Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Saturday, 07.19.2025, 11:23 PM (GMT)

News - Haberler

Beypazarı'ndaki yaşayan müzeler

Beypazarı'ndaki yaşayan müzeler “Müze” deyince aklınıza ne gelir? Camekanlar arkasında saklanan bir takım objeler, eserler ve yanlarındaki küçük plakalara yazılan bilgiler; değil mi? Hadi olsun olsun son moda led ışıklandırmalar. Hadi bir de interaktif bilgi kaynakları, belki bir takım elektronik oyunlar. Yani, gerçekten ilgili olmayanı cezbedecek pek bir durum yok. Ama, şimdi anlatacağım iki müze var ki; böylesi asla akla gelmez. Beypazarı Yaşayan Müzeleri gibi bir projeyi, kimse hayal bile edemez.Bir tiyatroymuş, bir dönem oyunuymuş sanki. Hooop diye içine girivermişsiniz… Bir taraftan kahveler gelmiş, öbür taraftan kurşunlar dökülmüş. Maniler okunmuş, masallar anlatılmış, kokulu otlar yakılarak eski usül tütsüler yapılmış. Soba çıtır çıtır yanıyor. Soğuk Beypazarı’nda, eski bir konağın içinde, 150 sene önceki hayat aynen yaşatılıyor. Türkiye’nin ilk uygulamalı kültür müzesi burası. 150 sene evvelki hayat orada, siz de oradasınız. O salonda, o sedirde, dantellerin yanında, kilimlerin üstünde, o sedirde, o kurşun döken kadının karşısında.KÜLTÜREL MİRASIN YAŞATILDIĞI BİR MÜZEBeypazarı’nı oldum olası sevdim. Çekül Vakfı Başkanı Prof. Metin Sözen, bu güzeller güzeli ilçeye çok emek verdi. Ama buraya ısınmamda, eski belediye başkanı Mansur Yvaş’ın etkisi çoktur, o ayrı konu. Mansur Başkan her defasında çok güzel ağırlardı, hep hayalleri vardı, hep çok çalışkan, hep çok ilgiliydi.Gide gele ilçeye yapılan iyi şeylere şahit oldum. Yollar yenilendi, dükkanlar düzeltildi, birçok eski konak onarıldı. Zaten, Beypazarı, yıllar içinde başlıbaşına “yaşayan bir müze” olup çıktı. Kurusu, havucu, 80 kat baklavası, “Beypazarı kurusu vardır, kız kurusu yoktur” diyen, turizme iyice ısınan esnafıyla da, yeteri derecede albeniliydi.En son, geçtiğimiz yıllarda açılan “Yaşayan Müze”, sonrasında da yine aynı konseptle açılan “Türk Hamamı Müzesi”ni ziyarete gittim. Ve kelimenin tam manasıyla, hayran kaldım. “İşte” dedim, “müzeciliğin gelmesi gereken nokta bu. Türk tarihi, gelenekleri, bundan daha iyi ve doğru biçimde aktarılamaz…”/Archive/2020/11/14/223038202-cmt-bey4-max.jpgELEMTEREFİŞ, KEM GÖZLERE ŞİŞBeypazarı Yaşayan Müze, 1800’lerde inşa edilmiş olan Abbaszade Konağı restore edilerek hayata geçirildi. Konak, ilçenin merkezinde, tipik bir Beypazarı evi. Bahçesi, odaları, ahşap işçiliği ile son derece özgün ve sıcak bir yapı. Giriş katı, “hayat” alanı. Yaşamın geçtiği yer. Orta katların ismi “çardak”, en üst kat ise “guşgana”.Bu müzede sergilenen pek bir şey yok. Hani eskiden beri kullanılan bakır kap kaçağı, sobayı, divanları, birkaç eski kilimi ve örtüyü saymazsak, boş bile denebilir. Yani eğer insanları ve devam eden hayatı görmezseniz…İlk anda, konağın sahipleri rolünde genç bir erkek ve kız karşılıyor kapıda. İçeri geçiyorsunuz; hava soğumuşsa soba yanmış, mis gibi bir sıcak kaplamış her yanı. Genlerimizin hatırladığı o sıcaklık, o içimizi ısıtan tanıdıklık, ah nasıl tarif etsem, o tam bizdenlik hali yansıyor her zerrenize.Müzede çalışanların hepsi, ya da “yaşayan ve yaşatan” desem herhalde daha doğru olacak, Türk Halk Bilimi öğrencileri, master öğrencileri veya mezunlarından oluşan bir kadro. Koca konağın her odasına, farklı rollerle dağılmışlar.Ocağın başında ateşe süzdüğü bakır cezvelerle kahve kaynatan bir genç, gülen gözlerle kahvenizi sunuyor. Bir yüzyıl öncesinde yörenin kadınları ne giyiniyorsa, öyle giyinmiş. Manilerle, deyişlerle konuşuyor. Kahveyi için, fal için kapatın, yan odaya geçin. Kurşun kızdırıp soğuk suya “foşşş” diye döken ve bunu bütün mahareti, içtenliği, inanmışlığıyla yapan bir başkası, tüm hüneriyle sizi bekliyor. Bir de güzel anlatıyor, bir de hoş dua ediyor; tüm kem gözler, kötü niyetler, kurşun parçasına hapsedilip atılıveriyor. Okunmuş pirinçler, kötü bakışlardan koruyan nazar boncukları, değişik Anadolu işi nazarlıklar ve sarımsak demetleri eşliğindeki odadaki ritüel müthiş.Gezi, bu kadarla sınırlı değil; karşı oda, “ıhlamur baskı” odası. Ihlamur ağacıyla yapılan bu kumaş baskısı, üst üste yapsanız bile, renkleri asla karıştırmıyor. Yanınızda bir beyaz tişört götürmenizi öneririm, kesinlikle çok zevkli.Ebru da bu katta. Tasavvuf müziği eşliğinde, müthiş bir anlatımla, gerçek bir ebru yapımına şahit oluyorsunuz. O renkler, suyun içinde aheste aheste dağılıyor; derken kağıdın üzerinde sonsuz desen seçeneğinden biri olarak yapışıyor. İnanın bana, daha önce ebru yapımını birçeok yerde gördünüz de; böylesini daha önce ne duydunuz, ne gördünüz. O yazlık mekanlarda gördüğünüz ebruculara falan hiç benzemiyor bu. Hem yapılış şekli doğru, hem de işin felsefesi çok güzel ve doğru aktarılıyor.MASAL EBE’NİN MASALLARIÜst katta “Karagöz ve Hacıvat” oynatılıyor. Hatta eğer isterseniz, siz de oyuna dahil olup karakterlere ses verebiliyorsunuz. Artık ne yazık ki “Yunan geleneksel sanatı” olarak tanınan gölge oyunumuz, Beypazarı Yaşayan Müze’de çok başarılı biçimde yorumlanıyor.Büyük gelin odası, konağın en ferah odalarından biri. Burada da sizi “Masal Ebe” karşılayacak. Nasıl cici bir kız, ne güzel konuşuyor, aklınız durur. Geleneksel Türk masallarını anlatıyor, maniler söylüyor, bilmeceler sorup şekerler dağıtıyor.Müze, özellikle hafta sonlarında çok kalabalık oluyor. Bahçede hamurlar açılıyor, odun ateşinde pideler pişiriliyor. Müze giriş fiyatları malumunuz. Tüm bu yeme, içme, kurşun dökme, gösteri seyretmeler için dilerseniz katkıda bulunabiliyorsunuz. Öylesinde özenli bir kurgu, öylesine ince ve gönülden bir çaba var ki... Zaten birşeyler yapabilmek için, kutudur, kumbaradır, “ne var?” diye oraya buraya bakınıyorsunuz…Beypazarı Yaşayan Müze’de zaman zaman farklı etkinlikler de düzenleniyor. “Masal geceleri”, “Geç Osmanlı döneminde ilan-ı aşklar” veya “Gelin kınan kutlu olsun” gibi temalı anlatımları, canlandırmaları kaçırmamak lazım. Tabii fiziksel olarak yakın olanlarınızı kast ediyorum. İstanbul’dan da artık arabayla beş saatte rahatlıkla varılabileceğini de yeri gelmişken hatırlatıyorum.TÜRK HAMAMI MÜZESİ’Nİ DE ZİYARET EDİNSadece birkaç yüz metre ötedeki eski bir hamam, “Türk Hamamı Müzesi”ne dönüştürülmüş. Burası da “yaşıyor”. Türk hamam kültürünü, sizi gezdiren bir “Hamam Anası” ile bir kez daha öğreniyorsunuz. Gelin hamamları, kullanılan eşyalar, tüm o hamam ritüellerini bir bir görüyorsunuz.Hamamın bahçesindeki “hamam ateşi”ni yakmakla görevli olan külhanbeyi ise müthiş bir tipleme. Benim ziyaret ettiğim birkaç yıl önce, Hacettepe Üniversitesi Türk Halk Bilimi bölümünde okuyan Sinan, harika bir karakter yaratmıştı. Hele bir nara atması vardı ki, insan gerçekten inanıyordu./Archive/2020/11/14/223133920-cmt-bey6-y15.jpgHer iki yaşayan müzenin ardındaki isim ise, aslen Beypazarlı olan bir bilim kadını: Sema Demir. Hacettepe Üniversitesi Türk Halk Bilimi bölümünü bitirmiş, aynı bölümde master yapmış, doktorasını tamamlamış. Ders veren bir akademisyen, ama bence bu müzelerle harikalar yaratmış. KAGİDER üyesi olan Sema Demir, 2015 yılında “Yılın Sosyal Girişimcisi”, 2016’da da Sabancı Vakfı tarafından “Yılın Fark Yaratanı” ödüllerinin sahibi.Bu iki müzeyi gezip, tüm detayları kafama iyice not ettikten sonra, yapılan işin ne denli büyük bir emekle kotarıldığını daha iyi anladım. Ülkemizde benzeri olmayan bir müzecilik anlayışı; üstelik tüm dönem öğeleri kullanılarak, teatral bir sunumla aktarılmış. Asla ucuz kokmayan, asla sırıtmayan bir tarz. İşin içine tutku, coşku çok güzel eklenmiş. Harika bir ekip oluşturulup, sıkı bir çalışma kampından geçilmiş.Sema Demir, müthiş bir karakter, müthiş bir yılmazlık örneği. Batı ülkelerinde, bu müzeler, beş doktora tezi yerine geçerdi. Bu isim taçlandırılır, sokaklara tabela olur, hakkında kitaplar yazılır, ömür boyu iş ve maaş garantisi sağlanır, araştırmaları için her tür kaynak emrine amade edilir, bir de devlet nişanıyla onurlandırılırdı. Tanıştığımda çok sevdim Sema Hanım’ı, sonrasında da hep düşündüm. Nedense Vamık Volkan’ın “Toplumları kadınlar kurtaracak” sözünü hatırladım bir de.Buna da şükür!Son iki söz: 1. Beypazarı’na mutlaka gidin, her iki müzede de uzun zaman geçirin. Ne özel bir kültüre sahip olduğumuzu bir kez daha görün.2. Sema Demir ismini unutmayın. Son yıllarda gördüğünüz en başarılı Türk Halk Bilimi uzmanı, anlatıcısı, müzecisi olarak zihninize not edin. Fatih Türkmenoğlu

Vefat ilanıüniversitede kadrolaşmayıortayaçıkardı

Vefat ilanı üniversitede kadrolaşmayı ortaya çıkardı Üniversitenin internet sitesinde 11 Kasım tarihinde paylaşılan başsağlığı mesajında, ölen kişinin kim olduğu açıklanmazken; üniversitede görevli iki öğretim üyesi ile rektörlük özel kalem müdürü ve bir fakülte sekreterine başsağlığı dilendi. İlanda şu ifadeler kullanıldı: “Üniversitemiz Makina Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nihat YILDIRIM’ın kayınpederi, Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakülte Sekreteri Ayfer Yıldırım’ın babası, Sosyal Bilimler MYO Öğr. Gör. Aykut Direzinci’nin dedesi, Rektörlük Özel Kalem Aysun Şahan’ın dedesi vefat etmiştir. Merhumun cenazesi bugün Kilis’te defnedilmiştir. Merhuma Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır dileriz.”Kadrolaşmanın ortaya çıktığını anlayan üniversite sosyal medyada yapılan yorumların ardından ‘vefat’ ilanını apar topar sayfasından kaldırdı.  cumhuriyet.com.tr

Tarikat yurtlarıbüyütüldü

Tarikat yurtları büyütüldü TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın 2021 yılı bütçesinin görüşmelerinde tarikat yurtlarındaki artışa dikkat çekildi. CHP’li Emine Gülizar Emecan, tarikatların yatak kapasitesinin 180 bine ulaştığını açıkladı.Komisyonda Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın 22 milyar 859 milyon lira olarak öngörülen 2021 bütçesi kabul edildi. Görüşmeler sırasında devlet yurtlarının durumu sık sık gündeme geldi. CHP’li Emine Gülizar Emecan, 2002-2003 yıllarında 9 öğrenciden biri devlet yurdunda kalırken, bu sayının 11 öğrenciden bire düştüğünü aktardı. ZORUNDA KALIYORLAREmecan, “Devlet yurtlarının yetersiz olmasından dolayı, eve çıkmaya gücü yetmeyen birçok öğrenci ucuz konaklama yollarına gidiyor ve bir kısmı tarikat ve cemaat yurtlarında kalmak yolunda seçimler yapmak zorunda kalıyor. Siz de bunu destekliyorsunuz. Bizim yaptığımız araştırmalara göre, tarikatların maddi destekle 180 bin yatak kapasitesine ulaştığını biliyoruz” dedi. MHP’li Mustafa Kalaycı ise “Ortaöğretim ve yükseköğretimde okuyan gençlerimize yeterli barınma imkânı sağlanmalı. Öğrenciler çeşitli yapıların farklı manipülasyonlarına maruz bırakılmamalı” ifadelerini kullandı. Görüşmelerde İYİ Partili Erhan Usta, Kasapoğlu’na yönelik “Teknisyensiniz” dedi. Kasapoğlu, Usta’nın tanımlamasına sinirlenerek, “Seçilmiş Cumhurbaşkanınca atanmış bakanıyım. Tamam mı?” dedi. Usta, Kasapoğlu’na “Atanmışsınız, ben de onu diyorum” yanıtını verirken, Kasapoğlu, “Atanmakla kusur mu işledim? Gazi Meclis’e elbette saygım var. Bu milletin oylarıyla kurulmuş bu Gazi Meclis’e, bu yüce kuruma hesap vermek üzere buradayız” karşılığını verdi.  cumhuriyet.com.tr

CHP belediyeler için‘proje uzmanları’yetiştirecek

CHP belediyeler için ‘proje uzmanları’ yetiştirecek Her belediyeden bir personelin kabul edileceği eğitim projesini başarıyla tamamlayanlara sertifika verilecek. Eğitim kapsamında, “çağrı analizi ve rehber okuma”, “sorun analizi ve stratejik yaklaşım”, “hedef kitle ve paydaş analizi”, “planlama” ve “bütçeleme” gibi konular ele alınacak. Duyuru yazısı Torun’un imzasıyla tüm belediye başkanlıklarına gönderildi.  Mahmut Lıcalı

Azerbaycan ve Türkiye’nin yeniden planlama yapmasıgerekiyor

Azerbaycan ve Türkiye’nin yeniden planlama yapması gerekiyor Ancak Azerbaycan’ın egemenliğinin tam olması, bu ateşkesin bu konuyu diplomasi masasında çözümlemek için yapıldığı unutulmamalı. Bakû ve Ankara bu konunun ısrarlı takipçisi olmalı. Karabağ’da egemenlik konusunun Azerbaycan açısından yeniden uzun uykuya yatırılma eğilimi Ermenistan için bulunmaz bir fırsat. Rusya’nın da tercihi bu yönde olabilir. Ancak Azerbaycan açısından bu durumun zafiyet doğuracağı en çıplak gerçektir.Bu noktada Azerbaycan ve Türkiye’nin yeni bir planlama yapması kaçınılmaz. Bir yandan varılan ateşkes anlaşmasının eksiksiz uygulanmasını gözetmek, diğer yandan ülke egemenliğinin bölgede tam kullanılabilmesi için takvime bağlanmış bir stratejinin geliştirilmesi gerekiyor. Karabağ’da Rus askerlerinin oluşturacağı güvenlik noktaları ile İdlib’de Türkiye’nin oluşturup zaman içerisinde bir kısmını boşalttığı güvenlik noktaları mantık olarak birbirlerine benziyor. Sürecin daha kapsamlı, kararlı yönetilmesi gereği unutulmamalı.Ne yapılmalı?Azerbaycan, işgal altındaki bölgeleri kurtarmak için başlattığı harekâtın öncesi, sırası ve ateşkes uzlaşısından sonra Türkiye ile bir kader birliği yaptığını ortaya koydu. Bunu ateşkesten sonra Bakû’ya yapılan ziyaretlerden dahi çıkarabiliriz.Zaferin tadını çıkarmak güzel. Unutulmamalı ki son adım daha atılmadı. Peki, ne yapılmalı?Konunun birçok boyutu bulunuyor. Diplomatik, ekonomik ve askeri boyut en önemlileri... Azerbaycan lideri İlham Aliyev’in diplomasi konusundaki başarısını, nereye kadar gidilebileceğini, nerede durmak gerektiğini gayet iyi kestirdiğini yaşayarak gördük. Burada asıl ikna edilmesi gereken aktör Rusya. Bunu Azerbaycan devlet aklı da çok yakından biliyor. Ermenistan’da zaman zaman Batı yanlısı, zaman zaman da Rusya yanlısı iktidarların işbaşına gelmesi süreklilik kazanmış durumda. Ermenistan’daki bu gelgitler Moskova’yı Kafkasya konusunda sürekli tedirginliğe itiyor. İşte bu noktada diplomasinin çözüm üretme yeteneği, ülkelerin egemenliği, ulusal sınırlarının fiilen sağlanması karşılığında birbirlerinin kaygılarını ortak çıkar noktasında buluşturabilir. Diplomasinin bu çabasını ekonomi alanında yapılacak “işbirlikleri” de kolaylaştırabilir.Azerbaycan’ın bu noktada, kader birliği yaptığı Türkiye’nin desteğiyle “geçmiş Sovyet döneminde yaşadığı kötü deneyimlerini” aşarak düşünmesi, konuyu daha ileri bir boyuta taşıyabilir. ABD ve diğer küresel aktörlerin Kafkaslara olan ilgisi düşünüldüğünde Azerbaycan, diplomatik çözüm şansını hazırlanacak bir takvim eşliğinde geliştirebilir, fırsatları değerlendirebilir.En kötüye hazırlıkAskeri güvenlik konusu ayrıca kendi yatağında akması gereken bir nehir... Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri, başarı, deneyim, özgüven ve moral kazandı. Ülkesinin batı sınırını nasıl koruyacağını bu aşamadan sonra daha ciddi düzeyde düşünecektir. Türkiye’nin bu konuda tüm birikimini kardeş ülkeyle paylaşması, işbirliğini daha da derinleştirmesi kaçınılmaz. Şüphesiz askeri önlem ve planlamalar diğer tüm değişkenlerden bağımsız olarak uygulanmalı. Her koşula, en kötüye hazırlık yapılmalı. Savunma sistemleri konusunda iki ülkenin ihtiyaçları birbirine çok benziyor. Türkiye’nin artık bir sistemin en iyisini üretmek, bağımlılığı kırmak için başka bir ülkenin ambargo koymasını beklememesi lazım. İHA/SİHA konusunda geçilen aşamaların hava savunma sistemlerinde de hızla geçilmesi gerekiyor. Bunun Türkiye’nin müttefiklerine sağlayacağı avantaj da tartışılmaz.Yaşadığımız coğrafya kolay değil. Bölgesel zorluk, ülkelerimizi ayakta tutan motivasyonlara dönüştürülebilir.  Sertaç Eş

İran’da El Kaide bilmecesi

İran’da El Kaide bilmecesi ABD’de seçilmiş başkan Joe Biden’ın  dış politikada yapacaklarına dair en çok merak edilen konuların başında  İran gelirken, terör örgütü El Kaide’nin iki numaralı ismi Abdullah Ahmed Abdullah’ın Washington’ın emriyle İran’da öldürüldüğü iddia edildi. Abdullah, ABD’nin Kenya ve Tanzanya Büyükelçilik binalarına 7 Ağustos 1998’de düzenlenen ve 224 kişinin yaşamını yitirdiği saldırıların planlayıcısı olarak gösteriliyordu.  New York Times (NYT) gazetesinin, adı açıklanmayan istihbarat yetkililerine dayandırdığı haberine göre 1998’de Afrika’daki iki ABD büyükelçiliğinin bombalandığı saldırıları organize etmekle suçlanan Ebu Muhammed el Masri kod adlı Abdullah’ın (58) 7 Ağustos’ta motosikletli iki İsrail ajanı tarafından Tahran’da suikaste uğradı. Haberde, saldırıların yıldönümü olan 7 Ağustos’ta kızıyla birlikte evinin yakınlarında aracıyla seyir halinde olan Abdullah’a motosikletli iki kişinin yaklaştığı, İsrail istihbaratından olduğu belirtilen ikilinin, otomobile doğru beş el ateş ettiği, Abdullah ve kızı Meryem’in olay yerinde öldüğü öne sürüldü. NYT, İran medyasının ölenlerin kimliğini gizlediğini savundu. Buna göre İran’da gündeme yansıyan haberlerde hayatını kaybedenlerin Lübnanlı tarih öğretmeni Habib Davud ve kızı Meryem olduğu belirtildi. İran Devrim Muhafızları, Davud’un Hizbullah üyesi olduğunu aktardı.İran Dışişleri Bakanlığı’ndan dün yapılan açıklamada haberin gerçeği yansıtmadığı belirtildi. İran topraklarında “El Kaide teröristi olmadığı” ifade edilen açıklamada, “Washington ve Tel Aviv, her zaman olduğu gibi işlenen suçların sorumluluğundan kaçmak için İran’ın bu gruplarla bağlantısı olduğunu öne süren yalanlar ortaya atıyor” denildi./Archive/2020/11/14/200903283-15irandise12sb.jpgAbdullah, Kenya’da ABD elçiliğine yönelik saldırıdan sorumlu tutuluyordu.‘PSİKOLOJİK SAVAŞ’ İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade, İran’da El Kaide üyelerinin bulunmadığını söyledi. Hatibzade, iddiaları “ABD ve İsrail tarafından sürdürülen psikolojik savaşın bir parçası” ve “Hollywood senaryosu” olarak nitelendirdi. NYT’nin haberinde, El Kaide lideri Eymen el Zevahiri’nin görevini devralacak kişi olarak gösterilen “Abdullah’ın öldürüldüğünün düne kadar gizli tutulduğu” vurgusu dikkat çekti. Haberde işaret edilen başka bir noktada Şii İran ile Sünni El Kaide arasındaki çatışma nedeniyle Masri’nin İran’da yaşadığı haberlerinin şaşırtıcı olduğuydu. Kimi uzmanlara göre Tahran hükümeti, El Kaide yetkililerinin ülkede bulunmasına izin vererek örgütün İran’a operasyon düzenlemesine engel olma yönünde güvence amacında. Tahran’ın El Kaide’nın ortak düşman ABD’ye karşı operasyon düzenlemeleri için topraklarını açtığı da iddialar arasında. Hamas, Taliban ve İslami Cihad işaret edilerek bunun bir ilk olmadığı hatırlatıldı. Tahran El Kaide üyelerinin topraklarında bulunduğu iddiaları hep yalanlamıştı. 2018’de dışişleri bakanlığı sözcüsü, ülkeye giren militanların gözaltına alınarak sınıdışı edildiğini söylemişti. Reuters’a konuşan bir ABD yetkilisi, NYT’nin haberindeki detayları doğrulamazken operasyonda ABD’nin rol oynayıp oynamadığı hakkında bir açıklamada bulunmadı. Gazeteye konuşan bir başka ABD’li yetkili, “Masri’nin 2003’ten beri  İran’da gözaltında olduğu belirtilse de edilse de 2015’ten beri Tahran’nın üst düzey mahallelerinden birisinde özgürce yaşadığını” iddia etti.  cumhuriyet.com.tr

Ateşbüyüyor: 14 bin 500 sivilin komşu Sudan’a sığındığınıduyurdu

Ateş büyüyor: 14 bin 500 sivilin komşu Sudan’a sığındığını duyurdu Etiyopya’nın kuzeyindeki Tigray eyaletinde şiddet tırmanırken siviller güvenli bölgelere ulaşma çabasında. Merkezi yönetimin ayrılıkçı olarak gördüğü, terörle bağlantılı olmakla suçladığı Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) güçleriyle, ordu birlikleri arasında çatışmalar son dönemde artmıştı. HAVAALANINA SALDIRIEtiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, TPLF’yi sorumlu tuttuğu askeri üsse saldırının ardından geçen hafta bölgeye geniş operasyon kararını duyurmuştu. Bölgede operasyonlar sürerken dün yine Tigray’a komşu Amhara eyaletinde iki havaalanına roket saldırısının düzenlendiği belirtildi. Hükümet, eyaletteki Gondar şehrindeki havaalanının vurulduğunu, Bahir Dar şehrinde ise füzenin ise etkisiz olduğunu duyurdu. Gondar’daki saldırıda iki askerin öldügü, 15 kişinin yaralandığı iddia edildi. TPLF’den kimi isim saldırıları üstlendi. Bunun merkezi hükümetin kendilerine yönelik operasyonlarına misilleme olduğu savunuldu. Amhara eyaletinden çok sayıda yerel milis ve kuvvet operasyonda federal kuvvetlere destek veriyor. Ayrıca TPLF’den komşu Eritre’yi de hedef alabilecekleri tehdidi yükseldi. Başbakan Ahmed, Eritre ile yaptığı barış antlaşması sonrası 2019 Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştü.Önceki gün ise bölgede bazı askerlerin öldürüldüğünü duyuran Başbakan Ahmed, olaylardan TPLF’yi sorumlu tutmuştu. Yerel kaynaklar çatışmalarda yüzlerce kişinin öldüğünü aktarırken Uluslararası Af Örgütü de Tigray’da bir kasabada çok sayıda sivilin katledildiğini belirtmişti. Katliamı kimin yaptığına ilişkin net bir delile ulaşılamadığı da vurgulanmıştı. Bazı görgü tanıkları katliamdan TPLF bağlantılı güçleri sorumlu tuttu. TPLF ise iddiaları reddetti.  cumhuriyet.com.tr

Rus heyetle Dağlık Karabağmesaisi sürecek

Rus heyetle Dağlık Karabağ mesaisi sürecek Sivil ve askeri yetkililerin içinde bulunduğu 20 kişilik Rus heyet cuma günü Ankara’ya gelmiş, Dışişleri Bakanlığı’ndaki çalışma yemeğinin ardından heyetler Milli Savunma Bakanlığı’nda teknik görüşmelere geçmişti. Heyetler arasındaki teknik görüşmeler dün ikinci gününde Milli Savunma Bakanlığı’nda devam etti. Karabağ’da ateşkesin gözlemlenmesi konusunda Türkiye’nin üstleneceği rolün ayrıntılarının ele alındığı görüşmelerin ikinci gününde de bir sonuç çıkmadı. Milli Savunma Bakanlığı, Rus heyetle görüşmelerin gelecek hafta devam edeceğini açıkladı. Türk askeri yetkililerden edinilen bilgiye göre görüşmelerde Dağlık Karabağ ateşkesinin izlenmesi konusunda görev alacak Türk askerlerinin sayısı ve görev kapsamı üzerinde henüz bir netleşme sağlanmadı.Rusya’nın inisiyatifiyle Azerbaycan ve Ermenistan arasında 10 Kasım’da varılan ateşkes uzlaşısıyla bölgeye Rus barış gücü konuşlandırılmış, Türkiye ve Rusya, ateşkesin gözlemlenmesi için Türk-Rus Ortak Gözetleme Merkezi’nin kurulmasına ilişkin mutabakat zaptı imzalamıştı. Türk askerinin Dağlık Karabağ’da ateşkesin gözlemlenmesi için Azerbaycan’ın belirleyeceği bir yerde kurulacak ateşkes gözlem merkezinde karargâhta görev alacağı belirtiliyor. cumhuriyet.com.tr

UUH’yle ittifak vurgusu

UUH’yle ittifak vurgusu Bakanlıktan yapılan açıklamaya göre Akar-Nemruş görüşmesi İstanbul’da yapıldı. Görüşmede, Libya’daki son duruma ilişkin görüş alışverişinde bulunulduğu belirtilirken Akar’ın Nemruş’a “Türkiye’nin Libya’da siyasi çözüme yönelik yapılan görüşmeleri yakından takip ettiğini, Türkiye’nin amacının; toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini sağlamış; barış, huzur ve istikrar içerisinde yaşayan bir Libya’nın oluşumuna katkıda bulunmak olduğunu” söylediği bildirildi.Akar’ın ayrıca “Türkiye’nin Libya’ya verdiği askeri ve güvenlik alanlarındaki eğitim, yardım ve danışmanlık desteğine devam edeceğini; istikrarlı, bağımsız ve egemen bir Libya’nın desteklediğini” aktardığı kaydedildi. Libya’da Trablus merkezli UUH ile Tobruk merkezli Hafter güçlerinin geçen ay BM arabulucuğunda kalıcı ateşkes üzerinde uzlaşı sağlamasının ardından kurdukları ortak askeri komiteyle ülkedeki yabancı askerlerin durumunun değerlendirilmesi kararlaştırılmıştı. Bu gelişmenin ardından Milli Savunma Bakanlığı’ndan“UUH’nin talebi devam ettiği sürece Libya’da bulunmaya devam edeceğiz”açıklaması yapılmıştı.  cumhuriyet.com.tr

Aslan yürekli Mr. Harold...

Aslan yürekli Mr. Harold...  Katur kutur soğuk havada komşum Mr. Harold’la yaz aylarındaki sohbetin tadı olmuyor; tahta perdeler ardından komşuluğumuz yine de sürüyor. Bahçesinde nereden bulduysa, kötüsünden bir replika Afrodit heykeli var, kış gelip kar yağınca muziplik olsun diye yün kaşkol ve bere takıyor, yazları güneş gözlüğü; eğleniyor işte. Geçenlerde, tahta perde ardından Afrodit’i ima edip Datçalı-Knidoslu Aphrodite’yi nereden “arakladığını” sordum; biraz gücenik dinledi. Liverpool’dan 50 sene evvel buraya göç etmiş İngilizin kaşları çatıldı, sonra ben anlatınca eski haline döndü. Pompei’nin laneti!..Adını sadece Nicole olarak açıklayan Kanadalı bir kadının, 15 yıl evvel İtalya’ya yaptığı gezi sırasında dolaştıkları Pompei antik kentinden “aşırıp” yanında eski eser kaçakçılığı yaparak getirdiği 2 bin yıllık amforaların, seramiklerin, bazı küçük heykelciklerin onun başına nasıl bir lanet açtığına dair gazete sayfalarını kaplayan haberi söyledim. Şimdi yaşının 36 olduğunu belirten Nicole, bu çaldıklarından sonra iki defa göğüs kanserine yakalandığını, hayatının allak bullak olduğunu, ailesinin dağıldığını, büyük maddi zorluklara gark olduğunu söyleyerek bütün kabahati kendisinde, Pompei’nin lanetini üstüne çektiğinde buluyordu. Sonunda evindeki bu antika parçaları koliye koyup, içine de bir mektup ekleyip İtalya’daki resmi makamlara postalamıştı. Mektupta, “Ben aslında Tanrı inancı olan iyi birisiyim, nasıl olduysa şeytana uydum, o zaman genç ve düşüncesizdim, fakat başıma gelmedik kalmadı, aman istemem, alın bunları benden” diyordu. Şeytan böyle ters işlerde hemen günâh keçisi olur. Milattan sonra 72 yılında gürleyip patlayan Vezüv Yanardağı’nın külleri, lavları ve gaz bulutu altında kalan Pompei, baştan sona yıkılmış, binlerce insan yanarak hayatını kaybetmişti. Bu acıklı olayın ardından kalan antika eserler elbette Nicole için yaşadıklarından sonra bir lanete dönüşmüş gibi görülmekteydi.Kargodaki çalıntılar Napoli Müzesi’ne teslim edilecek, iz süren polis Nicole’e ulaşamayacaktı. Mr. Harold bu noktada takıldı, “Bu kadar zor mu?” diyor, “Kargo firması diyelim ki sahte adres bilgisiyle kutuyu aldı, gönderdi. Son 10 yılda mastektomi ameliyatı geçirmiş ve yaşı 30 civarındaki tüm kadınların kimliklerini istese polis istihbaratı elde edemez mi?” Eder, etmez mi, ama benim dedektiflik edecek halim yok, Mr. Harold’a bıraktım, o nasılsa boş vakti çok olanlardan, uğraşsın bakalım. Soy kütüğü merakı arttıAncak Mr. Harold zaten boş durmamış, kendi İngiliz soyunu merak ediyormuş ne zamandan beri, şu son günlerde meraklısı artan DNA-Genetik şema ve soy kütüğü çıkartan web sitelerinden birisine tükürüğünden örnek göndermiş, neticesi de bir süre evvel gelmişmiş. Mr.Harold’ın yalancısıyım, meğer İngiliz Kralı Aslan Yürekli I. Richard’a kadar uzanan bir aile geçmişi varmış; soylu, aristokratlardan yani.  Son yirmi yılın icadı bu soy kütüğü araştırması ABD ve Kanada’da pek yaygın. Bin dolardan aşağı olmayan bir ücret ve beraberinde ağız salgısı gönderiyorsun, yedi ceddini, sülaleni çıkarıyorlar. Bu sektörün yıllık cirosunu merak ettim, bakındım ama bulamadım; bir yerlerde belki vardır. Herhalde milyonlarca dolar olmalı.Mr. Harold, sekiz yüz yıl evvelinin DNA’sını nasıl buldular diye merak etmemiş mi, ben şaşırıyorum.Bu akraba kütüğü araştıran web sitelerinin bilimsel şarlatanlık ettiğini söyleyenler de var. Kuzey Amerika kıtasına göçen Avrupalı insanların şimdiki torunları kökenlerini aramaya çıktı; televizyonlarda sık sık reklamlarını görüyoruz, DNA testiyle hangi halktan, hatta hangi şehirden olduğuna kadar buluyorlarmış. Benim hiç böyle meraklarım olmadı, mesela IV. Murad’ın sadrazamı Çerkes Mehmet Ali Paşa’nın torunu olsam, bilmem ki ne değişir!Aslan Yürekli Richard deyince tabii akan sular durur, İngiltere’den 3. Haçlı Seferi çıkarıp Kudüs kapısına kadar dayanıyor, meşhur Kürt asıllı komutan Selahattin Eyyubi ile kılıç kılıca muharebeleri var; az şey değil, Mr. Harold ne kadar sevinse yeridir. Eşi Mrs.Thelma’nın DNA geçmişini sorasım vardı, sormadım, belki kadıncağız sıradan bir İngiliz köylüsü olarak soy ağacında şöhretsiz kalmıştır. Sohbetimizin ardından eve geri dönerken posta kutusunda abonesi olduğum sağcı The National Post gazetesi beni bekliyordu, manşette bir haber-yorum yazısı da: “Seçimlerin ardında Çin var: Başkan Şi’ye British Columbia’yı (BC) vermeyiz!”McCarthy’cilik...Pasifik kıyısı eyaleti İngiliz Kolombiyası (BC) seçime gidiyordu, sosyal-demokrat/sosyalist parti NDP’nin sürpriz yapacağı apaçık görünmekteydi. Yerel eyalet seçimleri 26 Ekim’de sonuçlandı ve NDP sandıkları silip süpürdü. Fakat muhafazakâr sağcı gazete bu sonucu evvelden görmüş olmalı ki, seçimlere Çin’in karıştığını iddia ediyordu, gerekçe olarak BC’de yaşayan Çin kökenli Kanada yurttaşlarının yüzde 22 oranında çokluğunu göstermekteydi. BC’nin Çin kökenli halkı sosyal demokrat NDP’ye oy verecek diye, önceden mızıkçılık ediyordu. Hatta NDP ile Çin Komünist Partisi arasında kendince bağlar icat ediyor, bir tür McCarthy’cilik yapıyor, solu ihbar ediyordu. Ne zamandır Kanada-Çin arasında süren diplomatik-ekonomik gerilimin üstüne tuz basan bir endişe, böylece Pasifik eyaleti BC’de ortaya çıkmaktaydı. Ne var ki, tüm anketler BC’nin Çin kökenli halkının hiç de NDP’ci olmadığını göstermektedir.Eskiden seçimler ağız tadıyla milli bütünlük içinde geçerdi, şimdi ABD’si ve Kanada’sı seçimlerine Rusya’nın, Çin’in, hatta İran’ın karıştığını söyleyip demokratik zafiyet gösteriyor.Bunları Mr. Harold’la konuşayım mı dedim ama o zaten benim sağcı gazete aboneliğimden hoşnut değil, fakat anlamıyor; terazinin sağ kefesine dara koymadan pamuğunu tartamazsı[email protected] Mahmut Şenol - Kanada (Alberta)

Afrika’nın salgınlarla sınavı

Afrika’nın salgınlarla sınavı  Benzersiz Masa Dağı, Atlantik Okyanusu’nun güçlü akıntılarının şekillendirdiği kıyı şeridi, vahşi tabiat ile iç içe geçen şehir hayatı ve tüm bunlara eşlik eden samimi sosyal hayatı kentin ilk olarak aklıma gelen özellikleri. Benim Afrikam’ın imgelerini gözümde canlandırırken aklıma bir soru takılıyor... Afrika’yı ziyaret etmemiş insanların akıllarında kıtaya dair ilk olarak hangi imgeler canlanıyordur acaba! Sahi sizin için “Afrika” nedir? Korkutucu senaryolar...Afrika için kupkuru bir tanım yapmak istesek; batısında Atlantik Okyanusu, doğusunda Hint Okyanusu, kuzeyinde Akdeniz ile çevrelenmiş kültürel, siyasi ve dini açıdan birbirinden farklı birçok ülkeyi bir arada tutan devasa bir coğrafya diyebiliriz. Peki, bu coğrafyaya dair aklınıza uluslararası medyadan pompalanan görüntüleri sıralasak.. Siyahi ırkın anavatanı mı, vahşi doğal yaşamı mı, açlıktan kırılan bebekler mi, çocuk askerlerin oyun parkı mı veya Ebola, SARS ve AIDS gibi salgın hastalıkların pençesinde çaresizlikten kıvranan halklar mı?.. Yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını ilk başladığında tüm haber ajansları kıta geneli için felaket senaryoları geçmeye başlamıştı bile. Kalabalık kentleri, kötü hijyen koşulları, çok sayıda aile üyesinin elektriği olmayan ve suyu akmayan barakalarda sosyal mesafe kurallarına uymadan yaşaması, kıtada koronavirüsün hızla yayılmasına neden olacak ve salgının kontrol altına alınmasını imkânsız kılacaktı. İstatiksel modeller bile Afrika genelinde sağlık sisteminin hızla çökeceğini öngörürken ne mutlu ki beklenen kötü senaryo gerçekleşmedi. Tüm kıtada vaka sayısının en yüksek olduğu Güney Afrika’da (HIV ve tüberküloz gibi vakaların dünya geneline kıyasla çok daha fazla olmasına rağmen) ölüm rakamları korkutan tahminden düşük kaldı. Sahra Altı ülkelerde ölümlerin resmi olarak kayda geçmesinde sorunlar yaşandığını varsaysak bile Güney Afrika Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Covid-19 Kurulu Başkanı Profesör Salim Abdool Karim, “Afrika ülkelerinin çoğunda zirve noktaları görmüyoruz. Nedenini anlayamıyorum” diyor. Ekonomik kaygılarŞimdiye kadar bir milyardan fazla nüfusu olan kıtada 2 milyon civarında vaka tespit edildi. Afrika’da Covid-19 ölümü 47 bin civarında iken bu rakam ABD’de 250 bin, Avrupa kıtasında 320 bin, Asya’da ise 265 bin kişi. Afrika’da koronavirüsün neden olduğu komplikasyonlardan dolayı hayatını kaybedenlerin sayısının dünyanın geri kalanına kıyasla düşük kalmasının nedenleri, bilim insanlarının aklını kurcalıyor. Kıtada ilk vaka 14 Şubat’ta Mısır’da bildirildi. Güney Afrika çok çabuk hareket etti. Ülke 18 Mart’ta olağanüstü hal ilan etti ve okulları kapattı. Bu kararın ardından birçok Afrika ülkesi üç haftalık karantina sürecini başlattı. Halk sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan ne kadar zor bir karar olsa da karantina sürecini destekledi. Ancak dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ekonomik kaygılar neticesinde -vaka sayıları karantinaya başlanan dönemden çok daha yüksek olmasına rağmen- ticari faaliyetler yeniden başladı. Sadece Güney Afrika’da yaklaşık 2.5 milyon insan ülkenin kapalı kaldığı süreçte geçim kaynaklarını kaybetti. Covid-19 ciddi bir tehdit olarak kalsa da konuştuğum her işletme sahibi, ekonomik ve sosyal yükün, virüse yakalanma kaygısına ağır bastığına işaret ediyor. Uzun karantina döneminden sonra açılan işletmeler ciro açısından hayatlarından epey memnun görünüyor. Keza karantina döneminde evlerinde izole olan Capetonian’ları şu anda evlere sokmak pek mümkün değil.Genç nüfus etkisiSalgın ilk başladığında bilim dünyası Covid-19’un özellikle 65 yaş üstü nüfusta ağır tabloda seyrettiğini ve ölümcül olduğu tespit etmişti. Birleşmiş Milletler’in raporuna göre, Sahra Altı Afrika’da nüfusun yüzde 60’ı 25 yaş altı gençlerden oluşuyor. 65 yaş üstü nüfusun oranıysa sadece yüzde 3. Kıtada genel yaş ortalaması 19. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı açıklamaya göre, Afrika’da Covid-19’a yakalananların yüzde 91’i 60 yaş altında ve yüzde 80’i asemptomatik. Dünya Sağlık Örgütü Afrika Direktörü Dr. Matshidiso Moeti, “Avrupa’da virüsün yaşlılara bulaşmasının nedeni yoğunlukla huzurevlerinde yaşamaları. Afrika’da huzurevleri nadiren görülüyor” tespitinde bulunuyor. Yaşı ilerlemiş Afrikalılar kırsalda kalabalıklardan uzakta hayatlarına devam ediyor. Ayrıca ulaşım olanaklarının kıta genelinde yeterince gelişmemiş olması Afrikalıların daha az seyahat etmesine, böylelikle temasın minimum düzeyde kalmasını sağlıyor. Salgına ilişkin simülasyonlarda; sıcaklık, nem ve enlem ile Covid-19’un yayılması arasında bir ilişki olduğu saptandı. Salgının tırmandığı dönemde Güney Yarımküre kışa girerken vaka sayılarında artış yaşandı ancak alınan karantina kararları ilk dalgada salgının kontrol altına alınmasında faydalı oldu. Şimdi ilkbahar aylarının son günlerini yaşıyoruz. Hava sıcaklığı ve nem oranının artması, vaka sayılarının azalmasında olumlu bir etken olarak görülüyor. Tüm bahsedilen faktörlerin arasında belki de en önemlisi dünya üzerinde salgınlarla en fazla mücadele eden kıtanın Afrika olması. Hepimizin hafızalarında salgın hastalıklarla ilkel koşullarda mücadele eden toplum sağlıkçıları görüntüleri beliriyordur elbette. Son olarak 2013-16 yılları arasında Ebola virüsü ile mücadele eden Batı Afrika ülkeleri salgınlarla mücadele konusunda dünyanın geri kalan ülkelerine göre filyasyon, tecrit, takip ve test yapma konularında daha tecrübeli. Halihazırda sahada olan toplum sağlığı görevlileri çocuk felci, Ebola, sıtma için düzenli ziyaret ettikleri köyleri korona salgını ile ilgili hızlıca bilgilendirmenin avantajını yaşıyor. Halk da salgını ciddiye alıyor.Henüz mücadele bitmedi. Kolektif histeriyi harekete geçiren koronavirüs salgını 2021 yılında da etkisini hissetirecek. Kuzey yarımküre kışa girerken kontrol altına aldığı salgında vaka sayıları yeniden zirvede. Umalım da Afrika kıtası yazın ardından rehavete kapılmasın ve bilim insanlarını olumlu yönde şaşırtmaya devam [email protected] Elif Günsel

Bu filmi dahaönce gördük

Bu filmi daha önce gördük Avrupa bugünlerde kitlesel bir déjà vu yaşıyor. Yeni tip koronavirüste (Covid-19) 200 bini aşan günlük vaka sayısı ile eski kıta, nisan ayına oranla 4-5 kat daha hasta. İkinci dalganın bayrağını eline almış, pandeminin merkezi olarak 2020 finaline doğru son sürat koşuyor. Finalin bitiş çizgisi ise belli değil. Groundhog Day filmini seyredenler bilir. Déjà vu’nun filmleşmiş halidir. Aynı günü sil baştan yaşayan bir adamın hayatını anlatır. Film bu sonbahar çekilseydi konusu korona, başrol oyuncusu Avrupa olurdu. Oysa yaza nasıl da rahat ve gevşemiş girmişti Avrupa... Derdi tasayı bir kenara atmış, bir nevi Dolce Vita (tatlı hayat) yaşıyor, sahillerde kadeh tokuşturuyordu. Ancak sonbaharla gelen ciddi artış ortalığı tekrar yangın yerine döndürdü. Bu sefer durum daha ciddi. Ufukta umutla beklenecek bir yaz da olmayınca, eski kıta karalar bağladı. Koronadan paçayı yırtsa bile, déjà vu’den mütevellit ekonomik, sosyal ve ruhsal olarak çoktan hastalandı. İsviçre ve komşularında son durum... Fransa sonbaharı günde 50 binlere varan vakayla kıtanın lideri olarak karşıladı. Bunun üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Macron, bu ay boyunca tekrar karantina ilan etti. Restoranlar, barlar, sinemalar kapalı, okullar, fabrikalar açık, düğünler iptal. Neyse ki evin etrafında tur atabiliyorlar: 1 saat. Macron vatandaşlarına söz verdi: “Ekonomik olarak kimseyi geride bırakmayacağız... biraz daha sıkın dişinizi.”Almanya’da da durum sıkıntılı.... Günlük vaka 15 binin üstünde. Başbakan Merkel, vakit kaybetmeden bu ay sonuna kadar ülkeyi kısmi olarak tekrar kapattı. Turizm durdu. Okullar açık. Ay boyunca kapanacak işyerleri için de bir bütçe ayırıldı: 2019 Kasım kazançlarının yüzde 75’ine denk gelen kısmını devlet karşılayacak. Almanya’da özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı artan protestolara Merkel’in cevabı da net: “Özgürlük sadece kendini düşünmek değil, çevrene karşı sorumlu durmaktır.” Çok çetin geçecek bir kışı işaret eden Merkel, baharda pandemi ile baş etmede dünya lideri olmuştu. Aynı performansı bakalım tekrarlayabilecek mi?..İtalya ilkbaharda 2 ay boyunca Avrupa’daki en uzun ve en katı tecridi yaşamış, yaza salgını kontrol altına alarak girmişti. Şimdi 30 bini geçen yeni vakasıyla tekrar rekor kırıyor. Bir yandan da tecrit karşıtlarının şiddetli protestolarıyla sarsılıyor. Başbakan Conte’nin mücadele planının ne olduğunu tam da anlamayan halk, ikinci dalgayı yorgun, parasız ve bölünmüş olarak karşılıyor. İsviçre’ye gelirsek... “Üç hafta önce, durumumuz Avrupa’nın en iyilerinden biriydi. Bugün en kötülerinden.” Bu sözler Sağlık Bakanı Alain Berset’e ait. 8.6 milyon nüfusluk İsviçre, 10 bine varan günlük vakasıyla ikinci dalgaya fena yakalandı.  ‘Son şans’İlkbaharda kaynaklarını iyi yöneten tıbbi tesisler şu günlerde alarmda. İsviçre 28 Ekim’de, komşularına kıyasla çok hafif kalan yeni bir salgınla mücadele planı açıkladı: Kalabalık dış mekânlarda maske zorunluluğu, barlara gece 23.00’e kadar izin verilmesi gibi. Devlet Başkanı Sommaruga, “Bu bizim son şansımız” diye halkı uyardı. İsviçre’nin en pandemili şehri Cenevre, kontrolden çıkan vaka artışı nedeniyle 1 Kasım’da tekrar kısmi kapanma kararı aldı. Avrupa’da da liderliğe yerleşti. Virüs merkezi Fransa’ya komşu olmasının dışında, kulüplerde ve yüz kişiye varan ev partileriyle yazı fazla rahat geçirmesinin bedelini ödüyor. Cenevre’de okulların açık olması dışında bahar deja vu’sü yaşanıyor. Beş kişiden fazla görüşmeme sınırı var. Uymayanın vay haline. Cezası adam başına 10 bin İsviçre Frangı (Yaklaşık 85 bin TL) .  Özetle İsviçre ve komşuları hasta, tedirgin ve tedbirli. Déjà vu’leri ortak: İzolasyon, hastanelerdeki yoğunluk, ekonomik darlık. Neyse ki eskisine göre daha tecrübeliler. Misal tuvalet kâğıdı için artık kimse dertlenmiyor. Süpermarketlerde talan yok. Maske ve dezenfektan sıkıntısı bitti. Zoom’da herkes profesyonelleşti. Artık çoğunluk biliyor ki korkmadan, sağlıkla yaşayabilmek en büyük hazine. Asıl lüks, kafana estiğinde istediğin yere gitme özgürlüğü... En büyük rahatlık gidecek bir işinin olması. En kıymetli şey bir dosta, sevgiliye, 65 yaş üstü anne ve babaya sıkıca sarılabilmek. Bu değerlerden yoksunluk, kasım ayı karanlığı gibi yüreklere çökmüş: Winter is coming dedirtiyor. Kış kapıda. Déjà vu’nun mevsimi değiş[email protected] Aslıhan Dağıstanlı Aysev(Cenevre)




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter