Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Friday, 09.19.2025, 05:08 AM (GMT)

News - Haberler

Dr. Hazal Papuççular: Ege sorunu Türk-Yunan meselesi olarak kalmalı

Dr. Hazal Papuççular: Ege sorunu Türk-Yunan meselesi olarak kalmalı Neden Dr. Hazal Papuççular? Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. Türk dış politikası, Türk siyasal hayatı ve siyasi tarih üzerine çalışmalar yaptı. Halen İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olan Papuççular, “Türkiye ve Oniki Ada” kitabının da yazarı. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, “Türkiye ile Yunanistan arasındaki problemlerin objektif şekilde değerlendirilmesini tüm üçüncü taraflardan bekliyoruz” açıklaması ve Atina’nın askeri gücünü artırma planının ardından bize de gözlerimizi Ege’ye çevirmek ve Dr. Hazal Papuççular’a sormak kaldı. Papuççular, "Türk-Yunan uyuşmazlığı spesifik bir Türkiye-AB uyuşmazlığına dönüşmemeli. Yunanistan’ın AB üyesi olması sebebiyle, AB’yi konudan azade düşünmek mümkün değil. Ama bunun tamamen bir Türkiye-AB meselesine dönüşmemesi gerekir. Eğer öyle olursa, Ege konusunda Türkiye açısından eşitsiz bir durum ortaya çıkaracaktır. Nitekim AB, içinde Türkiye ile farklı ilişkileri olan birçok ülkeyi barındırıyor. Aynı zamanda genel anlamda Türkiye ve AB ilişkilerinin diğer tüm alanlarına da sirayet edeceğini düşünüyorum" dedi.- Yunanistan ile geçen yıldan bu yana gergin bir süreç yaşanıyor. Öyle ki bir ara devreye NATO bile girdi de gerilim ancak ötelendi. Tedarik edeceği yeni araçlarla askeri gücünü artırmayı planlayan Atina, şimdi de dev bir bütçe ayırdı. Adaları silahlandırması ve asker yığmasındaki amacın Türkiye’yi tehdit olduğu görüşü hâkim. Yunanistan ile gerilim savaş noktasına taşınır mı? ABD ve AB izin verir mi?İki ülke arasında geçen yaz olduğu gibi gerilimin tırmandığı dönemler yaşanabilir, ancak bunun bir Türk-Yunan savaşına dönüşme ihtimalini çok düşük görüyorum açıkçası. Geçen yıl sizin de belirttiğiniz gibi NATO konuya müdahil olmuştu zira iki NATO ülkesi arasında çıkacak bir savaş NATO’nun mevcudiyeti açısından da bir fiyasko olurdu. Bu denklem değişmedi. Ancak NATO, AB ya da ABD’nin böyle bir duruma izin verip vermemesini bir kenara koyalım. Türkiye ve Yunanistan’ın da tam anlamıyla yaşanacak bir savaş durumunu mevcut durumları ve çıkarları açısından tercih edeceğini düşünmüyorum.- Yunanistan’ın İyon Denizi’ndeki karasularını 12 mile çıkarmasının ardından gözler Ege’ye çevrildi. Aslında TBMM, 1995’te aldığı bir kararla Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki karasularını 12 mile çıkarmasının bir savaş nedeni olacağını duyurmuştu. Atina, Ege Denizi’nde bunu uygulayabilir mi?İyon Denizi’nde alınan karar aslında Ege Denizi için de bir mesaj veriyor. Kararnamede Yunanistan’ın İyon Denizi’ndeki karasularını 12 mile çıkarırken diğer bölgeler için hakkını saklı tuttuğunu belirtmesi bu şekilde anlaşılmalı. Meclis’in aldığı casus belli kararı Yunanistan için hâlâ caydırıcı bir unsur. Bunu Yunan kamuoyundaki tartışmalardan da anlayabiliyoruz. Ancak uzun vadedeki konjonktürel dönüşümleri hiçbirimiz öngöremeyiz. Ege’de böyle bir kararın ilanı, Yunanistan’ın karasularının Ege’nin yüzde 70’ine tekabül etmesi anlamına geliyor. Bunun da Türkiye açısından kabul edilebilecek bir tarafı yok. O sebeple Türkiye’nin bu konuyu hassasiyetle takip etmesi gerekiyor.- Yunanistan, İsrail’le savunma anlaşması imzalıyor. S.Arabistan Yunanistan’la tatbikat için Girit’e savaş uçakları gönderiyor. Katar, S.Arabistan’la anlaşıyor. Libya’da Türkiye’nin desteklediği UUH ile birlikte Rusya, Fransa, Mısır’la görüşüyor. Tüm bu fotoğraftan “şer cephesi kuruluyor” anlamını mı çıkarmalıyız?Bu gelişmelerin Türk dış politikası açısından oldukça çetrefilli diyebileceğimiz bir fotoğraf sunduğunu kabul etmek gerekir. İki noktaya dikkat çekmek isterim: Birincisi, Katar ve Suudi Arabistan arasındaki normalleşmenin Türkiye açısından ne anlama geldiğini henüz bilmiyoruz. Bu, Türkiye’nin ilk etapta karşıladığı kadar olumlu bir gelişme de olmayabilir. İkincisi ise Türkiye’nin aktif olarak içinde bulunduğu hiçbir meselede farklı aktörler görmüyoruz. Bu da bize, konular arasında denge bulmanın zorlaşabileceğini yahut aktörlerle bozulan ya da tamir edilen ilişkilerin birden çok alana tesir edeceğini gösteriyor.- Bu arada Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Yunanistan ile istikşafi, güven artırıcı önlemler ve ayrıştırma kapsamındaki görüşmelerin başlamasından yana olduklarını söyledi. Ne bekliyorsunuz?Bir süredir Türkiye’nin istikşafi görüşmeleri yeniden başlatmaktan yana bir tavrı olduğunu çeşitli açıklamalardan görüyoruz. Son bir haftadır da basında “iyi niyet” göstergesi olarak Oruç Reis’in çalışmalarını Antalya Körfezi’ne çektiği yazıldı. Yunanistan’a göreyse Türkiye’nin hareketi direkt olarak AB yaptırımları ile ilgili. Zaten Atina’ya göre tartışılması gereken tek şey kıta sahanlığı. O yüzden Yunanistan özellikle adaların silahlandırılması gibi diğer konuların açılmasını istemiyor ve şimdilik çekimser görünüyor. Sadece istikşafi görüşmeler olmasına rağmen tarafların beklentileri birbirlerinden epeyce farklı. Biz de beklentimizi ona göre hesaplamalıyız.- Üzerine tez yazdığınız Oniki Ada meselesine gelmek istiyorum: Öngörünüz nedir, 2021’de konuşacağımız konulardan biri midir Oniki Ada?Sanıyorum sadece 2021’de değil, sonraki yıllarda da konuşmaya devam edeceğiz. Zira, adaların siyaset ve kamuoyu tarafından tartışılması iki düzlemde gerçekleşiyor. Bir tanesi, geçmiştekine de benzer bir biçimde, Türkiye ve Yunanistan arasında gerginliğin yükseldiği dönemlere rastlıyor. 2021’de ve sonraki dönemde de Türkiye ve Yunanistan Ege ve Doğu Akdeniz’de sorun yaşadıkça adalar konuşulmaya devam edecektir. Fakat diğer taraftan konunun mevcut konjonktürden daha çok, erken Cumhuriyet dönemi tarihinin tartışılmasına odaklanan iç politikaya ilişkin kısmı da var. Yıllardan beri, bu bağlamda da adalar konusunun konuşulmadığı bir dönem olmadı.- Aslında 100 yılı aşkın süredir pek çok tartışmanın odağında yer alıyor. Bize anlatır mısınız: Oniki Ada’nın diğer Ege adalarından ne farkı var?Oniki Ada, Akdeniz’deki konumu dolayısıyla stratejik öneme sahip bir ada grubu. Türkiye açısından bakıldığında ise Anadolu’ya coğrafi olarak çok yakın, dolayısıyla güvenlik söyleminde önemli bir yer tutuyor. Ayrıca, Ege sorunları bağlamında da en problemli bölgeyi oluşturuyor. Şöyle ki: Egemenliği tartışmalı adacıklar da geçen yıl kıta sahanlığı üzerinden sıkça tartıştığımız Meis de bu grubun içinde.- Lozan bir zaferdi, ama hezimet diyenler de var. Tabii Lozan gündemdeyse Oniki Ada da masaya yatırılıyor. Lozan’da adalarla ilgili bir mücadele yürütüldü mü?Son dönemin en hararetli tartışmalarından bir tanesi… Lozan Antlaşması’nın özellikle Oniki Ada meselesine bağlanmasını bir hayli ilginç buluyorum aslında. Çünkü Ege adaları fiilen 1918’den önce elden çıkmış olduğu için “misakımilli”nin içerisinde de değil. Bu bağlamda Türk delegasyonunun Oniki Ada ile ilgili kıyasıya bir diplomasi yürüttüğünü söylemek mümkün değil. Delegasyona verilen talimatta da adalar ile ilgili “duruma göre hareket edilmesi” gerektiği yazar. Türkiye’nin adalar bağlamında daha çok çaba harcadığı grup kuzeyde Boğaz’a yakın olan adalar. Delegasyon, güvenlik perspektifinden bu gruba daha çok önem atfetmiş görünüyor. Ancak tüm bu adalar meselesini Lozan bağlamında tartışırken hataya düşmemek adına söylenmesi gereken şey, Türklerin Lozan’daki öncelikleri olmalı. Bu da bağımsızlık meselesidir. Lozan’ın temel hedefinin kapitülatif sistemden arınmış, bağımsız bir Türkiye’nin uluslararası alanda tanınması olduğunu görüyoruz. Adalar konusunda “duruma göre hareket edilmesi”ni isteyen talimat, kapitülasyonlar ile ilgili bir sorun çıktığında görüşmelerin kesilmesi gerektiğini belirtir. Kısacası Lozan’da Türkiye’nin öncelikleri bizim bugün düşündüklerimizden farklı. Bu durumu göz önünde tuttuğumuzda, Lozan’da delegasyonun çok daha önceden kaybedilen Oniki Ada ile ilgili kıyasıya müzakere yapmamış olmasının şaşırtıcı bir tarafı kalmıyor.- Ama Meis için durum farklı değil mi?Evet, Oniki Ada grubuyla ilgili tüm bu durumun tek istisnası Meis. Lozan Konferansı iki dönemden oluşur. Meis, konferansın ikinci döneminde müzakere edilen ve son dönemine kadar da masada olan meselelerinden bir tanesidir. Türk delegasyonu Meis’in kendi karasuları içinde olduğunu belirtip buna dayanarak adayı istemiştir. Ancak buna karşılık sadece İtalya değil Fransa’nın da reddi ile karşılaşmıştır. Türkiye’nin Meis isteğine karşı, Fransa tarafından Meriç sınırı, İtalya tarafından da savaş tazminatı meselesi gündeme getirilmiştir. Meis, konferansın son ayına kadar çözülemeyince ve Türkiye de bu konuda herhangi bir ilerleme göremeyince İsmet Paşa, Türkiye’nin barış için büyük bir fedakârlıkta bulunduğunu belirterek Meis meselesini kapatmıştır. Bana kalırsa Lozan’daki Meis müzakeresi adalar meselesini de aşarak konferansa ve anlaşmaya dair önemli birkaç noktayı da ortaya koyar. Birincisi, bugün, Türkiye’nin yürüttüğü Milli Mücadele’yi müttefik blokunun bölünmüşlüğü üzerinden küçümseyen tavra verilebilecek iyi cevaplardan bir tanesidir bu örnek. Zira, Meis örneğinin de gösterdiği üzere, Milli Mücadele sürecinde zaman zaman birbiriyle çelişen müttefikler Lozan’da çoğu meselede işbirliği içinde olabilmiştir. İkincisi ise Türkiye’nin kendisi için elzem gördüğü kapitülasyonlar gibi konularda problemleri aştığı vakit barış ihtiyacını ikincil konuların önüne koyduğudur. Sonuç olarak 10 yıllık bir savaştan bahsediyoruz…- Ege’de egemenliği devredilmemiş gri bölgeler var mı? Bu durumun, Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunda ağırlığı ne?Elimizdeki uluslararası antlaşmalara baktığımızda evet, Ege’de egemenliği açıkça bir başka ülkeye devredilmemiş bazı coğrafi formasyonlar var. Kimi araştırmacı bunları gri bölgeler kimisi de “Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan'a Devredilmemiş Ada, Adacıklar ve Kayalıklar” olarak adlandırıyor. Bildiğim kadarıyla gri bölgeler terimi ilk olarak Yunanistan tarafından kullanılmış. Fakat günümüzde Atina Lozan’a atıfla Ege’de gri bölgeler olmadığını belirtip tüm bu formasyonların Yunanistan’a ait olduğunu iddia ediyor ki bu Yunanistan’ın Ege’ye bakışına dair çok şey söylüyor; çünkü Lozan’a göre Türkiye’nin İtalya ya da Yunanistan’a devrettiği adalar bellidir, antlaşma bunlara bağlı adacık veya kayalıkları da sözü geçen ülkeye verir. Ancak, Oniki Ada çevresinde Türkiye’nin ismen devrettiği adalara “bağlı” konumda olmayan formasyonlar da var. Bunlar, antlaşmada zikredilerek şu ülkeye verilmiştir denmiyor. Bu sebeple de Yunanistan’ın bu bölgelerde egemenlik iddia etmesi iki ülke arasında sorun yaratıyor. Egemenliği tartışmalı ada, adacık ve kayalıklar iki ülke arasında kriz üretmeye teşne bir alanı oluşturuyor. Zaten bunun bir örneğini Kardak krizinden çok iyi biliyoruz. Maalesef son birkaç yıldır, Eşek ve Bulamaç gibi bence bu kategoriye giren adaların da Yunanistan’ın fiili işgali altında olduğunu basından okuyoruz. Bu fiili durum, Ege’de mevcut statükonun Yunanistan lehine değiştiğini gösteriyor.- “Oniki Adalar bizim” görüşüyle “Oniki Adalar Yunanistan”ın görüşü... hangi temellere dayanıyor?İkinci Dünya Savaşı sona yaklaşırken, Oniki Ada’nın geleceği konusu, özellikle Amerikalılar ve İngilizler tarafından tartışılmaya başlanmıştı. Bu tartışmaların olduğu belgeler Türkiye ve Yunanistan’ın görüşlerini tam olarak anlamak açısından fevkaladedir. Öncelikle, her iki tarafın da görüşlerini tarihe dayandırdığını söylemek mümkün. Türkiye, adaların hiçbir zaman Yunan ulus devletinin bir parçası olmadığını, yüzyıllarca Osmanlı egemenliğinde olduğunu söylerken, Yunanistan iddiasını antik döneme kadar dayandırmış ve bir nevi “anavatan” söylemi kurmuştu. Bunların dışında Türkiye’nin özellikle önemsediği iki unsurdan biri, adaların Anadolu’nun bir parçası olduğuna atıfla coğrafya, diğeri ise güvenlikti. Türkiye’ye göre, adalar Anadolu için bir güvenlik zafiyetiydi. Yunanistan ise konuya demografik açıdan bakıyor ve adaların çoğunluğunun Rum olduğunu belirterek iddiasını nüfus üzerinden sürdürüyordu./Archive/2021/1/11/015429227-09-pabuccular-3.jpg- Kitabınızda diyorsunuz ki: “Oniki Ada’dan gelecek bir saldırı korkusu, Türkiye’yi 1930’ların ikinci yarısında İngiltere’ye ve dolaylı olarak da Fransa’ya yakınlaştırarak Türk dış politikasının genel gidişatında büyük denilebilecek bir değişiklik yaratmıştı. Bu değişikliğin sonuçları uzun yıllar kendisini hissettirecekti.” Açar mısınız, o sonuçları bugün hâlâ hissediyor muyuz?Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde İngiltere ve Fransa ile Üçlü Pakt yapması iki savaş arası dönemin görece bağımsız olarak adlandırdığımız dış politikasından farklı bir dönemi başlatacak ilk adımdı. Daha büyüğü ise savaş sonrasında Türkiye’nin Batı kampına eklemlenmesi ile geldi. Bunların hiçbiri tekdüze ve basit süreçler değildi. Hatta 2. Dünya Savaşı’nın sonu Türkiye’nin uluslararası konumu açısından oldukça sancılı bir süreci de beraberinde getirmişti. Uluslararası sistemin de dayattığı bu büyük yapısal değişiklik, yani Türkiye’nin Batı kampına eklemlenmesi, tabii ki Türk dış politikasının 20. yüzyılının ikinci yarısına damga vurmuştur diyebiliriz. Bugün Türkiye’nin NATO ülkesi olduğunu düşündüğümüzde, bu yapısal değişikliğin etkisinin günümüze kadar ulaştığını da söyleyebiliriz.- Türkiye’nin bugün Ege politikasını tatminkâr buluyor musunuz? İdeal olanı nasıl?Ortada bir sorun varsa, ideali o sorunu çözmektir. Ancak açık konuşmak gerekirse, ideal olanın gerçekleşmesi biraz zor görünüyor. Ege’de daha önce de bahsettiğimiz karasuları, kıta sahanlığı, egemenliği tartışmalı alanlar, adaların gayri askeri statüsü gibi birçok sorun var. Bunların çoğunluğu da uzun yıllara yayılmış meseleler. Bu konular çözülmese bile mevcut statükonun Türkiye aleyhine bozulmasına engel olunmalı. Bir de bence, Ege sorunu bir Türk-Yunan meselesi olarak kalmalı…- Ne demek istiyorsunuz?Türk-Yunan uyuşmazlığından spesifik bir Türkiye-AB uyuşmazlığına dönüşmemeli demek istiyorum. Yunanistan’ın AB üyesi olması sebebiyle, AB’yi konudan azade düşünmek mümkün değil. Ama bunun tamamen bir Türkiye-AB meselesine dönüşmemesi gerekir.- Türk-Yunan meselesi olarak kalmazsa ne olur?Ege konusunda Türkiye açısından eşitsiz bir durum ortaya çıkaracaktır. Nitekim AB, içinde Türkiye ile farklı ilişkileri olan birçok ülkeyi barındırıyor. Aynı zamanda genel anlamda Türkiye ve AB ilişkilerinin diğer tüm alanlarına da sirayet edeceğini düşünüyorum./Archive/2021/1/11/015433086-09-pabuccular-4.jpgGÖÇ KRİZİ- Bir görüşünüz de şöyle: “Ege Denizi çağlar boyunca göç hareketlerinin yoğun yaşandığı bir yer olmuştur. Bugün de öyle.” Tarihe dönecek olursak, Oniki Ada ile Türkiye arasındaki göç, sıkıntılara yol açıyor muydu?20. yüzyıla baktığımızda özellikle savaş dönemlerinde Ege’deki hareketliliğin arttığını görüyoruz. Balkan Savaşları, Kurtuluş Savaşı ve Mübadele de bu bağlamda düşünülebilir ve coğrafyanın demografisi açısından oldukça önemlidir. Bunların dışında, hem 1930’ların sonunda İtalyan faşizminin Oniki Ada’daki katı uygulamaları sonucunda hem de 2. Dünya Savaşı sırasında genel olarak Ege adalarından savaş ve kıtlık sebebiyle Anadolu’ya kaçan sivil-asker çok sayıda kişi olmuştu. 1930’larda Oniki Ada’dan kaçanlar Türkiye ve İtalya’nın halihazırda sorunlu olan ilişkisine bir sorun daha katıyorlardı. Zira konu hayli siyasiydi. Rejim karşıtları en yakın yere, Türkiye’ye kaçıyorlardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında ise tüm Ege adalarından gelen bir göç dalgası yaşanmıştı. Tabii ki bu durum Türkiye açısından bir sorunlar yumağıydı ve müttefiklerle de problemlere sebep oluyordu. Kamplar ya da sığınmacıların getirdiği finansal yük, müzakere ve tartışmaların odağındaydı. Belirli dönemlerde Türkiye göçmenleri kabul etmeyeceğini de belirtmiş ve bunu bir süreliğine uygulamıştı.TÜRKİYE, 2. DÜNYA SAVAŞI’NDAKİ DIŞ POLİTİKASI SAYESİNDE İŞGAL EDİLMEDİ- Aslında Oniki Ada ve Türkiye meselesi 1939’dan 1945’e kadar sık sık masaya geldi. 1943’te de Türklere teklif ediliyor Oniki Ada, değil mi?Evet. Aslında savaş boyunca Türkiye’ye adalara dair çeşitli tekliflerde bulunuluyor. Sadece Almanları ele aldığımızda bile, 1941’de ve 1944’te de adaların bütünü ya da birkaçına dair bazı tekliflerinin olduğu görülüyor. Yani 1943 teklifinde istisnai bir durumdan bahsetmiyoruz. Zira iki savaş arası dönemde Türkiye’nin ciddi bir tehdit olarak algıladığı bu adalar, farklı ülkeler tarafından Türkiye’nin fikrini değiştirebilecek ya da Türkiye’den bir şey elde etmede kullanılabilecek bir unsur olarak görülüyor. Tüm bu tekliflerin, Türkiye’nin savaş dışı tutumunu pekiştirmek, Türkiye’yi savaşa sokmak, Türkiye’nin müttefiklerle ilişkisine darbe vurmak ya da 1941’de olduğu gibi Türkiye’den transit geçiş hakkı elde etmek gibi farklı birtakım amaçları var. Şunu unutmamak lazım: Türkiye 1939’da Üçlü Paktı yaparken, üzerine en çok eğildiği konulardan bir tanesi Oniki Ada’ya yapılacak bir operasyondu. Aylarca bir plan üzerinde çalışıldı. Ancak Türkiye, savaş Akdeniz’e yayıldığında tüm bu planlarını rafa kaldırarak savaş dışı kalmayı tercih etti, çünkü Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’ndaki en önemli hedefi Türkiye’nin yıkımına meydan vermemekti. Savaşın sonuna doğru ise ortaya çıkan Sovyet dinamiği, Türkiye’nin dış politikasında önemli bir yere sahip olmuştu. Türkiye’nin savaşın sonuna doğru gelen tekliflere karşı tutumu da bu bağlamda incelenmelidir. Yenilen Almanya’nın yaptığı tekliflere verilen cevapları, savaşın ve Türk dış politikasının genel durumunu analiz etmeden yorumlamak hatalı sonuçları beraberinde getirmektedir. Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’ndaki dış politikası, bugünden baktığımızda adalar konusunda istenileni vermemiş olabilir. Ancak bu politika sayesindedir ki Türkiye işgal edilmemiş ya da savaşın yarattığı yıkıma uğramamıştır. İpek Özbey

‘Virgin bombası’yeni boyut kazandı

‘Virgin bombası’ yeni boyut kazandı Turkcell’e “vergi cenneti” Virgin Adaları üzerinden kredi veren Ziraat Bankası Genel Müdürü Aydın ile Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Aksu’nun, Turkcell’in yönetim kurulunda olduğu ortaya çıktı. CHP’li Yavuzyılmaz, “Bütün bürokratik ilkeler birer birer çöküyor” dedi. Ziraat Bankası’nın, Çukurova Grubu’na “vergi cenneti” olarak bilinen Virgin Adaları üzerinden Turkcell için verdiği 1 milyar 636 milyon dolar kredi yeni bir boyut kazandı. CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Bülent Aksu’nun ve Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın’ın aynı zamanda Turkcell’in Yönetim Kurulu’nda olduğunu anımsattı. Yavuzyılmaz, “Bu çok rollü bürokratlar, siyasi otoritenin güdümünde bulunup, hem partili hem de şahsidirler. Türkiye’de bütün bürokratik ilkeler birer birer çökmektedir” dedi. Ziraat Bankası’nın verdiği kredi Sayıştay’ın denetim raporunda ortaya çıkmıştı. Rapora göre, 2014 yılında 1 milyar 636 milyon dolar olarak verilen kredinin 17.5 milyon dolarlık miktarının ödendiği belirtilmişti. Raporda, “Kredinin gecikmiş son üç yıllık anapara taksiti ve faizleri tutarı toplamı 726 milyon 572 bin 712 dolar seviyesine çıkmıştır. 15.05.2020 itibari ile kredi anapara ve faiz ödemelerine ilişkin 654 gün vadesi geçmiş ödenmesi gereken tutarların bulunduğu banka bilgi işlem kayıtlarından görülmüştür” denilmişti. Ziraat Bankası ise kredinin Ekim 2020’de tahsil edildiğini açıklamıştı.YAVUZYILMAZ: BU NASIL İŞ?Verilen krediyi Cumhuriyet’e değerlendiren CHP’li Yavuzyılmaz, “Krediyi veren Ziraat Bankası. Krediyi alan Turkcell’in Virgin Adası’ndaki şirketi. Krediyi veren Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın, aynı zamanda krediyi alan Turkcell’in de yönetim kurulu üyesi ve Turkcell’in yüzde 26,2 hissedarı olan Türkiye Varlık Fonu’nun da yönetiminde. Bu nasıl iş!” diye sordu. Aksu’nun Turkcell ve Eximbank’ın Yönetim Kurulu Başkanı olduğunu da ifade eden Yavuzyılmaz, “Bu çok rollü bürokratlar eşzamanlı görev aldıkları kurum ve şirketlerin haklılık, kârlılık ve zarar alanlarını birbirinden nasıl ayırıyor, birbirlerine karşı çıkarlarını nasıl koruyup kolluyorlar? Mesela Turkcell’in Eximbank ile bir kredi ilişkisinde nasıl bir pozisyon alacak?” dedi. Hazal Ocak

İzmir Bölge Adliye Mahkemesi, Buğra Gökçe için yapılan yalan habere eleştiri dedi

İzmir Bölge Adliye Mahkemesi, Buğra Gökçe için yapılan yalan habere eleştiri dedi İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Buğra Gökçe hakkında yalan haber yapan muhabire verilen 1 yıl 15 gün hapis cezası, yapılan itiraz sonucu mahkeme tarafından eleştiri sınırları içerisinde bulunarak bozuldu. İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Buğra Gökçe’nin “darbeci askerlerle ilişkili” olduğu iddiasıyla haber yapan muhabir “hakaret ve iftira” suçundan 1 yıl 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. İtiraz üzerine dosyayı ele alan İzmir Bölge Adliye Mahkemesi ise haberin “basın özgürlüğü ve eleştiri” sınırları içinde kaldığına karar verdi. Karara tepki gösteren Gökçe’nin avukatı, Anayasa Mahkemesi’ne başvuracaklarını açıkladı. Sabah gazetesinde, 17 ve 19 Ağustos 2016 tarihlerinde yayımlanan haberlerde Buğra Gökçe’nin, darbeci subaylarla ilişkili olduğu iddia edilmiş ve subaylarla birlikte olduğu bir fotoğraf belge olarak gösterilmişti. Haberinin ardından Gökçe hakkında inceleme başlatılmıştı. İncelemede söz konusu fotoğrafın, 21 Mayıs 2015 tarihinde Hava Kuvvetleri’nin kuruluş yıldönümünde Çiğli 2. Ana Jet Üssü’ndeki kutlama törenine ait olduğu ortaya çıkmıştı. Gökçe’nin şikâyeti üzerine açılan davada mahkeme, Sabah muhabiri Ertan Gürcaner’in “asılsız haber, iftira suçlarını işlediğine” hükmederek, muhabiri 1 yıl 15 gün hapis cezası ve 7 bin 500 TL manevi ve 304 TL maddi tazminat ödemeye mahkûm etti. Sabah’ın başvurusu üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi, haberi eleştiri sınırları içerisinde bularak, Gökçe’nin “eleştirilere katlanması gerektiğine” hükmetti. Gürcaner, hakkında verilen hapis ve tazminat cezaları kaldırıldı. Yargılamanın tüm giderleri Gökçe’nin üzerine bırakıldı.‘LİNÇ AMAÇLANDI’Karara tepki gösteren Gökçe’nin avukatı Burak Güner, “Gerçeğe aykırı haberlerle Gökçe’nin itibarsızlaştırılması, toplum tarafından vatan haini olarak görülmesi ve terör örgütü üyesi olarak linç edilmesi amaçlanmıştır” dedi. Muhammed Özmen

Suikast eğitimi veren SADAT’ın kurucusu ve eski CumhurbaşkanlığıBaşdanışmanı,İslam Birliği Kongresi düzenledi

Suikast eğitimi veren SADAT’ın kurucusu ve eski Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı, İslam Birliği Kongresi düzenledi Suikast eğitimi veren SADAT’ın kurucusu, eski Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı, İslam Birliği Kongresi düzenledi. Kongrede, başında cumhurbaşkanı bulunan İslama dayalı konfederasyon kurulması kararlaştırıldı. Konfederasyonun iç güvenliği, dış politikası ve adalet sistemi tek merkezden yönetilecek. Gazetemizin suikast ve gayri nizami harp tekniklerinin de yer aldığı eğitim programları düzenlediğini belirlediği Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Şirketi’nin (SADAT) kurucusu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eski başdanışmanı emekli General Adnan Tanrıverdi’nin düzenlediği İslam Birliği Kongresi’nde, başında cumhurbaşkanı bulunan, İslam inancına dayalı bir konfederasyon kurulması kararlaştırıldı.Tanrıverdi’nin başkanı olduğu Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği’nin (ASSAM), Üsküdar Üniversitesi yetkilileri ile devlete ait Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kazım Uysal’ın da katıldığı 4. Uluslararası İslam Kongresi, geçen aralık ayında sanal ortamda gerçekleştirildi. Kongrenin sonuç bildirgesi geçen günlerde açıklandı.İslam dünyasının “süper güç” olarak tarih sahnesine yeniden çıkabilmesi için Asya-Afrika (Asrika; 28’i Asya, 27’si Afrika, 4’ü Avrupa, 2’si Güney Amerika ülkesi) coğrafyasında 9 bölgesel federasyondan oluşan bir İslam birliği konfederasyonu oluşturulması önerilen bildirgeye göre; her İslam ülkesinde birer “İslam birliği bakanlığı” kurulacak, bir de İslam ülkeleri parlamentosu oluşturulacak. İslam ekonomisine dayalı bir ekonomik işbirliği sistemi ve ortak savunma sistemi kurulacak, iç güvenlik ve dış politika tek merkezden yönetilecek, ortak adalet sistemi kurgulanacak. Kurulacak İslam birliğinin; resmi dili, bayrağı, başkenti, yasama ve yürütme yetkisi olacak. Gümrük birliği sağlanacak, ortak pazar kurulacak, para birliğine gidilecek.ANAYASASI OLACAKİslam ülkeleri konfederasyonunun bir anayasası olacak, başta bir konfederal cumhuriyet başkanı bulunacak. Onun altında konfederal cumhuriyet başkan yardımcıları görev yapacak. Bölgesel federal cumhuriyet başkanları, adalet, milli savunma, içişleri, dışişleri bakanları, genelkurmay başkanı, kara, deniz, hava ve müşterek kuvvet komutanlarının katıldığı “konfederal cumhuriyet güvenlik konseyi” oluşturulacak. Ayrıca, konfederasyon merkezinde genelkurmay başkanı, kara, deniz, hava vb. komutanlıklar bulunacak. Işık Kansu

Hükümlünün uzaktan eğitimineönce kabul sonra ret!

Hükümlünün uzaktan eğitimine önce kabul sonra ret! Kırıkkkale F Tipi Cezaevi’nde hükümlü Emre Türkay’ın (33) uzaktan eğitim talebini kabul eden hâkimlik 3 ay sonra aksi yönde karar verdi. İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Gazetecilik Bölümü son sınıf öğrencisi hükümlü Emre Türkay gazetemize mektup ve mahkeme kararlarını göndererek eğitim hakkının engellendiğini belirtti. İki buçuk yıl önce kendi parasıyla aldığı bilgisayarla eğitimine cezaevinde devam ettiğini anlatan Türkay, cezaevi idaresinin keyfi şekilde bir anda eğitimini sonlandırdığını söyledi. Türkay, idarenin tutumu karşısında Kırıkkale İnfaz Hâkimliği’ne başvurarak uzaktan eğitiminin devam etmesi için talepte bulunduğunu aktardı. Türkay, hâkimliğin geçen eylül ayında, “canlı dersler dışında yazılı dokümanların olmaması nedeniyle derslere devam edilemeyeceği dolayısıyla bilgisayar kullanmak suretiyle derslere katılımın eğitim hakkı çerçevesinde zaruri sayılacağı bu sebeple hükümlünün talebinin kabulüne” karar verdiğini belirtti.‘KESİN KARAR BOZULDU’Eylül ayında verilen bu karara itiraz olmamasına karşın Kırıkkale İnfaz Hâkimliği’nin 7 Aralık’ta ikinci bir karar alarak canlı derslere katılım zorunluluğu olmaması ve Covid-19 salgını gerekçesiyle talebi reddettiğini aktaran Türkay, “İlk kararda talebimi kabul ediyorlar ama son kararda ‘böyle uzaktan eğitim yok’ deyip kabul etmiyorlar. Daha vahim olan mahkeme ‘kesinleşmiş kararı’ bozuyor. İtiraz ve temyiz süreleri geçen kararlar kesin kararlar oluyor. Yani mahkeme canı istediği zaman aynı dosya üzerinden farklı kararlar veriyor. Karara itiraz ettim. Uzaktan eğitimden mahkûmların faydalanması için çok açık hüküm var. Madem mevzuatta yok iki buçuk yıl nasıl aldım uzaktan eğitimi” dedi. Aynı hâkimliğin 3 ay arayla iki farklı kararındaki çelişkiye dikkat çeken Türkay, “İlk kararda üniversite ‘basılı kaynak’ yok diyor. Mahkeme ise ikinci kararda kitap parasını ödeyerek alsın diyor. Olmayan kitabı nasıl alacağım. İdare ve mahkeme keyfi davranıyor” dedi. Zehra Özdilek

Diyarbakırşehidine son görev

Diyarbakır şehidine son görev Diyarbakır’ın Lice ilçesi kırsalında teröristlerle çıkan çatışmada şehit olan 24 yaşındaki Jandarma Uzman Çavuş Mehmet Çelik, memleketi Malatya’da gözyaşlarıyla son yolculuğuna uğurlandı. Diyarbakır’ın Lice ilçesi kırsalında teröristlerle çıkan çatışmada şehit olan Jandarma Uzman Çavuş Mehmet Çelik (24), memleketi Malatya’da toprağa verildi. Çelik’in cenazesi, Diyarbakır General Galip Deniz Kışlası’ndaki törenin ardından dün Malatya’nın Yeşilyurt ilçesine bağlı Özalper Mahallesi’ndeki baba evine getirildi. Şehidin Türk bayrağına sarılı naaşı, kılınan cenaze namazının ardından Malatya Şehitliği’nde toprağa verildi. Törene, şehidin babası Latif ve annesi Aynur Çelik, eşi Ebru Çelik ile askeri ve mülki erkân katıldı. Öte yandan, Milli Savunma Bakanlığı TSK tarafından son bir ayda 8’i büyük, 35’i orta çaplı olmak üzere 43 operasyon gerçekleştirildiğini, operasyonlarda 226 teröristin etkisiz hale getirildiğini açıkladı. Selahattin Gökaltay

"Büyük Kadın Sanatçılar" kitabıyla tartışmaların odağıolan AkSanat'ın bugüne kadar ki serüveni

"Büyük Kadın Sanatçılar" kitabıyla tartışmaların odağı olan AkSanat'ın bugüne kadar ki serüveni Unutmak, unutturmak mı, yoksa yok saymak mı? AkSanat kaç yılında kuruldu, kaç kitap basıldı? Cumhuriyet’te Yazgülü Aldoğan’ın yazdığı ve yorum için de açık kapı bırakıp tartışma başlattığı “Büyük Kadın Sanatçılar” kitabının tanıtım yazısı, yaşamın içinden bana farklı bir olguyu anımsattı: “Diriye değil, ölüye saydılar bizi.” Bir kitap için bu ne fırtına mı? Ama, büyük bir kurumun, hele “sanat ve sanatçının yanında,” sloganını yıllarca simge edinmiş bir kurumun açıklaması bile yeter de artar! Üstelik, yayımladıkları kitaplar için , “...dostlarımıza ve gençlerin faydalanabilmesi için de üniversite kütüphanelerine armağan ediyoruz” demişlerse, saygıyla karşılanmalı! O zaman okumaya başla! Kitabın adı: “Büyük Kadın Sanatçılar...” Hem de 400 büyük kadın! Demek ki, sanat evreninde, “Büyük erkek sanatçılar” kitabı da sırada! İronisi bir yana, sorun; kitapta F. Zeid dışında bu toprakların sanatçılarının yer almaması ile “çeviri de olsa, “Büyük kadın sanatçılar” başlığının 21. yüzyılda bile sanat adına tanımlanmış olması o kurumu bağlar. Sorun Batılı ya da yerli yazar sorunu değil; anlayış, algı “entektüel!” bakış açısı o kadar! Birkaç günden beri usta sanatçı ve yazarların söylemleri ve karşı çıkmaları da bundan.YOK SAYMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİAslında bu olay tekil değil, toplumsal bir olgu. Aksini düşündüklerini sanmak istemiyorum ama... Cumhuriyet’in kültür ve sanat sayfasına, kurum adına yapılan açıklama, imzasız da olsa çok doyurucu ve saydamdı! Hadi, her ortamda dillendirilen ve pek hoşlandıkları Arapça sözcüğü kullanarak, bu “vesileyle” söyleyelim ki “Zikr-i cemil” edilen yazıda (işin içine basın girdiği için her sözcük üzerinde çok çalışılmıştır ve o makamdan bu masaya onay alınmıştır) övünçle şöyle denilmektedir: “... ‘2004 yılından bu yana’ Türkiye’de çağdaş sanattan mimariye, fotoğraftan resme kadar sanatın farklı disiplinlerinde 16 kitap yayımladık.” Lakin, bir sorum olacak, kamuoyunu bilgilendirme ve “yok sayma” adına. Bu sorum bireysel soru değil; unutmak başka, kurum adına “yok saymak” başka... Ama bir farkla, çünkü kültür ve sanat adına yapılan “tasarruflar”da kurum dolaylı olarak kendini de yok sayıyor! Neden mi? “Kurum, 2004 yılından bu yana Türkiye’de çağdaş sanattan mimariye, fotoğraftan resme kadar sanatın farklı disiplinlerinde 16 kitap yayınladık.” derken 2004 öncesini ne yapıyor? Aksanat ya da bugünkü adıyla Akbank Sanat evi de 2004 te mi kurulmuş?AKSANAT 1987’DE KURULDU1987 yılında Akbank’a sanat danışmanı olarak davet edildiğimde, saygıyla andığım; tiyatro, caz ve sanatın, bilimin, görgünün simgesi Hamit Belli ile görüştüğümde, İstanbul’da ilk ve kapsamlı donanımı ile bir kültür merkezini önermiştim. Sakıp Sabancı, değerli dostum Güngör Uras, Hamit Belli ve genel müdür yardımcıları ile her hafta oturup saatlerce ayrıntıları konuştuk. Sakıp Bey, bu kurumun gökdelende olmasını önerdi ama sanatın odak noktası Beyoğlu idi. Önce, Beyoğlu bölgesini de kapsayan bölgenin anıtlar kurulu başkanı Prof. Dr. Hande Süher’in onayını aldık. Metin Deniz’in tasarımı ile mimarlık bürosu çalışmalara başlarken, yapının işlevi için iki yıl sonrasının etkinliklerini planladık: Tüm yetkilerle, sonra gelsin sanatın, bilimin, kültürün erbabı dostlar! Vitali Hakko da ilk tanıtım kokteylini Vakko’ da yaptı. 1987 ile 2004 arası niye kayıp! Ne garip! Kuşku bu ya; ben de merak ediyorum: 16 yıl içinde altın madalya verdikleri sanat danışmanı da kayıp! Hadi beni yoklar hanesine yazdınız, ya kitaplar? “Kimse kusura bakmasın! İşimize geldiği gibi, unuturuz da yok da sayarız” mı? Unutmayalım: “Sanatın ve sanatçının yanındayız” demek bir erdem işi! “Eskiden kusur olan şeyler, görenek haline geldiyse... Çok, çok “büyük kadın sanatçılar”ın ne kusuru var? Hele curcunalı günlerde bunu düşünmek gerçekten “maharet” ister! Can-ı gönülden çorbada tuzu olanları kutluyorum!..KENDİNİ YOK SAYAN KİTAPLARBu kitapları hangi kurum, hangi logo ile yayımladı? Üstelik her biri 3 bin adet basılmış ve tükenmişti. Yok kitaplar: Gürol Sözen. / Bin Çeşit İstanbul ve Boğaziçi Yalıları. 1989 /Cahit Kayra. İstanbul Mekanlar ve Zamanlar.1990 /Prof. Mustafa Cezar. XIX. Yüzyıl Beyoğlu’su.1991/ Prof.Dr. Metin And. 16. yüzyılda İstanbul. 1993 /Çekmeceler. Ressam, Tasarımcı ve heykeltraşlar-3 kitap.1991 / Prof.Dr. Muhibbe Darga. Hitit Sanatı. 1992/Gürol Sözen. Ege’den Akdeniz’e Mavi Uygarlık From the Aegean to the Mediterranea 1995 /Prof.Dr. Talat S. Halman. Eski Anadolu ve Ortadoğu’dan şiirler. 1996 / Prof.Dr. Kıymet Giray. Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği. 1997/ Prof.Dr. Metin And. Minyatürlerde Osmanlı-İslam Mitolojisi. 1998 / Akbank 50. yıl Armağan kitabı: Gürol Sözen. Ege’den Akdeniz’e Mavi Uygarlık (2. Baskı) 1998 / Ahmet Kamil Gören. Akbank Resim Koleksiyonu. 1998 /Behzad Üsdiken. Pera’dan Beyoğlu’na (1840-1955). 1999 /Topkapı Sarayı. (Müze Müdürü Filiz Çağman ve seksiyon şefleri) 2000 / Yıldız Akyay Meriçboyu. Antik Çağ’da Anadolu Takıları. 2001/ Dr. Alpay Pasinli. İstanbul Arkeoloji Müzesi. 2003/ve Sakıp Sabancı Koleksiyonu... Gürol Sözen

Sanatta bu hafta

Sanatta bu hafta Sanatta bu hafta ‘İSTANBUL’UN İZLERİ’ GAMA GALERİ’DEGaia Art Project Sanat İnisiyatifi “İzler” serili çalışmalarının sonuncusu olan “İstanbul’un İzleri” adlı sergi 14 Ocak-11 Şubat tarihleri arasında Gama Galeri’de sanatseverle buluşacak. Hüseyin Rüstemoğlu sergide, ilham kaynağı İstanbul’un zamansız haline odaklanıyor. “İstanbul’un izleri” projesiyle insan bedeni ve çıplaklığını şehirle buluşturan sanatçı, hem şehri hem de insanoğlunun şehir üzerindeki yerini/rolünü sorguluyor. Multidisipliner çalışmalar sergileyen Zeynep Seda Dinçay ise İstanbul’un İzleri sergisinde, İstanbul’un yok olan doğasına ve kültürel değerlerine gönderme yaptığı seramik ve gravürleri izleyici ile buluşturuyor.MARİO LEVİ İLE HİKÂYE VE ROMAN ATÖLYESİİstanbul Modern’in yetişkinlere yönelik seminer programı Atölye Modern Çevrimiçi kış dönemi programı, katılımcıların yazın alanındaki sınırlarını geliştirebilecekleri Hikâye ve Roman Atölyesi ve tematik içeriğiyle yeni bir bakış açısı sunan Sanat Tarihi Seminerleri ile kış dönemine 13, 20, 27 Ocak’ta saat 19.30-21.30’da başlayacak. Sanat Tarihi Seminerleri başlığı altında Modern Sanatın Arkeolojisi, Modern ve Çağdaş Sanatta Sanatçının Portresi, Modern ve Çağdaş Sanatta Gündelik ve Sıradan Olanın Hikâyesi, Çağdaş Sanat ve Siyaset adlı seminerlere yer veriyor. Atölye Modern Çevrimiçi seminerleri Prof. Dr. Esra Alicavuşoğlu, Dr. Öğr. Üyesi Fırat Arapoğlu, Dr. Öğr. Üyesi Osman Erden ve Mario Levi tarafından verilecek. Dersler video konferans sistemi aracılığıyla canlı olarak gerçekleşecek.‘MİLYONFEST ONLİNE’ MÜZİKSEVERLERLE BULUŞACAK“Milyonfest Online”, 14-18 Ocak tarihleri arasında online etkinlik ve gösteri platformu Sosyo’da gerçekleştirilecek. 5 gün boyunca canlı yayımlanacak festivalde 15 sanatçı sahne alacak. Festivalde Mazhar Fuat Özkan, Sertab Erener, Duman, Athena, Pentagram, Ceza’nın da aralarında olduğu 15 sanatçı konser verecek. Tek konser 10 lira, günlük 20 lira, kombine 50 liradan satışa çıkan biletler, App Store ve Google Play’den ücretsiz indirilebilen Sosyo uygulamasından temin edilebilecek.‘DİJİTAL SAHNE’ SERİSİ BAŞLADIZorlu PSM’nin yeni çevrimiçi serisi “Dijital Sahne”, tiyatronun kült eserlerinden seçilen sahneleri görsel hikâye anlatıcılığıyla birleştirerek dijital dünyaya taşıyor. Seri boyunca her persembe yine William Shakespeare’e ait “On İkinci Gece”, “Romeo Juliet”, “Hırçın Kız”, “Bir Yaz Gecesi Rüyası” metinlerinin yanı sıra Anton Çehov’un “Ayı”, “Martı”, “Üç Kız Kardeş”, Sofokles’in “Antigone” ve Henrik Ibsen’in “Nora” metni kısa hikaye formatlarıyla dijital dünyada seyirciyle buluşacak. Öznur Oğraş Çolak

76. yıl Yunus NadiÖdülleri 2021

76. yıl Yunus Nadi Ödülleri 2021 Yunus Nadi Ödülleri 76. yılına girdi. 1946 yılından itibaren yapılan Yunus Nadi Ödülleri Yarışması, gazetemizin kurucusu Yunus Nadi’ye olan saygı ve sevgiden kaynaklanıyor. Yalnız Cumhuriyet gazetesinin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da büyük emeği bulunan Yunus Nadi’nin anısını her yıl tazelemek bizim için bir görev. Cumhuriyet’in Ulusal Bağımsızlık Savaşımızla ve Türkiye Cumhuriyeti ile eşzamanlı ve eşanlamlı bir kuruluş tarihçesi var. Yunus Nadi, gazetemizin temel taşlarını ve misyonunu bu doğrultuda oluşturdu. Yunus Nadi’nin ölüm yıldönümünü geçmişe dönük bir acı olarak değil, geleceğe yönelik bir kültür olayına dönüştürmek amacıyla bu yarışma düzenlendi. Yarışmanın ilk düzenlendiği yıllarda Türkiye’de sanat alanında hiçbir özel ödül yoktu; tek parti dönemiydi ve yalnızca CHP’nin düzenlediği bir şiir ödülü vardı. Aynı dönemde bütün dünyada sanat, bilim ve edebiyat ödülleri ün yapmışlardı. İsveç’te Nobel, ABD’de Pulitzer, Sovyetler’de Lenin, Fransa’da Goncourt ödüllerinin sonuçları ülkemizde de ilgiyle izleniyordu. Türkiye’de de bu alanda öncülüğü Cumhuriyet gazetesi üstlendi. Bundan 76 yıl önce düzenlenen Yunus Nadi Armağan Yarışması’yla kültür ve sanat alanında bir yarışma heyecanı oluşturuldu. Daha sonraki yıllarda ülkemizde de kültür ve sanat alanında yarışma ve ödüllerin sayısı çoğaldı. Yunus Nadi Ödülleri 76 yıl boyunca düzenli olarak gerçekleştirildi ve kültür-sanat alanında amaçlanan katkıları yaptı ve etkilerini duyurdu. Daha önce bir dalda yapılan ödüllendirmenin kapsamı 1990 yılından itibaren genişletildi ve Yunus Nadi Ödülleri adıyla sürmeye başladı. Cumhuriyet gazetesi, çağdaş uygarlığa giden yolun, kültür, sanat, fikir ve bilim yolu olduğunu kuruluşundan beri savunan bir gazete. Bu yoldaki çabaları desteklemek ve özendirmekte Yunus Nadi Ödülleri’nin işlevi sürecek. 2021 Yunus Nadi Ödülleri Edebiyat Ana Dalı’nda öykü, roman, şiir; Görsel Sanatlar Dalı’nda karikatür, fotoğraf; Bilimsel Araştırma Dalı’nda sosyal bilimler araştırması olarak sürüyor. Adaylara başarılar diliyoruz.ÖYKÜ Ödüle 1 Şubat 2020 ile 1 Şubat 2021 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazırlanmış bir “kitap dosyası” ile aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici kurul, ödülü, kitap veya kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Hikmet Altınkaynak, Sezer Ateş Ayvaz, Seval Şahin, M. Zaman Saçlıoğlu, Murat Yalçın. ROMAN Ödüle 1 Şubat 2020 ile 1 Şubat 2021 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazırlanmış bir “kitap dosyası” ile aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların, beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici kurul ödülü, kitap veya kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Adnan Binyazar, İrfan Yalçın, Konur Ertop, Asuman Kafaoğlu Büke, Zeynep Aliye. ŞİİR Ödüle 1 Şubat 2020 ile 1 Şubat 2021 tarihleri arasında yayımlanmış bir kitap ya da “kitap dosyası” ile aday olunabilir. Yayımlanmamış yapıtların beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış olması gereklidir. Adaylar yapıtlarını altı adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici kurul, ödülü, kitap veya kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Ataol Behramoğlu, Hüseyin Yurttaş, Doğan Hızlan, Turgay Fişekçi, Eray Canberk. SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMASI Ödüle 1 Şubat 2020 ile 1 Şubat 2021 tarihleri arasında yayımlanmış bilimsel araştırmalarla, yayına hazırlanmış en az 25 sayfa olarak beyaz dosya kâğıdına makine yazısıyla çift aralıklı yazılmış bilimsel araştırmalar katılabilir. Adaylar yapıtlarını sekiz adet olarak göndereceklerdir. Ödül bir yapıta verilir. Seçici kurul ödülü kitap veya kitap dosyası arasında paylaştırabilir. Seçici Kurul: Prof. Dr. Rona Aybay, Dr. Alev Coşkun, Prof. Dr. Emre Kongar, Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Prof. Dr. Örsan Kunter Öymen, Doç. Dr. Barış Doster, Dr. Deniz Yıldırım. KARİKATÜR Karikatürlerin boyutu 30x40 cm’yi geçmemelidir. Her türlü teknik serbesttir. Yarışmaya en fazla beş karikatürle katılabilinir. Seçici Kurul: Metin Peker, Kamil Masaracı, Muhittin Köroğlu, Zafer Temoçin, Akdağ Saydut, Murat Sayın. FOTOĞRAF Ödüle en çok dört adet siyah beyaz fotoğraf ile aday olunabilir. Gönderilecek fotoğrafların en az 18x24 cm. boyutlarında ve daha önce başka bir yarışmada ödül almamış olması gerekmektedir. Seçici Kurul: İsa Çelik, Coşkun Aral, Garbis Özatay, İbrahim Yıldız, Dr. Ersin Turan. HER DAL İÇİN GEÇERLİ GENEL KOŞULLAR Ödüller her dalda amatör-profesyonel herkese açıktır. Cumhuriyet mensupları hiçbir dalda ödüle aday olamazlar. Adaylar gerçek ad ve adresleri ile telefon numaralarını belirtmek zorundadırlar. Ancak adaylar ad ve adreslerinin saklı tutulmasını isteyebilirler. Ödül koşullarına uymayan yapıtlar, yarışma dışında tutulacaktır. Adayların, yapıtlarıyla birlikte adlarını ve soyadlarını arkasına yazacakları iki adet fotoğraflarını, açık adreslerinin de yer aldığı katılım belgesini ve yaşamöykülerini 19 Şubat 2021 Cuma günü saat 17.00’ye kadar, “Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Ödülleri” Prof. Dr. Nurettin Mazhar Öktel Sokak. No: 2 34381 Şişli / İSTANBUL adresine iadeli taahhütlü olarak postayla ulaştırmaları ya da elden teslim etmeleri gerekmektedir. Yayımlanmış yapıtların daha önce herhangi bir ödül almamış olması koşulu geçerlidir. Zarfın ya da paketin üzerine hangi dal ile ilgili olduğunun yazılması zorunludur. Ödül dallarında konu sınırlaması yoktur. Yapıtlar hiçbir şekilde iade edilmez. Ödül alan ya da herhangi bir şekilde ön elemeden geçirilen yapıtlar, genel yayın ilkelerimiz doğrultusunda gazetemizde yayımlanabilir. Ödül sonuçları gazetemizin kuruluş yıldönümü olan 7 Mayıs 2021 Cuma günü açıklanacaktır./Archive/2021/1/11/034045753-katilim-belgesi.png cumhuriyet.com.tr

Cumhuriyet Gazetesi dayanışmasıbüyüyor. 11 Ocak 2021 tarihli okur dayanışmasıilanları

Cumhuriyet Gazetesi dayanışması büyüyor. 11 Ocak 2021 tarihli okur dayanışması ilanları Basın İlan Kurumu'nun gazetemize yönelik ilan cezalarına karşı okurlarımızın 'dayanışması' büyüyerek sürüyor. Cumhuriyet'e 'dayanışma ilanları'yla büyük güç veren gazetemizin gerçek sahibi okurlarımızın sayfalarımızda yayımlanan ilanlarına dijital dünyadaki sesimiz www.cumhuriyet.com.tr'de de yer vereceğiz. BASKI SÜRÜYOR, DAYANIŞMA BÜYÜYOR, OKURLARI CUMHURİYET'İ YALNIZ BIRAKMIYOR! BASIN İLAN KURUMU'NUN CUMHURİYET'E YÖNELİK İLAN KESME CEZALARINA KARŞI OKURLARIMIZ DAYANIŞMA İLANLARI VERİYOR, BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜ CUMHURİYET'E DESTEK OLUYOR. DAYANIŞMA İLANLARI HAKKINDA BİLGİ İÇİN AŞAĞIDAKİ İLETİŞİM BİLGİLERİNİ KULLANABİLİRSİNİZ./Archive/2021/1/11/034421314-ana.png/Archive/2021/1/11/034442657-1.png/Archive/2021/1/11/034443329-2.png/Archive/2021/1/11/034442813-3.png cumhuriyet.com.tr

New York'un iki bölgesinde Covid-19 aşısıiçin mega aşımerkezi kuruldu

New York'un iki bölgesinde Covid-19 aşısı için mega aşı merkezi kuruldu New York'un iki bölgesine, yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgınına karşı temel hizmet çalışanlarını aşılama sürecini hızlandırmak için mega aşı merkezi kuruldu. Brooklyn ve Bronx'ta kuruluşu tamamlanan mega aşı merkezlerinin, pazartesiden itibaren resmen faaliyete geçecek ve 7 gün 24 saat ulaşılabilir olacak. İlk olarak sağlık çalışanları aşı olacak.Sağlık çalışanlarının ardından öğretmenler ve itfaiyeciler gibi temel hizmet çalışanlarının yanı sıra 75 yaş üstü yaşlılar da pazartesi gününden itibaren bu merkezlere gelerek aşı olabilecek.Brooklyn'deki Army Terminal Sunset Park'ta kurulan merkezde, bugünden itibaren kısmi aşı çalışmaları başladı, bazı sağlık çalışanlarına Amerikan Gıda ve Sağlık Dairesinden (FDA) ön onay alan Moderna aşısı vuruldu.New York Valisi Andrew Cuomo dün yaptığı açıklamada, şu ana kadar New York'a 540 bin dozdan fazla aşının ulaştığını ve yeni açılan aşı merkezlerine dağıtıldığını duyurmuş, komşu eyalet New Jersey'de de Vali Phill Murphy 200 bin doz aşının kendilerine ulaştığını ve hızlıca bu sayının artacağını ifade etmişti. cumhuriyet.com.tr




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter