News - Haberler
UUH’yle ittifak vurgusu
UUH’yle ittifak vurgusu Bakanlıktan yapılan açıklamaya göre Akar-Nemruş görüşmesi İstanbul’da yapıldı. Görüşmede, Libya’daki son duruma ilişkin görüş alışverişinde bulunulduğu belirtilirken Akar’ın Nemruş’a “Türkiye’nin Libya’da siyasi çözüme yönelik yapılan görüşmeleri yakından takip ettiğini, Türkiye’nin amacının; toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini sağlamış; barış, huzur ve istikrar içerisinde yaşayan bir Libya’nın oluşumuna katkıda bulunmak olduğunu” söylediği bildirildi.Akar’ın ayrıca “Türkiye’nin Libya’ya verdiği askeri ve güvenlik alanlarındaki eğitim, yardım ve danışmanlık desteğine devam edeceğini; istikrarlı, bağımsız ve egemen bir Libya’nın desteklediğini” aktardığı kaydedildi. Libya’da Trablus merkezli UUH ile Tobruk merkezli Hafter güçlerinin geçen ay BM arabulucuğunda kalıcı ateşkes üzerinde uzlaşı sağlamasının ardından kurdukları ortak askeri komiteyle ülkedeki yabancı askerlerin durumunun değerlendirilmesi kararlaştırılmıştı. Bu gelişmenin ardından Milli Savunma Bakanlığı’ndan“UUH’nin talebi devam ettiği sürece Libya’da bulunmaya devam edeceğiz”açıklaması yapılmıştı. cumhuriyet.com.trAslan yürekli Mr. Harold...
Aslan yürekli Mr. Harold... Katur kutur soğuk havada komşum Mr. Harold’la yaz aylarındaki sohbetin tadı olmuyor; tahta perdeler ardından komşuluğumuz yine de sürüyor. Bahçesinde nereden bulduysa, kötüsünden bir replika Afrodit heykeli var, kış gelip kar yağınca muziplik olsun diye yün kaşkol ve bere takıyor, yazları güneş gözlüğü; eğleniyor işte. Geçenlerde, tahta perde ardından Afrodit’i ima edip Datçalı-Knidoslu Aphrodite’yi nereden “arakladığını” sordum; biraz gücenik dinledi. Liverpool’dan 50 sene evvel buraya göç etmiş İngilizin kaşları çatıldı, sonra ben anlatınca eski haline döndü. Pompei’nin laneti!..Adını sadece Nicole olarak açıklayan Kanadalı bir kadının, 15 yıl evvel İtalya’ya yaptığı gezi sırasında dolaştıkları Pompei antik kentinden “aşırıp” yanında eski eser kaçakçılığı yaparak getirdiği 2 bin yıllık amforaların, seramiklerin, bazı küçük heykelciklerin onun başına nasıl bir lanet açtığına dair gazete sayfalarını kaplayan haberi söyledim. Şimdi yaşının 36 olduğunu belirten Nicole, bu çaldıklarından sonra iki defa göğüs kanserine yakalandığını, hayatının allak bullak olduğunu, ailesinin dağıldığını, büyük maddi zorluklara gark olduğunu söyleyerek bütün kabahati kendisinde, Pompei’nin lanetini üstüne çektiğinde buluyordu. Sonunda evindeki bu antika parçaları koliye koyup, içine de bir mektup ekleyip İtalya’daki resmi makamlara postalamıştı. Mektupta, “Ben aslında Tanrı inancı olan iyi birisiyim, nasıl olduysa şeytana uydum, o zaman genç ve düşüncesizdim, fakat başıma gelmedik kalmadı, aman istemem, alın bunları benden” diyordu. Şeytan böyle ters işlerde hemen günâh keçisi olur. Milattan sonra 72 yılında gürleyip patlayan Vezüv Yanardağı’nın külleri, lavları ve gaz bulutu altında kalan Pompei, baştan sona yıkılmış, binlerce insan yanarak hayatını kaybetmişti. Bu acıklı olayın ardından kalan antika eserler elbette Nicole için yaşadıklarından sonra bir lanete dönüşmüş gibi görülmekteydi.Kargodaki çalıntılar Napoli Müzesi’ne teslim edilecek, iz süren polis Nicole’e ulaşamayacaktı. Mr. Harold bu noktada takıldı, “Bu kadar zor mu?” diyor, “Kargo firması diyelim ki sahte adres bilgisiyle kutuyu aldı, gönderdi. Son 10 yılda mastektomi ameliyatı geçirmiş ve yaşı 30 civarındaki tüm kadınların kimliklerini istese polis istihbaratı elde edemez mi?” Eder, etmez mi, ama benim dedektiflik edecek halim yok, Mr. Harold’a bıraktım, o nasılsa boş vakti çok olanlardan, uğraşsın bakalım. Soy kütüğü merakı arttıAncak Mr. Harold zaten boş durmamış, kendi İngiliz soyunu merak ediyormuş ne zamandan beri, şu son günlerde meraklısı artan DNA-Genetik şema ve soy kütüğü çıkartan web sitelerinden birisine tükürüğünden örnek göndermiş, neticesi de bir süre evvel gelmişmiş. Mr.Harold’ın yalancısıyım, meğer İngiliz Kralı Aslan Yürekli I. Richard’a kadar uzanan bir aile geçmişi varmış; soylu, aristokratlardan yani. Son yirmi yılın icadı bu soy kütüğü araştırması ABD ve Kanada’da pek yaygın. Bin dolardan aşağı olmayan bir ücret ve beraberinde ağız salgısı gönderiyorsun, yedi ceddini, sülaleni çıkarıyorlar. Bu sektörün yıllık cirosunu merak ettim, bakındım ama bulamadım; bir yerlerde belki vardır. Herhalde milyonlarca dolar olmalı.Mr. Harold, sekiz yüz yıl evvelinin DNA’sını nasıl buldular diye merak etmemiş mi, ben şaşırıyorum.Bu akraba kütüğü araştıran web sitelerinin bilimsel şarlatanlık ettiğini söyleyenler de var. Kuzey Amerika kıtasına göçen Avrupalı insanların şimdiki torunları kökenlerini aramaya çıktı; televizyonlarda sık sık reklamlarını görüyoruz, DNA testiyle hangi halktan, hatta hangi şehirden olduğuna kadar buluyorlarmış. Benim hiç böyle meraklarım olmadı, mesela IV. Murad’ın sadrazamı Çerkes Mehmet Ali Paşa’nın torunu olsam, bilmem ki ne değişir!Aslan Yürekli Richard deyince tabii akan sular durur, İngiltere’den 3. Haçlı Seferi çıkarıp Kudüs kapısına kadar dayanıyor, meşhur Kürt asıllı komutan Selahattin Eyyubi ile kılıç kılıca muharebeleri var; az şey değil, Mr. Harold ne kadar sevinse yeridir. Eşi Mrs.Thelma’nın DNA geçmişini sorasım vardı, sormadım, belki kadıncağız sıradan bir İngiliz köylüsü olarak soy ağacında şöhretsiz kalmıştır. Sohbetimizin ardından eve geri dönerken posta kutusunda abonesi olduğum sağcı The National Post gazetesi beni bekliyordu, manşette bir haber-yorum yazısı da: “Seçimlerin ardında Çin var: Başkan Şi’ye British Columbia’yı (BC) vermeyiz!”McCarthy’cilik...Pasifik kıyısı eyaleti İngiliz Kolombiyası (BC) seçime gidiyordu, sosyal-demokrat/sosyalist parti NDP’nin sürpriz yapacağı apaçık görünmekteydi. Yerel eyalet seçimleri 26 Ekim’de sonuçlandı ve NDP sandıkları silip süpürdü. Fakat muhafazakâr sağcı gazete bu sonucu evvelden görmüş olmalı ki, seçimlere Çin’in karıştığını iddia ediyordu, gerekçe olarak BC’de yaşayan Çin kökenli Kanada yurttaşlarının yüzde 22 oranında çokluğunu göstermekteydi. BC’nin Çin kökenli halkı sosyal demokrat NDP’ye oy verecek diye, önceden mızıkçılık ediyordu. Hatta NDP ile Çin Komünist Partisi arasında kendince bağlar icat ediyor, bir tür McCarthy’cilik yapıyor, solu ihbar ediyordu. Ne zamandır Kanada-Çin arasında süren diplomatik-ekonomik gerilimin üstüne tuz basan bir endişe, böylece Pasifik eyaleti BC’de ortaya çıkmaktaydı. Ne var ki, tüm anketler BC’nin Çin kökenli halkının hiç de NDP’ci olmadığını göstermektedir.Eskiden seçimler ağız tadıyla milli bütünlük içinde geçerdi, şimdi ABD’si ve Kanada’sı seçimlerine Rusya’nın, Çin’in, hatta İran’ın karıştığını söyleyip demokratik zafiyet gösteriyor.Bunları Mr. Harold’la konuşayım mı dedim ama o zaten benim sağcı gazete aboneliğimden hoşnut değil, fakat anlamıyor; terazinin sağ kefesine dara koymadan pamuğunu tartamazsı[email protected] Mahmut Şenol - Kanada (Alberta)Afrika’nın salgınlarla sınavı
Afrika’nın salgınlarla sınavı Benzersiz Masa Dağı, Atlantik Okyanusu’nun güçlü akıntılarının şekillendirdiği kıyı şeridi, vahşi tabiat ile iç içe geçen şehir hayatı ve tüm bunlara eşlik eden samimi sosyal hayatı kentin ilk olarak aklıma gelen özellikleri. Benim Afrikam’ın imgelerini gözümde canlandırırken aklıma bir soru takılıyor... Afrika’yı ziyaret etmemiş insanların akıllarında kıtaya dair ilk olarak hangi imgeler canlanıyordur acaba! Sahi sizin için “Afrika” nedir? Korkutucu senaryolar...Afrika için kupkuru bir tanım yapmak istesek; batısında Atlantik Okyanusu, doğusunda Hint Okyanusu, kuzeyinde Akdeniz ile çevrelenmiş kültürel, siyasi ve dini açıdan birbirinden farklı birçok ülkeyi bir arada tutan devasa bir coğrafya diyebiliriz. Peki, bu coğrafyaya dair aklınıza uluslararası medyadan pompalanan görüntüleri sıralasak.. Siyahi ırkın anavatanı mı, vahşi doğal yaşamı mı, açlıktan kırılan bebekler mi, çocuk askerlerin oyun parkı mı veya Ebola, SARS ve AIDS gibi salgın hastalıkların pençesinde çaresizlikten kıvranan halklar mı?.. Yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını ilk başladığında tüm haber ajansları kıta geneli için felaket senaryoları geçmeye başlamıştı bile. Kalabalık kentleri, kötü hijyen koşulları, çok sayıda aile üyesinin elektriği olmayan ve suyu akmayan barakalarda sosyal mesafe kurallarına uymadan yaşaması, kıtada koronavirüsün hızla yayılmasına neden olacak ve salgının kontrol altına alınmasını imkânsız kılacaktı. İstatiksel modeller bile Afrika genelinde sağlık sisteminin hızla çökeceğini öngörürken ne mutlu ki beklenen kötü senaryo gerçekleşmedi. Tüm kıtada vaka sayısının en yüksek olduğu Güney Afrika’da (HIV ve tüberküloz gibi vakaların dünya geneline kıyasla çok daha fazla olmasına rağmen) ölüm rakamları korkutan tahminden düşük kaldı. Sahra Altı ülkelerde ölümlerin resmi olarak kayda geçmesinde sorunlar yaşandığını varsaysak bile Güney Afrika Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Covid-19 Kurulu Başkanı Profesör Salim Abdool Karim, “Afrika ülkelerinin çoğunda zirve noktaları görmüyoruz. Nedenini anlayamıyorum” diyor. Ekonomik kaygılarŞimdiye kadar bir milyardan fazla nüfusu olan kıtada 2 milyon civarında vaka tespit edildi. Afrika’da Covid-19 ölümü 47 bin civarında iken bu rakam ABD’de 250 bin, Avrupa kıtasında 320 bin, Asya’da ise 265 bin kişi. Afrika’da koronavirüsün neden olduğu komplikasyonlardan dolayı hayatını kaybedenlerin sayısının dünyanın geri kalanına kıyasla düşük kalmasının nedenleri, bilim insanlarının aklını kurcalıyor. Kıtada ilk vaka 14 Şubat’ta Mısır’da bildirildi. Güney Afrika çok çabuk hareket etti. Ülke 18 Mart’ta olağanüstü hal ilan etti ve okulları kapattı. Bu kararın ardından birçok Afrika ülkesi üç haftalık karantina sürecini başlattı. Halk sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan ne kadar zor bir karar olsa da karantina sürecini destekledi. Ancak dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ekonomik kaygılar neticesinde -vaka sayıları karantinaya başlanan dönemden çok daha yüksek olmasına rağmen- ticari faaliyetler yeniden başladı. Sadece Güney Afrika’da yaklaşık 2.5 milyon insan ülkenin kapalı kaldığı süreçte geçim kaynaklarını kaybetti. Covid-19 ciddi bir tehdit olarak kalsa da konuştuğum her işletme sahibi, ekonomik ve sosyal yükün, virüse yakalanma kaygısına ağır bastığına işaret ediyor. Uzun karantina döneminden sonra açılan işletmeler ciro açısından hayatlarından epey memnun görünüyor. Keza karantina döneminde evlerinde izole olan Capetonian’ları şu anda evlere sokmak pek mümkün değil.Genç nüfus etkisiSalgın ilk başladığında bilim dünyası Covid-19’un özellikle 65 yaş üstü nüfusta ağır tabloda seyrettiğini ve ölümcül olduğu tespit etmişti. Birleşmiş Milletler’in raporuna göre, Sahra Altı Afrika’da nüfusun yüzde 60’ı 25 yaş altı gençlerden oluşuyor. 65 yaş üstü nüfusun oranıysa sadece yüzde 3. Kıtada genel yaş ortalaması 19. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı açıklamaya göre, Afrika’da Covid-19’a yakalananların yüzde 91’i 60 yaş altında ve yüzde 80’i asemptomatik. Dünya Sağlık Örgütü Afrika Direktörü Dr. Matshidiso Moeti, “Avrupa’da virüsün yaşlılara bulaşmasının nedeni yoğunlukla huzurevlerinde yaşamaları. Afrika’da huzurevleri nadiren görülüyor” tespitinde bulunuyor. Yaşı ilerlemiş Afrikalılar kırsalda kalabalıklardan uzakta hayatlarına devam ediyor. Ayrıca ulaşım olanaklarının kıta genelinde yeterince gelişmemiş olması Afrikalıların daha az seyahat etmesine, böylelikle temasın minimum düzeyde kalmasını sağlıyor. Salgına ilişkin simülasyonlarda; sıcaklık, nem ve enlem ile Covid-19’un yayılması arasında bir ilişki olduğu saptandı. Salgının tırmandığı dönemde Güney Yarımküre kışa girerken vaka sayılarında artış yaşandı ancak alınan karantina kararları ilk dalgada salgının kontrol altına alınmasında faydalı oldu. Şimdi ilkbahar aylarının son günlerini yaşıyoruz. Hava sıcaklığı ve nem oranının artması, vaka sayılarının azalmasında olumlu bir etken olarak görülüyor. Tüm bahsedilen faktörlerin arasında belki de en önemlisi dünya üzerinde salgınlarla en fazla mücadele eden kıtanın Afrika olması. Hepimizin hafızalarında salgın hastalıklarla ilkel koşullarda mücadele eden toplum sağlıkçıları görüntüleri beliriyordur elbette. Son olarak 2013-16 yılları arasında Ebola virüsü ile mücadele eden Batı Afrika ülkeleri salgınlarla mücadele konusunda dünyanın geri kalan ülkelerine göre filyasyon, tecrit, takip ve test yapma konularında daha tecrübeli. Halihazırda sahada olan toplum sağlığı görevlileri çocuk felci, Ebola, sıtma için düzenli ziyaret ettikleri köyleri korona salgını ile ilgili hızlıca bilgilendirmenin avantajını yaşıyor. Halk da salgını ciddiye alıyor.Henüz mücadele bitmedi. Kolektif histeriyi harekete geçiren koronavirüs salgını 2021 yılında da etkisini hissetirecek. Kuzey yarımküre kışa girerken kontrol altına aldığı salgında vaka sayıları yeniden zirvede. Umalım da Afrika kıtası yazın ardından rehavete kapılmasın ve bilim insanlarını olumlu yönde şaşırtmaya devam [email protected] Elif GünselBu filmi dahaönce gördük
Bu filmi daha önce gördük Avrupa bugünlerde kitlesel bir déjà vu yaşıyor. Yeni tip koronavirüste (Covid-19) 200 bini aşan günlük vaka sayısı ile eski kıta, nisan ayına oranla 4-5 kat daha hasta. İkinci dalganın bayrağını eline almış, pandeminin merkezi olarak 2020 finaline doğru son sürat koşuyor. Finalin bitiş çizgisi ise belli değil. Groundhog Day filmini seyredenler bilir. Déjà vu’nun filmleşmiş halidir. Aynı günü sil baştan yaşayan bir adamın hayatını anlatır. Film bu sonbahar çekilseydi konusu korona, başrol oyuncusu Avrupa olurdu. Oysa yaza nasıl da rahat ve gevşemiş girmişti Avrupa... Derdi tasayı bir kenara atmış, bir nevi Dolce Vita (tatlı hayat) yaşıyor, sahillerde kadeh tokuşturuyordu. Ancak sonbaharla gelen ciddi artış ortalığı tekrar yangın yerine döndürdü. Bu sefer durum daha ciddi. Ufukta umutla beklenecek bir yaz da olmayınca, eski kıta karalar bağladı. Koronadan paçayı yırtsa bile, déjà vu’den mütevellit ekonomik, sosyal ve ruhsal olarak çoktan hastalandı. İsviçre ve komşularında son durum... Fransa sonbaharı günde 50 binlere varan vakayla kıtanın lideri olarak karşıladı. Bunun üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Macron, bu ay boyunca tekrar karantina ilan etti. Restoranlar, barlar, sinemalar kapalı, okullar, fabrikalar açık, düğünler iptal. Neyse ki evin etrafında tur atabiliyorlar: 1 saat. Macron vatandaşlarına söz verdi: “Ekonomik olarak kimseyi geride bırakmayacağız... biraz daha sıkın dişinizi.”Almanya’da da durum sıkıntılı.... Günlük vaka 15 binin üstünde. Başbakan Merkel, vakit kaybetmeden bu ay sonuna kadar ülkeyi kısmi olarak tekrar kapattı. Turizm durdu. Okullar açık. Ay boyunca kapanacak işyerleri için de bir bütçe ayırıldı: 2019 Kasım kazançlarının yüzde 75’ine denk gelen kısmını devlet karşılayacak. Almanya’da özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı artan protestolara Merkel’in cevabı da net: “Özgürlük sadece kendini düşünmek değil, çevrene karşı sorumlu durmaktır.” Çok çetin geçecek bir kışı işaret eden Merkel, baharda pandemi ile baş etmede dünya lideri olmuştu. Aynı performansı bakalım tekrarlayabilecek mi?..İtalya ilkbaharda 2 ay boyunca Avrupa’daki en uzun ve en katı tecridi yaşamış, yaza salgını kontrol altına alarak girmişti. Şimdi 30 bini geçen yeni vakasıyla tekrar rekor kırıyor. Bir yandan da tecrit karşıtlarının şiddetli protestolarıyla sarsılıyor. Başbakan Conte’nin mücadele planının ne olduğunu tam da anlamayan halk, ikinci dalgayı yorgun, parasız ve bölünmüş olarak karşılıyor. İsviçre’ye gelirsek... “Üç hafta önce, durumumuz Avrupa’nın en iyilerinden biriydi. Bugün en kötülerinden.” Bu sözler Sağlık Bakanı Alain Berset’e ait. 8.6 milyon nüfusluk İsviçre, 10 bine varan günlük vakasıyla ikinci dalgaya fena yakalandı. ‘Son şans’İlkbaharda kaynaklarını iyi yöneten tıbbi tesisler şu günlerde alarmda. İsviçre 28 Ekim’de, komşularına kıyasla çok hafif kalan yeni bir salgınla mücadele planı açıkladı: Kalabalık dış mekânlarda maske zorunluluğu, barlara gece 23.00’e kadar izin verilmesi gibi. Devlet Başkanı Sommaruga, “Bu bizim son şansımız” diye halkı uyardı. İsviçre’nin en pandemili şehri Cenevre, kontrolden çıkan vaka artışı nedeniyle 1 Kasım’da tekrar kısmi kapanma kararı aldı. Avrupa’da da liderliğe yerleşti. Virüs merkezi Fransa’ya komşu olmasının dışında, kulüplerde ve yüz kişiye varan ev partileriyle yazı fazla rahat geçirmesinin bedelini ödüyor. Cenevre’de okulların açık olması dışında bahar deja vu’sü yaşanıyor. Beş kişiden fazla görüşmeme sınırı var. Uymayanın vay haline. Cezası adam başına 10 bin İsviçre Frangı (Yaklaşık 85 bin TL) . Özetle İsviçre ve komşuları hasta, tedirgin ve tedbirli. Déjà vu’leri ortak: İzolasyon, hastanelerdeki yoğunluk, ekonomik darlık. Neyse ki eskisine göre daha tecrübeliler. Misal tuvalet kâğıdı için artık kimse dertlenmiyor. Süpermarketlerde talan yok. Maske ve dezenfektan sıkıntısı bitti. Zoom’da herkes profesyonelleşti. Artık çoğunluk biliyor ki korkmadan, sağlıkla yaşayabilmek en büyük hazine. Asıl lüks, kafana estiğinde istediğin yere gitme özgürlüğü... En büyük rahatlık gidecek bir işinin olması. En kıymetli şey bir dosta, sevgiliye, 65 yaş üstü anne ve babaya sıkıca sarılabilmek. Bu değerlerden yoksunluk, kasım ayı karanlığı gibi yüreklere çökmüş: Winter is coming dedirtiyor. Kış kapıda. Déjà vu’nun mevsimi değiş[email protected] Aslıhan Dağıstanlı Aysev(Cenevre)İmamoğlu: 110 yıl geç, biz, hazırız
İmamoğlu: 110 yıl geç, biz, hazırız İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Marmara depremi riskine karşı tüm kamu kurumları ve sivil toplum örgütlerine çağrıda bulunarak, “Başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’de depremle mücadele konusunda işbirliği şart. Bunun için yeni bir model oluşturmalıyız. Bu süreçte yerelden yönetilmeli. Mevcut sistemle depreme tedbir almaya kalkarsak ancak 110 yıl sonra Türkiye’deki evleri depreme dayanıklı hale getiririz. Onun için bir deprem konseyi kurulmalı ve ortak çalışma yürütülmeli” dedi. Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan İmamoğlu şunları söyledi:Türkiye’nin en önemli gerçeğinin deprem olduğuna dikkat çekiyorsunuz. Peki İstanbuldaki olası bir depreme karşı neler yapılmalı?Başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’de depremle mücadele konusunda işbirliği şart. Yeni bir model oluşturulmalı ve bu süreç yerelden yönetilmeli. Bütünlükçü kavramla depremin, bir konsey şeklinde ele alındığı bir sisteme oturtulmalı. Tüm paydaşlar, işin içinde olmalı. Yurttaşların karşısına ortak akılla çıkmalıyız. Depremden önce yapılaşma sorunu çözülmeli, çürük binaları kuvvetlendirilmeli, dönüşüm ortaya konulmalı. Bunlar yapılırken birde işin finans ayağı var. Finans ayağının olmadığı bir ortamda bu söylenenler ancak suya yazı yazılır. Zaten geçenlerde Cumhurbaşkanımız, TOKİ ile 18 yılda 975 bin konut yapıldığını söyledi. Türkiye’de dönüştürülmesi gereken daha 6 milyon 750 bin bina olduğu bilgisini de ekledi. Yani mevcut sistemle bu işe devam edersek Türkiye, 110 yılda depreme dayanıklı konutları olan bir ülke haline gelecek. Dolayısıyla bu mesele siyaset üstü olarak ele alınmalı ve kurumlar bir an önce bir araya gelmeli. Bir deprem konseyi kurulmalı. Biz, bunu daha önce de Şehircilik Bakanımızla konuşmuştuk. Buna ilgi gösterdi. Heyetimiz Ankara’ya gitti, bunun sunumunu yaptı. Şimdi bu yönde bir adım atılmasını bekliyoruz. Biz, hazırız.Hasarlı binalardan bahsediyorsunuz. Bunlar nasıl tespit ediliyor?İstanbul’un risk haritasını çıkarmak ve depremde ağır hasar alması muhtemel yapıları tespit ederek müdahale haritasını oluşturmak üzere, 2000 yılı öncesinde yapılmış tüm yapı stoğunu, hızlı tarama yöntemleriyle taramaya başladık. Kentsel Dönüşüm faaliyetlerimizi, yapılan taramalar uyarınca afet odaklı riskleri azaltmak üzere, yeniden düzenledik.Avcılar Denizköşkler Mahallesi ve Silivri Piri Mehmet Paşa Mahallelerinde genişletilmiş bir pilot çalışma yapıyoruz. Bu iki ilçede, pilot alanda toplam, 500 binanın tespiti tamamlanmıştır. Pilot çalışma sonrası yeniden değerlendirip nihai halini verdiğimiz yöntem ile buralarda, 32.000 yapının taranmasını 2020 yılı sonunda tamamlayıp diğer ilçelere geçeceğiz. 39 ilçemizde taramaların 2023 yılında bitirilmesi hedefliyoruz. Silivri’deki tespit çalışmalarında yapıların yüzde 32.2’sinde, Avcılar’da ise yüzde 12.7’sinde, bina maliklerinin tespit yaptırmak istememesi, deprem yönetmeliğine göre analiz yapılmış olması, binada kimsenin bulunmaması gibi sebeplerden bu çalışma gerçekleştirilemedi. İlk sonuçlara göre, yapıların ortalama beton dayanımı 9.8 Mpa’dır. Dprem yönetmeliğine göre bu değerin, 25 MPa’ın altında olmaması gerekir. Kolon bölgelerinde de yine teknik sorunlar olduğunu söylemeliyim. Ama sonuçta görünen o ki ve de ne yazık ki, yapıların yapıların 68.7’si, deprem kuvvetinin ancak 1/3’ünden azını karşılayacak seviyededir. Bu tespitler doğrultusunda Avcılar ve Silivri’den başlayarak tahliyeleri yapıp, riskli binaları güçlendirme ya da yeniden yapma sürecine başlanmasını teşvik edeceğiz, süreci de İstanbullular için kolaylaştıracağız. Binalarını boşaltan İstanbullular için, gereğinde mevcut stoklarımızı ya da satılamayan konutları kullanarak, kira yardımı yoluyla hemşehrilerimizin canını korumak istiyoruz.İktidarın deprem konusunda size destek olmadığını söylüyorsunuz. Peki İBB’nin depremle ilgili ayırdığı bir bütçesi var mı?Biz sürece iktidar ya da yerel yönetimler olarak ayrı bakmıyoruz. Bu topyekün bir seferberlik hali ilan etmemiz gereken bir süreç; ne iktidar ne de biz tek başımıza bu işin altından kalkabiliriz. Hep beraber bu yükü sırtlanırsak başarılı olabiliriz. Çevre Bakanımıza da bu konuyu anlattım; tüm paydaşların bir arada olacağı bir Deprem Konseyini kendilerinin yürütücülüğünde kurmamız gerektiğini söyledim. Ayrıca Kentsel dönüşüme bakışımız, hem kamu, hem de kentlilerimiz açısından değişmelidir. Kentsel dönüşüm rant odaklı bir çerçeveden, sağlıklı konutlarda yaşam hakkını savunan bir çizgiye gelmelidir. Bu toplumsal bir seferberliği gerektirir. Toplum olarak, yaşam hakkımızı savunarak konutlarımızın sağlıklı hale getirilmesi için topyekün bir mücadeleye girişmeliyiz. Binaları ya da binalardan elde edilecek geliri değil, canlarımızı ve yaşama hakkımızı savunmalıyız. Bu bakış açısına sahip olmayan yaklaşımların bugüne kadar başarılı olmadığı ortadadır, yeni bir süreç tasarlamamız yaşam hakkını ön plana çıkarmamız gerekmektedir. İBB olarak bu süreçte ilk öncelerimizin deprem olduğunu bir çok kez ifade ettik. Bu nedenle maddi ve manevi tüm imkanlarımızı deprem çalışmalarına ayırmak konusunda kararlıyız. Toplanma alanları yeterli mi, artırılması için neler yapılmalı ya da yapıyorsunuz?Etkin bir çalışma ile deprem sonrasına yönelik toplanma ve geçici barınma alanlarını belirledik. Bu alanların altyapı problemlerini çözerek hayata geçiriyoruz. “Kentsel Dayanıklılık İndeksi Belirlenmesi” çalışması kapsamında, 39 ilçe için toplam 32 milyon m² büyüklüğünde, 21 milyon kişi kapasiteli 859 adet toplanma alanı, 1.017 adet açık geçici barınma alanı ve 2.662 adet kapalı geçici barınma alanı belirlenmiştir. Deprem Seferberlik Planı içeriğinde yer alan “Afet sonrası toplanma / Barınma alanları” başlığı kapsamında belirlenen toplanma ve geçici barınma alanları İstanbul Şehir Haritaları (https://sehirharitasi.ibb.gov.tr/) internet sayfamız üzerinden 28 Ocak 2020 tarihinde tüm vatandaşlarla paylaşıldı. Çalışmada güncellemeler devam ediyor; bitince veri tabanı da güncellenecek. İstanbul İmar Yönetmeliği’nde çatılarla ilgili yapılacak değişiklik önerisi AKP ve MHP’li meclis üyelerinin oylarıyla reddedildi. Bu teklif neden kabul edilmedi?Burada biz İstanbul’da çatı katlarında sorunu olan binlerce binanın kentsel dönüşüme uğramasının önündeki engeli ortadan kaldırmak istedik. Evet, İstanbul’da bir çatı katı sorunu var. Bunu çözersek depreme dayanıklı binalar konusunda avantajlı duruma geçeriz. Dediğim gibi, binlerce binanın yenilenmesi mümkün olacaktı. Ancak, Meclisimizdeki çoğunluğun böyle bir derdi olmadığı için getirdiğimiz öneriye karşı çıktılar. Bunun akılla mantıkla izahı yoktur. Oysa bu önerimiz kabul edilseydi, bu binaların yenilenme maliyetinin önemli bir kısmı bu şekilde karşılanacaktı. Mevcut uygulamanın ekonomik değeri de yok, kentsel dönüşüm açısından yararı da. Peki, bunları dahi reddeceklerse, sırf biz getirdik diye onaylamayacaklarsa, bu kentin insanları depreme dayanıksız yapılarını yenimekte zorluk çekmeyecek mi? Daha açık söyleyeyim; biz bu insanların hayatını riske sokmuyor muyuz, bu tutumla. Allah, akıl, izan versin diyorum. Ve yine sesleniyorum; gelin bu konuları siyaset üstü görelim, siyasi yararı bir kenara koyalım, halkın can ve mal güvenliğini sağlayalım. Bütün bunları da elbirliği içinde yapalım. Böyle yapılmadı; üstelik, peşinen bir reddetme yaşadık!! Ya Allah aşkına, gelin konuşun, gelin tartışalım. Bizi ikna edin, bakalım ne zararı var, bu önerinin. Ya da siz bizi dinleyin. Emin olun, ikna olacaksınız. Ama sanırım, hala derin bir siyasi kaygının içinden çıkamıyorlar; ne yapar ederler de Ekrem İmamoğlu’na zarar veririz diye bakıyorlar. Keşke zarar verdiğiniz ben olsam, ya millete zarar veriyorsunuz ve bunu görmekten de uzaksınız. Çünkü siyasi bakıyorsunuz. Tekrar söylüyorum, Allah akıl izan versin.Sizin uzmanlarla bir çalışmanız var mı? Size ne sunuyorlar?İBB olarak, tüm çalışmalarımızda özellikle deprem ve kentsel dönüşüme ilişkin projelendirme çalışmalarında bilim kurullarımızla birlikte hareket ediyoruz. Örneğin; İstanbul’un 2000 öncesi yapılmış tüm yapı stoğunu hızlı tarama yöntemleri ile taramaya bilim kurulumuz ile gerçekleştirdiğimiz sıkı işbirliği ile başladık. Önerileri ile bu çalışmayı tamamlayarak uygulama aşamasına geçtik. Ayrıca, bir sonraki aşamayı, binalarımızı nasıl güçlendireceğimizi de kendileriyle görüşüyor ve önerileri ile çalışmalarımızı şekillendiriyoruz. Öte yandan, Deprem Konseyi bünyesinde kurulan diğer bir bilim kurulunda yer bilimci hocalarımız ile İstanbul’un depremselliği ve yapılması gerekenler hakkında görüşmeler yapıyor, önerilerini alarak projelendiriyoruz. Hepimizin önceliği deprem ve İstanbul’u depreme karşı dayanıklı bir kent haline getirmek, bu konuda bize destek veren tüm hocalarımıza bir kez daha teşekkür ederim. “DEPREM, SADECE İZMİR YA DA İSTANBUL’UN SORUNU DEĞİL”İzmir’de büyük bir deprem yaşandı. Depremin ardından İBB ekipleri de destek olmak üzere İzmir’e gitti. Oradaki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?Öncelikle yaşamını yitiren 114 yurttaşımıza Allah’tan rahmet yakınlarına başsağlığı diliyorum. Tedavisi süren vatandaşlarımıza acil şifalar dilerim. İzmir Büyükşehir Belediyesi, depremin hemen ardından tüm olanaklarıyla yurttaşlarımızın yarımına koştu. Biz de İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak bu konudaki tecrübemiz ve ilgili ekiplerimizle, depremin ilk saatlerinden itibaren İzmir’in yanındaydık. İtfaiyelerimizle, aşçılarımızla, hasar tespit elemanlarımızla İzmirlilerin yardımına koştuk. 267 personel 64 aracımızla... Aynı zamanda günde 4 bin kişiye 10 gün boyunca yemek sağlayacak bir sistem de kurduk. Ardından hasar tespit elemanlarımız yola çıktı. Toplam 20 kişilik bir ekip vakit kaybetmeden bölgede çalışmalara başladı. Ben de o süreçte hastanede olmama rağmen Tunç Soyer Başkanımızla sürekli irtibat halinde kaldım. Çalışmalar, uyum içinde yürütüldü. Oldukça başarılı bir dayanışma örneği sergilendi.İzmir ziyaretinizde enkaz altında çıkarılan çocukları hastanede ziyaret ettiniz. Çocuklar nasıldı? 91 saat annesinin oluşturduğu yaşam üçgeninde hayatta kalmayı başaran Ayda bebek köfte istediği için seferber olunurken hastaneden tek başına çıktı. Sizce süreç çabuk mu unutuldu?Ziyaretlerim sırasında hem aileler hem de çocuklarla yakından ilgilenmeye çalıştım. Elimden geldiğince üzerlerindeki yükü hafifletmek istedim. Tunç Başkanımız da zaten üzerlerine titriyor. Onları yalnız bırakmıyor. Ekiplerimizin özverili çalışmalarıyla Elif kızımızı kurtardı. Başka kahraman arkadaşlar da Ayda bebeği kurtardı. Ama Ayda bebek, annesiyle girdiği enkazın altından, kendisine yaşamda en çok kol kanat geren sıcacık bir yüreği bırakıp çıktı. Anne sevgisi yerine yenisi konulabilir mi? Giden malın yenisini getirirsiniz, ya giden canın? Hele de bir annenin... Şimdi hastaneden çıkarken “Tek başına taburcu oldu” kısmı işin biraz magazini. Ayda bebeğin süreci çabuk mu unutuldu diyorsunuz ya binlerce cana mal olan 1999 depremi o bile unutuldu. Ama unutan milletimiz değil. Bunu unutan, rant peşinde koşan belli bir kesim. Yoksa deprem gerçeği toplumun hafızasından hiç çıkmıyor.İzmir’e tekrar bir ziyaretiniz olacak mı? Depremle ilgili CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanlarıyla bir toplantı gerçekleştirdiniz mi?CHP’li 11 belediye başkanı olarak son seçimlerin ardından sürekli irtibat halindeyiz. Yerel yönetimlerin sorunlarını, bulduğumuz çözümleri, ortak akılla değerlendirip kamuoyuyla paylaşıyoruz. Deprem zaten gündem maddelerimizden biriydi. İzmir’de meydana gelen afetten sonra hep birlikte bu konuya daha da yakından eğiliyoruz. Deprem, sadece İzmir ya da İstanbul’un sorunu değil. Türkiye’de altından fay hattı geçen tüm kentlerin sorunu. Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu da bu konuda son derece duyarlı. Şu an İzmir’e dönüşümlü olarak ziyaretlerde bulunuyoruz. Öte yandan hem İBB hem de iştirak şirketlerimiz kira kampanyasına destek olacak.İzmir’deki arama kurtarma çalışmalarına katılan bir itfaiye personelinin koronavirüs testi pozitif çıktı. Son durumu nasıl?Arkadaşlarımız, orada gece gündüz demeden büyük bir özveriyle çalıştılar. Ancak tüm koruyucu önlemlere rağmen maalesef koronavirüs onları da buldu. O ekipte 8 arkadaşımızın testi pozitif çıktı. Şu an hepsi evlerinde dinleniyor. İBB Başkanı olarak onların durumlarını yakından izliyorum.“VAKALAR ANKARA’NIN 5 KATINA ÇIKTI”Koronavirüse yakalandınız. 10 günlük tedavinin ardından taburcu oldunuz. Sürecinizden bahseder misiniz?23 Ekim Cuma gecesi, yüksek ateşle Amerikan Hastanesi’ne geldim. Burada yaptırdığım koronavirüs testi pozitif çıkınca yatmak zorunda kaldım. On gün boyunca çok tedavi gördüm. Testimin pozitif çıkmasından sonra, tedavi sürecimi burada gayet iyi bir şekilde geçirdiğimi ifade edebilirim. Ateşim 4 gün civarında sürdü. Yüksek ateşle gelmiştim ve o yüksek ateşi 4 gün boyunca yaşadım. Sonra yüksek ateş, yerini normal ateşe bıraktı ama tedavi sürecimiz devam etti. Her şey kontrol altındaydı, ateşin dışında başka bir sıkıntı, semptom yaşamadım. Tüm sağlık ekibine sizin vesilenizle yeniden teşekkür ediyorum. Bu süreçte 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına sadece hastaneden katılabilmiş olmak içimi burktu açıkçası. Ben de yurttaşlarımla birlikte bayram coşkusunu yaşamayı çok arzuluyordum. Ayrıca 28 Ekim’de 6 milyonluk bir nüfusu kent merkezine bağlayan Mecidiyeköy-Mahmutbey Metro Hattı’nın hizmete alımında da yoktum, buna da üzüldüm. Töreni de o nedenle erteledik. Ama hemşehrilerimin ulaşım olanağını bir nebze rahatlattıysak, ki günde elli bini aşkın vatandaş kullanımı var ve kısa sürede bu rakam çok daha yükselecek olması gösteriyor ki bir rahatlama söz konusu. Bu da üzüldüğüm hadiselerden biri oldu; ama hizmete girmesi daha büyük mutluluk.Koronavirüs İstanbul’da artış gösteriyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, koronavirüs için “Evde bulaş oranı daha yüksek” dedi. Sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz. İstanbul’un son verileri nedir?İstanbul’da koronavirüs vakaları, Ankara’nın 5 katına çıktı. Şu an Türkiye genelinde de çok vahim bir durum var. Resmi rakamlara göre ağır hasta sayısı 3 bine yaklaştı. Sayın Bakan, “Evde bulaş oranı daha yüksek” diyerek misafirliklerin askıya alınması konusunda bir uyarı yaptı. Bence de yerinde bir uyarıydı. Kapalı ortamlarda olabildiğince az kişinin bulunması, hastalığın yayılmasını yavaşlatacaktır. Ama yeterli mi? Değil. Çünkü, yeni normal adı altında denetimsiz bir şekilde toplum sokağa çıktı. Sosyal mesafe kalmadı. Temmuz ayına geldiğimizde, marta göre toplu ulaşımdaki doluluk yüzde 250 arttı. Tüm kısıtlamalar kalktı. Virüs de alabildiğine yayılmaya başladı. Biz, sürecin daha başında söylemiştik. “İki, üç haftalık bir sokağa çıkma yasağı ilan edelim. Salgının yayılmasına radikal bir darbe vuralım” dedik. Ama olmadı. Şimdi bakıyoruz, Avrupa’da ikinci dalgaya karşı yeniden sert önlemler alınmaya başladı. Fransa, en az Kasım boyunca ikinci bir ulusal kısıtlamaya gitti. Almanya çok daha sert önlemleri yürürlüğe soktu. Hükümet sadece 65 yaş üstü yurttaşlarımıza kısıtlamalar getirdi. Yani yüz yıl sonra tarihçiler diyecek ki, 2020’de bir pandemi oldu. Virüs dünyada genç- yaşlı demeden herkesin yaşamını tehdit etti ama Türkiye’de sadece 65 yaş üstündekilere ve ulusal bayram kutlamalarına katılanlara bulaşma özelliğine sahipti. Evet, alınan önlemlerin bir ekonomik maliyeti var. Bu doğru. Ama insanımızın canının hiç kıymeti yok mu? Biz, bilim kurulumuzun kararları doğrultusunda adım atacağız. Ama kuşkusuz genel önlemler bakımından yetki Ankara’nın. Geçtiğimiz haftalarda Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın İstanbul’da düzenlediği toplantıya çağırılmadınız. Koca ile bu konu üzerine bir görüşmeniz oldu mu?En hafif ifadeyle bir garip olduk. Türkiye'de, neredeyse iki pandemi vakasından birisi İstanbul'da. İstanbul'da siz, pandemi için bir toplantı yapacaksınız, işin tam da göbeğinde olan bir kurumunu, İBB’yi davet etmeyeceksiniz. Anlaşılır gibi değil. Sayın Koca ile bu konuyu görüşmedik. O günlerde koronavirüs olunca sağolsun bakan bey geçmiş olsun telefonu açtı o zaman kısa bir görüşme yaptık. bu konunun gündeme geleceği yer değildi o konuşma, konuşmadık. İlayda Kayaİzmir yol ayrımında
İzmir yol ayrımında Sisam açıklarında 30 Ekim’de meydana gelen ve yıkıcı etkisi en çok Bayraklı ilçesinde görülen 6.9 büyüklüğündeki deprem sonrasında İzmir yaralarını sarmaya çalışıyor. Her 100 yılda bir 7 büyüklüğünde depremin yaşandığı İzmir’de kentin nasıl bir gelecek planlamasıyla büyüyeceği sorusuna yanıt aranıyor. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, önce durum saptaması yapacaklarını, devamında her türlü kararı cesurca alacaklarını vurguladı, “Yetkilerimiz çok sınırlı ama üzerimizde bir kentin ve milyonlarca insanın sorumluluğunu hissediyoruz” dedi.Soyer’le, deprem öncesinde kültür ve sanat etkinlikleri için kullanılan Kültürpark içindeki İzmir Sanat Merkezi binasında görüştük. Ekimden sonra günlük çalışma mekanı olarak burası seçilmiş. Soyer’in son duruma ilişkin verdiği bilgiler ve çözüm planı şöyle:* Hiçbir kurumun tek başına altından kalkamayacağı bir tablo ile karşı karşıyayız. Bunu, belediye, merkezi hükümet ve vatandaşla birlikte aşacağız.* Gerçek şu ki; İzmir’in yapı stoku envanteri yok. İlçe belediyelerine yazdık, her ilçe durumunu bildirecek. Önce genel durumu ortaya çıkaracağız.* Şu anda 130 bin 921 binaya ilişkin hasar tespit çalışması yaptık. İşe 1999 öncesi yapılardan başlayacağız. İzmit depremi sonrasında daha hassas bir dönem başladı. Önceki binalar daha fazla risk taşıyor.* Belediyeler sadece çöp toplayıp su getiren, altyapı yatırımı yapan kurumlar değildir, olmamalıdır. Her şey bir yana halk bizden daha fazlasını bekliyor. Bunu depremde gördük. Büyükşehir, vatandaş, bakanlık üçgeninde bu süreci aşacak bir planlama gerekiyor. Yeni bir finans sistemi kurmalıyız, burada herkes elini taşın altına koymalı. Ana üçgenimiz de şöyle: İmar envanteri, finansman modeli, sorumluluk paylaşımı. Ben bundan sonraki süreçte bu sorunu çözmeyi merkeze alacağım.* Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un beni makamda ziyaret etmesini önemsiyorum. Daha ilk gün başlayan koordinasyon devam ediyor. Buna kimsenin toz kondurmaması gerekir. Ben üzerime düşeni yapacağım. Bu uyumu İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nde de gözeteceğiz.* Ne yerel ne genel yönetim, öncelik bilim. Bilim ne diyorsa onu rehber edineceğiz. 20’yi aşkın şehircilik, yer bilimleri ve inşaat alanında çalışan bilim insanlarıyla toplantılar yaptık. Bir bilim kurulu oluşturacağız. Onların rehberliğinde yürüyeceğiz.BAYRAKLI’NIN GELECEĞİ* 1985 yılında çıkan İmar yasası ve 1959 yılında çıkan afet yasasına göre hareket ediyoruz. Bir yerel yönetim reformu yapılarak bunlar yenilenmeli.* Kentsel dönüşüm yeniden tarif edilmeli. Mevcut yasalar kentsel gelişimi yönlendirmekten uzak, yoruma açık ve girift.Soyer’in genel duruma ilişkin değerlendirmelerinden sonra Bayraklı’nın durumunu anımsattık. Bu bölge Yamanlar Dağı’ndan gelen üç derenin biriktirdiği alüvyonlu, sulak alan üzerinde kurulu. Mevcut yüksek yapılara ek olarak 40’a yakın yeni inşaat söz konusu. Depremden sonra en az bir saat yüksek yapıların olduğu alanlarda trafik kilitlenmişti. Soyer şu değerlendirmeyi yaptı:“Burada her türlü kararı alma iradesine sahibiz. Cesur kararlar alacağız. Zira tablo bunu gerektiriyor. Her şeyi ama her şeyi gözden geçireceğiz. 25 binlik imar planları, yeni kentsel gelişim alanları, akla ne geliyorsa... Bu konuda hiçbir dokunulmazlık tanımıyoruz. Asıl olan İzmir’de yaşayan yurttaşların can güvenliğidir, huzurlu yaşamasının sağlanmasıdır. Şu gerçek: İzmir, afetlere karşı kırılgan bir şehir. Buna göre hareket edeceğiz. Doğaya meydan okunmaz. Doğayla doğanın kurallarına uyarak adım atılır. İzmir’de başaracağımız yeni şehircilik adımları tüm Türkiye’ye örnek olabilir.”‘ÖMRÜMÜ ADAYACAĞIM’ Soyer, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un diyalog kapısını açık bırakmasını önemsediğini vurgularken “bir yılda 5 bin yeni konut” projesinden haberdar olup olmadığı sorusuna şu karşılığı verdi:“Bunu kamuoyuna yaptığı açıklamalardan öğrendik. Ancak sorun şu aşamada oturulamayacak olan binalardan çıkmış olan 11 bin ailenin gereksinimine karşılık verilerek çözülmüş olmayacak. Bakanlık 2 bin yerinde, 3 bin de rezerv yaratarak 5 bin konut inşa edecek. Bu durumda bile 7 bin aile açıkta kalıyor. Biz önümüzdeki on yılları, hatta yüzyılları hedefleyen bir başlangıç istiyoruz, öneriyoruz. Ben belediye başkanlığı ömrümü buna adayacağım.”/Archive/2020/11/14/210921734-balba3sbs9.jpegUZMANLAR: HARİTALAR İZMİR’E İKİ ÇIKIŞ YOLU GÖSTERİYORYamanlar ve Dikmen DağıDepreme karşı salt “deprem öldürmez, çürük yapı öldürür” sözünün yetersiz ve eksik olduğunu vurgulayan jeoloji mühendisi Prof. Dr. İlyas Yılmazer’in değerlendirmeleri şöyle:“Depremin Bayraklı’daki derecesi 4.5, yıkıcı şiddeti ise 8 idi. Zira burası 5 milyon yılda oluşmuş bir ova. Menemen ve Balçova ovası da 4 milyon yılda oluştu. Bunca zamanda iç kesimlerden gelen yüzlerce çeşit toprakla yoğruldu. O yüzden bu kadar verimli. Yalvarıyorum, gelin bu tarım alanlarına kıymayın. Haritalar İzmir’e çok kolay iki çıkış söylüyor: Yamanlar ve Dikmen Dağı... Bu alanlar çok uzaklarda değil. Mevcut yapılaşmanın hemen dibinde. İzmir’de her 100 yılda üç büyük deprem oluyor. 1 büyüklüğünde her gün oluyor. Deprem ovanın aynı zamanda nefes alıp vermesini sağlıyor. Verimini artırıyor. Böylesi alanlar anayasal koruma altında. İzmir, felaketi yaşamak istemiyorsa bu depremin söylediklerine iyi kulak vermeli. İddiayla söylüyorum, İzmir’deki riskli bölgelerde oturan yüz binlerce insan 1 milyar dolar bütçeyle zemini sağlam, sözünü ettiğim iki hatta taşınabilir.”‘BOMBA BİNALAR’İzmir’deki yuvarlak masa toplantılarına katılan ODTÜ’den inşaat mühendisi Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu, İzmir’de depremde yıkılmamış ama hasar görmüş binaların durumunu netleştirmenin ayrıca önemli olduğuna dikkat çekerek şu değerlendirmeyi yaptı: “Ağır hasarlı binaların yanı sıra faydalı ömrünün ne kadar kaldığı bilinemeyen binalar var. Ben bunlara bomba binalar diyorum. Düşünün ne zaman patlayacağı belli değil. Patladığı zaman ne kadar zarar vereceği belli değil. Bunların da bir an önce belirlenmesi, sonrasında da nasıl adım atılacağına karar verilmesi gerekiyor.”Prof. Sucuoğlu’na göre mevcut yasalar şehirleşme konusunda en çok yetkiyi bakanlığa veriyor. Belediyelerin atacağı adımlar sınırlı ama toplum katında sorumlulukları yüksek.340 KENTTEN YARDIMİzmir’de depremin hemen sonrasında başlayan yardım kampanyaları anında gereksinim sahiplerine ulaştırıldığı halde depolara sığmayan bir yoğunluk var. Soyer bunu şöyle değerlendirdi:“Vicdanlar ölmemiş. Bunu gördük. Arkadaşlar dökümünü yaptı, Türkiye’den ve dünyadan 340 şehir dayanışmaya katılmış. Evinde yaptığı salçayı gönderenden fabrikasından yüzlerce beyaz eşya gönderene kadar her şey var. Bize düşen de bunu iyi organize etmek, bir topluiğnenin dahi nerede gerekiyorsa oraya gitmesini sağlamaktı. Bunu yaptık. Afete karşı kenetlenebiliyoruz. Şimdi sıra çözüm için kenetlenmekte.”Yardımların depolandığı yerlerden biri olan Bornova’daki Âşık Veysel Rekreasyon Alanı’nda çocuk bezinden dayanıklı tüketim eşyasına kadar her şey bulunuyordu. Görevliler, “Hemen tüketilmesi gerekenleri 13 çadır bölgesine ulaştırıyoruz. Ötekileri gereksinime göre paylaştırıyoruz” diyor.Bayraklı’da depremin üzerinden iki hafta geçmesine karşın 30 Ekim’de o sarsıntı anı herkesin belleğinde taze. Kiminle karşılaşsanız önce o anı anlatıyor. Sanki kendisinden başka kimse o anı yaşamamışçasına kendisiyle özdeşleştiriyor. Deprem anında dışarıda olan bir yurttaş selamlaştıktan hemen sonra söze başladı:“Caddede yürürken birden kendimi bir gemide gibi hissettim. Etrafım dalgalanıyordu. Ufuk neredeyse görünüp kayboluyordu. Zaten açık alandayım ama nereye gideceğimi bilemedim.”‘BETON KESİLİYOR’1999 Marmara depreminde anne, baba ve iki kardeşini kaybedip Bayraklı’ya yerleşen Çelik ailesi yaşadıklarını adeta kekeleyerek anlatıyor. Baba, sık sık kasılıp kalıyor, eşinin deyişiyle “beton kesiliyor”. O anlar, her iki depremi birden yaşadığı anlarmış. Bu durumu dikkate alan İzmir Büyükşehir Belediyesi psikolojik destek için de birimler oluşturmuş. Ancak pek çok kişi gereksinim duyduğu halde gitmekten çekiniyormuş. ‘BİZ NE OLACAĞIZ?’Depremin mesleki yıkımlarından biri de apartman görevlileri. Binalara giremediklerini söyleyen görevlilerden biri yakınmalarını şöyle dile getirdi:“Şükür hayattayız ama bundan sonra ne yapacağız? Kimi ev sahipleri evin dışında olduğu halde bizden işimizin devamını istiyor. Onlar da çaresiz anlıyoruz ama biz daha çaresiziz.” Mustafa BalbayHeyelan korkusuyla yaşıyorlar
Heyelan korkusuyla yaşıyorlar Esentepe Mahallesi sakinlerinden Mustafa Tütter, “Biz öldükten, malımız zarar gördükten sonra mı bize sahip çıkılacak? Belediye seçimlerinde Başkan Erdoğan Yılmaz’a oy vermediğimiz için bize kin tutuyor, adeta bizi cezalandırıyor. Konu ile ilgili Tokat Valiliği’ne, kaymakamlığa, DSİ’ye, il afet müdürlüğüne oluşan tehditle ilgili dilekçe verdiğim halde şu ana kadar hiçbir yetkilinin gelip ilgili yere bakmadı, dilekçemize cevap vermedi. Biz öldükten sonra mı gelecekler? Başkan bizi oy vermediğimizi bildiği için adeta cezalandırıyor” diye tepki gösterdi.‘BEN YIKAR GEÇERİM...’Bir afet durumunda ilk kendi evinin tehdit altında olduğu belirten mahalle sakinlerinden Ahmet Tüter ise bu konuda başkan Erdoğan Yılmaz’dan yardım istediklerini ama başkanın “Ben yıkar geçerim” dediğini ve sorumluluğu sulama birliğine attığını söyledi. Tüter, sulama birliğine gittikleri zaman ise birlik yetkilerinin o konuda sorumluluğu kabul etmediklerini belirtti. Kaymakamlığa da belediye başkanı Yılmaz Erdoğan’a da gittiklerini belirten Tüter, başkan Yılmaz’a “Başkanım ora kayıyor” dediğini, başkanın kendisine argo kelimelerle cevap verdiğini iddia etti. VEKİLLER DE DİNLEMEDİAhmet Tüter, AKP Tokat milletvekillerinden Mustafa Arslan ve Yusuf Beyazıt’a ve MHP Tokat Milletvekili Yücel Bulut’a da durumu anlattığını ama onların da partilerinin zarar göreceği gerekçesi ile olayların üzerini örtmeye çalıştıklarını belirtti. Çalmadıkları kapı kalmadığını, kimsenin kendilerine sahip çıkmadığını belirten mahalle sakinleri, seslerini duyurmayı, heyelan ve su baskını tehdidi olan bölgeye duvar örülmesini istiyor. Mehmet Menekşe‘Acı’ya borçlu yakalandık
‘Acı’ya borçlu yakalandık Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal’ı görevden alması, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifasını kabulunden sonra TL’deki erimeyi durdurmak için başlatmayı amaçladığı “yeni ekonomi dönemi”ni vurgusu, mali piyasalarda ve iş dünyasında olumlu hava yarattı. Ancak Erdoğan’ın bu “yeni”yi tarif ederken kulladığı “Yaşadığımız kritik dönemin ruhuna uygun şekilde, gerekiyorsa devlet ve millet olarak fedakârlık yapmaktan, acı da olsa doğru reçeteleri uygulamaktan kaçınmayacağız” sözleri, Türkiye’nin geçmiş tecrübelerine bakıldığında özellikle emeğiyle geçinen ücretlilerde büyük bir tedirginlik yarattı. Çünkü “acı reçete”nin faturasını Türkiye’de hep emekçiler ödedi. Üstüne üstlük bu kez acı reçeteye hem ülke hem halk olarak çok borçlu giriyoruz. İşte birkaç örnek: 3.5 MİLYON KİŞİ BATIK* TBB Risk Merkezi’nin eylül sonu itibarıyla yayımladığı verilere göre 33 milyon 643 bin kişinin 836.8 milyar lira bireysel kredi borcu var. Geçen yılın aynı ayında kişi sayısı 31 milyon 375 bin, borç miktarı 572.1 milyar liraydı. Ortalama borç da 18 bin 235 liradan 24 bin 874 liraya çıktı. Tasfiye edilecek toplam bireysel kredi (batık kredi) miktarı ise 22.7 milyar lira.* Bu kapsamda konut kredisi borcu olan 2 milyon 459 binden 2 milyon 637 bine, ihtiyaç kredisi borcu olan 24 milyon 884 binden 27 milyon 795 bin kişiye çıkarken taşıt kredisi borcu olan 491 binden 425 bin kişiye indi.* Sayıları 26 milyondan 26.9 milyona çıkan kredi kartı sahibi kişilerin ise 133.1 milyar lira kredi kartı borcu var. Ortalama kredi kartı borcu da son bir yılda 4 bin 482 liradan 4 bin 949 liraya ulaştı.* Yine verilere göre eylül sonu itibarıyla ödenmemiş bireysel kredi ve kredi kartı borcu olan kişi sayısı da 3 milyon 497 bin 886. Üstelik Covid-19 salgınının ekonomik etkilerini azaltmak amacıyla bu tür batık kredilerin bildirilmesiyle ilgili süreler değiştirildiği için gerçek veriler henüz tam olarak bilinmiyor. ÇEK-SENET KARIŞIK* Ekonomik krize eklenen salgın nedeniyle küçülen ticaret ve farklı ödeme kanalları kullanımını azaltsa da çek-senette de sorunlar devam ediyor. Yılın ilk 10 ayında 23 bin 987 tekil kişinin 11.1 milyar liralık 169 bin 874 adet çekine karşılıksız işlemi yapıldı. Protesto olan senet sayısı ise ilk 9 ayda 459 bin 146 adet olurken bunları tutarı 8.6 milyar lirayı geçti.* Öte yandan BETAM’ın araştırmasına göre şubattan eylül ayına ortalama kişisel gelir yüzde 4.6 azalırken hanelerin yüzde 42.7’nin borçları arttı. Serhat AligilGenel-İş, kısaçalışma veücretsiz izindeki kayıplara dikkatçekti:‘Haklar gasp ediliyor’
Genel-İş, kısa çalışma ve ücretsiz izindeki kayıplara dikkat çekti: ‘Haklar gasp ediliyor’ Genel-İş Sendikası işçileri, bilgilendirmek amacıyla bir broşür hazırladı. Marttan bu yana yaklaşık 3.5 milyon işçinin kısa çalışma ödeneğinden yararlandığına işaret eden Genel-İş, uygulamadaki kayıpları şöyle sıraladı:DÖNÜŞÜMLÜ ÇALIŞMA OLMALI“Ücretler düşmekte ve diğer mali haklar gerilemektedir. Sigorta primleri yatmadığı için emeklilik ve kıdem hakları gasp edilmektedir. Kısa çalışma ödeneği, işçinin daha sonra işsiz kalması durumunda işsizlik ödeneği süresinden düşülecektir. Ancak haziranda kısa çalışma ödemelerinin işsizlik ödeneği süresinden düşülmemesine yönelik düzenleme yapılmıştır.”Ücretsiz izin uygulamasında işçiye günde 39.2 lira, ayda 1168 lira ödenek verildiğine dikkat çeken Genel-İş, işçinin fesih yasağı ile işyerine mahkûm edildiğine işaret ederek “İşçi, uygulamayı kabul etmeyip işten ayrıldığında kıdem tazminatı hakkını kaybediyor. İşveren ise ücretsiz izin verme hakkıyla herhangi bir maliyete katlanmak zorunda kalmıyor” vurgusu yaptı. Genel-İş, kayıpları şöyle sıraladı:“Kısa çalışma ve ücretsiz izin ödeneği her sektörde farklı sonuçlar doğuruyor. Kısa çalışma, işyerindeki faaliyetin geçici olarak kısmen ve tamamen durması halidir. Kamuda, gerek merkezi idarede gerekse yerel yönetimlerde faaliyetin herhangi biçimde durması söz konusu olamaz. Kamu hizmetleri devamlıdır. Kamuda kriz dönemlerinde kısa çalışma yerine dönüşümlü çalışma, uzaktan çalışma, idari izin gibi uygulamalara gidilebilir. Kamu hizmeti gören belediye işçileri için de bu uygulamalar yerine kısa çalışma, ücretsiz izin gibi uygulamalara gidilmesi mali ve sosyal haklarda önemli bir gerilemedir. Belediyelerin kısa çalışma ve ücretsiz izin uygulamalarını dayatması hukuka uygun değildir.” Mustafa ÇakırErmenistan’ın eski istihbaratşefi, Paşinyan’a suikast suçlamasıyla tutuklandı
Türkçe Haberler En Son Başlıklar Ermenistan’ın eski istihbarat şefi, Paşinyan’a suikast suçlamasıyla tutuklandı Ermenistan’ın eski Ulusal Güvenlik Servisi Başkanı, Paşinyan'a suikast suçlamasıyla tutuklandı Dağlık Karabağ’da Ermenistan’ın Azerbaycan'a karşı yenilgiye uğramasının ardından Rusya'nın arabuluculuğunda 3 ülke arasında anlaşma imzalanmıştı. Dağlık Karabağ anlaşmasına imza attıktan sonra Başbakan Nikol Paşinyan ülkesinde “hain” olarak nitelendirilmişti. Anlaşma sonrası 17 siyasi parti sokağa çıkarak anlaşmadan sorumlu tuttukları Paşinyan’ın istifasını istemişti. Paşinyan karşıtı protestolara katılan eski Ulusal Güvenlik Servisi Başkanı Tümgeneral Artur Vanetsyan, Paşinyan’a suikast düzenleme suçlamasıyla tutuklandı. Vanetsyan’ın avukatı Lusine Sahakyan yaptığı açıklamada, sabah saatlerinde Ermenistan Ulusal Güvenlik Servisi tarafından Vanetsyan’ın gözaltına alındığını belirtti. Avukat Sahakyan, Vanetsyan’ın Paşinyan’a suikast girişimi ile suçlandığını ve akşam saatlerinde belirlenecek olan duruşma tarihine kadar tutuklandığını duyurdu. Sahakyan, Müreffeh Ermenistan Partisi lideri Gagik Tsarukyan ve Ermeni Devrimci Federasyonu Partisi temsilcisi İşkhan Sağatlıyan dahil toplam 10 siyasi parti temsilcisinin de tutuklandığını belirtti. Sahakyan, Vanetsyan haricinde tutuklanan siyasi parti temsilcilerinin yasa dışı protestolar düzenleme ve hükümeti devirmeye yönelik girişimler nedeniyle tutuklandığını ifade etti. ERMENİSTAN SİYASETİ KARIŞTI Vanetsyan, Tsarukyan ve Sağatlıyan 10 Kasım tarihinde basın toplantısı düzenleyerek, Paşinyan’a gece yarısına kadar süre vermiş ve istifa etmemesi durumunda protestolara devam edeceklerini belirtmişlerdi. Muhalefet, Paşinyan’ın istifa etmemesi durumunda geçici hükümet kurma girişimlerinde bulunacaklarını duyurmuştu. Vanetsyan, ayrıca 10 Kasım tarihinde Ermenistan Cumhurbaşkanı Armen Sarkisyan’a ülkedeki siyasi gerilimden çıkış için rapor sunmuştu. İHAKırklareli Belediye BaşkanıKesimoğlu: 2. kez karantinadayım
Kırklareli Belediye Başkanı Kesimoğlu: 2. kez karantinadayım Kırklareli Belediye Başkanı Mehmet Siyam Kesimoğlu, koronavirüs hastasının temaslısı olduğu için 2’nci kez karantinaya alındığını duyurdu. Kesimoğlu, Kırklareli’nde Covid-19’un son dönemde çok hızlı yayıldığını ifade ederek, yurttaşları uyardı.Kesimoğlu, “En büyük zenginliğimiz ailemiz ve sağlığımızdır, lütfen kurallara uyalım. İyi korunmama, maske takmama, sosyal mesafeye hep dikkat etmeme rağmen ben de temaslıyım, 2. kez karantinadayım” dedi. cumhuriyet.com.tr