News - Haberler
İzmir'de Boyd fırtınası
İzmir'de Boyd fırtınası 4 dakikada 2 gol attı. Süper Lig 31. hafta mücadelesinde Demir Grup Sivasspor, deplasmanda Göztepe karşısında gol şov yaparken Beşiktaş'tan kiralık gelen Taylon Boyd şov yaptı. Boyd güzel futbolunu 4 dakikada atıtğı 2 golle süsledi. Sivassporlu oyuncu sezon sonunda Beşiktaş'a geri dönecek. AAÇocukİstismarıile Mücadele Derneği'nden Erdoğan'açağrı:“Fesih kararıiptal edilsin”
Çocuk İstismarı ile Mücadele Derneği'nden Erdoğan'a çağrı: “Fesih kararı iptal edilsin” Çocuk İstismarı ve İhmali ile Mücadele Derneği (ÇİP), AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından feshedilen İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin bir kamuoyu açıklaması yayımladı. Dernek, Erdoğan’a ‘fesih kararı iptal edilsin’ çağrısında bulundu. Türkiye’nin bir gecede, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine tepkiler sürüyor. Karara ilişkin bir tepki de Çocuk İstismarı ve İhmali ile Mücadele Derneği’nden (ÇİP) geldi. Konuyla ilgili olarak kamuoyu açıklaması yayımlayan dernek, Erdoğan’a çağrıda bulundu. Açıklamada fesih kararının, Anayasanın 41’nci maddesinde yer alan ‘Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır’ ifadesiyle bağdaşmadığı belirtilirken, kararın yeniden gözden geçirilerek iptal edilmesi istendi. Çocuk İstismarı ve İhmali ile Mücadele Derneği (ÇİP) tarafından yapılan açıklamanın tam metni şu şekilde: “Sevgili Çocuk Dostları, 19 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı kararı ile feshedilen “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” iç hukukumuzda 6284 Sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun maddelerince düzenlenmiştir. Çocuğun her türlü istismarının önlenmesi adına mücadele veren bir sivil toplum kuruluşu olarak ilgili kanunun çocukla ilgili maddeleri hukuki alandaki çalışmalarımıza zemin oluşturmuştur. Bu maddelerde özetle; cinsiyeti ne olursa olsun tüm çocukların, ev içi şiddetin mağduru olabildiklerine vurgu yapmaktadır. Çocukların mağdur olarak nitelendirilmeleri için, şiddetten doğrudan etkilenmeleri gerekmemektedir, ev içerisinde gerçekleşen şiddete tanık olmak da çocukların mağdur kabul edilmeleri için yeterlidir. Anne babalar veya diğer aile üyelerinin karıştıkları fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddete ve istismara tanık olmak, çocuklar üzerinde ciddi etkiler yaratmaktadır. Bu tanıklık, korku yaratmakta, travmaya neden olmakta ve çocuk gelişimini olumsuz etkilemektedir. Sözleşme, kız çocuklarının ise, ev içi şiddet dışında, cinsel taciz, cinsel saldırı, zorla evlendirme, sözde “namus” adına işlenen suçlara ve kadın sünneti gibi ciddi şiddet türlerine sıklıkla maruz kalabildiğine, erkeklerden daha fazla oranda toplumsal cinsiyete dayalı şiddete maruz kalabildiklerine vurgu yapmaktadır. “KARAR, ANAYASANIN 41. MADDESİ İLE BAĞDAŞMIYOR” Derneğimiz çocuk istismarını, “ÇOCUĞUN BEDENSEL VE RUHSAL SAĞLIĞINI OLUMSUZ YÖNDE ETKİLEYEN HER TÜRLÜ TUTUM VE DAVRANIŞ, EYLEM YA DA EYLEMSİZLİK ÇOCUK İSTİSMARIDIR” olarak tanımlar. Bu tanım kapsamında çocuğa yönelik her türlü şiddete karşı mücadele vermek de derneğimizin asli görevlerindendir. Anayasamızın 41’nci maddesinde yazan “Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.” ifadesiyle bağdaşmayan fesih kararının yeniden gözden geçirilerek iptal edilmesini Cumhurbaşkanlığı makamından arz ve talep ederiz.” cumhuriyet.com.trİYİPartili Aylin Cesur, 'probleminiz var mı' diye sorunca...
İYİ Partili Aylin Cesur, 'probleminiz var mı' diye sorunca... İYİ Parti Isparta Milletvekili Aylin Cesur, Konyaaltı ilçesinde halkın ve esnafın sorunlarını dinledi. Cesur, yurttaşlara problemlerini sorunca "Problemler say say bitmez" yanıtını aldı. Antalya'da ilk olarak Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’i ziyaret eden İYİ Parti heyeti, görüşmede Antalya’nın sorunlarına ve sorunların çözümlerine yönelik fikir alışverişinde bulundu.Antalya il merkezindeki ziyaretlerin ardından milletvekillerinden oluşan heyet, ilçelere dağıldı. İYİ Parti Isparta Milletvekili Aylin Cesur da İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın ile birlikte Antalya’nın Konyaaltı ilçesinde İYİ Parti İlçe Teşkilatı ile birlikte halk ve esnafın nabzını tuttu. Konyaaltı’nı gezen heyet, sorunlarını dinlediği vatandaşlara Türk bayrağı hediye etti.Ziyaret sırasında Aylin Cesur ile vatandaşlar arasında yaşanan diyaloglar şöyle:Aylin Cesur: İşler nasıl?Kadın kuaförü: Durumlar malum. İşler çok durgun. Elektrik var su borcu var. Yardım da yapılmadı“PAZAR ALIŞVERİŞİ 170 TL, PROBLEMLERİ SAY SAY BİTMEZ!”Aylin Cesur: Ne kadar tuttu pazar harcamanız?Kadın: 170 TLAylin Cesur: Ne kadar gider size?Kadın: Bir hafta ancak giderAylin Cesur: Sadece sebze mi? Kıyma falan yok yani?Kadın: Yok, yokAylin Cesur: Varsa problemlerinizi Ankara'da anlatalımKadın: Ohoo problemleri say say bitmez.ÇOCUKLA BİRLİKTE ANDIMIZ’I OKUDUÇalışma sırasında sokakta ailesiyle birlikte bir çocuğa rastlayan Aylin Cesur'un, çocukla birlikte Andımız’ı okuması da çevredeki yurttaşların alkışlamasına yol açtı.Gezi sırasında bir esnaf da, “İtalya’dan Fransa’dan avuç içi kadar ülkelerden bize kremalar gelmeye başladı, sadece margarin yağı. Siz de biz de hepimiz bunları çocuklarımıza yedirip içiriyoruz” demesi dikkat çekti. ANKABabacan, Ağbal veİstanbul Sözleşmesi kararlarınıdeğerlendirdi:‘Günahıboynunuzadır’
Babacan, Ağbal ve İstanbul Sözleşmesi kararlarını değerlendirdi: ‘Günahı boynunuzadır’ DEVA Partisi Başkanı Ali Babacan Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Naci Ağbal'ın görevden alınmasını ve İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılma kararlarını değerlendirdi. Babacan, “Bu gece yarısı belgeleri ne zaman olursa biz o askeri muhtıraları hatırlıyoruz” dedi. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasını taşıyan 2 gece yarısı kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı ve Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal görevden alınarak yerine Şahap Kavcıoğlu atandı.Deva Partisi lideri Ali Babacan bu iki gündeme ilişkin parti merkezinde değerlendirmede bulundu. Twitter üzerinden Periscope canlı yayınında açıklamada bulunan Babacan, gece yarısı kararnamelerini, “Bu gece yarısı belgeleri ne zaman olursa biz o askeri muhtıraları hatırlıyoruz” diyerek eleştirdi.Babacan açıklamasında, “Bu iktidar maalesef ülkeyi yine karanlıktan yönetilen bir ülke haline getirdi. Ve adeta ülke pek çok problemlerim içinde zaten sıkıntı yaşarken iki kararla daha uyandık bu sabah. Biliyorsunuz geçtiğimiz perşembe günü Merkez Bankası bir karar aldı, faizlerini 2 puan daha artırdılar. Ben daha dün demiştim ki "Sayın Erdoğan'ın önünde şu an iki seçenek var ya Merkez Bankası'nda gereğini yapacak ya da yanlış tezi yüzünden çıkıp bu milletten özür dileyecek. Erdoğan bu milletten özür dileyemedi ve Merkez Bankası Başkanı’yla ilgili bir adım attı.”Son 20 ayda tam 4 tane Merkez Bankası Başkanı ve TÜİK Başkanı gördük diyen Babacan, “Normalde bu görevlerin süresi 5 yıldır. Bırakın 5 yılı daha 2 yıl bile olmadan durum ortada. Böyle bir ülkede istikrar sağlanabilir mi? Bunun adı keyfiliktir” ifadelerini kullandı.DÜŞMAN PANOSUNA İHTİYAÇ VARBabacan İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı:“Bir uluslararası sözleşmeden Türkiye’nin çekilmesini tek bir imza ile gerçekleştirmeye çalışan bir kararnameden bahsediyorum. Bu uluslararası sözleşme neyle ilgilidir? Konusu kadına şiddettir. Aile içi şiddettir. Bu konular DEVA Partisi olarak kırmızı çizgilerimizdir. Kadına ve aile içi şiddetin aması fakatı olmaz. Gerekçe bulunamaz, mazur gösterilemez.Bu hükümetin her hafta bir düşman panosuna ihtiyacı var. Bu haftaki panoya da bu sözleşmeyi astılar. Bu ülkede her gün kadın cinayetleri işleniyor. Soruyorum, yıllardır hükümetin başınızdasınız. Siz bu konuyla ilgili somut ne yaptınız? Mevcutu yıkmak en kolayı... Madem bunu beğenmiyorsunuz yerine ne koydunuz? Yoksa sizde bazıları gibi kadına şiddetin mazur görülebileceği bir durum olarak mı görüyorsunuz? Hükümete sesleniyorum, bundan sonra bu attığınız adım yüzünden cesaret alan, daha fazla şiddet gören, kadın cinayetlerini daha farklı gösteren bir tablo oluşursa memlekette bunu vebali de günahı da boynunuzadır.” YENEROĞLU: "CUMHURBAŞKANI'NIN YETKİSİ YOK"İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu ise İstanbul Sözleşmesi kararına Twitter'dan yaptığı paylaşımla tepki gösterdi. Yeneroğlu, "Cumhurbaşkanı’nın İstanbul Sözleşmesi'ni iptal etme yetkisi yok! Tek taraflı fesih işlemi Anayasa'yı ve TBMM’yi yok saymaktır!" ifadelerini kullandı. cumhuriyet.com.trTürk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı'ndanİstanbul Sözleşmesi feshine destek:“Açın Kur’an-ıKerim'i okuyun"
Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı'ndan İstanbul Sözleşmesi feshine destek: “Açın Kur’an-ı Kerim'i okuyun" Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Nuri Ünal, Cumhurbaşkanı Kararı’yla feshedilen İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin, “Açın Kur’an-ı Kerimi okuyun. Hadisleri okuyun, İslami sözleri okuyun anlayın. Başka bir şeye gerek yok. Hukukta orada yazılı, kadın hakları da orada yazılı” dedi. Kadına yönelik şiddet her geçen gün artarken istanbul Sözleşmesi olarak bilinen 'Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi' Cumurbaşkanı Kararı'yla feshedildi. Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Ünal, Cumhurbaşkanı Kararı’yla feshedilen İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin yaptığı açıklamada şu görüşlere yer verdi:“2011 yılı yaz mevsimi başlarında, Mayıs ayında Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi ismiyle bir metin imzalandı. Güya bu sözleşme ile kadın hakları korunacak, kadına şiddet önlenecekti. Ne oldu sözleşme uygulandığı halde şiddet azalmadı, bitmedi. Tacizler artarak devam ediyor, sözlü şiddet devam ediyor, cinayetlerin ardı yanı bitmiyor hani sözleşmeyi savunanlar bunlardan neden bahsetmiyorlar?”"İSİMLERİNİ ANMAK BİLE İSTEMEDİĞİMİZ LGBT V.S BİREYLER VAR"Kadına yönelik şiddetin engellenmesinde İstanbul Sözleşmesi’ni değil dinin esas alınmasını isteyen Ünal, şunları belirtti:“Bir defa burada Müslüman toplumlara, Türk Milletinin örfüne, geleneğine, göreneğine uymayan ve asla kabul edemeyeceğimiz maddelerde var. İsimlerini anmak bile istemediğimiz lgbt v.s bireyler diye tanımlar var. Bunları kabul etmemiz mümkün değildir, Dinimizde bunların yeri yoktur. Allah insanı nasıl yarattıysa öyle hayatını sürdürmelidir. Tartışılması bile yanlıştır.”"SÖZLEŞME DEĞİL DİN ESAS"Halbuki biz bunları 1400 yıl önce aştık, insan hayatının güvencesi Yüce Dinimizdir, Kitabımız Kuran-ı Kerimdir, Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) dir. Müslüman, hem kadına, hem erkeğe, hem hayvana kısacası tüm canlıların hayatlarını her türlü şiddetten, kötülükten koruma altına almıştır. Bunu şimdi şu sözleşmede bu sözleşmede aramaya gerek yok. Açın Kur’an-ı Kerimi okuyun. Hadisleri okuyun, İslami sözleri okuyun anlayın. Başka bir şeye gerek yok. Hukukta orada yazılı, kadın hakları da orada yazılı."KADINA ŞİDDETİ DİNİ KURALLARLA AŞALIM"Tüm bunları bir kenara bırakıyoruz, e İstanbul Sözleşmesi diye bir şey yazalım buna uyarsak her şey düzelir, düzelmiyor işte. Her gün ekranlardan, medyadan okuyoruz, izliyoruz. Gelin kadına şiddeti, tacizi, haksızlığı, hukuksuzluğu dini kuralları yaşatarak aşalım.Mağdurun korunmasını, zorbalığın engellenmesini, adaleti dinimizde arayalım, tek tek, madde madde yazılı burada. Toplumumuza bunları anlatalım, bilgilendirelim bu şekilde bir farkındalık oluşturarak tüm kötü durumları engelleyebiliriz. Avrupa’ya da Dünya’ya da Kitabımız ile Dinimizle örnek olan biz Müslümanlarız.” cumhuriyet.com.trCHP'li Kaboğlu:“İstanbul Sözleşmesi’nin feshi Anayasamız açısından imkansızdır”
CHP'li Kaboğlu: “İstanbul Sözleşmesi’nin feshi Anayasamız açısından imkansızdır” İstanbul Sözleşmesi’nin AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından feshedilmesi kararına bir tepki de, CHP İstanbul Milletvekili, TBMM Anayasa Komisyonu CHP Grup Sözcüsü ve Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği Başkanı İbrahim Kaboğlu’ndan geldi. Kaboğlu, “Sözleşmenin feshi, Anayasamız açısından imkansızdır” dedi. Türkiye’nin, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine muhalefetten tepkiler sürüyor. Son olarak, CHP İstanbul Milletvekili, TBMM Anayasa Komisyonu CHP Grup Sözcüsü ve Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği Başkanı İbrahim Kaboğlu, sosyal medya hesabı Twitter’dan konuya ilişkin bir açıklama yayımladı.“FESİH KARARI, ANAYASA AÇISINDAN İMKANSIZ”Kaboğlu, açıklamasında “Kadınların yaşam hakkına ilişkin olan İstanbul Sözleşmesi'nin Cumhurbaşkanlığı Kararıyla feshi, Anayasamız açısından imkansızdır. Hukuken yok hükmündeki karar Cumhuriyetin 100. yılına giderken demokratik cumhuriyetle tek kişi yönetimi arasındaki tercihte safların belirlenmesidir” ifadelerini kullandı.Kaboğlu’nun paylaşımı şu şekilde:Kadınların yaşam hakkına ilişkin olan #İstanbulSözleşmesi'nin Cumhurbaşkanlığı Kararıyla feshi, Anayasamız açısından imkansızdır. Hukuken yok hükmündeki karar Cumhuriyetin 100. yılına giderken demokratik cumhuriyetle tek kişi yönetimi arasındaki tercihte safların belirlenmesidir pic.twitter.com/jCO1P4DDcS— İbrahim Ö. Kaboğlu (@ibrahimkaboglu) March 20, 2021 cumhuriyet.com.trGazeteci Denizhan Erkoç'a 'Fuat Avni' davasında beraat
Gazeteci Denizhan Erkoç'a 'Fuat Avni' davasında beraat Fuat Avni twetleri nedeniyle yargılanan Medyaradar Genel Yayın Yönetmeni Denizhan Erkoç, yargılandığı davada beraat etti. Medyaradar Genel Yayın Yönetmeni Denizhan Erkoç hakkında, “Fuat Avni” tweet'lerinin haberleştirildiği gerekçesiyle 15 yıla kadar hapis cezası istenen davada beraat kararı verildi.Erkoç'un “terör örgütüne üye olmaksızın yardım” suçundan yargılandığı davanın beşinci duruşması, İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Mahkeme, yüklenen suçun unsurlarının oluşmaması sebebiyle Denizhan Erkoç'un beraatine hükmetti.Kararda, "Sanık hakkında terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçundan kamu davası açılmış ise de, üzerine yüklenen suçun unsurları oluşmadığından beraatine karar verildiği" belirtildi.İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Temmuz 2019’da, Medyaradar'ın da aralarında bulunduğu bir grup haber sitesine, 2014-2016 yılları arasında "Fuat Avni" mahlasıyla kullanılan Twitter hesabından yapılan bazı paylaşımları "neden haber yaptıkları" gerekçesiyle soruşturma başlatmıştı.“Fuat Avni” mahlaslı hesaptan paylaşılan binlerce tweet'ten Mart 2014-Aralık 2015 arasındaki iki yıla yakın sürede toplam 360 tweet'in haberleştirilmesi gerekçesiyle açılan davanın iddianamesinde, “Denizhan Erkoç'un örgütle hiyerarşik bir ilişki içinde olduğunun tespit edilmediği, Medyaradar'da örgüt aleyhine çok sayıda yazı ve haber yayımlandığı" belirtilip, bu nedenle "kasıt unsurunun mahkemece değerlendirilerek yargılama yapılması” talep edilmişti. AVUKATI SAVUNDUİstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya koronavirüs nedeniyle evinde tedavi gören Denizhan Erkoç katılmazken avukatı Fahri Emeksiz hazır bulundu.Mahkemeye sunulan yazılı savunmada," Müvekkilin yetkilisi bulunduğu sitede haber yapılan tweetlerin neredeyse tamamı 2014 yılına aittir. O tarihlerde Fetöcüler örgüt olarak dahi tanınmamaktadır. 15 Temmuz hain kalkışması da yapılmamıştır. Hal böyleyken, sadece haber amaçlı paylaşılan ve toplumda ilgi ve merak uyandıran tweetlerin, hukuki olarak henüz olmayan örgütü övmek amaçlı yapıldığı iddiası, suçun ve cezanın kanuniliği ilkesiyle bağdaşmaz" denildi.Mahkeme, yüklenen suçun unsurlarının oluşmaması sebebiyle Denizhan Erkoç'un beraatine hükmetti.Aynı suçlamayla T24, Diken internet siteleri ve Birgün gazetesi hakkında açılan davalar da ‘suçun unsurları oluşmadığı' gerekçesiyle beraatle sonuçlanmıştı. Sözcü gazetesi yöneticileri söz konusu suçlamadan, hapis cezasına çarptırıldı. Sözcü gazetesi yönetici ve yazarları, gazetede yer alan haber ve yazılar nedeniyle açılan kumpas davasında, İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, “FETÖ'ye bilerek ve isteyerek yardım” suçlamasıyla 2 yıl bir ay ile 3 yıl 6 ay 15 gün arasında değişen oranlarda hapis cezasına çarptırılmıştı. cumhuriyet.com.trFatih Erbakan'dan 'İstanbul Sözleşmesi' kararına destek
Fatih Erbakan'dan 'İstanbul Sözleşmesi' kararına destek Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Dr. Fatih Erbakan, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi’ni feshettiğini bildiren Cumhurbaşkanı Kararı ile ilgili yazılı açıklamada bulundu. /Archive/2021/3/20/162251036-dre.jpgYeniden Refah Partisi lideri Erbakan, İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesine ilişkin, "Aile yapımızı, yeni nesillerimizi tehdit eden bu sinsi sözleşmeden Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile çıkılmış olmasını, çok yerinde, çok hayırlı, hatta çok geç bile kalınmış bir adım olarak değerlendiriyoruz" dedi.Kararı çok olumlu buluyoruzİktidarın, dış güçlerin laboratuvarlarında üretilmiş bir zehir olarak bünyemize enjekte edilmek istenen İstanbul Sözleşmesi yanlışında ısrar etmekten vazgeçmesinin çok olumlu bir karar olarak değerlendiren Fatih Erbakan, "Bu adımla birlikte ayrıca, İstanbul Sözleşmesi ve Türkiye’nin 1985 yılında imzaladığı CEDAW Sözleşmesi doğrultusunda çıkarılmış olan, başta ‘6284 Sayılı Kanun' olmak üzere, aile kurumuna zarar veren yasaların da bir an evvel ıslah edilmesi elzemdir" ifadelerini kullandı.Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için Batı dayatması kanunlara ihtiyaç olmadığına vurgu yapan Erbakan sözlerini şöyle sürdürdü:"Kadınlarımızın korunması, hak ettiği değerin verilmesi, toplumda saygın bir yer edinmesi için Batı icadı ve dayatması, asıl amacı çok farklı olan sözleşmelere, düzenlemelere ihtiyacımız yoktur. Sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihten bu yana, kadına yönelik şiddetin 10 kat artması da bunun en açık göstergesidir. Aile yapımızı ve kadınlarımızı korumak ve yüceltmek için, gereken her türlü değer ve prensip Aziz Milletimizin tarihinde, kültüründe, bizim kendi medeniyetimizde zaten mevcuttur."YENİDEN REFAH HER PLATFORMDA SÖZLEŞMENİN İPTALİNİ YÜKSEK SESLE DİLE GETİRDİ Yeniden Refah Partisi'nin her zaman bu sözleşmeye karşı olduğunu ifade eden Erbakan, "Yeniden Refah Partisi olarak bizler yıllardır bu sözleşmeden en acil şekilde vazgeçilmesi gerektiğini, bu sözleşmenin ahlaki, manevi, insani bakımdan yıkıcı sonuçları olacağını yıllardan beri en güçlü şekilde, her platformda haykırdık. Diğer siyasi partilerin pek çoğu bu sözleşmeyi desteklerken, bir kısmı da sessiz kalırken, biz bu çok hayati konuda farkındalık oluşması, bu yanlıştan dönülmesi için büyük gayret gösterdik" dedi.CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'A TEŞEKKÜR İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesinden ötürü Cumhurbaşkanı Erdoğan'a teşekkür eden Milli Görüş lideri Erbakan, "İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararının alınmasında çok önemli payı olan Yeniden Refah Partimizin tüm teşkilat mensuplarına, üyelerimize ve bu konuda bizler gibi emeği bulunan her kesimden insanımıza, bu kararı imzalayan Cumhurbaşkanı’na teşekkür ediyoruz" açıklamasında bulundu. cumhuriyet.com.trSon dakika... Devlet Bahçeli'den Abdullah Gül'e sert sözler
Son dakika... Devlet Bahçeli'den Abdullah Gül'e sert sözler MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü sert sözlerle hedef aldı. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin hedefinde 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül var. Twitter'daki hesabı üzerinden açıklamalarda bulunan Devlet Bahçeli, geçtiğimiz günlerde vekilliği düşürülen HDP'li milletvekili Ömer Gergerlioğlu'nu hedefe alıp, "TBMM, bir eylem sahası, bölücülerin yatakhanesi, kanun kaçaklarının sığınma alanı değildir. Büyük Türk milletinin kalbinde bir hançerin yuvalanmasına göz yumulamaz, tahammül edilemez, sabır gösterilemez. TBMM’de yer yatağı sermek demokrasiye sürülmüş kara bir lekedir" ifadelerini kullandı.ŞENTOP'A SESLENDİTBMM Başkanı Mustafa Şentop'a seslenen Bahçeli, "Yer yatağı derhal kaldırılmalı, milletvekilliği düşürülen kirli şahıs Gazi Meclis’ten behemehâl çıkarılmalıdır. Taviz, teslimiyeti getirir. Teslimiyet ise boyun eğmedir. Buna da hiç kimsenin hakkı yoktur. Şayet TBMM Başkanı’nın yetkisi bu konuda sınırlıysa, süratle hazırlanacak bir maddelik kanun teklifinin Genel Kurul’da kabulüyle birlikte Gergeroğlu’nun yer yatağı ile beraber Meclis’in kapısının önüne koyulması mümkündür ve konu acildir" açıklamasını yaptı.ABDULLAH GÜL'Ü HEDEF ALDIBahçeli'nin hedefinde 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de vardı. HDP'ye açılan kapatma davası için söylediği sözler üzerinden Gül'ü hedef alan Bahçeli şu açıklamaları yaptı:- Gergeroğlu’nun milletvekilliği düşünce ‘Gül’en yüzü asılan, HDP’nin kapatılmasıyla ilgili dava açılmasından rahatsızlık duyan 11.Cumhurbaşkanı’na diyeceğim de şudur: Artık Güroymak’a Norşin diyen yoktur, o günler geçmiştir. Gül diye dikeni yutturanlar kalmamıştır.- 11.Cumhurbaşkanı’na tavsiyem, eğer çok üzüldüyse, HDP’ye veya CHP’ye katılması isabetli ve tutarlı bir davranış olacaktır. Hatta çok da yakışacaktır, nitekim tencere yuvarlanıp kapağını bulacaktır. cumhuriyet.com.trZülfüLivaneli: Cahiliye ortamında gerçek eleştiri olmaz
Zülfü Livaneli: Cahiliye ortamında gerçek eleştiri olmaz Zülfü Livaneli: Dört yıldır Kaplanın Sırtında adlı romanıma çalışıyorum. En büyük emeği bu kitaba verdim. Abdülhamit üzerine bir roman bu. Ancak bulunduğumuz dönemde o kadar berbat bir tartışma ortamı var. Satır satır altı çizilerek okumak isteyeceğiniz bir kitap gibi Zülfü Livaneli. "Dört yıldır Kaplanın Sırtında adlı romanıma çalışıyorum. En büyük emeği bu kitaba verdim. Abdülhamit üzerine bir roman bu. Ancak bulunduğumuz dönemde o kadar berbat bir tartışma ortamı var ve düzey o kadar düşük ki, romanımın bu düzeyde tartışılmasını istemiyorum" diyor. Zülfü Livaneli'yle yüksek edebiyattan çok satanlara, Nazım Hikmet'ten Yaşar Kemal'e kadar, hem söyleştik, hem dertleştik...- Hewingway, insanları dinlemenin önemini ve özellikle yazarlığın kendini anlatmak değil dinlemek olduğunu söyler. Oysa, birbirimizi dinlemediğimiz hatta anlatmak için dinlediğimiz bir dönemdeyiz. Dinlemeden anlatmaya çalışmak yaman bir çelişki değil mi?Evet. Hewingway haklı. İnsanlara, size başka bir insanın hikâyesini anlatıyorum ve bunu okumanızı istiyorum diyoruz, kamuoyunun önüne çıkıyoruz. Dünyada yedi buçuk milyar insanın yedi buçuk milyar hikâyesi var. Dinlemeyi bildiğiniz zaman en yüzeysel gördüğünüz insanın, bile şaşırtıcı hikâyeleri ortaya çıkıyor. Dinleyeceksiniz, göreceksiniz. Kulağınıza çalınan bir şey olduğu zaman, irdeleyeceksiniz. - Herkes kendini ifade etmek istiyor sanki…Herkes kendini anlatıp ifade etmek istiyor ama kendini ifade iki bakımdan önemlidir. Birincisi, içini dökme isteği.. İçini dök tabii ama ne için? O iç ne kadar dünyaya açık ve ne kadar birikim barındırıyor? Nelerle içini dökeceksin. Genç romancılara bakıyorum güzel yazıyorlar 400-500 sayfa kitap az emek değil. Ama içinde bir şey yok. “Edebiyat Mutluluktur”da da söylediğim gibi kitabın içinde bir nabız atmalı. Derler ya “Tanrı insanı çamurdan yaptı sonra içine can üfledi.” O üfleme olmadan kitap canlanamaz. İçinde bir zemberek kurulu olmalı. Zembereği çalışmayan saat nasıl durursa o da duruyor. Gözlemlerini anlatıyor, sıkıntılarını anlatıyor, arkadaşlarıyla kahvede ilişkilerini anlatıyor. Tamam da peki bundan bize ne?- Okumayan mı? Okutamayan mı? Suçlu kim?Medya çağında yaşıyoruz. Medya o kadar önemli ki. Medya insanların düşünmesini şartlıyor. İnsanlar artık obezliğin zararlarını anladılar, öğrendiler peki ya ruh obezliğine ne olacak? Üzerimize milyonlarca bilgi, görüntü akıyor ve içimizi kirletiyor. Bunu ayırt edecek olan var, olamayan var. İnsanlar gördüğüne, okuduğuna inanıyor, peşinden gidiyor. Özellikle Batı dünyasında medya hep tek tarzdaki yazarları ortaya çıkarıyor. Bu kaliteli, bunu okuman lazım şeklinde. Peki o yazarlar ideolojik olarak uygunsa ki Amerikada’da birçok böyle isim biliyorum. İdeolojiye uygun ama yazdığını okutamıyor. Sonra okuyucuya “sen anlamıyorsun, bu yüksek edebiyat” diyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? Bütün insanlık Dickens, Tolstoy, Balzac, Stendhal, Dostoyevski’yi anlamış, seni mi anlamayacak. Sen o kadar yükseksin ki dünyanın üzerinde kimse seni anlamayacak. (gülüyor) Böyle bir şey olabilir mi? Bir konsere gittiğimde piyanist bana dinletmek zorunda. Onun maharetini görmeliyim, hayran olmalıyım. Eğer çalamıyorsa çıkar giderim konserden. Ya da kitabı okuyamıyorsam bırakırım. Borges der bunu çok da doğru söyler. “Dünya o kadar güzel okunacak kitaplarla dolu ki, eğer bir kitap kendini okutamıyorsa bırakın, vakit kaybetmeyin” der. Aynı fikirdeyim. Yazarın birinci meselesi okutmaktır. Maharet eksikliği var. Peki ne maharetin var? Dil mi? Konu mu? Kurgu mu? Hayır anlamazsınız. Bu yüksek edebiyat. - Peki Bestseller (çoksatanlar) konusunda ne düşünüyorsunuz?Bizim ülkemizin bu konuda bir farkı var. Mesleğimiz gereği tüm dünyayı, gelişmeleri takip ediyoruz. New York Times’ın çok satanlar listesine bakın. Bir tane edebiyat ismi göremezsiniz. Aynı şey Almanya ve Fransa’da da geçerlidir. Türkiye’de öyle değil. Dünyadaki tüm yayıncılarımla ülkemizin çok satanlar listesini paylaştım. Her zaman Sabahattin Ali, Saramago, Zweig, Sait Faik, Orwell ve de Türkiyenin önemli yazarlarının hepsi olur. Kitap rafa çıkınca beğenilirse devam ediyor, beğenilmezse sönüyor, gidiyor. Biz gerçekten çok özel bir okur kitlesine sahibiz. Dünyada anlatıyorum, şaşırıyor insanlar. Bizim içimizde çok gelişmiş bir Avrupa ülkesi var. Öyle düşünün. Ne var ki dünyada da Türkiye’de de yetenekli bir yeni yazarın adını duyurması çok zor. Okurlar genellikle bildikleri yazarlara yoğunlaşıyor. Bunu aşmamız gerekiyor.- Bir kitabın çok satar olması…Bir kitabın çok satar olması ille de kalitesiz olduğunu göstermez, ille kaliteli olduğunu da göstermez. Kitap kendisi içinde değerlendirilir. Çok satan olup olmadığı hiç önemli değildir. Sabahattin Ali’nin sürekli listede olmasını düşünün. Kötü yazar mı diyeceğiz bu büyük isme. Yabancı dile çevrilme konusu da böyle. Sait Faik dünyada bilinmiyor diye değersiz bir yazar mı? Dünyanın gördüğü en büyük hikâyecilerden biridir.- Nitelikli eserin anahtar kelimeleri sadelik, derinlik ve zenginlik midir?Her yiğidin yoğurt yemesi farklıdır. Herkes başka türlü yapar bunu. Mesela George Orwell büyük bir yazardır. Doğru. Ve 1984 şu an dünyanın geldiği noktayı anlatması bakımından en popüler kitap. Peki. Biz bu kitabı biliyoruz ama Orwell’in kendisinin de “buradan aldım” dediği “Yevgeny Zamyatin”in “Biz” kitabını biliyor muyuz? Orwell, Biz kitabından esinlenmiştir. Ama Zamyatin yanlış zamanda Rus, Orwell ise İngiliz. Bu bir vitrin meselesi. Arka çekmecelerde neler var görmüyoruz.- Gerçek edebiyatın kapitalist diktatörlük için için tehlikeli olduğunu söylüyorsunuz. Biraz açar mısınız?Aslında bütün totaliter rejimler için geçerli. Her zaman da öyle oldu. Pir Sultan Abdal” neden asıldı? O kadar şair neden idam edildi? Saray mensubu divan şairi “Nef’i” bile idam edildi. Niye dünyanın her yerinde, her rejiminde bu kadar yazar kıyımı yapıldı? Sovyetler Birliği’nde de Gorki’ye neler yapıldığını çok iyi biliyoruz. İktidarlar, yazarların kendi istedikleri tarzda yazmasını istiyorlar. Sözün gücünün farkındalar. Kapitalist dünya da kendine uygun yazar istiyor. Sistemi yıkmak isteyen, sömürüyü anlatan, isyana çağıran yazar ister mi? Tabii ki istemez. Artık Florida’ya çalışmaya giden mevsimlik tarım işçilerinin korkunç yoksulluğunu anlatan "Gazap Üzümleri" gibi romanlar yazılmıyor ya da vitrine konmuyor. - Peki Nâzım Hikmet? Nâzım Hikmet sadece komünist olduğu için değil, yüreği bir çocuk kadar masum, heyecanlı bir büyük şair olduğu için herkes tarafından ezilmek istendi. Her kesimdeki orta zekâlı kurnazlar bu dâhiyi yok etmeye çalıştılar. Sadece burada da değil. Sovyetler Birliği’nde piyesi yasaklandı, takip edildi. Bu konudaki dertleşmelerini Abidin ve Güzin Dino aktardılar bana. Nâzım Hikmet’in kişisel trajedisi çok büyük ama bir de şöyle bir şansı oldu: Sovyetler Birliği kültür konusunda çok üstündü. Dünyada bir iletişim ağı vardı. O ağ Nâzım’ı Küba’ya da götürdü, başka ülkelere de. Dünyadaki tüm sol yazarlar birbirleriyle irtibat halindeydi. Picasso’nun Guernica tablosunu da o ağ meşhur etti. Şimdi yapılsaydı ortaya çıkamayabilirdi. Kendim için de söylüyorum. Bir müzisyen olarak ben ya da genç bir arkadaşımız bugün “Karlı Kayın Ormanı”nı bestelese belki de yaygınlaşmayacaktı. Belki insanlar eskiden beri bildiği için geliyor böyle. Bugünün moda akımları içinde belki kaybolacaktı. Gerçi ben o dönemde de moda dışındaydım. O zaman da arabesk vardı. (gülüyor) Bir kitle oluştu aslında ve o kitle hâlâ duruyor. - Günümüzde trendlerin etkisinde aynı konularda eser üretmek iyi yazmanın önüne geçmiş durumda. Farklı görünmeye çalışan yazarlar sanki birbirlerini ve kendilerini tekrarlıyorlar. Halbuki farklı görünmeye çalışmak sıradanlığın göstergesi değil mi? Evet tabii. Biçimsel farklılık yaratmaya çalışmak hiçbir şey ifade etmez. Yaşar Kemâl de çok söylerdi. Çok önemlidir. “Her roman kendi biçimini getirir” derdi. Çok doğrudur. Roman, hikâye konunuz gelir, her konu da yazarın büyüklüğüne göre gelir. Yazmaya başladığınız zaman gerçekten kendi biçimini getiriyor. Ben kalkıp da Seranad’ı kadın ağzından yazayım diye düşünmedim, öyle geldi kendiliğinden. Diğerleri de aynı şekilde./Archive/2021/3/20/003525537-cmt27-zulfu-y12.jpg- Peki romanın niteliğini neye bağlayacağız? Bence romanın dili, kurgusu, anlatımı, ilginç fikirler; bütün bunlar var ama bir de olmazsa olmazı var: O da karakter yaratmak. Deneysel romanlar hariç tabii. Karakter yaratacaksınız. Mesela biz Raskolnikov’u kardeşimiz kadar iyi tanıyoruz. Tolstoy’un, Faulkner’in kahramanlarını tanıyoruz. Şimdi birçok kitap karakter yoksunu. Karakter yaratamıyor. Kitabı okuyup bitirdiğinizde aradan bir süre geçtiğinde karakterin adını bile hatırlamıyorsunuz.- Paul Auster romanları için de aynı eleştiriyi yapıyorsunuz?Paul Auster ilginç, emeğine saygı duyarım ama bir tane hatırladığımız karakteri yok. Karakter olmayan kitap nasıl canlanacak, nasıl yürüyecek? O yüzden de iş bol bol belagat haline geliyor. Son dönem yazarları belagate çok düştü. Uzun ve komplike cümleler. Ondan daha kolayı yok ki. Mesele “prose” dediğimiz şiirsel metne varabilmek. Şairane değil, buzdağının üstü gibi, altındaki yazılmamış dağı duyuran şiir. Hewingway’in, Knut Hamsun’un kısa kısa cümlelerle yarattığı şiir. Bunlar aşılamamış noktalar. Bunlardır işte esas büyük olan.- Süssüzlük en büyük süstür. Bayıldım. Hayatın her alanında da sadelik, abartmamak en büyük gerçek değil mi?Zaten hiçbir şeyi abartmamanız gerekiyor. Lenin’in bir sözü vardır. “Doğru bir düşünceyi bile abartırsanız absürde varır” der. Gerçekten öyledir. Kitapta da abartmamak gerekir. İnsan hayatının çok çeşitli yönleri var. Ama siz bunlardan birini abarttığınız, öne çıkardığınız zaman diğer yönler gölgede kalmış olur. Mesela, her insanın cinselliği yok mu? Var. Sadece ona odaklanırsanız seks kitabı olur. Ya da sadece cinayete odaklanırsanız polisiye olur. Bir denge içinde ele almak lazım. Sadelik de öyle. Sadelik çok önemlidir. Ortaokul çağlarımda Nurullah Ataç’ın bir denemesinde okumuştum. “Süssüzlükten safi süs olmuş japon vazoları” diyordu. Yani süssüzlükten bir süs yaratılmış. Öyle ince bir denge ki. Sanat ölçüdür. Metafor bile klişe ve ölçüsüz kullanılırsa yazıyı bozar. Birisinin ellerinin soğuk olduğunu anlatacaksanız "buz gibiydi" klişesine düşmeden daha incelikli bir metafor bulmalısınız.” - Mutluluk tanımınızı istesem...Mutluluğun tarih boyunca birçok tanımı yapılmış -Hegel’in mutluluk kavramı çok ilginçtir- Bence mutluluk süreklilik içeren bir kavram değildir. Mutlu anlar var hayatta. Sürekli bir mutluluk mümkün olabilir mi? Mümkün değil. Mutlu anlar yaşarsınız. Bu mutlu anların o sırada farkında olursunuz ya da olmazsınız ama sonrasında hatırladığınızda sizi hep mutlu eder. Mutlu anlar, mutsuz anlar, inişler, çıkışlar hepsi insana dair.Eski bir mesel vardır. Padişahın kızı hastalanmış, demişler ki dünyadaki en mutlu adamın gömleğinin bulunması gerekiyor. Ancak o gömleği giydirirsek sultanımız ölümden kurtulur. Padişah ferman salmış, her yerde en mutlu adam aranıyormuş. Aramış, taramışlar en sonunda bir dağ başında bir çoban bulmuşlar. Dünyanın en mutlu adamına gidiyoruz diyerek ulakla haber yollamışlar. Gitmişler, görmüşler ama adamın gömleği yok! (kahkahalar) Ne kadar güzel değil mi? Ben bayılırım halk hikâyelerine. En büyük gerçek onlardadır. Kapitalist dünyada malla, mülkle, daha fazlayı isteyerek mutlu olamazsın. Ne kadar çoksan o kadar azsın, ne kadar azsan o kadar çoksun. Bu materyalist mutluluğun kimseye faydası yok.- Yaşar Kemal’in hayatınızda yeri çok büyük. Yaşar Kemal’den neler öğrendiniz?Yaşar Kemal’den çok şey öğrendim. Bir kere edebiyat, sanat modalarına kapılmamayı, para ve şöhret için çalışmamayı (ki bunu da Arif Dino öğütlermiş genç Kemal’e) ve kendini adamayı öğrendim. Gerçekten kendini adamazsan, sağlığını koruyamazsan iyi kitap yazamıyorsun. Yaşar Ağabey “roman yazmak için kendine arap atı gibi bakman lazım” derdi. Hakikaten öyle. Fiziki enerji düşüklüğü bile kitabınızı etkiliyor. Köke, özüne girip bakmak gerekiyor. Çok önemli. Onunla, yurtdışında Andrej Wajda'nın “Vadedilmiş Toprak” filmini seyretmeye gittik. Çıktık sinemadan. Yaşar abi “Orhan Kemal daha iyisini yaptı” dedi. “Orhan Kemal film mi çekti?” dedim. “Yok ya’’ dedi "romanı Bereketli Topraklar Üzerinde. Biri roman, biri film olarak anlatmış. Sonuçta insanı anlatmıyorlar mı? Orhan Kemal daha iyisini yaptı” Önce böyle şaşırtırdı ama çok haklıydı. Sonuçta insanlar başka tekniklerle hikâye anlatıyor. - Sayfamızda mutlaka yemek kültürüne dair sorular soruyorum. Sizin de sofra muhabbetleriniz muhteşem. Dost sofralarınız biraz anlatır mısınız?Dostlar sofrası geleneği aslında bizim aileden başlar. Babam çok birikimli bir savcıydı. Dedem de hakimdi. Hem geleneksellikten, Anadolu’dan, hem de hukuktan, Osmanlı’nın son döneminden gelen insanlardı. Her akşam aile sofrasında bunlar anlatılırdı. Menkıbeler, hikayeler, kıssalar. Çünkü bizim doğu toplumu kıssa yoluyla düşünür. Mesnevi örneğin, hep kıssalarla doludur. Dolayısıyla çok alışkınım sofra kültürüne. Sofrada maksat yemek değil, muhabbet. Yemeği de hapur küpür yemeyeceksin. Laf lafı açar, muhabbet muhabbeti açar, insanlar birbirinden öğrenir, sofralar böyle olduğu zaman güzeldir. Bu tabii biraz farklı, biraz daha Avrupa kültürü. Kadınla erkeğin birlikte sosyalleşebildiği şarapla da ilgili bir durum yemeği uzun uzun yemek. Ben yemeği bir dostlar sofrası olarak anlıyorum. Ama hakim dedem hacıydı, yemekte asla konuşturmazdı. Aynı şeyi 2000 yılında Aynaroz’a gittiğimde yaşadım. Manastırlarda kalıyordum. Günde iki kere yemek yiyorlardı. Sabah 8 ve akşam 5. Tahta masalara oturuluyor, yemekler dağıtılıyor, baş rahip başlayın dediği zaman herkes başını öne eğiyor ve birbiriyle göz göze gelmeden yemeklerini yiyorlardı. Çünkü o anda vücutlarının bir zevkini tatmin ettiklerini düşünüyor ve günah işlediklerine inanıyorlardı. Aslında İslam dininde de biraz öyle. Pek fazla zevk almayacaksın yemekten. - Yemek yapıyor musunuz? Eskiden çok güzel bulgur pilavı yapardım. Abidin Dino çok severdi onlara kuşbaşı et, mantar, biber sote yapardım çok severlerdi. Biraz Macar yemeği tarzındaydı. Son dönemlerde pek yapmıyorum. Ama Yaşar Kemal yemek yapmayı çok severdi, zevk alırdı bundan. Bazı erkekler çok sever, asla mutfağı eşine bırakmaz. Fransız kültür bakanı Jak Lang karısını mutfağa sokmaz mesela.- Sağlıklı beslenme konusunda özel bir ilginiz olduğunu duydum. Bizimle paylaşacağınız tüyolar var mı?Var ama Ebrucum şöyle var. Ben sağlıklı beslenmeye son yıllarda başlamış değilim. Evde de söylüyorum. 20’li yaşlarımdan beri vücudumun bazı istediği ve istemediği şeyler var. Mesela ben 7 sene vejetaryen yaşadım. Sonra baktım sosyal hayatta çok zorlanıyorum mecburen uzlaşma yaptım. oldum. Etin iyi bir şey olmadığını biliyorum. Kırmızı şarap, badem, bitter çikolata tavsiye ediyorlar ya zaten bunlar benim alışkanlıklarım. Doktorlar söylemeden vücudum biliyor. 75 yaşına geldim işte böyle gidiyoruz.(gülüyor)- Yeni roman ne zaman?Dört yıldır “Kaplanın Sırtında” adlı romanıma çalışıyorum. En büyük emeği bu kitaba verdim. Yurtdışında ve Osmanlı arşivinde araştırmalar yaptım. Abdülhamit üzerine bir roman bu. Ancak bulunduğumuz dönemde o kadar berbat bir tartışma ortamı var ve düzey o kadar düşük ki, bu kadar emek verdiğim, kaynaklara dayandırdığım romanımın bu düzeyde tartışılmasını istemiyorum. Bu kadar sert bir kutuplaşma ve cahiliye ortamında gerçek eleştiri olmaz. Romanı böyle bir ortamda çıkarmak istemedim. Benim kamplara bağlı düşünmediğimi, kendi kafamla düşünmeye önem verdiğimi bilirsin. İngiltere’de 8. Henry mi haklıydı Cromwell mi diye bir tartışma yüzünden insanlar birbirine girmez, öğrenciler dövüşmez. Komik gelir.Bu yüzden yine aklımda yıllardır geliştirdiğim, hatta ilk bölümlerini yazdığım bir kısa roman, bir novella fikri vardı. Çok severim bu formatı, Son Ada, Engereğin Gözü formatı. Biliyorsun Ebrucum çocukluğumdan beri Hewingway hayranıyım bir deniz hikayesi yazmak isterdim. Dolayısıyla “Balıkçı ve Oğlu” adında bir novella yazdım. İlginç ve güzel bir hikaye olduğunu sanıyorum, özel bir dille anlatmaya çalıştım. Herhalde Nisan sonu Mayıs başında İnkılap yayınlayacak. Bir de Cumhuriyet Yayınları benden bir kitap istedi. 1970’li yıllardan buyana Cumhuriyet’de çıkmış yazı dizilerimi topluyorum, başka yazılar da olacak. Tam içinde olmasak da hepimiz Cumhuriyetçiyiz. - Kitabı metalaştıran piyasa, edebiyatı “popüler edebiyat “ve “yüksek edebiyat “olarak ikiye ayırdı. Büyük okura sabun köpüğü kıvamında kitaplar sunulurken, az kişinin okuduğu kimsenin okumadığı “gerçek edebiyat” sanılan kitaplar varoldu. Halbuki önemli olan nitelikli eserlerin halkta karşılığının bulacağına güvenmek, iyi bir uslupta anlatmak ve okurun ruhuna sızmak değil mi?Bu benim ısrarla savunduğum bir görüş. Geçen yıl Serenad Amerikada yayımlandığında, New York’da Amerikan basınına anlattım, sonra ve Columbia Üniversitesi’nde konuştum. İnsanlar pek farkında değiller. Edebiyat dediğimiz şey bir taneydi. Edebiyat vardı bir de, daha eğlendirici diyebileceğimiz piyasa kitapları. Şimdi ise ürün çeşitlendirme adı altında ayrımlar yaptılar. Söz sanatları korkutucudur. Sözden korkar rejimler. Bütün rejimlerin yazarlar üzerindeki baskıları düşünün. Dünyadaki tüm totaliter rejimlerin yazarların üzerindeki baskıları sözün gücünden korkmalarından ileri geliyor. Çünkü söz güçlüdür.... Biz her şeye sınıfsal olarak bakmayı öğrendik. Öyle de yazdık. Yaşar Kemal de, Nazım Hikmet de. Sait Faik de, Orhan Veli de herkes bu görüşle yazdı. Ancak, postmodernizmde sınıf değil kimlik önemlidir. Bir örnek veriyorum. Mecidiyeköy’de yağmurlu bir gün, evlerde temizliğe giden yorgun bir kadın, otobüs durağında bekliyor, üç otobüs değiştirip eve gidecek, orda da kocası ve çocukları için çalışacak. Geçim derdinde, hayattan bezmiş bir kadın. Üstünde yıpranmış bir pardesü ve başında türban var. Önünden lüks bir araba geçiyor, üzerine çamur sıçratıyor. Bu kadın türbanlı, arabanın içindeki kadın da türbanlı. Şimdi bu kadın nasıl bakacak ona? Bu benden mi diye mi düşünecek? Yoksa ben emekçiyim, o patron diyerek, sınıf farkıyla mı bakacak? Bence ikincisi doğrudur birincisi çarpıtma. Onun isyanını, onun emeğinin sömürülmesine karşı çıkmasını, sendikalaşmasını, hakkını almasını engellemek için bir oyun. Edebiyat da bu oyunun içine girdi maalesef. Herkes küçük burjuva dünyasında oynuyor ve dil oyunu yapıyor. Batı basını da buna gerçek, onun dışındakilere de popüler edebiyat diyor. O zaman bakalım dünyanın en çok okunan yazarları Charles Dickens, Dostoyevski, Tolstoy, Balzac, Yaşar Kemal popüler edebiyat mı? Bütün bunları reddedip birkaç Amerika ya da Londra barında ajanlar, eleştirmenler edebiyatı kendi aralarındaki bir oyuna çevirdiler. Bilinçli bir tercih bu. - Türk sanatçı çevresi içinde bu geçerli değil mi?Tabii. Eskiden ünlü olmuş, adı duyulmuş, kitlesini yaratmış yazar, ressam, şair, müzisyenler var elbette. Ancak son 20-30 yılda yeni çıkmış, adını yeni duyduğumuz, sınıf mücadelesi içinde, bir derdi olan ve kendini büyük kitlelere kabul ettirmiş bir tek sanatçı var mı? Ne oldu bu mücadeleye? Şimdilik kazanan taraf diğerini ezdi geçti.- Günümüzde edebiyat en büyük kurtarıcımız hatta terapimiz diye düşünüyorum. Satırlaralarında bir çok cevap bulabiliriz. Katılır mısınız?Edebiyat kurtarıcıdır. En azından benim hayatımı kurtarmıştır. Birçok insanın da hayatını kurtardığını biliyorum. Edebiyat olmazsa olmaz.. Edebiyat dediğimiz zaman içine, destanları, epopeleri hepsini koyalım. Destanı olmayan halk yok. Homerosu, Dede Korkut’u biliyoruz tabi ama Finlilerin Kalevala destanı, Çerkezlerin Nart destanını, Kürt destanlarını biliyor muyuz? Kırgızların Manas destanı 1 milyon dizeden oluşuyor. Müthiş bir şey. Kısacası insan hikayesiz, söz sanatsız yaşayamıyor. Dolayısıyla kuşaktan kuşağa hikayeler aktarılıyor. Bu da bence insanı insan yapan en önemli özelliklerinden birisi. Biz hikaye anlatan ve hikaye dinleyen bir yaratığız. - Siz bir Rönesans insanısınız. Ve kendinizi sanatın bir çok farklı alanında en iyi şekilde ifade ediyorsunuz. Halbuki bu durum küçük aydın kesim tarafından ülkemizde çok da hoş karşılanmıyor. Neden sürekli kalıplara sokulmaya çalışılıyoruz? Sanat farklı kollardan oluşan bütün değil midir?Ben Rönesans insanı tanımını bilmeden bu yollara girdim. Böyle bir iddiam da yok. Müzikte kendimi ifade ettim ama benim çocukluğumdan beri en büyük tutkum edebiyattı. Müzikle amatör olarak uğraşıyordum ama tesadüfen müzik beni içine çekti. Dolayısıyla içimden gelen hikayeleri neden yazmayayım? Ben bu konuda cesur davrandım. Rahmetli Onat Kutlar arkadaşımız Türkiye’nin en iyi, en gelişmiş, en ince zevklerine sahip kişilerindendi. Müthiş bir hikaye yazarı olmasının yanı sıra sinemadan da çok iyi anlardı. Bir gün sinema ve film yapmak üzerine sohbet ediyoruz. Dedim ki” Onat, yapsana bir film. Senden iyi kim yapabilir?” dedim “Yok, yapamam cesaret edemem, beni parçalarlar” dedi. O küçük aydın çevresi “ha şimdi de film mi yapıyor” derlerdi çünkü. Ben film yaparken de dediler biliyorum. Nasıl laflar çıktı. Birçok alanda eser vermek zayıflatan bir şey sanıldı. Oysa Doğu ve Batı medeniyetlerindeki isme baktığımız zaman Nietszche, Ömer Hayyam gibi filozofların şair, müzisyen, hatta bilim insanı olduğunu görürüz. Platon da şiir yazmıştır. Ayrıca meslekler saymak marifet değil. Politikacı, diplomat, milletvekili, müzisyen, senarist, yazar vs. O zaman Yahya Kemal’i örnek alalım. Yahya Kemal şair ama aynı zamanda Madrid Büyükelçimiz değil miydi? Fikir yazıları da vardı, milletvekili de oldu. Ona şair, denemeci, diplomat, politikacı, düşünür mü diyeceğiz? Kendi alanlarında bir yere gelmiş insanlar büyük bir kıskançlıkla o konumu korumak isterler. Kendilerini riske atmazlar. Bense kendimi uçuruma fırlatmaya pek meraklıyım. Sık sık yaparım bunu, içimden öyle gelir. Ama uçuruma aşık olanın kanatları olmalı tabii. Ebru D. DedeoğluBu işinsana dünya kadar hayal kurdurur
Bu iş insana dünya kadar hayal kurdurur Selda Tokat: Üzerine saatlerce, günlerce konuşabileceğimiz müthiş deneyimleri olan bir ürün yapıyoruz. Siz kokusundan ben tadından, siz kadehinden ben aromasından bahsederim. Denizli'nin Güney ilçesinde bundan tam 59 yıl önce kurulmuş Pamukkale Şarapları. Pamukkale Şarapları Satış ve Pazarlama Direktörü Selda Tokat, "Şarabın içine doğdum" diyor, aile şirketinin üçüncü kuşak yöneticisi. “Üzerine saatlerce, günlerce konuşabileceğimiz müthiş deneyimleri olan bir ürün yapıyoruz” diyen Selda Tokat’a göre, iyi şarap nasıl bittiğini anlamadığın şaraptır. Açtınız, yalnız ya da yanındakiyle aa ne zaman bitti bu şarap... O şarap o an için en iyi şaraptır.İnanılmaz enerji dolu biri Selda Tokat, ama yakın zamanda babasını kaybetmiş, enerjimin bir kısmı onuna gitti diyor. Selda Tokat ile şarabı ve hayatı konuştuk.- Bir şarap şirketinin içine doğdunuz, nasıl bir his?Evet tam da şarabın içine doğdum. Bir avlunun içinde tipik bir Avrupa şaraphanesi gibi. Amcalar, kuzenler hepimiz bir avlunun içinde yaşıyoruz. Üst kat evler, alt kat şaraphane, onun altı mahzen. Tüm dünyanız şarap oluyor. Hayalperest bir çocuktum. Hala hayalperest bir çocuk sayılabilirim. Bir gün bu şirketi yöneteyim diye de hayal kurardım. Hacattepe’de Gıda Mühendisliği okudum. 5 yıl başka bir şirkette çalıştım. Sonra aile şirketine Pamukkale Şarapları’na geçtim. 22 yıl oldu. Hem ailenin yükünü hem gururunu omuzlarınızda taşıyorsunuz.Şu anda da herkes bir arada, yine avlunun içinde. Babamlar 6 kardeş. Her bir kardeşin 4-5’er çocuğu ve torunlar.. çok büyük bir aileyiz. Abim üretim tarafında, ben ne olsa yapanlardanım. Satış, ihracat, zaman zaman satın alma her şey bende.- Gıda mühendisliği kendi tercihiniz miydi?Adım adım bu geleceği planlamıştım. Tepsiyle her şey size sunulmuyor. Benim de rüşdümü ispat etmem gerekiyordu. Profesyonel hayattaki deneyim benim için önemliydi. Hayalimdeki iş tam olarak buydu. Üzerine saatlerce, günlerce konuşabileceğimiz müthiş deneyimleri olan bir ürün yapıyoruz. Şarabın dinamizmi hiç bitmez. Bağdan, bağ bozumuna, dinlendirilmesinden şişelenmesine, her gün yeni bir şeyler eklenebilir şaraba. Şişede de gelişmeye devam eder.- Bu alanda kadın üretici olmak nasıl bir duygu?Kadın elinin değdiği bir sektör. Şarabın hem üretim hem tadım tarafında Türkiye’de çok kadın var. Kadınlar bu alana detayın inceliklerini katıyor.TOPRAĞIN MUCİZESİ- Sosyal medyada kullandığınız videolar fotoğraflar doğa ile bağlarla iç içesiniz, bu dönemde herkesin imrendiği bir hayat gibi...Gerçekten kendimi en iyi hissettiğim yer bağ. Toprağın mucizesini yaşıyor ve hissediyor olmayı çok önemsiyorum. Bağdayken bambaşka bir insan oluyorum. Sosyal medyada birkaç arkadaşım da yazmıştı büyüyünce Selda Tokat olmak isterim diye. Doğanın verdiği özgür hissetme duygusu geçiyor insanlara. Benim enerjim yüksek./Archive/2021/3/20/002417323-selda-tokat-sehriban-kirac.jpgSelda Tokat, Şehriban Kıraç'a konuştu.- Bir şarap ustasısınız, iyi şarabın özellikleri neler diye sorsam?İyi şarap nasıl bittiğini anlamadığın şaraptır. Açtınız, yalnız ya da yanındakiyle aa ne zaman bitti bu şarap..O şarap o an için en iyi şaraptır. Şarap sadece şarap olarak değerlendirilemez. Anla, kişiyle, zamanla, müzikle yemekle hepsi bir bütün. Kendinizi iyi hissetmediğiniz bir anda içerseniz hiç de güzel olmaz. Şarap çok kişiye özel bir içecektir. Benim için güçlü gövdeli şarap iyidir sizin için aromalı olan.- Nasıl bir şarap tüketicisisiniz?Yalnız başına çok fazla şarap içen biri değilim. Şarap paylaşım içkisidir. Hiçbir konumuz olmasa bile, üzerine saatlerce konuşabileceğimiz bir içki şarap. Siz kokusundan ben tadından bahsederim. Siz kadehinden ben aromasından...Üzerine dünya kadar hayal kurabilirsiniz.1000 AİLE İLE ÇALIŞIYORUZ- Yıllık üretiminiz ne kadar?6 milyon litre şarap yapıyoruz.- Üzümleri sadece kendi bağlarınızdan mı alıyorsunuz?Pamukkale’nin kendi bağları yaklaşık 1000 dönüm. Anlaşmalı, sözleşmeli çiftçilerimiz var. Üreticilerin kendi bağ alanlarını büyütmeleri sektöre zarar veriyor. Çünkü siz bağ alanlarınızı büyüttükçe insanlar tarımdan vazgeçiyorlar. Yaklaşık 1000 aile ile çalışıyoruz. Ömrümüz Güney’i Türkiye’ye kazandırmakla geçti. Güney'in çok önemli bir bağ bölgesi olduğunu anlatmak için çok emek verdik. Birçok yerin aksine geri göç aldı Güney. Bugün Güney’de 50 bin dönümün üzerinde yetişmiş bağ var. Türkiye şarap pazarının yaklaşık yüzde 30’u Güney'den üzüm alıyor.- Alkollü içkinin tanıtımı yasak, vergi oranları çok yüksek bunlar enerjinizi düşürmüyor mu?Çok üzücü. Biz her şeye rağmen bunları yaptık, yapıyoruz.. Destek bir kenarda dursun, köstek olunmasaydı dünya pazarında çok daha iyi yerlerde olurduk. Yunanistan’la aynı dönemde çıktık dünya piyasasına. Ama onlar şu anda bizden 20 kat ileride. Ermeni, Gürcü, Moldova şarapları bizi solladı. Bu iş topyekûn çalışma ve amaçla olabilecek bir iş. Katma değeri en yüksek tarım ürünlerinden birisinden bahsediyoruz. Üzümü 3 liraya alıyorsunuz bugün en ucuz şarap 35 lira. Birçok sektörü destekleyen bir ürün.- Şarabı seçerken, alırken bilinçli tüketici miyiz?Türkiye’de hersek uzmanlığı olmayan konuda ahkam kesmeyi çok sever. Elinizi sallasanız şarap uzmanına çarpıyorsunuz. Buna rağmen bunun bile sektöre faydası var, çünkü şarap konuşuluyor. Tartışıldıkça gelişiyor bu pazar.KADIN DUYGUSALLIĞINA YAKIŞIYOR- Şarap kadın içeceği kanısı var doğru mu?Şarap gerçekten insan gibi gelişen bir özelliği var. Doğar, emekler, yürür, ergen, olgun olur, yaşlanır... Kadın romantizmi ve kadın duygusallığına daha çok yakışıyor.- Enerjisi yüksek birisiniz, güne nasıl başlarsınız?Yakın zamanda babamı kaybettim. Babamla beraber yüksek enerjimin bir kısmı gitti gibi hissediyorum. Çalışmayı seviyorum. Sadece ofiste oturan biri hiç olmadım. Arkadaşlarım, dostlarım da hep bu çevreden.- Dost seçerken neye dikkat edersiniz?Samimi ve dürüst değilse birisi iş de yapamam, çalışamam da ona zaman da ayırmam./Archive/2021/3/20/002558571-img9202.jpgİŞ DÜŞÜNMEDİĞİM YER TENİS- Tutkularınız, hobileriniz neler?İşim tutkum. Tenis oynamayı seviyorum. Kafamı sıfırlayan iş düşünmediğim yer Tenis. Pandemide ekşi maya ekmek yapmaya başladım. Evde eş dost arkadaş ağırlamayı seviyorum. Annemin bir lafı vardır. Yiyelim, içelim, giyelim, gezelim. Böyle yapmaya çalışıyorum.TAKINTILIYIM- Ne dinler, ne okursunuz?Daha çok caz dinliyorum. Başucunda üç dört kitap olanlardanım. Takıntılıyım. Mesela bir yazarı sevdim onun tüm kitaplarını alırım. Klasikleri arada bir daha dönüp okuyorum. Denizli'nin 5 bin nüfuslu küçük bir kasabasında doğmuş biri olarak bu kadar hayal kurmayı kitaplardan öğrendim.- Başka neleri takıntı edersiniz?Çok detaycı biriyim. Yeni bir ürüne başladığımda 50 bin şey isterim. O ton olmadı bu ton olmalı. Hayal ettiğim şeyi bulmam için tüm detayları ortaya koyuyorum. Bu kadarı da aslında biraz da kusur.DAHA GÜÇLÜ SES ÇIKARMAK GEREKİYOR- Kadına şiddet çok arttı, ne diyeceksiniz?Hâlâ kravatla iyi hal indirimi almış erkeklerin bizi yönettiği bir dünyadayız. Çok acıklı bir durum. Tamam hayalperest biriyim ama her şeyin tozpembe olacağını bekleyecek biri değilim. Elimden geldiğince destek oluyorum. Ama aslında biliyorum ki çok yalnızız ve gidecek çok yol var.- Peki ne yapmalı?Çok daha güçlü ses çıkarmak gerekiyor. Şimdi çoğu kişi izleyen tarafına geçiyor. Bu beni üzüyor.- Girişimci kadınlara neler önerirsiniz?Vazgeçmemeyi, pes etmemeyi, sabretmeyi öğrensinler. Denemeye devam etsinler.- Nasıl bir Türkiye hayaliniz var?Hayata hep iyi tarafından bakmaya çalışan biriyim. Her şeyin bir çaresi vardır derim. Buna rağmen ülkeyle ilgili zaman zaman çok karamsarlığa düşüyorum. Sonra kızımı düşünüyorum onunla çok daha umutlu ve mutlu bir geleceğe bakabiliyorum. Ben çocuklarımızın bizden daha güçlü ve daha büyük hayalleri olduğuna inanıyorum. Yasaklarla hiçbir şeyin önüne geçemiyorsunuz.- İdolünüz kimdi?İdolüm Yasin amcamdı. Bu işin hayalini kurmamın sebebi de oydu. Sevmeyi ve eğlenmeyi, kuralsız yaşayabilmeyi babamdan öğrendim. cumhuriyet.com.tr