Turkish News Agency - TNA - THA

Turkish News - Türk Haber Ajansı - Haberler

Friday, 10.31.2025, 08:50 PM (GMT)

News - Haberler

İstanbul'da PKK/KCK operasyonu:çok sayıda gözaltıvar

İstanbul'da PKK/KCK operasyonu: çok sayıda gözaltı var figure > İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne(TEM) bağlı polis ekipleri, PKK/KCK terör örgütüne yönelik 26 şüphelinin yakalanması amacıyla operasyon düzenlendi. Operasyon kapsamında önceden belirlenen 28 adreste arama yapan polis ekipleri çok sayıda kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar sorgulanmak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğüne götürüldü. Operasyona özel tim polisleri de katılırken, belirlenen adreslerde polis ekipleri arama yaptı. Operasyon kapsamında Fatih'de bulunan 5 katlı bir binanın en üst katındaki bir derneğe de giren polis ekipleri içeride arama yaptı.  Operasyon kapsamında girilen adreslerde yapılan aramalarda çok sayıda örgütsel doküman ele geçirildiği öğrenildi. Operasyon düzenlenen adreste yakalanan şüphelinin de aralarında bulunduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar Haseki Devlet Hastanesi'nde sağlık kontrolünden geçirilerek sorgulanmak üzere İstanbul emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. DHA

Covid-19 aşısıTürkiye'ye ne zaman gelecek?

Covid-19 aşısının Türkiye'ye ne zaman geleceği ve nasıl uygulanacağına ilişkin detaylar çarşamba günü Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın düzenlediği basın toplantısında ele alındı.Habere Gitmek için Tıklayın

40ünlüyönetmenin en sevdiği korku filmleri

40 ünlü yönetmenin en sevdiği korku filmleri figure > Sinemada korku, dünyaca ünlü yönetmenlerin de en ilgi gösterdiği türlerden biri. İşte dünyaca ünlü 40 yönetmenin en sevdiği korku filmlerinin listesi... /Archive/2020/11/25/180903197-korkufilmi.jpgF. W. Murnau yapımı Bir Dehşet Senfonisi (Nosferatu)IndieWire sitesi, 40 ünlü yönetmenin en sevdiği korku filmlerinin listesini yayımladı.Listede Martin Scorsese’den Tim Burton’a ve Rob Zombie’yle John Carpenter gibi korku sineması ustalarına 40 yönetmenin favori korku filmleri var.Wes Anderson - Rosemary’nin Bebeği (Rosemary’s Baby)Natalie Erika James - RinguMike Flanagan - The Blackcoat’s DaughterBong Joon Ho – Ritüel (Midsommar)Osgood Perkins - The StrangersRobert Eggers - NosferatuJosephine Decker – Suspiria (Luca Guadagnino tarafından yönetilen versiyonu)Guillermo del Toro - Çehresiz Gözler (Eyes Without a Face)Quentin Tarantino – Ölüm Provası (Audition)Martin Scorsese – Masumlar (The Innocents)Edgar Wright – Ölüm Gecesi (Dead of Night)David Lowery – Ayin (Hereditary)Jordan Peel – Ölüm Kitabı (Misery)Jennifer Kent – Teksas Katliamı (The Texas Chainsaw Massacre)Luca Guadagnino – Sinek (The Fly)Sam Raimi – Yaşayan Ölülerin Gecesi (Night of the Living Dead)Anna Biller – Röntgenci (Peeping Tom)Christopher Nolan – Yaratık (Alien)Andy Muschietti – Karanlık Bastığında (Near Dark)James Wan – Diğerleri (The Others)Ana Lily Amirpour – Deccal (Antichrist)Bo Burnham - RawEli Roth - Korku Şovu (Creepshow)Ben Wheatley - EraserheadWilliam Friedkin – Ölümcül Oyunlar (Funny Games)James Gunn – Dehşet Odası (Green Room)Coralie Fargeat – Şeytanı Gördüm (I Saw the Devil)Gaspar Noé – Bir Endülüs Köpeği (Un Chien Andalou)John Carpenter – Şeytan (The Exorcist)Karyn Kusama - HabitNia DiCosta - Under the SkinPatrick Brice – Dehşetin Nefesi (Jacob’s Ladder)André Øvredal – Poltergeist: Kötü RuhTim Burton – Lanetli Ada (The Wicker Man)Pedro Almodóvar – Kırılma (Rapture)Jim Jarmusch – Amerikan Sapığı (American Psycho)Ti West – Cinnet (The Shining)Rob Zombie - 28 Gün Sonra (28 Days Later)Julia Ducournau – Ölü İkizler (Dead Ringers)Peter Strickland - Climax cumhuriyet.com.tr

IşılÖzgentürk: 'Gerçekçi ol ve hayal et!'

Türkçe Haberler En Son Başlıklar Işıl Özgentürk: 'Gerçekçi ol ve hayal et!' figure > Işıl Özgentürk’ün ömrünün elli yılını anlattığı 68 Yılında On Dokuz Yaşındaysan Hep On Dokuz Yaşındasın, çıplak bir eylem. Pek çok önemli toplumsal olaya bizzat tanık ve müdahil olarak, dediği gibi “üç darbeden emekli olmuş biri” olarak; meydanlar, tiyatro, sinema ve edebiyat sac ayaklarıyla kendisinin ve kendisinin 68’inin dosdoğru serimi. Devrim ve otobiyografinin bileştiği hem en kişisel hem toplumsal yapıtı. /Archive/2020/11/26/005508598-kapakic1.jpgBir 68’li olarak güneşli bir hayali paylaştığı, yeterince anlatılmadığını, yazılmadığını düşündüğü 68 kuşağına, o müthiş direnişe vefa; bunlar yazılmalıydı duygusuyla kendisini saran sorumluluk ve o tükenmez heyecanla kaleme alıyor kitabını Işıl Özgentürk. Ömrünün elli yılını anlattığı 68 Yılında On Dokuz Yaşındaysan Hep On Dokuz Yaşındasın, çıplak bir eylem. Pek çok önemli toplumsal olaya bizzat tanık ve müdahil olarak, dediği gibi “üç darbeden emekli olmuş biri” olarak; meydanlar, tiyatro, sinema ve edebiyat sac ayaklarıyla kendisinin ve kendisinin 68’inin dosdoğru serimi. Devrim ve otobiyografinin bileştiği hem en kişisel hem toplumsal yapıtı.“Sokak tiyatrosu” deneyimleri ve yöneticileri arasında bulunduğu, 1969 Eylül’ünde kurulan Devrim İçin Hareket Tiyatrosu (DİHT) deneyi... Aynı yıl bir yandan DİHT’de oyunculuk, yazarlık bir yandan da Maden-İş sendikasının ayda bir çıkardığı, Maden-İş gazetesinde gönüllü muhabirlik, Ant dergisine de işçilerle ilgili imza attığı röportajlar... Cumhuriyet Gazetesi’ndeki ilk yılları... Neredeyse ikinci evi olmuş, günde 8-10 oyun oynadığı grev mekânları... O bahar, o şafak! Türkiye İşçi Partisi’nin yaşamındaki yeri…Unutamadığı zamanlar ve yaşadıklarından kendisinde kalanlar: 12 yıla mahkûm ölüm orucuna yatan Sevgi Erdoğan; yanı başında ölen işçi Şerif Aygün; sokaklarda vurularak ölen yoldaşları, idam edilen canları...Sonra günümüz... Ali İsmail Korkmaz, Dilek Doğan, ölüm orucunda ölen Sevgi Erdoğan, Tahir Elçi, Barış Anneleri, yerin 400 metre altında ona hikâyelerini anlatan maden işçileri, Gerze’de termik santral yapılmaması için çadırda nöbet tutarken elime çay tutuşturan Karadeniz’in amazon kadınları, Suruç’ta Kobani sınırında patlayan bombaları beraber saydığı yiğit kadınlar... Ve 12 Mart’tan sonra getirildiği işkence merkezi Sansarsan Hanındaki küçük cinayeti ve tecavüze uğraması...Işıl Özgentürk’le, 68 Yılında On Dokuz Yaşındaysan Hep On Dokuz Yaşındasın’ı konuştuk./Archive/2020/11/26/005522083-ic2.jpg‘ÇOK ŞANSLI BİR İNSANIM’- Söyleşimize Cumhuriyet’e, devrimlere, bir 68’li olarak güneşli bir hayali paylaştığınız 68 kuşağına, o müthiş direnişe vefa ve bunlar yazılmalıydı duygusuyla sizi saran sorumluluk duygusuna yakından bakarak başlayalım isterim.Sizi bu kitabı yazmaya yönelten nedenlerin başında vefa ve sorumluluk duygusu olduğunu vurguluyorsunuz 68 Yılında On Dokuz Yaşındaysan Hep On Dokuz Yaşındasın’da.Her ikisini de açar mısınız? Ve 1968’i düşünmek nelere götürüyor sizi?Öncelikle çok şanslı bir insan olduğumu düşünürüm. Dünyada havai fişeklerin yepyeni yolları, öğretileri aydınlattığı bir dönemde üniversiteli olduğum için, iki Cumhuriyet aşığı anne babamın başına buyruk kızları olduğum için, çocukluğumun önemli bir bölümü kadim bir uygarlık kenti olan Antep’de geçtiğim için.20 yaşında korkusuzca Cumhuriyet Gazetesi’nin kapısından girip “Ben burada çalışmak istiyorum” dediğim için, olağanüstü dostluklar, aşklar yaşadığım için. Ülkemde gitmediğim kent, ören yeni bırakmadığım için, Afrika’da tamtam, İspanya’da en sevdiğim flamenko dansını yaptığım için, beni eleştirmeyi hiç bırakmayan kızım Dünya için... Pek çok şey için.Dedim ki, bu hayata bir vefa borcun var. Yanı başında ölen işçi Şerif Aygün’e, sokaklarda vurularak ölen yoldaşlarına, idam edilen canlarıma, kısaca birlikte yollarda yürüdüğüm arkadaşlarıma,benimle hayatı paylaşan dostlarıma en önemlisi de kendime bir vefa borcum var. Öyleyse iş başına geç Işıl başla! Başlayınca gördüm ki, sadece 68’li yılları anlatmam yetmiyor, ben bütün yaşamım boyunca 68’li olmuşum öyleyse devam...Ali İsmail Korkmaz için, polis kurşunuyla ölen Dilek Doğan için, ölüm orucunda ölen Sevgi Erdoğan kucağıma yayılan kara gür saçları için, Güneydoğu’nun anka kuşu Tahir Elçi için, halay çektiğim Barış Anneleri için, yerin 400 metre altında bana hikayelerini anlatan maden işçileri için, Gerze’de termik santral yapılmaması için çadırda nöbet tutarken elime çay tutuşturan Karadeniz’in amazon kadınları için, Suruç’ta Kobani sınırında patlayan bombaları beraber saydığımız yiğit kadınlar için yazmalıyım, dedim.Bu arada birden bir kadın olduğumu aklıma geliverdi. Kadınlık hallerimi de yazmalıyım dedim,12 Mart’tan sonra getirildiğim işkence merkezi Sansarsan Hanındaki küçük cinayetimi, tecavüze uğramamı da yazdım. Yazdım da yazdım. Kitabın adı da ben yazarken kendini yazdı.‘ASIL BELA KORKUDUR!’’- Işıl Özgentürk deyince aklımıza hemen o tükenmez heyecanı ve eylem insanı olması gelir. Kitabın bütününe yayılan duygu da birebir bu. Kitaptan alıntıyla aynen sorarsam; “Neden bu heyecan, bu yerinde duramama hali?” O heyecanı, eylemselliği, geri durmamayı, yani sakinleşmemeyi anlatır mısınız?Kitabın basılmış halini ikimiz gazetede aynı anda gördük. Ve sen benim heyecanım karşısında şaşırdın. Tuhaf bir haldeydim. Hep öyleyim, sanırım küçükken hiperaktif bir çocukmuşum,o zamanlar çocukları psikologa götürmek moda olmadığından ben tedavi olmamışım.Şaka bir yana sanırım bu hali 68li yıllara borçluyum, 68 kısaca bir ruh halidir ve bu ruh hali, bu isyan insanı terk etmez, yetmiş yaşına gelse de! Bir de başınızın derde girmesine alışmanız gerek, bak gene bir sorgulama için Çağlayan Adliye’sine çağrıldım. Artık saymıyorum. Arkadaşlarım “adliyeye yakın bir ev tut ,” diye akıl veriyorlar. Bir de korkuyu yenmek gerekir. Asıl bela korkudur./Archive/2020/11/26/005538192-ic3.jpg‘BU KİTAP HEM BEN HEM BİZ!’’- Ömrünüzün elli yılın anlattığınız kitabınız adeta çıplak bir eylem gibi. Bu kitap sizin 68’iniz, hem kişisel hem toplumsal yapıtınız kuşkusuz ama kitapta pek çok olayın bir kuşağın ortak yaşamında var olduğunu belirtiyorsunuz. Bu kitap aslında ben değil biz demenin de bir yolu mu?Kitabım elbette benim hayatım ama dönemin pek çok insanın da hayatına dokunan bir kitap. Hem ben hem biz. Çoğul bir hayat. Çoğu zaman biz diyorum,”biz yürürken”, “biz üniversite damlarında nöbet beklerken”, “biz bir grev alanında oyun oynarken”... Bunları anlatırken nasıl tekil şahıs kullanabilirim.Bir küçük anı, 68’li arkadaşım İnci’ye yazdıklarımı anlatıyorum: Ben dokuz yaşındayken babam beni trenin makinistlerine emanet edip İzmir’e halamların yanına göndermişti. Cesarete bak. İnci kahkahalarla gülüp “Senin ki bir şey mi babam beni yedi yaşındayken otobüs şoförüne teslim edip Ankara’ya gönderirdi”. Şimdilerde gerçek gibi gelmiyor değil mi? Ama öyleydi. O nedenden hem ben hem biz.‘KİTABIM GERİ DÖNÜŞLERLE İLERLİYOR’- Devrim ve otobiyografi nasıl bileşiyor kitabınızda?Kitabım geri dönüşlerle ilerliyor. Böyle bir anlatımı özellikle seçtim. İstedim ki yaşadığım olaylar, geçmişim beni nasıl bir insan yapmış, bunu başarmaya çalıştım. Çok sevdiğim Yunanlı yönetmen Angelopulos’un Sonsuzluk ve Bir gün filminden yazım tekniği olarak epey faydalandım./Archive/2020/11/26/005604504-ic4.jpgALIS’İN (IŞIL) HARİKALAR DİYARI; ANTEP!- Çocukluğunuzun da hatırı sayılır bir yer bulduğu kitabınızda görüyoruz ki, devrim kanınızda zaten mevcut! Birbirine kenetli sımsıcak ve aydın bir aile ortamında mutlu ve gayet farkındalıklı bir çocukluk yaşadığınız paylaşıyorsunuz.Bir de gezgin bir dünya vatandaşıyım diyorsunuz. Kitabın bu bağlama ilişkin hayli geniş bir rotası olduğu da söylenebilir sanırım. Çocukluğunuzdan bu yana basmadığınız toprak parçası kalmamış dense yeri.Kitapta çocukluğum için “Alis (Işıl) Harikalar Diyarında” diye başlık açmışım. Gerçekten harikalar diyarındaydım. Antep’in sıcağında Maarif Müdür yardımcısı olan babam sırtında şoför gocuğu, altında cip, dağ köylerine giderken beni de yanına alırdı. Yaş 10. Sözlerini anlamadığım türküleri, ağıtları ilk o zamanlar duydum.Yüzleri dövmeli Kürt kadınları beni çiğ köfteyle beslerlerdi. Annem öyle bir arkeoloji meraklısıydı ki, tatil günlerinde her hafta başka bir ören yerine giderdik. Sürekli gezen biri olmam da annemle babamın günahı var. İyi ki bu günahı işlemişler. Sonunda da dediğin gibi çok geniş bir coğrafyada at koşturdum.‘FAZLASIYLA MERAKLIYDIM’- Antep’te adeta kadim zamanları andıran bir masalın içinde gibi yaşadığınızı öğreniyoruz. Nasıl bir masaldı bu, içinde neler olan bir masaldı? Nasıl bir masal ?Benim çocukluğumda Antep gerçek bir mozaikti. Araplar, Ermeniler, Yahudiler, Türkler, Kürtler aynı mahalleler yaşarlardı. O sarı sıcakta herkes birbiriyle dosttu. En az elli kişiyle Alleben nehri kıyısında sabahın köründe yenilen katmerlerin tadını unutmam mümkün değil. Bana Arapça dua öğreten Happa bacıyı da.Fazlasıyla şenlikti, kimi zaman da acıtıcı bir Antep yaşadım. İlk başkaldırılarım da Antep’tedir. Aşka dair ilk bilgilerimi de arkadaşlarla dikizlediğimiz Antep’in Açıkhava pavyonlarından edindim. Adım çıkmıştı “yaramaz Işıl” diye hayır yaramaz değildim fazlasıyla meraklıydım. Tıpkı mavi gibi merak da bir huy bende. /Archive/2020/11/26/005616504-ic5.jpg‘TESADÜFEN YAŞIYORUM. İNTİHAR DUYGUSUYLA SAVAŞIRIM!’- Neden ‘Beni bu yaşıma kadar yaşatan sadece tesadüflerdir” diyorsunuz. Sonra “İntihar duygusu her zaman benim de yanı başımdadır. Onunla gerçek bir savaşçı gibi savaşırım.” diye yazıyorsunuz.68’de, o zamanlar için çok sıradan sayılan başınızdan geçen bir olayı anlatıyorsunuz. Kurşunlar vızır vızır yanınızdan geçiyor. Tesadüfen yaşıyorsunuz. Bunlar kitaba nasıl yansıyor? O savaşımı, ıssızlığa, teslimiyete, yaşama meydan okumayı nasıl aktarıyorsunuz?Bir itiraf! Evet, benim takip eden intihar duygusuyla bir savaşçı gibi savaşırım. Yedeğimde taşıdığım bu duygu bana sürekli hayatın ne kadar yaşamaya değer olduğunu da anımsatır. Belki de zaman zaman korkuyu yenmeme yardım etti. Bu nedenle insanlarla ortak işler yapmayı severim, yazarlığın melankolik duygusunu benden uzaklaştığı için. Neşeyi, dans etmeyi de severim, bir başkaldırıdır benim için! Tesadüfen yaşadığımı da bu kitabı yazarken keşfettim.‘CAVİT ORHAN TÜTENGİL HAYATIMI DEĞİŞTİRDİ’- Hep doktor olmayı istediniz ama İktisat okudunuz. Efsane hocaların öğrencisisiniz.Bu süreçte 1960 anayasasının getirdiği yeni toplumsal düzenlemeler, TİP’nin (Türkiye İşçi Partisi) ve DİSK’in (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) kurulmasının Türkiye’yi demokrasiye nasıl yaklaştırdığı, Köy Enstitülerinin üstün eğitim anlayışı, Kurtuluş Savaşı sonrası ülkedeki atılımın kızdırdığı emperyalistler ve komünizm derken, zihninizde fırtınalar esmeye başlıyor.Nasıl bir serüvendi o efsane hocalarla o vargılara ulaşmak, o ilkler?Evet, doktor olmayı istemiştim ama 1,5 puanla kaçırdım, o zamanlar efsane hocalarla dolu İstanbul Üniversitesi İktisat fakültesine gittim. İyi ki gitmişim ve hayatım değişti. Ben lisede, ortaokulda okurken öyle yazmaya hevesli biri değildim. Daha çok oryantal dansöz olmayı isterdim.Üniversitenin ilk yıllarında bir hocamız Orhan Cavit Tütengil hayatımı değiştirdi. Sosyoloji hocamızdı bize bir ödev verdi. “Gidin İstanbul kentini kuşatan gecekondulardaki insanlarla röportaj yapıp getirin” dedi. Ben de yola düştüm, gecekondu bölgelerinde elimde kâğıt kalem kahvelere girdim, evlerin kapılarını çaldım.Ödevi tamamladım. Sıra notlara gelmişti, Tütengil hoca beni tahtaya çağırdı ve ödevimi okumamı istedi. Okudum ve tam not almışım. O gün karar verdim asla bir finans işimde çalışmayacaktım. Kararımda inat ettiğim için çok mutluyum.UNUTAMADIĞI YAPITLAR- 68 kuşağını besleyen en önce tiyatro ve sinema ve edebiyattı… Tiyatro; Bir Susuz Yaz’ı izledikten sonra “dünyam değişti” dediğiniz ve ömrünüzü verdiğiniz sinema; üretken, iddialı “Herkes Film Yapabilir” adlı film atölyesi ve elbette yazın bir yandan domino taşı gibi birbirlerine rol devrediyor okuma boyu.Hepsini aşkla yapıyorsunuz ve eylemle, dirençle. Hiçbiri de kolay değil, olmuyor da… Hep mücadele… Yaratınızı besleyen de yaşamı yaşam yapan da o! O dönemin başlıca yapıtlarıyla burada da anar mısınız?İzninle benim unutamadıklarımı yazmak istiyorum. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sait Faik’in bütün eserleri. Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı” oyunu, İtalyan yönetmen Michelangelo Antonioni’nin “Gece” ve François Truffaut’un “Jül ve Jim” filmi. Röportaj pirim Fikret Otyam’ın bütün kitapları yaşamımda iz bırakanlar. Senaryosunu yazdığım yönetmenliğini Ali Özgentürk’ün yaptığı “At”, “Balalayka” ve “Su da Yanar” filmleri…/Archive/2020/11/26/005627723-ic6.jpgYAZARLIĞININ YAPI TAŞLARI...- Oyuncu ve yazar olarak arasında bulunduğunuz, 1969 Eylül’ünde kurulan Devrim İçin Hareket Tiyatrosu (DİHT) nasıl bir okul ve deneydi? Yalnız Türkiye tiyatrosuna değil, genel olarak Türkiye’de sanatın hangi yataktan kaynaklanacağı sorusuna da nasıl bir yanıttı?Nerelerde, kaç oyun ve başlıca hangi yapıtları sahnelediniz ve ne kadar izleyiciye ulaştınız? Nelerle karşılaştınız?Kitapta da belirttiğim gibi Devrim İçin Hareket Tiyatrosu benim için gerçek bir okul oldu. Üç yıl boyunca sokaklarda, grev alanlarında düğün salonlarında, Aksaray TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası ) salonunda, Kanlı Pazar’da yüzlerce oyun oynadık.Üç yılda tiyatroda 60 kişi çalışmış. Yani 60 kişi aksesuarcılıktan oyun yazmaya,oyun oynamaya kadar görev almış. 12 bin kişi izlemiş ve toplam 750 oyun oynamışız. Başlıca üç oyun çıkarmışız: “Köprü”, “Grev” ve “Amerika”.Her oyun başka bir deneyimdi. Devrim İçin Hareket Tiyatrosunun tiyatro tarihindeki yeri yadsınamaz. Benim için de yazarlığımın yapı taşlarından biridir. Yazdığım pek çok hikâyenin, senaryonun temelidir./Archive/2020/11/26/005757237-ic8.jpg‘BUGÜNLERİN İLK İŞARETİ KANLI PAZAR’DIR!’- 16 Şubat 1969… Kanlı Pazar! Saldırıya uğruyorsunuz… “Belki de Türkiye’nin İslamlaştırılması; o gün, o Kanlı Pazar günü başladı. Her şey değişti artık iki grup vardı Sosyalistler ve Dinci-Milliyetçi Cephe!” diyorsunuz. Devrim İçin Hareket Tiyatrosu, Kanlı Pazar’da yerini nasıl alıyor?Her zamanki gibi görev yerindeyiz. Beyazıt Meydan’ında. Kocaman dev bir Amerika heykelinin arkasında yürüyoruz. Can Yücel şiir okuyor, ben başımda bir bere, elimde tahta bir tüfek bir Vietnamlı bir militanı oynuyorum. Sonra büyük saldırı. Ayağımda kalın bir çizme olmasa, bir yürüyüşte ilk kez gördüğüm uzun sakallı ve entarili birinin elindeki sopa beni sakat bırakacaktı. Bu günlerin ilk işareti Kanlı Pazar’dır./Archive/2020/11/26/005641394-ic7.jpg‘GERÇEKÇİ OL VE HAYAL ET!’- 1969’da bir yandan DİHT’de oyunculuk, yazarlık yapıp bir yandan da Maden-İş sendikasının ayda bir çıkardığı, Maden-İş gazetesinde gönüllü muhabirlik, Ant dergisine de işçilerle ilgili röportajlar yapıyorsunuz. Günde 8-10 oyun oynadığınız grev mekânları neredeyse ikinci eviniz olmuş.“İşçiler, devrimci gençliğin her protestosunda vardılar, birlikteydik! Güçlüydük!” diyorsunuz. Ne bahar, ne şafak ama! Değil mi?Doğrusu bu kadar çalışkan olduğumu ben de bilmiyordum, kitap sayesinde öğrendim. Öğrencilerimden biri kitabı okumuş, şöyle dedi: “Hocam sizin enerjiniz karşısında ben kendi tembelliğimden utandım. Bu enerji nereden geliyor?”. Öğrencime yanıt verdim: “68 ruhundan.” Daha sonrası 12 Mart ve 12 Eylül Darbeleriyle karanlığa ve acıya gömüldü. Ama bir 68 sloganıyla sesleniyorum sizlere: Gerçekçi ol ve hayal et!/Archive/2020/11/26/005830471-ic10.jpgCUMHURİYET GAZETESİ- Gazetecilik ve Cumhuriyet Gazetesi’ndeki ilk yıllarınızı nasıl anıyorsunuz?Kahkahalarımız ve sevdiklerimizin hunharca öldürüldüğü günlerdeki gözyaşlarımızla.- İlk kez kadın olmanın ne demeye geldiğini sorgulamaya başlamanız ne zamanlara denk geliyor?Sanırım her şey bir arkadaşımın sorusuyla başladı. 69 yılındayız vapurla geçiyoruz, şöyle bir soru sordu: “Sen bakire misin?”. Bu o zamanlar bizim aramızda bir tabuydu. Annelerimize benzemek istemiyordum ama nasıl yol alacağımızı da bilmiyorduk. Çok bocaladık.‘ÇEKTİĞİM 100 FOTOĞRAFIN GELİRİ ALİ İSMAİL VAKFI’NA’- Hayatınız boyunca trenleri sevdiniz. Çünkü..?Çünkü trenler beni hep çocukluğuma götürür. Yani Alis harikalar diyarına.- Yeni tasarılarınızı sorarak bitirelim söyleşimizi?Şimdi pandemi günlerinde evimdeki objelerle oluşturduğum 100 kadar fotoğrafın içinden otuz tanesini seçip bir sergi yapacağım. Serginin geliri Ali İsmail Korkmaz Vakfına verilecek. Heyecanlıyım. Her zamanki gibi.68 Yılında On Dokuz Yaşındaysan Hep On Dokuz Yaşındasın / Işıl Özgentürk / Cumhuriyet Kitapları / 302 s. / Kasım 2020. Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

Habertürk'te gergin anlar! Mete Yarar, Deniz Zeyrek'e kızıp canlıyayınıterk etti!

Habertürk'te gergin anlar! Mete Yarar, Deniz Zeyrek'e kızıp canlı yayını terk etti! figure > Habertürk'te Veyis Ateş'in sunduğu Türkiye'nin Nabzı programında Güvenlik Politikaları Uzmanı Mete Yarar, Sözcü Gazetesi yazarı Deniz Zeyrek'le yaşadığı tartışma sonrası canlı yayını terk etti. Haber Türk'te Veyis Ateş'in sunduğu Türkiye'nin Nabzı programında Sözcü gazetesi yazarı Deniz Zeyrek ile Haber Türk Güvenlik Politikaları Uzmanı Mete Yarar arasında gerginlik yaşandı. Yarar, Zeyrek'in kendisine fare demesine sinirlenip yayını terk etti.Deniz Zeyrek, Mete Yarar'ın "12’den sonra kabağa dönüşüyor" sözlerine, "Fareye dönüşmekten iyidir" dedi.Bir süre daha konuşmasına devam eden Zeyrek ve stüdyo konukları, Yarar'ın dakikalar sonra verdiği tepkiyle şaşkına döndü.Zeyrek'in kendisine 'fare' demesine sinirlenen Yarar "Bana bir daha hayvan lakabı takarsa Deniz ile kafa kafaya girerim, söylüyorum" dedi.Sözlerine "Ben ona 'kabak' dedim, adam gibi 'fare' lafını geri alsın" diye devam eden Yarar, "Edepse son kez söylüyorum, bana fare lakabı takamaz" dedi.Deniz Zeyrek'in "Ben kendime söyledim" sözlerini dinlemeyen Yarar, "Bakarsın sosyal medyaya, geçen hafta edep dersi veriyordun, bir daha seninle aynı programa çıkan var ya.." diyerek stüdyoyu terk etti.Stüdyodakilerin sakinleştirme çabalarının yetersiz kaldığı Yarar'ın sosyal medyada yazılanları gördükten sonra tepki verdiği düşünüldü. cumhuriyet.com.tr

Poirot’nun küçük, gri hücreleri işbaşında!

Poirot’nun küçük, gri hücreleri iş başında! figure > Agatha Christie’nin ölümsüz kahramanlarından dedektif Hercule Poirot yıllar öncesine dönüp ona haklı bir ün kazandıran on sekiz davanın tekrar izini sürüyor. Agatha Christie, Poirot’nun İlk Davaları’nda bu on sekiz olay ile okurlara bir kez daha Poirot’nun ünlü “küçük gri hücrelerinin” ne denli güçlü olduklarını gösteriyor. /Archive/2020/11/26/004826040-ic.jpgAgatha Christie’nin ölümsüz kahramanlarından dedektif Hercule Poirot, dünyanın en iyi dedektifi olmasıyla övünür ve bunu sık sık yenilemekten büyük zevk duyar. Yıllar öncesine dönüp ona profesyonel meslek yaşamında haklı bir ün kazandıran on sekiz davanın tekrar izini sürmek büyüleyici bir deneyim olacaktır. Mesleğinin ilk yıllarında en akıl almaz ve esrarengiz olayları hemen çözümlemesiyle gurur duyduğu aşikârdır. Yakın dostu Yüzbaşı Hasting’in anlatımıyla hırsızlıktan soyguna, adam kaçırmadan cinayete dek uzanan bu on sekiz olay, bizlere Poirot’nun ünlü “küçük gri hücrelerinin” ne denli güçlü olduklarını gösteriyor. Poirot’nun İlk Davaları / Agatha Christie / Çeviren: Çiğdem Öztekin / Altın Kitaplar / 320 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Büyükbabadan, entelektüel ve devrimci toruna; Gorki!

Büyükbabadan, entelektüel ve devrimci toruna; Gorki! figure > Maksim Gorki, ‘Artamonovlar’ adlı yapıtında, küçük bir fabrikayla başlayıp işini büyüten eğitimsiz ama güçlü ve girişimci büyükbabadan, entelektüel ve devrimci toruna uzanan üç kuşaklık öyküsünü anlatır. /Archive/2020/11/26/004328605-ic1.jpgKeskin gözlemciliği, capcanlı karakterler yaratma yeteneği ve Rus toplumunun alt sınıflarına ilişkin bizzat deneyime dayanan derin bilgisiyle döneminin en önemli edebi kişiliklerinden biri olan Maksim Gorki, devrimden sonra da 1917 öncesi döneme ilgisini kaybetmeyen Sovyet yazarlarındandır.Gorki 1925 yılında yayımlanan, en etkileyici ve en dramatik romanı olarak nitelenen Artamonovlar’da, devrim öncesi Rus kapitalizminin yükseliş ve çöküşünü işler.Toprak köleliğinin kalkmasından sonra özgürlüğüne kavuşan İlya Artamonov kendi işini kurar ve oğullarına çok çalışma ve alçakgönüllülük gibi değerleri aktarmaya çalışır.Gorki bu aile destanında Artamonovlar’ın küçük bir fabrikayla başlayıp işini büyüten eğitimsiz ama güçlü ve girişimci büyükbabadan, entelektüel ve devrimci toruna uzanan üç kuşaklık öyküsünü anlatır./Archive/2020/11/26/004347152-ic2.jpgMAKSİM GORKİ (1868-1936): Asıl adı Aleksey Maksimoviç Peşkov olan yazar, Nijni Novgorod’da doğdu. Edebiyatta sosyalist gerçekçi yaklaşımın öncüsü kabul edilir. Küçüklüğü Astrahan’da geçti. Beş yaşındayken babası ölüp, annesi yeniden evlenince Nijni Novgorod’a dönerek, orada anneanne ve dedesi tarafından büyütüldü.İlk romanı Foma Gordeyev 1899’da, Rus devrimci hareketine adadığı Ana adlı romanı ise 1906’da yayımlandı. 1906’da Rusya’dan ayrılarak, yedi yıl boyunca siyasi sürgün yaşamı sürdü.1921-28 yılları arasında Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, ama daha çok İtalya’da yaşayan Gorki, 1928’den itibaren aralıklarla SSCB’yi ziyaret etti ve 1932’de kesin dönüş yaparak ölümüne dek orada yaşadı.Yazarın önemli yapıtları arasında, 1913-23 yılları arasında yayımladığı Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim’den oluşan üçlemesiyle, Küçük Burjuvalar (1902), Tolstoy’dan Anılar (1919) ve Artamonovlar (1925) sayılabilir.Artamonovlar / Maxim Gorki / Çeviren: Ayşe Hacıhasanoğlu / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / 352 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Neden tam daşimdi Margaret Atwood okumalı?

Neden tam da şimdi Margaret Atwood okumalı? figure > Margaret Atwood okumanın çeşit çeşit yolu ve açılımı vardı. Yıllar önce Damızlık Kızın Öyküsü (Kırmızı Kedi Kitabevi, Doğan Kitap) ile kesişen yolumuz yıllar içerisinde çatallanıp yeni yollara evrildi. Bu noktada dünya değişimini sürdürüyor ve batan geminin malları olan kimliklerimiz ile oradan oraya savrulmaya devam ediyorduk, ediyoruz. Hâl böyleyken bundan çıkar sağlayan çevrelerin gücü, bir kez daha ‘kral çıplak’ noktasında virüslü ve cılızlaştırılmış sesimizle buluşuyordu, dahası 21. yüzyılı hem totaliter hem de otoriter bir yüzyıl olarak anlatmaya çalışmak durumunda olduğumuzun işaretini veriyordu. /Archive/2020/11/26/003840311-kapakic1.jpgÖNGÖRÜLÜ YAZARIN TOPLUM ELEŞTİRİSİMargaret Atwood okumanın çeşit çeşit yolu ve açılımı vardı. Yıllar önce Damızlık Kızın Öyküsü (Kırmızı Kedi Kitabevi, Doğan Kitap) ile kesişen yolumuz yıllar içerisinde çatallanıp yeni yollara evrildi. Bu noktada dünya değişimini sürdürüyor ve batan geminin malları olan kimliklerimiz ile oradan oraya savrulmaya devam ediyorduk, ediyoruz. Hâl böyleyken bundan çıkar sağlayan çevrelerin gücü, bir kez daha ‘kral çıplak’ noktasında virüslü ve cılızlaştırılmış sesimizle buluşuyordu, dahası 21. yüzyılı hem totaliter hem de otoriter bir yüzyıl olarak anlatmaya çalışmak durumunda olduğumuzun işaretini veriyordu.Atwood’un öngörülü bir toplum eleştirisi ve bugünleri böyle boynu bükük yaşayacağımıza dair takip ettiği yazar hissiyatı, onun kalemiyle kurduğu bağın ne kadar hakiki bir bağ olduğunu kanıtlıyordu. Gerçi onunkisi aynı zamanda modernizmin eleştirisiydi de.Kısacası, zaman içerisinde hemen her şeyin şeyleştirildiği, nihai gerçek ve özgürlük fikrinin sürekli sumen altı edildiği bir yerden sesleniyordu. Dahasını da yapıyor, kendi hukuk yöntemlerini kuran, hapishanelerini, müzelerini, gündelik hayatı, işkencesini, işkencecisini, kadın - erkek tipini ve ideolojisini kendi kafasındaki ideal hamur kıvamıyla yoğuran ve ardından da buna sanki özgün ve bir o kadar da sahici bir özgürlük ve mutluluk payesi biçen bir sistemleştirme çabasının zaaflarını da tartışıyordu bizlerle.Bu çabanın yarattığı merkezileştirme takıntısını ve bu takıntının yol açabileceği dertleri de... Bu dertlerin yeni dertlere nasıl kaynaklık edebileceğini de... Ve bu hususta yaratılan kurumsallaşma fikrini; derken bu fikrin yaratabileceği diğer işaretleri de.../Archive/2020/11/26/003858639-ic2.jpgOTORİTERİN KADIN DÜŞMANLIĞIAtwood, bu işareti geçen yüzyılda, dünyanın bahtsız Nazi tecrübesinden yola çıkarak aktarmış ve sadece geçmişin üzerimizde gezinen lanetini değil, geleceğe de nasıl bir beter miras bırakabileceğinin noktalarına temas etmişti. Ancak iş sadece bununla da kalmıyordu!Ta o dönemde çizdiği tablonun Donald Trump’ın ABD’sine uygun olduğu savlansa da açıkçası bütün otoriter rejimlerin yakasından düşmeyen kadın düşmanlığının da altını çiziyordu Atwood.İnsanlığın özgürlükle kurduğu bağ, Damızlık Kızın Öyküsü ile okunduğunda, bir rejimin insanlık üzerindeki ağırlığını ve feci varoluşunun şifrelerini de çözüyorduk. Üstelik Atwood bunu resmederken aynı zamanda bu tutumun kimler ve hangi araçlar vasıtasıyla insanlığı kalbura çevireceğinin ipuçlarını da veriyordu. Ki bu nokta ayrıca çok önemliydi./Archive/2020/11/26/003917764-ic3.jpgSÜPÜRÜLEN UMUTLAR VE DİSTOPYA!Kadınlar ve zincirin en zayıf halkası her kimse onlar, bu kütlenin bedelini en çok ödemesi gerekenlerdi. Onların aracılığıyla palazlanan ‘yeni’ sistem, kan, döl ve irinle sözde ‘yeni nesilleri’ inşa etmek için oradaydı ve gücünü de o bataklıktan alarak, meşruiyetini yaygınlaştırmaya haizdi. Bugün emek, iş ve eylem noktasında yitirmeye mahkum olduğumuz her ne varsa, Atwood’un satırlarında gezinen gölgeyi takip ederek bulmamız mümkündü.Vasatlığın, ikiyüzlülüğün ve hiyerarşilerin silip süpürdüğü umutlar için ‘distopya’ sözcüğünün artık pek de bir önemi kalmamıştı. Zira içinde yaşadığımız ve hemen her an tecrübe etmek durumunda kaldığımız günlük yaşam pratiklerimiz bizi gerçeğimizle buluşturuyor ve içinden çıkılmaz bir kısır döngünün kurbanları olduğumuzu hatırlatıyordu./Archive/2020/11/26/003941170-ic4.jpgGEÇMİŞ VE GELECEKOnun son ödüllü kitabı The Testaments’ı, tuhaf bir tesadüf sonucu Kanada’da, Ontario bölgesinde, ilk çıktığı günlerde elime alma şansına sahip oldum. Eleştirilere kulağımı kapayarak, en temel sorguladığı hususları bulmaya çalışarak Atwood ile yeniden buluştum. Damızlık Kızın Öyküsü kadar çarpıcı değildi belki; ancak bizi içten içe, bir yazar hassasiyetiyle uyarmaya devam ettiğini teslim edeceğim.Diziden, popüler kültürden bağımsız olarak bana kalanı, yani, Damızlık Kızın Öyküsü’nden on beş yıl sonrasını anlatan haliyle yeni kitaptaki mesajı, farklı bir tahlille algıladığımı teslim edeceğim.Siyaset bilimci ve felsefeci Hannah Arendt, Geçmişle Gelecek (İletişim Yay.) adlı kitabında günlük deneyim içerisinde gerçek dediğimiz şeylerin, kurgudan bile daha garip tesadüfler sayesinde meydana geldiklerini dile getirir. Onun ‘sonsuz ihtimal’ dediği de budur. Ancak bu konuda temkinlidir Arendt. Tıpkı Atwood gibi.Bu dönüşüm ve değişmenin insandan bağımsız düşünüldüğü koşullarda, yani insanı yok sayan, insanı bir kurban gibi göstermeye meyilli durumlarda, Arendt’in dilinde ‘yarının düne benzeme olasılığı, ezici bir olasılıktır.’ O halde gelecek dediğimizi yeniden düşünme zamanıdır. Sonsuz ihtimali neye göre nasıl değerlendirebileceğimiz fikrini de...Atwood’un iki kitabı arasında kurduğu, feminist manifesto tarzında da takip edilebilecek o bağı, okur cephesinden, böyle bir köprü kurarak takip ettim-içinde kavrulup gittiğimiz yüzyılı bir kez daha düşünerek. Müge İplikçi

Babasının gölgesini takip etmek zorunda kalan oğullara

Babasının gölgesini takip etmek zorunda kalan oğullara figure > Donald Ray Pollock’ın Amerikan kâbusunu kemiklere işleyen bir şiddetle tasvir ettiği Düş Yakamdan Şeytan, Güney Gotiği türünün yetkin örneklerinden biri. Radikal bir imana, çürümüşlüğünü içi boşaltılmış değerlerle saklayanlara ve babasının gölgesini takip etmek zorunda kalan oğullara ilişkin dehşetli bir macera. /Archive/2020/11/26/003352298-ic1.jpg“Bu roman, Flannery O’Connor ile William Faulkner’ın çocuğuymuş gibi - ama bu çocuk, Cormac McCarthy tarafından kaçırılıp bir kafese hapsedilmiş ve tüketmesi için sadece soğan halkası, Oxycontin ilacı ve Terrence Malick’in Kanlı Toprak filmi verilmiş sanki.”The OregonianII. Dünya Savaşı’nda görev yapmış Willard, ölüm döşeğindeki karısını kurtarmak için her gün Tanrı’ya dua edip kurban kanı akıtıyor. Oğlu Arvin ise uysal bir çocuk ama böyle kalmayacak. İnancın kurbanı iki kaçağın, seri katillik yapan bir çiftin, hazzın peşinde bir vaizin ve yozlaşmış bir şerifin birbiriyle kesişen, on yıllara yayılan hikâyesinde Arvin acımasız kararlar verecek, bu sırada ruhunu da temiz tutmaya çalışacak.Pollock’ın Amerikan kâbusunu kemiklere işleyen bir şiddetle tasvir ettiği kitabı Güney Gotiği türünün yetkin örneklerinden biri. Radikal bir imana, çürümüşlüğünü içi boşaltılmış değerlerle saklayanlara ve babasının gölgesini takip etmek zorunda kalan oğullara ilişkin dehşetli bir macera./Archive/2020/11/26/003501595-ic2.jpgTom Holland, Robert Pattinson ve Mia Wasiowska’nın aralarında bulunduğu dev kadrolu Netflix filmi The Devil All the Time’ın uyarlandığı “Düş Yakamdan Şeytan” raflarda!“Dövüş Kulübü”, “Gösteri Peygamberi” gibi romanların yazarı Chuck Palahniuk’un “Önümüzdeki on yılda, herhangi bir yazar için, Pollock’un eserlerini geçmek kolay olmayacak,” dediği; PEN / Robert Bingham Ödüllü, Guggenheim Bursu kazananı; Amerikalı yazar Donald Ray Pollock’un kaleme aldığı, İthaki Modern’in 25. kitabı “Düş Yakamdan Şeytan”, Güney Gotiği türünün unutulmaz örneklerinden biri.II. Dünya Savaşı’nda görev yapmış Willard, ölüm döşeğindeki karısını kurtarmak için her gün Tanrı’ya dua edip kurban kanı akıtıyor. Oğlu Arvin ise uysal bir çocuk ama böyle kalmayacak. İnancın kurbanı iki kaçağın, seri katillik yapan bir çiftin, hazzın peşinde bir vaizin ve yozlaşmış bir şerifin birbiriyle kesişen, on yıllara yayılan hikâyesinde Arvin acımasız kararlar verecek, bu sırada ruhunu da temiz tutmaya çalışacak.Pollock’ın Amerikan kâbusunu kemiklere işleyen bir şiddetle tasvir ettiği kitabı; radikal bir imana, çürümüşlüğünü içi boşaltılmış değerlerle saklayanlara ve babasının gölgesini takip etmek zorunda kalan oğullara ilişkin dehşetli bir macera./Archive/2020/11/26/003514141-ic3.jpgDonald Ray Pollock, 1973’ten 2005’e kadar, dedesinin ve babasının emekli olduğu Mead Kâğıt Fabrikası’nda çalıştı, kamyon şoförlüğü yaptı. Babasının emekliliğinde yaşadıklarından çekinen Pollock, bir üniversitenin İngiliz Edebiyatı programına kaydoldu.50 yaşında, doğduğu yerdeki tecrübelerinden beslenerek yazdığı “Knockemstiff” adlı öykü kitabıyla edebiyat dünyasına adım attı. 2008 seçimlerinde, Güney Ohio izlenimlerini New York Times’a yazdı. Granta dergisinde yazıları yayımlandı. Pollock, adını duyurduğu, ilk romanı “Düş Yakamdan Şeytan” ile Amerikan kâbusunu kemiklere işleyen bir şiddetle tasvir etti.Düş Yakamdan Şeytan / Donald Ray Pollock / Çeviren: Emirhan Burak Aydın / İthaki Modern / 312 s. Cumhuriyet Kitap Eki

Sömürge zihniyetinin tablosu

Sömürge zihniyetinin tablosu figure > Hayal ile gerçeği harmanlayarak alışılmış edebi kurguların dışına çıkan Bay Lumumba; emperyalist emeller uğruna katledilen, ülkesine bağımsızlığı getiren Kongo Ulusal Hareketi Lideri, siyasetçi Patrice Lumumba’nın tekrar hayata gelip büyüleyici, akıl almaz serüvenlere imza attığı ve semboller yoluyla da önemli eleştirilerle bezeli bir hikâye. /Archive/2020/11/26/002942285-ic1.jpgAyhan Ün’ün, YazarEvi Özel Koleksiyonu serisinden çıkan romanı Bay Lumumba’da, Akdeniz Tatil Köyü’nde yaşayan “dünyanın en vicdanlı” delisinin gözünden okuyoruz olayları. Bu öyle bir delilik ki hem bugünün küresel adaletsizlikleriyle boğuşuyor hem de geçmişe dönüp insanlığı bugünlere getiren olaylara müdahale ediyor.Okuru sürrealist bir düzleme çeken “dünyanın en vicdanlı delisi” Bay Lumumba’da hayal ile gerçeği harmanlayarak alışılmış edebi kurgunun dışına çıkıyor yazar. Emperyalist emeller uğruna katledilen, ülkesine bağımsızlığı getiren Kongo Ulusal Hareketi Lideri, siyasetçi Patrice Lumumba’nın tekrar hayata gelip kimi büyüleyici ve akıl almaz serüvenlere imza atması, semboller yoluyla hiç de hafif sayılamayacak eleştirilerle bezeli bir hikâye.Zaman ve mekân kavramlarının adeta yok sayılarak örüldüğü metin yerel edebiyatın sahip olduğu tabuları yıkmaya girişiyor sanki. Roman başkişisi Bay Lumumba ile sahile vuran ölü bir kız çocuğun sarsıcı karşılaşmasıyla sahne alan hikâye yine esrarengiz, mitolojik karakterlerin belirişi yanı sıra çelişkilerle bezeli.Yaşamın sahnesi olarak sergilenen Akdeniz Tatil Köyü’nde patlak veren olaylarla kısıtlı değil Bay Lumumba’nın aykırılıkları. İnsanlığın elinden tutan gizemli, büyüleyici yolculuklar, zalim bir mazi ve insanlığın gerçekle yüzleşmesini zarif ama bir delinin üslubuyla sunuyor Ayhan Ün./Archive/2020/11/26/002953035-ic2.jpgEVRENSEL SIKINTILAR, EVRENSEL KARAKTERLER- İyilik yapma derdiyle yanıp tutuşan Bay Lumumba’nın Tatil Köyü sakinleriyle ilişkileri, çelişkilerle baş etme yöntemleri ve dillere destan serüveni… Alışılmışın dışında bir kurgu ördüğünüzü belirterek başlayalım söyleşimize. Yine yerel edebiyatın elini uzatmaya çekindiği yabancı karakterler kullanıyorsunuz romanda. Size bunu sağlatan unsurlar nedir?Edebiyat estetik bir ifade etme sanatı değildir yalnızca; olay, his ve hayal dünyanızın bir harmanıdır. Kavrayışımı süsleyen ayrıntılardır zihnimde bu kurgunun doğuşunu sağlayan. Yazın dünyası ne yazıktır ki evrensel sorunlara değinmekten epey uzak artık. Haliyle mayalı sözlerin ticarete katık edildiği bir döneme tanıklık ediyoruz.Popüler kültürün parçası olmaktansa doğru bildiklerimi, söylenmesi gerekenleri kaleme almayı seçiyorum daima ve beni buna zorlayansa içimdeki insandır, yayın programları değil asla. Evrensel sıkıntıları yine evrensel karakterler üzerinden yansıtmayı yerinde buldum bu romanımda.İYİLİĞİN ÖLÜMSÜZLÜĞÜ!- Patrice Lumumba’yı yeniden yaşamla buluşturmaktaki amacınız?İyiliğin ölümsüzlüğüne atıfta bulunmak gibi bir amacım var. Şu an içerisinde yaşadığımız düzenin mimarları iyi niyetli benliklerdir diyemiyorum maalesef. Bir felç hâli tarafından zapt edilmiştir insanlık. Patrice Lumumba’nın yeniden bir deli olarak yaşama gözlerini açmasıyla insanlığın düştüğü durum resmediliyor hikâyede.Romanda zaman kavramını dilediğince şekillendirebilen bir kahramanla karşı karşıyayız ve geçmişe dönüp büyük hataları düzeltme yetisine sahip. Ne yazık ki gerçekte öyle bir şansa sahip değilizdir ve insanlığın işlediği suçlar kalıcıdır. Geçmişte katledilmiş bir halk kahramanını yeniden yaşamla buluşturmanız durumunda dahi kozunu paylaşmak uğruna karanlık tarafa geçmiyor, kinci değil asla çünkü iyi bir insan ve iyi insanlar her zaman iyi niyet yaklaşımı sergilerler.- Tabut Sanayisi göze çarpıyor, bu nasıl bir sanayidir?Ticaret zehridir. Nasıl ki ticaret, kendine alet olmuş bir edebiyatın üslubunu başkalaştırma cüretini dahi gösterebiliyorsa, insan yaşamını dönüştürmeye de girişmiştir çoktan ve hatta başarmıştır da. İşte, ticaretin şekillendirdiği bir insanlığın tablosu da bu şekilde oluyor neticede./Archive/2020/11/26/003005254-ic3.jpgMODERN IRKÇILIK!- Hikâyeniz sayısız çelişkiler barındırıyor. Bu yaklaşımınızın kaynağında yatan nedir?Lumumba’yla Venüs’ün Smetana’nın Moldau ezgisi eşliğinde, el yapımı bir denizaltıyla Vietnam Savaşı’na yol alması meselâ. İlk milliyetçi bestecilerden biri kabul edilen birisinin bestesi eşliğinde bir savaşı sonlandırmaya gidişi bir çelişkidir. İnsanlık zayıflarken odağından sapan toplantılar, balolar ve özel geceler… Göle vuran ölü bedenlere rağmen gündelik yaşamın sıkıntısız sürdürülebilmesi…Günümüzde de artık doğal karşılanıyor, hatta kimse üzerinde durmuyor çelişkilerin. Kanıksanmıştır her tür çirkinlikler, tezatlar. Aileler arası çekişmeler, kulis, tahammülsüzlük, ayrımcılık ve kavga. Bir tür modern ırkçılıktır bu esasen. Son yüzyılda insanlığın en başarılı olduğu alanlardır bunlar ve görmezden gelinen sorunlar nihayetinde insanlığın sonunu getirecek görünüyor. Yaklaşımımın kaynağında bu var.‘EDEBİYAT BİR AYNADIR’- Hikâye örgüsüyle absürdizme bir atıfta bulunuyor gibi Bay Lumumba, bundan dolayı da aşk gibi kavramlara rastlayamıyoruz sanki...Hümanizme… İnsan merkezciliğine… İyi, gerçek ve güzelden uzaklaşmış bir insanlığın aşkı da zaten inandırıcılıktan uzak doğrusu ama tüm bunlara karşın, o dipsiz uğultu içerisinde beliren iyiliğin yankısı işitilmektedir. İstanbul’u, cumbalı evleri, iyi yürekli teyzeleri anlatmanın, hele hele o kedilerini dile getirmenin zamanı değil artık bence…Bir yazar söylenmesi gerekenleri dökmelidir kâğıda. Edebiyat bir aynadır ama son dönemde elime aldığım yeni nesil romanların çoğunda samimiyetsizlik var. Güllük gülistanlık ilişkiler, nostaljik motifler ve tertemiz aşklarla süslü romanlar. Başınızı kitaptan kaldırıp gerçeklerle yüzleşene dek kandırabiliyorsunuz kendinizi ancak…Bay Lumumba / Ayhan Ün / Edebiyatist Yayınevi / 192 s. Can Gazalcı




Gallery

İnternet Nasıl Çalışır

Newsletter