News - Haberler
Feminizme ince eleştiri!
Feminizme ince eleştiri! figure > “The Queen’s Gambit” (Satranç Kraliçesi), ABD’de bir numara, Türkiye’de üçüncü sırada. Gençlerin de ilgisini çekti, herkesin sevdiği bir mini dizi oldu. Pandemi günlerine damgasını vuran ve daha da konuşulacağını düşündüğüm mini dizi “The Queen’s Gambit”, günümüz feminist savruluşa ince bir selam gönderiyor. 37 yıl önce, yani 1983’te Walter Tevis’in aynı adlı romanından 2020 yılında uyarlanan ABD yapımı mini dizinin yaratım sürecini (yönetmen ve senaryo) Scott Frank ve Allan Scott üstlenmiş. Danışmanlarından ilki, önce oyuncu olarak teklif geldiği halde sadece danışman olmayı kabul eden Garry Kasparov diğeri ise Bruce Pandolfini. Satranç oynanan sahnelerdeki hamlelerin hepsi önceden onlar tarafından hazırlanıyor. Ayrıca bütün aktörlere yardım ediyorlar. Dizinin ilginç yanlarından biri de set boyunca her biri satranç oynuyor.Anya Taylor’ın canlandırdığı Beth karakterinde, kocaman gözlerin masumluğu ile hiçbir şey söylemeden bağıran iddialı vücut dilinde harmanlanan, sadelik ve ışık arasındaki kontrast ustalıkla betimlenmiş. Dizinin diğer başrollerinde Joy Bill Camp ve Marielle Heller bulunuyor.9 yaşındaki Beth’in yetimhaneye gelmesiyle başlayan öykü, bir satranç dehasının ışığı ile öksüz ve yetim bir kadının dramı arasında şekilleniyor.SATRANÇ ÇALIŞMASI...Dizinin bölümleri, satranç çalışmasının ders başlıklarıyla isimlendirilmiş.1. Açılışlar. (ağzında gümüş kaşıkla doğmak ya da dişinle, tırnağınla kazımak) 2. Değişimler. (kariyer planınız sürecinde, hayatın kendi planında yoğrulmak) 3. Duble Piyonlar. (bağımlılıklarla, zayıflıklarımız) 4. Oyun Ortası. (olgunlaşma) 5. Çatal. (kariyerin getirileri) 6. Erteleme Maçı/Ajurne. (geçmişinizle yüzleşmeden, kendinizi gerçekleştiremezsiniz!) 7. Oyun Sonu. (kutsal olan sonuç değil, yolun kendisidir)1950’ler ile 70’ler arasını dönemin kült arabaları, kültürü ve Beth’in muhteşem kıyafetleri ile 2020 yılında anlatan “The Queen’s Gambit”, “keşke o dönemlerde yaşasaydım” dedirtiyor.Günümüzün bazı feminist karakterlerinin bile sosyal medyada filtrasyondan geçerek -dijital estetik- 15-20 yaş genç görüntüsü ile kendini var etmesine “The Queen’s Gambit”, “Kadın, sadece güzellik değildir!” yanıtını veriyor.Beth’in, (süt beyaz) modellik yapan arkadaşına imrenmesi üzerine aldığı, “Sen de en az benim kadar güzel bir kadınsın, ayrıca sistemin bir kadından beklediği güzellik dışında bir artın var, zekân” sözü günümüzün savrulan kadın hareketlerine pusula niteliğinde.Stefan Zweig’in 1942’de kaleme aldığı kült kitabı, “Chess Story”nin yetimhanede zor şartlarda büyüyen, “olumsuz” erkek karakterini, “The Queen’s Gambit”te, “olumlu” bir kadın üzerinden anlatması dizinin en büyük artısı.Niye mi?Çünkü dünyada satranç turnuvaları, kadınlar ve erkekler diye ayrı ayrı yapılır. Bu durumun tek istisnası Çin ve Hindistan’dır. Diğer ülkelerin kadın sporcuları, erkek turnuvalarına katılma girişiminde bile bulunmazlar.Bununla birlikte gerçek hayatta, 15 yaşında en genç büyük usta (International Grand Master) unvanını alan Macar Judit Polgar’dır. Polgar, tarihin en güçlü kadın satranççısı olmasına rağmen, ortak turnuvanın dünya şampiyonu olamamıştır.Feminist hareketin görmezden geldiği bu duruma “The Queen’s Gambit”, incelikli bir selam gönderiyor. Emel SeçenMaraşkatliamının izleri hâlâsilinmedi
Maraş katliamının izleri hâlâ silinmedi figure > Kahramanmaraş’ta Alevilere yönelik 19 Aralık’ta başlayan ve 26 Aralık 1978’de sona eren “Maraş katliamı”nın üzerinden 42 yıl geçti. Resmi rakamlara göre 111 kişinin yaşamını yitirdiği katliamda, dernek ile parti binalarının yanı sıra 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkıldı. 23 yıl süren davalar sonunda 22’si idam, 7’si müebbet, 321 kişi 1 yıl ile 24 yıl arasında hapis cezaları aldı. Ceza alanlar sonraki yıllarda birer birer serbest bırakıldı. Katliamın tanıkları Cumhuriyet'e konuştu. Ünal Ateş: İlkokul ikinci sınıf öğrencisiydim. Öğretmenimiz Ali Rıza İşbilir, tenefüse çıktığımızda gitti. Bir daha da gelmedi. Ali Rıza Hoca, Saygılı köyünden Sünni kökenliydi. Sol görüşlü olduğu için kızlarıyla katledildi. Babam yedi yetişkin, dört çocuğu bir arabaya bindirip şehirden çıkardı. Eğer bir saat geç kalmış olsaydık büyük ihtimalle şu an yaşıyor olmayacaktık.”Müslüm İbili: 19 yaşındaydım. Maraş olaylarının öncesinde bir hazırlık süreci vardı. Erzincan’da, Malatya’da, Sivas’ta kontrgerilla bu tür olaylar çıkarmaya çalıştı ancak Maraş üzerinde başarılı oldu. Bir hafta devlet yoktu. Yaralarımız hâlâ taze. Çünkü adalet yerini bulmadı. Maraş katliamı aydınlatılamadığı için Çorum, Sivas, Gazi yaşandı. ‘BERABER BÜYÜDÜK’Bayram Bozay: Bizi katleden, kapımıza bizi öldürmek için gelen çocuklarla beraber okudum ben. Sünni olan komşumuzun duvarından küt küt diye sesler geliyordu. Duvarı delip bizim evi yakmak için harekete geçmişlerdi. Ne kadar acı bir olay ki yirmi yıldır fakirler diye babam her bayramda onların çocuklarına, eşine elbise alırdı, yardım ederdi. Bu insanlar gelip orada babamı taradılar, evimizi yaktılar. Cenazelerimiz sokaklarda kaldı. Günler sonra gelip bizi alıp bir okula yerleştirdiler. Devlet yoktu, katliam bir hafta sürdü. Mehmet MenekşeKoçÜniversitesi Rahmi M. KoçBilim Madalyası’nın sahipleri: Bu iki harika bilim kadınınıiyi tanıyın
Koç Üniversitesi Rahmi M. Koç Bilim Madalyası’nın sahipleri: Bu iki harika bilim kadınını iyi tanıyın figure > İki harika bilim kadını... Biri 21. yüzyılın en önemli sorunlarından biri olan göç konusunda dünya çapında ses getiren araştırmaları gerçekleştiren ABD Cornell Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Filiz Garip. Diğeri ise fotonik ve nanoteknolojiyi kullanarak hastalıkları erken teşhis edebilen biyosensör geliştiren İsviçre’de École Polytechnique Fédérale de Lausanne (EPFL) Biyomühendislik Enstitüsü’nde Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Hatice Altuğ. İkisi de bu yıl online törenle açıklanan Koç Üniversitesi Rahmi M. Koç Bilim Madalyası’nın sahipleri. Prof. Filiz Garip pandemi yüzünden gerçekleştirilemeyen 2019 yılı ödülünü aldı. Prof. Hatice Altuğ ise 2020 ödülünü... Çok gençler... 2 farklı kıtadan dünya çapında başarılara imza atan bu iki bilim kadınımızın çalışma alanları birbirinden çok farklı. Ama ortak noktaları bilim tutkuları, ilham verici kişisel gelişimleri, ikisinin de anne olması ve son olarak eklemeliyim, ikisinin de çok güzel olması... Online törenin hemen ardından ikisi ile de Zoom üzerinden peş peşe 15’er dakikalık söyleşi yaptım. PROF. DR. HATİCE ALTUĞ: EN BÜYÜK TUTKUM FİZİKÖğretmen bir anne babanın çocuğu... Burdur Karamanlı’dan çıkıp önce Bilkent Ünivesitesi’ne, ardından ABD’ye Stanford Üniversitesi’ne, oradan da İsviçre Lozan’a uzanan yol... “Fizik benim en büyük tutkum” diyor. Lise yıllarında başarılı olduğundan çevresinin doktor ya da mühendis olması için ikna çabaları işe yaramamış. “Hem çok zor bir alan hem de iş bulamazsın, ne yapacaksın” sözleri ile karşılaştığını anlatıyor, “Ama zor olan beni çekiyor, küçük yaşlardan beri elektrik, ışık ilgimi çekiyordu, bilinmeyene yönelmek, keşfetmek tutkusu daha ağır bastı” diyerek. /Archive/2020/12/19/005322652-s1-hatice.jpgStanford’da fizik bölümüne henüz 28 yaşında iken Yardımcı Prof. unvanı ile kabul edilmiş. “Bir noktada yolum Mehmet Toner’in laboratuvarına düştü. Toner ve ekibi kanda dolaşan kanser hücrelerini teşhis için bir elektronik kan testi geliştiriyordu. Bundan çok etkilendim ve yönümü fotonik ve nanoteknolojiyi sağlık bilimlerine uygulamaya çevirdim” diyor. İsviçre’de École Polytechnique Fédérale de Lausanne (EPFL) Biyomühendislik Enstitüsü’nden aldığı “Gel burada kendi laboratuvarını kur ve çalış” teklifini kabul etmiş. 15 yıldan beri burada. “Laboratuvarımızın amacı ışık, fotonik ve nanoteknolojiyi kullanarak gelecek nesil biyosensör ve biyomedikal aletler geliştirmek. Işığı çip üzerinde manipüle ederek, ışığın hızını düşürerek cihazları geliştiriyoruz. Bu geliştirdiğimiz aletleri hastalıkların erken teşhisinden tutun da kişiselleştirilmiş tıp gibi değişik alanlarda sağlık üzerindeki uygulamalarına bakıyoruz. Genel amacımız, insan hayatının kurtarılmasına katkıda bulunmak. Geliştirdiğimiz bu aletleri kan, idrar ve hücre ya da değişik biyomedikal örneklerin üzerine uyguluyoruz” diyor. - COVID-19 pandemisinde hâlâ çok zorlu bir sürecin içindeyiz. Bu konuda da çalışmalarınız var mı?Evet, var. Koronavirüsün yol açtığı sitokin sendromunun bir benzeri sepsiste de var. Biz AB konsorsyumu bir proje teklifi kapsamında geliştirdiğimiz ölümcül bir hastalık olan sepsisi erken teşhis test kitlerimizi COVID-19’a da uyarladık. Laboratuvar ortamında denemelerini sürdürüyoruz. Bunlar hızlı ve ucuz testler, her ortamda yapılabiliyor. İlk başlarda hasta örneği bulmakta zorlanıyorduk ama artık onu da aştık. Tabii bunu üretecek şirket, üretimin onaylanması vs. belli süreçler var daha... ‘İŞBİRLİĞİNE AÇIĞIZ’- Fotonik, nanoteknoloji, dijital çözümler, sağlık biliminde giderek daha fazla yer tutuyor. Türkiye’de benzer çalışmaları takip ediyor musunuz? Nasıl buluyorsunuz? Kendi çalıştığım alanda Türkiye’de de kimi üniversitelerde başarılı çalışmalar var. Koç ve Bilkent bilip takip ettiğim üniversiteler. Ama diğerleri de var. Hepsi ile işbirliğine açığız. Sanırım Türkiye’de önemli sorunlardan birini bilimsel buluşu ürüne çevirmekte... - Türkiye’den teklif alırsanız dönmeyi düşünür müsünüz?Çok emek verdiğim bir laboratuvarım var. O yüzden şimdilik gündemimde yok. - Hem bir bilim kadını hem anne olarak yaşadığınız güçlükler var mı?Olmaz olur mu, üstelik destek alacağın ailen uzakta olunca. Örneğin saat 18.00’de kızımı kreşten almam lazım ama bu toplantı var. Çözümler geliştirmem gerek, annem yanımda yok ki.. - Gençlere önerileriniz?Sevdikleri işi bulmaya çalışsınlar ve tutku ile yapsınlar... PROF. DR. FİLİZ GARİP: GÖÇ SORUNLARIN SONUCUGöçmen ailenin kızı Filiz Garip... Bulgaristan doğumlu. Yakın akrabalarını ziyarete giden ailesi SSCB döneminde kapıların kapanması ile uzun süre Türkiye’ye dönememiş. Sınıra yakın Karcaali şehrinde yaşamış ve fırsat kollamış. Filiz Garip, “Ben çok küçükken dönmüşler. Bulgaristan’dan Bursa’ya soğuk trende yolculuğun öyküsü ile büyüdüm” diye anlatıyor. Sonra Ankara, ardından Trakya Çerkezköy. Başarılı bir öğrenci tabii. Anadolu lisesini bitirdikten sonra ver elini Boğaziçi Üniversitesi. Orada endüstri mühendisliği okuyor, finansa yöneliyor. Doktora için New York’a Princeton Üniversitesi’ne gidiyor. “İlk kez orada bir sosyoloji dersine girdim. Çok etkilendim” diye anlatıyor. Yön değiştirerek doktorasını sosyoloji alanında göç üzerine yapıyor. “Tabii ailemi ikna etmek o kadar da kolay olmadı. Onlar da hayata sıfırdan başlamış insanlardı ama bana ve kardeşime inandılar, fırsat verdiler” diye ekliyor. /Archive/2020/12/19/005305168-filizsayfa15.jpgİlk çalışma, Tayland’daki iç göç üzerine. O dönem Tayland en hızlı büyüyen ekonomilerden, köyler hızla kentlere taşınıyor ama bir köyün göç verme hızı diğer köyden farklı. Bunların nedenleri ne? Aile ve çevre faktörlerinin rolü ne? İşte bunları araştırıyor. Sonra iç göçün dar bir alan olduğunu anlıyor ve genişletmek istiyor. ABD’de Meksika doğumlu 40 milyonu aşkın insan var. Onlar üzerine çalışıyor. Büyük veri teknolojilerinden yararlanarak çığır açıcı bir modelleme geliştiriyor. “Meksika’dan ABD’ye 50 yıldır devam eden göç hareketi var ama sanki hiçbir değişim yokmuş gibi aynı şekilde devam ediyor görümünde. Ama gerçek hiç de öyle değil. Ben de bilgisayar modellemelerinden yararlanarak farklı modeller geliştirebilir miyiz diye düşündüm. 4 farklı göçmen dalgası var. Hepsini tetikleyen faktörler birbirinden farklı. Hepsini ayrı aynı modelledik. İşçi sınıfını göçünden eğitimli zengin Meksikalı sınıfın göçüne kadar... Diğer ülkeler için de bu modellerden yararlanmak gerek göçlerin nedenlerini doğru anlayabilmek için...” diyor. Araştırmalarında göç, ekonomik sosyoloji ve eşitsizlik kavramlarının kesişimine odaklanan Filiz Garip, bu çerçevede hareketliliğe olanak veren veya kısıtlayan, ekonomik eşitsizliğin artmasına veya azalmasına neden olan çeşitli mekanizmaları inceliyor. On the Move: Changing Mechanisms of Mexico-U.S. Migration adlı kitabı 4 ödül aldı... - Göç, dünyanın en büyük sorunlarından biri. Siz ana nedenlerini anlamadıkça göçü durduramayız diye yola çıkıp önemli bir modelleme geliştirdiniz. Biraz anlatabilir misiniz?Büyük sistemi görmüyor insanlar. Göç sorunların nedeni değil, sonucu. Ve bunda herkesin, hepimizin bir payı, sorumluluğu var. Dış ilişkilerdeki hamlelerden küresel iklim değişikliğine kadar birçok şey tetikliyor göçleri. Politika yapıcıların odaklandığı tek konu ise nasıl engelleriz, nasıl bir duvar öreriz oluyor. Bu işe yaramıyor. - Özellikle sosyal bilimlerde akademik dünyanın bilimsel bulguları çoğu zaman politika yapıcılar tarafından göz ardı ediliyor. Sizin bu konuda bir çabanız oluyor mu?Bilim insanının görevi sadece bilimsel çalışmalar üretmek olmamalı, aynı zamanda ürettiklerin toplumda yer bulması için de çaba sarf etmeli. Ben buradan yola çıkıyorum her zaman. Karar vericilere nasıl ulaşabilirim. Keşke siyaset ile akademi arasında köprüler olabilse. Bu amaçla göçü her yönüyle irdeleyen bir kitap yazıyorum. Adını “Kökünden Sökülmüş” koyacağım. - Trump’ın göçmen politikaları feciydi. Yeni dönemden beklentiniz nedir?Biden, daha bilim odaklı ilerleyeceğinin sinyallerini veriyor. Açıkçası daha umutluyum. - Türkiye’de göçmen sorunu ile ilgili çalışma var mı gündeminizde? 2 yıl önce Ankara’da Suriyeli göçmenlerle konuşmalara başlamıştım. Pandemi yüzünden sekteye uğradı. Türkiye’nin problemi Avrupa’nın tavrından kaynaklanıyor. Avrupa dışladığı için Trükiye sorumluluk alıyor, bu aynı zamanda büyük bir yük ve görev. Türkiye’de doğmuş 1 milyonu aşkın Suriyeli çocuk var. Ülke olarak bir tek Türkiye’yi biliyorlar. Nasıl entegre olacaklar? Türkiye eskilden öteki taraftaydı, işçi ailelerinin Almanya’ya göçü örneğin. Şimdi tam tersi. Bu deneyimlerini doğru aktarabilir şimdiki sorunu çözmek için. ‘AYNI ÇELİŞKİ’- Siz de göçmen olarak başladığınız yaşamınızı başka bir ülkede yine göçmen olarak sürdürüyorsunuz. 2 çocuğunuz ve ailenizle... Bu duyguyu anlatabilir misiniz? Bu bir yandan kültürel çeşitlilik ve zenginlik ama bir yandan da arada kalma duygusu. Daima iç içeler. İkiz çocuklarım var. Deniz ve Leyla. 9 yaşındalar ve onlar da şimdiden aynı çelişkiyi hissediyorlar. - Son olarak... Göçmen olmak ne demek sizce?Her an yeni bir değişime hazır olmak demek. Göçmenlerde yeniden başlama enerjisi vardır ve bu çok olumludur. Yeterki doğru okuyabilelim. cumhuriyet.com.trProf. Daron Acemoğlu’ndan Türk bankalarıiçin korkutan uyarı
Prof. Daron Acemoğlu’ndan Türk bankaları için korkutan uyarı figure > Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden (MIT) Prof. Daron Acemoğlu, şu anda Türkiye’de bankaların ve şirketlerin bilançolarının çok kötü durumda olduğuna dikkat çekerek, bunun için yeni bir kaynak yaratılması gerektiğini vurguladı. Bilim Akademisi tarafından düzenlenen “Covid-19 Sonrası Dünya Ekonomisi” konferansında konuşan Acemoğlu, son dönemde gerilen Türkiye-ABD ilişkileri ile ilgili olarak, “Türkiye için zor zamanlar bunlar. Ama bence en büyük problemler Türkiye’de şu anda içten gelen problemler. Son 10 yıldır verimliliği düşük büyüme özellikle tüketime bağlı, devlet harcamalarına, devlet bankalarına bağlı bir büyüme tablosu var. Türkiye’deki şirket bilançoları, banka bilançoları kötü durumda. Tüketici bilançoları kötü durumda. Türkiye’nin ekonomik olarak çok zor dönemler var önünde. Tabi ki dışarıdan gelen unsurlar buna katkıda bulunabilir ama asıl problemler içeride” diye konuştu.DEMOKRASİ KUVVETLENDİRİLMELİ“Türkiye sizi göreve çağırsa yapacağınız düzenlemeler neler olur?” konusuna ilişkin olarak ise Prof. Acemoğlu, “Türkiye’nin kısa uzun dönemli problemleri var. En başta demokrasinin kuvvetlendirilmesi lazım. Ekonomik kurumlardaki iyileşme araçların daha bağımsız otonom hale gelmesi lazım. Örneğin Merkez Bankası, yargı kurumlarının daha güçlenmesi ve bağımsız hale gelmesi... Aynı zamanda makroekonomik olarak şirketlerin ve bankaların bilançolarının düzelmesi gerekiyor. Bunun için de yurtdışından para gelmesi gerekiyor. Şu anda sadece kurumsal açılardan yapılacak reformlarla Türkiye büyüyemez. Çünkü bankaların ve şirketlerin bilançoları o kadar kötü durumda ki bunun için yeni bir kaynak yaratılması lazım.HIZLI KÖTÜLEŞME VARMIT Profesörü Daron Acemoğlu, yaptığı sunumda şu tespitlere yer verdi: Demokrasinin bir krizden geçtiği doğru. Bunu en net olarak Türkiye’de görüyoruz. Türkiye’deki kurumların kalitesine bakalım. OECD verilerine göre, birçok kurumsal açıdan 2000’li yılların başında Türkiye’nin iyileştiğini görüyoruz. Bu tabi ekonomik reformların çok hızlı yapıldığı, yargı reformlarının yapıldığı, yolsuzlukların kontrol altına alındığı bir dönem. Ama 2008’den (hatta 2006’dan) sonra kurumların hepsi negatife gidiyorlar. Kurumlarda çok hızlı şekilde bir kötüleşme görüyorsunuz.Dünya Bankası raporuna göre, ekonomi konusundaki kararnameler ve yeni kurallarda 2008’den sonra korkunç bir artış var. 500’den 4 bine kadar çıkıyor. Yani devletin mikro bir şekilde şu şirket bunu yapabilir, bu sektör bunu yapabilir gibi kararlar var. Bunların büyük kısmı daha keyfi ve denetlemeye tabi olmadan Cumhurbaşkanı, başbakanlık kararı ya da başka denetlemeye tabi olmayan kararnameler olduğunu görüyoruz.MEDYA ÖZGÜRLÜKLERİ ÇOK GERİLEDİ- Türkiye’de sivil toplumun çok geri adım attığını görüyoruz. Medya özgürlükleri çok geriledi. Uluslarası Af Örgütünün ve gazetecilik örgütlerine göre son 6 yıl içinde dünyada hapishanede olan gazetecilerin yüzde 30’u Türkiye’de. Medya özgürlüğünün azaldığı yerde sivil toplumun zayıfladığını, demokrasinin çalışmadığını görüyoruz. Her yerde bir demokratik gerileme var ama Türkiye bunu en iyi özetleyen ülkelerden biri. Türkiye’de başka ülkelerden daha hızlı gerçekleşti bu gerileme.- 2006’dan önce demokrasiye giden ülkeler daha fazla. 2006’dan sonra hemen hemen demokratik ilerlemeler duruyor. Birçok ülke de demokratik olarak geriye gidiyor. Birçok ülkede bugün aslında demokrasinin o kadar da önemli olmadığı demokratik hükümetlerin krize doğru yanıt vermediği, hatta Türkiye’de vurgulandığı gibi tek adamlar ya da muhalefete daha fazla özveride bulunması gerekmeyen liderlerin daha iyi olduğu konusunda bir vurgu var. Hatta bazı insanlar demokrasilerin daha kötü ekonomi yaptığını savunuyorlar. Bu aslında çok yanlış bir düşünce.- Son 60 yılda 150 ülke demokrasiye geçmiş. Bunların her birini sıfıra koyuyorum ve bunların demokrasiye geçtikten sonraki büyüme oranlarına bakıyorum. Demokrasiye geçtikten sonra hafif bir büyüme, ondan sonra çok hızlı bir büyüme var. 20 yıl içinde demokrasiye geçenler, demokrasi olmayan ülkelere göre yüzde 20 daha fazla büyümüş oluyorlar. Şehriban KıraçCumhuriyet Gazetesi dayanışmasıbüyüyor. 19 Aralık 2020 tarihli okur dayanışmasıilanları
Cumhuriyet Gazetesi dayanışması büyüyor. 19 Aralık 2020 tarihli okur dayanışması ilanları figure > Basın İlan Kurumu'nun gazetemize yönelik ilan cezalarına karşı okurlarımızın 'dayanışması' büyüyerek sürüyor. Cumhuriyet'e 'dayanışma ilanları'yla büyük güç veren gazetemizin gerçek sahibi okurlarımızın sayfalarımızda yayımlanan ilanlarına dijital dünyadaki sesimiz www.cumhuriyet.com.tr'de de yer vereceğiz. BASKI SÜRÜYOR, DAYANIŞMA BÜYÜYOR, OKURLARI CUMHURİYET'İ YALNIZ BIRAKMIYOR! BASIN İLAN KURUMU'NUN CUMHURİYET'E YÖNELİK İLAN KESME CEZALARINA KARŞI OKURLARIMIZ DAYANIŞMA İLANLARI VERİYOR, BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜ CUMHURİYET'E DESTEK OLUYOR. DAYANIŞMA İLANLARI HAKKINDA BİLGİ İÇİN AŞAĞIDAKİ İLETİŞİM BİLGİLERİNİ KULLANABİLİRSİNİZ./Archive/2020/12/19/010318434-ile.jpg/Archive/2020/12/19/010539088-ozek.jpg/Archive/2020/12/19/010350886-11.jpg/Archive/2020/12/19/010350949-17.jpg/Archive/2020/12/19/010351011-18.jpg/Archive/2020/12/19/010351090-19.jpg/Archive/2020/12/19/010351152-20.jpg/Archive/2020/12/19/010351246-21.jpg/Archive/2020/12/19/010351340-22.jpg/Archive/2020/12/19/010351433-23.jpg/Archive/2020/12/19/010351527-24.jpg/Archive/2020/12/19/010351636-25.jpg/Archive/2020/12/19/010351730-26.jpg/Archive/2020/12/19/010351777-27.jpg/Archive/2020/12/19/010351871-12.jpg/Archive/2020/12/19/010352355-28.jpg/Archive/2020/12/19/010352871-16.jpg/Archive/2020/12/19/010353386-14.jpg/Archive/2020/12/19/010353996-13.jpg/Archive/2020/12/19/010354418-15.jpg cumhuriyet.com.trBilim insanları, yalnızlığın beyinde nasıl göründüğünügösteriyor
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Bilim insanları, yalnızlığın beyinde nasıl göründüğünü gösteriyor figure > Bu yıl, Covid-19’un devam etmesi yüzünden uygulanan sosyal mesafe sebebiyle pek çok insan için yalnız geçiyor ve izolasyonun sağlığımızı nasıl etkilediğini anlamak önem taşıyor. İki gün önce Nature Communications bülteninde yayımlanan yeni bir çalışma, farklı beyin bölgelerindeki hacim değişimlerinin yanı sıra bu bölgelerin beyin ağları boyunca birbiriyle nasıl iletişim kurduğuna da dayalı olarak; yalnız insanların beyinlerinde bu kişileri temel yönlerden ayrı kılan bir imza bulunduğunu gösteriyor. Araştırmacılardan oluşan bir takım, bilgilerinin UK Biobank veri tabanına aktarılmasına izin veren (dünya çapındaki sağlık bilimcilerin kullanımına açık olan, açık erişimli bir veri tabanı) yaklaşık 40 bin orta yaşlı ve daha yaşlı insanın manyetik rezonans görüntüleme (MRI) verilerini, genetiğini ve psikolojik öz değerlendirmesini inceledi. Bilim insanları daha sonra, kendini sıklıkla yalnız hissettiğini belirten kişiler ile böyle bir durum belirtmeyen kişilerin MRI verilerini karşılaştırdılar.Popular Science'ın aktardığına göre, araştırmacılar, yalnız insanların beyinlerinde çeşitli farklılıklar olduğunu buldu. Araştırmanın bulgularına göre, beyinde ortaya çıkan bu işaretler, varsayılan ağ biçiminde adlandırılan bir beyin devresinde yoğunlaşıyor. Hatıraların anlatılması, geleceğin planlanması ve diğer kişileri hayal edip düşünme gibi iç düşünceler, bir dizi beyin bölgesini kapsayan bu devre ile ilgili. Araştırmacılar, yalnız insanlardaki varsayılan ağın daha güçlü bağlantılar sergilediğini ve bu kişilerin varsayılan ağ bölgelerindeki gri madde hacminin, şaşırtıcı biçimde daha fazla olduğunu buldular. Yalnızlık, fornikste meydana gelen farklılıklar ile de bağlantılı. Forniks, hipokampüsten varsayılan ağa sinyal taşıyan bir sinir lifi demeti. Bu lif bölgesinin yapısı, yalnız insanlarda daha iyi muhafaza ediliyor. cumhuriyet.com.trZhang Wei’den bir kült;‘Kadim Gemi’
Zhang Wei’den bir kült; ‘Kadim Gemi’ figure > Kadim Gemi’de, üç ailenin üç kuşağının kırk yıllık hikâyesini doğrusal bir biçimde değil dairesel ve yer yer sıçramalarla anlatan Zhang Wei, Çin halkının hayat karşısındaki geleneksel tutumunu ve devrim sonrası yaşanan zorluklar karşısındaki psikolojik değişimlerini ustalıkla aktarıyor. /Archive/2020/12/19/002518641-ic.jpgÇin’in yaşayan en büyük yazarları arasında anılan Zhang Wei’nin kült romanı Kadim Gemi, çağdaş Çin edebiyatı hakkında önde gelen kitaplardan biri.Hayali bir kuzey kasabası Wali ve bu kasabanın üç büyük ailesi (Sui, Li ve Zhao) üzerinden Zhang Wei, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve sonraki 40 yılını kaleme alıyor. Bir zamanlar verimli bir nehir kenarında olsa da artık eski günlerini arayan bütün Wali kasabasının temel geçim kaynağı noodle imalathanesinden sağlanmaktadır. Ancak devrim sonrası yaşanan kıtlık, toprak reformu ve sanayi atılımı, nesillerdir bu kasabada yaşayan aileleri de etkileyecektir. Wali’deki “hayatta kalma” mücadelesi aslında bütün bir Çin Halk Cumhuriyeti’nin hikâyesidir…Kadim Gemi’de, üç ailenin üç kuşağının kırk yıllık hikâyesini doğrusal bir biçimde değil dairesel ve yer yer sıçramalarla anlatan Zhang Wei, Çin halkının hayat karşısındaki geleneksel tutumunu ve devrim sonrası yaşanan zorluklar karşısındaki psikolojik değişimlerini ustalıkla aktarıyor.Kadim Gemi / Zhang Wei / Çev.: Giray Fidan / Kırmızı Kedi Yay. / 600 s. Cumhuriyet Kitap Eki'Çoğunluğun Zorbalığı'
'Çoğunluğun Zorbalığı' figure > Çoğunluğun Zorbalığı, siyaset bilimi literatürünün kanonik eserlerinden Amerika’da Demokrasi’den seçilmiş bölümlerden oluşuyor. Alexis de Tocqueville bu metinlerde, modern demokrasilerin ayırıcı özelliği olan eşitlik tutkusunun özgürlüğü tehdit eder hale gelebileceğini ve sonunun çoğunluğun tiranlığına varabileceğini ileri sürer. Amerika’da çoğunluğun sınırsız gücünün halkın düşünceleri, ulusun karakteri ve kamu yönetimi üzerindeki etkilerini çözümler. /Archive/2020/12/19/002303299-ic.jpgSiyaset bilimi literatürünün kanonik eserlerinden Amerika’da Demokrasi’den zihin açıcı bir bölüm. Fransız hukukçu, düşünür ve tarihçi Tocqueville, 1830’lu yılların başında Amerika Birleşik Devletleri’ne uzun bir seyahat yapar. Amerikan demokrasisi, siyasal sistemi ve toplumsal yapısı hakkındaki bu “saha çalışması” boyunca yaptığı gözlemlerine dayanan görüş ve çözümlemelerini, 1835 ve 1840 yıllarında iki cilt halinde yayımlanan ve siyaset bilimi literatürünün kanonik eserlerinden biri haline gelen Amerika’da Demokrasi adlı çalışmasıyla kitaplaştırır.Çoğunluğun Zorbalığı bu kitaptan seçilmiş bölümlerden oluşuyor. Tocqueville bu metinlerde, modern demokrasilerin ayırıcı özelliği olan eşitlik tutkusunun özgürlüğü tehdit eder hale gelebileceğini ve sonunun çoğunluğun tiranlığına varabileceğini ileri sürer. Amerika’da çoğunluğun sınırsız gücünün halkın düşünceleri, ulusun karakteri ve kamu yönetimi üzerindeki etkilerini çözümler.Çoğunluğun Zorbalığı / Alexis de Tocqueville / Çeviren: İnci Malak Uysal / Can Yayınları / 64 s. Cumhuriyet Kitap Eki‘Disleksi ile BaşaÇıkma Rehberi’
‘Disleksi ile Başa Çıkma Rehberi’ figure > Disleksi, dünya nüfusunun en az onda birini etkileyen en yaygın öğrenme güçlüklerinden biri. Amerika’nın tanınmış çocuk hekimi ve disleksi uzmanı Dr. Sally Shaywitz’in Disleksi ile Başa Çıkma Rehberi, öğrencilerin ve yetişkinlerin hayatını derinden etkileyen bu okuma problemini tanımlamak, anlamak ve aşmak için uygulamalı bir yol haritası sunuyor. Okuma güçlüğünün sıkı bir çalışma ve doğru yardım ile aşılabilir bir problem olduğunu gösteriyor. Bütünüyle bilimsel araştırmalara ve vaka deneyimlerine dayanan kitap; ebeveynler, eğitimciler ve disleksiyle karşı karşıya olan herkes için teknik detaylara boğmayan, incelikli ve pratik bir kaynak. /Archive/2020/12/19/002012596-ic2.jpgDisleksi, dünya nüfusunun en az onda birini etkileyen en yaygın öğrenme güçlüklerinden biri. Albert Einstein, Agatha Christie, Thomas Edison, Wolfgang Amadeus Mozart, Leonardo Da Vinci, Wright Kardeşler, Pablo Picasso, Stephen Hawking, Dwight D. Eisenhower, Winston Churchill, Walt Disney, John Lennon, Sylvester Stallone, Tom Cruise gibi dünyaca ünlü ve başarılı pek çok ismin de dislektik olduğu biliniyor. /Archive/2020/12/19/002032799-kapak-ic1.jpgAmerika’nın tanınmış çocuk hekimi ve disleksi uzmanlarından Dr. Sally Shaywitz’in yalın dille kaleme aldığı Disleksi ile Başa Çıkma Rehberi, öğrencilerin ve yetişkinlerin hayatını derinden etkileyen bu okuma problemini tanımlamak, anlamak ve aşmak için uygulamalı bir yol haritası sunuyor.Disleksi ile Başa Çıkma Rehberi, kolay okunan ve bilimsel açıdan yetkin bir kitap. Ebeveynler, eğitimciler ve disleksiyle karşı karşıya olan herkes için teknik detaylara boğmayan, incelikli ve pratik bir kaynak.Bütünüyle bilimsel araştırmalara ve vaka deneyimlerine dayanan kitap, okuma güçlüğünün sıkı bir çalışma ve doğru yardım ile aşılabilir bir problem olduğunu gösteriyor./Archive/2020/12/19/002051393-ic3-.jpgShaywitz’in öncü eserinde aşağıdaki soruların ve çok daha fazlasının yanıtını bulacaksınız:- Disleksi nedir ve niçin bazı yetenekli ve zeki insanlar okuma güçlüğü yaşar?- Disleksi tanısını okulöncesi yaşta, okul çağında, genç yetişkinlerde ve yetişkinlerde nasıl koymak gerekir?- Okul seçiminde nelere dikkat edilmelidir?- Çocuğunuzun öğretmeniyle nasıl daha verimli bir işbirliği kurabilirsiniz?- Hangi alıştırmalar beynin okumayla ilgili bölümünü geliştirir?- Çocuğunuzun okuma özgüveni kazanabilmesi için neler yapabilirsiniz?- Dislektiklerin güçlü yanları nelerdir, nasıl harekete geçirilmelidir?- Ünlü ve başarılı dislektiklerin yaşam öyküleri bize ne anlatıyor?Disleksi ile Başa Çıkma Rehberi / Sally Shaywitz / Çeviren: Özge Yılmaz / Epsilon Yayınevi / 440 s. Cumhuriyet Kitap Eki‘Şiir, sabır veözenle yapılan bir kazı!’
‘Şiir, sabır ve özenle yapılan bir kazı!’ figure > Şiir dalında 112 yapıtın değerlendirildiği ve Seçici Kurulu Ataol Behramoğlu, Muzaffer İlhan Erdost, Doğan Hızlan, Turgay Fişekçi, Eray Canberk’ten oluşan 75. Yunus Nadi Ödülü’nün kazananlarından Gonca Özmen’le; eve hapsolmak istemeyen bir benlik idealinin ön planda olduğu Bile İsteye isimli kitabını konuştuk. /Archive/2020/12/19/001726205-ic1.jpg- Belki Sessiz’den sonra Bile İsteye yayımlanana kadar geçen 11 yıllık bir süre var. Bile İsteye, bu 11 yılın harmanlandığı bir yapıt diyebilir miyiz?Her yazdığını yayımlayan biri değilim. Çok olanla, hızla ilgilenmiyorum. ‘Az’la ve ‘haz’la ilgiliyim daha çok. Koşar adım, çalakalem yapılacak bir edim değil şiir yazmak. Bir birikme ve biriktirme işi. Yaşantıda, duygusal-düşünsel bakışta, estetik beğenide, kültürel donanımda gelişme, dönüşme, başkalaşma şart. Beslenme alanlarını çoğullama.Şiir, bir kazı - derine ve dibe doğru - sabırla, titizlikle, özenle yapılan! Kendini özerk bir özne olarak kurmak da oldukça zahmetli hele ki bizimki gibi tutucu, baskıcı, ikiyüzlü, cehaletin ve şiddetin egemen olduğu güdük bir ülkede. İnsanı bezdiriyor, silkeliyor, hırpalıyor bu ülke.Yazan özne de toplumsal koşullarından bağımsız değil. Gündelik yaşantının yükü, zorunluluklar ve sorumluluklar, benim için dirimsel bir gereksinim olan okuma ve yazmaya, düşünmeye, imgelem alıştırmalarına, yaratmaya ayıracağım zamanı kısıtlıyor.Yazdıkları üzerinde fazlaca titizlenen, kılı kırk yaran bir yapım da var. Yayımlamadan önce çok oyalanıyorum. Sözcüklerin tarihsel, toplumsal, duygusal, düşünsel yüklerini, yan anlamlarını, mecazlı kullanımlarını, yarattıkları çağrışımları, sessel/ritmik uyumlarını, sözdizimini, biçim ve yapıyı, bütünselliği, anlamı yoğunlaştırmayı ve bu nedenle de eksiltmeyi önceliyorum.“Sanatın ekleme değil, çıkarma olduğunu günden güne daha iyi anlıyorum,” der ya Necatigil. Bir şiire bitti demek de çok kolay olmuyor benim için. Deneyimi ve onun biricikliğini yeniden kurma, onu iyi bir şiir kılma, bir zengin anlam alanı yaratma-nesnel gerçekliği bozup değiştirerek şiirsel gerçekliğe dönüştürme… Bir yapıt ortaya koyma… Edip Cansever’in “zamana zamanla bakmak” dediği. Onu yaptım tam da!/Archive/2020/12/19/001739003-kapakic2.jpgATAERKİL DİZGEYE DİRENEN KADINLAR- “Uzun kentlerin uzun erkekleri vardır Ömer” diye başladığınız bir bölüm var. “Memet” var, “Mustafa” var, “Koray” var, “Sebastian” var. Eril dile ve toplumsal cinsiyet rollerine bir gönderme mi?Seslenişler var şiirlerimde, evet, personalar. Aynı bölümde Dante, Said, Süleyman da var. Diğer bölümlerde Derrida var, Ada var, Gamze var, Zeyneb var. Memet, asker Memet ama Nazım’ın da Memet’i. Sebastian, örneğin, İngiliz romanlarında uşaklara sıklıkla verilen bir isim. Ada, kızımın ismi. Zeyneb, bu ülkedeki ilk şiir kütüphanesini var edenlerden bir dostum, türkülerin de Zeyneb’i ama. Her şiirde birden çok gönderme, anıştırma, çağrışım var.Elbette kadına özgürlük tanımayan, onu yok sayan, bedenini tehdit olarak algılayan, onu yağmalayan, öldüren başka Mustafa’lara, Koray’lara itirazım var! Öldürülen kadınların anısını yaşatmak için kurulan, her gün güncellenen dijital anıt, Anıt Sayaç, utancımız bizim. Anıt Sayaç, öfkemiz bizim.Kadın, toplumsal dizgenin de kültürel dizgenin de kurbanı. Maria Anna Mozart’ı değil de Wolfgang Amadeus Mozart’ı var kılıyor bu eril dizge. Ataerkil tüm yapıların cinsiyetçi ikili karşıtlıklara dayalı, ötekileştirici, sınıflandırıcı yapısı kadını siliyor, görünmez kılıyor. ‘Erk’eklerce oluşturulan, onların egemen olduğu bu sistem, kadını edilgen, sessiz, uyumlu, bağımlı kılmak istiyor.Fahriye Abla’yı Dıranas yazıyor. Bir de Fahriye Abla yazsa kendini, ondan dinlesek hikâyeyi neler olur’un peşindeyim ben. Bugün kendi sesini, bedenini, kimliğini sahiplenen, yazan, çizen, eyleyen kadın özneler, bu ataerkil dizgeye direniyor ve dayatılan toplumsal cinsiyet rollerine karşı kendi metinlerini üretiyorlar. Yazmak, insanı ayakta tutuyor./Archive/2020/12/19/001751987-ic3.jpg‘EYLEMİ HARLADIKÇA GÜZELDİR UMUT!’- Yer yer dünyanın gözden düştüğünü görüyoruz şiirlerinizde, bazen dallanıp budaklanana kadar bekleyen birini de. Karamsarlık da var, öfke de var ve ne olursa olsun yaşama tutunacak bir umut arayışı da var. Umut hep olmalı mı?Dünyaya gücenmeyenimiz mi var? Bir amansız toplama kampı, bir bataklık değil mi dünya? Çok olmadı mı dünyanın gözümüzden düştüğü? Dünyaya bakmak, onu okumak, dünyayı yeniden yazabilme olanağı da verir bize - bu sefer bir başka yazıyla. Umuttan bir yazıyla. Karamsarlıkla karılmış, öfkeyle yoğurulmuş bir yazıyla!Yorulmuş, aşınmış, içi boşaltılmış kavramlardan umut. İçinde yaşanılan toplum düzeninin değiştirilebileceğine, geleceğin yeniden kurulabileceğine olan umut, eylemlilik arzusu, bir gelecek tasarısı taşır. Eyleme bir ateş yaktıkça, eylemi harladıkça güzeldir umut. Göğsümüzün, aklımızın, kalbimizin sol yanıdır.Umar insan hep bir adil düzeni, bir güzel yarını, bir aydınlığı. Umdukça daha insan kalır. Umdukça harekete geçer. Uğraşır, didinir - bir başka yaşamın fitilini yakar. Güzele doğru bir değişimi, iyiye doğru bir dönüşümü fişekler.‘POETİK VE POLİTİK BİR KAVGAM VAR’- İmgelerinizde doğa unsurlarına sıkça yer veriyorsunuz. Ev ile bir sorun da gözlemliyoruz. Evden doğaya kaçış diyebilir miyiz?Doğa, o bilge! Yazma deneyimimi besleyen sonsuz bir kaynak. Bir suyun izlediği bitimsiz yol. Bir ağacın halleri. Toprağın devinimi. Çocukluğumdan beri kapalı mekânlardan sıkılırım. Yerleşikliği içselleştiremedim hiç. Evden çok kırlar, sokaklar, ara yollar, sapaklar, uzaklar çeker beni.“Evin içi tuzaklarla doludur.” (Sami Baydar) Geçmişimizdir ev. Geçip gidenler ve geçip gitmeyenlerdir. Çelişkiler yumağıdır. Evler, bizi sarar. Evler, bizi biçimler. Evler, bizi cezalandırır da. Evler, bizi boğar. Tekinsizdirler. Evler örter - perde çeker yaşananlara. En çok ortaya dökülmesi gerekenleri saklarlar.Evler benlik algımızı oluşturmada derin izler bırakır. Aidiyet duygusunu dayatır ki benim aidiyet duygusuyla, mülkiyet arzusuyla, iktidar kavgasıyla, ahlakçılıkla, kurulu düzenle, evlerin içinde olup bitenle, evlerin içinden evlerin dışına taşanlarla poetik ve politik bir kavgam var. Evlerden dışarıya sızan pası, irini, zehri söylüyorum. Dışardan, toplumsal yaşantıdan içeriye akan şiddeti ve kiri de…GONCA ÖZMEN: 1982 yılında Burdur’un Tefenni ilçesinde doğan Gonca Özmen, İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünde yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. Kuytumda (Hera Yayınları, 2000), Belki Sessiz (Kırmızı Kedi Yayınevi, 2008) adlı iki şiir kitabı bulunuyor. Seçme şiirleri, The Sea Within (İçimdeki Deniz) adıyla 2011’de yılında İngiltere’de Shearsman Yayınevi’nce yayımlandı. Belki Sessiz, Almanya’da Elif de Verlag Yayınları’nca yayımlandı.Bile İsteye / Gonca Özmen / Kırmızı Kedi Yayınevi / 80 s. Mehmet AmanTarihyazımsal işlem!
Tarihyazımsal işlem! figure > Tarihyazımı, Türkiye’de gündelik hayat çalışan araştırmacılar tarafından çok iyi tanınan Michel de Certeau’nun “gerçek olarak tarih” ile “söylem olarak yazı” ilişkisini sorunsallaştırdığı bir kaynak eser ve bu tarihçinin yazdığı Gündelik Hayatın Keşfi I-II, Tarih ve Psikanaliz’den sonra dilimize çevrilen dördüncü kitabı. /Archive/2020/12/19/001424986-ic1.jpg Tarih kelimenin tam anlamıyla bir söylemdir. Peki, tarihyazımı nedir? Türkiye’de son yıllarda tarih disiplininin bir dalı olarak tarihyazımını farklı bakış açılarından ele alan onlarca telif, tercüme hatta derleme eser yayınlandı. Bilgikuramsal, yöntembilimsel, retorik vs. özelliklerin ağır bastığı bu çalışmalarda genellikle tarihin yazılma şekilleri meselesine eleştirel olarak değinildi. Böylece beşerî ilimlerin başlıca dallarından biri olan tarih disiplini, eleştirel bir entelektüel mesafeden değerlendirilmeye çalışıldı.Tarihyazımı konusunu “tarihin nereden, nasıl, hangi şekillerde yapıldığı ve yazıldığı” soruları etrafında irdeleyen ve bu zorlu süreci “tarihyazımsal işlem” adını verdiği üç ana öğeye dayanan kuramsal çerçevede çözümleyen Fransız tarihçi Michel de Certeau’nun L’écriture de l’histoire (1975) isimli başvuru kitabı tam 45 yıl sonra Türkçeye Oğuz Adanır tarafından çevrildi.Beşerî ilimler sahasında hep ses getirmiş yayınlar yapan Doğu Batı Yayınları tarafından yayımlanan Tarihyazımı, Türkiye’de gündelik hayatı çalışan araştırmacılar tarafından çok iyi tanınan Michel de Certeau’nun “gerçek olarak tarih” ile “söylem olarak yazı” ilişkisini sorunsallaştırdığı bir kaynak eser ve bu tarihçinin yazdığı Gündelik Hayatın Keşfi I-II, Tarih ve Psikanaliz’den sonra dilimize çevrilen dördüncü kitabı./Archive/2020/12/19/001437298-kapakic2.jpgÖNCE TARİHÇİYİ İNCELEMEK!Tarihçilik mesleğinin kurumsallaştığı ve akademik olarak derinlemesine sorgulandığı Fransa’da Paul Veyne’den (Comment on écrit l’histoire, 1971) ve Birleşik Devletler’de Hayden White’den (Metahistory: The Historical Imagination in Nineteenth-Century Europe, 1973) farklı olarak M. de Certeau, başlıca denemelerini bir araya getiren Tarihyazımı’nda belagat/retorik üzerine kurulu çözümlemeler sunmaz. Aksine, geliştirdiği üçlü teorik yapıdan faydalanarak tarihin yazılışındaki çeşitli, değişik, farklı etkenleri gözler önüne serer ve dikkate alır.Kısacası M. de Certeau, “olguları incelemeden önce tarihçiyi inceleyin” görüşünü savunan ve tarihin ne olduğu sorusuna yanıtlar arayan İngiliz tarihçi Edward H. Carr’dan da net olarak ayrılır. Çünkü M. de Certeau için tarihyazımı; bir çevre, bir meslek, bir dönem olarak toplumsal bir yerin, analitik bir disiplin olarak bilimsel uygulamaların ve nihayetinde yazı olarak bir metin inşasının toplamıdır.MODERN BİR YAKLAŞIMKarşılaştırmalı bir bağlamda, Michel de Certeau’nun tarihyazımsal işlem olarak sistemleştirdiği orijinal konseptini; Türkiye’de radikal ideolojik görüşleri sebebiyle göz ardı edilmiş ama aslında tarihte yöntem meselesini modern bir yaklaşımda incelemeyi başarmış önemli bir tarihçi olan A. Zeki Velidi Togan’ın ilk dönem Osmanlı tarihi yazarlarının muhitlerine, ilgilerine ve etkisinde kaldıklarına bakmak gerektiği şeklindeki ilginç önermesinin analitik ve teorik kapsamları çok genişletilmiş bir hâli olarak görmek mümkün olabilir.Sonucunda tarihsel yapıtları incelemede üç aşamalı tarihyazımsal işlem uygulayan Michel de Certeau, “tarih tetkiki her şeyden önce bir yerin ürünüdür” diyerek tarih disiplininin belirli bir toplumsal yere bağlı olduğunu kanıtlar. Onun “tarih yazma bir uygulamadır yani pratiktir” görüşü de herhangi bir tarihçinin kullandığı arşiv, kaynak, teknik, yöntem vs. gibi mesleki prosedürleri değerlendirmeye alır.Nihayetinde tarih kavramını, kesin olarak bir yazı olarak kabul eden de Certeau, bu aşamada metnin düzenlenişini yani yazının (bir başka deyişle anlatının) kuruluşunu, inşasını tahlil eder.Tarihyazımı / Michel de Certau / Çeviren: Oğuz Adanır / Doğu Batı Yayınları / 503 s. Tunç Yıldırım