Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Friday, 09.19.2025, 03:18 AM (GMT)

News - Haberler

Endonezya’da yolcu uçağının düştüğübölgede arama kurtarmaçalışmalarısürüyor

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Endonezya’da yolcu uçağının düştüğü bölgede arama kurtarma çalışmaları sürüyor Endonezya’da yolcu uçağının düştüğü bölgede geniş çaplı arama kurtarma çalışmaları devam ediyor. Ulusal Arama Kurtarma Ajansı (BASARNAS) Koordinatörü Rasman, yaptığı açıklamada, uçağın düştüğü alanda bugünkü arama kurtarma çalışmalarının 53 gemiyle yürütüleceğini belirtti.Bölgede 2 bin 600 personelin katılımıyla 6 farklı noktada çalışmaların sürdüğünü bildiren Rasman, alandaki özel dalgıçların deniz altında uçak ve ceset parçaları aramalarına devam edeceğini aktardı.Dün yerinin tespit edildiği belirtilen uçağın karakutusu henüz denizdeki enkazdan çıkarılamadı.Öte yandan bölgedeki polis hastanesine kaldırılan 16 torba içerisindeki ceset parçalarının DNA testlerine bugün başlanılacağı bildirildi.Karakutunun çıkarılıp incelenmesiyle kazanın nedeninin aydınlatılabileceğini kaydeden yetkililer, uçağın düşüş sebebine ilişkin de henüz resmi bir açıklama yapmadı.Ulaştırma Bakanı Budi Karya Sumadi, 9 Ocak’ta düzenlediği basın toplantısında, kalkıştan yaklaşık 5 dakika sonra iletişimin kesildiği ve içinde 12 kişilik mürettebat ile 50 yolcunun bulunduğu "SJ182" sefer sayılı yolcu uçağının başkent Cakarta'nın kuzey açıklarındaki Laki ve Lancang Adası arasındaki noktaya düştüğünü açıklamıştı.Ulaştırma Bakanlığı Sözcüsü Adita Irawati, en son iletişimin 9 Ocak’ta yerel saatle 14.40'ta gerçekleştirildiği uçağın Cakarta-Pontianak seferini yapmak üzere havalandığını bildirmişti.Endonezya Donanması, yolcu uçağının enkazının başkent Cakarta sahilinin kuzeyindeki Thousand Adaları açıklarında 4 ayrı noktaya dağıldığını ifade etmişti.Küresel uçuşları takip eden Flightradar24'ün sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, uçağın kalkıştan 4 dakika sonra yaklaşık 11 bin fite (3 bin 352 metre) çıktığı, daha sonra 1 dakikadan kısa sürede 250 fite düştüğü ve hava trafik kontrolü merkeziyle irtibatının kesildiği belirtilmişti. AA

ABD Temsilciler Meclisi BaşkanıPelosi'den "Trump görevden alınmazsa azil sürecine başlıyoruz" mesajı

ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi'den "Trump görevden alınmazsa azil sürecine başlıyoruz" mesajı ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Demokrat Nancy Pelosi, Başkan Yardımcısı Mike Pence'in Başkan Donald Trump'ın görevden alınması sürecini işletmemesi durumunda azil sürecine derhal başlayacaklarını açıkladı. Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi, Meclisteki Demokratlara gönderdiği mektupta, 6 Ocak'taki Kongre baskınından sorumlu tuttukları Trump'ın azil sürecine ilişkin izleyecekleri yönteme açıklık getirdi.Pelosi, Anayasanın 25. Ek Maddesini işletmesi suretiyle Pence'in Trump'ın görevden alınması sürecini başlatması için pazartesi günü Mecliste bir tasarıyı gündeme getireceklerini belirtti.Söz konusu tasarının öncelikle "oy birliğiyle" kabul edilip edilmeyeceğine bakacaklarını kaydeden Pelosi, oy birliğinin sağlanamaması durumunda salı günü tasarıyı Temsilciler Meclisi Genel Kurulunda oylayıp kabul edeceklerini bildirdi.Tasarıda, Başkan Yardımcısı Pence'e, Trump'ın görevden alınması işlemleri için 24 saat süre verileceğini vurgulayan Pelosi, bu sürenin ardından Trump'ın azil sürecine Mecliste başlayacaklarını kaydetti.Pelosi'nin mektubunda Trump'ın azline ilişkin oylamanın hangi tarihte yapılabileceğine ilişkin bir detay paylaşılmadı ancak söz konusu oylamanın 20 Ocak'taki yemin töreninden önce yapılmasına kesin gözüyle bakılıyor.ABD yasalarına göre belli ihlallerden dolayı bir başkanın görevden alınmasına ilişkin süreçte Temsilciler Meclisi, başkana suçlamaları yönelten (impeachment) savcılık makamı, Senato ise başkanın suçlu olup olmadığına karar verilen jüri görevi görüyor.Temsilciler Meclisi Genel Kurulunda 18 Aralık 2019'da yapılan oylamada Trump'a yönelik "görevini kötüye kullanmak" ve "Kongre'nin işleyişini engellemek" suçlamaları kabul edilmişti. Trump, 6 Şubat 2020'de Senatoda yapılan oylamada her iki suçlamadan da aklanmıştı. AA

BirinciİnönüSavaşı’nın 100. Yıldönümü: Birinciİnönüzaferi, milli mücadele içinçokönemli kazanımlar sağladı

Birinci İnönü Savaşı’nın 100. Yıldönümü: Birinci İnönü zaferi, milli mücadele için çok önemli kazanımlar sağladı Padişahçı ve halifeci kimi yazarlar, politikacılar, I. İnönü Zaferi’ni küçümseyici yazılar yazmışlardır. İngiliz Yüksek Komiseri ne diyor: “Bu zafer sadece Yunanistan’a karşı değil, aynı zamanda İngilizlere de karşı kazanılmış bir zaferdir.” Bu cümleden sonra, Milli Mücadele komutanlarına saldıran vicdansızların yüzleri acaba kızarıyor mu? Milli Mücadele’nin sınır taşı başlığını taşıyan dünkü yazımızda, I. İnönü Savaşı öncesi genel durumu incelemiştik.6 Ocak 1921’de, Ethem birliklerinin Batı Cephesi’ne karşı saldırıya geçtiğini, aynı tarihte Yunan ordusunun da ileri harekâta başladığını belirtmiştik.Şimdi savaşın gelişme durumuna bakalım.Yunan ileri harekâtı üç koldan ilerleyerek 9 Ocak 1921 günü İnönü köyü mevzilerinin önüne geldi ve 10 Ocak sabaha karşı saldırıya geçti.9 Ocak gecesi Kütahya’dan İnönü’ye gelen Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey, hiç zaman yitirmeden karargâha gitti.Birkaç gündür süren kar yağışı nedeniyle askeri mevziler çamur içindeydi, askerler yorgundu, bitkin düşmüşlerdi. Tablo hiç iç açıcı değildi. Askerlerin üstü başı perişan, dört gündür yarı aç, yarı tok, canlarını dişlerine takmış savaşıyorlardı.10 Ocak günü hava sisliydi. Asker ve araç gereç yetersizliği nedeniyle cephede açıklıklar ortaya çıkmıştı. Yunan kuvvetleri demiryolunun doğusundaki, Poyraz köyüne girdiler ve İnönü istasyonuna kadar ilerlediler.Cephe Komutanı İsmet Bey, karargâhı hızla İnönü’ye doğru kaydırdı. Karşılıklı saldırılar sürüyordu. Gerek Türk gerekse Yunan kuvvetleri 6 Ocak 1921’den beri süren çarpışmalardan yorgun düşmüşlerdi.Tüm bu olumsuzluklara karşın Türk askeri Yunan güçlerinin saldırılarını dirençle karşılıyordu. Açıkçası, Yunan askeri birlikleri Türk mevzilerini daha önce yaptıkları gibi aşamıyorlardı. Yunan saldırıları her şeye karşın kırılıyordu.10 Ocak gece yarısı her iki taraf yeni mevzi almak için geri çekilmeye başladı. Geriye çekilen Yunan birlikleriyle, bu kez 24. Tümen karşı karşıya geldi. Yunan birlikleri büyük panik yaşadılar, yepyeni bir saldırıyla karşılaştıklarını sandılar.Albay İsmet Bey komutasındaki Türk ordusu cepheyi çok iyi tutuyordu. Yunan işgal güçlerinin 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıktıkları tarihten bugüne kadar tam 8 ay geçmişti ve ilk kez beklemedikleri bir dirençle karşılaşıyorlardı. Sonuçta 10 Ocak’ı 11 Ocak’a bağlayan gece Yunan güçleri geriye çekilmeye başladılar ve sabaha kadar Bursa yönünde çekilişlerini sürdürdüler.YUNAN GÜÇLERİNİN SALDIRI NEDENLERİ10 Ocak, Birinci İnönü Savaşı’nın en şiddetli günüydü. İsmet İnönü, bu Yunan saldırısını Hatıralar’da şöyle değerlendiriyor:“Benim tahminime göre, düşman hakkımızda şöyle düşünmüştür: Her taraf boştur. Zaten ordu zayıf bir haldedir. Sekiz aydan beri iç isyanlarla fena halde yorulmuş ve yıpranmıştır. Şimdi yeni bir isyanla (Ethem konusu) ikiye bölündükleri için Anadolu’da istediğimiz kadar ilerleyebiliriz.Tabii böyle düşünüyorlar ve hiçbir direnç görmeden ilerleyeceklerine inanarak hazırlanıyorlar ve bu harekâta girişiyorlar. Şimdi hiç ummadıkları bir dirençle karşılaşınca, moralleri bozuldu. Gerçekten son derece yorgun bir durumda cepheye yetişen kuvvetler, kendilerinden beklenilmeyecek şiddette savaşıyorlardı.10 Ocak gün boyunca ve gece boyunca süren savaş sonrası Yunan birliklerinin direnci kırıldı... İşte Birinci İnönü Savaşı budur. Bu savaşta düşman harekâtı ile Ethem harekâtı birlikte olmuştur.”/Archive/2021/1/11/004554545-alev-coskun-yazi-bilgi.jpgKUVVETİMİZ TAKİBE YETMİYORMademki Yunan birlikleri başarılı olamadı ve geriye çekilmeye başladı, öyleyse neden takip edilmedi? Neden imha edilmedi? Bu sorular çok sorulmuştur.Albay İsmet Bey bu soruya çok yalın ve sade bir yanıt verir. Şöyle der:“İnönü cephesinden çekilen düşmanı ancak hafif kuvvetlerle takip ettik. Fakat Bursa’yı zorlamadık. Çünkü hem kuvvetimiz takibe yetmeyecek kadar azdı, hem de asker çok yorgundu.”Bir kurmay subay olan Fikret Bayır, Strateji Ustası Atatürk adlı kitabında Birinci İnönü Savaşı’nın “zamana karşı kazanılmış bir başarı” olduğunu yazıyor.Bayır, bu savaşın, tarihçilerin pek üzerinde durmadıkları ama 11 Ocak 1921 sabahı Yunan kuvvetlerini taarruz etmekten vazgeçiren olgunun “Taktik Derinlikte Geri Harekât” uygulaması olduğunu belirtiyor.Buna göre cephe komutanı sağlam bir savunma hattı oluşturuyor, taktik derinliğin ötesine geçmeyen küçük bir toprak kaybına karşılık savaşı kazanma stratejisi uyguluyordu. Bayır’a göre “bu savaşta Türk tarafı çok hareketli ve enerjik savaşıyor, çizgi (hat) savunması yerine, alan (satıh) savunması yapıyordu.”O günkü koşullarda, Ankara ordusu küçük de olsa bir başarı elde etmek zorundaydı. Bu durumu İsmet İnönü şöyle anlatıyor:“Devleti kurmak için, Büyük Millet Meclisi’nin saygınlığını, etkinliğini ve egemenliğini sağlamak için küçük çapta da olsa, böyle bir savaşı kazanmaya mecburduk.”‘KESİN ZAFERE HAYIRLI BAŞLANGIÇ’Savaşı Ankara’da dakikası dakikasına izleyen Mustafa Kemal, 11 Ocak 1921 günü Cephe Komutanı Albay İsmet Bey’e bir kutlama telgrafı gönderdi ve “Bu başarının kesin zafere hayırlı bir başlangıç olmasını Allah’tan dilerim” dedi.Bu tanımlama, ileriye dönük bir umut ışığı idi.ATATÜRK: ÇOK ÇOK MESELE ÇÖZÜLDÜ...Atatürk, Birinci İnönü Savaşı’nın son derece önemli sonuçlar yarattığını kabul etmiştir. Bu durumu İnönü şöyle anlatıyor:“Savaştan az bir süre sonra birkaç gün için Mustafa Kemal Paşa’ya durum hakkında bilgi vermek için Ankara’ya geldim. Mustafa Kemal Paşa çok memnun olmuştu. Beni istasyonda karşıladı. Kendisine ‘Büyük mesele halledildi’ dedim.‘Hangi büyük mesele? Çok, çok mesele hallolundu’ diye cevap verdi.O kadar memnun görünüyordu ki... Hükümet henüz kuruluyordu. Ordu kurulacak mı kurulmayacak mı endişelerinden sıyrılmak ve ilerisi ne olacak gibi şüphe ve duraksamalar içinde bulunan bir atmosferden birdenbire sıyrılarak normal bir savaşın düzenlerine, şevkine ve manevi kuvvetlerine girmiş olduğumuz bir devredeydik.”KAZANIMLARAtatürk’ün “çok çok mesele çözüldü” derken söylemek istediği şu noktalardır:Bu savaşla,1. TBMM Meşruiyet kazandı.2. Düzenli ordu düşüncesi kendisini kabul ettirdi.3. Kuvayi Milliye moral kazandı.4. Ankara ile bütün dünya ilişki kurmaya başladı.I. İnönü Savaşı’nın sonuçlarının kesinleşmesinden hemen sonra İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Horace Rumbold’un İngiltere’nin o günkü Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği uzun rapor ilginçtir. Rumbold, Birinci İnönü Savaşı’nın önemini belirtiyor ve yargısını şöyle ortaya koyuyordu:“Mustafa Kemal’e artık çetebaşı gözüyle bakmak faydasızdır. Onun Anadolu’daki hükümeti etkindir.”Aynı günlerdeki bir başka raporunda Rumbold şöyle yazmış:“Ocak 1921’de Yunan saldırısının geriye püskürtülerek önlenmesini Kemalistler, yalnız Yunanistan’a karşı değil, aynı zamanda İngiltere’ye karşı da kazanılmış bir zafer sayıyorlar.”ZAFER GÖKTEN BİR MÜJDE GİBİ İNDİİstanbul gazeteleri, hatta her gün Mustafa Kemal’e kan kusan Alemdar, Peyami Sabah bile bu başarıyı kutlamak zorunda kalıyordu. İstanbul gazetelerinde Mustafa Kemal Paşa’nın ve Birinci İnönü Savaşı sonrasında General olan İsmet Paşa’nın resimleri yer almaya başlamıştı. Türk milleti, yıllardır hasret kaldığı bu başarı karşısında topyekûn sevinç dalgasını tadıyordu.Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı kitabında “Zafer İstanbul’a gökten bir müjde gibi indi” diye yazıyor ve şöyle sürdürüyor: “Gazetelerin ilk sayfaları büyük resimler ve zafer edebiyatı ile kaplanıp bezendi. Adalar’da laternalarda, ‘Zito, zito Venizelos’ şarkıları susmuştu.”İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, İstanbul’dan Londra’ya Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a savaş sonucunun alınmasından birkaç gün sonra, 5 Nisan 1921’de aşağıdaki iletiyi göndermişti:“Bursa Cephesinde, İnönü’de Yunan kuvvetleri büyük yenilgiye uğradılar. Büyük zayiat verip geriye çekilmek zorunda kaldılar.”KARŞICILAR UTANMAYACAK MI?Padişahçı ve halifeci kimi yazarlar ve politikacılar, I. İnönü Zaferi’ni küçümseyici sözler söylemişler, yazılar yazmışlardır.Bu gözü dönmüşlerden kimisi de İnönü Savaşı diye bir savaş olmadığını ileriye sürmüştür. Siyasi iktidar tarafından bir dönem Türk Tarih Kurumu Başkanlığı’na getirilmiş profesör unvanlı kişi, bugünlerde “Milli Mücadele’de biz 7 düvelle falan savaşmadık. Bu tür masalları çocukken dinlemiştik ama anladık yalanmış. Tek savaştığımız devlet Yunanistan ve kısmen Fransa’dır” demiş. Milli Mücadele’yle ilgili İngiliz belgeleri yayımlandı. Kendileri bu savaşın içinde olduklarını açıkça belirtiyorlar. Bu kişinin, acaba bu belgeleri okumaya cesareti var mı?İngiliz Yüksek Komiseri ne diyor:“Bu zafer sadece Yunanistan’a karşı değil, aynı zamanda İngilizlere de karşı kazanılmış bir zaferdir.”İngiliz Yüksek Komiserinin bu cümlesinden sonra, Milli Mücadele komutanlarına saldıran vicdansızların yüzleri acaba kızarıyor mu?NOT: Bu konu, Alev Coşkun’un çok yakında yayımlanacak Samsun’dan Sonra En Zor 19 Ay kitabında ayrıntıları ile incelenmiştir. Alev Coşkun

Erişim engeline dönüşen‘unutulma hakkı’, muhalifler için sansür, siyasiler için geçmişin 'aklanması'

Erişim engeline dönüşen ‘unutulma hakkı’, muhalifler için sansür, siyasiler için geçmişin 'aklanması' TBMM’de kabul edilen yeni sosyal medya düzenlemesi kapsamında yer alan “unutulma hakkı”, muhalif basını sansür aracına dönüştü. Yurttaşların mağduriyetini önlemek amacıyla getirildiği savunulan “unutulma hakkı” gerekçe gösterilerek mahkeme kararlarına dayanan, belgeli, gazetecilik ödülü almış haberlere dahi erişim yasakları getiriliyor. “Unutulma hakkının” normalde yurttaşların mağduriyetini önlemek için getirildiğini belirten siber haklar uzmanı Yaman Akdeniz, “Unutulma hakkı genelde AKP’li siyasetçiler veya mevcut hükümete yakın şirketler tarafından kullanılıyor. Yaptıkları yolsuzlukların, usulsüzlüklerin üstünü kapatmaya çalışıyorlar. Türkiye’de unutulması söz konusu olmayan şeyler unutturulmaya çalışılıyor” dedi. Basın meslek örgütleri de yüzlerce habere ve içeriğe erişim engeli gelmesine tepki gösterdi. Basını engelleme çabası TBMM’de kabul edilen ve sansüre dönüşen “unutulma hakkı” ile belgeli, gazetecilik ödüllü haberlere dahi erişim engeli getiriliyor. Siber haklar uzmanı Akdeniz, “Yurttaş için çıkarılan hak, AKP’li siyasetçi veya hükümete yakın şirketlerce kullanılıyor. Yolsuzluk, sahte diploma ve usulsüzlükleri kapatmaya çalışıyor, basını engelliyor ve unutulmayacak şeyleri unutturmak istiyorlar” dedi./Archive/2021/1/11/011457358-z-1.png/Archive/2021/1/11/011458952-z-2.png/Archive/2021/1/11/011458327-z-3.pngAYDA YÜZLERCE ERİŞİM ENGELİSosyal medya düzenlemesinin geçen temmuz ayında kabul edilmesinin ardından Cumhuriyet, OdaTV, BirGün, Sözcü, Evrensel gazetelerinin haberlerinin çoğunlukta olmasının yanı sıra birçok internet sitesine ve sosyal medya içeriğine erişim engeli getirildi. Erişim engeli getirilen haberler arasında Cumhuriyet’in Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı, Vakıfbank Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, eski AKP milletvekili ve eski güreşçi Hamza Yerlikaya’nın “lise diplomasının sahte” haberi de yer aldı. Siyaset gündeminde tartışma yaratan ve bir mahkeme kararına dayanan habere yayımlanmasının üzerinden 2 hafta geçmeden erişim yasağı getirildi. Yerlikaya haberinin yanı sıra 1- 31 Aralık tarihleri arasında yüzlerce haber ve tweet’e erişim yasağı kondu. Cumhuriyet’in gazecilik ödülü alan “Damat İşi Biliyor” ve “Boğaz’da kaçak var” haberlerine de erişim engeli getirilmişti.‘ARTIK ÜÇ YAPTIRIM UYGULANIYOR’‘SİYASETÇİNİN O HAKKI YOK’Akdeniz: Erişim yasakları eskiden de vardı. Temmuzda yapılan değişiklikle bunun yanına ikinci olarak içerik çıkarma eklendi. Üçüncü olarak da erişime engellenen içeriklerin arama motorları ile ilişkisinin kesilmesine karar verdiler.Üç engel yaptırımının, siyasi kimliği olan hükümete yakın kişiler tarafından kullanılan bir mekanizma olduğunu dile getiren siber haklar uzmanı Yaman Akdeniz şunları söyledi: “Hem hükümet eleştirileri hem yolsuzluk haberlerini engellenmek; yani basının görevini yapmasını engellemeye çalışıyorlar. Dolayısıyla kamuoyunun bilgi edinme hakkını da engelliyorlar. Yolsuzlukları, usulsüzlükleri kapatmaya çalışıyorlar. Biz de ‘engelliweb’ olarak bunu ifşa etmeye çalışıyoruz. İçerik çıkarma kararı geldi.”‘SİYASİ AMAÇLI’Türkiye’de birçok konuda olduğu gibi “unutulma hakkı”nın kullanımının siyasi amaçlı olduğunu vurgulayan Akdeniz, “Niye bu değişiklikler yapıldı diye baktığımız zaman arka plandaki gerekçesi bu” dedi. Akdeniz, unutulma hakkının normal yurttaşlar için olduğunu dile getirerek “Mesela geçmişte trafik cezası almıştır, sosyal medyada da sarhoş fotoğrafları paylaşılmıştır veya bir protestoya katılmıştır ve bu onun iş bulmasını zorlaştırıyordur. Bu durumlarda unutulma hakkı var ama siyasetçilerin yok. Hâkimlerin dengeleme işlemini yapmasını bekliyoruz. Bir de ifade ve basın özgürlüğü olduğunu unutmamamız lazım. Konu siyasetçiler olduğunda terazide ağır basan taraf mutlaka ve mutlaka ifade ve basın özgürlüğüdür. Bizim öğrenme hakkımız siyasetçinin unutulma hakkından daha önemlidir. Unutulması söz konusu olmayan şeyler unutturulmaya çalışılıyor” ifadelerini kullandı.BASIN MESLEK ÖRGÜTLERİNDEN TEPKİ:YOLSUZLUKLARIN ÜZERİNE ÖRTÜSİBEL GÜNEŞ, TGC Genel SekreterUnutulma hakkıyla geçmiş siliniyor yeni bir gerçeklik inşa edilmeye çalışılıyor. Gazetecilerin kamu yararı amacıyla yaptıkları haberlerin internette saklanması, toplumsal hafızanın korunması ve yurttaşların gerçeği bilme hakkı açısından büyük önem taşıyor. Demokratik bir geleceğin kurulmasına katkı sağlıyor. Sosyal medya yasası, 1 Ekim 2020 itibarıyla yürürlüğe girdi. Sosyal medyayı kısıtlamaya dönük birçok adım atıldı. Gazetecilik, düşünceyi ifade özgürlüğü üzerinde var olan olağanüstü baskının alanları genişletildi. Haber yayma ve bilgiye erişim hakkına yine müdahale edildi. Bağımsız medya kuruluşlarının haberlerinin unutulma hakkı kullanılarak internetten silinmesi ibretlik bir süreci daha gösteriyor. Yolsuzluk, yoksulluk, şiddet, saldırı gibi olayları yansıtan haberlerin unutulma hakkıyla ortadan kaldırılması tam anlamıyla sansür anlamına geliyor. Unutulma hakkının kamu yararı olan haberlerin halkın hafızasından silinmesi için kullanılması hukuk açısından da demokrasi açısından çok sorunlu. Geçmişin denetlenmesi, silinmesiyle yeni bir gerçeklik inşa edilmeye çalışılıyor. Kamu denetimini ortadan kaldırıyor. Hukuksuzlukların, yolsuzlukların, şiddetin geçmişi silinerek bir anlamda cezasız kalmasına da zemin hazırlanıyor.SANSÜRÜN ADI: ‘UNUTULMA HAKKI’PINAR TÜRENÇ, Basın Konseyi BaşkanıKamuoyunda “Sosyal Medya Yasası” olarak bilinen ve geçen ekim ayında Meclis’te kabul edilen kanunun çıkarılma amacının, aslında ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlamak olduğu belliydi. Sadece internet ortamında suç oluşturan içeriklerin çıkarılacağı belirtilmesine karşın, tam bir “sansür” olarak uygulanmaya başlandı. Siyasallaştırılan yargı eliyle, özellikle iktidar mensuplarının adlarının karıştığı yolsuzlukları ortaya çıkaran ispatlı, belgeli yüzlerce haber, “unutulma hakkı” kötüye kullanılarak internet ortamından şimdiden çıkarıldı. Hatta eski milletvekili, bakan yardımcısı, Cumhurbaşkanı başdanışmanı ve bir bankanın yönetim kurulu üyesi olan eski sporcunun, mahkeme karıyla kesinleşen “sahte diploma kullandığı” haberleri bile “unutulma hakkı” kılıfı uydurularak internet ortamından silindi. Bu gidişle yolsuzluk ve sahtekârlıkların üzerinin örtüleceği kimseyi şaşırtmayacak. Bu, halkın haber alma hakkının engellenmesi, ifade ve basın özgürlüğü ihlali olduğu gibi; basına ağır bir sansürdür. Demokrasilerde böyle uygulamaların asla yeri yoktur.‘KAPKARA GEÇMİŞLER GÖRÜNMEZ KILINIYOR’EROL ÖNDEROĞLU, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye temsilcisiTürkiye’de unutulma hakkına dair standartların, özellikle özel yaşamın gizliliği gibi son derece meşru bir gerekçeye dayandırılsa da şatafatlı söylemler bir kenara bırakılırsa, siyasete batmış sulh ceza hâkimlikleri eliyle geçmişe ait hukuka aykırı icraatı temizleme işine alet edildiği görülecektir. Her türlü yolsuzluk, hukuksuzluk, kayırmacılık veya usulsüzlük gibi özellikle politik sistemlerin koruduğu, hesap sormadığı icraat ve buna dair iddialar, kamuoyunun bilme hakkına karşılık geliyorsa, hiçbir düzlemde “unutulma” bir haktan yararlanamaz. Ancak Türkiye’de, “kişlik hakları” veya “unutulma hakkı” o kadar sihirli bir değnek ki, kapkara geçmişleri medyada ve internet dünyasında görünmez kılıyor. 13 Mayıs 2014’te Avrupa Birliği Mahkemesi (CJUE) İspanya Google kararında, kişisel verileri koruma adına arama motorlarında bazı bilgilerin silinmesinin yolunu açmışsa da Türkiye’deki yargının daha ziyade bir “kirli sicil” temizleme işinin bir parçası olduğunu gözlemliyoruz. Bunun da gazeteciliğin kriminalize edilmesi kadar yurttaşın körleştirilmesi gibi vahim sonuçları oluyor.YANLIŞLARIN İZLERİNİ SİLMEKGÖKHAN DURMUŞ, TGS Genel BaşkanıUnutulma hakkı demokratik ülkelerde uygulandığı gibi uygulanmıyor maalesef bizim ülkemizde. Unutulma hakkının bir insan hakkı olduğuna inanan birisi olarak, bunun bir sansüre dönüştürülmesine karşıyım. Türkiye’de sansürün bir biçimi olarak kullanılmaya başlanan unutulma hakkı, haberlere erişimi engellemeye dönüştü. İktidarın geçmişteki hatalarının, yanlışlarının, yol arkadaşlarının izlerini silmek üzere sosyal medya düzenlemesinin içerisine eklenen unutulma hakkı, birçok geçmiş haberi arşivlerden sildi. Bugünde iktidardakiler başta olmak üzere yönetenler kendileriyle ilgili haberleri ortadan kaldırmak için unutulma hakkına başvuruyor. Unutulma hakkının bir sansür aracı olarak kullanılmaması, kamu kurumlarını ve onları yönetenleri kapsamaması gerekiyor.NELER ENGELLENDİSon bir ayda erişime engelenen bazı içerikler şöyle:- 1 Aralık: Berat Albayrak’ın danışmanının açıklamaları- 2 Aralık: Birçok rektörün fakültelerde dekan vekili olması haberi- 2 Aralık: Çalık Gayrimenkul Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Taçyıldız ile ilgili haberler- 7 Aralık: Batman Gercüş’te cinsel istismara maruz bırakılan çocukla ilgili haberler- 9 Aralık: Eski AKP milletvekilinin damadı ile ilgili haberler- 10 Aralık: İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin AKP dönemine ilişkin suç duyurusu haberleri- 11 Aralık: Üst düzey bir yargı mensubu ile ilgili şiddet ve yolsuzluk haberleri- 15 Aralık: PTT’nin bir şirket ile gizli protokol imzalaması haberleri- 16 Aralık: Trakya Üniversitesi Rektörü ile ilgili haberler- 18 Aralık: AKP Şanlıurfa Gençlik Kolları Başkanı Mehmet Salih Saraç’ın belediyedeki görevine devam ettiğiyle ilgili haberler- 18 Aralık: SBK Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hakkındaki haberler- 18 Aralık: “Kuru ekmek yiyorlarsa aç değiller demektir” diyen milletvekili haberleri- 24 Aralık: Canan Kaftancıoğlu hakkındaki takipsizlik kararı haberleri- 24 Aralık: Eski Brüksel Büyükelçiliği basın müşavirinin eroin ile yakalanması haberleri- 25 Aralık: Cübbeli Ahmet Hoca’nın damadı ve ağabeyi hakkındaki haberler- 25 Aralık: İYİ Parti milletvekili Lütfü Türkkan’ın tweet’i- 28 Aralık: Cumhurbaşkanı Başdanışmanı’nın lise diplomasının sahte olduğuyla ilgili haberler- 29 Aralık: Define kazısı sonucu yok olan Dipsiz Göl ile ilgili içerikler- 30 Aralık: Cumhurbaşkanı’nın avukatının vekâlet ücreti ile ilgili haberler- 31 Aralık: Bilal Erdoğan’ın arkadaşının ihale alması haberlerinin engellenmesi haberlerinin engellenmesi. Zehra Özdilek

TRT telif gerekçesiyleİçişleri BakanıSüleyman Soylu’nun eski demeçlerini siliyor

TRT telif gerekçesiyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun eski demeçlerini siliyor AKP’lilerin siyasi atmosfere uymayan eski demeçleri TRT tarafından telif gerekçesiyle kaldırılıyor. Bakan Soylu’nun Samanyolu TV’deki “HADEP”in Meclis’te olması ve MHP’nin ülkede yerinin olmadığı” sözleri de kaldırılmaya başlandı. CHP’li Özel, siyasetçilerin temizlik çabasında olduklarını belirtti. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 12 Eylül referandumunun ardından FETÖ’nün yayın organı Samanyolu TV’de gerçekleştirdiği ve bugünkü siyasi konjonktürle uyumlu olmayan konuşmalarının, TRT aracılığıyla, sosyal medya platformlarından “telif gerekçesiyle” kaldırılmaya başlaması dikkat çekti. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, TRT’nin bir süredir sosya medya sağlayacılarına başvurarak, AKP’li siyasetçilerin eski demeçlerini içeren videoların içeriğini telif hakkı gerekçesiyle engellemek amacıyla harekete geçtiğini kaydetti. Özel; İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, 12 Eylül 2010 referandumunun ardından FETÖ’ye ait bir televizyon kanalına çıkarak, “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu millete yüzde 10 seçim barajını düşürme borcu vardır. DEHAP’ın parlamentoya girebilmesi gerekiyor. Yeni Türkiye’de MHP’ye yer yok” ifadelerini kullandığı videolarının, TRT ya da iş ortakları tarafından gelen “telif hakkı talepleri” gerekçe gösterilerek, engellendiğini dile getirdi. Özel, politikacıların siyasi kariyerlerindeki zikzakların görülmemesi için kendilerine adeta bir temiz kâğıdı çıkarmaya çalışmaları ve buna TRT’nin alet edilmesinin kabul edilemez olduğunu belirterek, “TRT eliyle ve telif hakkı bahanesiyle siyasetçilerin geçmişlerini silme çabası içinde oldukları açıktır” diye konuştu. Mahmut Lıcalı

Dr. Hazal Papuççular: Ege sorunu Türk-Yunan meselesi olarak kalmalı

Dr. Hazal Papuççular: Ege sorunu Türk-Yunan meselesi olarak kalmalı Neden Dr. Hazal Papuççular? Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. Türk dış politikası, Türk siyasal hayatı ve siyasi tarih üzerine çalışmalar yaptı. Halen İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olan Papuççular, “Türkiye ve Oniki Ada” kitabının da yazarı. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, “Türkiye ile Yunanistan arasındaki problemlerin objektif şekilde değerlendirilmesini tüm üçüncü taraflardan bekliyoruz” açıklaması ve Atina’nın askeri gücünü artırma planının ardından bize de gözlerimizi Ege’ye çevirmek ve Dr. Hazal Papuççular’a sormak kaldı. Papuççular, "Türk-Yunan uyuşmazlığı spesifik bir Türkiye-AB uyuşmazlığına dönüşmemeli. Yunanistan’ın AB üyesi olması sebebiyle, AB’yi konudan azade düşünmek mümkün değil. Ama bunun tamamen bir Türkiye-AB meselesine dönüşmemesi gerekir. Eğer öyle olursa, Ege konusunda Türkiye açısından eşitsiz bir durum ortaya çıkaracaktır. Nitekim AB, içinde Türkiye ile farklı ilişkileri olan birçok ülkeyi barındırıyor. Aynı zamanda genel anlamda Türkiye ve AB ilişkilerinin diğer tüm alanlarına da sirayet edeceğini düşünüyorum" dedi.- Yunanistan ile geçen yıldan bu yana gergin bir süreç yaşanıyor. Öyle ki bir ara devreye NATO bile girdi de gerilim ancak ötelendi. Tedarik edeceği yeni araçlarla askeri gücünü artırmayı planlayan Atina, şimdi de dev bir bütçe ayırdı. Adaları silahlandırması ve asker yığmasındaki amacın Türkiye’yi tehdit olduğu görüşü hâkim. Yunanistan ile gerilim savaş noktasına taşınır mı? ABD ve AB izin verir mi?İki ülke arasında geçen yaz olduğu gibi gerilimin tırmandığı dönemler yaşanabilir, ancak bunun bir Türk-Yunan savaşına dönüşme ihtimalini çok düşük görüyorum açıkçası. Geçen yıl sizin de belirttiğiniz gibi NATO konuya müdahil olmuştu zira iki NATO ülkesi arasında çıkacak bir savaş NATO’nun mevcudiyeti açısından da bir fiyasko olurdu. Bu denklem değişmedi. Ancak NATO, AB ya da ABD’nin böyle bir duruma izin verip vermemesini bir kenara koyalım. Türkiye ve Yunanistan’ın da tam anlamıyla yaşanacak bir savaş durumunu mevcut durumları ve çıkarları açısından tercih edeceğini düşünmüyorum.- Yunanistan’ın İyon Denizi’ndeki karasularını 12 mile çıkarmasının ardından gözler Ege’ye çevrildi. Aslında TBMM, 1995’te aldığı bir kararla Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki karasularını 12 mile çıkarmasının bir savaş nedeni olacağını duyurmuştu. Atina, Ege Denizi’nde bunu uygulayabilir mi?İyon Denizi’nde alınan karar aslında Ege Denizi için de bir mesaj veriyor. Kararnamede Yunanistan’ın İyon Denizi’ndeki karasularını 12 mile çıkarırken diğer bölgeler için hakkını saklı tuttuğunu belirtmesi bu şekilde anlaşılmalı. Meclis’in aldığı casus belli kararı Yunanistan için hâlâ caydırıcı bir unsur. Bunu Yunan kamuoyundaki tartışmalardan da anlayabiliyoruz. Ancak uzun vadedeki konjonktürel dönüşümleri hiçbirimiz öngöremeyiz. Ege’de böyle bir kararın ilanı, Yunanistan’ın karasularının Ege’nin yüzde 70’ine tekabül etmesi anlamına geliyor. Bunun da Türkiye açısından kabul edilebilecek bir tarafı yok. O sebeple Türkiye’nin bu konuyu hassasiyetle takip etmesi gerekiyor.- Yunanistan, İsrail’le savunma anlaşması imzalıyor. S.Arabistan Yunanistan’la tatbikat için Girit’e savaş uçakları gönderiyor. Katar, S.Arabistan’la anlaşıyor. Libya’da Türkiye’nin desteklediği UUH ile birlikte Rusya, Fransa, Mısır’la görüşüyor. Tüm bu fotoğraftan “şer cephesi kuruluyor” anlamını mı çıkarmalıyız?Bu gelişmelerin Türk dış politikası açısından oldukça çetrefilli diyebileceğimiz bir fotoğraf sunduğunu kabul etmek gerekir. İki noktaya dikkat çekmek isterim: Birincisi, Katar ve Suudi Arabistan arasındaki normalleşmenin Türkiye açısından ne anlama geldiğini henüz bilmiyoruz. Bu, Türkiye’nin ilk etapta karşıladığı kadar olumlu bir gelişme de olmayabilir. İkincisi ise Türkiye’nin aktif olarak içinde bulunduğu hiçbir meselede farklı aktörler görmüyoruz. Bu da bize, konular arasında denge bulmanın zorlaşabileceğini yahut aktörlerle bozulan ya da tamir edilen ilişkilerin birden çok alana tesir edeceğini gösteriyor.- Bu arada Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Yunanistan ile istikşafi, güven artırıcı önlemler ve ayrıştırma kapsamındaki görüşmelerin başlamasından yana olduklarını söyledi. Ne bekliyorsunuz?Bir süredir Türkiye’nin istikşafi görüşmeleri yeniden başlatmaktan yana bir tavrı olduğunu çeşitli açıklamalardan görüyoruz. Son bir haftadır da basında “iyi niyet” göstergesi olarak Oruç Reis’in çalışmalarını Antalya Körfezi’ne çektiği yazıldı. Yunanistan’a göreyse Türkiye’nin hareketi direkt olarak AB yaptırımları ile ilgili. Zaten Atina’ya göre tartışılması gereken tek şey kıta sahanlığı. O yüzden Yunanistan özellikle adaların silahlandırılması gibi diğer konuların açılmasını istemiyor ve şimdilik çekimser görünüyor. Sadece istikşafi görüşmeler olmasına rağmen tarafların beklentileri birbirlerinden epeyce farklı. Biz de beklentimizi ona göre hesaplamalıyız.- Üzerine tez yazdığınız Oniki Ada meselesine gelmek istiyorum: Öngörünüz nedir, 2021’de konuşacağımız konulardan biri midir Oniki Ada?Sanıyorum sadece 2021’de değil, sonraki yıllarda da konuşmaya devam edeceğiz. Zira, adaların siyaset ve kamuoyu tarafından tartışılması iki düzlemde gerçekleşiyor. Bir tanesi, geçmiştekine de benzer bir biçimde, Türkiye ve Yunanistan arasında gerginliğin yükseldiği dönemlere rastlıyor. 2021’de ve sonraki dönemde de Türkiye ve Yunanistan Ege ve Doğu Akdeniz’de sorun yaşadıkça adalar konuşulmaya devam edecektir. Fakat diğer taraftan konunun mevcut konjonktürden daha çok, erken Cumhuriyet dönemi tarihinin tartışılmasına odaklanan iç politikaya ilişkin kısmı da var. Yıllardan beri, bu bağlamda da adalar konusunun konuşulmadığı bir dönem olmadı.- Aslında 100 yılı aşkın süredir pek çok tartışmanın odağında yer alıyor. Bize anlatır mısınız: Oniki Ada’nın diğer Ege adalarından ne farkı var?Oniki Ada, Akdeniz’deki konumu dolayısıyla stratejik öneme sahip bir ada grubu. Türkiye açısından bakıldığında ise Anadolu’ya coğrafi olarak çok yakın, dolayısıyla güvenlik söyleminde önemli bir yer tutuyor. Ayrıca, Ege sorunları bağlamında da en problemli bölgeyi oluşturuyor. Şöyle ki: Egemenliği tartışmalı adacıklar da geçen yıl kıta sahanlığı üzerinden sıkça tartıştığımız Meis de bu grubun içinde.- Lozan bir zaferdi, ama hezimet diyenler de var. Tabii Lozan gündemdeyse Oniki Ada da masaya yatırılıyor. Lozan’da adalarla ilgili bir mücadele yürütüldü mü?Son dönemin en hararetli tartışmalarından bir tanesi… Lozan Antlaşması’nın özellikle Oniki Ada meselesine bağlanmasını bir hayli ilginç buluyorum aslında. Çünkü Ege adaları fiilen 1918’den önce elden çıkmış olduğu için “misakımilli”nin içerisinde de değil. Bu bağlamda Türk delegasyonunun Oniki Ada ile ilgili kıyasıya bir diplomasi yürüttüğünü söylemek mümkün değil. Delegasyona verilen talimatta da adalar ile ilgili “duruma göre hareket edilmesi” gerektiği yazar. Türkiye’nin adalar bağlamında daha çok çaba harcadığı grup kuzeyde Boğaz’a yakın olan adalar. Delegasyon, güvenlik perspektifinden bu gruba daha çok önem atfetmiş görünüyor. Ancak tüm bu adalar meselesini Lozan bağlamında tartışırken hataya düşmemek adına söylenmesi gereken şey, Türklerin Lozan’daki öncelikleri olmalı. Bu da bağımsızlık meselesidir. Lozan’ın temel hedefinin kapitülatif sistemden arınmış, bağımsız bir Türkiye’nin uluslararası alanda tanınması olduğunu görüyoruz. Adalar konusunda “duruma göre hareket edilmesi”ni isteyen talimat, kapitülasyonlar ile ilgili bir sorun çıktığında görüşmelerin kesilmesi gerektiğini belirtir. Kısacası Lozan’da Türkiye’nin öncelikleri bizim bugün düşündüklerimizden farklı. Bu durumu göz önünde tuttuğumuzda, Lozan’da delegasyonun çok daha önceden kaybedilen Oniki Ada ile ilgili kıyasıya müzakere yapmamış olmasının şaşırtıcı bir tarafı kalmıyor.- Ama Meis için durum farklı değil mi?Evet, Oniki Ada grubuyla ilgili tüm bu durumun tek istisnası Meis. Lozan Konferansı iki dönemden oluşur. Meis, konferansın ikinci döneminde müzakere edilen ve son dönemine kadar da masada olan meselelerinden bir tanesidir. Türk delegasyonu Meis’in kendi karasuları içinde olduğunu belirtip buna dayanarak adayı istemiştir. Ancak buna karşılık sadece İtalya değil Fransa’nın da reddi ile karşılaşmıştır. Türkiye’nin Meis isteğine karşı, Fransa tarafından Meriç sınırı, İtalya tarafından da savaş tazminatı meselesi gündeme getirilmiştir. Meis, konferansın son ayına kadar çözülemeyince ve Türkiye de bu konuda herhangi bir ilerleme göremeyince İsmet Paşa, Türkiye’nin barış için büyük bir fedakârlıkta bulunduğunu belirterek Meis meselesini kapatmıştır. Bana kalırsa Lozan’daki Meis müzakeresi adalar meselesini de aşarak konferansa ve anlaşmaya dair önemli birkaç noktayı da ortaya koyar. Birincisi, bugün, Türkiye’nin yürüttüğü Milli Mücadele’yi müttefik blokunun bölünmüşlüğü üzerinden küçümseyen tavra verilebilecek iyi cevaplardan bir tanesidir bu örnek. Zira, Meis örneğinin de gösterdiği üzere, Milli Mücadele sürecinde zaman zaman birbiriyle çelişen müttefikler Lozan’da çoğu meselede işbirliği içinde olabilmiştir. İkincisi ise Türkiye’nin kendisi için elzem gördüğü kapitülasyonlar gibi konularda problemleri aştığı vakit barış ihtiyacını ikincil konuların önüne koyduğudur. Sonuç olarak 10 yıllık bir savaştan bahsediyoruz…- Ege’de egemenliği devredilmemiş gri bölgeler var mı? Bu durumun, Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunda ağırlığı ne?Elimizdeki uluslararası antlaşmalara baktığımızda evet, Ege’de egemenliği açıkça bir başka ülkeye devredilmemiş bazı coğrafi formasyonlar var. Kimi araştırmacı bunları gri bölgeler kimisi de “Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan'a Devredilmemiş Ada, Adacıklar ve Kayalıklar” olarak adlandırıyor. Bildiğim kadarıyla gri bölgeler terimi ilk olarak Yunanistan tarafından kullanılmış. Fakat günümüzde Atina Lozan’a atıfla Ege’de gri bölgeler olmadığını belirtip tüm bu formasyonların Yunanistan’a ait olduğunu iddia ediyor ki bu Yunanistan’ın Ege’ye bakışına dair çok şey söylüyor; çünkü Lozan’a göre Türkiye’nin İtalya ya da Yunanistan’a devrettiği adalar bellidir, antlaşma bunlara bağlı adacık veya kayalıkları da sözü geçen ülkeye verir. Ancak, Oniki Ada çevresinde Türkiye’nin ismen devrettiği adalara “bağlı” konumda olmayan formasyonlar da var. Bunlar, antlaşmada zikredilerek şu ülkeye verilmiştir denmiyor. Bu sebeple de Yunanistan’ın bu bölgelerde egemenlik iddia etmesi iki ülke arasında sorun yaratıyor. Egemenliği tartışmalı ada, adacık ve kayalıklar iki ülke arasında kriz üretmeye teşne bir alanı oluşturuyor. Zaten bunun bir örneğini Kardak krizinden çok iyi biliyoruz. Maalesef son birkaç yıldır, Eşek ve Bulamaç gibi bence bu kategoriye giren adaların da Yunanistan’ın fiili işgali altında olduğunu basından okuyoruz. Bu fiili durum, Ege’de mevcut statükonun Yunanistan lehine değiştiğini gösteriyor.- “Oniki Adalar bizim” görüşüyle “Oniki Adalar Yunanistan”ın görüşü... hangi temellere dayanıyor?İkinci Dünya Savaşı sona yaklaşırken, Oniki Ada’nın geleceği konusu, özellikle Amerikalılar ve İngilizler tarafından tartışılmaya başlanmıştı. Bu tartışmaların olduğu belgeler Türkiye ve Yunanistan’ın görüşlerini tam olarak anlamak açısından fevkaladedir. Öncelikle, her iki tarafın da görüşlerini tarihe dayandırdığını söylemek mümkün. Türkiye, adaların hiçbir zaman Yunan ulus devletinin bir parçası olmadığını, yüzyıllarca Osmanlı egemenliğinde olduğunu söylerken, Yunanistan iddiasını antik döneme kadar dayandırmış ve bir nevi “anavatan” söylemi kurmuştu. Bunların dışında Türkiye’nin özellikle önemsediği iki unsurdan biri, adaların Anadolu’nun bir parçası olduğuna atıfla coğrafya, diğeri ise güvenlikti. Türkiye’ye göre, adalar Anadolu için bir güvenlik zafiyetiydi. Yunanistan ise konuya demografik açıdan bakıyor ve adaların çoğunluğunun Rum olduğunu belirterek iddiasını nüfus üzerinden sürdürüyordu./Archive/2021/1/11/015429227-09-pabuccular-3.jpg- Kitabınızda diyorsunuz ki: “Oniki Ada’dan gelecek bir saldırı korkusu, Türkiye’yi 1930’ların ikinci yarısında İngiltere’ye ve dolaylı olarak da Fransa’ya yakınlaştırarak Türk dış politikasının genel gidişatında büyük denilebilecek bir değişiklik yaratmıştı. Bu değişikliğin sonuçları uzun yıllar kendisini hissettirecekti.” Açar mısınız, o sonuçları bugün hâlâ hissediyor muyuz?Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde İngiltere ve Fransa ile Üçlü Pakt yapması iki savaş arası dönemin görece bağımsız olarak adlandırdığımız dış politikasından farklı bir dönemi başlatacak ilk adımdı. Daha büyüğü ise savaş sonrasında Türkiye’nin Batı kampına eklemlenmesi ile geldi. Bunların hiçbiri tekdüze ve basit süreçler değildi. Hatta 2. Dünya Savaşı’nın sonu Türkiye’nin uluslararası konumu açısından oldukça sancılı bir süreci de beraberinde getirmişti. Uluslararası sistemin de dayattığı bu büyük yapısal değişiklik, yani Türkiye’nin Batı kampına eklemlenmesi, tabii ki Türk dış politikasının 20. yüzyılının ikinci yarısına damga vurmuştur diyebiliriz. Bugün Türkiye’nin NATO ülkesi olduğunu düşündüğümüzde, bu yapısal değişikliğin etkisinin günümüze kadar ulaştığını da söyleyebiliriz.- Türkiye’nin bugün Ege politikasını tatminkâr buluyor musunuz? İdeal olanı nasıl?Ortada bir sorun varsa, ideali o sorunu çözmektir. Ancak açık konuşmak gerekirse, ideal olanın gerçekleşmesi biraz zor görünüyor. Ege’de daha önce de bahsettiğimiz karasuları, kıta sahanlığı, egemenliği tartışmalı alanlar, adaların gayri askeri statüsü gibi birçok sorun var. Bunların çoğunluğu da uzun yıllara yayılmış meseleler. Bu konular çözülmese bile mevcut statükonun Türkiye aleyhine bozulmasına engel olunmalı. Bir de bence, Ege sorunu bir Türk-Yunan meselesi olarak kalmalı…- Ne demek istiyorsunuz?Türk-Yunan uyuşmazlığından spesifik bir Türkiye-AB uyuşmazlığına dönüşmemeli demek istiyorum. Yunanistan’ın AB üyesi olması sebebiyle, AB’yi konudan azade düşünmek mümkün değil. Ama bunun tamamen bir Türkiye-AB meselesine dönüşmemesi gerekir.- Türk-Yunan meselesi olarak kalmazsa ne olur?Ege konusunda Türkiye açısından eşitsiz bir durum ortaya çıkaracaktır. Nitekim AB, içinde Türkiye ile farklı ilişkileri olan birçok ülkeyi barındırıyor. Aynı zamanda genel anlamda Türkiye ve AB ilişkilerinin diğer tüm alanlarına da sirayet edeceğini düşünüyorum./Archive/2021/1/11/015433086-09-pabuccular-4.jpgGÖÇ KRİZİ- Bir görüşünüz de şöyle: “Ege Denizi çağlar boyunca göç hareketlerinin yoğun yaşandığı bir yer olmuştur. Bugün de öyle.” Tarihe dönecek olursak, Oniki Ada ile Türkiye arasındaki göç, sıkıntılara yol açıyor muydu?20. yüzyıla baktığımızda özellikle savaş dönemlerinde Ege’deki hareketliliğin arttığını görüyoruz. Balkan Savaşları, Kurtuluş Savaşı ve Mübadele de bu bağlamda düşünülebilir ve coğrafyanın demografisi açısından oldukça önemlidir. Bunların dışında, hem 1930’ların sonunda İtalyan faşizminin Oniki Ada’daki katı uygulamaları sonucunda hem de 2. Dünya Savaşı sırasında genel olarak Ege adalarından savaş ve kıtlık sebebiyle Anadolu’ya kaçan sivil-asker çok sayıda kişi olmuştu. 1930’larda Oniki Ada’dan kaçanlar Türkiye ve İtalya’nın halihazırda sorunlu olan ilişkisine bir sorun daha katıyorlardı. Zira konu hayli siyasiydi. Rejim karşıtları en yakın yere, Türkiye’ye kaçıyorlardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında ise tüm Ege adalarından gelen bir göç dalgası yaşanmıştı. Tabii ki bu durum Türkiye açısından bir sorunlar yumağıydı ve müttefiklerle de problemlere sebep oluyordu. Kamplar ya da sığınmacıların getirdiği finansal yük, müzakere ve tartışmaların odağındaydı. Belirli dönemlerde Türkiye göçmenleri kabul etmeyeceğini de belirtmiş ve bunu bir süreliğine uygulamıştı.TÜRKİYE, 2. DÜNYA SAVAŞI’NDAKİ DIŞ POLİTİKASI SAYESİNDE İŞGAL EDİLMEDİ- Aslında Oniki Ada ve Türkiye meselesi 1939’dan 1945’e kadar sık sık masaya geldi. 1943’te de Türklere teklif ediliyor Oniki Ada, değil mi?Evet. Aslında savaş boyunca Türkiye’ye adalara dair çeşitli tekliflerde bulunuluyor. Sadece Almanları ele aldığımızda bile, 1941’de ve 1944’te de adaların bütünü ya da birkaçına dair bazı tekliflerinin olduğu görülüyor. Yani 1943 teklifinde istisnai bir durumdan bahsetmiyoruz. Zira iki savaş arası dönemde Türkiye’nin ciddi bir tehdit olarak algıladığı bu adalar, farklı ülkeler tarafından Türkiye’nin fikrini değiştirebilecek ya da Türkiye’den bir şey elde etmede kullanılabilecek bir unsur olarak görülüyor. Tüm bu tekliflerin, Türkiye’nin savaş dışı tutumunu pekiştirmek, Türkiye’yi savaşa sokmak, Türkiye’nin müttefiklerle ilişkisine darbe vurmak ya da 1941’de olduğu gibi Türkiye’den transit geçiş hakkı elde etmek gibi farklı birtakım amaçları var. Şunu unutmamak lazım: Türkiye 1939’da Üçlü Paktı yaparken, üzerine en çok eğildiği konulardan bir tanesi Oniki Ada’ya yapılacak bir operasyondu. Aylarca bir plan üzerinde çalışıldı. Ancak Türkiye, savaş Akdeniz’e yayıldığında tüm bu planlarını rafa kaldırarak savaş dışı kalmayı tercih etti, çünkü Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’ndaki en önemli hedefi Türkiye’nin yıkımına meydan vermemekti. Savaşın sonuna doğru ise ortaya çıkan Sovyet dinamiği, Türkiye’nin dış politikasında önemli bir yere sahip olmuştu. Türkiye’nin savaşın sonuna doğru gelen tekliflere karşı tutumu da bu bağlamda incelenmelidir. Yenilen Almanya’nın yaptığı tekliflere verilen cevapları, savaşın ve Türk dış politikasının genel durumunu analiz etmeden yorumlamak hatalı sonuçları beraberinde getirmektedir. Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’ndaki dış politikası, bugünden baktığımızda adalar konusunda istenileni vermemiş olabilir. Ancak bu politika sayesindedir ki Türkiye işgal edilmemiş ya da savaşın yarattığı yıkıma uğramamıştır. İpek Özbey

‘Virgin bombası’yeni boyut kazandı

‘Virgin bombası’ yeni boyut kazandı Turkcell’e “vergi cenneti” Virgin Adaları üzerinden kredi veren Ziraat Bankası Genel Müdürü Aydın ile Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Aksu’nun, Turkcell’in yönetim kurulunda olduğu ortaya çıktı. CHP’li Yavuzyılmaz, “Bütün bürokratik ilkeler birer birer çöküyor” dedi. Ziraat Bankası’nın, Çukurova Grubu’na “vergi cenneti” olarak bilinen Virgin Adaları üzerinden Turkcell için verdiği 1 milyar 636 milyon dolar kredi yeni bir boyut kazandı. CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Bülent Aksu’nun ve Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın’ın aynı zamanda Turkcell’in Yönetim Kurulu’nda olduğunu anımsattı. Yavuzyılmaz, “Bu çok rollü bürokratlar, siyasi otoritenin güdümünde bulunup, hem partili hem de şahsidirler. Türkiye’de bütün bürokratik ilkeler birer birer çökmektedir” dedi. Ziraat Bankası’nın verdiği kredi Sayıştay’ın denetim raporunda ortaya çıkmıştı. Rapora göre, 2014 yılında 1 milyar 636 milyon dolar olarak verilen kredinin 17.5 milyon dolarlık miktarının ödendiği belirtilmişti. Raporda, “Kredinin gecikmiş son üç yıllık anapara taksiti ve faizleri tutarı toplamı 726 milyon 572 bin 712 dolar seviyesine çıkmıştır. 15.05.2020 itibari ile kredi anapara ve faiz ödemelerine ilişkin 654 gün vadesi geçmiş ödenmesi gereken tutarların bulunduğu banka bilgi işlem kayıtlarından görülmüştür” denilmişti. Ziraat Bankası ise kredinin Ekim 2020’de tahsil edildiğini açıklamıştı.YAVUZYILMAZ: BU NASIL İŞ?Verilen krediyi Cumhuriyet’e değerlendiren CHP’li Yavuzyılmaz, “Krediyi veren Ziraat Bankası. Krediyi alan Turkcell’in Virgin Adası’ndaki şirketi. Krediyi veren Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın, aynı zamanda krediyi alan Turkcell’in de yönetim kurulu üyesi ve Turkcell’in yüzde 26,2 hissedarı olan Türkiye Varlık Fonu’nun da yönetiminde. Bu nasıl iş!” diye sordu. Aksu’nun Turkcell ve Eximbank’ın Yönetim Kurulu Başkanı olduğunu da ifade eden Yavuzyılmaz, “Bu çok rollü bürokratlar eşzamanlı görev aldıkları kurum ve şirketlerin haklılık, kârlılık ve zarar alanlarını birbirinden nasıl ayırıyor, birbirlerine karşı çıkarlarını nasıl koruyup kolluyorlar? Mesela Turkcell’in Eximbank ile bir kredi ilişkisinde nasıl bir pozisyon alacak?” dedi. Hazal Ocak

İzmir Bölge Adliye Mahkemesi, Buğra Gökçe için yapılan yalan habere eleştiri dedi

İzmir Bölge Adliye Mahkemesi, Buğra Gökçe için yapılan yalan habere eleştiri dedi İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Buğra Gökçe hakkında yalan haber yapan muhabire verilen 1 yıl 15 gün hapis cezası, yapılan itiraz sonucu mahkeme tarafından eleştiri sınırları içerisinde bulunarak bozuldu. İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Buğra Gökçe’nin “darbeci askerlerle ilişkili” olduğu iddiasıyla haber yapan muhabir “hakaret ve iftira” suçundan 1 yıl 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. İtiraz üzerine dosyayı ele alan İzmir Bölge Adliye Mahkemesi ise haberin “basın özgürlüğü ve eleştiri” sınırları içinde kaldığına karar verdi. Karara tepki gösteren Gökçe’nin avukatı, Anayasa Mahkemesi’ne başvuracaklarını açıkladı. Sabah gazetesinde, 17 ve 19 Ağustos 2016 tarihlerinde yayımlanan haberlerde Buğra Gökçe’nin, darbeci subaylarla ilişkili olduğu iddia edilmiş ve subaylarla birlikte olduğu bir fotoğraf belge olarak gösterilmişti. Haberinin ardından Gökçe hakkında inceleme başlatılmıştı. İncelemede söz konusu fotoğrafın, 21 Mayıs 2015 tarihinde Hava Kuvvetleri’nin kuruluş yıldönümünde Çiğli 2. Ana Jet Üssü’ndeki kutlama törenine ait olduğu ortaya çıkmıştı. Gökçe’nin şikâyeti üzerine açılan davada mahkeme, Sabah muhabiri Ertan Gürcaner’in “asılsız haber, iftira suçlarını işlediğine” hükmederek, muhabiri 1 yıl 15 gün hapis cezası ve 7 bin 500 TL manevi ve 304 TL maddi tazminat ödemeye mahkûm etti. Sabah’ın başvurusu üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi, haberi eleştiri sınırları içerisinde bularak, Gökçe’nin “eleştirilere katlanması gerektiğine” hükmetti. Gürcaner, hakkında verilen hapis ve tazminat cezaları kaldırıldı. Yargılamanın tüm giderleri Gökçe’nin üzerine bırakıldı.‘LİNÇ AMAÇLANDI’Karara tepki gösteren Gökçe’nin avukatı Burak Güner, “Gerçeğe aykırı haberlerle Gökçe’nin itibarsızlaştırılması, toplum tarafından vatan haini olarak görülmesi ve terör örgütü üyesi olarak linç edilmesi amaçlanmıştır” dedi. Muhammed Özmen

Suikast eğitimi veren SADAT’ın kurucusu ve eski CumhurbaşkanlığıBaşdanışmanı,İslam Birliği Kongresi düzenledi

Suikast eğitimi veren SADAT’ın kurucusu ve eski Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı, İslam Birliği Kongresi düzenledi Suikast eğitimi veren SADAT’ın kurucusu, eski Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı, İslam Birliği Kongresi düzenledi. Kongrede, başında cumhurbaşkanı bulunan İslama dayalı konfederasyon kurulması kararlaştırıldı. Konfederasyonun iç güvenliği, dış politikası ve adalet sistemi tek merkezden yönetilecek. Gazetemizin suikast ve gayri nizami harp tekniklerinin de yer aldığı eğitim programları düzenlediğini belirlediği Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Şirketi’nin (SADAT) kurucusu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eski başdanışmanı emekli General Adnan Tanrıverdi’nin düzenlediği İslam Birliği Kongresi’nde, başında cumhurbaşkanı bulunan, İslam inancına dayalı bir konfederasyon kurulması kararlaştırıldı.Tanrıverdi’nin başkanı olduğu Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği’nin (ASSAM), Üsküdar Üniversitesi yetkilileri ile devlete ait Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kazım Uysal’ın da katıldığı 4. Uluslararası İslam Kongresi, geçen aralık ayında sanal ortamda gerçekleştirildi. Kongrenin sonuç bildirgesi geçen günlerde açıklandı.İslam dünyasının “süper güç” olarak tarih sahnesine yeniden çıkabilmesi için Asya-Afrika (Asrika; 28’i Asya, 27’si Afrika, 4’ü Avrupa, 2’si Güney Amerika ülkesi) coğrafyasında 9 bölgesel federasyondan oluşan bir İslam birliği konfederasyonu oluşturulması önerilen bildirgeye göre; her İslam ülkesinde birer “İslam birliği bakanlığı” kurulacak, bir de İslam ülkeleri parlamentosu oluşturulacak. İslam ekonomisine dayalı bir ekonomik işbirliği sistemi ve ortak savunma sistemi kurulacak, iç güvenlik ve dış politika tek merkezden yönetilecek, ortak adalet sistemi kurgulanacak. Kurulacak İslam birliğinin; resmi dili, bayrağı, başkenti, yasama ve yürütme yetkisi olacak. Gümrük birliği sağlanacak, ortak pazar kurulacak, para birliğine gidilecek.ANAYASASI OLACAKİslam ülkeleri konfederasyonunun bir anayasası olacak, başta bir konfederal cumhuriyet başkanı bulunacak. Onun altında konfederal cumhuriyet başkan yardımcıları görev yapacak. Bölgesel federal cumhuriyet başkanları, adalet, milli savunma, içişleri, dışişleri bakanları, genelkurmay başkanı, kara, deniz, hava ve müşterek kuvvet komutanlarının katıldığı “konfederal cumhuriyet güvenlik konseyi” oluşturulacak. Ayrıca, konfederasyon merkezinde genelkurmay başkanı, kara, deniz, hava vb. komutanlıklar bulunacak. Işık Kansu

Hükümlünün uzaktan eğitimineönce kabul sonra ret!

Hükümlünün uzaktan eğitimine önce kabul sonra ret! Kırıkkkale F Tipi Cezaevi’nde hükümlü Emre Türkay’ın (33) uzaktan eğitim talebini kabul eden hâkimlik 3 ay sonra aksi yönde karar verdi. İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Gazetecilik Bölümü son sınıf öğrencisi hükümlü Emre Türkay gazetemize mektup ve mahkeme kararlarını göndererek eğitim hakkının engellendiğini belirtti. İki buçuk yıl önce kendi parasıyla aldığı bilgisayarla eğitimine cezaevinde devam ettiğini anlatan Türkay, cezaevi idaresinin keyfi şekilde bir anda eğitimini sonlandırdığını söyledi. Türkay, idarenin tutumu karşısında Kırıkkale İnfaz Hâkimliği’ne başvurarak uzaktan eğitiminin devam etmesi için talepte bulunduğunu aktardı. Türkay, hâkimliğin geçen eylül ayında, “canlı dersler dışında yazılı dokümanların olmaması nedeniyle derslere devam edilemeyeceği dolayısıyla bilgisayar kullanmak suretiyle derslere katılımın eğitim hakkı çerçevesinde zaruri sayılacağı bu sebeple hükümlünün talebinin kabulüne” karar verdiğini belirtti.‘KESİN KARAR BOZULDU’Eylül ayında verilen bu karara itiraz olmamasına karşın Kırıkkale İnfaz Hâkimliği’nin 7 Aralık’ta ikinci bir karar alarak canlı derslere katılım zorunluluğu olmaması ve Covid-19 salgını gerekçesiyle talebi reddettiğini aktaran Türkay, “İlk kararda talebimi kabul ediyorlar ama son kararda ‘böyle uzaktan eğitim yok’ deyip kabul etmiyorlar. Daha vahim olan mahkeme ‘kesinleşmiş kararı’ bozuyor. İtiraz ve temyiz süreleri geçen kararlar kesin kararlar oluyor. Yani mahkeme canı istediği zaman aynı dosya üzerinden farklı kararlar veriyor. Karara itiraz ettim. Uzaktan eğitimden mahkûmların faydalanması için çok açık hüküm var. Madem mevzuatta yok iki buçuk yıl nasıl aldım uzaktan eğitimi” dedi. Aynı hâkimliğin 3 ay arayla iki farklı kararındaki çelişkiye dikkat çeken Türkay, “İlk kararda üniversite ‘basılı kaynak’ yok diyor. Mahkeme ise ikinci kararda kitap parasını ödeyerek alsın diyor. Olmayan kitabı nasıl alacağım. İdare ve mahkeme keyfi davranıyor” dedi. Zehra Özdilek

Diyarbakırşehidine son görev

Diyarbakır şehidine son görev Diyarbakır’ın Lice ilçesi kırsalında teröristlerle çıkan çatışmada şehit olan 24 yaşındaki Jandarma Uzman Çavuş Mehmet Çelik, memleketi Malatya’da gözyaşlarıyla son yolculuğuna uğurlandı. Diyarbakır’ın Lice ilçesi kırsalında teröristlerle çıkan çatışmada şehit olan Jandarma Uzman Çavuş Mehmet Çelik (24), memleketi Malatya’da toprağa verildi. Çelik’in cenazesi, Diyarbakır General Galip Deniz Kışlası’ndaki törenin ardından dün Malatya’nın Yeşilyurt ilçesine bağlı Özalper Mahallesi’ndeki baba evine getirildi. Şehidin Türk bayrağına sarılı naaşı, kılınan cenaze namazının ardından Malatya Şehitliği’nde toprağa verildi. Törene, şehidin babası Latif ve annesi Aynur Çelik, eşi Ebru Çelik ile askeri ve mülki erkân katıldı. Öte yandan, Milli Savunma Bakanlığı TSK tarafından son bir ayda 8’i büyük, 35’i orta çaplı olmak üzere 43 operasyon gerçekleştirildiğini, operasyonlarda 226 teröristin etkisiz hale getirildiğini açıkladı. Selahattin Gökaltay

"Büyük Kadın Sanatçılar" kitabıyla tartışmaların odağıolan AkSanat'ın bugüne kadar ki serüveni

"Büyük Kadın Sanatçılar" kitabıyla tartışmaların odağı olan AkSanat'ın bugüne kadar ki serüveni Unutmak, unutturmak mı, yoksa yok saymak mı? AkSanat kaç yılında kuruldu, kaç kitap basıldı? Cumhuriyet’te Yazgülü Aldoğan’ın yazdığı ve yorum için de açık kapı bırakıp tartışma başlattığı “Büyük Kadın Sanatçılar” kitabının tanıtım yazısı, yaşamın içinden bana farklı bir olguyu anımsattı: “Diriye değil, ölüye saydılar bizi.” Bir kitap için bu ne fırtına mı? Ama, büyük bir kurumun, hele “sanat ve sanatçının yanında,” sloganını yıllarca simge edinmiş bir kurumun açıklaması bile yeter de artar! Üstelik, yayımladıkları kitaplar için , “...dostlarımıza ve gençlerin faydalanabilmesi için de üniversite kütüphanelerine armağan ediyoruz” demişlerse, saygıyla karşılanmalı! O zaman okumaya başla! Kitabın adı: “Büyük Kadın Sanatçılar...” Hem de 400 büyük kadın! Demek ki, sanat evreninde, “Büyük erkek sanatçılar” kitabı da sırada! İronisi bir yana, sorun; kitapta F. Zeid dışında bu toprakların sanatçılarının yer almaması ile “çeviri de olsa, “Büyük kadın sanatçılar” başlığının 21. yüzyılda bile sanat adına tanımlanmış olması o kurumu bağlar. Sorun Batılı ya da yerli yazar sorunu değil; anlayış, algı “entektüel!” bakış açısı o kadar! Birkaç günden beri usta sanatçı ve yazarların söylemleri ve karşı çıkmaları da bundan.YOK SAYMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİAslında bu olay tekil değil, toplumsal bir olgu. Aksini düşündüklerini sanmak istemiyorum ama... Cumhuriyet’in kültür ve sanat sayfasına, kurum adına yapılan açıklama, imzasız da olsa çok doyurucu ve saydamdı! Hadi, her ortamda dillendirilen ve pek hoşlandıkları Arapça sözcüğü kullanarak, bu “vesileyle” söyleyelim ki “Zikr-i cemil” edilen yazıda (işin içine basın girdiği için her sözcük üzerinde çok çalışılmıştır ve o makamdan bu masaya onay alınmıştır) övünçle şöyle denilmektedir: “... ‘2004 yılından bu yana’ Türkiye’de çağdaş sanattan mimariye, fotoğraftan resme kadar sanatın farklı disiplinlerinde 16 kitap yayımladık.” Lakin, bir sorum olacak, kamuoyunu bilgilendirme ve “yok sayma” adına. Bu sorum bireysel soru değil; unutmak başka, kurum adına “yok saymak” başka... Ama bir farkla, çünkü kültür ve sanat adına yapılan “tasarruflar”da kurum dolaylı olarak kendini de yok sayıyor! Neden mi? “Kurum, 2004 yılından bu yana Türkiye’de çağdaş sanattan mimariye, fotoğraftan resme kadar sanatın farklı disiplinlerinde 16 kitap yayınladık.” derken 2004 öncesini ne yapıyor? Aksanat ya da bugünkü adıyla Akbank Sanat evi de 2004 te mi kurulmuş?AKSANAT 1987’DE KURULDU1987 yılında Akbank’a sanat danışmanı olarak davet edildiğimde, saygıyla andığım; tiyatro, caz ve sanatın, bilimin, görgünün simgesi Hamit Belli ile görüştüğümde, İstanbul’da ilk ve kapsamlı donanımı ile bir kültür merkezini önermiştim. Sakıp Sabancı, değerli dostum Güngör Uras, Hamit Belli ve genel müdür yardımcıları ile her hafta oturup saatlerce ayrıntıları konuştuk. Sakıp Bey, bu kurumun gökdelende olmasını önerdi ama sanatın odak noktası Beyoğlu idi. Önce, Beyoğlu bölgesini de kapsayan bölgenin anıtlar kurulu başkanı Prof. Dr. Hande Süher’in onayını aldık. Metin Deniz’in tasarımı ile mimarlık bürosu çalışmalara başlarken, yapının işlevi için iki yıl sonrasının etkinliklerini planladık: Tüm yetkilerle, sonra gelsin sanatın, bilimin, kültürün erbabı dostlar! Vitali Hakko da ilk tanıtım kokteylini Vakko’ da yaptı. 1987 ile 2004 arası niye kayıp! Ne garip! Kuşku bu ya; ben de merak ediyorum: 16 yıl içinde altın madalya verdikleri sanat danışmanı da kayıp! Hadi beni yoklar hanesine yazdınız, ya kitaplar? “Kimse kusura bakmasın! İşimize geldiği gibi, unuturuz da yok da sayarız” mı? Unutmayalım: “Sanatın ve sanatçının yanındayız” demek bir erdem işi! “Eskiden kusur olan şeyler, görenek haline geldiyse... Çok, çok “büyük kadın sanatçılar”ın ne kusuru var? Hele curcunalı günlerde bunu düşünmek gerçekten “maharet” ister! Can-ı gönülden çorbada tuzu olanları kutluyorum!..KENDİNİ YOK SAYAN KİTAPLARBu kitapları hangi kurum, hangi logo ile yayımladı? Üstelik her biri 3 bin adet basılmış ve tükenmişti. Yok kitaplar: Gürol Sözen. / Bin Çeşit İstanbul ve Boğaziçi Yalıları. 1989 /Cahit Kayra. İstanbul Mekanlar ve Zamanlar.1990 /Prof. Mustafa Cezar. XIX. Yüzyıl Beyoğlu’su.1991/ Prof.Dr. Metin And. 16. yüzyılda İstanbul. 1993 /Çekmeceler. Ressam, Tasarımcı ve heykeltraşlar-3 kitap.1991 / Prof.Dr. Muhibbe Darga. Hitit Sanatı. 1992/Gürol Sözen. Ege’den Akdeniz’e Mavi Uygarlık From the Aegean to the Mediterranea 1995 /Prof.Dr. Talat S. Halman. Eski Anadolu ve Ortadoğu’dan şiirler. 1996 / Prof.Dr. Kıymet Giray. Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği. 1997/ Prof.Dr. Metin And. Minyatürlerde Osmanlı-İslam Mitolojisi. 1998 / Akbank 50. yıl Armağan kitabı: Gürol Sözen. Ege’den Akdeniz’e Mavi Uygarlık (2. Baskı) 1998 / Ahmet Kamil Gören. Akbank Resim Koleksiyonu. 1998 /Behzad Üsdiken. Pera’dan Beyoğlu’na (1840-1955). 1999 /Topkapı Sarayı. (Müze Müdürü Filiz Çağman ve seksiyon şefleri) 2000 / Yıldız Akyay Meriçboyu. Antik Çağ’da Anadolu Takıları. 2001/ Dr. Alpay Pasinli. İstanbul Arkeoloji Müzesi. 2003/ve Sakıp Sabancı Koleksiyonu... Gürol Sözen




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter