeteci ve akademisyen sürgünde, memlekete hasret yaşıyor. Ve 2020’de bu kez benim bir kitabım sansürlendi. Ben de onu soracaktım... 34 yıldır satılan ve okunan kitabınızın bugün sakıncalı bulunmasını neye bağlıyorsunuz?“Ayın En Çıplak Günü” adlı öykü kitabım 34 yıl önce yayımlandı ve bugüne kadar ülkemizin tanınmış üç farklı yayınevi tarafından 19 kez yeni baskı yaptı. Bu yaklaşık 60 bin adet kitap etse, en az 120 bin yetişkin insanın bu kitabı okuduğunu varsayabiliriz. Kitabın içinde çocuklar için sakıncalı bulunduğu ifade edilen “Bir erkeğin Bilinçaltı Tutkusu” adlı öykü de dâhil, kitap zaten çocuklar için yazılmamış ve kitabın ne kapağında ne de başka bir yerinde de kitap çocuklara tavsiye edilmemiştir. Bir kere daha söylüyorum, yetişkinler için 34 yıl önce yazılan ve yayımlanan bir kitap, çocukların ahlakî değerlerini korumak için 2021 yılında içinde edebiyatçı bulunmadığı söylenen (eğer varsa lütfen açıklasınlar?) bir kurul tarafından yasaklanmış yani sansürlenmiştir. Şunu özellikle açıklamak isterim ki; 34 yıldır “Ayın En Çıplak Günü” adlı kitabın “Bir Erkeğin Bilinçaltı Tutkusu” öyküsünü okuduğu için ahlakî bir çürümeye veya muzır sayılacak bir şiddet davranışı görüldüğüne dair bir hastane veya hapishane kaydına rastlanmamıştır. Çocuklara gelince, onların bir yetişkin kitabı olarak bunu okuduğuna dair zaten kayıt yoktur. Müstehcenliğe ve ahlak konusuna gelince: “İHD İstanbul Şubesi Çocuk Hakları Komisyonu’nun 2018 raporuna göre, son 16 yılda 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yaptı. Cinsel suçların yüzde 46'sının çocuklara karşı işlendiği, çocuğun cinsel istismarında Türkiye'nin dünya listesinde 3. sırada olduğu belirtildi.”  Gördüğünüz gibi, resmi raporlarda kitapların suç işleyenine rastlanmamış ama kitapların suçluları ve hainleri anlattığı sık sık görülmüştür. Daha da bir şey demiyorum. 78 KUŞAĞI İNATÇI, GURURLU İNSANLARIZKonuşmanızda 21. yüzyılı çok daha farklı hayal ettiğinizi söylediniz. Neydi hayalleriniz ve neden bu hayaller gerçekleşemedi sizce?Benim dahil olduğum 78 kuşağı, bir yandan Timur Selçuk, Cem Karaca dinler, Nazım Hikmet, Can Yücel, Gülten Akın ve Neruda, Seferis şiirleri okur, Sartre, Simone de Beauvoir, Nietzsche (artık ne kadar anlıyorsak?) tartışır, gerçeküstü ve fantastik sanat akımlarından etkilenir ve 1 Mayıs mitinglerine katılırken, bir yandan da Kubrick’in “Space Odyssey 2001” (Uzay Destanı) filmi ve içinde bizzat uzaylı bir melezin karakter olduğu Uzay Yolu dizisiyle büyümüş, lise yıllarındayken insanın aya ilk kez ayak bastığı o çok heyecanlı ânı yaşamış, zaman makinası mizahı Geleceğe Dönüş filmine uzun uzun gülmüş bir yaş kuşağıdır. Ayrıca bizden önceki kuşağın efsanesi John Lennon ile insanlığın sınırları yıkıp, tüm inanç ve ırkları kucakladığı bir dünya hayalini yüksek sesle özgürce ifade edebildiğini görmüş, biz de Pink Floyd’un “The Wall” albümüyle duvarların yıkılmasını haykırmış gençlerdik. Bizim kuşağın hayallerini anlatabilmek için şimdi genç olanlara bunları açıklamak zorundayım; çünkü bizler bitmekte olan 20. yüzyılın, gelecek için teknolojik olarak bambaşka olanak, olasılık ve şanslar getirmekte olduğuna inanmış bir kuşaktık. Elbette aramızda siyasi olarak nostaljik hayaller kuranlar da vardı ama onlar daima olur. Bizler çoğunlukla tıpkı ailelerimiz gibi bedava devlet okullarında dünya standartlarında matematik, fen (sayısal) dil (Türkçe dahil sözel) eğitim aldığımız için şimdikinden farklı olarak okuduğumuzu anlar, istatistikleri de kavrayabilirdik. Bunu şimdikileri küçümsemek için değil, Türkiye’nin geldiği durumun altını çizmek için söylüyorum. Kısacası bizler, 21.yüzyılda Türkiye’nin hukuk ve adalet, düşünce ve ifade özgürlüğü, kadın, çocuk, azınlık ve hayvan hakları, çevre hakları: (su, toprak, hava, tohum, ağaç etiği uygulaması) ve daha eşitlikçi özgür-çağdaş eğitim alanlarında özenilecek bir demokrasiye sahip olacağına gerçekten inanıyorduk. “Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü”ne ihtiyaç duymayan çağdaş uygarlık hedefine ulaşmış bir Türkiye düşlüyorduk. Üstelik bunu başaracak iyi eğitimli, erdemli, yurtsever, idealist ve cesur genç bir insan gücümüz de vardı. Fakat, iddia ediyorum ki, 1980 darbesi dünyanın amacına en fazla ulaşmış askeri darbesidir- o darbe memleketin en iyi yetişmiş, en zeki evlatlarını yemiş, bitirmiştir. Sonrasını hepimiz biliyoruz. Şunu da eklemeden geçmeyeceğim: biz 78 kuşağı inatçı, gururlu ve umutlu insanlarız; yani yazmaya, çizmeye, konuşmaya, iyinin yanında dayanışmaya devam ediyoruz. Vazgeçmiyoruz. Bu anlamda Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 25 yıldır verdiği ödül, bu direnmenin de sembolik bir desteğidir.İNSAN TÜRÜNÜ YOK EDECEKBir edebiyatçı olarak “İnsan Uygarlığı’nın geldiği bu noktayı neye bağlıyorsunuz ve sizce uygarlık olarak nereye doğru evriliyoruz?BU- Bu sorunuza edebiyatçı olarak yanıtım çok sevdiğim ve ustalarım saydığım, önemli kadın yazarlar Ursula Le Guin ve Margaret Atwood ile astro-biyolog Carl Sagan ve tarihçi Yuval Noah Harari’ninkine benziyor ve uyuyor. Bence, dünyada sadece tek bir uygarlık vardır o da “İnsan Uygarlığı”dır. Bu uygarlığı bize dikte edildiği gibi sadece erkekler kurmamıştır, çünkü bu ne fiziksel ne zihinsel ne de manevî olarak mümkündür. Fakat dünya binlerce yıldır sadece erkekler tarafından, eril ihtiyaçlar, eril değerler, eril estetik ve tamamen eril bakış açısıyla yönetilmektedir. Kadınlarla beraber çocuklar, hayvanlar, börtü böcek, toprak, su ve hava erkeklerin sanki malıymış gibi kabaca, sevgisiz ve saygısızca kullanılmaktadır. Bu bir çeşit türcülüktür ve türcülük de ırkçılık gibi kötüdür, insanlığa daima felaket getirmiştir. Artık bu sistemin çürüdüğünü görüyoruz. Bunun değişmesi gerekiyor. Şimdi sorunuza bir biyolog olarak yanıt vermeye çalışacağım ki, farklı yollardan benzer bir noktaya varacağız. Gülmeyin, artık bilim ve sanatın zannedildiği kadar uzak olmadığı kabul ediliyor, çok şükür. Şu anda geldiğimiz duruma ve verilere bakarak, Homo sapiens’in (bu tanım dişi-insanı da kapsıyor) aç gözlülüğü nedeniyle dünya adlı gezegenin tüm tabiat kaynaklarını sadece kendi çıkarına kullanarak önce insan-dışı canlıları, daha sonra kendi türünü yok edeceği şeklinde yorumlayabilirim. /Archive/2021/1/28/182314043-cdb93199-6c58-4616-8186-1e59a0a434b526601035.jpg"Kendi halkına ihanet edenler sonunda er veya geç yenilir, Franco gibi cezasını çekmeden ölen ve kendilerini kahramanlık anıtlarına gömdürtenler bile gelecek kuşaklarca kemikleri mezardan çıkartılıp, tarihten silinirler. Daha Ekim 2019’da diktatör Franco’nun anıt mezardaki kemikleri İspanyol hükümetinin kararıyla çıkartılıp, kendi aile mezarlığına taşınıverdi. Görecek “güzel günler”den umudu kesmemek şart."CHAPLİN’İN DİKTATÖR FİLMİNİ İZLEYİNBiraz ürkütücü bir yorum...İnsanın kendini dünyanın (tabiatın) efendisi sanarak oluşturduğu bencil tüketim sistemi sonucu yaşanan iklim değişikliği felaketlerine bakarak bu teorinin hiç de fantastik bir kurgu olmadığı âşikar. Eğer, insan (Sapiens) kendi türünü yok ederse, evrim için kısa ama bizler için uzun bir zaman sonra Homo neanderthal ve Homo sapiens’ten sonra bir “Homo cyborg” türünün bizim yerimizi alacağını öngörmekteyim. Çoktandır metallerle donanmaya başladı zaten bedenlerimiz. Kalp pili, diş implantı, kobalt krom veya titanyumdan imal edilen kalça protezi nedir? İnsan denen canlıdan büyük umutsuzluğa kapıldığım zamanlar, yarı makine olan insan belki bizden daha ahlaklı ve vicdanlı olur, diye düşündüğüm bile oluyor? Neden şaşırdınız? Kuzum Allah aşkına, dünyanın başına belâ olmuş Hitler’inden Mussolinisi’ne Sezarlar’dan Hanlara Sultanlara ve günümüzdeki diktatörlerin zulmüne etten kemikten insanlığın çoğunluğu binlerce yıldır “gönüllü kölelik” yapmıyor mu? Bana inanmıyorsanız, Etienne de La Boétie’ın 16. yüzyılda yazdığı “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” kitabını ve Nazım Hikmet’in “Akrep Gibisin Kardeşim” şiirini yeniden okuyun, Charlie Chaplin’in “diktatör” filmini  tekrar izleyin. UMUDU KESMEMEK ŞARTDünya çok tuhaf zamanlardan geçiyor ve ‘tek adam’ rejimlerinin farklı coğrafyalarda hakim olduğunu görüyoruz. Yine de buna karşı çıkmak mümkün. Trump’ın da benzeri bir rejimi hayal ettiği ama son seçimle birlikte alaşağı edildiği şu günlerde sizce umut var mı biraz da olsa?Ben tarihçi değilim ama tarihe bakarak insanlığı ve dünyayı anlamaya çalışmanın önemini öğrendim. Dünya ve insanlık daima tuhaf zamanlardan geçiyor ve bu gezegen yok olana dek de geçecek gibi… Yine mi Sayborg? Yok, aslında biraz gülün istiyorum, çünkü mizah beynin oksijenidir, gereklidir. Kaldı ki, bizim kültürümüz güçlü bir mizah geleneğine sahiptir. Son yıllarda mizahtan uzaklaştırıldık ama asla vaz geçmeyin! Sanırım Charlie Chaplin söylemişti: “diktatörler gülmeye düşmandır.” diye. Hiç unutmayın, kendisinin ve kültürünün zayıf yanlarıyla alay edebilen insan güçlüdür, Mizah zekâ işidir. Şunu da hatırlatmak isterim, Paris’te önceleri “köylü bir İspanyol” diye hor görülen Picasso, ünlü ve önemli resmi “Guernica”da  İspanya’nın faşist lideri general Franco’nun, kendi öz halkını dostu Naziler’e  bombalatmasını anlatıyordu. Fakat kendi halkına ihanet edenler sonunda er veya geç yenilir, Franco gibi cezasını çekmeden ölen ve kendilerini kahramanlık anıtlarına gömdürtenler bile gelecek kuşaklarca kemikleri mezardan çıkartılıp, tarihten silinirler. Daha Ekim 2019’da diktatör Franco’nun anıt mezardaki kemikleri İspanyol hükümetinin kararıyla çıkartılıp, kendi aile mezarlığına taşınıverdi. Görecek “güzel günler”den umudu kesmemek şart.ATEŞ ROMANI PROMETHEUS’A Aynı konuşmada çevreye dair endişelerinizi de dile getiriyorsunuz. Biz Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünden bile yoksunuz ve maalesef bunlarla mücadele etmek zorundayız ama gezegenin çok daha acil meseleleri var, değil mi? “Tabiat Dörtlemesi” adı altında topladığım romanlar, aslında ülkemizin ve dünyanın en büyük ve en acil sorunu ekolojik krize, tarımdan gıdaya, kuraklık, susuzluk, hava kirliliği, toprak kaybı ve çölleşmeye doğru “iklim değişikliği”ne dikkat çekmek için 15 yıldır yazdığım kitaplar. Deminden beri “Homo sapiens” diye dilime dolayıp, galiba sizi bezdirdiğim insan denen canlı, aynı zamanda “Homo Narrans” yani hikâye anlatan canlıdır. Biz insanlar destanları, masalları, mitleri, türküleri böyle kurduk, çünkü hayatı ve gerçekleri bir hikâyenin içinde daha iyi anlıyor ve kavrıyoruz. O nedenle son yıllarda adına “iklim-kurgu” denen, tabiatla ilişkili roman ve öykülerin arttığı ve bunlar sayesinde iklim ve çevre meselesinin ciddiyetine insanların/ okurların dikkatini çekmenin önemli olduğuna inanıyorum. Üstelik artık bunlar bilim-kurgu da değil, çünkü iklim değişikliği artık sonuçlarıyla herkesin farkında olduğu bir realite. “Su”, “Toprak” ve “Hava”dan sonra şimdi güzeller güzeli Mardin’de geçen “Ateş” adlı romanı yazmaktayım. Romanın asıl karakteri kuraklık, upuzun süren rekor sıcak yazlar ve ateşin kültürümüzdeki aydınlık, bilgi, ocak, aile, şifa, aşk ve isyan sembolleri… Ateş romanını Prometheus ile onun gerçek dünyadaki yansıması olan namuslu gazeteci, yazar, şair ve bilim insanlarına ithaf edeceğim./Archive/2021/1/28/182400292-c14da47b-b7fd-4fde-a79a-a88fe01689fb26601020.jpg"Kızlarımıza ve her yaştan kadınlarımıza adına “Kız Neşesi” dediğim, sadece dişi insana vergi o içlerindeki büyük enerji ve güç kaynağını asla ama asla öldürmemelerini öğütlerim. Dünyadaki ne tüm felaketlerden sonra insanlığın devamını, çocukların ve yaşlıların hayatta kalmasını, her koşulda hayatı düzene sokup, çekip çevirebilen, yeni yaşamlarla geleceği bereketlendiren, esirgeyen, koruyan, taş kaynatıp çorba, ot ezip merhem, ninni söyleyip uyku veren ve bu dünyanın en zor işlerini her yaşta cıvıl cıvıl neşesi, kız kardeş dayanışmasıyla başaran kadının tükenmez enerjisi “Kız Neşesi”dir. O sizin yüreğinizdir. Sakın onu ne babanızın ne kocanızın ne ağabeyinizin veya oğlunuzun öldürmesine izin vermeyin."KIZ NEŞESİNİ KAYBETMEYİN!Greta Thunberg’e de atıfta bulunuyorsunuz. Henüz 16 yaşında bir genç kız... Onunla tanışma fırsatınız olsa bu genç kıza ve tüm genç kızlara belki, neler söylemek isterdiniz?Greta Thunberg ile tanışmadım ama sosyal medyadaki hesabından onu takip ediyor ve bazen kendisine mesaj yolluyorum. Yaptıkları dışında ayrıca bir yazar için çok ilginç bir karakter kendisi. “Ateş” romanında da genç çevreci Ayperi’nin sevdiği bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Onunla tanışmadım ama benim Türkiye’deki okurlarımın çoğu genç ve kadın. Aslında size tüm yayıncıların bildiği bir sır vereyim; Türkiye’de roman okurlarının çok ama çok büyük kısmı kadınlar. Anadolu ve büyük şehirlerde durum tamamen böyle. Kitap kulüplerinde mesela 1/80 erkek oluyor. Özellikle ülkemizde belli bir yaştan sonra erkekler roman ve kadın yazar okumazlar. İstisnaları tenzih ederim. Şunu demeye çalışıyorum, ben Türkiye’deki genç kız okurların bir kısmıyla özellikle sosyal medya ve okul imza-söyleşileri sayesinde iletişim içindeyim. Pandemi nedeniyle artık dijital platformlardan buluşsak da iletişimimiz sürüyor. Onların da çoğu donanımları ve cesaretleriyle Greta’dan hiç eksik değiller. Koşullar elverdiğinde spordan bilime, sanattan matematiğe dünya çapında dereceler alıyorlar ama başarıları nedense tek sesli basında pek yer bulmuyor. Kızlarımıza ve her yaştan kadınlarımıza adına “Kız Neşesi” dediğim, sadece dişi insana vergi o içlerindeki büyük enerji ve güç kaynağını asla ama asla öldürmemelerini öğütlerim. Dünyadaki ne tüm felaketlerden sonra insanlığın devamını, çocukların ve yaşlıların hayatta kalmasını, her koşulda hayatı düzene sokup, çekip çevirebilen, yeni yaşamlarla geleceği bereketlendiren, esirgeyen, koruyan, taş kaynatıp çorba, ot ezip merhem, ninni söyleyip uyku veren ve bu dünyanın en zor işlerini her yaşta cıvıl cıvıl neşesi, kız kardeş dayanışmasıyla başaran kadının tükenmez enerjisi “Kız Neşesi”dir. O sizin yüreğinizdir. Sakın onu ne babanızın ne kocanızın ne ağabeyinizin veya oğlunuzun öldürmesine izin vermeyin. Emrah Kolukısa

42 gündür kayıp olan kadının cesedi ormanlık alanda bulundu, kızımesaj paylaştı:‘Bu kez benim annem’

42 gündür kayıp olan kadının cesedi ormanlık alanda bulundu, kızı mesaj paylaştı: ‘Bu kez benim annem’ Samsun’da 42 gündür kayıp olan Arzu Aygün’ün cansız bedeni bulundu. Erkek arkadaşı Muharrem Coşkun cinayeti itiraf etti. Aygün’ün kızının “Yine bir kadın cinayeti ama bu sefer benim annem” paylaşımı yürekleri dağladı. Samsun’da 42 gündür kayıp olan 35 yaşındaki 2 çocuk annesi Arzu Aygün’ün cesedi erkek arkadaşı Muharrem Coşkun’un itirafı üzerine çuval içinde naylona sarılmış ve çürümüş halde Terme ilçesindeki ormanlık alanda bulundu. Coşkun, Sulh Ceza Hâkimliği’nce, ‘Tasarlayarak kasten öldürme’ suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi.Atakum’da 17 Aralık’ta evden çıkan Aygün, bir daha geri dönmedi. Aygün’ün yakınları Denizevleri Polis Merkezi’ne giderek kayıp başvurusunda bulundu. Kayıp Büro Amirliği, Aygün’ü bulmak için çalışma başlattı. Aygün’ün ailesi ise uzaktan akrabaları olan Muharrem Coşkun’un “eşimden ayrıldım” diyerek kızlarını kandırdığını belirtti. Polis ekipleri, Aygün ile bir süre birlikteliği bulunduğu öne sürülen Coşkun dahil, 5 kişinin ifadesine başvurdu. Coşkun ifadesinde, “En son Atakum’da görüştük sonra bir daha görmedim. Telefonunu ve bir flash bellek verip yanımdan ayrıldı” dediği öğrenildi.İTİRAF ETTİPolis ekiplerince ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılan Muharrem Coşkun, savcılığa giderek Aygün’ü tabanca ile vurarak öldürdüğünü ve cesedinin Kozluk Mahallesi’nde olduğunu söyledi. Coşkun, ifadesinde “Olay günü beraber Terme sahiline gezmeye gittik. Aramızda kıskançlık yüzünden tartışma çıktı. Arabadan indik, o sıra tartışmamız alevlendi. Ben de üzerimdeki tabancayla ateş ettim. Kaç el ateş ettiğimi bilmiyorum. Sonra yere düştü. Ben de panik oldum. Öldüğünden emin olunca da gurbetçilerin yazlıklarının olduğu alana çuvala koyup attım. Böyle olmasını istemezdim. Pişmanım” dedi. Bunun üzerine bölgeye sevk edilen ekipler, Aygün’ün cansız bedenine ulaştı. Coşkun, ifadesinin ardından tutuklanarak cezaevine gönderildi. Ölümünün ardından Aygün’ün kızının “Yine bir kadın cinayeti ama bu sefer benim annem” yazarak paylaşım yapması sosyal medyanın gündemine oturdu. Samsun’da bir programa katılan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk da “Katilin en ağır cezayı alması için bakanlık olarak bütün hukuki süreci takip edeceğiz” dedi. Aygün ile katil zanlısı Coşkun’un olay günü kavgalarına tanık olan Sündüz Bayrak Kul o anları anlattı. Kul, “Biz kızımla birlikte kavga ederlerken gördük, sonra arabanın içinde gördük. Sürekli buraya geliyorlardı, biz sivil polis zannediyorduk, meğerse katilmiş” dedi. Cemil Ciğerim

Aile hekimleri: Zatürree aşısıbitince tartışanlar oldu,şiddet artabilir

Aile hekimleri: Zatürree aşısı bitince tartışanlar oldu, şiddet artabilir Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB), ocak ayı aile hekimleri anketine göre, her yedi aile hekiminden 1’i koronavirüse yakalandı. Türkiye’de ocak ayında günde ortalama 9 bin 511 vaka görüldü. Ankette ayrıca her dört aile sağlığı biriminden birinde ebe ve hemşire olmadığı, her 10 birimden birinde de doktor olmadığı belirtildi. Anket verilerini yorumlayan TTB Aile Hekimliği Kolu Başkanı Dr. Emrah Kırımlı, “Bu kadar sayıda vakayla açılma dönemine girmemiz bizi endişelendiriyor” ifadelerini kullandı. Aile sağlığı merkezlerinin aşılamaya hazırlığını yorumlayan Kırımlı, “Aile hekimlerinin yüzde 15’i soğuk zincirlerinin yeterli olduğunu söylüyor. Bekleme alanlarının yüzde 15’inin yeterli olduğu söyleniyor” bilgisini paylaştı. Kırımlı, her dört birimden birinde ebe ve hemşire olmadığını her 10 birimden birinde doktor olmadığını kaydetti.‘AŞI YAPARKEN COVİD-19 OLDUK’Aile hekimlerine “Günde kaç kişiye aşı yapabilirsiniz” sorusunu yönelttiklerini belirten Kırımlı, “‘Zatürree aşılarını yaparken Covid-19 olduk bu nedenle fazla kişiye aşılama yapmayı düşünmüyoruz’ dendi. Ayrıca ‘Zatürree aşısında her gün 150 kişiyi aşılarken, aşı bitince kavga edenler oldu’ bilgisini paylaştılar. ‘Aşı tükenince hasta bizden biliyor’ diyorlar” dedi. Kırımlı, olumsuz koşullara karşın aile hekimlerinin günlük 500 bin kişiyi aşılayabileceklerini belirtti. cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter